Maya Perest, Karadır Kara
Melek Mosso, Vursalar Ölemem
Oradan oraya savrulan bir rüzgar gibiydi hayatım.
Yerim, yurdum yoktu. Bir başına büyüyen bir çocuk kadar öfkeliydim sonra hayata. Gündüzlerine kabus çöken çocuklar, karanlıktan hiçbir zaman korkmazlar derdi annem.
Ve ben kendi çöplüğünün sahibi olan bir karga kadar kaygısız ama bir o kadar kindardım, insanlara. Sessiz sessiz büyürdüm o çöplükte ve bir gün hiç olmamış gibi yok olmayı dilerdim.
Ama şimdi bir duygu, yanlızlığımı maskeliyordu.
"Aranızda nikah bile yokken, abimden kocam diye bahsetmen çok komik."
Duyduğum bu şeyi, bir kaç saniye boyunca idrak edemesemde şaşkınlık bedenime öyle bir ağırlık yükledi ki, ayakta durmakta dâhi güçlük çektim.
Ellerim korkuluklara daha sıkı tutunduğunda Elvan, baş parmağını dudağına götürdü. "Sessiz ol, biri mi duysun istiyorsun?"
Elvan'ın bu cümlesi beni kendime getirirken, geriye doğru yavaşça adımladım ve bir kaç basamak yukarı çıktım tekrar. Bu sırada Ruken bir şeyler söyledi ama söylediklerinin bir kısmını duymamıştım.
"...bu saçma sapan davranışlarına daha fazla devam etme Elvan. Abimin sabrı taşarsa o konakta bir saniye kalamazsın haberin olsun."3
"Sen merak etme, zaten konaktaki tek sorun benmişim gibi herkes bunu söylüyor," diye çıkıştı Elvan, kendini zorlasa da sesi biraz yüksek çıkmıştı. "Ama gün gelecek herkes bu lafların altında kalacak. Ayrıca Boranlı konaklarından gitmesi gereken biri varsa o ben değilim..."1
Ruken bıkkın bir ifadeyle gözlerini devirdi. Bakışlarına küçümseyici bir ifade yerleşmişti. "Kimmiş o gitmesi gereken kişi?" diye sorduktan sonra kimsenin duymasını istemiyor gibi hafifçe Elvan'a yaklaştı, bu sırada dudaklarına alaycı bir tebessüm yerleşmişti. "Dilba mı?" Elvan, bir şey söylemedi. Bu sessizlik Ruken'in söylediğini doğruluyordu. Ruken bir kaç saniye bekledikten sonra, "Ya sen kimsin Elvan?" diye devam etti konuşmasına. "Boranlı ailesindeki vasfın ne de bu şekilde konuşabiliyorsun? O kız, Adil amcamın kızı, peki ya sen?"
"O yılan Dilba'nın yaptıklarını görmezden mi geliyorsun, o kızla daha iki gün önce birbirinize demediğinizi bırakmadınız..." dedi Elvan, sinirle.
"Ben Dilba'nın yaptıklarını görmezden gelmiyorum, ki bu seni zerre alakadar etmez Elvan," Ruken'in bakışları Elvan'ı baştan aşağı süzdü, bu sefer oldukça ciddi görünüyordu. "Biraz kendi yaptıklarına dön bak istersen. Senin yüzünden, bir sürü insan ölecekti, hâlâ haklıymış gibi konuşabiliyorsun ya pes."
Elvan, bozulmuş bir ifadeyle bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Benim en azından bir amacım vardı, insan aşık olunca buna karşı koyamıyor," dediğinde sesi hem huzursuz, hem de duruma tezat bir şekilde suçlayıcıydı. "Asıl senin beni anlaman gerekiyordu. Sonuçta senin sevdiğin adamda bir başkasına..."
"Bir daha o cümleyi kurmaya kalkarsan," diye sertçe sözünü kesti Ruken. Baş parmağını kaldırıp tehditkar bir ifadeyle Elvan'a baktı ve sonra kendine hakim olmak istercesine derin bir nefes aldı. "Haddini bil."
Bulunduğum noktadan Elvan'ın yüzünü göremesemde, huzursuz bir şekilde ofladığını duyabilmiştim. Adım sesleri uzaklaşmaya başladığında, hafifçe kafamı uzatıp kimin gittiğine baktım. Ruken, Elvan'ı gerisinde bırakarak merdivenlerden inerken, Elvan da fazla beklemeden Ruken'in peşine takılmıştı.
Bir müddet hiçbir harekette bulunmadan yerinde öylece kalakaldım. Ne düşünmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama az önce duyduğum bu gerçekle ciddi anlamda sarsılmış hissediyordum kendimi. Sorular birbiri ardına dizilip, içimde ki anlamsız duygunun karşısına dikildiğinde, bir kaç saniye boyunca içinde bulunduğum durumu sorguladım.1
Defalarca kez kendimi suçlamıştım.
Ama şimdi suçlu olan tam olarak kimdi, gerçekten herhangi bir cevap bulamıyordum. O bir başkasına ait değildi.
Zorlukla yutkunup, duruşumu düzelttim ve kimsenin olmadığına emin olduktan sonra yavaşça inmeye başladım merdivenlerden. Şuan nasıl görünüyordum bilmiyorum ama şaşkınlığım göründüğünden çok daha büyüktü.
Eğer gerçekten evli değillerse, neden öyleymiş gibi yapıyorlardı peki?
Elimde bunu cevaplayabilecek yeterince neden yoktu. Bilmediğim şeyler vardı ve bu her neyse, bu denli büyük bir oyuna girebilecek kadar önemli bir şeydi. Öğrenmem gerekiyordu. Aksi halde, bu durumla başa çıkmam güçleşecekti.
Aşağı indiğimde, salonda Elvan'dan başka kimse yoktu. İner inmez oltuklardan birine kurulmuş tek başına oturuyordu. Onunla herhangi bir diyalog içine girmek istemediğimden, sol tarafa doğru yönelip mutfağa girmiştim. Ben içeri girdiğimde elindeki çay bardaklarını tepsiye dizmekte olan İdil'in ve yanındaki bir başka kadının bakışları bana taraf dönmüştü.
"Günaydın," İdil yaptığı işi bırakıp tamamen bana taraf döndü. "Nasıl oldun," diye sordu, sesi düşünceliydi. "Dün seni öyle baygın görünce hepimiz çok korktuk."
Hafifçe gülümsedim. "İyiyim, sağol."
İdil'in yanındaki diğer kadın, "Geçmiş olsun tekrar," diye konuya dahil oldu, ardından hafifçe gülümsedi. "Bu arada ben Semra, İdil'in annesiyim."
"Çok memnun oldum Semra Hanım," Bakışlarım etrafta gezindi bir süre. "Herkes nerede?"
Semra Hanım, eliyle bahçe tarafını gösterdi. "Ruken siz gelmeden az evvel inip Azer Bey'in yanına gitti, atlara bakmak için," diye yanıtladı beni neşeli bir sesle. "Hava biraz soğuk ama, Ruken illa bahçede kahvaltı yapalım diye tutturunca, bizde mecbur bahçeye kuracağız kahvaltıyı."
İdil sorarcasına bana baktı. "Bu arada senin için sorun olur mu? Sonuçta dün baya ağır bir hastalık geçirdin."
Hayır anlamında kafamı salladım ve İdil'e baktım. "Sorun yok."
Tam bu sırada, saçıma arkadan birinin dokunmasıyla kaşlarımı çattım ve kafamı çevirdim. "Bakıyorum hemen ayaklanmışsın, numaracı seni..."
Orkun yanımdan geçip mutfağa girdiğinde yüzümü buruşturup Orkun'a taraf baktım. "Ne numarası be?"
"Buda şakadan gram anlamıyor ha," dedi ve tezgahın üzerinde tabakta duran peynirlerden bir tane attı ağzına. "Dün ateşlenince devreler falan yandı herhalde. Belli tersinden uyanmışsın."
"Ne konustun ya sabah sabah," diye söylendiğimde, Orkun alayla bana baktı.
"Allah'tan bugün dönüyoruz konağa," Alttan alttan bana bakıp bunu söylediğinde, ifadesiz bir suratla gözlerini üzerimde gezdirdi. "Kurtuluyorum senden."
Buz gibi bir ifadeyle ona baktım ve gözlerimi devirerek arkamı döndüm. Tam mutfaktan çıkacağım sırada, "Şş, bekle bir bekle," diye konuştu Orkun.
Omuzumun üzerinden hafifçe ona döndüğümde Orkun, rahat bir tavırla bana doğru yürüdü ve sağ elini kadırarak anlıma dokundu. Bunu neden yaptığına anlam veremeyen bir ifadeyle ona baktım, o ise bir kaç saniye bekledi ve "İyi ateşin yokmuş," diye konuştu. "Arabada bayılıp başıma kalırsın falan hiç gerek yok."
Alaycı bir tavırla ona baktım. "Dikkat ette o arabada seni boğmayayım ben."
Bunu söyledikten sonra mutfaktan çıkıp salona geçtim ve bahçeye çıktım. Elvan az önceki yerinde olmadığına göre o da bahçede olmalıydı. Ben bahçeye çıkar çıkmaz Elvan'ın üzerime dikilen bakışları tahminimde haklı olduğumu gösterirken, bir an merdivenlerde duyduklarım tekrar aklımdan geçmişti. Öyle ki, yüzümde alaycı bir ifade belirdi ve oldukça rahat bir ifadeyle bakışlarımı Elvan'ın üzerinde gezdirdim. "Hayırdır Elvan, bir geçmiş olsun yok mu?" Dudaklarımda yapmacık bir tebessüm belirdi ve baş parmağımı hafifçe kaldırdım. "Gerçi sen, geçmemiş olmasını dilerdin öyle değil mi?"
Elvan hafifçe kaşlarını kaldırdı ve göz ucuyla bana baktı. "İyi gördüm seni," diye konuştu. "Yine kendi konuşma tarzına döndüğüne göre iyileşmişsin."
Bakışlarım uzayıp giden arazide gezindi yavaşça. Hafiften soğuk olmasına rağmen, havanın güneşli olması bu uçsuz bucaksız araziyi çok daha güzel bir hale çevirmişti. Ellerimi üzerime giydiğim beyaz hırkanın ceplerine sokup, "Sen niye gitmedin Azer'in yanına?" diye sordum, sesimde üzeri kapalı bir ima vardı.
Tepkisini ölçmek adına bakışlarım Elvan'ı bulduğunda Elvan, bir müddet duraksadı ve sonra bakışları tekrardan bana döndü. "Gelirler zaten şimdi," dedi geçiştirerek, bu sırada hafifçe duruşunu dikleştirmişti. "Başbaşa geldiğimizde, telafi ederiz artık."
Bu cümleyle beraber, bakışlarıma buz gibi bir ifade indiğinde istemsizce dudaklarımı ısırdım. Anlaşılan Elvan rolüne kendini fazlasıyla kaptırmıştı. Bakışlarımı ondan ayırıp önüme döndüm. "Biraz geç kalınmış hareketler değil mi bunlar?" diye sordum, sesimde yoğun bir soğukluk vardı bu sefer ama bu yapmacık bir şekilde gülmeme engel olmadı. "Belki yanlış anlayacaksın ama, söylediklerinle dışarıdan görünen arasında sence de biraz fark yok mu?"
Elvan, "Ne demeye çalışıyorsun?" diye sorduğunda sesindeki endişe bir şeyleri öğrenmiş olabileceğim ihtimalini onun zihninde uyandırmış demekti. Yapmak istediğim tam olarak buydu. Biraz bekledi ve sonra toparlamak ister gibi temkinli bir şekilde bana baktı. "Evliliğimizin dışarıdan nasıl göründüğü umurumuzda bile değil. Ne benim, ne de kocamın."
Dudaklarımdan istemsiz bir kahkaha dökülürken, Elvan'ın bu konudan rahatsız olduğu aşikardı. Öyle ki hızlıca bakışlarını kaçırdı ve gözlerini geldiklerini yeni farkettiğim Ruken ve Azer'e taraf çevirdi. Onlar bulunduğumuz tarafa doğru ilerlerken, benim gözlerimde yavaşça onlara dönmüştü.
"Dilba," Ruken bana bakıp, sorarcasına kafasını salladı. "Daha iyi misin? Dün baya korkuttun bizi..."
Sesi gerçekten düşünceli gibiydi. Buna rağmen, o gün söylenen laflardan dolayı gülümseme gereği duymadım ve ifadesiz tavrımı koruyarak, "İyiyim," diye konuştum sadece.
"İyi bari," Ruken, hafifçe gülümsedi. Ama bu tamamen zoraki bir gülümsemeydi. "Allah'tan erken farkına vardık, yoksa daha kötüsü olabilirdi... Geçmiş olsun tekrar."
Ruken, yanımdan geçip kahvaltı için kurulan masaya doğru ilerlemeye başladığında Elvan'da istemeye istemeye onun peşinden yürüyüp masaya geçti. Bu sırada benim bakışlarım Azer'e dönmüştü. O an ona baktığımda, bedenime çöken o yoğun duygu resmen başımı döndürmüştü. Onun gece karası gözleri, beni uzun uzun incelediğinde o sıcaklığı adeta saç diplerime kadar hissettim.
Dün gece ben uyuyana kadar başımda beklemişti.
Ve benim kalbim bu kadarına hiç alışkın değildi.
Azer, etrafta kimin olduğunu umursamadan bana uzun uzun baktı. Gözleri yüzümde gezinmeye devam ederken, "İyi görünüyorsun," diye konuştu sadece ikimizin duyabileceği bir sesle. Bu sırada dudaklarında belli belirsiz sıcak bir tebessüm belirdi. "Her zaman iyi görünüyorsun," Bunu dediğinde bende istmesizce gülümsemiştim. Bakışları, yavaşça dudaklarıma indi. "Güzelsin yani. Çok güzel."1
Son söylediği şeyle beraber, bir an ne tepki vereceğimi bilmediğimden bir kaç saniye boyunca öylece ona baktım. Kalbimdeki hareketlilik haddinden fazla artarken, istemsizce gözlerimi kaçırdım. Bu hareketimle beraber, gülümsediğini hissedebiliyordum.
Tam bu sırada avucumda tuttuğum telefonun titremeye başlamasıyla ikimizinde bakışları aynı anda telefonun ekranına indi. Ekranda Volki'nin ismini gördüğümde, vüzudumda bir anda oluşan gerginlikle beraber Azer'e baktım ve telefonu hızlıca arka cebime koydum.
Azer'in bakışları bir anda ciddileşmişti. Gözlerini hafifçe kıstı ve sorgulayıcı bir ifadeyle bana baktı. "Volki ha?" diye sordu, karanlık bir tınıyla. "Bu herif hâlâ niye arıyor seni?"
Ters ters ona bakıp, "Niye aramasın?" diye sordum. "Ayrıca sana ne?"
Azer, sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak bir kaç saniye duraksadı ama maalesef başarılı olamamıştı. "Bu sefer o itin topuklarına sıkmak zorunda kalacağım desene," dediğinde sesi oldukça ciddiydi. "Anlaşılan yediği dayak ona yetmemiş."
"Saçmalama istersen," diye konuşup fazla dikkat çekmemek adına masaya doğru yürüdüğümde, Elvan'ın bakışları bir ok gibi üzerime dikilmişti. Bakışlarında ki saf nefret, gizlemeye çalışsada açıkça belli oluyordu. Eğer sabah o konuşulanları duymamış olsaydım şu an daha farklı hissedebilirdim ama öğrendiğim bu gerçekten sonra tüm duvarlarım alt üst olmuştu. En azından şimdilik Elvan yüzünden kendimi kötü hissetmiyordum.1
Ama Volkan meselesi hiç iyi olmamıştı.
Ben geçip boş sandalyelerden birine oturduğumda, Azer benden hemen sonra en baştaki yerine geçip oturmuştu. Bu sırada Orkun'un geldiğini yeni farkediyordum. Ben daha ona taraf bakmadan o da aynı şekilde yerine geçmişti. "Ee, bugün dönüyoruz değil mi?"
Daha yerine oturur oturmaz bunu sorduğunda Azer'in bakışları Orkun'a taraf döndü. "Kahvaltıdan sonra çıkarız," dediğinde, Ruken'in bakışları hızlıca abisine dönmüştü.
"Ya en azından bir gün daha kalsaydık..."
Azer, ifadesiz bir suratla Ruken'e çevirdi bakışlarını. "İşlerim var," diye konuştu kesin bir tavırla. "Başka zaman geliriz."
"Ama Dilba'yla at binecektik biz," diye konuştu Ruken göz ucuyla bana bakarak.
Olumsuz anlamda kafamı salladım ve arkama yaslandım. "İnan hiç gerek yok," Bunu dediğimde Azer'in gözleri üzerime çevrilmişti. "Hem ben sevmem at binmeyi falan."
Bunda hiç olmadığım kadar dürüsttüm. Daha doğrusu atların bana hatırlattığı şeylerle bir kez daha yüzleşmek istemiyordum. Azer, sanki bunu anlamış gibi bir kaç saniye boyunca dikkatle yüzüme baktı ve "Tamam ısrar etme artık," diye konuştu Ruken'e hitaben.
Bünyeme çöken, ağırlıkla beraber bir şey söylemeden bakışlarımı ondan ayırdığım sırada, Elvan'ın yüzüne yapmacık bir tebessüm yayılmıştı. "Aslında bende biraz daha burada vakit geçiririz diyordum ama başka zamana artık," diye dahil oldu konuya, bakışları yavaşça bana dönmüştü. "Hem burası sana yaramadı gibi, dün geceden beri suratın beş karış... Sıkıldın mı yoksa?"
Buz gibi bir bakış eşliğinde, Elvan'a baktım. "Bakıyorum o gözlerin de hep benim üzerimde," dediğimde sesimde en ufak bir ifade yoktu. "Evet sıkıldım," Gözlerime bu sefer belli belirsiz bir ima yerleşti. "Ama buradan değil."
Ne demek istediğimi anladığında, kinayeli bir ifadeyle bana bakmaya devam etti ve kollarını önünde bağladı.
İdil, elinde ki bir kaç tabağı masaya bıraktığı sırada Ruken'in bakışları İdil'e doğru dönmüştü. "İdil gelsene sende," Ruken yanındaki boş sandalyeyi gösterip bunu söylediğinde, İdil itiraz etmeden geçip kendisine gösterilen yere oturdu ve gülümseyerek etrafına baktı.
"Özlemişim böyle beraber kahvaltı yapmayı ya," diye konuştuğunda, Azer'e taraf baktı. "Eskiden daha sık gelirdiniz. Şimdi ayda yılda bir kez anca geliyorsunuz."
"Bana kalsa ben hep burada kaldırımda..." dedi Ruken gülümseyerek. "Maalesef konaktakiler sorun çıkarıyorlar."
Elvan kıkırdayarak, Ruken'e taraf döndü. "Yok kız merak etme," diye mırıldandı göz ucuyla bana bakarak. "Dilba'yla uğraşmaktan sıra sana gelmez artık."
Kurduğu bu cümleyle beraber sesli bir şekilde güldüm ama ona taraf bakmadım. "Görüyor musun Ruken," Yapmacık bir tavırla hafifçe gülümsedim. "Elvan seni ne kadar çok düşünüyor. Çok merak ediyorum," Göz ucuyla Elvan'a baktım. "Acaba başkalarının hayatıyla bu kadar alakadar olduğu için mi kendi özel hayatı bu kadar başarısız."1
Elvan hafifçe kaşlarını çattı bir şey söylemek istedi ama kendini tuttu. Azer'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde, ona taraf bakmadan oturduğum yerden kalktım. "Size afiyet olsun," diye konuştum imalı bir tavırla. "Buranın havası iyice bozdu."
Onları arkamda bırakıp, içeri girdiğimde Elvan'ın o kinaye dolu bakışlarınım beni takip ettiğine adım kadar emindim. Onu zerre kadar umursamadan merdivenlere doğru yürümeye başladım. Odama çıkıp toparlanmam gerekiyordu. Kendimi hâlâ iyi hissetmesemde en azından toparlanabilecek kadar mecalim vardı.
Tabi yol boyunca Orkun'u çekmek zorunda olmamı saymazsak.
Bedenimi saran uyku, yavaş yavaş üzerimden kalkarken gözlerimi açıp, bakışlarımı etrafta gezdirdim.
Sadece bir gün süren çiftlik macerasından sonra, nihayet kendi odamdaydım artık.
Konağa döndüğümüzde saat neredeyse, bire geliyordu. Döner dönmez, kimseyle konuşma gereği duymadan odama çıkmış ve hava kararana kadar uyumuştum. Hâlâ kendimi fazlasıyla halsiz hissediyordum. Sanırım hastalık hâlâ etkisini göstermeye devam ediyordu.
Üzerimde ki örtüyü omuzlarıma çekip tekrar gözlerimi kapatacaktım ki, kapının bir kaç kez tıklatılmasıyla bakışlarım yavaşça kapıya taraf dönmüştü. Herhangi bir tepki vermeden, kapıdaki her kimse geri gitmesini bekledim ama kapı bir kaç kez daha tıklatıldı ve en sonunda açıldı.
Gelen kişi çalışanlardan Hatice'ydi. Kadın, asık bir suratla bana taraf bakıp, "Kusura bakmayın rahatsız ettim," diye konuştu ve beni baştan aşağı süzdü. "Lebriz Hanım, yemeğe inmenizi istiyor."
Uzandığım yerden yavaşça doğrulup yatakta oturur pozisyona geldim. Bedenimde ki ağırlık hâlâ geçmediğinden, herhangi bir şey yemek istemiyordum. Zira midem yeterince bulanıyordu. Göz ucuyla Hatice'ye baktım. "Bu akşam inmeyeceğim, söylersin sen."
Kadın buz gibi bir ifadeyle yerinde durmaya devam etti. "Kesinlikle insin dedi ama, malum herkesin aşağıda olması gerekiyor," Hafifçe omuz silkti. "Kusura bakmayın ama ben gidip gelmedi diyemem."
Ters ters Hatice'ye baktım. "Deme o zaman," diye konuştuğumda, istemsizce gözlerimi devirmiştim. "Gelmeyeceğim diyorum, laftan anlamıyor musun sen?"
Hatice bir kaç saniye duraksadı ve sonra huzursuz bir ifadeyle kollarını önünde bağladı. "Hanımım biliyordu, senin böyle yapacağını," dedi düz bir sesle. "Ne yap ne et getir dedi, ben anlamam valla."
Sıkıntıyla derin bir nefes aldım ve tekrar önüme döndüm. Anlaşılan pes etmeye niyetleri yoktu. "Tamam sen çık," Elimle saçlarımı geriye doğru ittim. "İneceğim birazdan."
Hatice hafifçe kafasını sallayıp odadan çıktığında istemeye istemeye yerimden kalktım ve banyoya doğru ilerlemeye başladım. Tam bu sırada yatağın üzerindeki telefonum çalmaya başlamıştı. Geri dönüp telefonumu elime aldım. Arama bilinmeyen bir numaraya aitti. Bir kaç saniye boyunca ekrana baktı. En sonunda telefonu açtığımda, herhangi bir şey söylemeden karşıda ki kişinin konuşmasını bekledim.
"Alo, Dilba Hanım?" Karşı taraftan gelen ses bir erkeğe aitti.
"Tanıyamadım, kimsiniz?" diye sordum.
Adam beklemeden, "Ben Faruk, Dilba Hanım," diye yanıtladı beni. "Babanızın sağ koluyum."
Adam bunu söylediğinde bıkkın bir ifadeyle nefes aldım. "Hayırdır niye aradınız siz beni? Eğer nerede olduğumu sora..."
"Yok hayır hayır..." Adamın sesi oldukça rahat ve kendinden emin çıkmıştı. "Ben zaten şuan Midyat'tayım. Babanız bizzatihi gönderdiler beni."
Yüzümü buruşturup, "Ne demek Midyat'tayım?" diye sordum hızlıca. "Ne alaka?"
"Daha fazla numara yapmanıza gerek yok," dedi Faruk düz bir sesle. "Midyat'ta olduğunuzu bizzat tespit ettim. Babanız sizi almam için gönderdi beni."
Bir kaç saniye duraksadım. "Mardin'de değilim ben," dedim en sonunda. Sesim sakindi lakin şuan sinirden dudaklarımı ısırıyordum. "Saçmalamayın."
Faruk, "Mardin'de olduğunuzu biliyorum, boşuna uğraşmayın," diye direttiğinde, yatağın üzerine çöktüm. Bunun olmaması gerekiyordu işte. "Şahin Bey sizi Ankara'ya götürmek üzere gönderdi beni buraya."
Sinirle güldüm. "Hiçbir yere gelmiyorum ben, boşuna gelmişsiniz buraya kadar."
Şahin'in böyle bir hamle yapacağını biliyordum lakin bu kadar çabuk harekete geçmesini bende beklemiyordum. Bu adamın buraya kesinlikle gelmemesi gerekiyordu. Zira oynadığım bu oyun ortaya çıkarsa ve daha kötüsü, annemin kulağına giderse herşey mahvolurdu.
"Eğer karşı çıkmaya kalkarsanız Şahin Bey kendisi gelip almak mecburiyetinde kalacak," Tekrar Faruk'un sesini duyduğumda, ellerimi sinirle saçlarımdan geçirdim. "Zannediyorum bunu istemezsiniz."
"Git o Şahin'e söyle," diye tısladım üzerine basa basa. "Ben hiçbir yere gelmiyorum. Sende defolup gideceksin."
"Gelmeye mecbursunuz, zira gece saat iki sularında ikamet ettiğiniz konağa doğru yola çıkacağım. Bu meseleyi fazla gürültü çıkarmadan çözmek sizin yararınıza olacaktır, sessizce o konaktan çıkın ve benimle gelin," dedi Faruk kesin bir dille. "Yarın sabaha kadar Ankara'da olmamız gerekiyor. Daha fazla zorluk çıkarırsanız siz zararlı çıkarsınız."
Sinirle telefonu kulağımdan çektim ve aramayı sonlandırdım. Buraya gelmesine izin veremezdim. Bu meseleyi hemen şimdi çözmek zorundaydım. Kendi yöntemlerimle.
Bir kaç saniye düşündüm. Şimdi aşağı inmem gerekiyordu. O adamın konağa gelmesine engel olmaktan başka çarem yoktu ama şimdi aşağı inmezsem daha çok dikkat çekecektim. Bu yüzden hızlıca ayağa kalktım ve banyoya girip ayılmak için bir kaç kez yüzümü yıkadım. Banyodaki işim bittikten sonra, üzerimi değiştirip saçlarımı arkadan gevşek bi topuzla topladım ve odadan çıktım.
Kesinlikle gergin görünmemeliydim. Konaktakiler bir yana, eğer Azer bir şeylerden şüphelenirse ona bu sefer ben bile engel olamazdım.
Avluda bir kaç kişinin yüksek sesle konuştuğunu işittim. Sanırım aşağıda başka insanlar daha vardı. Muhtemelen Cenap Ağa ve Dilcan Hanım gelmiş olmalıydı. Çünkü başka kimse bu kadar yüksek sesle konuşup gülemezdi bu konakta...
Ben aşağı indiğimde, avluya kurulan masa herzamankinden çok daha kalabalıktı. Dilcan Hanım, kocası Cenap Ağa ve Gaye'yi gördüğümde az önce ki kalabalığın sebebini anlayabilmiştim. Yorgun adımlar eşliğinde, masaya doğru ilerlemeye başladım. Azer'in bakışları ise adeta bir rüzgâr gibi üzerime esiyordu. Bakışlarını tenimde hissederken, onunla herhangi bir göz teması kurmamaya dikkat ediyordum. Çünkü ona bakmamama rağmen, o yoğun duygu bir kor gibi bedenime yayılmıştı
"İyi akşamlar," Göz ucuyla Lebriz Hanım'a baktım ve sandalyeyi geriye doğru çekerek oturdum.
Lebriz Hanım, bir kaç saniye beni inceledi ve elindeki çatalı yavaşça masanın üzerine bıraktı. "Hasta olduğunu söylediler," diye konuştu düşünceli bir sesle. "Neyin var küçük hanım?"
Yavaşça arkama yaslanıp hoşnutsuz bir şekilde ona baktım. "Çok önemli bir şey değil."
Lebriz Hanım, hafifçe kaşlarını kaldırdı ve beni bir kez daha baştan aşağı inceledi. "Anladım," dediğinde, bu sefer bir müddet duraksamıştı.
Bakışlarım anlık olarak Azer'e değdi. Onun ise gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. Rahat bir tavırla arkasına yaslanmıştı ve oldukça ciddi görünüyordu. Şu an neden böyle hissediyordum bilmiyordum ama biraz daha onunla göz göze kalsam kalbim duracak gibiydi. Bu yüzden ondan yavaşça bakışlarımı ayırıp önüme döndüm.
Bu sırada Cenap Ağa, genişçe gülümseyerek Lebriz Hanım'a baktı. "Ne zamandır aklımda," diye konuştu ve elini hafifçe kaldırarak beni gösterdi. "Farkettiniz mi, bizim bu kız aynı anasına benziyor..."
Cenap Ağa'nın bu sözleriyle birlikte masadaki sesler bir bıçak gibi kesildi. Bir an duraksayıp buz gibi gözlerle Adil Bey'e taraf baktım. Adil Bey, elinde tuttuğu su bardağıyla beraber bir kaç saniye boyunca sanki donmuş gibi hareket dahi etmedi. Elindeki bardağı sıktığını farkettiğimde, gözlerime alaycı bir ifade yerleşmişti. Ama bu kez gülmüyordum.
Adil Bey'in bakışları yavaşça Cenap Ağa'yı buldu. Bir şey söylemek istedi ama yapmadı. Oldukça sinirli olduğunu görebiliyordum.
Dilcan Hanım, Cenap Ağa'yı dürterek sinirle kocasına baktı. "Bir sus be adam," diye konuştu. "Söylenecek laf mı bu şimdi?"
Cenap Ağa sorarcasına iki elini havaya kaldırdı. "Ne var yahu benim lafımda?" diye sorduğunda bakışları Adil Bey'e dönmüştü. "Yav Adil yanlış anlama ama senin bu bacın biraz fazla evhamlı. Sen söyle ben ne dedim şimdi?"
Adil Bey, öfkeyle Cenap Ağa'ya baktığında, Lebriz Hanım yapmacık bir şekilde öksürdü ve uyarırcasına Cenap Ağa'ya baktı. "Konuşacak başka konu mu bulamadınız Allah aşkına?Kapatın bu konuyu."
Dilcan Hanım, konuyu dağıtmak için bana taraf döndü. "Sen nasılsın kızım, soramadım epeydir?" diye sordu sesindeki tını oldukça sıcaktı.
Gülümseme gereği duymadan Dilcan Hanım'a baktım. "Akşam yemeklerine zorla getirilmemi saymazsak, iyiyim."
Kurduğum bu cümleyle beraber Lebriz Hanım'ın bakışları hızlıca bana dönmüştü. Bir kaç saniye boyunca beni inceledikten sonra ağır ağır güldü ve hafifçe kafasını salladı. "Oysa bu konağın kuralları sana en başından söylenmişti küçük hanım," diye konuştu, sesi sakin ama otoriterdi. "Herkes gibi sende burada olmak zorundasın. Bu senin keyfi şekilde esnetebileceğin bir şey değil."
Buz gibi bir ifadeyle Lebriz Hanım'a baktım. "Keyfi?" diye sorduğumda, sesim oldukça keyifsizdi. "Size göre keyfi olabilir Lebriz Hanım ama ben yerimden kalkamayacak kadar yorgunum. Bilmem anlatabiliyor muyum?"
Lebriz Hanım, oldukça rahat bir tavırla yemeğini yemeye devam etti. "Anlaşılan bugün aksiliğin üzerinde," diye konuştu, alttan alttan gülerek. "Ama bu laflar bana işlemez küçük hanım, ben herkes bu sofrada olacak diyorsam bitmiştir."
Somurtkan bir ifadeyle önüme döndüm. Şu an kafamda kırk tane tilki dolanıyordu. Kendimi yeterince gergin hissediyordum ve bu gerginliğimi gizleyebiliyor muydum, onu da bilmiyordum.
Yemek faslı bitene kadar, ağzıma tek lokma bir şey sürmemiştim. Sinirlerim yeterince bozuktu ve bunun yanında bedenimi etkisi altına alan halsizlik tamamen iştahımı kapatmıştı. Lebriz Hanım masadan kalkıp diğer taraftaki koltuklara geçtiğinde, digerleride yavaş yavaş masadan kalkıp onun yanına gidiyorlardı.
Azer, onlardan biraz uzakta ayakta durmuş ciddi bir suratla telefonla konuşuyordu. Daha fazla burada durmak istemediğimden odama gitmek üzere ayağa kalktım ama Lebriz Hanım'ın bana seslenmesiyle adımlarım tekrar duraksamıştı.
"Hiçbir yere gitmiyorsun Dilba." Lebriz Hanım'a taraf niye dercesine baktığımda, o eliyle boş koltukları gösterdi. "Bizimle oturacaksın. Ne o öyle hemen kalkıp gitmek?"
Tam reddedecektim ki son anda kendime hakim olup dudaklarımı sinirle birbirine bastırdım ve acele etmeden Lebriz Hanım'ın gösterdiği yere geçip oturdum. "Oldu mu?"
Lebriz Hanım ağır ağır kafasını salladı. "Hah, şöyle."
Bu sırada Cenap Ağa, Harun'a taraf dönmüş hararetle bir şeyler anlatıyordu. "...bende bu iş böyle olmaz dedim. E bizde boş adam değiliz şimdi. Koskoca Cenap Ağa'ya iş mi koyuyorsun sen? Valla az kalsın elimde kalacaktı herif."
Dilcan Hanım, gözlerini kocaman açıp Cenap Ağa'ya baktı. "O dilini biraz tut be adam. Sen dışarıda da böyle konuşuyorsan yandık..."
Cenap Ağa, elindeki tespihi hızlıca sallamaya başladı. Bu sefer bakışları Adil Bey'e dönmüştü. "Asıl benim anlamadığım o arsa ihalesini kaybedince, Çibran'lar nasıl geldi bu davete?" Adil Bey gergin bir şekilde arkasına yaslandı. Cenap Ağa ise konuşmaya devam etti. "Ben evvelden beri derim zaten bu Çibran'larda utanma yok diye. Ulan bir baktım baba oğul girdiler içeri. Yahu hem ihaleyi kaybetmişsin, hem karşı tarafla husumetin var. Dursana yerinde! Kalkıp davete gelmek ne demek oluyor değil mi? Ayıp yahu..."
"Aman Cenap," diye araya girdi Lebriz Hanım uyarıcı bir tavırla. "Azer'in yanında açma bu konuyu."
Lebriz Hanım bunu dediğinde, göz ucuyla Azer'e baktım. Hâlâ telefonla konuşmaya devam ediyordu ve dikkati tamamen başka taraftaydı. Bu sırada Gaye gelip yanımdaki boş yere oturmuş ve bakışlarını aynen benim gibi Azer'in olduğu tarafa dikmişti. "Kimle konuşuyor acaba?" diye sorduğunda sesi sadece ikimizin duyabileceği kadar kısık çıkmıştı. "Gördün değil mi, sürekli mesaj gelip duruyordu telefonuna..."
Bakışlarımı Azer'den ayırıp tekrar önüme döndüm. "Bilmiyorum, dikkat etmedim."
Gaye, bakışlarını anlık olarak bana çevirip, "Çiftlikte biriyle falan konuşuyor muydu?" diye sorduğunda ona ters ters baktım.
"Hayırdır çok mu merak ettin?"
Gaye gözlerini devirdi. "Ne alaka ya merakta mı etmeyelim?" dedi düz bir sesle. "O değilde sen niye beni çağırmadın çiftliğe? Hayır yani insan bir haber verir, o kadar yardım ettik sana..."
Bıkkın bir şekilde iç çektim ve arkama yaslandım. "Ben niye çağırıyorum ya, gelseydin işte," dedim keyifsiz bir sesle. "Herkes ne meraklıymış bu çiftliğe."
Ben bunu söylediğimde, Mercan oturduğu yerden kalkıp bizim yanımıza geldi ve boş olan yere oturup hafifçe kıkırdadı. "Hayırdır kız, ne kaynatıyorsunuz öyle fısır fısır?"
Tam bu sırada Fırat Can'ın neşeli sesi duyuldu ve Cenap Ağa üzerine kaynar su dökülmüş gibi bir anda ayağa fırladı. Biz daha ne olduğunu anlamamışken, küçük bir kedi hızla koşup duvardan atladı. Anlaşılan Fırat Can yine Cenap Ağa'yı korkutmuştu...
Cenap Ağa yüzünü buruşturarak kedinin arkasından baktı ve sonra üzerini silkelemeye başladı. "Ulan bu kedi nereden çıktı şimdi?" diye konuştu. "Gözümü çıkaracaktı az kalsın! Ulan kerata..." Fırat Can kahkahalarla gülmeye başlayıp avluda koşuşturmaya devam ettiğinde, Cenap Ağa tekrar yerine oturmuştu. "Yemin ediyorum bu çocuk bir gün benim başıma bir iş getirecek ha."
Lebriz Hanım, çalışanlara taraf bakarak, "Biri ilgilensin Fırat'la," diye konuştu. "Hatice, sende bize bir kahve yapıver."
Berşan Hanım, göz ucuyla bana baktı. "Neyin var senin Allah aşkına?" diye sordu, bunu sadece benim duyabileceğim şekilde söylemişti. "Geldiğinden beri suratın beş karış..."
İmalı bir tavırla, "Yok bir şey," diye konuştum.
Bir sorun olduğunu anladığı aşikârdı ama etraf o kadar kalabalıktı ki herhangi bir şey sormadan tekrar önüne dönmüştü.
Azer'in gelip tekli koltulardan birine oturduğunu gördüğümde, az önce kiminle konuştuğunu istemsizce merak etmiştim. Lebriz Hanım ise aklımda ki bu soruyu dillendirerek, "Hayırdır oğlum kimle konuşuyordun bu saate?" diye sordu. "Çiftlikten falan mı aradılar yoksa? Önemli bir şey yoktur inşallah."
Azer, göz ucuyla Lebriz Hanım'a baktı ve rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "İşle alakalı değil," dedi sadece.
Bakışlarım onun üzerinde gezinirken, onun gece karası gözleri saniyelik olarak beni buldu ama bu çok kısa sürdü.
"Çiftlik demişken aklıma geldi," diye araya girdi Cenap Ağa, Azer'e taraf bakarak. "Sahran'ların o civarda bir kaç tarlası vardı, geçenlerde bunlar birbirlerine girmişler. Biri satalım diyormuş, diğeri satmam diyormuş..."
"Hele bir satmasınlar," diye konuştu Azer, tehditkar bir tınıyla. "Bak bakalım ortada tarla kalıyor mu?"
"Hah," diye konuştu, Cenap Ağa kafasını sallayarak. "Yemin ederim bende aynen böyle dedim o gün. Hiç satış falan uğraymayacaksın, direk vereceksin ateşe tarlalarını ki akılları başlarına gelsin..."
Adil Bey konuşulan konudan rahatsız olduğunu belli edercesine, huzursuz bir nefes verdi. "Böyle hiçbir şey çözülmez," diye konuştu, buz gibi bir sesle. "Biz yapacağız, onlar yapacak nereye kadar? Bunun bir sonu var mı?"
"Çözülür çözülür de biraz tehlikeli iş tabi," diye konuştu Cenap Ağa, Adil Bey'e taraf bakarak. "Bende bu meseleyi seninle konuşacaktım da sen nerelerdesin yav kaç gündür? Geçen uğrayayım dedim, hastanede yok dediler. Nereye kayboldun anlamadım ki."
Adil Bey, sorarcasına Cenap Ağa'ya baktı. Yüzündeki bu huzursuz ifadeden canının sıkkın olduğu anlaşılıyordu. "İşlerim vardı biraz," diye yanıtladı Cenap Ağa'yı sakin bir tavırla. "Sen niye gittin hastaneye, hayırdır inşallah?"
Cenap Ağa genişçe gülümsedi ve tespihini sallayarak geriye doğru yaslandı. "Hazır konusu açılmışken söyleyeyim bari," diye konuştu hafifçe kafasını sallayarak. "Bu Sahran'larla geçen bir olay yaşandı ya hani..."
"Dur hele Cenap," diye araya girdi Lebriz Hanım kaşlarını çatarak. "Ne olayıymış bu, benim niye haberim yok?"
Cenap Ağa'nın kırdığı potla beraber, Lebriz Hanım'ın davet gününün sabahı yaşanan olaydan haberinin hâlâ olmadığını yeni hatırlamıştım. Dilcan Hanım, kocasına taraf bakıp kaş göz işareti yaptı ama artık çok geçti. Lebriz Hanım ısrarcı bir ifadeyle bu sefer Adil Bey'e baktı. "Adil?"
Adil Bey, huzursuz bir nefes verdi ve Lebriz Hanım'a baktı. "Çok önemli bir şey değil Büyük Hanım," diye konuştuğunda, bakışları Azer'e döndü. "Azer öfkesine hakim olamadığı için olay biraz büyüdü ama mühim bir mevzu yok ortada."
Azer'in bakışları Adil Bey'e döndü hızlıca. "Sen ne öfkesinden bahsediyorsun bana Adil Bey?" diye sordu oldukça sert bir sesle. "Kafalarına sıkmam icap ederken, gitmelerine izin verdim. Ne anlatıyorsun sen?"
Adil Bey arkasına yaslandı ve bir kaç saniye duraksadı, bu sırada Lebriz Hanım'ın bakışları Azer'e taraf dönmüştü. "Tamam cellalenme oğlum," diye konuştu ve sonra Cenap Ağa'ya baktı sorarcasına. "Sen ne diyecektin onu söyle bakalım."
Cenap Ağa, tespihini sallamaya devam ederek oturuşunu düzeltti ve sonra rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Haydar Ağa'nın oğlu yok mu, hani şu kaçakçılıktan içeri girip iki sene yatan. Neydi adı, ha Botan. O geldi dün sabah kahveye," diye anlatmaya başladı. "Yav bu bir saat oturdu oturmadı baktım bir hareketlenme var. Adil'in bahsini açmış biri meğerse. Bu kahveci Celal'in oğlu öteden lafı uzattıkça uzattı, bir baktım bu Botan denen herif iyice kızıyor. E diğerleri durur mu bulmuşlar eğlenceyi bırakmıyorlar. Herif bu sefer lafı, bizim kıza getirince ortalık birbirine girdi," Bunu söylerken eliyle beni göstermişti. "E sonra baktı olmayacak, adam Celal'in oğlunun üzerine yürüdü. Tabi millet araya girdi. Ulan görmeniz lazımdı bizim bu patates Mahmut arada hoşaf olacaktı az kal__"
"Lafı dolandırma Cenap," diye konuştu Dilcan Hanım, Cenap Ağa'nın lafını keserek.
Cenap Ağa ise daha hararetli anlatmaya başladı. "Neyse bu Botan'ı kahveden zar zor çıkardılar sonra. Ama öyle boş çıkmadı ha..." dediğinde hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Bak aynen şöyle dedi. Benim adım da Botan Sahran'sa o kızı Boranlı'ların elinden alacağım."
"Kimi kimin elinden alıyor lan?" diye sordu Azer sinirli bir sesle.
Cenap Ağa kafasını iki yana doğru salladı. "Valla bende öyle dedim," diye onayladı Azer'i. "Kolay mı Boranlı'ların elinden kız almak dedim. Ama adamların gözü dönmüş. Kolay değil yirmi senelik hesapları var..."
Lebriz Hanım bir kaç saniye bekledikten sonra Berşan Hanım'a taraf döndü. "Bu olmaz böyle," diye konuştu kesin bir tavırla. "Bir seninle Sahran'ların konağına uğrayalım Berşan. Haydar Ağa'nın hanımıyla konuşup bir orta yol bulunur elbet."
"Olmaz," diye araya girdi Azer ve sonra oturduğu yerden kalktı. "Kimse o aileden herhangi biriyle muhatap olmayacak. Bu meseleyi ben çözeceğim."
Adil Bey histerik bir şekilde gülümsedi ve keyifsiz bir ifadeyle Azer'e baktı. "Yine kan dökülecek diyorsun yani."
Azer kendinden emin bir tavırla Adil Bey'e baktı. "İcap ederse, o da olur."
Azer, tam gideceği sırada Lebriz Hanım, Azer'e taraf baktı ve "Nereye oğlum?" diye sordu.
Azer, bu tarafa bakmadan, "İşlerim var," diye konuştu ve kapıya doğru ilerlemeye başladı.
Azer bunu söyler söylemez Elvan'ın hareketlendiğini gördüm. Bir şey söylemek istiyor gibi alelacele Azer'e baktı. "Azer, yarın babamlar bizi konağa çağırıyorlar," diye konuştu, sesi temkinliydi. "Eğer senin için uygunsa gidelim diyorum ben."
Elvan bunu dediğinde, Azer duraksayarak göz ucuyla Elvan'a baktı. Ama bu o kadar kısa sürmüştü ki, o Elvan'dan bakışlarını ayırıp bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaştığında Elvan bozulmuş bir ifadeyle hiçbir şey söylemeden tekrar sessizliğe gömülmüştü.1
Bu evet mi demek oluyordu yoksa hayır mı?
İstemsiz bir öfke bedenimi etkisi altına aldı. İçimde beliren garip bir hisle beraber, onun arkasından baktığımda nedensiz bir şekilde nereye gittiğini deli gibi merak ediyordum. Bakışlarım hızlıca Lebriz Hanım'a taraf döndü ve o an herhangi bir şeyden şüphelenebileceği ihtimalini göz ardı ederek, ayağa kalktım. "Artık yukarı çıkabilir miyim?" diye sormamla beraber Lebriz Hanım'ın bakışları benim üzerime dönmüştü. "Kendimi pek iyi hissetmiyorum."
Lebriz Hanım bir kaç saniye duraksadı. "İstersen bir doktor çağıralım kızım," diye konuştu. "Olmaz böyle."
Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Gerek yok, sadece uyumak istiyorum."
Lebriz Hanım, "Tamam sen çık o zaman odana," diye beni onayladığında beklemeden arkamı döndüm ve merdivenlere doğru ilerlemeye başladım.
Merdivenlere yaklaştığım sırada omuzumun üzerinden hafifçe arkamı dönüp oturdukları tarafa baktım ve kimsenin beni izlemediğine emin olduktan sonra hızlı adımlarla sağ tarafa doğru yürümeye başladım. Kimseye görünmeden avludan garaja açılan kapıyı araladım ve düşünmeden içeri girdim.
Maalesef şuan asla mantıklı hareket etmiyordum ama merakımı gidermenin başka bir yolu yoktu.
Bakışlarım Azer'i bulduğunda, konaktan çıkmadan onu yakalayabildiğim için şanslı sayılırdım.
Bir saniye bile beklemeden, "Azer," diye seslendim tam arabaya bineceği sırada.
Garajın içine girip, ona doğru yürümeye başladığımda, onun bakışları bana taraf döndü ve sonra açtığı kapıyı geri kapattı. Ne oldu dercesine bana baktığında, gelip onun tam karşısında durmuştum.
Nereye gidiyorsun mu? Buraya bunu sormak için gelmemiş olmama rağmen ağzımdan çıkan ilk şey bu olmuştu. Sanırım Orkun'un dediği gibi, ateşlendikten sonra devrelerim yanmıştı. Bana neydi ki?
Azer'in bakışları yavaşça yüzümde gezindi. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılırken, "Bugün biraz fazla mı meraklısın," diye mırıldandı, bunu sormamı beklemiyor gibiydi.
Ters ters ona baktım ve bakışlarımı kaçırdım. "Merak ettiğimizden sormadık herhalde," dediğimde, buna maalesef kendim bile inanmamıştım.
Azer'in parmaklarını çenemde hissettiğimde, cümlem istemsizce yarıda kesilmişti. Azer, çenemden nazikçe tutup yüzümü kaldırdı ve tekrardan ona bakmamı sağladı. "O kadar gaddar bir adam değilim," diye konuştu gözlerimin içine bakarak. "Merak etme."
Dudaklarıma histerik bir tebessüm yayıldı ve kafamı biraz daha kaldırdım. "Eminim öyledir," dediğimde çenemde ki parmakları, yavaşça boynuma oradanda saçlarıma kayıyordu. Ona doğru bir adım yaklaştım ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapattım. "O yüzden mi çocuğu hastanelik ettin?"
Bu son söylediğim cümleyle beraber, Azer'in bakışları yavaşça boynuma indi, oradan ise dudaklarıma. Saçlarımda ki elleri ve bana olan yakınlığı kalbimin deli gibi atmasına sebep olurken, gözleri bir ateş gibi tenimde geziniyordu. "O zaman öyle icap etti," dediğinde, sesi sakindi. "Ha eğer akkılanmadığını düşünseydim daha beterini yapardım, orası ayrı."
Bir kaç saniye duraksadım ve sonra bakışlarım yavaşça onu buldu. "Bu konuda senden bir şey isteyebilir miyim?"
Azer'in gözleri hafifçe kısıldı. "İste," diye yanıtladı beni, bunu beklemediği açıkça ortadaydı. "Benim için emirdir."2
İlk kurduğu cümle içimde hoş bir duygunun uyanmasına sebep olurken, bunu ifademe yansıtmamaya çalışarak ona baktım. "Acaba diyorum," diye mırıldandım temkinli bir ifadeyle. "Bizim Volki'yi konakta işe mi alsan."
"Olmaz," diye konuştu kesin bir ifadeyle.
Yüzümü buruşturup, sorgulayıcı bir ifadeyle kaşlarımı çattım. "Hani senin için bir emirdi?"
Azer anlam veremeyen bir tavırla gözlerini üzerime dikti ve hafifçe kafasını salladı. "Hâlâ aynı şeyi söylüyorum," dedi, ciddi bir tınıyla. "Ama o herifi konağa al ne demek Dilba, isteyecek başka bir şey mi bulamadın?"
"Ya gelsin işte ne olacak," diye direttim. "Hem Volki öyle sandığın gibi biri değil."
Azer sabır dilercesine alayla güldü ve ellerini cebine koyarak bana çevirdi bakışlarını tekrar. "Ben o herifi senden uzak dursun diye hastanelik ediyorum, sen gelmiş bana onu konağa aldır diyorsun," Reddedercesine hafifçe kaşlarını çattı. "O ot bağımlısının senin etrafında dolaşmasına izin vermem, kusura bakma."
"Kullanmıyor o artık," dedim buz gibi bir sesle. "Hem sen demiyor muydun, yanında koruma olmadan dışarı çıkamazsın diye. Volki gelirse söz diretmem tek başıma çıkmak için."
Azer'in bakışları yüzümün her zerresinde gezindi, bakışlarına sorgulayıcı bir ifade yerleşmişti. "Bu herif niye senin için bu kadar önemli?" diye sorduğunda, hafifçe kafasını yana eğdi ve gözlerimin içine baktı. "Niye diretiyorsun bu kadar?"
Bir müddet duraksadım. Bakışlarıma yerleşen ifade hem inatçı hemde soğuktu. "Çünkü en zor zamanlarımda hep yanımda o vardı. Eğer farklı bir şey olduğunu düşünüyorsan merak etmene gerek yok," diye konuştum üzerine basarak. "Ben sana açıkça söyleyeyim. Volkan benim kardeşim gibidir."
Azer'in bakışlarında yer edinen o sorgulayıcı ifade bu cümlemle beraber yavaş yavaş silindiğinde, bir kaç saniye bir şey söylemeden bana baktı. Volkan konusunda, bir şeyleri anladığının farkındaydım. En azından, en başta ki gibi düşünmüyordu. Zaten Volkan'ın benim için gerçekten tehlike arz ettiğini düşünseydi onu serbest bırakmazdı ama bu isteğimi kabul edeceğine dair pek inancım yoktu.
Azer ifadesiz bir suratla, bir müddet düşündü. "Öyle de kalsın o zaman," diye mırıldandı ve arabaya doğru yöneldi tekrar.
"Alacak mısın Volki'yi konağa?" diye sordum hızlıca.
Adımları tam kapının önünde duraksadı ve bana bakmadan, "Bakarız," diye konuştu. Ama nedense bu hayır demekmiş gibi geliyordu.
Bir anda aklıma gelen şeyle beraber, "Azer," diye konuştum tekrar. Bunu dememle beraber onun bakışları tekrar bana dönmüştü. O an bunu neden yaptım bilmiyorum ama adımlarım ona doğru hareketlenmeye başladı ve bir kaç adımda onun karşısına geçtim. O, bana bakmaya devam ederken benim bakışlarım direk onun gözlerini bulmuştu. "Elvan'la gidecek misin yarın?" diye sordum içimden gelen dayanılmaz bir istekle.
Azer'in gece karanlığı hareleri, gözlerimle buluştuğunda ne düşündüğünü anlamak neredeyse imkansındı. Bakışları anlık olarak dudaklarıma indi ve oldukça kesin bir ifadeyle, "Gitmeyeceğim," diye yanıtladı beni. "Eğer duymak istediğin buysa."
Dudaklarıma histerik bir tebessüm yerleşti. "İyi," dedim belli belirsiz bir ima eşliğinde. "Bazı şeyleri neden yapıyorsun anlamasamda, yaptıklarının bilincindeymişsin."
Azer, bana bir adım yaklaştı ve yüzüme baktı dikkatlice. "Bilincinde olduğum şey neymiş, bir söylesene Dilba," diye mırıldandı. Aslında bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu.
O an umurumda olan tek şey zihnimdeki soruların cevabını almak olduğundan hiçbir duygunun kelimelerimi dizginlemesine izin vermedim ve kendimden emin bir tavırla onun gözlerinin içine baktım. "En azından beni öptüğün gece hâlâ aklında diyorum," Dudaklarımın kenarında tehlikeli bir tebessüm peyda oldu. "Bundan sonra unutmak istesen bile unutturmayacağım sana, bunu biliyorsun değil mi?"
Azer'in bakışları saçlarımda ve boynumda yavaşça gezindiğinde, hareketlenen adem elmasıyla yutkunduğunu anlayabilmiştim. "Daha düne kadar bana dokunma diyen sen değil miydin?" diye sorduğunda, sesindeki tını adeta kalbimi durduracak gibiydi. "Şimdi ne değişti?"
Elvan'la evli olmadığını onun ağzından duyana kadar durmayacaktım.
"Değişen bir şey yok," İçimdeki o kız bu söylediğime haykıra haykıra gülüyordu. Oysa çok şey değişmişti ama onun şimdilik bunu bilmesine gerek yoktu. Bu yüzden rahat bir tavır takınarak, ellerimi arkamda birleştirdim ve kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Belki de bu oyunu sana kaptırmak istemiyorumdur ha?"
Güldü. Dudaklarına hızlıca yayılan o tebessümle beraber, "Bu kadar emin olma," diye konuştu. Bunu söyledikten sonra hafifçe kulağıma doğru eğilmişti. "Oyunun sonunu ikimizde biliyoruz."
Alayla gülüp kafamı hafifçe ona doğru çevirdim. Bu hareketimle beraber onunda bakışları bana dönmüştü. "Bence sende emin olma," dedim fısıltılı bir sesle, ardından bakışlarım dudaklarına indi. "Çünkü şuan beni öpecekmiş gibi bakıyorsun."
O an yüzüne öyle bir ifade indi ki, ilk kez kendine hakim olmak için bu kadar çaba sarf ettiğini gördüm. Onunda gözleri aynı şekilde dudaklarıma indi ve sonra hızlıca gözlerimi buldu. "Beni tahrik etme Dilba," diye fısıldadı, bir santim daha yaklaşsa, dudakları dudaklarıma değecek kadar azdı aramızdaki mesafe. "Dudakların bana bu kadar yakınken, fazla cesur konuşuyorsun."
Kalbim duracak gibi atmasına rağmen geri adım atmadım. Durmam gerektiğinin bilincindeyim ama içimden bir ses bunu yapmama engel oluyordu. "Bundan korkmam mı gerekiyor?" Sorduğum bu soruyla beraber, onun dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm yayıldı. "Unutma, bu durumda kazanan ben olurum."
Gözlerine kendinden emin bir ifade yerleşti. "İnan umurumda olmaz Dilba."
Bunu o kadar net ve kesin bir ifadeyle söylemişti ki, bir an afallar gibi oldum. Onun ise bakışları yavaşça dudaklarıma indi ve sonra, tehlikeli bir gülüş eşliğinde arabasının kapısını açtı. O bakışlarını benden ayırıp arabasına bindiğinde, geriye doğru adımladım. Gözlerim, araba garajdan çıkıp gözden kaybolana kadar onu takip etmişti.
Burada aptal gibi durmayı bırakıp derhal kendimi toparladım ve geldiğim kapıdan çıkıp avluya geçtim. Odama çıkana kadar aklımda hep aynı soru dolaşıyordu.
Neden bana gerçeği söylemiyordu?
Odama girip kapıyı kapattığımda, sırtımı kapıya yaslayarak bakışlarımı karşı duvara diktim. Belki de gerçekten bilmeni istemiyordur?
Tıpkı benim, onun bir seyleri bilmesini istemediğim gibi...
Aklımda ve odağımda şu an sadece o olsada, kafa yormam gereken başka bir konu daha olduğunu hatırlayıp sıkıntıyla iç çektim ve aklıma gelen ilk şeyi yaparak telefonumu çıkardım. Rehberden Volki'nin adına tıkladığımda felefonu kulağıma koyup aramanın cevaplanmasını bekledim.
Şuan bana sadece o yardım edebilirdi.
Telefon üçüncü çalışta açıldığında ben daha konuşmadan Volkan'ın sesi duyuldu. "Oo Dilba Hanım..."
"Hah Volki," diye kestim sözünü aceleyle. "Yardımına ihtiyacım var."
"Bu aralar sık arar oldun beni bakıyorum," dedi Volkan ve ardından keyifli bir kahkaha attı. "Ne oldu yine, hayırdır?"
Sabırsız bir ifadeyle "Kes gevezeliği," diye çıkıştım. "Hemen Midyat'a geliyorsun."
Volkan biraz duraksadı. "Ne?" Sesi oldukça şaşkındı. "Yoksa konağa kabul ettirdin mi beni?"
"Hayır," dedim düz bir sesle. "Şahin adamını yollamış beni alması için. Konağa gelecekler, engel olmamız lazım."
"Bir dakika, bir dakika ne dedin sen?" diye sordu, hızlıca.
"Anladın işte," Odanın içinde gergin bir şekilde yürümeye başladım. "Eğer buraya gelirse tüm herşey ortaya çıkar ikimizde yanarız anladın mı beni?"
Volkan'ın sinirle nefes aldığını işittim. "Bak bu iyi olmadı işte," diye söylendi. "Adam ne zaman almaya gelecek biliyor musun?"
"Saat iki gibi geleceğim dedi," Bir kaç saniye duraksadım. "Yapabilirsin değil mi?"
"Ayıp ediyorsun ya," dediğinde sesi oldukça kendinden emin çıkmıştı. "Sen hiç merak etme bir saate paket edeceğim herifi. Önce bir araba ayarlamam lazım ama."
Bu tür işlerdeki becerisini bildiğimden, halledeceğine dair inancım vardı. "Bu gece adamı Ankara'ya geri yolluyoruz," dedim kesin bir ifadeyle. "Hazırlığını ona göre yap."
"O iş bende, haber bekle benden."
"Tamam, haber ver," dediğimde aklıma gelen şeyle beraber, "Volki," diye konuştum tekrar. "Adamı aldıktan sonra beni konağın bir kaç sokak ötesinde bekle, adama vermem gereken bir şey var."
Volkan, "Neymiş o?" diye sorduğunda dudağımın kenarı alayla kıvrıldı.
Gözlerime buz gibi bir ifade indi. "Şahin'i delirtecek bir şey."
"İyi bakalım, öğreniriz nasıl olsa." Volkan bunu dediğinde, telefonu kulağımdan çekip aramayı sonlandırdım.
Anlaşılan o ki Şahin rahat durmuyordu.
Ama bilmediği bir şey vardı, o geri cekilmedikçe bende çekilmezdim.
Telefonun ekranını kilitleyeceğim sırada bir bildirim düştü ekrana. Ve o an bugünün benim için tam bir bela günü olduğunu anladım.
__: O Volkan denen orospu çocuğunun yerini bildiğini biliyorum. Ya arayıp söylersin nerede olduğunu, ya da seninde başın belaya girer. Bedo'ya iş koymak neymiş ikinize de gösteririm, anladınız mı lan beni?
Bu işin içinden sıyrılabilecek miydim bilmiyordum ama Volkan'dan hâlâ haber yoktu.
Ve işin kötüsü, tüm herşey üst üste gelmişti.
Şahin meselesi yetmezmiş gibi, üzerine bir de Bedo çıkmıştı.
Odanın içinde sabırsız bir şekilde yürüyüp dururken saat neredeyse bire geliyordu. Yaklaşık yarım saat ömce odadan çıkmış ve etrafı kontrol etmiştim. Herkes odasına çekilmişti ve etrafta dolaşan silahlı adamlardan başka kimse yoktu.
Ve Azer henüz konağa gelmemişti.
Belki de bu gece gelmeyecekti.2
Aslında bu iyi olabilirdi ama nereye gitmiş olabileceğine dair merakım beni yiyip bitiriyordu. Odaklanmam gereken durumun Faruk mevzusu olduğunun farkındaydım ama Azer aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Bu merak için kendime kızsamda engel olmak için artık çok geçti.
Ağır adımlarla yatağa doğru ilerledim ve yatağın üzerindeki telefonumu aldım elime. Şu an mantıken haber almak için Volkan'ı aramam gerekiyordu ama saçma bir şekilde Azer'in isminin üzerine tıkladım. İçimden bir ses bunu yapmam için beni ölümüne zorluyordu.1
Bir kaç saniye boyunca ekrana öylece baktım. Sinir ve gerginlikten dolayı dudaklarımı ısırırken arama tuşuna dokunmak için hareketlendim ama son anda duraksayıp telefonu ters çevirdim.
Ellerimi saçlarımdan geçirdiğim sırada bakışlarım tekrar telefona indi. Daha az önce bunu yapmamaya karar vermiştim ama anlaşılan bu merak yakamı bırakmayacaktı.
Telefonu tekrar kendime çevirdim ve bu kez bir saniye bile beklemeden aramayı başlattım. Telefonu yavaşça kulağıma yasladım.
Bir.
Bedenimi saran gerginlik eşliğinde, üçüncü calışa izin vermeden aramayı sonlandırdım.
Kafamı ellerimin arasına alıp gözlerimi kapattığımda, bunu neden yaptığıma anlam veremiyordum. Sinirle bir kaç kez derin nefes aldım ve geçip yatağa oturdum hızlıca. Avuçlarımı yatağa yaslayıp bakışlarımı tavana diktim bu sefer ama zihnimde ki ses susmak bilmiyordu.
Neredeyse yirmi dakika boyunca o şekilde bekledim. Göz bebeklerime çöken yorgunluk uyuma isteğimi tetiklerken en sonunda telefonuma gelen mesaj bildirimiyle bir an uykudan uyanır gibi oldum ve hemen telefonu açıp gelen mesaja baktım.
Volki: Paketledim lavuğu. Konağın iki sokak aşağısındayız. Bekliyorum.
Hızlıca ayağa kalktım ve dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapısını açıp en altta sakladığım kutulardan birini açtım ve içinde Şahin'e göndermek için hazırladığım küçük siyah kutuyu çıkardım. Kutu avuç içine sığabilecek kadar küçüktü.
Ama Şahin için pek küçük bir şey sayılmazdı.
Dolaptan siyah bir ceket çıkarıp üzerime kutuyu ceketin cebine sıkıştırdım. Üzerime rahat beyaz bir sweatshirt giydikten sonra, ceketi üzerime giyip odadan çıktım. Hava çok fazla soğuk değildi ama yinede esen rüzgar hafiften üşütüyordu. Saatin bir buçuğa geliyor olması nedeniyle avluda neredeyse hiç kimse yoktu. Ama etrafta dolaşan onlarca koruma, kuş dahi uçurtmuyorlardı konağın etrafında.
Merdivenlerden inip, taş avluda yürümeye başladığımda aklımda dolaşan tek soru buradan nasıl çıkacağımdı. Aslında etrafta bu kadar çok silahlı adamın olması, işime gelebilirdi. O Faruk denen ruh hastasının sağı solu pek belli olmayacağından tedbirli olmakta fayda vardı ama bunu kimseyi uyandırmadan yapmalıydım.
Etrafıma hızlıca göz gezdirdim. Tam avlu kapısını açacaktım ki, bir anda nereden çıktığını bilmediğim bir adam dikildi önüme. "Nereye bacım?"
Bozuntuya vermeden rahat bir tavırla adama baktım. "Ben bir şey görür gibi oldum da," diye bir yalan uydurdum. Şu an neden bu kadar aptal davranıyordum ben?
Adam hafifçe kaşlarını çattı. "Ne gördünüz?"
Adamın herhangi bir şeyden şüphelenmemesi adına kafamı sağ tarafa doğru çevirip yüksek taş duvarlara taraf baktım. "Şuradan biri atlayıp dışarı çıktı sanırım," diye bir başka yalan döküldü dudaklarımdan. "Yanlış görmüş olabilirim tabi ama, baya ses falan gelince korkmadım değil. Siz bir şey duymadınız mı?"
"Allah allah..." diye konuştu adam gösterdiğim tarafa bakarak. Ardından bir el işareti yaparak bir adamı bu tarafa doğru çağırdı ve sonra bakışları tekrar bana döndü. "Siz odanıza dönün. Biz bir etrafa bakalım en iyisi."
Hafifçe kafamı salladığımda, adam yanında bir kaç kişiyle beraber hızlıca kapıdan çıktı ve adamlar konağın etrafına dağıldılar. Bu sırada kapının dışında bekleyen adamlarda hareketlenmişti. Fazla dikkat çekmemeye çalışarak onlara taraf baktım. Adamlar bir kaç adım ilerleyip ne olduğunu anlamak adına diğer adamların peşlerinden bakarlarken, fırsattan istifade hızlıca kapıdan çıktım ve adeta koşar adımlarla sessizce ilerlemeye başladım.
Adamların konuşma sesleri kulağıma dolduğunda, ben hemen diğer sokağa sapmıştım. Adımlarım Midyat'ın dar sokaklarında hızlıca ilerlerken, arkama baktım ve kimsenin peşimden gelmediğine emin oldum. Bu işi bir an önce halledip konağa geri dönmeliydim.
Sokağın sonuna vardığımda, arka cebimden telefonumu çıkarıp Volkan'ı aradım. Telefon ilk çalışta açıldığında karşı hattan Volkan'ın sesi duyuldu. "Ne yaptın çıktın mı konaktan?"
"Çıktım," diye yanıtladım onu hızlıca, ardından etrafa göz gezdirdim. "Neredesiniz?"
Saptığım sokağın hemen sonundaki yolda gri bir arabayı farkettiğimde, o tarafa doğru yürümeye başladım. Volkan ise, "Hah gördüm seni," diye konuştu.
Telefonu kulağımdan çekip, arabaya doğru ilerledim ve beklemeden kapıyı açıp bindim arabaya. Volkan, ben biner binmez arabayı bulunduğumuz sokaktan çıkardı ve gaza yüklenerek keyifli bir kahkaha attı. "Ulan buranın aksiyonu da bir başka oluyormuş he..."
Omuzumun üzerinden arka koltuğa baktığımda, gördüğüm şey bir adet paket edilmiş Faruk'tan başka bir şey değildi. Adam elleri arkasında bağlı bir şekilde arkada oturuyordu ve tabiri caizse öfkeden patlamak üzereydi.
Alaycı bir ifadeyle bakışlarımı Faruk denen adamın üzerinde gezdirdim. "Sen kim oluyorsun da beni tehdit ediyorsun ya?" diye sordum küçümseyici bir ifadeyle. "Şahin buraya seni gönderdiğine göre o kadarda akıllı değilmiş..."
Faruk öfkeyle bana bakıp kaşlarını çattı. "Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz Dilba Hanım?" dedi ve bir kaç kez debelendi. "Ben Şahin Bey'in emriyle buradayım, eğer bu yaptığınızı duyarsa..."
"Açıkçası onun için tam bir hayal kırıklığısın," diye sözünü kestim. "Çok merak ediyorum, göndere göndere seni mi gönderdi..."
Volkan'ın güldüğünü işittiğimde bakışlarım Faruk'tan ayrılmamıştı. Adam ellerini çözmek için beceriksizce kıpırdanıp dururken, "Beni alıkoyamazsınız," diye yüksek bir sesle konuştu. "Sizi Ankara'ya götürmek için kesin emir aldım. Babanız istiyor bunu, lütfen bu saçmalığa son verin."
Alayla gülüp Volkan'a baktığımda, Volkan adama göz ucuyla bakıp kahkahayı basmıştı. "Lan hâlâ Ankara diyor," Gülmeye devam ederek tekrar yola döndü ve sonra bir elini hayırdır dercesine hafifçe kaldırdı. "Nasıl paket ettim ama seni keltoş... Bir de boş boş konuşuyor utanmadan. Şihin biyin kisin imri vir, litfin bi siçmiliği son virin..."
Volkan, yüzünü buruşturarak Faruk'u taklit ettiğinde benim bakışlarım tekrar Faruk'u bulmuştu. "Ankara'ya gideceksin merak etme," diye konuştuğumda Faruk bir an şaşırdı. "Ama tek başına."
Bu son söylediğim cümleyle beraber Faruk'un kaşları tekrar çatılırken, "Olmaz öyle şey," diyerek reddetti beni. "Ben gidip Şahin Bey'e nasıl diyeyim, Dilba'yı getiremedim diye. Bakın rica ediyorum beni zor durumda bırakmayın. Zaten Feraye Hanım'ın burada olduğunuzdan haberi yok. Şahin Bey, anneniz öğrenmeden bu meselenin hal olmasını istiyor. Zaten Mardin'de olduğunuzu öğrendiğinde o kadar sinirliydi ki neredeyse kalbine inecekti..."
"Ne çok konuştun ya," Faruk lafının ikinci kez kesilmesiyle beraber hoşnutsuz bir şekilde bana baktığında hafifçe gözlerimi kısarak onu baştan aşağı süzdüm. "Şimdi Volki seni havalimanına götürecek," bakışlarım Volkan'a döndü. "Aldın değil mi bileti?"
Volkan övünerek kafasını salladı. "Ayıp ediyorsun, saat ikide Faruk'cuğumuzu Ankara'ya uğurluyoruz..."
"Hayır efendim, kattiyen gitmem."
Faruk'a taraf baktım. "Tıpış tıpış gideceksin," diye konuştum tehditkar bir ifadeyle. "O Şahin'e de selamlarımı iletirsin," Ceketimin cebine sıkıştırdığım ufak kutuyu çıkarıp, Faruk'un gömleğinin cebine koydum. "Bunu da Şahin'e ver, o anlar."
Dudağımın kenarı hafifçe kıvrılırken, o kutunun içindeki şeyin Şahin'i delirteceğine adım kadar emindim. Faruk, bir kaç saniye duraksadıktan sonra önce bana sonra da Volkan'a taraf baktı ve derin bir nefes aldı. "Yanlış yapıyorsunuz, bu böyle olmaz. Şahin Bey delirecektir."
Gözlerimi devirerek önüme döndüm. "Şahin zaten deli," diye mırıldandım alayla. "Ayrıca hiç boşuna çeneni yorma. O uçağa binip Ankara'ya geri döneceksin, beni rahat bırakın artık."
"Yeter lan," diye araya girdi Volkan. "Ne çene yaptın be gece gece. Seni mi dinleyeceğiz?"
Faruk bir şey söylemeden, pes etmişcesine arkasına yaslandığında Volkan'a taraf baktım. "Neyse sen beni bir üst sokakta indir, zaten gizlice..." Cünlemi tamamlamadan aniden duraksayıp Faruk'a baktım ve sonra bakışlarım tekrar Volkan'a döndü. "Anladın sen işte."
Volkan, "Tamamdır," diyerek beni onayladığında, araba kısa süre içinde bir üst sokakta durmuştu. Zaten konaktan fazla uzaklaşmadığımız için pek sıkıntı olacağını zannetmiyordum.
İnmeden önce Volkan'a bakıp, kafamla Faruk'u gösterdim. "Uçağa binene kadar gözünü üzerinden ayırma," diye konuştum sakince. Sonra aklıma gelen şeyle beraber Volkan'a ufak bir göz işareti yaptım.
Ben arabadan indiğimde Volkan'da, arabadan inip bana doğru yürüdü ve sorarcasına bana baktı. "Ne oldu?"
Cebimden telefonumu çıkarıp Bedo'nun bana yolladığı mesajı açtım ve ekranı Volkan'a çevirdim. Volkan bir kaç saniye ekrana baktıktan sonra kaşlarını çattı. "Siktir," diye konuşup ensesini ovuşturdu. "Nereden çıktı lan bu şimdi?"
"Bilmiyorum ama anlaşılan bu burada da rahat vermeyecek bize," diye konuştum. "Nereden buldu numaram anlamadım..."
Volkan, tekrar okkalı bir küfür savurup bir kaç saniye düşündü. "Kızım bu Bedo ya bizim yerimizi bulursa, ifşa oluruz haberin olsun."
Etrafa bakınıp kimsenin olmadığına emin olduktan sonra tekrar Volkan'a döndüm. "Neydi bu mal meselesi ya, parasını falan ödeyelim bitsin işte."
Volkan olumsuz anlamda kafasını salladı. "Kızım sence o Bedo'nun derdi para mı?" diye sordu. "Orospu çocuğu meseleyi husumete çevirdi. Aklınca benim kafama sıkıp, mahhaledeki abilerine kanıtlayacak kendini."
"Seni ne yapıp edip konağa almam lazım," Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. "Azer'le konuştum ama kabul edeceğini zannetmiyorum."
"Valla benim bir şekilde o konağa girmem lazım," Volkan, sorarcasına bana baktı. "O değilde sen nasıl çıktın konaktan bu saatte onu anlamadım?"
"Gizlice," dediğimde Volkan'ın kaşları havalanmıştı. "Kimsenin haberi yok dışarıda olduğumdan. "
Volkan etrafa hızlıca göz gezdirdi. "Yine o herife yakalanmayız değil mi geçen seferki gibi?"
Olumsuz anlamda kafamı salladım ve histerik bir şekilde tebessüm ettim. "Merak etme," dediğimde nedense sesim imalıydı. "Konakta değil. Muhtemelen bu gece gelmeyecek."
Volkan, "Ha iyi o zaman," diye konuştuğunda bende gitmek için hazırlanıyordum.
Temkinli bir ifadeyle Volkan'a baktım. "Dikkatli ol."
Volkan kafasıyla beni onayladığında, beklemeden arkamı dönüp yürümeye başladım. Bir kaç saniye sonra Volkan'da arabaya binmiş ve sokaktan çıkmıştı. Ellerimi ceketimin ceplerine sokarak hızlı adımlarla ilerlemeye devam ederken, bakışlarım etrafımı saran taş evlerde geziniyordu. Eğer biraz daha uzaklaşmış olsaydık muhtemelen bu labirent gibi sokaklarda kaybolacaktım.
Neyse ki kısa bir süre sonra, konağın olduğu sokağa girip dikkatlice yürümeye başladığımda, kimseye yakalanmadan bu olayı atlattığımı düşünüyordum ama duyduğum bir kaç ses adımlarımın aniden duraksamasına sebep olmuştu.
"Ruken, çık dışarı gözünü seveyim..."
Duyduğum bu yüksek erkek sesi Azat'dan başkasına ait değildi. Konağın önünde durmuş, açık avlu kapısımdan içeriye doğru durmadan bas bas bağırıyordu. İki adam onu kollarından tutarak engellemeye çalışırlarken, konağın içinden bir takım sesler daha duyuldu. Muhtemelen herkes uyanmıştı.
Konaktan çıkarken uydurduğum yalanın böyle bir tesadüfle bir araya gelmiş olması nedeniyle, "Yok artık," diye mırıldandım şaşkınca.
Sanırım bugün şanslı günümdeydim...
Azat, debelene debelene bağırmaya devam ettiğinde en sonunda bir adam dayanamayıp Azat'ın yüzüne sert bir yumruk geçirdi ve Azat bu darbeyle beraber geriye doğru sendeledi. Ama pes etmeye niyeti yok gibiydi. "Köpek gibi pişmanım görmüyor musun?" diye konuştuğunda, ağzından kesik kesik çıkan kelimeler zil zurna sarhoş olduğunu açıklar nitelikteydi. Hatta öyle ki, yediği yumruğu bile hissetmemiş gibi elini kalbine götürdü ve konağa doğru baktı. "Buram açıyor benim buram... Allah aşkına çık dışarı gül cemalini bir kerecik göreyim. Ruken! Ruken..."
Alayla gülüp, onların olduğu tarafa doğru yaklaştığımda adamlardan birinin bakışları hızlıca bana dönmüştü. "Neredesiniz siz Allah aşkına?" diye sorduğunda, kaşları hafifçe çatıldı. "Size odanıza gidin dedim, siz dışarı çıkmışsınız..."
Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim. "Bakındım biraz," diye konuştum ve Azat'a taraf baktım. "Demek buymuş gördüğüm kişi..."
Adam onaylarcasına kafasını salladı. "İçip içip buraya gelmiş, zaptedemiyoruz resmen..."
"Ruken çık lütfen, bak yalvarırım bir kere olsun dinle beni." Azat'ın bir kez daha bağırmasıyla beraber bakışlarım tekrar Azat'a taraf dönerken, Harun'un kapıdan hızlıca çıktığını gördüm.
Harun'la beraber Mercan ve Ruken de kapıya çıktıklarında Harun, Azat'ın üzerine yürüyüp yakasından tuttu. "Sen akıllanmadın mı lan hâlâ?" dediğinde, Azat'ı sertçe itip yere düşmesini sağlamıştı.
Azat ise parmağıyla Ruken'i gösterdi ve zorlukla konuştu. "Seviyorum ulan... Ne yapacaksınız?"
Ruken oldukça öfkeli bir tavırla Azat'a baktı. "Defol git buradan," diye konuştu adeta tiksinircesine. "Yemin ederim bu sefer acımam çeker vururum seni."
Azat kollarını iki yana açarak yerde uzandı ve bir kaç defa öksürdü. O kadar çok içmişti ki neredeyse sızacaktı. "Abin vurmadı mı sanki beni? Senin için kurşun yedim ben Ruken. Yine olsa yine yerim o ayrı mesele." Bunu dedikten sonra saçma bir şekilde şarkı söylemeye başlamıştı. "Kurşun yedim ey... Sol yanımdan..."
Çıkardığı bu cırtlak ses yüzünden yüzümü buruşturduğumda, Harun öfkeyle Azat'a baktı. "Ulan yemin ederim elimde kalacaksın ha," diye konuştu ve ayağıyla Azat'ı dürttü. "Siktir git lan buradan!"
Mercan'ın kıkırdadığını işittim. "Anam içmekten hoşafa dönmüş ya bu," dediğinde, bakışlarım ona taraf dönmüştü. "Zaten bir gram aklı vardı oda gitmiş."
Ruken sinirle Azat'a taraf baktı. "Pislik herif."
Bu sırada Orkun'un ve Adil Bey de dışarı çıkmışlardı. Adil Bey, yerde uzanan Azat'a bakıp, "Ne oluyor burada?" diye sorduğunda, Arzu hemen Adil Bey'in peşinden dışarı çıkıp merakla Azat'a baktı.
Lebriz Hanım ve Berşan Hanım ise kapının bir kaç adım dışına çıkarak Harun'a taraf sorar gözlerle bakıyorlardı.
Harun, eliyle Azat'ı gösterdi ve önce Adil Bey'e sonra da Lebriz Hanım'a baktı. "İçip içip kapıya dayanmış şerefsiz."
"Hay Allah..." diye konuştu Lebriz Hanım ve sonra etrafa iyice bir göz gezdirdi. "Kimse yok muydu yanında? Hangi cesaretle geliyor buraya?"
Adil Bey, Lebriz Hanım'a taraf baktı. "Kafası yerinde değil belli ki."
"Ben şimdi onun kafasını yerine sokacağım..." Orkun, Azat'ın olduğu tarafa doğru adımladığında Adil Bey eliyle onu engelledi.
"Bir dur oğlum," diye konuştu sakin bir sesle. "Görmüyor musun sarhoş olduğunu, sızdı sızacak zaten."
Adil Bey tam bunu demişti ki, sokağa başka bir arabanın girmesiyle herkesin bakışları arabaya taraf dönmüştü. İlk başta Azer'in geldiğini zannetmiştim ama o tarafa baktığımda arabanın Azer'e ait olmadığını anlamıştım. Araba durduğunda içinden hızlıca inen kişi Yaman Çibran'dan başkası değildi. Bir kaç adım ilerleyip yerde yatan Azat'a baktı ve sonra sinirli bir ifadeyle burnundan sert bir nefes aldı. "Tamda tahmin ettiğim gibi..."
Yaman, Azat'ın yanına çöküp bir kaç saniye inceledi ve sonra yanında getirdiği adamlara bakarak Azat'ı işaret etti. "Azat'ı arabaya götürün."
"Bu Azat itini hemen buradan götür yoksa yemin ediyorum elimde kalacak," diye konuştu Orkun sinirli bir sesle.
Yaman tekrar ayağa kalkıp Orkun'a baktı. "Gizlice çıkmış evden haberim olsaydı engel olurdum," dediğinde, bakışları bu sefer Lebriz Hanım'a döndü. "Kusura bakmayın lütfen."
Lebriz Hanım, hafifçe kafasını salladı ama durumdan memnun olmadığı açıkça anlaşılıyordu. "Allah'tan Ali'm evde değil, yoksa çok daha büyük olay çıkardı," Otoriter bir tavırla bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. "En iyisi bu gece olanları unutmak. Aksi takdirde Azer'e bu sefer ben bile engel olamam."
Adil Bey bir kaç adım ilerleyerek Yaman'a baktı. "Olayın büyümesine lüzum yok, bu konuyu sakince kapatalım bence."
Yaman bir kaç saniye duraksadı ve ardından kafasını salladı. "Bence de gerek yok," dedi düz bir sesle. "Ben Azat'ın icabına bakacağım sonra."
Alayla gülüp Yaman'a baktım. "Ben hayatımda bu Azat kadar arsız birini görmedim," diye konuştum. "Hayır yani en son iki ayağından da kurşun yemişti hatırlatırım. Senin uyarının pek bir işe yarayacağını zannetmiyorum."
Yaman'ın bakışları bana taraf döndüğünde hafifçe gülümsedi. "Kardeşim olmasa bende aynısını yapardım desem," Ardından Azat'ın bindirildiği arabaya taraf bakıp tekrar bana döndü. "Ama bu hareketlere devam ederse kardeş falan da dinlemeyeceğim artık."
"Kafası yerinde değil zaten, ayılınca farkına varacaktır," diye araya girdi Adil Bey. "Artık gerisi size kalmış."
Orkun'un burnundan sert bir nefes aldığını işittim. "Ben onu ayık kafayla da sikece___"
"Orkun," diye sözünü kesti Adil Bey uyarı dolu bir sesle.
"En azından sizin gibi anlayışlı biri daha var bu ailede," dedi Yaman imalı bir tavırla. Ve sonra göz ucuyla bana bakıp göz kırptı.
Bu sırada Orkun'un alayla güldüğünü işittim. "Anlayışlı dediğin kişi Dilba mı?"
Gözlerimi devirip Orkun'a baktığım sırada bir başka araba sesi daha duyuldu. Bakışlarım konağın önünde duran arabaya doğru kayarken birinin, "Eyvah," diye mırıldanması kimin geldigini açıkça açıklıyordu.
Azer.
Siyah jeepin ön kapısı açıldığında, gözlerim o arabadan inene kadar o taraftan ayrılmadı. Gece karanlığı hareleri, ilk önce benim üzerime değdi ve sonra yavaşça herkesin üzerinde tek tek gezindi. Üzerinde ki takım elbisenin ceketini çıkarmış ve beyaz gömleğinin üstteki bir kaç düğmesini açmıştı. Saat gecenin üçüne geliyordu ve onun konağa bu saate gelmesine herhangi bir anlam verememiştim. Bu saate kadar neredeydi? Ya da aklımı asıl kurcalayan soru, kiminleydi? Aklımda gezinen bu soruyla beraber, gözlerime buz gibi bir ifade indiğinde anlamsızca sinirlendiğimi hissettim.
Arabasının kapısını sertçe kapatıp bulunduğumuz tarafa doğru yürümeye başladığında, bakışları Yaman'ın üzerine bir ok gibi saplanmıştı bu sefer. "Ne oluyor lan burada?"
Harun ve Lebriz Hanım gergin bir şekilde birbirlerine baktılar. Harun söyleyip söylememekte kararsız gibiydi ama gecenin bu saatinde herkesin ayakta olmasını başka bir şekilde açıklayamayacağını o da biliyordu. Bu yüzden pes etmiş gibi, tekrar Azer'e çevirdi bakışlarını. "Azat denen it geldi," diye konuştu en sonunda. "İçip içip soluğu burada almış. Ruken'i göreceğim diye tutturunca tartışma çıktı."
Azer'in yüzü aniden sertleşip öfkeli bir hal aldığında, sinirle sert bir nefes aldı. "Ne demek lan bu," diye konuştuğunda, sesi oldukça yüksek çıkmıştı. "Nerede lan o pezevek?"
"Tamam oğlum," diye araya girdi Lebriz Hanım. "Kafası yerinde değildi zaten o kadar çok içmiş ki, düştü bayıldı." Ardından bakışları Yaman'a taraf döndü. "Hadi, sende götür kardeşini evine de daha fazla olay çıkmasın."
Azer bakışlarını Yaman'ın üzerine dikti. Sorunu çıkaran Azat olmasına rağmen nedense şuan Yaman'a onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. Bir kaç saniye sonra bakışları bana değdi ve sonra tekrar Yaman'a döndü. "Kaç defa uyardım lan ben sizi?" diye sordu sert bir sesle. "O Azat itini bir daha kardeşimin etrafında görmeyeceğim demedim mi?"
Yaman, Azer'e bakıp hafifçe kafasını salladı. "Azat'ın yaptığı şeyi savunmayacağım," dediğinde sesi sakindi "Ama buraya geldiğinden daha yeni haberimiz oldu. Eğer bilseydim engel olurdum."
Azer, "O zaman bileceksin," diye çıkıştı sertçe, ardından tehditkar bir ifadeyle Yaman'ın üzerine bir adım yürüdü. "Bu son uyarım, haberiniz olsun."
Yaman, bir kaç saniye duraksadı ve sonra, "Sözümüz söz, merak etme," diye konuştu.
Azer, tehlikeli bir ifadeyle ağır ağır kafasını salladı. "Sadece o Azat iti değil," diye konuştu demir gibi soğuk ve sert bir sesle. "Sende hareketlerine dikkat edeceksin," Gözleri bir ok gibi benim bedenime saplandı ve sonra Yaman'ın üzerine çevrildi bir kez daha. "Eğer bu bir kez daha yaşanırsa, affetmem."
Anlaşılan o ki, bu kadar sinirlenmesine sebep olan tek şey Azat mevzuusu değildi.
Yaman bunu anlamış olacak ki, göz ucuyla bana baktı ve sonra bir şey demeden arabasına doğru ilerlemeye başladı. Onlar konağın önünden ayrıldıklarında, Lebriz Hanım'ın huzursuz bir nefes verdiğini işittim. "Görüyor musun gece vakti olanları..."
Azer, göz ucuyla Harun'a baktı. "Bana niye haber vermiyorsunuz oğlum siz?"
Harun iki elini havaya kaldırdı. "Biz müdahale edemeden sızdı pezevenk," diye konuştu. "Biz çıkar çıkmaz da sen geldin zaten."
Adil Bey'in bir şey söylemeden içeri girdiğini gördüm. Arzu ise, göz ucuyla Berşan Hanım'a baktı. "En başından bu Azat'a kanım ısınmamıştı zaten," dediğinde, Berşan Hanım'ın bakışları Arzu'ya dönmüştü. "Ben sana kızını buna verme demiştim de dinlememiştin beni. Al işte."
"Bu laflar sana kalmadı Arzu," dedi Berşan Hanım, ters bir sesle. "Haddini bil, edebinle otur."
Lebriz Hanım, "Tamam yeter bu kadar," diye konuştu ve eliyle içeriyi gösterdi. "Hadi herkes odasına çekilsin."
Lebriz Hanım, içeri girdiğinde diğerleri de yavaş yavaş onların peşinden ilerlemeye başlamıştı. Azer'in ise gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. Az önce Yaman'a olan sert tavrından dolayı, bir şeylerden ciddi manada rahatsız olduğunu anlayabiliyordum.
Herkes içeri girdiğinde, bende içeriye doğru adımladım. Merdivenlere doğru yürümeye başladığım sırada, Azer'in bana seslenmesiyle adımlarım bir bıçak gibi kesilmişti.
"Dilba," Hafifçe ona taraf döndüm ve sorarcasına ona baktım. İfadesiz bir suratla bana baktı ve bana doğru yürümeye başladı. "Gel benimle."
Hafifçe koluma dokunduğunda, yürümek yerine hafifçe kafamı salladım. "Ne oldu?"
Azer, duraksayıp bana taraf döndü. "Dilba," diye konuştu, sabır dilercesine. "Lütfen."
Tekrar yürümeye başladığında, etrafıma hızlıca göz gezdirip kimsenin bizi izleyip izlemediğine baktım ve ardından Azer'in peşinden yavaşça ilerledim. Azer, iki konağın ortasında, zemin katta kalan kapılardan birini açıp girmem için geriye çekildiğinde, ona taraf bakmadan içeri girdim. O ise ben içeri girer girmez, peşimden içeri girmiş ve kapıyı arkasından kapatmıştı.
Odanın ortasına doğru ilerlemeye başladığımda Azer, bir kaç saniye hiçbir şey söylemedi. Sinirli olduğu her halinden anlaşılırken, sakinleşmek istiyormuş gibi bir süre odanın içinde dolaştı ve sonra bakışları bir ok gibi benim gözlerime saplandı. "Bu herif seninle konuşma cürrettini nereden buluyor?" diye sordu en sonunda, sakin tutmaya çalıştığı bir sesle.
Rahat bir tavırla, masanın köşesine yaslandım ve Azer'e baktım. "Neden? Yasak mıydı?"
"Yasak," diye konuştu, sertçe ve bir kaç adım ilerleyip tam karşımda durdu. "Kimse sana öyle bakamaz. İzin vermem."
Dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. "Buna sen mi karar vereceksin?" diye sorduğumda, onun bakışları gözlerimden bir saniye olsun ayrılmamıştı. Ben ise duruşumu biraz daha dikleştirip, ona bakmaya devam ettim. "Bana sevgilinmişim gibi emir vermeyi bırak bence."
Azer'in bakışları dudaklarıma indi ve o an bir kaç adım daha yaklaştı bana ve aramızdaki mesafeyi azalttı. Bu yakınlığı bedenimde ki sıcaklığı arttırmaya yeterken, onun gözleri tekrar elalarımı bulmuştu. "Gecenin bu saatinde beni arayan kız mı söylüyor bunu?" diye sorduğunda, kalbim duracak gibiydi.
Gözlerimi kaçırmamak için büyük bir çaba sarf ederken, "Yanlışlıkla aradım," diye bir yalan uydurdum. Buna kendim bile inanmamıştım.
Azer inanmadığını açıkça belli eden bir ifadeyle hafifçe gözlerini kıstı ve bana biraz daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. "Bana pek öyle gelmedi," dediğinde bana o kadar yaklaşmıştı ki, yaslandığım masanın üzerinde oturur pozisyona gelip, ona baktım. O ise kulağıma doğru hafifçe eğildi ve elini masaya yasladı. "Doğru söyle Yılanın Yavrusu," diye mırıldandı sessizce. "Yolumu mu gözlüyordun yoksa?"
Eli belime temas etti ve beni hafifçe kendine çekti. Kafasını çok hafif çevirse, beni öpecek kadar yakındı şuan. Bu yakınlığı adeta nefesimi keserken, sanki yeterince yakınımda değilmiş gibi ona biraz daha yaklaşmak istiyordum. Bu garip duygu bedenimi yavaş yavaş esir alırken, "Bana hesap soran sensin," diye fısıldadım sakince. "Ayrıca nerede olduğun umurumda bile değil. İster inan ister inanma."
Azer'in dudakları belli belirsiz kırıldı. Boynuma çarpan nefesi kalbimin hızını arttırırken, "Benim inanıp inanmam bir şeyi değiştirmez," diye konuştu kulağıma doğru, sesi fısıltılıydı. Ardından, belimdeki kolu biraz daha sıkılaştı ve kafasını hafifçe çevirerek alnının alnıma temas etmesini sağladı. "Sen benim umurumdasın, onu ne yapacağız?"
Bakışlarım, önce gömleğinin açıkta bıraktığı göğsünde sonra da hafif sakallı çenesinde gezindi. "Çiftlikte bana aklından çıkaramadığın başka birinden bahsetmişken," diye konuştum. "Üzerimde ki bu ısrarının sebebi ne Azer Boranlı?"
Azer, gözlerini gözlerime sabitledi ve bir kaç saniye yüzümü inceledi. "Peki senin bazı şeyleri ısrarla duymak istemenin sebebi ne?" dediğinde, bakışları bir kez daha dudaklarıma indi. Yutkundu. "Ne duymak istiyorsun Dilba, açık konuş."
Duymak istiyorum diye konuşmak istedim. Benim kalbimin deli gibi carpmasına sebep olan şey ne senden duymak istiyorum. Ama içimdeki o kız bunu yapmama izin vermedi ve o duygunun bakışlarımda ki izlerini saklamaya çalışarak Azer'in gözlerine baktım. "Bilmeye hakkım olmayan hiçbir şeyi duymak istemiyorum," diye konuştum kendimden emin bir sesle. Ardından bakışlarıma derin bir imâ yerleşti. "Şu an ait olduğun tek bir insan var. O ne benim, ne de aklından çıkaramadığın o gizemli kişi."
Bunu söylememin tek sebebi, duymak istememdi. Bana söylesin istiyordum. Elvan'la evli olmadığını kendi ağzıyla söylesin istiyordum. Bunu isteyecek kadar, ona çekildiğim için kendime kızsamda içimde ki bu korkunç ağırlığın başka şekilde geçmeyecegini çok iyi biliyordum. Ama o sanki, bunu biliyormuş gibi inatla sessiz kaldı. Bir kaç saniye boyunca, ikimizde bir şey söylemedik. Dudakları dudaklarıma değecek kadar yakınken bana, "Benimle oynama Dilba," diye böldü aramızdaki sessizliği. "Duymak için yanıp tutuştuğun şeyi ben çok iyi biliyorum."
Hafifçe kafamı salladım. "O zaman söyle," dedim sakince. "Duymak için yanıp tutuştuğum şey neymiş, sen söyle."
Azer sessiz kaldı. Bunu bilerek yaptığının farkındaydım. Duymak istediğimi biliyordu ve bundan keyif alıyordu. Bu yüzden meydan okur gibi tek bir kelime dahi etmedi. Gözleri, gözlerimden bir saniye bile ayrılmazken, onu göğsünden sertçe ittim. Hafifçe geriye doğru sendelerken dudaklarına keyifli bir gülümseme yayılmıştı.
O gülmeye devam ederken bakışlarımı ondan ayırdım ve hızlıca çıktım odadan. Adımlarım aceleyle merdivenlere doğru ilerlerken, bakışlarım buz gibiydi.
Ne düşündüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama o sanki içimdeki herşeyi okuyormuş gibi bakıyordu bana. İstediğim tek şey, gerçekleri onun ağzından duymaktı ve o sanki bunu biliyormuş gibi, hiçbir şey söylememekte ısrar ediyordu.
Ama ben istediğimi alana kadar durmayacaktım.
Aklım ve kalbim korkunç bir yükle boğuşurken, sabaha kadar uyumamanın üzerime yüklediği ağırlıkla beraber çıktım odadan. Gece odama çıktıktan bir saat sonra Volkan'dan haber almış ve Faruk'un uçağa bindirilerek Ankara'ya gönderildiğini öğrenmiştim.
Bunun beni rahatlatması gerekiyordu ama maalesef tek sorun bu değildi. Bedo meselesiyle daha sonra ilgilenmemiz gerekiyordu ama benim aklımı kurcalayan asıl şey çok daha farklıydı.
Güneş, Midyat'ın tepesinde parlarken saat ona gelmek üzereydi. Bunun yanında, konağın içini nereden geldiği belli olmayan yüksek bir müzik sesi dolduruyordu. Ben ikinci kata indiğimde, müzik sesi daha da artmıştı. Orkun'un odası olduğunu bildiğim odadan etrafa yoğun gitar sesi yayılmaya devam ederken, oraya doğru ilerleyip kapıyı açtım.
Tüm konağı büyük bir gürültüye boğan o yüksek elektronik gitar sesinin nereden geldiği şimdi anlaşılıyordu. Orkun, elinde tuttuğu oldukça özel ve pahalı olduğu belli olan gitarla yüksek tempolu bir müzik çalarken, dünya umurunda değilmiş gibiydi. Tamamen spor bir tarzda döşenmiş odaya baktığımda sanki Mardin'de bir konağın odası değil de, Amerika'da ki herhangi bir lüks rezidansın odasında gibiydim. Odanın bir tarafında en az on tane gitar daha vardı ve oldukça özel gitarlara benziyorlardı.
Boranlı konağımda gitar koleksiyonu ha?
Bu aykırı oğlan triplerinde takılıp, çıkardığı gürültüyü dinlemek zorunda olduğumuzu zanneden canım kardeşimin sinirlerini bozmak ve keyfini kaçırmak adına kapıyı sertçe itip içeriye doğru adımladığımda odadaki gürültü o kadar yüksekti ki geldiğimi bile farketmemişti. Hafifçe eğilip prize taktığı fişi çektiğim an tüm ses bir anda kesilmişti. Orkun'un bakışları bulunduğum tarafa doğru döndüğünde, hiçbir şey olmamış gibi tekrar doğruldum ve ters ters ona baktım.
"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu Orkun, kaşlarını çatarak. "Tak şu fişi."
Onu taklit ederek yüzümü buruşturdum. "Hadi ya, biz senin çıkardığın bu kuru gürültüyü dinlemek zorunda mıyız sabah sabah?" diye sorduğumda, sesim alaycıydı. "Bir de çalmayı bilsen, pabucumun rakçısı..."
Orkun küçümseyici bir tavırla kaşlarını kaldırdı. "Kızım sen ne konuşuyorsun ya? On yaşımdan beri profesyonel çalıyorum ben... Gerçi sen ne anlarsın müzikten o ayrı mesele."
Söylediği bu şeyle beraber alayla güldüm ve odanın içine doğru ilerleyip gitarların olduğu tarafa yaklaştım. "Bakıyorum koleksiyonun falan da var, lükse zannettiğimden çok daha fazla düşkünmüşsün," En göze çarpan simsiyah bas gitarın teline dokunup pes bir ses çıkmasını sağladığımda bakışlarım diğer gitarların üzerinde geziniyordu. "Gerçi senin basit bir gösteriş düşkünü olduğun bunlar olmadan da anlaşılıyor da neyse..."
Orkun, "Sen bir dokunmasana şunlara," diye konuştu buz gibi bir sesle. "Özel tasarım o. Türkiye'de sadece bir kaç tane var bundan, öyle oynayabileceğin bir şey değil."
Göz ucuyla Orkun'a bakıp, küçümseyici bir ifadeyle onu baştan aşağı süzdüm. "Aman, yemedik gitarını," dedim ve kapıya doğru ilerlemeye başladım tekrar.
"Sen bir bekle bakayım," Orkun'un bu söylediği adımlarımın duraksamasına sebep olurken, omzumumun üzerinden hafifçe ona döndüm.
Orkun elindeki gitarı dikkatlice sandalyeye yasladı ve ellerini ceplerine koyarak bana baktı. "Senin bu arkadaşın? Helin, nerede yaşıyor biliyor musun sen?"
Anlam veremeyen bir ifadeyle kaşlarımı çattım. "Ne yapacaksın sen Helin'in yaşadığı yeri?" diye sordum sorgulayıcı bir sesle.
Orkun sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Sana ne kızım, ne yapacaksam yapacağım," dedi. "Biliyorsan söyle işte."
"Biliyorum," diye konuştum ve sonra hafifçe yüzümü buruşturdum. "Ama bunu sana söyleyeceğimi düşündürten ne?"
Orkun gözlerini devirip, rahat bir ifadeyle bana baktı. "Ben hayatımda senin kadar zor bir kız görmedim," diye söylenip kafasını belli belirsiz salladı. "Alt tarafı bir soru sorduk. Helin nerede yaşıyor?"
Sesli bir şekilde güldüm ve kollarımı önümde bağladım. "Bakıyorum ismini de hemen kazımışsın aklına," dediğimde sesim imalıydı. "Hayırdır, pek meraklısın bizim Helo'ya karşı. Ne oluyoruz?"
Orkun pes etmiş gibi omuz silkti. "Söylemezsen söyleme be."
"Söylemeyeceğim zaten," diye konuşup arkamı döndüm ve odadan çıktım.
En azından bu yoğun gürültüden kurtulmuştuk. Gerçi çalan kişi Orkun olmasa gayet güzel çalındığını söyleyebilirdim ama, konu Orkun olunca öyle olmuyordu.
Merdivenlerden inip avluya geçtiğimde, görmeyi beklediğim en son kişi Volkan'dı. Bir an yanlış gördüğümü düşünüp dikkatlice baktım ama, kapıda diğer korumalarla konuşan kişi Volkan'dan başkası değildi.
O tarafa doğru yürüdüğümde Volkan'ın bakışları bana taraf dönmüştü. Diğer adamları gerisinde bırakarak bana taraf yürüdü. "Kızım sen nasıl bir şeysin ya," diye konuştu sadece benim duyabileceğim bir sesle. "Yemin ederim şeytana pabucunu tert giydirirsin sen."
"Bir dakika," Sorarcasına Volkan'a baktım. "Ne işin var senin burada?"
Volkan keyifle güldü. "Azer Bey, konakta işe almış beni," diye konuştu. "Senin haberin yok muydu?"
Bir an duraksadım. Ne yani, kabul mü etmişti Volkan'ı konakta işe almayı. Kabul, bu kadar hızlı karar vermesini bende beklemiyordum. "Vardı ama, kabul etmez gibi gelmişti bana."
"Valla adam senin için aldı beni buraya," dedi Volkan imalı bir sesle. "Ulan yoksa sizin aranızda..."
"Saçma sapan konuşma ya," diye lafını kestiğimde Volkan'ın bakışları konağa dönmüştü.
"Vay vay vay..." diye konuştu ıslık çalarak. "Afferin kız. İyi yere kapak atmışsın he."
Volkan'ı kolundan dürterek susmasını sağladığımda, bakışlarım konağa taraf döndü. Kimsenin bizi dinlemediğine emin olduktan sonra, Volkan'a baktım tekrar. "Çok dikkatli olman lazım," diye konuştum sessizce. "Yaren hakkında en ufak bir şey kaçırmayacaksın ağzından. Olur da biri öğrenirse, her şey boşa gider, anladın mı beni."
Volkan, ters ters bana baktı. "Söylemeyeceğiz dedik ya," Bakışlarını konağa çevirdi ve genişçe sırıttı. "O değilde sen beni nasıl soktun buraya onu hâlâ anlamadım. Halledeceğini biliyordum ama, bu kadar çabuk beklemiyordum."
"Kabul ettirene kadar bin takla attım zaten," dedim huzursuz bir tavırla. "Azer en ufak bir yanlışında kapının önüne koyar seni haberin olsun. Zaten en son ne yaptığını biliyorsun."
Volkan, "Valla açıkçası yanlış yapmayı bir taraflarım yemiyor artık," dediğinde hafifçe kafasını salladı. "Sadece seni görmeye geldik diye hayatımın dayağını attı herif. Yemin ederim, şu sağ kolumun acısı hâlâ geçmedi yani öyle bir dayak..."
Bir kaç saniye duraksadım ve sonra aklıma gelen soruyla beraber Volkan'a baktım. "Bana bak, sen artık kullanmıyorsun değil mi?"
Volkan kesin bir ifadeyle bana baktı. "Yok kızım tövbe ettim ben," diye yanıtladı beni. "Ankara'dan ayrıldıktan sonra bir kere bile ağzıma sürmedim. Bak şuradan şuraya gitmek nasip olmasın."
Berşan Hanım'ın sesini duyduğumda bakışlarım yavaşça sesin geldiği tarafa döndü. Berşan Hanım bana doğru yaklaşırken, Volkan'a ufak bir göz işareti yapıp uzaklaşmasını istemiştim. Volkan göz ucuyla Berşan Hanım'a bakıp yanımızdan uzaklaştığı sırada Berşan Hanım, Volkan'ı baştan aşağı süzmüştü. "Bu çocuk, Yaren'in taziyesinde ki çocuk değil mi?"
Hafifçe kafamı sallayıp Berşan Hanım'a baktım. "Evet," dedim rahat bir tavırla. "Azer onu işe almış bugün."
Berşan Hanım, göz ucuyla beni baştan aşağı süzdü. "Bakıyorum bu aralar fazla başına buyruk davranıyorsun," diye konuşmaya başladığında, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı sesinden anlayabilmiştim. Umursamaz bir tavırla ona baktığımda, gözlerini hafifçe kısarak alttan alttan bana bakmaya devam etti. "Arkadaşını konağa aldırtmışsın," dedi ve sonra anlam veremiyor gibi hafifçe güldü. "Hem de Azer'i ikna ederek... Benim bundan niye haberim yok?"
Alayla güldüm. "Bence bu konuda sizinle eşit durumdayız," diye konuştuğumda, sesim buz gibiydi. "Bilmem gereken şeyleri sadece işinize geldiği gibi anlattıp sonra da her konuda size malumat vermemi beklemeyin."
"Neymiş şu bilmen gereken şey çok merak ediyorum," diye konuştu hafiften sinirli bir sesle. Ardından gözlerine küçümseyici bir ifade yerleşti. "Canan mı? Benden öğrenemediklerini ondan mı duyacağını zannediyorsun. Eğer öyleyse boşa yorma kendini."
Ona inanmadığımı gizleme gereği duymadan, hafifçe kaşlarımı kaldırdığımda, "O yüzden mi onunla konuşmamı istemiyorsunuz?" diye sordum. Göz ucuyla Berşan Hanım'a baktığımda, onun da bakışları aynı anda bana dönmüştü. Sinirimi gizleme gereği duymadan, buz gibi bir ifadeyle bir kaç adım ilerleyip Berşan Hanım'ın tam yanında durdum. "Canan'la konuşmamı neden engelledin o gün?" Yoksa bilmemi istemediğin bir şey mi var Berşan Hanım?"
Berşan Hanım bıkkın bir şekilde bana baktı. "Sen de ne taktın canım şu kadına. Sırf eskiden anneni tanıyor diye... Aklı beş karış havada onun, sana ne söylemesini bekliyorsun?"
"İşte bende tam olarak bundan bahsediyorum," diye konuştum buz gibi bir sesle. "Davette Canan'la konuştuğumu görünce sen bir korktun sanki. Madem önemli biri olmadığını söylüyorsun, o zaman neden istemiyorsun onunla konuşmamı?"
Berşan Hanım bir kaç saniye duraksadı. "Bu konuyu daha sonra konuşuruz," diye mırıldandı ve yüzüme baktı. "Ama sana ufak bir tavsiye Dilba, annenin geçmişini fazla kurcalamaya kalkma. Zira annenin öğrenecekleri pek iç açıcı şeyler değil. Üzülen sen olursun."
Berşan Hanım, bunu söyledikten sonra yanımdan uzaklaşıp kahvaltı masasının kurulduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Buz gibi bir ifadeyle onun peşinden ilerleyip, avlunun ortasındaki koltuklara geçip oturdum. Ben oturur oturmaz Ruken ve Elvan'da yanıma gelmiş ve tam karşıma oturmuşlardı. "Günaydın."
Ruken bunu dediğinde göz ucuyla ona baktım. "Sana da."
Elvan hafifçe Ruken'e dönüp, "Ne geceydi ama," diye konuştuğunda, Ruken'in bakışları öfkeyle Elvan'a dönmüştü.
"Şu konuyu açıp açıp sinirlerimi bozma benim..."
Ruken'in bu sert çıkışıyla beraber, Elvan biraz duraksadı ve sonra bozuntuya vermeden oturduğu yerde duruşunu düzeltti. "Sana da bir şey söylenmeye gelmiyor Ruken," dedi alaycı bir sesle. "Ama neyse, bugün kimse keyfimi bozamaz benim."
Elvan bunu dediğinde, Ruken sorarcasına Elvan'a baktı. "O niyeymiş?"
Elvan arkasına yaslandı ve göz ucuyla bana baktı. Tam bu sırada Azer'in merdivenlerden indiğini görmüştüm. Onu görmemle beraber dün gece yaptığımız konuşma aklıma gelirken, bedenimde yine o adını koyamadığım duygunun varlığını hissediyordum.
Bir an bakışları bir rüzgâr misali gözlerime esti. Ama bu o kadar kısa sürmüştü ki, bir an bana gerçekten bakıp bakmadığından şüphe ettim. Elvan ise, Azer'in arkasından bakıp bana döndü ve hafifçe gülümsedi. "Bu akşam babamlara gideceğiz, malum."
Bir an içime garip bir his düştü. Dün ona gidip gitmeyeceğini sorduğumda bana gitmeyeceğim demişti.
Şimdi ise aklımda tek bir soru vardı.
Sözünü gerçekten tutacak mıydı?2
Eveeet, nasıl buldunuz?1
Artık Dilba, hisleriyle başa çıkamıyor. Diğer bölümlerde bol bol Azer, Dilba sahneleri okuyacağız. Ve artık yakınlaşmalarda başladığına göre itiraflar yakındır ha? 🤫3
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, gelecek bölüm görüşmek üzere.2
Bu arada kitabın Spotify listesine Yılanın Yavrusu yazarak ulaşabilirsiniz. 🤍1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.88k Okunma |
1.5k Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |