Buraya attığım bölüm eksik yüklendiği için part 2 şeklinde bölümün devamını paylaşıyorum. Keyifli okumalar ❤️
PART 2
"Anlaşılan pek mesleğine bağlı biri değilsin," dedi İdil sevecen bir tavırla. "Nedense içimden bir ses bu mesleği isteyerek kazanmadığını söylüyor."2
Çok doğru bir noktanın üzerine parmak bastığı için, bir kaç saniye bekledim ve sonra geriye doğru yaslandım. "Yani, hayalim bu değildi ama pişman da değilim," diye mırıldandım. "En azından işime yarıyor."
Bazen yaşatmak için, bazen ise tam tersi.
İdil hafifçe öne eğilerek elindeki kupayı masanın üzerine bıraktığında, gözlerinde derin bir ifadenin geçtiğini gördüm. Biraz duraksadı ve sonra, "Bende hukuk okuyordum," diye konuştu, sesi durgundu. "Ama ilk senemde bıraktım maalesef."
Söylediği bu şeyle beraber sorarcasına İdil'e baktım. "Neden bıraktın, peki?"
İdil derin bir nefes aldı. "Memleket özlemi ağır bastı diyelim," dediğinde istemsizce kaşlarım havalanmıştı. "Kazandığım okul İzmir'deydi. Yapabilirim sandım ama o kadar kolay değilmiş. İlk defa ayrılmıştım bu şehirden, gittiğim ilk hafta deli gibi özledim buraları. Yapamayıp geri döndüm bende..."
Hafifçe gülümsediğimde, bakışlarım bir kaç saniye İdil'in üzerinde gezinmişti. "Buraları mı özledin, yoksa burada olan birini mi?" diye sordum imayla. "Bu anlattığın hikaye bana pek inandırıcı gelmedi çünkü."1
İdil, utanarak güldü. Buda demek oluyordu ki tahminlerim doğruydu. İdil bir şey söyleyecekti ki, tam arkamdan bir kaç adım sesi duydum. Bu sırada İdil'in bakışları da o tarafa dönmüştü. "Sonunda bulabildin çiftliğin yolunu," diye konuşup gülerek ayağa kalktığında bende göz ucuyla gelene baktım.
Azer, yanında Ruken ile beraber bize taraf gelirken, Orkun da onların tam arkasındaydı. Ruken abisinin koluna girip, hafifçe gülümsedi. "Bir an bizi bırakıp gittiniz sanmadım değil."
İdil, Azer'e ve Orkun'a taraf bakıp, "Hoşgeldiniz," diye konuştuğunda, Azer'in dudaklarında alaycı bir tebessüm belirmişti.
"Geldiğimize bu kadar sevindiğine göre bizimkiler seni canından bezdirmiş anlaşılan," Göz ucuyla bana baktı ve sonra geçip tam karşımdaki sandalyeye oturdu rahat bir tavırla.
İdil, "Tam tersi," diye konuşup bakışlarını bana çevirdi. "Biz gayet iyi anlaşıyorduk."
Tam bu sırada Elvan'ın asık bir suratla kapıdan bahçeye çıktığını gördüğümde, gözlerimi devirmek istesemde bunu yapmadım. Elvan'ın bakışları İdil'in üzerinde gezinirken İdil tekrar bize taraf baktı. "Siz oturun bende çay getireyim bize."
İdil, Elvan'ın yanından geçip içeri girdiğinde, Elvan o gözden kaybolana kadar arkasından ters ters bakmıştı. En sonunda o da masaya doğru yürüyüp Azer'in tam yanındaki sandalyeyi oturmak için çekmişti ki, Ruken ondan önce davranıp abisinin yanında ki sandalyeye oturdu. Ruken'in bu hareketiyle beraber Elvan'ın yüzü daha çok asılırken, bakışları bir ok gibi bana değdi ve sonra boş olan sandalyelerden birine yavaşça oturdu. "Bu İdil de her şeyin içinde," dediğinde sesi huzursuz çıkmıştı. "Hayır yani bir rahat bırak değil mi? Benim hiç kanım ısınmıyor nedense."
"O niyeymiş?" diye sordum alaycı bir sesle. "Bence gayet tatlı biri, ben çok sevdim."
Elvan arkasına yaslanıp bana baktı. "Hayret, senin biriyle iyi anlaştığını ilk defa görüyorum," dedi ve sonra imayla kaşlarını kaldırdı. "Ama yok bu ilk değil. Bir de Yaman Çibran vardı değil mi? Onunla da gayet iyi anlaşıyordun sen. Şimdi hakkını yemeyelim."
Azer'in bakışlarına aniden sert bir ifade indiğinde, Elvan'a taraf bakmadan burnundan sert bir nefes aldı. "Yeter bu kadar Elvan," diye konuştu, sesi oldukça öfkeli çıkmıştı. "Bırak saçmalamayı."
Elvan kollarını önünde bağladığında bu sefer Ruken'in bakışları Elvan'ın üzerine dikilmişti. "Bilerek mi anıyorsun o ailenin adını sen? Hele ki Azat'ın bana yaptıklarından sonra..."
"İyi de abisinin ne suçu var?" diye araya girdim sorgulayıcı bir ifadeyle. Azer'in bakışlarının üzerime çevrildiğini hissetsemde bozuntuya vermeyip devam ettim. "Yaman'ın bir kusurunu göremedim ben."
Azer'in gözleri gözlerime bir kaç saniye boyunca sabitlendi. Bakışlarında ki karanlık ifade gerçekten sinirlendiğini gösterirken, inatla çekmedi bakışlarını üzerimden. "Bence sen çok iyi biliyorsun o herifin ne kusur işlediğini."
Meydan okuyan bir ifadeyle, "Hayır bilmiyorum," diye konuştum. "Neymiş kusuru?"
Tam o sırada, İdil'in elinde çay tepsisiyle içeri girdiğini gördüğümde, konuşma yarıda kesilmişti ama Azer'in bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. Bana böyle bakıyor olması, içimdeki o saklanmış duyguyu istemsizce gün yüzüne çıkarırken, gözlerimi ondan ayırmak istememe rağmen ayıramamam kendime kızmama sebep oluyordu.
"Çaylar geldi," İdil, elindeki tepsiyi masaya koyup tekrar yerine oturduğunda, gözlerimi Azer'den ayırıp başka tarafa çevirdim.
Ruken konuyu dağıtmak ister gibi, "Bende atlara bakmaya gitmiştim," diye konuşmaya başladı, ardından hafifçe gülümsedi. "Fırat Can çiftliğe geldiğimizi öğrenince konağı birbirine katmış, Mercan'da az önce görüntülü aradı beni. Atları gösterince anca sakinleşebildi küçük beyimiz."
"Geçen sefer Cenap Ağa'yı attan düşürüp, sonra da atı konağa götürelim diye tutturmuştu," dedi İdil, gülerek. Ardından bakışları beni buldu. "Sen hâlâ görmedin değil mi atları, yarın beraber gider bakarız istersen."
Ruken sorarcasına bana baktı. "Sen at binmeyi biliyor musun bu arada?"
Hafifçe kafamı salladım. "Küçükken her hafta götürürdü babam," diye konuşup bir anda duraksadım. O sırada masadaki herkesin bakışları bana dönmüştü. Bozuntuya vermemeye çalışarak onlara baktım. "Yani, annemin kocası."
İdil ve Ruken anladıklarını belirterek kafalarını salladıklarında, Azer'in gözleri benim üzerimden ayrılmamıştı. Yüzü ifadesiz görünüyordu ama bana bakışı her defasında onu kandıramadığım hissiyatı uyandırıyordu içimde.
Şahin'e baba demesem bile insan içinde sanki bir mecburiyetmiş gibi, dökülüyordu o kelime dudaklarımdan. Bu durum annemin ve Şahin'in özenle korudukları imajlarının ve bu kadar aykırı bir evlat yetiştirmiş gibi görünmek istememelerinden kaynaklanıyordu. Ve ben her defasında o kelimeden nefret ediyordum.
Mecburiyetimden nefret ediyordum.
Azer, gizlemek için sarfettiğim çabaya rağmen bana öyle bakıyordu ki, bazen tüm bunların boşuna olduğunu düşünüyordum. O ise inatla aynen böyle bakmaya devam etti bana. "İsteyerek öğrenmiş gibi durmuyorsun," diye konuştuğunda, kalbim neden duracak gibi olmuştu bilmiyorum ama kısa bir süre istemsizce duraksadım.
Defalarca yaralanmama rağmen, Şahin'in diretmeleri geliyordu aklıma. Arkadaşlarının çocukları biliyordu ya at binmeyi, bende bilmek zorundaydım. Ona karşı gelemeyecek kadar küçük olmama rağmen, bana o kadar ağır cezalar verirdi ki onun bana öğretmek istediği her şeyin tam tersini yapıp kendimce intikam alırdım ondan. En tehlikeli insanlarla arkadaşlık kurar, yetişkin bir insanın bile girmeye korktuğu mahallelere girerdim.
Çünkü Feraye ve Şahin Sonay neyden nefret ediyorsa, orası benim evimdi...
İşe yaramayacağını bilmeme rağmen yüzüme rahat bir ifade yerleştirdim ve omuz silktim. "Hocam iyi değildi diyelim."
Azer'in bakışlarına anlam veremediğim derin bir ifade yerleşti. Yüzününde ki ifadenin belli belirsiz sertleştiğini hissettim. Ya da bana öyle geldi bilmiyorum ama en azından az öncekine nazaran daha farklı bakıyordu.
İdil, "Ben ve Ruken'e de Azer öğretmişti," diye araya girdiğinde bakışlarımı Azer'den zorlukla ayırıp İdil'e baktım. "Ne kadar çok eğleniyorduk, hatırlıyor musunuz?"
Ruken histerik bir tebessüm eşliğinde İdil'e çevirdi bakışlarını. "Hatırlamaz mıyım... Akşama kadar ara vermeden ata biniyordum. Çocuk aklımla hırs yapıp senden önce öğreneceğim diye yemek bile yemeyi unutuyordum. Bir keresinde o kadar yorulmuştum ki atın üzerinde uyuyaklamıştım." Ruken aklına bir şey gelmiş gibi derin bir nefes aldı. "Sonra babam gelip almıştı beni atın sırtından..."
Orkun, geldiğinden beri kafasını gömdüğü telefonundan kaldırıp Ruken'e taraf baktı. "Hâlâ daha bilmiyorsun ama at binmeyi."
Ruken kaşlarını çattı. "Gayette biliyorum, yarın gör bakalım kim daha iyi biliyormuş."
Orkun alayla güldü. "Cenap Ağa'dan daha kötü at binen biri varsa oda sensin. Hiç boşuna konuşma."
Elvan, bir şey söylemek ister gibi temkinli bir ifadeyle masaya doğru eğildi ve çenesini eline yasladı. "Bende bilmiyorum hiç at binmeyi," diye mırıldandı. "Çok istiyorum ama öğreten yok işte."
İdil hafifçe gülümsedi. "Niye öyle diyorsun, ben öğretirim sana."
Elvan sanki istediği bu değilmiş gibi biraz duraksadı. Bu sırada bakışlarıma inen soğuk ifade eşliğinde geriye doğru yaslandım ve önce Elvan'a, sonra da Ruken'e baktım. "Bence senin öğretmene gerek yok," diye konuştum ve sesimde istemsiz bir ima eşliğinde Azer'in gözlerine baktım. "Azer öğretir ona."
Bunu söylememle beraber, Azer'in bakışlarına aynen davet gecesi olduğu gibi bir ifade yerleşti. Elvan, Azer'e taraf baktığında masada kısa bir sessizlik oluşmuştu. "Güzel olurdu aslında ama," diye konuştuğunda, sesi umutsuz gibiydi. 1
Azer, söylediklerimiz zerre umurunda değilmiş gibi oturduğu yerden kalktığında Ruken'in bakışları Azer'e dönmüştü. "Nereye abi, konuşuyorduk işte ne güzel."
Azer, ifadesiz bir suratla, "Yorgunum," diye konuştu sadece ve içeriye doğru ilerledi. Tam o sırada bakışları beni bulduğunda, bana öyle bir ifadeyle bakmıştı ki, bir an herkesin bana nasıl baktığını göreceğini düşündüm. Ve bu öyle bir şeydi ki, ben de aynen onun gibi o içeri girene kadar bakışlarımı ondan ayıramamıştım.
"Bende gideyim bari," diye mırıldandı Elvan en sonunda, ve ayağa kalkmak için yeltendi.
Ruken, göz ucuyla Elvan'a bakıp, "Kuyruk gibi dolanmasan daha iyi olmaz mı?" diye konuştuğunda Elvan huzursuz bir ifadeyle yerine oturdu tekrar.
"Neyse, ben ne yapsam kabahat zaten."
Ruken'e taraf baktım. Elvan'ı pek sevmediğinin farkındaydım ama neden bu kadar müdahale ettiğine de anlam veremiyordum. Fazla umursamayıp, önüme döndüğümde, Orkun imalı bir tavırla bana doğru baktı. "Hayırdır, sen niye suskunsun bu kadar? Şimdiye çoktan biriyle laf dalaşına girmen gerekiyordu."
"Girmediğini kim söyledi?" diye araya girdi Elvan bana taraf bakmadan.
Orkun alayla güldüğünde, "Girmese şaşardım zaten," diye konuştu ve sonra rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Yine ne oldu?"
Orkun'a ters bir şekilde bakıp ayağa kalktım. "Hiç seninle uğraşacak halim yok."
Orkun'un bu söylediğini umursamadan, içeriye girdiğimde, ara ara başımın dönmesi ve göz kapaklarıma inen ağırlık beni yeterince zorluyordu.
Odanın olduğu kata çıktığımda, göz ucuyla Azer'in odası olduğunu tahmin ettiğim odaya baktım. Aşağıda söylediklerim onu gerçekten sinirlendirmiş miydi bilmiyorum ama, neden öyle bir cümle kurduğuma şuan kendim de anlam veremiyordum.
Beklemeden koridorda ilerlemeye başladım. Adımlarımın zeminde çıkardığı ses eşliğinde, tam odanın önünden geçiyordum ki, bir anda bedenim biri tarafından odanın içine çekildi ve kapı arkamdan kapandı. Sırtım, kapıya yaslandığı sırada gözlerim onun gözlerini bulmuştu.
Azer, bir elini kapıya yaslayıp beni kendisi ve kapı arasına hapsettiğinde, kolumu tutan diğer elini çekti ve benimle olan temasını kesti. Dokunmadı.
Kalp atışlarımın hızlanmaya başladığını hissederken elim kapı kulpuna gitti. "Çekil önümden."
Azer'in eli kapıya baskı uyguladığında bana biraz daha yaklaştı ve beni engelledi. Burnundan sert bir nefes aldığında, kulağıma doğru hafifçe eğildi. "Bana bir sebep söyle, Yılanın Yavrusu," diye fısıldadığında sesi hem sakin, hem de sinirli gibiydi. "Dilinden zehir zemberek sözler dökülürken, aynı anda bu kadar güzel bakmanın sebebi ne, söyle."1
Kurduğu bu cümleyle beraber nefes alamıyormuş gibi hissettiğinde bedenime çöken sıcaklık düşünmemi engelliyordu. Odanın içindeki loş ışığa rağmen, onun gözlerinde ki karanlığa saniyeler içinde hapsolmuş gibiydim. Her yer karanlıktı. Sadece o ve ben vardık.
Kafamı kaldırıp ona baktım ama ifademden en ufak bir duygunun sızmasına izin vermiyordum. "Belki de sen öyle görüyorsundur Azer," Fısıltılı bir sesle bunu söylediğimde, bakışları boynumdan yavaş yavaş gözlerime ulaştı.
"Aşağıda söylediklerin," diye konuştu ve sonra dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Böyle mi kandırıyorsun kendini?"
Gözlerime alaycı bir ifade indi ama ne kadar başarılı olabilmiştim bilmiyordum. Bir kaç saniye bekledikten sonra, bakışlarım onun yüzünde gezindi istemsizce. "Sen ve evliliğin," diye mırıldandığımda, sesimi olabildiğince sakin çıkarmaya özen göstermiştim. "Umurumda bile değil." Bakışlarımı anlık olarak ondan ayırdım. "Şimdi çekil önümden. Biri görecek."
Azer alayla güldü. "İşte o son dediğinde benim umurumda değil," Sanki aklımdan geçenleri okuyormuş gibi gözlerimin içine baktı ve beni de ona bakmaya mecbur bıraktı. "İyi bir oyuncusun. Ama beni kandıramazsın Dilba."
Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Öyle bir niyetim olmadığı içindir belki ha," dedim sinirli bir sesle. Ardından imalı bir şeilde gözlerimi kıstım. "Bence sende bu konuda o kadar başarılı değilsin. Yaman'ın adını duyduğunda nasıl delirdiğini görmediğimi falan mı zannediyorsun?"
"Anma şu herifin ismini," diye sertçe konuştuğunda sesi ciddiydi. "O herifin senin etrafında neden dolaştığını ben çok iyi biliyorum," Tepkimi ölçmek istiyormuş gibi gözlerini hafifçe kıstı. "Sürekli hatırlattığına göre, sende biliyorsun."
"En azından bu durum kadar yanlış değil," Kollarımı önümde bağladım ve Azer'in yüzüne baktım. Gözlerimde ki ifadeyi gizleyemediğimin farkındaydım ama bakışlarım buna inat buz gibiydi. Kalbime çöken ağırlıkla beraber derin bir nefes alma ihtiyacı hissetsemde, ana hapsolan bedenim buna izin vermedi. Neyden bahsettiğini gayet iyi biliyordum. Gözlerim onun gözlerine sabitlenirken, "Davet gecesi olanlar... Hiç yaşanmamış gibi davranmamı mı bekliyorsun," diye mırıldandım, sesimde üzerini sakinliğimle örttüğüm bir öfke hissediliyordu. "Ben yapmam."
Azer, sağ elini hafifçe saçlarıma yaklaştırdı. Tam dokunacağı sırada, hatırlamış gibi çenesi kasıldı ve elini yumruk yaparak geri indirdi. Yine dokunmadı. Bir kaç saniye öylece bekledi ve en son tekrar gözlerime baktı. "Belki de sandığın kadar yanlış değildir," diye konuştuğunda, sesinde ki o tını bedenimdeki ısıyı arttırmıştı.
Kaşlarım hafifçe havalandı. "Yanlış değil," dedim kafamı sallayarak. "Yasak."
"Bildiğini sandığın hiçbir şeyi bilmiyorsun," diye yanıtladı beni hızlıca ve ardından sinirle güldü. "Ama unutma, ben o gece söylediğim şeyin hâlâ arkasındayım."
Meydan okuyan bir ifadeyle kafamı kaldırıp duruşumu dikleştirdim. "O dediğin şey asla olmayacak," dediğimde alayla güldü. "Bu oyunun kazananı sen olmayacaksın. Buna emin olabilirsin."
Azer'in gözleri yüzümde gezindi ve en son dudaklarıma indi. "Bu sözleri sana hatırlatacağım."
Elini kapıdan çekti ve geriye doğru adımlayıp aramızdaki mesafeyi açtı. Rahat bir tavırla ellerini cebine koyduğunda, kapıyı sertçe açtım ve bakışlarımı ondan çekerek çıktım odadan. Hızlıca koridorun sonundaki odama doğru ilerledim ve içeri girip kapıyı kapattım. Bakışlarım tek bir noktaya sabitlenirken, bir kaç saniye boyunca öylece kalakalmıştım. Elim istemsizce boynuma gittiğinde, sanki ateşler ortasında kalmış kadar sıcak basmıştı.
Pencereye doğru yürüyüp büyük pencerelerden birini açtığımda bedenime vuran soğuk hava tokat yemişim gibi hissettirsede nefes alamıyormuş gibi bir kaç defa soğuk havayı içime çektim.
İçimde her geçen gün büyüyen bu duyguya engel olamıyordum.
Pencereyi sonuna kadar açık bırakıp, yatağa doğru ilerledim ve bedenimi serbest bıraktım. Sırtım yatağa temas ettiğinde, bakışlarım tavana sabitlenmişti. Pencereden esen soğuk rüzgarın sesiyle beraber gözlerim yavaşça kapandığında bedenim tamamen hissizleşmiş gibiydi.
Bedenim ağır bir yükün altındayken, açıyorum gözlerimi.
Her yer o kadar karanlık ki, koca bir boşluktaymışım gibi, hiçbir görüntü uğramıyor göz bebeklerime. Nefes almak istiyorum. Yapamıyorum. Hareket etmek istiyorum. Bileklerimde bir zincir varmışcasıma canım acıyor, yerimden dahi kıpırdamıyorum.
Göremesemde, bedenimi ve ruhumu cayır cayır yakan bir ateş var sanki. Üşüyorum. Bedenim tir tir titriyor. Sonra bir ses. Tekrar ve tekrar, aynı şeyi söylüyor.
Bir anda bedenim serbest kaldı ve o an buz gibi bir hava doldurdu ciğerlerimi. Ayaklarımın yere temas ettiğini hissettim. Odanın içinde, kulaklarımı sağır edecek bir kalabalık var. Midem bulanıyor. Nefes dahi almadan kapıya doğru bakıyorum. Nefes alamıyorum. Başım dönüyor. Ama bu ses... İnatla tekrarlanıyor odanın içinde.
"Yaren," diye konuşuyorum sesim bir kan gibi boğazıma dolarken. Bağırmaya çalışıyorum ama o kadar çok ses var ki benim sesim duyulmuyor.
Bir beden takılıyor sonra kadrajıma.
Upuzun saçları var. Gülümsüyor bana ablam. Ama gözlerinde o kadar büyük bir nefret var ki, dehşetle bakıyorum bembeyaz suratına. Sonra tekrarlıyor cümlesini bir kez daha ve dönüyor arkasını, çıkıyor kapıdan. Adımlarım istemsizce ilerliyor peşinden. Sesler benimle geliyor. Susmuyor hiçbiri. Bağırmak istiyorum, bir el dolanıyor boynuma kesiyor nefesimi.
Koşuyorum. Sadece karanlığın ve onun peşinden. Gitme diye bağırıyorum. Bir kez daha gitme. Susuyor sesler bir an. Bana bakıp kusuyor nefretini sonra. Yüzüme baka baka haykırıyor ismimi.
Sen benim hayatımı çaldın Dilba.
Sus.
Sus.
Sus.
"Dilba," diye seslendiğini duydum birinin. Ama bu sefer ses bir başkasına aitti. Bedenimin titremeye başladığını hissederken gözlerim aynı noktaya sabitlenmişti. Sadece bana seslendiğini işitiyordum. Başka hiçbir şey yoktu.
Parmaklarını saçlarımda hissettiğimde, duyduğum o korkunç gürültüler kesilir gibi oldu. Derin bir nefes aldım ve ellerim yere temas etti. Bir an, etrafta ki karanlığı ve nerede olduğumu idrak edemesemde, ufak bir krizin etkisinde olduğumu kavrayabiliyordum. Başım dönüyordu. Kafamı yavaşça kaldırdığımda, Azer'in gece karanlığı gözlerine değdi bakışlarım.
Şimdi her şey biraz daha netti.
Dudaklarım zorlukla aralandığında, "Azer," diyebildim sadece.
Azer, eliyle saçlarımı geriye doğru nazikçe itti ve yüzümü avuçlarının içine hapsederek bana yaklaştı. "Tamam," diye fısıldadı, gözlerimin içine bakarak. "Buradayım, güzelim."
Sesinin bünyemde bıraktığı güven hissi, zihnimin içindeki karmaşanın yavaş yavaş susmasını sağlarken, gözlerim onun gözlerinden bir süre ayrılmadı. Tenimde, rüzgârın varlığını ve kulaklarıma dolan yaprak hışırtılarını hissettiğimde, dışarıda olduğumu yeni farketmiştim. Buraya ne zaman çıkmıştım hiçbir fikrim yoktu ama buranın kesinlikle çiftliğin bahçesi olmadığına emindim. Kafamı biraz daha kaldırıp etrafta baktım. Karanlık olmasına rağmen bir kaç metre uzağımda duran o büyük ağacı tanıyabilmiştim.
Gözlerimdeki yanma hissi göz kapaklarımın bir kaç saniyeliğine kapanmasını sağlarken, "Nasıl geldim ben buraya?" diye sordum, sesimin titremesine olabildiğince mani olmaya çalışarak.
Parmakları sakinleştirmek ister gibi saçlarımda gezindi. "Seni burda buldum," dedi sakin bir tınıyla. Ardından gözleri ellerime indi ve sonra tekrar bana baktı. "Sen söyle, ne oldu sana?"
Aynen onun gibi ellerime baktım bende. Yerdeki toprağı o kadar sıkmıştım ki, avuçlarım toprakla dolmuştu. Kafamı kaldırıp onun gözlerine baktım ve anımsadığım şeyle beraber, "Bilmiyorum," diye konuştum, kesik kesik. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."
Azer, ellerini yüzümde gezdirdi ve o an gözlerine endişeli bir ifade indi. "Dilba," diye konuştuğunda, bana biraz daha yaklaştı ve yüzümü inceledi. "Yanıyorsun sen."
Kafamın içinde tekrar bir uğultu yankılanırken, "Burası..." diye kesik kesik mırıldandım.
Azer, kafasını belli belirsiz salladı. "Tamam, yorma kendini," Az önce yaptığı gibi tekrar saçlarımı yüzümden çekti ve sonra yavaşça elimi tuttu. "Gel hadi."
Ona tutunarak zorlukla ayağa kalktığımda, dönen başım hafifçe sendelememe neden olsada onun belimi kavrayan diğer eli düşmemi engelliyordu. Ama tam o esnada zihnim o kadar bulandı ki, havanın karanlığına rağmen gözlerime simsiyah bir zifir indiğini hissettim. Yeryüzü ayaklarımın altından kayarken, boşluğa düşüyormuş gibi serbest kaldı bedenim.
Ve o an son hissettiğim şey, bedenimin yere değil onun kollarına düşmesiydi.
"Serumun etkisi, uyanacaktır birazdan."
Kesik kesik duyduğum ve kime ait olduğunu seçemediğim sesler kafamın içindeki karanlığın ortasında yankılanırken, vücudum bir hiç kadar hafif ve hissizdi. Nerede olduğumu bilmiyordum ama duyduğum sesler gözlerimi açmam için beni adeta zorluyordu.
Kirpiklerinin arasından sızan ışık, göz kapaklarımdaki karanlığı bir bıçak misali böldüğünde, her şey o kadar bulanıktı ki, bir kaç saniye boyunca ne olduğunu algılamaya çalışmıştım. Sonra görüntüler yavaş yavaş netleşti. Baş ucumda, ne yaptığını bilmediğim yabancı bir adamı seçebildim önce. Ardından Azer'i gördüm. Tanımadığım adam bir kaç adım geriye çekildiğinde, onun yerini Azer aldı ve saniyelerce gözlerime baktı. "Dilba."
Onun sesini duymamla beraber şimdi her şey daha netti. En son dışarıda onunla beraber olduğumu anımsadım. Gerisi yoktu ama, gördüğüm o korkunç kabusun etkisiyle defalarca kez yaşadığım o krizlerden birini geçirdiğimi algılayabiliyordum. Görüntüler flu ve karmaşıktı ama en azından neden bu halde olduğumu biliyordum.
"Uyandı mı?" diye sordu tanıdık bir ses. Bu ses Ruken'den başkasına ait değildi.
"İyi misin kızım?" Kim olduğunu bilmediğim bir adam bunu sorduğunda zorlukla kafamı salladım sadece.
Adam, Azer'e taraf döndü. "Ufak bir baygınlık geçirdi," diye konuştu sakin bir sesle. "Ateşli bir hastalık bu tarz rüya veya halüsinasyonlara sebep olabilir. Ya da, hastanın herhangi bir tramvası varsa, bu durumlara daha sık rastlıyoruz. Endişelenecek bir durum yok. Bir kaç güne toparlar."
Azer'in doktora bir şey sorduğunu işittim ama ne söylediğini tam anlayamadım. Zira uyanık kalmak için kendimi zorluyordum. Doktor bir kaç bir şey daha söyledi ve sonra odadan çıktı. O sırada Orkun'un da doktorla beraber odadan çıktığını görebilmiştim. Azer bana doğru yaklaştığında, farkettiğim ilk şey yüzündeki ciddiyetin yanı sıra gözlerindeki endişeydi. Göz kapaklarım ağırlaşırken, o bir kaç saniye boyunca bana baktı ve "İyi misin?" diye sordu en sonunda.
"İyiyim," Bu kelime dudaklarımdan zorlukla dökülürken, Azer kapıya taraf çevirdi bakışlarını.
"Siz çıkın dışarı," diye konuştuğunda, bunu neden yaptığına anlam verememiştim. Ruken herhangi bir şaşkınlık göstermeden hafifçe kafasını salladığında, İdil ve Elvan bir kaç saniye duraksamışlardı.2
Bu sırada Azer'in bakışları sertleşti. "Dışarı dedim."
İdil ve Elvan, bir şey demeden dışarı çıktıklarında, Azer'e taraf baktım sorarcasına. "Sen neden gitmiyorsun?"
Azer, biraz ilerdeki tahta sandalyeyi kendine taraf çekti ve sandalyeye oturup bana baktı. "Seni bu halde bırakıp gidebileceğime inanıyor musun?"
Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Git," diye konuştum yorgun bir sesle. "Yanlış anlayacak herkes."
Azer, yatağın hemen yanında ki ışığa doğru hafifçe uzandı ve ışığı gözümü yormayacak şekilde kıstı. "Umurumda mı sence?" diye sordu ve sonra üzerimde ki örtüyü omuzlarıma örttü nazikçe. "Sen uyuyana kadar buradayım."
"Dilba," diyerek susturdu beni ve kafasını hafifçe eğerek yatağı gösterdi. "Gitmeyeceğim dedim."
Gözlerim uykusuzluktan o kadar yorgun düşmüştü ki açık tutmakta dahi zorlanıyordum ama bu uykusuzluğa rağmen gözlerimi kapattığımda bile türlü uykuya dalamayacağımı biliyordum.
Azer bir kaç saniye boyunca yüzümü inceledi ve sonra gözlerimin içine baktı uzunca. "İdil doktor çağıralım demiş, ama sen istememişsin, " diye konuştu, sakin bir tınıyla. "Daha önce hiç oldu mu böyle bir şey?"
Aklıma gelen şeyle beraber hafifçe kafamı salladım. "Ben küçükken bir kez daha olmuş," dediğimde sesim sakindi. "Çok hatırlamıyorum ama... Annem anlatmıştı."
Azer, dirseklerini dizlerine yaslayarak bana baktı dikkatlice. "Doktor psikolojik olabileceğini söyledi," Gözlerini hafifçe kıstı ve bir kaç saniye boyunca beni izledi. "Seni bulduğumda tek kelime bile etmeden oturuyordun orada. Eğer anlatmak iyi gelecekse," diye mırıldandı. "Anlat bana."
Gözlerim pencereden içeriye hafifçe yansıyan ay ışığına değdi. Algılarım tamamen kapanmış gibiydi. Sadece ana hapsolmuş gibiydim. Başka hiçbir şey düşünemiyordum. Bir süre sonra bakışlarım tekrar onu bulduğunda, hafifçe doğrulup sırtımı yatağın başlığına yasladım ve bacaklarımı kendime doğru çektim. "Bu gün İdil o ağacın hikayesini anlatmıştı bana," diye konuştum, sesimde hâlâ o yoğun yorgunluk vardı. "Oraya nasıl gittim, hiç hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey, karanlıktı. Bilmiyorum..." derin bir nefes aldım. "Sanırım fazla bilinçaltıma işledi o hikaye."
Azer, bir kaç saniye sustu. "Ya da tetiklendin," diye konuştu bir şeyi anlamış gibi. Gözleri yavaşça gözlerimi bulduğunda, odanın içinde ki tek ses, nefes alış verişlerimizin sesiydi. "Ne zaman Ankara'da ki hayatının bahsi geçse, gözlerinde çok büyük bir nefret görüyorum Dilba. Ve bu gece olanlar, bu şeyin senin hayatında ne kadar büyük bir hasar bıraktığını bir kez daha gösterdi."
Zorlukla yutkunup bakışlarımı ellerime indirdim. "Haklısın, o kadar toz pembe bir hayatım yoktu," dediğimde, dudaklarıma histerik bir tebessüm yerleşti. "Ama buna bu kadar dikkat ettiğini bilmiyordum."
Azer'in gülümsediğini hissettiğimde bakışlarım istemsizce onu bulmuştu. "Tanıdık geliyor diyelim."
Bakışlarıma belli belirsiz bir ima yerleştirip, "Sana birini hatırlattığımı söylemiştin," diye konuştum. "Anlaşılan o kişiyle çok fazla ortak noktamız var. Merak ediyorum kim bu bir türlü aklından çıkaramadığın kişi."
Azer'in gözleri saçlarımda gezindi. Sonra yavaşça gözlerimi buldu. Bunu ne zaman yapsa, istemsizce iyi hissediyordum. Hissetmemem gerektiğini bile bile. Gözlerime uzun uzun baktı sanki aklımdan geçenleri okumak ister gibi. "Belki bir gün öğrenirsin."1
Bu söylediği şey, yüzümün ciddileşmesine sebep olurken neden böyle hissettiğime anlam verememiştim. Ne yani, sana aşık olduğunu falan mı zannetmiştin Dilba? Başka birinden bahsettiğini biliyor olmanın beni rahatlatması gerekirken, kalbimde adını koyamadığım bir duygu uyanmıştı.
Bakışlarımı ondan kaçırdım. "Aklın bir başkasında, Elvan'la evlisin..." diye konuştum, sesimi normal tutmaya çalışarak. "Sonra davet günü olanlar," Beni öptün, demek istedim ama yapmadım. Bakışlarım onun gözlerine değdi. "Dengesiz miyiz biraz?"
Azer alayla güldü ve öne doğru hafifçe eğilerek tam gözlerime baktı. "Bence bu da bizim ortak noktamız," dediğinde bakışları dudaklarıma indi. "O gece, bana dokunma derken bile gözlerin tam tersini söylüyordu."
Yüzüme inen sıcaklıkla beraber ona ters ters baktım. "Sözünü tutamadın ama," diye konuşup konuyu başka tarafa çektiğimde, dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı. "Dokundun."
"Öyle icap etti," diye konuştu düşünmeden. "Ayrıca hasta olduğunda tam bir çocuk gibi davranıyorsun," Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm yerleşti. "Hastaneden nefret eden doktor mu olur?"
İstemsizce gülümsediğimde, göz kapaklarım ağırlaşmaya başlıyordu. Başımı tekrar yastığa koyduğumda, "Neyim olduğunu biliyorum zaten," diye konuştum ağır ağır. "Doktora ne gerek var?"
Azer'in gözleri yüzümün her zerresinde yavaş yavaş gezindi. "O yüzden mi dağdan taştan topladım seni?" dedi, şefkatli bir sesle. Ardından kafasıyla yatağı işaret etti. "Uyu hadi, dinlenmen lazım."
Uyku yavaş yavaş bedenimi esir alırken, başka bir şey söylemeden kapandı gözlerim.
Ve ben o gece, hayatımda ilk defa güvende hissederek, daldım uykuya...
Gözlerimi açtığımda, odanın içini dolduran gün ışığının sızdığı pencereye değdi bakışlarım. Düne nazaran, başımdaki ağrı geçmiş sayılırdı. Hafifçe doğrulduğumda bir anda dönen başım bana dün gece geçirdiğim o korkunç krizi hatırlattığında, bakışlarım hemen yatağımın yanında duran sandalyeye kaydı.
Yatağın yanındaki komidinde duran telefonumu açıp saate baktım. Neredeyse ona geliyordu. Mardin'e geldiğimden beri normalde hep daha erken uyandığımdan, bu saate kadar uyumuş olmam bedenimde ki yorgunluğun ne denli büyük olduğunu anlamama yardımcı olmuştu.
Ama asıl aklımdan çıkmayan şey, Azer'in ben uyuyana kadar yanımdan ayrılmamasıydı. Bu ikinci kez yanımda oluşuydu ve nedense, o yanımdayken ilk defa yanlız hissetmiyordum.
Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Bunları düşünmem doğru değildi ve ben inatla bunları düşünmekten kendimi alamıyordum. Banyoya girip uzun bir duş almış ve üzerimde ki bu bitkinlikten biraz olsun kurtulabilmiştim. Yanımda getirdiğim kıyafetlerden rahat bir şeyler giyip, saçlarımı hafifçe nemli bırakmıştım. Hâlâ hiçbir şeyle uğraşmaya halim olmadığından sadece aşağıya inip biraz hava almak istiyordum.
Yanıma sadece telefonumu alıp odadan çıktığımda, Yorgunluğun bedenime yüklediği ağırlıkla beraber, sanki boşlukta yürüyormuş gibi hissetsemde başıma ara ara uğrayan ağrılar, beni kendime getiriyordu. Gece ateşimin yükseldiğini ve sabaha kadar tir tir titrediğimi göz önünde bulundurursak, gerçekten ağır bir grip olduğumu kavrayabiliyordum. Boğazımda ki keskin sızı ve gözlerimde ki yanma hissi işimi bir hayli zorlaştırırken, merdivenlerden ağır adımlarla aşağıya inmeye başladım.
"...Sende bir kez olsun bana hak ver Ruken."
Elvan'ın sesini duymamla beraber, merdivenlerden bir kaç basamak daha indim ve o sırada zemin kattaki koridorda duran Elvan ve Ruken'e takıldı bakışlarım. Bu sırada Ruken, Elvan'a bakıp huzursuz bir tavırla gözlerini devirdi. "Hak vermiyorum, çünkü haklı olduğun tek bir konu yok Elvan. Hiç kusura bakma."
Adımlarım istemsizce duraksarken, bir adım geriledim ve onların beni göremeyeceği bir noktaya geçtim. Bakışlarım tekrar onların üzerine çevrilirken, Elvan'ın yüzüne inen o garip ifade dikkatimden kaçmamıştı. "Ben sana diyorum ki, Azer dün gecenin bir yarısı o kızın peşinden gitti. Görmüyor musun, resmen gözlerinin içine bakıyor kızın."
O kız dediği kişinin ben olduğumu biliyordum.
Bedenime çöken sıkıntı eşliğinde merdivenlerin kenarında ki tahta korkuluklara tutundum. Bu sırada Ruken umursamazca omuz silkti. "Sana ne bundan peki?"
Ruken'in söylediği şey, kaşlarımın çatışmasına sebep olurken bu cümlenin garipliğine bir türlü anlam verememiştim. Ama Elvan, Ruken'in bu söylediğine zerre şaşırmamış ve sanki bunu defalarca kez duymuş gibi bıkkın bir nefes vermişti. "Bana ne tabi," Gözleri tek bir noktaya daldı bir kaç saniye boyunca, ardından bakışları sitem edercesine Ruken'e döndü. "Senin için demesi kolay. Engel olamıyorum işte görmüyor musun? Elimde değil. Ben böyle olacağını nereden bilebilirdim ki?"
"En başından beri bunun böyle olacağını biliyordum sen," diye çıkıştı Ruken, sesinin alçak çıkmasına özen göstererek. "Hâlâ konakta yaşamanın tek bir sebebi var. Ama görüyorum ki sen hep unutuyorsun bunu."
Elvan sorarcasına kaşlarını çattı. "Ne yapayım? Öylece izleyeyim mi istiyorsun?" Olumsuz anlamda kafasını salladı. "Azer'in beni sevmediğini biliyorum, kör değilim. Ama kocamı göz göre göre o kıza..."
"Kocam derken?" diye lafını kesti Ruken. Sesi bu sefer oldukça alaycı çıkmıştı. Kollarını önünde bağladı ve Elvan'ı baştan aşağı süzdü. "Sen kendini rolüne fazla kaptırdın herhalde," dediğinde Elvan'ın yüzü aniden düşmüştü ama bakışları sakindi.
"Sürekli bunu hatırlatmanda ki amaç ne?" diye sordu Elvan. "Merak etme, farkındayım ben her şeyin."
Ruken hafifçe kaşlarını kaldırdı ve dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Bana pek farkındaymışsın gibi gelmedi," dedi ve bir kez daha bakışlarını Elvan'ın üzerinde kısaca gezdirdi. "Ama unuttuysan ben bir kez daha hatırlatayım," Bir adım ilerledi ve bu sefer Elvan'ın tam karşısında durdu. "Benim abim senin kocan falan değil," diye konuştu ve sonra zihnime bir kor gibi düşen o cümleler döküldü dudaklarından. "Aranızda nikah bile yokken, abimden kocam diye bahsetmen çok komik."5
Evet an itibariyle çok önemli bir gerçeği öğrenmiş bulunmaktayız. Fikirlerinizi gerçekten merak ediyorum. Nasıl buldunuz?6
Bu arada oy ve yorum yapmak unutulmasın lütfen. Dediğim gi2
bi, bölümler için gerçekten motivasyon oluyor. Beni düşüncelerinizden mahrum bırakmayın lütfen.3
Seviliyorsunuz ❤️1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
21.2k Okunma |
1.5k Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |