
biz geldiiiik.
uzun bir aranın ardından size upuzun ve heyecan dolu bir bölümle geldim.
şuana kadar yazdığım en uzun bölüm oldu bu. bundan sonra bölümler biraz daha uzun olacak çünkü bizi çok güzel ve dolu dolu bölümler bekliyor.
sizden bol bol yorum ve oy istiyorum.
başlamadan önce yıldızı parlatmayı unutmayın<33
Keyifli okumalar...
18. BÖLÜM
❝Ben Sussam, Sen Duysan❞
𝅘𝅥𝅮
Erdal Güney, Saklımdasın
Ceylan Ertem, El Adamı
•••
Yazardan...
Bazı kadınların kaderleri, bir çift kanlı elin tuttuğu kalemlerle yazılmıştı.
Ama onun için kader, kendi elleriyle özene bözene kurduğu o takdire şayan hayatıydı. Feraye Sonay, yıllar evvel tek başına girdiği savaşın kazananı olarak görüyordu artık kendini. Ruhundan geriye kalan temiz tarafını kendi zehriyle kirletmiş ve ona kin kusan kim varsa bir hiç gibi silmişti defterinden.
Ankara'nın en gözde semtindeki lüks villanın salonunda, kendisine her sabah olduğu gibi aynı saatte hazırlanıp, servis edilen Hacienda La Esmeralda kahvesini yudumlarken, ela gözleri elinde tuttuğu dergi kataloğundaydı. Sarıya çalan, açık kahverengi saçları arkadan sıkı bir topuzla toplanmış, siyah bluzununun üzerine özel tasarım, sade ama oldukça pahalı bir kolye takmıştı.
Üzerinde kendi isminin bulunduğu kataloğu, dudağının kenarındaki hafif gururlu bir tebessüm eşliğinde incelemeye devam ederken, aklında ki tek şey bu görkemli markasını daha da yukarıya taşımaktı. Ama bazı şeyler, bu tıkır tıkır işleyen hayatını sekteye uğratıyordu.
Mesela Dilba.
Şahin Sonay'ın günlerdir, Dilba'nın nerede olduğuyla ilgileniyor oluşu Feraye'nin de dikkatini çekmeye başlamıştı. Dilba'yla en son yaptığı konuşmanın ardından, nerede olduğu hakkında çok büyük endişeleri yoktu. Kızının o uçarı davranışlarına yeteri kadar alışık olduğundan, muhtemelen orada burada şarkı söyleyip arkadaşlarıyla takıldığını düşünüyordu. Lakin son günlerde, düşündüğü şey bundan tamamen farklıydı.
Bir an aklına gelen şeyle, Dilba'yı bir kez daha aramayı düşündü. Arasada açmayacağını bildiğinden bu düşünceden vazgeçti.
"Günaydın."
Tam bu sırada salona giren Şahin'in sesini duydu. Göz ucuyla kocasına baktığında Şahin, elinde tuttuğu bir dosyayı ortadaki sehpanın üzerine gelişigüzel bırakmış ve Feraye'nin karşısında ki koltuğa yavaşça oturmuştu.
Feraye, bakışlarını tekrardan kataloğa indirip ifadesiz bir suratla incelemeye devam etti. "Eğer şehir dışına çıkmayı planlıyorsan çıkar aklından," diye konuştu umursamazca. "Yarın lansman var, biliyorsun."
Şahin, kolundaki saate baktı ve sonra çalışanlara kahvesini getirmeleri için bir el işareti yaptı. "Bu konuda sana söz veremiyorum hayatım," dedi bir kaç saniyenin sonunda.
Feraye, elindeki kataloğu hafifçe eğdi ve bakışlarını Şahin'in üzerine çevirdi. "O ne demek şimdi?"
"Bir haber bekliyorum," dedi Şahin beklemeden. Ardından biraz duraksayıp arkasına yaslandı. "Eğer beklediğimin dışında gelişirse çıkmam gerekebilir."
Feraye hoşnutsuz bir ifadeyle dergiyi sehpanın üzerine gelişigüzel attı ve gözleriyle Şahin'i baştan aşağı süzdü. "Bu gereksiz seyahatlerin canımı sıkmaya başladı hayatım," diye konuştu, sesinde hafif bir ima vardı. "Ayrıca eğer önemli bir şeyse, bana açıklamanda herhangi bir mahsur yok değil mi?"
Şahin, hafifçe gülerek Feraye'ye baktı. Son günlerde olanları karısına anlatmak konusunda kararsız gibiydi. Daha doğrusu, birazdan gelecek olan haberden sonra karar verecekti buna. Zira Feraye'nin, kızının nerede olduğunu öğrendiği an öfkeden delireceğini adı gibi biliyordu. Eğer Dilba Ankara'ya geri dönmezse, yıllardır konusunu dahi açmadıkları, o geçmiş yüzünden başları epey ağrıyacaktı.
Ve bu Feraye Sonay için bile çok ağır bir şeydi.
Şahin üzerinde taşıdığı egonun verdiği güvenle, "Birazdan öğrenirsin," diye konuştu. Dilba'nın ne kadar inatçı bir kız olduğunu bilmesine rağmen yine de, Ankara'ya döneceğini düşünüyordu. Açık konuşmak gerekirse, Dilba'nın Mardin'de kalma ihtimali onu epey korkutmuştu ve bu yüzden olabildiğince sert davranmaktan çekinmeyecekti.
Feraye bakışlarını kocasından ayırıp kahvesinden bir yudum aldı. Şahin söylemese bile o bir şekilde öğrenirdi. Hep öğrenmişti. Zihninde dolanmaya başlayan düşünceler eşliğinde, alaycı bir gülümsemeyi dudaklarına misafir etti ve kocasına baktı. "Dilba'yla ilgili olduğunu biliyorum," diye konuştu sakince. "Öğrenebildin mi nereye gittiğini?"
Şahin tam cevap vereceği sırada, çalışan kadınlardan biri içeri girdi ve Şahin'e doğru baktı. "Faruk Bey geldi, efendim."
Şahin bunu bekliyormuş gibi eliyle hızlı bir işaret yaptı. "Gelsin hemen."
Kadın kafasını sallayıp geri çekildiğinde, Faruk yüzü beş karış bir ifadeyle içeri girdi. Bir gözü hafiften morarmıştı ve elinde ufak deri bir çanta vardı. Çantayı köşedeki komidinin üzerine hızlıca bırakıp Şahin'in tam önünde durdu.
Şahin'in kaşları gördüğü bu görüntüyle beraber hafifçe çatılırken, Feraye ne olduğunu anlamak için adamı baştan aşağı sürmüştü. Faruk, kendisine verilen görevi tamamlayamamanım verdiği mahcubiyetle, "Şahin Bey," diye mırıldandığında, Şahin hızlıca ayağa kalktı.
"Ne bu halin böyle?" Faruk, kendisine sorulan sonuyu bir müddet cevapsız bıraktı. Daha doğrusu konuşmaya cesareti yoktu. Şahin ise daha çok sinirlenerek Faruk'a doğru bir adım yaklaştı. "Sana diyorum."
Faruk, yavaşça kafasını kaldırıp önce Feraye'ye sonra da Şahin'e baktı. Feraye ise, kendisinden herhangi bir şey saklanmasına izin vermemeye kararlıydı. Bu yüzden itiraz istemeyen bir tavırla, "Derhâl konuş," dedi. "Neler oluyor?"
Faruk pes edercesine huzursuz bir nefes aldı ve bakışlarını yere indirdi. "Dilba hanım gelmek istemedi," diye mırıldandı mahcubiyetle. "Ne kadar direttiysemde ikna olmadı."
Şahin'in gözleri öfkeyle parladı. "Ne demek gelmedi? Ben sana ne yap et getir demedim mi?"
Şahin'in öfkeli sesi salonda yankılanırken Feraye kahvesini eline alarak ayağa kalktı ve umursamaz bir ifadeyle salonda dolaşmaya başladı. "Beceriksiz adamlarının Dilba'yı buraya getirebileceğini mi düşündün gerçekten?" Küçümseyici bir ifadeyle Şahin'e bakıp alayla güldü. "Ayrıca benim bundan niye şimdi haberim oluyor?"
Şahin burnundan sert bir nefes alıp bakışlarını Faruk'a dikti. "Ne oldu anlat çabuk," diye konuştu, öfkeden delirecek gibiydi.
Faruk hafifçe kafasını salladı. "Dilba Hanım'a mesaj attım, dediğiniz gibi. Ama ben daha konağa varamadan biri önümü kesti," dediğinde, Feraye bir an duraksadı.
"Ne konağı, ne saçmalıyorsun sen?"
Faruk göz ucuyla Feraye'ye baktı ve sonra tekrar Şahin'e döndü. "Ben bana verilen adrese gittim sadece, bu konuda bir bilgim yok," Bunu dediğinde iki elini hafifçe kaldırarak Şahin'e baktı. "İnanın bir anda oldu Şahin Bey, böyle genç bir çocuktu. Daha önce gördüğüme yemin edebilirim. Tanıdık biriydi ama tam çıkaramadım."
Şahin, hafifçe kafasını salladı. "Volkan denen itten başka kim olabilir," diye söylendi. "Yanında adam yok muydu lan senin? Hadi seni durdurdular, adamlar ne güne duruyor?"
"Onu bende anlamadım," dedi Faruk huzursuz bir tavırla. "Çocuk bizim adamlara bir şey dedi, adamlar döndüler arkalarını gittiler. Hâlâ hiçbirine ulaşamıyorum."
Faruk, "Ne beceriksiz bir adamsın lan sen?" diye sertçe çıkıştığında, Faruk adeta irkilmişti. "Daha iki çocukla baş edemiyorsun? Ben sana Dilba sabaha kadar burada, karşımda olacak demedim mi?"
Faruk, bir kaç saniye duraksadı ve sonra aklına gelen şeyle beraber tekrar konuşmaya başladı. "Adam beni arabaya bindirdikten sonra Dilba Hanım geldi yanımıza," Bir süre bekledi tekrar. Çekiniyor gibiydi. "Ne yaparsanız yapın gelmeyeceğini size söylememi istedi," dedi en sonunda. Ardından ceketinin cebinde duran ufak kutuyu çıkarıp Şahin'e uzattı. "Bir de bunu vermemi istedi. Siz anlarmışınız."
Şahin kutuyu Faruk'un elinden çekip aldı ve kutuya hızlıca göz gezdirdi. Bu sırada Feraye'de yanına gelmişti. Şahin beklemeden kutuyu açtığında, gördüğü şey içi saydam bi sıvıyla dolu küçük bir cam şişe ve ufak bir nottu. Şahin ilk önce şişeyi eline aldı ve içindeki sıvıya baktı. Zihnine düşen şeyle beraber bir anda bedeni buz kesmişti.
"Ne bu şimdi?" Feraye kaşlarını çatarak bunu sorduğunda, Şahin uykudan uyanmış gibi Feraye'ye baktı ve sonra hızlıca kutunun içinde ki notu eline aldı.
Kağıdın üzerinde yazan şey aklına gelen ihtimali onaylıyordu.
Günahlarına şahit olmak berbat bir şeydi.
Ama eğer kurcalamaya devam edersen, herkesin şahit olmasını isteyecek kadar acımasız olabilirim.
Seçim senin.
Şahin okuduğu şeyle beraber beyninden vurulmuşa dönerken, bir an hareket dahi edemeyecek kadar dondu algıları. Bu olamazdı. Olmaması gerekiyordu. Dilba bunu nasıl öğrenmiş olabilirdi hiçbir fikri yoktu ama bu not onu delirtecek gibiydi.
Feraye, Şahin'in konuşmasını beklemeden kocasının elinden kağıdı aldı ve yazıyı okudu. Bir kaç saniyenin sonunda yüzüne alaycı bir ifade yerleştiğinde kağıdı tekrar Şahin'e verip umursamaz bir tavırla kahvesinden bir yudum daha aldı. "Dilba'yı hafife aldığın için sen hatalısın," dedi küçümseyici bir ifadeyle. "Aramız pek iyi olmasa da sonuçta onu ben doğurdum, öyle değil mi?"
Şahin üzerindeki şaşkınlığı atamadan, geçip koltuğa oturdu ve ellerini yumruk yaparak dizlerine vurdu. "Kendi babasını tehdit eden bir kız çocuğu," diye söylendi sinirle gülerek. "Koskoca Şahin Sonay'ı, kendi babasını tehdit etmeye utanmadığı yetmezmiş gibi, üzerine bir de o serseriyle beraber adamımı alıkoymuşlar." Sorarcasına Feraye'ye baktı. "Sana Dilba'yı boş bırakma demiştim Feraye. Al işte sonuç..."
"Bana akıl vermeye kalkacağına, önce yanında tuttuğun adamları kontrol et," dedi Feraye, imalı bir sesle. Ardından sorarcasına kocasına baktı. "Bilmem gereken şeyleri zamanında söyleseydin, emin ol sizin kadar acemi davranmazdım," İstediği sorunun cevabını almak için bir kez daha tekrarladı sorusunu. "Kızımın nerede olduğunu hemen bilmek istiyorum. Nerede Dilba?"
Şahin kafasını kaldırıp Feraye'ye baktı. Yüzünde şimdi sinirle karışık garip bir ifade belirmişti. "Emin ol bilmek istemezsin."
Feraye huzursuz bir tavırla, Şahin'e doğru yaklaştı. Sinirlenmeye başlamıştı. "Emin ol kendim öğrenebilirim," diye konuştu kendinden emin bir ifadeyle. "Beni uğraştırma ve söyle."
Şahin, pes edercesine ayağa kalktı ve karısının tam karşısında durdu. "Feraye."
"Söyle," dedi Feraye. Sabrı taşmak üzereydi.
Şahin ağır ağır kafasını salladı. Öfke vücudunun her tarafında kol gezerken, bir kaç saniye bekleyip sakinleşmeye çalıştı. Ama bu şu an asla mümkün değildi. "Tebrik ederim Feraye," diye konuştu dişlerinin arasından. "Aynen kendin gibi bir kız yetiştirmişsin," Feraye'ye bir adım yaklaştı ve karısının yüzüne baktı. "Bizi İzmir'deyim diye kandıran o çok sevgili kızımız, meğerse bunca zamandır Mardin'deymiş."
Bu son cümle, Feraye'nin kalbine bir ateş gibi düştü.
Bakışları donup kaldığında, bedenine yayılan o korkunç hisle beraber elindeki bardak büyük bir gürültüyle yere düşüp paramparça oldu. Yüzünde beliren o dehşet ifadesi o kadar yoğundu ki, Şahin bile karısını ilk defa böyle görmüştü.
Feraye, tüm duyguları yıllar evvel kovduğu kalbine korkunç bir ağrı saplandığını hissetti. Bitti sanmıştı. Geçmişin o kanlı defteri bir daha açılmaz sanmıştı ama şimdi kocası karşısına geçmiş, kızının Mardin'de olduğunu söylüyordu. Ve Feraye Sonay, kabuslarında bile görmek istemediği o korkunç geçmişin karşısında dikildiğini görüyordu.
Bukê'yi görüyordu...
•••
Dilba Sonay
Rezaletin kol gezdiği sersefil bir dünya ile cehennem arasındaki arafta kalmıştık hepimiz.
Bitmeyen bir kabusun, maskelenmiş karanlığına hapsolmuş ve saf bir öfkeyle ateşe vermiştik umutlarımızı. Bana ışığı veren, içimde ne yaparsam yapayım bitiremediğim o öfkemdi. Kaybedecek hiçbir şeyim ve tutunacak tek bir dalım yoktu. Yuvam ve evim yoktu. Yapayalnızdım. Kimsesizdim.
Ben annemin bir hiç gibi unutup kenara attığı o kızdım.
Gözlerime baka baka, sen sevilmeyi hak etmiyorsun dediği o gün, tüm duygularımı kaybetmiştim. Ablam gittikten sonra ise artık nefretten başka hiçbir şey barınamaz kalbimde diye düşünüyordum. Benim kalbimde nefretten başka hiçbir duyguya yer yokken, şimdi ondan daha kuvvetli bir duygu tüm duvarlarımı yerle bir etmişti.
Haketmediğim bir duygu, kalbimin orta yerinde cayır cayır yanıyordu artık.
Göğüs kafesimin içindeki o tutsak, bir kez daha zincirlerini zorladığında odamın penceresini açıp derin bir nefes aldım. Hava henüz kararmamıştı lakin konağın tüm ışıkları daha şimdiden yanmaya başlamıştı.
"Hayır yani bir de utanmadan story atmış, yani bu olay benim başıma gelse utançtan dışarı çıkmazdım..."
Gaye elinde tuttuğu telefondan bakışlarını ayırmadan bunu söylediğinde herhangi bir şey söyleme gereği duymadan bakışlarımı dışarıda gezdirdim. Sabah kahvaltıdan sonra Gaye, Dilcan Hanım'la beraber konağa uğramışlardı. Ruken'in ruhsuz ve ters tavırları Gaye'yi baymış olacak ki, yaklaşık bir saatir benim odamda takılıyordu.
"Bizim olaydan sonra arkadaşlarıyla da arası bozulmuş Şilan'ın. Bir rezillik görünce hemen bastılar tekmeyi," Alaycı bir sesle bunu söyledikten sonra bir müddet duraksadı. "Sen dinliyor musun beni ya?" diye sordu. "Zaten sabahtan beri suratın beş karış. Bir şey oldu da benim mi haberim yok?"
Omuzumun üzerinden Gaye'ye baktım ve umursamazca omuz silktim. "Şilan mevzuusunu kapatsak mı artık, sıktı çünkü."
Gaye hafifçe kafasını salladı. "Dün olaylar falan olmuş burada, asıl bunu konuşmak lazım," diye mırıldandı heyecanlı bir sesle. "Ben sana söylüyorum, bu Azat tam gerizekalı. Adamda ki cesarete bak ya..." Gaye'nin ayaklandığını işittim. "Yaman da buradaymış öyle mi?"
Hafifçe kafamı salladım. "Evet, Azat'ı almaya gelmişti."
"Azer'in nasıl öfkelendiğini tahmin edebiliyorum," dedi Gaye odanın içinde dolaşırken. "Yani gecenin bir vakti Boranlı konağını basmak için delirmiş olmak gerekiyor."
Kollarımı önümde bağlayıp avluyu izlemeye devam ettim. Bugün içimi kemirip duran o sorunun cevabını hâlâ alabilmiş değildim. Azer, kahvaltıdan sonra konaktan çıkmış ve hâlâ gelmemişti. Elvan ise Azer'den kesin bir cevap almamış olmasına rağmen, odasına çekilip hazırlanmaya başlamıştı. Bunun beni zerre kadar ilgilendirmediğini kendime defalarca kez hatırlatsam bile Azer'in, Elvan'la beraber gitmesi ihtimali beni delirtecek gibiydi. Şayet bu ihtimal gerçekleşirse, öfkeme yenik düşmekten ölesiye korkuyordum.
Bu düşünce ruhumu daraltmaya başlarken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ama tam bu sırada odanın kapısı açıldı ve Mercan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle içeri girdi. "Kız ne kapandınız odaya, aşağıda şiştim sıkıntıdan..."
Mercan rahat bir tavırla geçip yatağa oturduğunda, Gaye'nin bakışları Mercan'a taraf dönmüştü. "Sen Fırat Can'ın odasında değil miydin, aşağıda göremedim seni?"
Mercan eliyle saçlarını düzeltti ve hafifçe kafasını salladı. "Yok kız, Elvan'ın yanındaydım," dedi alaycı bir sesle. "Akşam yemeğine gidecek ya, hazırlık yapıyor hanımefendi..."
"Ne yemeğiymiş bu?" diye sordu Gaye meraklı bir tavırla.
Mercan imalı bir tavırla önce bana, sonra da Gaye'ye baktı. "Dün dedi ya Elvan babası davet etmiş diye," Gözleri tekrar beni buldu. "Azer'le beraber gideceklermiş, öyle diyor."
Gaye, alayla gülüp Mercan'a baktı. "Elvan'ın babası benim öyle bir kızım yok diye atıp tutmuyor muydu ya, nasıl bu kadar çabuk yumuşadı?"
"Anam bu Elvan'ın babasının lafına ne bakıyorsun sen, onların laflarının arkasında durduğu nerede görülmüş?" Mercan sesli bir şekilde güldü. "Utanmasa kendisi gelecek konağa."
Ağır adımlarla odanın içinde yürüyüp makyaj masasına hafifçe yaslandım ve göz ucuyla Mercan'a baktım. "Azer gidecek miymiş peki?"
Mercan bir kaç saniye duraksadı. "Sanmam," dedi düşünceli bir sesle. "Benim bildiğim Azer gitmez ama kesin bir şey söyleyemiyorum tabi..."
Mercan'ın bu cümlesine hiçbir tepki vermeden buz gibi bir ifadeyle bakışlarımı başka tarafa çevirdiğimde, Gaye geçip Mercan'ın yanına oturmuştu. "Azer hayatta gitmez, bak buraya yazıyorum," Bakışlarım istemsizce Gaye'yi bulduğunda Gaye bozuntuya vermeden kafasını salladı. "Hem dün akşam Elvan sorduğunda cevap bile vermedi. Sizde şahitsiniz."
Gaye'nin kattiyen reddettiği bu ihtimalle beraber, istemsizce gözlerimi devirdim ve sıkılmış gibi Gaye'ye baktım. "Gidip gitmemek onlara kalmış, bizi ilgilendirmez."
Aynen Dilba, aynen.
Gaye umursamazca omuz silkti. "Ben merak ediyorum valla..."
Mercan, kafasıyla Gaye'yi onaylayarak bana çevirdi bakışlarını. "Ne yalan söyleyeyim, bende merak ediyorum şimdi," diye konuştu imalı bir sesle. "Bence sende ediyorsun da neyse."
Kaşlarımı hafifçe çatıp, Mercan'a baktım. "Niye merak edeyim ben ya," diye sordum. "Ne demeye çalışıyorsun?"
Mercan hafifçe güldü ve Gaye'ye baktı. Gaye ne olduğunu anlamak istercesine bir bana, bir Mercan'a bakarken, Mercan tekrar bana dönmüştü. "Ben bir şey demiyorum, ama görüyorum," dedi sesindeki yoğun imayla. "Azer Ağa'nın dün gece sana nasıl baktığını gördükten sonra..."
"Bir dakika, bir dakika," diye araya girdi Gaye şaşkınca. "Ne demek bu şimdi?"
Ters ters, Mercan'a baktım ve alayla gülümsedim. "Ne olacak," dedim Gaye'ye hitaben. "Mercan yine saçmalıyor."
Mercan keyifle gülmeye devam etti ve kafasını salladı. "Aynen kız aynen, ben saçmalıyorum," Eliyle, saçlarını kıvırmaya başladı. "Görünen köy klavuz istemez demişler. Neyse..."
Konuşmadan rahatsız olduğumu belli etmemeye çalışarak, Mercan'a aynı şekilde gülerek cevap verdim. Ama bu tamamen zoraki ve alaycı bir gülümsemeydi. "Ne o, sende mi dahil oldun o tayfaya?" diye sordum. "Ben dedikoduyu Şilan çıkardı diyordum ama, anlaşılan seninde pek aşağı kalır yanın yokmuş."
Mercan hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Anam sende hemen hazırsın, herkesi düşman bellemeye," dedi, sesi hâlâ keyifliydi. "Neyse ben bir şey demiyorum artık."
Umursamaz bir tavırla hafifçe doğruldum. Tam bu sırada, Gaye'nin bakışları bana dönmüştü. "Aşağı mı insek ya," Gergin bir ifadeyle Mercan'a çevirdi bu sefer bakışlarını ve oturduğu yerden hızlıca kalktı. "Sıkıldım biraz."
Gaye, beklemeden odadan çıkarken, Mercan arkasından baka kalmıştı. "Bunun niye morali bozuldu şimdi?"
Göz ucuyla Mercan'a baktım. O ise istemeye istemeye ayağa kalkmıştı. "Hadi bizde inelim."
Hafifçe kafamı salladım. "Sen git, ben geliyorum."
Mercan, "İyi tamam," diye beni onaylayıp odadan çıktığında kapı kapanana kadar onun arkasından baktım.
Kapı kapanır kapanmaz, hızlıca pencereye doğru yürüdüğümde içimi kemirip duran merakıma bir türlü engel olamıyordum. Perdeyi hafifçe araladım ve bakışlarımı avluda gezdirdim. İlk gördüğüm kişi Berşan Hanım olmuştu. Koltuklardan birine oturmuş sakince kahvesini yudumluyordu. Avlunun diğer tarafına baktığımda ise, aradığım şeyi bulmuş sayılırdım. Azer ve Orkun karşılıklı oturmuş ciddi bir suratla bir şeyler konuşuyorlardı. Yanlarında Güven ve bir kaç adam daha vardı, muhtemelen konakta çalışan adamlardan bazılarıydı lakin Volki'yi onların arasında görmek beklediğim son şeydi.
Azer hepsine tek tek bir şeyler anlatırken adamlar onu kafasıyla onayladı. Adamlar yanlarından ayrılırken Volki, Azer'in el işaretiyle beraber durmuş ve tekrar Azer'e dönmüştü. Ne konuştuklarını şuan deli gibi merak ediyordum. Azer, ifadesiz bir suratla Volkan'a bir şeyler söylediğinde Volkan, beklemeden Azer'i onayladı ve o da diğer adamların peşine takılarak Azer'in yanından ayrıldı.
Yaklaşık yarım dakika boyunca Orkun, Azer'le bir şeyler konuştu. Daha çok bir şeye ikna etmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Orkun konuşmaya devam ederken, Azer hafifçe elini kaldırdı ve Orkun'u susturdu. Orkun, pes etmişcesine hafifçe kafasını salladığında Güven, Orkun'a bakarak bir şey söyledi ve Orkun ayağa kalkıp araba garajına doğru ilerlemeye başladı.
Tam bu sırada, başka bir kişi Azer'in yanında yaklaştı. Elvan'ın bedeni kadrajıma girerken bedenim istemsizce kasılmıştı. Azer göz ucuyla Elvan'a baktığında, Elvan geçip az önce Orkun'dan boşalan yere oturdu. Oldukça yavaş bir şekilde, konuşmaya başladığında ne dediğini duyamadığım için delirmek üzereydim.
Muhtemelen Azer'i ikna etmeye çalışacaktı.
Daha iyi görebilmek adına perdeyi biraz daha araladım. Tam bu sırada Azer cebinden çıkardığı telefonuyla ilgileniyordu. Elvan, konuşmaya devam ederken tırnaklarımı avuç içlerime batırdığımı yeni farkediyordum. Ellerim boynuma gittiğinde derin bir nefes aldım. Tam bu sırada makyaj masasına bıraktığım telefonmdan, bir bildirim sesi duyuldu.
Bakışlarım yavaşça o tarafa döndü ve ağır adımlarla makyaj masasına doğru ilerledim. Masanın üzerine bıraktığım telefonumu elime aldım ve hızlıca açtım.
Azer: Manzaran güzel mi?
Mesajı okumamla beraber bir an donup kaldığımda, defalarca kez tekrardan okudum mesajı.
Olamaz.
Beni görmüş müydü yani?
Kafamı kaldırıp huzursuz bir şekilde ofladığımda, ellerimi sinirle saçlarıma daldırdım. "Rezil oldum," diye söylendim yüzümü buruşturarak. "Salak Dilba."
Hızlıca geçip yatağın köşesine oturdum ve bir kaç saniye boyunca ne yapacağımı bilemeden, açık ekrana baktım. Ne diye izlemiştim ki? Gergin bir ifadeyle dudaklarımı ısırdığımda, derin bir nefes aldım ve mesaja hızlıca cevap yazdım.
Dilba: Volki'yle ne konuşuyordunuz?
Odağı başka noktaya çekmek için yaptığım bu hamleden sonra cevap gecikmedi.
Azer: Merak ettiğin şey Volkan'la ne konuştuğum mu, yoksa Elvan mı?
Bir an duraksadım. Ama pes etmeye niyetim yoktu.
Dilba: İkisi de değil.
Bunu yazdıktan sonra telefonu yatağın üzerine gelişigüzel bıraktım. Bir kaç saniye sonra tekrar bir bildirim sesi duyuldu. Acele etmemeye özen göstererek tekrar mesajı açtım.
Azer: O zaman geriye tek bir ihtimal kalıyor... Beni özledin.
Yazdığı seyle beraber kaşlarım hafifçe havalanırken, onun şuan alayla güldüğünü tahmin edebiliyordum.
Dilba: Bence tam tersi. Camda olduğumu hemen farkettiğine göre, gözün sürekli benim üzerimde ha?
Azer: Haklısın. Bu aralar fazla dikkatimi çekiyorsun.
Alayla güldüm ve ağırdan alarak cevapladım mesajını.
Dilba: Senden beklenmeyecek kadar dürüstsün.
Mesajı gönderdiğimde, bir süre görmedi mesajımı. Ama tam telefonu kapatacağım sırada mesajı ekranıma düştü.
Azer: Bizde yalan olmaz.
Dilba: Onu bugün göreceğiz.
Kurduğum bu imalı cümleyle beraber kastettiğim şeyin, Elvan'la gidip gitmeyeceği olduğunu o da çok iyi biliyordu. Bu yüzden yanıt gecikmedi.
Azer: Deli gibi merak ediyorsun,
öyle değil mi?
Hafifçe gözlerimi kısıp bir süre ekranla bakıştım. Evet merak ediyordum ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.
Dilba: Dün söylediğim şeyden vazgeçiyorum. Elvan'la istediğin yere gidebilirsin. Umurumda bile değil.
İçimden bir ses cama çıkmam için beni zorlarken, bu düşünceden hızlıca kurtulup ondan gelen mesaja baktım.
Azer: Bu söylediğin şey aklında bulunsun o zaman.
Telefonu kapatıp arka cebime koydum ve bir kaç saniye öylece bekledim. Eğer sözünde durursa sorun yoktu ama bu son söylediği şey beni şüpheye düşürmüştü.
Ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum.
Ayağa kalkıp, odanın içinde dolaşmaya başladım. Zihnim bulanmaya başlıyordu. Bu konuya bu kadar kafayı takmam normal değildi. Azer ve Elvan'ı yan yana görmek bile beni öfkeden delirecek kıvama getiriyordu.
Üstelik aramızda hiçbir şey yokken...
Boş boş düşünüp durmayı bir kenara bırakıp, aynaya yöneldim ve üstümü başımı kontrol ettim. Saçlarımı elimle hafifçe düzeltip, son kez görüntüme baktım ve sonra beklemeden çıktım odadan.
Odamın kapısını arkamdan kapatıp önüme döndüğümde bir anda karşımda beliren bedenle az kalsın çığlık atacaktım. Orkun, ellerini ceplerine sokmuş, buz gibi bir ifadeyle beni izliyordu. Zihnim, onun şuan neden burada olduğunu sorgularken, o alayla güldü ve sonra beni baştan aşağı süzdü.
"Ne oluyor ya," diye sordum ters bir tavırla. "Hayalet gibi belirdin birden."
Orkun, gözlerini hafifçe kıstı. Bakışlarında ki sinsilik gözümden kaçmazken, o ağır ağır kafasını salladı. "Hayalet ha," diye konuştu dudaklarından alaycı bir kahkaha dökülürken. "Bak işte bu, çok iyi bir tanım oldu."
Anlam veremeyen bir ifadeyle ona baktım. "Hayırdır ya, senin kafana saksı falan mı düştü?" Ardından küçümseyici bir tavırla onu baştan aşağı süzdüm. "Yoksa sarhoş falan mı oldun bu saatte?"
"Dün seni gördüm," dedi Orkun beklemediğim bir anda. Kaşlarım istemsizce çatılırken Orkun bana bir adım yaklaştı ve yüzüne yapmacık bir tebessüm yerleştirdi. "Konaktan gizlice çıkıp ne idüğu belirsiz bir arabaya bindiğini, hepsini gördüm."
Bozuntuya vermeyemeye özen gösterip ifadesiz bir suratla Orkun'a baktım. "Evet çıktım," dedim onu manipüle etmeye çalışarak. "Konaktan çıkarken size mi soracaktım?"
Orkun bir müddet duraksadı. Yapmaya çalıştığım şey işe yaramamış olacak ki sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Sen kimi kandırıyorsun kızım?" diye sordu, sesi yoğun bir küçümseme içeriyordu. Bakışlarına tehditkar bir ifade yerleşti. "Gidip herkese anlatmamı ister misin? Bence istemezsin, çünkü her ne halt karıştırıyorsan bunu gizlemeye çalışıyorsun."
"Kes sesini Orkun."
"Ne o, korktun mu kardeşim?" diye sordu Orkun aceleyle. "Bence kork. Çünkü yavaş yavaş avcumun içine düşüyorsun."
Bunu söylemekten şuan o kadar keyif alıyordu ki, yüzündeki alaycı gülümseme bir an olsun silinmemişti. Beni nasıl görmüştü bilmiyordum ama onun eline asla koz vermeyecektim. Umursamaz bir ifade takınarak Orkun'a baktım ve aynen onun gibi gülmeye başladım. "Sandığımdan daha aptalsın," diye konuştum, üstten bir tavırla. "Gidip istediğine söyle, umurumda bile değil. Hatta sen hiç zahmet etme, ben kendim söylerim."
Orkun baş parmağını kaldırıp bana doğru salladı. "O laflarına dikkat edeceksin," dedi hafiften sinirli bir sesle. "Tek bir hatanla, bu konağı sana dar ederim haberin olsun."
Yüzümü buruşturup hafifçe kafamı salladım. "Boş konuşmaktan başka yaptığın bir şey yok," Onu omuzumdan hafifçe itip önümden çekilmesini sağladım. "Gerizekalı."
Merdivenlere taraf yürümeye başladığımda, "Bekle sen bekle," diye konuştu arkamdan. "Kim boş konuşuyormuş göstereceğim ben sana."
Onu umursamadan merdivenlerden inip avluya geçtiğimde, az önce belli etmemeye çalışsamda Orkun'un söyledikleri gerilmeme sebep olmuştu. Volki'yi zar zor konağa aldırmışken, birde bu duyulursa asla Azer'i ikna edemezdim. Orkun her zamanki gibi sorun çıkarmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Sanırım ona benimle uğraşmaması gerektiğini öğretmem gerekiyordu.
Ben ağır adımlarla Berşan Hanım'ın olduğu tarafa yürümeye başladığımda, bakışlarım çok kısa bir an Azer'in olduğu tarafa kaydı. Elvan şuan yanında değildi, birkaç dakika içinde nereye kaybolmuştu bilmiyordum ama Azer'in yanında olmaması beni bir nebze rahatlatmıştı. Güven, elindeki bir kaç dosyayı karıştırarak Azer'e bir şeyler anlatırken, Azer'in bakışları Güven'den ayrılıp beni bulmuştu.
Uzağımda olmasına rağmen, bakışlarını tenimin her zerresinde hissederken dudaklarımın kenarında beliren ufak bir tebessüm eşliğinde ondan bakışlarımı ayırdım. Tam bu sırada Berşan Hanım bana taraf dönmüştü.
Berşan Hanım'ların yanına geçip oturduğumda, yüzümdeki huzursuz ifadeyi silmeye çalıştım ama ne kadar başarılı olabilmiştim bilmiyordum. Akşam yemeğinin yenmesine daha vardı, bu yüzden herkes aşağıda değildi. Harun'u aşağı inerken görmüştüm lakin Adil Bey konakta yoktu. Yani en azından ben geldiğini görmemiştim.
"Kız anne, yemin ederim senin bu oğlunu boşayacağım en sonunda," diye lafa girdi Mercan, dikkatim yeterince dağınık olduğundan Mercan ve Gaye'nin de burada olduğunu yeni farketmiştim.
Berşan Hanım, göz ucuyla Mercan'a baktı. "O niyeymiş?"
Mercan saçlarını geriye doğru abartılı bir şekilde savurup duruşunu dikleştirdi. "Bulmuş benim gibi güzel alımlı bir kadını, ama kıymetini bilmiyor işte," dedi imayla. "Alt tarafı iki başbaşa kalalım, ne bileyim beni bir yemeğe falan götür dedim adam oralı bile olmadı... Ama ben yapacağımı bilirim."
"Adil'de aynen böyle valla," diye araya girdi Arzu hafifçe gülerek. "Senelerdir kafasını işten kaldırdığı yok."
Mercan huzursuz bir nefes verdi. "Hadi siz evleneli yirmi yıldan fazla olmuş. Biz daha yeni evli sayılırız..."
"Yanlış oldu Mercan," diye bir ses duyuldu. "Yeni evli olan sen değilsin, benim."
Bunu söyleyen kişi Elvan'dan başkası değildi. Oldukça özenli bir şekilde hazırlanmış görünüyordu. Elinde tuttuğu paltosuyla gitmeye hazır gibiydi. Hepimizin bakışları onun üzerine dönerken o oldukça keyifli bir ifadeyle geçip Berşan Hanım'ın yanına oturdu.
"Kız Elvan?" diye konuştu Mercan, Elvan'ı baştan aşağı süzerken. "Bakıyorum baya özenmişsin, görende baloya gidiyorsun sanacak..."
Elvan alayla güldüğünde, Berşan Hanım'ın bakışları Elvan'ı bulmuştu. "Hayırdır, sen ne diye hazırlandın böyle?"
Elvan bir kaç saniye duraksadı ve hafifçe gülümsedi. "Dün söyledim ya, babamlar çağırdı diye," Göz ucuyla bana baktı. "Azer gelince oraya gideceğiz beraber."
Berşan Hanım, hafifçe kaşlarını kaldırdı. Bu sırada dudaklarında belli belirsiz, alaycı bir tebessüm peyda olmuştu. "Oğlumun başına bela olduğun yetmezmiş gibi, birde utanmadan sıkılmadan geçmişsin karşıma babam gile gideceğiz diyorsun," Aşağılayıcı bir ifadeyle çenesini kaldırdı. "Sen iyice haddini bilmez oldun."
"Anne," diye araya girdi Ruken, uyarıcı bir tavırla. "Tamam."
"Kes sesini Ruken," Berşan Hanım, az öncekinden daha sert çıkıştığında Ruken tek bir kelime daha etmedi. Berşan Hanım ise tekrar Elvan'a döndü. "Sende nereye istiyorsan buyur git. Kapı orada."
Elvan bozulmuş bir ifadeyle ayağa kalktı ve mutfağa doğru yürüyerek yanımızdan uzaklaştı. Bu sırada Mercan, Elvan'ın arkasından alayla bakıyordu. "Şunun havalarına bak, haspam..."
İçinde bulunduğum durumun verdiği yoğun gerginliği ifademden kovmaya çalışarak arkama yaslandığımda, Arzu hafifçe bana dönmüştü. "Sabahtan beri soracağım bir türlü soramıyorum," O herzamanki buz tavrıyla, mavi gözlerini benim üzerime dikti. "Dün ilk sen görmüşsün Azat'ı. Konağa girmeye çalışıyordu demişsin doğru mu?"
Arzu'nun sorusuyla beraber aklıma Orkun'un, Arzu'ya gördüklerini anlatmış olabileceği ihtimali düştü. Arzu gibi bir kadının bunu bir saniye bile gizli tutmayacağına adım kadar emin olsamda, yine de temkinli davranarak oldukça rahat bir tavır takındım. "Doğru da," diye konuştum hafiften alaycı bir sesle. "Sen niye merak ettin bunu bu kadar?"
Arzu, hafifçe gülerek bakışlarını benim üzerimde gezdirdi. "Konakta onlarca adam kol geziyor, ne hikmetse bir tek sen görüyorsun adamı?" dedi şüpheci bir tavırla. "Sonra da hop ortadan kayboluvermişsin."
Alayla gülüp Arzu'nun üzerinde gezdirdim bakışlarımı. "Kuşlar hemen haber uçurmuş anlaşılan," diye mırıldandım korumaları kastederek. "Görende Azat'ı konağa ben soktum zannedecek."
Arzu, imalı bir tavırla arkasına yaslandı. "Valla Azat'ı bilmem ama abisi hakkında kesin bir şey diyemiyorum," dedi. "Dün gece ağzına düşecekti resmen. Hayırdır ne bu samimiyet?"
Arzu'nun ne amaçla söylediği açıkça belli olan bu cümlesine zerre aldırış etmeden belli belirsiz gülümsedim. "Senin gibi soğuk nevale gibi ortalıkta dolaşmaktansa insanlarla kaynaşmayı tercih ederim," dedim sakince. "Tabi sen önüne geleni düşman bellediğin için, böyle şeyler sana uzak geliyor normal olarak."
Arzu ifadesiz bir suratla, "Aslında tam tersi," diye mırıldandı. Gözlerindeki biz gibi ifadenin içinden seçebildiğim tek duygu saf nefretti. "Kader bu. Bakarsın seni bir gün Yaman'la nikah masasına oturtmuşuz... Bu en çok benim işime gelir."
Berşan Hanım'ın sesli bir şekilde güldüğünü işittim. Arzu'nun bakışları benden ayrılıp Berşan Hanım'a dönerken, Berşan Hanım'ın bakışlarına oldukça küçümseyici bir ifade yerleşmişti. "Dilba'nın üzerinde söz hakkınız olduğunu falan mı zannediyorsunuz siz Arzu?" diye sorduğunda, bu söylediğiyle beraber daha hızlı gülmeye başladı. "Birde böyle kendine güvene güvene konuşman yok mu? Vallahi alemsin ha..."
Arzu, tam ağzını açacağı sırada Lebriz Hanım ve Dilcan Hanım'ın olduğumuz tarafa doğru geldiklerini gördüm. Bununla beraber Arzu'nun suratı daha çok asılırken, Lebriz Hanım bakışlarıyla hepimizi tek tek süzdü ve geçip tekli koltuğa oturdu. Dilcan Hanım da yüzünde hafif bir tebessüm eşliğinde geçip yanımıza oturduğunda, Berşan Hanım duruşunu dikleştirerek Lebriz Hanım'a baktı. "Akşam şerifleriniz hayırlı olsun Büyük Hanım."
Lebriz Hanım, ağır ağır kafasını salladı ve bakışlarını kısaca avluda gezdirdi. "Niye hâlâ hazır değil bu sofra?" diye sordu, göz ucuyla Hatice'ye bakarak. "Ben aşağı indiğimde sofra hazır olacak demedim mi? İyice boşladınız işinizi..."
Hatice yazmasının uçlarını hafifçe çekiştirerek elindeki tepsiyi Lebriz Hanım'a gösterdi. "Vallahi mutfakta üç kişiyiz ama her şeye ben koşuyorum hanımım," diye konuştu. "Diğerlerin bir işin ucundan tuttukları yok, sabahtan akşama kadar dır dır edip duruyorlar. E bende yetişemiyorum haliyle."
Arzu'nun bakışları hızlıca Hatice'nin üzerine döndü. "Kahya karısı olan sensin," diye çıkıştı, sesi oldukça sert çıkmıştı. "Gelip burada şikayet edeceğine, yanındakilere laf geçirmeyi öğren. Onuda mı biz öğreteceğiz sana?"
Arzu'nun bu sert çıkışını bende dahil hiç kimse beklemiyordu. Bu yüzden kısa bir sessizlik oldu. Hatice kin dolu gözlerle Arzu'ya baktığında, Arzu'nun yüzünde alaycı bir ifade belirmişti. Lebriz Hanım, Hatice'ye taraf bakıp, "Sen işine bak," diye konuştuğunda, Hatice tek bir kelime dahi söylemeden yanımızdan uzaklaşmıştı.
Berşan Hanım, Arzu'ya bakıp sorarcasına kafasını salladı. "Ne diye kızdın sen şimdi kadına?" diye sordu. "Bilmediğimiz bir şey mi oldu?"
Arzu, huzursuz bir tavırla tekrar önüne döndü. "Bu Hatice'nin tavırları hiç hoşuma gitmiyor söyleyeyim," dedi. "Sinsi yılan."
"Neyse, yeter bu kadar," dedi Lebriz Hanım elini hafifçe kaldırarak. "Çalışanlarla münakaşa etmenin lüzumu yok. Herkes işiyle ilgilensin, kafi."
Lebriz Hanım bunu dediğinde Gaye'nin hafifçe koluma dokunduğunu hissettim. "Şuraya baksana bir," Eliyle Azer'in olduğu tarafı gösterdiğinde, bakışlarım yavaşça o tarafa döndü. "Yüzük mü takmış o?"
Gaye'nin söylediği bu şeyle beraber bakışlarım Azer'in ellerine indiğinde, bir an donup kaldım sanki. Güven'in ona uzattığı dosyayı alırken, parmağındaki yüzük, daha doğrusu alyans hemen gözüme çarpmıştı.
Boğazımın yandığını hissettim. Ensemden saç diplerime kadar uzanan bu yoğun ateş, bedenimin kaskatı kesilmesine sebep olurken, zihnim gördüğüm görüntüyü hazmetmekte zorlanıyordu. Bu nasıl bir duyguydu bilmiyorum ama, fiziksel hiçbir darbe olmamasına rağmen canımın acıdığını hissetmiştim adeta.
Alyansı takmıştı.
Daha bir kaç gün önce, onun Elvan'la gerçekten evli olmadığını öğrenmiştim. Belki de hayatımda ilk defa, imkansızın o kadar da imkansız olmadığını hissetmiş ve belki bir nebze umut etmiştim. Ama şimdi tüm o duvarlar paramparça olmuş, enkazları üzerime çökmüştü. Bunun canımı yakmaması gerekirdi. Ama eğer adına imkansız dedikleri o kör duygu gerçekten varsa, canımı korkunç derecede yakıyordu.
Ve ben buna mani olamıyordum.
Bedenimi saran o yoğun duygunun karşısına dikilen iradem, kontrolümü kaybetmeme izin vermediğinde, "Alyans," diye mırıldandım zorlukla, sesim bir demir kadar soğuktu.
"Evet onu diyorum işte," diye konuştu Gaye, ona bakmasamda kafasını salladığını hissedebilmiştim. "Normalde asla takmazdı, ne oluyor ya?"
Bakışlarımı Azer'den hızlıca ayırıp önüme döndüm ve arkama yaslandım. "Alyansı taktığına göre Elvan'la gidecek," diye konuştum, korkunç bir sakinlikle.
Gaye bir kaç saniye duraksadı. "Şaka gibi ya..."
"Kızlar," diye seslendiğini işittim birinin. Bakışlarım Lebriz Hanım'a taraf döndüğünde onların ayaklandığını yeni farketmiştim. "Hadi sofraya."
Lebriz Hanım ve diğerleri yemek masasına doğru ilerlerken, bir kaç saniye boyunca hiçbir tepki vermeden yerimde oturmaya devam ettim. Bu sırada bakışlarım tekrar Azer'i bulmuştu. Bu sefer onun gece karanlığı hareleri de beni bulduğunda, bedenim adeta buz tutmuştu. Yüzünde en ufak bir tereddüt aradım ama yoktu. O herzamanki sarsılmaz duruşuyla, tamamen kendinden emin görünüyordu. Ama gözleri, ruhumu paramparça eden o rüzgârı bahşediyordu göğüs kafesime bir kez daha. O yüzüğü bir kez daha takabilecek kadar acımasız olabiliyorken, gözlerinde gizleyemediği kapkaranlık bir ateşin küllerini görebiliyordum.
Bir de bakıyorsun ya bana böyle, güneşi indirsem yeryüzüne, durduramam artık bu rüzgârı.
Bakışlarımı ondan ayırmadan yavaşça ayağa kalktım ve ağır ağır yürümeye başladım. Elvan'ın bedeni bir kez daha aramıza girdiğinde, daha fazlasını görmeyi reddetti zihnim ve bakışlarımı başka tarafa çevirip sertçe sandalyeyi kendime doğru çektim. Ben yerime geçip oturduğumda, ona bakmasam bile bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
"Ali'm," Lebriz Hanım, Azer'e doğru dönüp eliyle Azer'in sandalyesini gösterdi. "Gelmeyecek misin?"
Göz ucuyla ona taraf baktığımda, o elindeki dosyayı Güven'e verdi ve koltuğun kenarına bıraktığı ceketini eline alarak Lebriz Hanım'a baktı. "Çıkacağım, işim var."
Azer, başka bir şey söylemeden yanımızdan geçip avludan çıktığında, Elvan koşar adımlarla onun peşinden ilerlemeye başladı. "Hadi iyi akşamlar," dedi çıkmadan hemen önce. "Size afiyet olsun."
Lebriz Hanım, hoşnutsuz bir ifadeyle Elvan'ın arkasından bakarken, Berşan Hanım oldukça rahat görünüyordu. Öyle ki, Elvan'ın arkasından küçümseyici bir ifadeyle bakıp alayla gülmüş ve yemeğini yemeye başlamıştı.
Elvan kapıdan çıktığında içimi kaplayan huzursuzlukla beraber bir müddet bekledim. Azer orada onu mu bekliyordu bilmiyordum ama zihnim gidip bakmama izin vermiyordu. Şu an burada değildi ve eğer onunla gitemeyecek olsaydı burada tam karşımda olurdu. En azından gitmediğini bana göstermesi gerekirdi ama o bir anda ortadan kaybolmuş ve beni kocaman bir soru işaretiyle baş başa bıkarmıştı.
Parmaklarımı ritmik bir şekilde masaya vurmaya başladığımda, bakışlarım bir an olsun avlu kapısından ayrılmamıştı.
Gir içeri.
Saniyeler geçti ama ne o içeri girdi, ne de ben bakışlarımı oradan ayırabildim. Karın boşluğuma bir bıçak saplanmış gibi acıdı canım. Yalan denen o canavarın buz gibi parmakları tenime dokunmaya başladığında dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırdım ve hızlıca ayağa kalktım.
Aptal.
Kimin ne düşüneceğini umursamadan merdivenlere doğru yöneldiğimde, gözlerime inen ateşin içimdeki buzu eritmesine izin vermedim. Hayır Dilba.
Onun için canın yanamaz senin.
Odamın önüne gelene kadar bir an bile arkama bakmamıştım. Kapıyı adeta kırarcasına açıp içeri girdiğimde, bir saniye bile beklemeden banyoya girdim ve kapıyı hızlıca kilitledim. Nefeslerim düzensizleşmeye başlarken, ellerimle lavabonun köşesine tutundum ve bakışlarımı aynadaki yansımama diktim.
Gözlerimin yanmaya başladığını hissederken, titreyen ellerime baktım saniyelerce. Bedenimdeki yoğun öfke bir anda dozunu arttırdığında ellerimi sinirle lavabonun fayansına vurdum bir kaç kez.
Aptal.
Aptal.
Aptal.
Ona inanarak çok büyük bir zayıflık yapmıştım. Allah kahretsin ki, kendimi ilk defa bu kadar aşağılanmış hissediyordum.
O, Elvan'la gitmişti.
Bana söz vermesine rağmen, gözümün içine baka baka Elvan'la gitmişti. Göz bebeklerime dolan nefret kalbimi durduracak raddeye getirdiğinde, nefessiz kalmış gibi derin bir nefes aldım. Bunu dakikalarca tekrarladığımda, zihnimde gitgide büyüyen bir düşünce kalbimi yavaş yavaş esir almaya başlamıştı.
Eğer gerçekten onunla gittiyse, bunu ona ödetecektim.
Musluğu açıp buz gibi suyla dakikalarca ellerimi yıkayıp defalarca kez yüzüme çarptım. Biraz olsun sakinleşmeyi bekliyordum ama içimdeki o yoğun duygu bir buz dağı gibi büyüyordu. Yüzümü kurulayıp, kilitlediğim banyo kapısını açtığımda karşımda dikilen kişi Gaye'den başkası değildi. Meraklı bir ifadeyle beni süzerken, onun yanından geçip pemcereye doğru ilerledim.
"İyi misin sen?" diye sordu arkamdan. "Betin benzin attı bir anda."
Pencereyi hızlıca açıp temiz havanın içeri girmesini sağladığımda, aklıma gelen şeyle beraber hızlıca Gaye'ye döndü bedenim. "Dışarı mı çıksak?"
Gaye, sorarcasına bana baktı. "Hava karardı, bu saate nereye çıkacağız?"
"Bunaldım içeride otur otur," diye konuştum tahammülsüz bir ifadeyle. "Çok güzel bir mekan buldum Midyat'ta, bir kaç saatliğine gider geliriz."
Sanırım dün gece Volki'den haber beklerken Midyat hakkında yaptığım ufak çaplı araştırma işime yarayacaktı.
Gaye biraz düşündü. "Bilemedim şimdi," dediğinde, sesi bir yandan istekli çıkmıştı. "Aslında güzel olurdu da bizimkiler hayatta izin vermezler."
Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim ve bir kaç saniye düşündüm. Lebriz Hanım hayatta müsade etmezdi, Gaye doğru söylüyordu ama illa ki onları atlatmanın bir yolu bulunurdu. "Sen şimdi aşağı inip annene, burada kalacağını söyle," diye konuşmaya başladım sakin bir şekilde. "Annen konaktan çıkınca bizde arka taraftan kayboluruz. Merak etme biz gidip gelene kadar kimsenin ruhu duymaz."
Gaye gergin bir ifadeyle bana baktı. "Nasıl bu kadar eminsin?"
Bıkkın bir tavırla gözlerimi devirdim. "İstemiyorsan gelme Gaye, ben yanlız giderim," dedim ona ters ters bakarak. "Ne kastın ya, alt tarafı dışarı çıkacağız."
Gaye bir kaç saniye sessiz kaldı ve en sonunda, "İyi tamam gidelim," diye konuştu. "Yakalanırsak tüm suç senin ama haberin olsun."
"Tamam, in hadi aşağıya," diye konuştum sabırsız bir şekilde. "Ruken ve Dilba'yla takılacağız falan de, uydur işte bir şeyler."
Gaye huzursuzca kafasını sallayıp ağır adımlarla odadan çıktığında, pencereyi sonuna kadar açtım ve esen soğuk rüzgarı içime çektim.
İçimde, alevlenen o yangın artık sönmeyecekti.
Bunu artık çok iyi biliyordum.
•••
Bu şehrin her karışı bana haramken, inatla üzerine basıp geçmekti intikamım. Yaren için çıktığım bu yol, yok olduğunu düşündüğüm duyguların önüme koyduğu taşlarla kapanıyordu ama ben buna izin vermeyecektim.
Oynadığım oyun her ne olursa olsun, orada kaybetmeye yer yoktu.
Taksi, bu gece için özel olarak seçtiğim o mekanın önünde durduğunda, bana dayattıkları tüm o kuralları arkamda bırakarak indim arabadan. Buraya gelebilmek için epey zorlandığımızı inkar edemezdim ama alışkın olduğum bu gizli kapaklı oyunlar uzun zamandır beni korkutmuyordu.
"Kimin mekanı burası ya, ilk defa görüyorum?" Gaye, taksiden inip bana yetişmeye çalışırken, sesi epey gergin çıkmıştı. Konağın arka tarafından, kimseye görünmeden çıkmak resmen bir mucizeydi. Bunun için artık rahattım ama Gaye için aynı şeyi söyleyemezdim.
Üzerime giydiğim, siyah yırtmaç detaylı mini eteği hafifçe çekiştirerek duruşunu düzelttim ve mekanın girişine doğru ilerlemeye başladım. "Ne fark eder?"
Gaye adımlarını hızlandırıp bana yetişti ve yanımda yürümeye başladı. "Çok şey fareder de sen bilirsin," Yoğun bir müzik sesi mekanın girişinden dışarı taşarken, beklemeden içeri girdik. "Ya keşke daha az kalabalık bir yere gitseydik," diye devam etti Gaye. "Burası Midyat'ın ortasında resmen, çok göze batarız."
"Bir şey olmaz," diye geçiştirip mekanın içine kısaca göz gezdirdim.
Çok büyük sayılamayacak, yeni açıldığı belli olan gece kulübü tarzı bir yerdi. İçerisinin tıklım tıklım kalabalık olduğu söylenemezdi ama yine de kayda değer bir şekilde dolu sayılırdı. Çalan hareketli müzik ile beraber, mekanın bir köşesinde zil zurna sarhoş olan bir grup dans etmeye başlamıştı bile.
Saat neredeyse on bire geliyordu. Evet, bu saatte böyle bir mekanda olmamız hiç doğru karşılanmayacaktı ama şuan hiçbir şey umurumda değildi. Sadece kafa dağıtmak istiyordum.
Gaye, hafifçe bana yaklaşıp kulağıma doğru eğildi. "Burası benim hiç hoşuma gitmedi haberin olsun," dedi gergin bir ifadeyle. "Başka bir yere mi gitsek?"
Gaye'ye bakıp gözlerimi devirdim. "Çay bahçesine falan mı gitmemizi istersin?" diye sordum alayla ve beklemeden bar kısmına doğru yürümeye devam ettim. "Mis gibi mekan işte."
Bar tezgâhının karşısında ki taburelerden birinde oturan Helin'i farkettiğimde, onun olduğu tarafa doğru ilerledim. Helin'in bakışları da aynı anda beni bulmuştu. Ayağa kalkıp bana doğru döndüğünde hafifçe gülümseyip elini kaldırdı.
"Fazla beklettik mi?" diye sorduğumda, Helin olumsuz anlamda kafasını salladı ve hızlıca bana sarıldı.
"Yok ya bende yeni geldim zaten."
Gaye, Helin'i çağıracağımdan habersiz olduğu için biraz şaşırmıştı. Sorarcasına bana baktığında, kafamla Helin'i gösterip gülümsedim. "Siz tanışmadınız değil mi?" diye sordum ve hafifçe Helin'in omzuna dokundum. "Helin benim en yakın arkadaşım, zaten biliyorsun."
Gaye hafifçe gülümsedi. Ruken olayından sonra Helin'e karşı ön yargıları olduğunu biliyordum, o da bunu gizleme gereği duymadan belli belirsiz kafasını salladı. "Evet biliyorum," diye mırıldandı mesafeli bir sesle. "Bende Gaye, Dilba'nın kuzeniyim."
Helin gülümseme gereği duymadan hafifçe kafasını salladığında, "E hadi oturalım," diye konuştum ve geçip taburelerden birine oturdum.
Onlar da benimle beraber taburelere geçip oturduklarında, hızlıca barmene dönüp sert bir içecek hazırlamasını istedim ve göz ucuyla Helin ve Gaye'ye baktım. "Siz ne içersiniz?"
Helin hafifçe gülümsedi. "O biraz ağır değil mi Dilba?"
Umursamaz bir ifadeyle omuz silktiğimde, onlarda siparişlerini hızlıca vermişlerdi. Gaye hafifçe bana dönüp, sorarcasına kafasını salladı. "Çok geç kalmayız değil mi konağa?"
Bakışlarım mekanın içinde gezinirken, "Merak etme," diye mırıldandım. "Hem kimse bilmiyor dışarıda olduğumuzu, rahat ol."
Barmen hazırladığı içecekleri bize servis ederken, Helin meraklı bir ifadeyle beni inceliyordu. "Gizlice mi çıktınız?"
"Maalesef," diye yanıtladı Gaye benim yerime. "Konaktakiler asla izin vermezdi yanımızda kimse olmadan böyle bir yere gelmemize yoksa."
Helin'in bakışları imayla bana döndü ve bir müddet duraksadı. Aklından geçen şeyi tahmin ettiğim için, bakışlarımı kaçırdığımda o dudaklarına yayılan hafif bir tebessümle bana bakmaya devam etti. "Boranlı'lar biraz fazla korumacı sanırım," dedi imalı bir sesle. "Özellikle Azer Boranlı, değil mi Dilba?"
Ters ters Helin'e baktığımda, o gülümsemeye devam etti bir müddet. O hala Azer'i evli zannediyordu, bu yüzden konuya nasıl baktığını az çok tahmin edebiliyordum. Ona anlatmayı düşünsemde, artık anlatmam için bir sebep kalmamıştı. Zira artık Azer'in evli olup olmadığı benide ilgilendirmiyordu.
Barmenin uzattığı kristal bardağı kendime doğru çektim ve içindeki sıvıdan büyük bir yudum aldım. İçkinin yoğun acı tadı, yüzümü buruşturmama sebep olurken mekanın içini dolduran yüksek müzik kafamın içinde yankılanıyordu adeta. Konuyu değiştirmek adına Helin'e taraf dönüp, "Hastanede miydin bugün?" diye sordum.
Helin olumsuz anlamda kafasını salladı. "İzinliydim," dedi. "Tüm gün annemin yanındaydım, uzun zamandır ilgilenemiyordum."
Helin'in annesinden bahsederken resmen gözlerinin içi gülüyordu. Annesinin hastalığı yüzünden ona karşı çok hassastı. Sanırım kendi annemle böyle bir anne kız ilişkimiz olmadığı için bana böyle şeyler çok uzak geliyordu. Hafifçe gülümseyip, "Annen nasıl?" diye sordum. "Tedavisi en son iyiye gidiyor demiştin."
Helin hafifçe kafasını salladı. "İyi," dedi. "Daha da iyi olacak inşallah."
Aniden, geçen gün Orkun'un bana sorduğu soruyu anımsadığımda, beklemeden Helin'e baktım. "Ya Helo," diye mırıldandım sakince. "Siz bu Orkun'la tanışıyor musunuz?"
Helin, sorduğum bu soruyla beraber bir müddet duraksadı. Duruşunu dikleştirip önündeki içecekten bir yudum aldığında gerildiğini anlayabilmiştim. "Nereden çıktı bu şimdi?"
"Geçen gün seni sordu bana," diye konuştum pat diye.
Helin'in kaşları hafifçe çatıldı. "Ne sordu?"
Alayla gülüp, "Nerede yaşadığını falan sordu," diye yanıtladım ve merakla Helin'e çevirdim bakışlarımı. "Ben anlamadım, siz ne ara tanıştınız?"
Helin bir müddet düşündü. Sinirle gözlerini devirdiğinde, "Söylemedin değil mi Dilba?" diye sordu.
Anlaşılan o ki, Orkun'la aralarında bir şeyler geçmişti. Helin'in bu tavırlarını çok iyi tanıyordum, en azın
dan altı boş bir konu olmadığının farkındaydım. İfadesini ölçmek adına bakışlarımı ondan ayırmadım. "Söylemedim merak etme," dedim düz bir sesle. "Ama baya ısrarcıydı."
"Ha bir de ısrar ediyor öyle mi?" diye sordu Helin, ardından hafifçe bar tezgahına yaslandı. "Ukala."
"Vay be, Orkun'a bak sen," diye araya girdi Gaye hafifçe gülerek. "Aranızda bizim bilmediğimiz bir şey mi var yoksa?"
Helin bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Benim onunla aramda ne olabilir?" diye sordu. "Güya özür dileyecekmiş, o gün söylediği şey için."
Kaşlarımı hafifçe çattım. "Orkun mu özür dileyecekmiş?"
"Sadece onun için değil," dedi Helin gergin bir tavırla. "Biz birkaç kez daha karşılaştık..." Biraz duraksadı. "Of neyse sonra anlatırım, sırası değil şimdi."
"Ya ben şimdi daha çok merak ettim," diye ısrar etti Gaye. "Anlat işte ne olacak."
Kafamı sallayarak Gaye'ye katıldığımda, Helin sıkıntıyla iç çekti ve göz ucuyla bir Gaye'ye bir bana baktı. "Ben sana anlatmıştım ya hani, Adil Bey'in oğlu hastaneye geldi babasını sordu diye," Elindeki bardağı bırakıp bize döndü tamamen. "Bu hastaneden çıkmadan Azat geldi yanıma, bir şeyler söyleyip af diledi. Orkun bunu görünce, biz Azat'la hâlâ görüşüyoruz zannedip yanlış anlamış. Yanımıza gelip saçma sapan konuştu," diye devam etti. "Bende dayanamayıp tokat attım."
"Ne?" Gaye oldukça şaşkın bir ifadeyle, Helin'e baktığında bende bunu beklemediğim için şaşırmıştım.
Kafamda parçalar yavaş yavaş birleşirken, "O yüzden mi sen konağa geldiğinde o lafları söyledi?" diye sordum, ardından alayla güldüm. "Anlaşılan Ruken'i de inandırmış bu yalana."
Helin, histerik bir şekilde güldü ve bir kaç saniye hiçbir şey söylemeden bekledi. "Resmen metres dedi ya," diye söylendi, sesi hafiften öfkeli çıkmıştı. "Öyle olmadığımı öğrendi tabi, aklınca affettirmeye çalışıyor kendini. Sen kendini ne zannediyorsun da ben seni affedeceğim ya... Birde utanmadan evimin adresini istemiş."
Helin bu konuda beklediğimden çok daha doluydu anlaşılan. Öyle ki bir süre sadece Orkun'un ne kadar ukala biri olduğuyla ilgili konuştu.
Maalesef haklıydı.
Helin, yaklaşık yirmi dakika boyunca üzerinden atamadığı bir öfkeyle söylenmeye devam ederken, benim dikkatim kapıya doğru kaymıştı. Azat, yanında genç bir kızla beraber mekana girdiğinde, alaycı bir tavırla onlara taraf baktım. "Şu gelene bakın."
Helin ve Gaye'nin bakışları benim baktığım yöne döndüğünde Helin, "Yok artık," diye konuştu. "Bunların ne işi var burada ya?"
Mekânım Çibran'lara ait olduğunu bilmediklerinden şaşırmaları normaldi. Bozuntuya vermeyip, Helin'e taraf döndüğümde Helin hoşnutsuz bir tavırla onlardan bakışlarını ayırdı ve bana baktı. "Bıktım her yerde bunu görmekten, inatla karşıma çıkıyor sanki."
Gaye, gözlerini onlardan ayırmadan, "Yanındaki kız kim?" diye sordu. "Yediği haltlar yetmiyormuş gibi birde yeni sevgili mi yapmış... Bak bize doğru geliyorlar."
Gaye bunu söylediğinde göz ucuyla onlara taraf baktım. Gerçekten de, bize taraf geliyorlardı. Azat, pişkin pişkin sırıtarak yanındaki kızın omzuna kolunu attığında, bakışları tek tek hepimizin üzerinde gezinmişti. "Sizde mi buradaydınız ya?"
Helin'in bakışları hızlıca Azat'a döndü. "Bize bulaşma," diye konuştu, sesi oldukça öfkeli çıkmıştı. "Gece gece hiç seninle uğraşamam."
Azat alayla güldü ve Helin'i baştan aşağı süzdü. "Merak etmeyin olay çıkarmaya gelmedim," dedi göz ucuyla yanındaki kıza bakarak. "Eğlenmeyede mi hakkımız yok?"
Helin, Azat'a daha fazla tahammül edemeyip oturduğu yerden kalktı ve bana baktı. "Ben lavaboya gidiyorum."
Helin ters ters Azat'a bakıp yanımızdan uzaklaştığında, Azat'ın yanındaki kız anlam veremeyen bir ifadeyle Helin'in arkasından baktı ve sonra bana taraf dönüp hafifçe gülümsedi. "Sen Adil Boranlı'nın kızı değil misin? Azer Boranlı'nın düğününde görmüştüm seni," dedi bana doğru elini uzatarak. "Bu arada Sevde ben."
Göz ucuyla kızı baştan aşağı süzdüm ve samimiyetsiz bir tavırla elimi uzattım. "Memnun oldum," diye konuştuğumda bakışlarım bize taraf bakan Azat'ı bulmuştu. Gözlerimi devirip, adının Sevde olduğunu öğrendiğim kıza çevirdim bakışlarımı. "Takılıyor musunuz siz?"
Sevde göz ucuyla Azat'a baktı ve hafifçe gülümsedi. "Daha çok yeni, tanışma aşamasındayız diyebiliriz."
Kendimi tutamayıp alayla güldüm. "Bence hiç bulaşma," dedim sesimi hafifçe kısarak. "Sana da yazık olmasın."
Sevde anlam veremeyen bir ifadeyle önce bana sonra Gaye'ye baktı. "Pardon, anlamadım?" diye sordu. "Bilmediğim bir şey mi var?"
"Bilmediğin çok şey var tatlım ya," dedi Gaye bar tezgahına hafifçe yaslanarak.
Azat, kaşlarını hafifçe çatarak önce bize, sonra da Sevde'ye baktı. "Dinleme sen bunları, boş boş konuşuyorlar işte."
"Bu Azat'ın sicil pek temiz değil anlayacağın," diye araya girdim, Azat'ı görmezden gelerek. "Aldatma, sahtekarlık her şey var bunda. O yüzden bizi dinle sen."
Sevde, göz ucuyla Azat'a baktı ve bozulmuş bir ifadeyle çantasını omzuna taktı. Tam bu sırada Helin tekrar yanımıza geru dönmüştü. Sevde, "Bence biz bu konuyu konuşalım Azat," diye mırıldanıp moralsiz bir şekilde yanımızdan uzaklaştığında, Azat öfkeyle bize bakıp kızın peşinden yürümeye başlamıştı.
"Ne oldu bunlara?" diye sordu Helin, onların arkasından bakarak.
Gaye hafifçe kafasını sallayıp, "Azat hakkında bir kaç bir şey söyledik bozuldu hemen," diye yanıtladı Helin'i. "Gerçekler ağır geldi herhalde."
Helin histerik bir şekilde gülerek Gaye'ye baktı. "Azat'ı insandan saymakla hata etmiş," dedi tiksinircesine. "İyi yapmışsınız azından bizim düştüğümüz hataya düşmez kız."
Kristal bardağı dudaklarıma yaslayıp, içindeki sıvıdan büyük bir yudum aldım ve bardağı barmene uzattım. "Doldurur musun?"
Barmen beni kafasıyla onaylarken, Gaye ve Helin'in bakışları aynı anda bana dönmüştü. Helin kaşlarını çatarak, "Biraz fazla olmadı mı Dilba?" diye sorduğunda, göz ucuyla ona baktım. "Sana iyi gelmiyor, biliyorsun."
Barmen, doldurduğu bardağı bana uzatırken Helin'in dediği şeyi umursamadan bardağı aldım ve bir yudum daha alarak bardağı tezgahın üzerine bıraktım. "Ne işim var benim burada ya," diye mırıldandım belli belirsiz. "Kalsaydın işte Ankara'da..."
"Hayırdır," dedi Helin sorarcasına. "Senin moralin bir şeye fena bozulmuş o belli de, çözebilene aşk olsun."
Helin'e taraf bakmadan, "Boğuluyorum sanki," diye konuştum, sakince. Daha çok kendimle konuşuyordum.
Gaye, sorarcasına Helin'e baktı ve sonra bana çevirdi bakışlarını. "Neyin var senin ya?"
Bu soruya cevap vermek yerine yaklaşık yarım saat boyunca içmeye devam ettim. Gördüğüm şey aklımdan silinsin istiyordum. Kabul etmesemde, o alyans beni ciddi anlamda dumura uğratmıştı.
Bunu gizleyemiyordum. Daha doğrusu gizleme gereği duymuyordum. Öyle ki Helin ve Gaye bile bana daha fazla soru sormaya devam etmediler. Çünkü şuan herkesin kabini kırabilecek kadar, bozuktu moralim.
"Oo, kimleri görüyorum..." Tanıdık bir ses uzun süren bu sessizliği böldüğünde bakışlarımı yavaşça çevirip sesin sahibine baktım.
"Yaman?"
Yaman gülümseyerek beni baştan aşağı süzdü. "Açıkçası, mekanımda bu kadar güzel kadınları görmeyi beklemiyordum."
Yaman'ın bakışları tek tek hepimizin üzerinde gezinirken, Gaye'nin bakışları hızlıca bana dönmüştü. "Burası Çibran'ların mıymış?"
Umursamaz bir ifadeyle kafamı salladığımda, Gaye'nin sorusunu Yaman yanıtlamıştı. "Bilmemen normal, daha geçen ay açtık. Çok yeni yani."
"İnanamıyorum sana Dilba," diye konuştu Gaye tedirgin bir ifadeyle. "Biri buraya geldiğimizi öğrenirse mahvoluruz, bunu biliyorsun değil mi?"
Yaman ellerini ceplerine koyarak, "Bence abartıyorsunuz," diye mırıldandı. "Eğlenmekte mi yasak yani."
Gaye huzursuzca iç çekti. "Eğer mekan size aitse evet yasak."
"Yaman haklı," diye konuştum göz ucuyla Gaye'ye bakarak. "Kasma bu kadar."
Helin uyarırcasına bana baktı. "Şu an burada olmamız ne kadar doğru bilmiyorum Dilba."
"Bana göre yanlış değil en azından," diye yanıtladım Helin'i hızlıca, ardından hafifçe gülümseyerek Yaman'a baktım. "Otursana."
Yaman kibarca kafasını salladı. "Memnuniyetle." Yaman benim hemen yanımdaki tabureye oturduğunda, Helin ve Gaye'nin bakışlarını umursamadan hafifçe Yaman'a taraf döndüm. O ise, bakışlarını yavaşça üzerimde gezdirdi. "Sanırım dün için sana ufak bir teşekkür borcum var. Açık konuşmak gerekirse, beni savunmanı beklemiyordum."
Rahat bir tavırla omuz silktim. "Kardeşinin suçunu sana yıkacak değilim sonuçta."
Yaman barmene bir el işareti yapıp tekrar bana döndü. "Azer o kadar sert çıkıştı ki, bir an ben bile suçlu olduğuma inandım," dedi alayla gülerek. "Azer'le pek yıldızımız barışmazdı doğru ama son zamanlarda bizzat düşman gibi görüyor beni."
"Emin ol Azer'in sana düşman olmasını istemezsin," diye araya girdi Gaye ters bir tavırla. "Ve bu gidişle daha kötüsü olacak gibi duruyor," Gaye uyarırcasına bana baktı. "Daha fazla burada kalmaya devam edersek hiç iyi şeyler olmayacak, bilmem anlatabiliyor muyum?"
Sıkılmış gibi yaparak Gaye'ye baktım. "Çok korkuyorsan kapı orada," diye konuştum aksi bir tavırla. "Ama bence abartmanı gerektirecek bir durum yok."
Helin, huzursuz bir tavırla bana bakıp, "Dilba," diye konuştuğunda ben önümdeki bardağı tekrar elime almıştım.
"Ee, sen ne yapıyorsun," diye tekrar lafa girdi Yaman. "Çalışma gibi bir planın var mı?
Olumsuz anlamda kafamı salladım ve içecekten ufak bir yudum aldım. "Pek benlik değil," diye mırıldandım sakince. "Hastane falan hiç uğraşamam."
Helin göz ucuyla bana baktı ve hafifçe gülümsedi. "Fakülteden çıktığı gibi kendini gece kulübüplerine atıp şarkıcılık yaptığı için pek hevesi yok tabi," İmalı bir tavırla kafasını salladı. "Kızımız doktor oldu ama iğne yap desen yapmaz..."
Yaman, şaşkın bir ifadeyle bana baktı. "Şarkıcılık geçmişin olduğunu bilmiyordum, bak bunu öğrendiğim iyi oldu."
Histerik bir tebessüm eşliğinde, Yaman'a baktım. "Konservatuar okumak istemiştim aslında ama bazen ben bile kafama göre hareket edemiyorum," diye konuştum. "Ona da hevesim kalmadı zaten."
"Bir gün dinlemek isterim," dedi Yaman istekli bir tavırla. Ardından hafifçe bana yaklaştı. "Hatta, benim mekanımda sahneye çıkmayı kabul edersen beni çok mutlu edersin."
"Sanmıyorum," diye konuştum beklemeden. "O kadar şeyin arasında ona sıra gelmez emin ol."
Yaman hafifçe gülümsedi ve kafasını salladı. "Bence yine de aklında bulunsun."
Helin'in alayla güldüğünü işittim. "Sen herhalde, Boranlı'lar mekanı başına yıksın istiyorsun."
Gaye, "Burada olmamız bile hata," diye konuştu stresli bir sesle. "Azer üstüne birde bunu öğrenirse olacakları sen düşün artık." Ardından aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Gerçi onun bugün daha önemli işleri var," dedi, imalı bir sesle. "Hayır yani, Elvan'ın ailesi ne alakaysa..."
Elimdeki bardağı kafama dikip, art arda bir kaç yudum aldığımda beni durduran şey Helin'in elimi tutarak bardağı dudaklarımdan uzaklaştırması olmuştu. "Ne yapıyorsun Dilba, yavaş."
Umursamaz bir ifadeyle omuz silktim ve dirseklerimi bar tezgahına yaslayarak Yaman'a taraf baktım. "Sen niye her yerden çıkıyorsun, ben onu anlamadım?" diye sordum, sanırım gerçekten fazla içmiştim.
Sen kendin seçtin bu mekanı Dilba.
Yaman bu söylediğim şeye gülerek karşılık verdi ve elinde tuttuğu kristal bardağı hafifçe havaya kaldırdı. "Mardin o kadar da büyük bir yer değilmiş demek ki," Hafifçe bana yaklaştı ve diğerlerinin duymasını istemiyor gibi kulağıma doğru eğildi. "Belki de kader karşılaştırıyordur," dediğinde sesi imalıydı. "O yüzden bence daha sık görüşmeliyiz."
Gözlerimi devirme isteğimi zorlukla bastırıp, alayla ona baktım ve bar tezgâhının üzerine bıraktığı telefonuna uzandım. Ne yaptığımı anladığı için, yüzüne keyifli bir ifade yayılırken ben telefon numaramı onun rehberine çoktan kaydetmiştim.
Bu saçma şeyi neden yaptım bilmiyorum ama, içimde ki o garip meydan okuma hissiyle başa çıkamıyordum.
Madem verilen sözler tutulmuyordu, o zaman ben de onun dediklerinin tam tersini yapardım.
Telefonu ona uzattığımda, Yaman telefonu benden alıp hafifçe kafasını salladı. "İşte bu çok iyi oldu."
Gaye'nin hemen yanımdan koluma dokunduğunu hissettiğimde ona taraf dönüp, "Ne var?" diye sordum.
Gaye, önce Yaman'a sonra da bana baktı ve kulağıma doğru eğildi. "Sende amma flörtöz çıktın," diye konuştu. "Dua et kimsenin kulağına gitmesin."
Ters ters Gaye'ye baktım. "Sen söylemezsen kimsenin haberi olmaz tatlım."
Gaye, gözlerini devirip Helin'e taraf döndü. "Bence çıkalım artık, çok geç oldu."
Helin, hafifçe kafasını sallayıp Gaye'yi onayladı. "Bence de," dedi düz bir sesle ve uyarırcasına bana baktı. "Hadi Dilba."
Olumsuz anlamda omuz silktim. Saatin yeterince geç olduğunu farkındaydım ama hâlâ konağa dönmek istemiyordum. Sinirlerim epey bozuktu bu yüzden sabaha kadar dışarıda kafa dağıtmaya razıydım. Umursamaz bir ifadeyle onlara taraf bakıp, "Siz gidin," diye mırıldandım. "Ben kalacağım."
Helin, bana doğru yürüyüp kolumdan tuttu ve hafifçe çekiştirdi. "Seni burada bırakıp hiçbir yere gitmiyorum Dilba," diye konuştu. "Daha fazla saçmalamadan kalk hadi."
Kolumu çekip, gözlerimi devirdiğimde Helin sabır dilercesine derin bir nefes aldı ve beni bir kez daha çekiştirdi. "Siz bir rahat bıraksanıza beni ya," diye konuştum ters bir tavırla. "Çekiştirip durma beni Helo..."
Helin, söylediklerimi zerre umursamadan beni ayağa kaldırdı ve çekiştirerek yürümemi sağladı. Hafifçe geriye doğru uzanıp, bar tezgâhının üzerine bıraktığım çantamı aldığımda pes edercesine Helin ve Gaye ile çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştı adımlarım. Kolumu Helin'den kurtarıp, "Tamam geliyorum işte," diye söylendiğimde Helin'in bakışları tekrar bana dönmüştü.
"Ben sonra alacağım senin hesabını," diye konuşup hafifçe kafasını salladı. "Gerçi ben senin aklında ne var onu çok iyi biliyorum, merak etme sen."
Tam ona cevap vereceğim sırada, karşımıza çıkan bedenle beraber üçümüzünde adımları duraksamıştı. Aklım şuan yeterince bulanık olduğundan, ilk başta karşımıza dikilen yabancı bedeni tanıyamadım ama kafamı biraz daha kaldırıp adamın yüzüne baktığımda, bu yüzü ilk defa görmediğimi anımsamıştım.
Adam, bir kaç saniye boyunca bakışlarını üzerimde gezdirdi ve o an gözlerine bir korku düştü. Gaye ve Helin birbirlerine bakarak ne olduğunu anlamaya çalışırlarken, benim bakışlarım adamın üzerinden ayrılmamıştı.
"Siz," diye mırıldanıp sorarcasına adama baktığımda adam gergin bir şekilde etrafına baktı.
"Burada olmamanız gerekiyor," dediğinde, sesindeki korkuyu çok net hissedebilmiştim.
Davet için alışverişe çıktığımız gün, karşıma çıkan adamdı bu.
Şervan.
"Bir dakika," diye konuştum aklıma gelen şeyle beraber. "Sen o gün alışveriş merkezinde karşılaştığım adam değil misin? Yanında yaşlı bir kadın vardı..."
Adam sabırsız bir ifadeyle kafasını salladı ve sonra bana bakmadan kapıyı gösterdi. "Uzaklaşın buradan, kimseyle de konuşmayın."
Adam bunu söylediğinde Yaman, bir kaç adım ilerleyip adamın karşısında durdu ve sorarcasına adama baktı. "Kızlar benim misafirim Şervan Ağa, hayırdır bir sorun mu var?"
Şervan, bir kaç saniye duraksadı ve ardından oldukça ciddi bir ifadeyle Yaman'a baktı. "O zaman al misafirlerini ve çıkart buradan Yaman, yoksa olacaklara ben bile mani olamam."
"Hayırdır ya?" diye çıkıştım kafamı hafifçe sallayarak. "Sizin tam olarak derdiniz ne, kimden koruyorsunuz bizi?"
"Benden."
Aramıza bıçak gibi giren bu yüksek sesle beraber burada bulunan herkesin bakışları sesin sahibine taraf döndü. Bu ses daha önce görmediğime kesinlikle emin olduğum kırklı yaşlarında bir adama aitti. Omuzuna aldığı siyah ceketini eliyle geriye doğru ittip düşmesini sağladığında hemen arkasında bekleyen adam ceketi son anda yakalayıp özenle tutmuştu.
Adam bize doğru yaklaştıkça yüzüne vuran ışıkla beraber kaşının biraz üstünden başlayıp çenesine kadar uzanan derin bir yara izi gözüme çarpmıştı. Adamın gözlerinde hüküm süren o nefret ve saf kötülük, bir an duraksamama neden olmuştu. Bu daha önce hiç kimsede görmediğim kadar korkunç bir şeydi çünkü bu adam tüyler ürpertecek kadar yoğun bir kinle bakıyordu.
Şervan, gelen adama doğru bakıp hafifçe kafasını salladı. Sanırım korktuğu şey tam olarak buydu. Adam Şervan'a bakmadan benim üzerime yürümeye başladığında, istemsizce bir adım geriledim. "Benden korumaya çalışıyorlar," Adamın suratına sinsi bir gülümseme yayıldı. "Asla yapamayacaklarını bile bile."
Helin'in koluma dokunduğunu hissettim. "Dilba hadi gidelim buradan."
Gözlerimi hafifçe kıstım ve sorarcasına karşımdaki adama baktım. "Kimsin sen?"
Adam, göz ucuyla Şervan'a baktı ve sonra sesli bir şekilde gülmeye başladı. Bu kesinlikle sağlıklı bir gülüş değildi. "Duydun mu Şervan, siz kimsiniz diyor," Gülüşü biraz daha hararetlenirken bakışları tekrar beni buldu. "O şeref yoksunu anan anlatmadı mı bizim kim olduğumuzu?"
"Konu ne bilmiyorum ama burada böyle konuşamazsınız," diye araya girdi Yaman ve ardından korumalara ufak bir el işareti yaptı.
Adamlar tam geleceği sırada, Şervan bir kaç adım ileri çıktı. "Yavaş."
Diğer adam ise, gözlerini benden ayırmıştı. "Söylemedi mi lan namusumuzu nasıl beş paralık ettiğini?"
Alayla gülüp kafamı salladım. "Şimdi anlaşıldı," dedim duruşumu dikleştirerek.
"Dilba kim bunlar?" diye sordu Helin gergin bir tavırla.
Adam bir adım ilerleyip önce Helin'e sonra bana baktı. "Botan Sahran," diye konuştu oldukça yüksek ve sert bir sesle. "Bir zamanlar Bûke'nin abisiydim."
Bir zamanlar.
Bu adamın geçen gün Cenap Ağa'nın bahsettiği adam olduğunu anladığımda bedenime çöken gerginliğe mani olamamıştım. Şu an bu adamla karşı karşıya olmam çok tehlikeliydi ve ben şuan o tehlikenin merkezindeydim.
Bir adım daha gerileyip, nefretle adama baktım. "Ne istiyorsun sen benden?"
Adam tehlikeli bir ifadeyle gülmeye devam ederken, tiksinircesine adamın üzerinde gezindi bakışlarım. Adam geriye çekilmemi fırsat bilerek üzerime yürümeye devam etti. "Bûke'nin canını," dedi yüzüme doğru bağırarak. "Ya da soysuz kızının canını..."
"Senin evveliyatını sikerim lan!" Adamın ağzından çıkan son lafla beraber, mekânın içini Azer'in sert sesi doldurduğunda herkesin bakışları hızlıca o taraf döndü ama biz daha ne olduğunu anlamadan Azer elinde tuttuğu silahın kabzasını Botan denen adamın kafasına geçirmişti.
Helin, Gaye ve ben aynı anda geriye doğru çekildiğimizde Azer kafasını Botan'ın yüzüne öyle bir geçirdi ki adam, geriye doğru savrulup sertçe yere kapaklandı. Azer'in durmasını bekledim lakin o Botan'ın üzerine eğilerek yumruklarını art arda suratına geçirdi. "Geberteceğim lan seni," Bir eli Botan denen adamın boğazına sarılırken, diğer eliyle sert bir yumruk daha geçirdi adamın yüzüne. "Şerefini siktiğimin piçi."
Bir anlık şokla, "Azer," diye mırıldandım sonra bakışlarım Güven'e taraf döndü. "Güven bir şey yap."
Güven elindeki silahı beline yerleştirdiğinde muhtemelen Azer ile beraber gelen adamlar, Botan'ın adamlarının kafasına çoktan silahı dayamışlardı. Güven, Azer'i tutarak, "Abi," diye konuştuğunda Azer onu duymamıştı bile.
Adeta delirmiş gibi adama vurmaya devam ederken, Botan'ın yüzü kanlar içinde kalmış ve nefes alamadığı için gözleri kocaman açılmıştı. Güven, bir kez daha, Azer'e seslendi ama Azer'in durmaya niyeti yoktu anlaşılan. Tam o sırada, Güven'in el işaretiyle iki adam daha Azer'i tutup ayırmaya çalıştılar. Zorda olsa Azer'i geriye doğru çekmeyi başardıklarında, Azer adamlardan birini sertçe itip tekrar Botan'a saldırmaya yeltendi. "Bırak," diye sertçe bağırdığında Güven Azer'in önüne geçerek onu engellemişti bir kez daha. Azer, Botan'a taraf bakıp, öfkeyle kükredi. "O lafları burnundan fitil fitil getireceğim, anladın mı lan beni?"
Botan, eliyle boynunu tuttu ve öksürerek doğrulmaya çalıştı. Şervan'ın yardımıyla beraber hafifçe doğrulmayı başardığında, kanlar içinde kalan yüzünde hastalıklı bir gülümseme belirmişti. "Uzun zaman sonra beni böyle mi karşılıyorsun?" diye sordu Azer'e taraf bakarak. "Anlaşılan damarına fena bastık Boranlı?"
Azer, bu sefer Güven'i sertçe itip öfkeyle Botan'ın üzerine yürüdü ve eğilip yakasından tutarak oldukça sert bir şekilde duvara çarptı adamın bedenini. Botan, acıyla inlediğinde Şervan ve Güven onları ayırmaya çalışıyorlardı ama hiçbir şey Azer'in öfkesine mani olmaya yetmedi. "Senin canını alırım Botan," diye konuştu dişlerinin arasından ve Botan'ı hafifçe kendine çekip sonra tekrar duvara çarptı. "Eğer can damarıma dokunursan," Gözlerine kapkaranlık ve tehditkar bir ifade indi. "Andım olsun senin canını alırım."
Azer, Botan'ı bir çöp gibi yere fırlattığında Botan kafasını yerden kaldırarak Azer'e baktı tekrar. "Er yada geç öleceğim zaten," dedi arsızca gülmeye devam ederken. Ardından bakışları beni buldu. "Ama tek başıma değil."
Azer o an ne düşündü bilmiyorum ama, belindeki silahı saniyeler içinde çıkarıp Botan'a doğrulttuğunda, gözlerindeki o öfkeyi en net haliyle hissedebilmiştim. "Bir daha söyle lan," diye sertçe konuşup, ateş saçan gözlerini Botan'ın üzerine dikti. Botan sessiz kaldığında, bir kaç saniyelik kısa bir sessizlik oldu mekânın içinde. Azer, hiç beklemediğim bir anda silahı havaya kaldırıp üç el ateş etti. Bu sırada herkes istemsizce irkilmişti. Azer'in elindeki silahın namlusu bir kez daha Botan'ı hedef aldığında, herkes Azer'in gayet ciddi olduğunu anlamıştı. "Konuş dedim."
Daha fazla dayanamayıp Azer'e doğru ilerledim ve anlık refleks ile elim koluna temas etti. "Azer," diye konuştum bakışlarım tetiğe baskı uygulayan parmaklarından ayrılmazken. "Yapma."
Azer'in bakışları bana bir an bile değmedi ama saniyelik olarak yüzünün kasıldığını görebilmiştim. Mekânın içinde dolaşan sessizlik, geçen her saniyeyi koynunda katlederken, Azer kendine hakim olmak istercesine burnundan sert bir nefes aldı ve tabancayı tutan elleri sıkılaştı. Botan'a doğrulttuğu tabancayı tehditkar bir ifadeyle hafifçe sallayıp, öfkeyle bir kaç saniye gözlerini yumdu. "Dua et," diye konuştu beton gibi bir sesle. "Dua et zamanı değil."
Azer silahı tekrar beline yerleştirip göz ucuyla Güven'e baktı ve kafasıyla Helin ve Gaye'yi gösterdi. "Hemen çıkar kızları buradan."
Güven hızlıca, Gaye ve Helin'e yöneldiğinde Azer'in bakışlarıda hızlıca beni bulmuştu. Tam bu sırada, Yaman'ın bize doğru yaklaştığını gördüm. "Dilba istersen..."
"Kes lan sesini," diye araya girdi Azer, Yaman'ın sözünü keserek. Ardından tehditkar bir ifadeyle belli belirsiz kafasını salladı. "Seninle de görüşeceğiz Yaman efendi."
Azer etrafta kimin olduğunu umursamadan, elimi tuttup yürümeye başladığında, afallasamda adımlarım onun peşinden ilerliyordu. Elimi tutuyordu şuan.
Herkesin içinde.
Helin ve Gaye'nin bakışları üzerimize bir ok gibi saplanırken onların yanından hızlıca geçip mekândan çıktık. Anın verdiği gerilimle beraber kalbim hızlıca atmaya başlarken, o biz arabanın yanına gelene kadar bana bir an olsun bakmamıştı.
Bir an ne yapacağımı bilemesemde, ona olan öfkem bir kez daha ağır bastı ve elimi sertçe çekip onun ellerinden kurtardım. Bu hareketimle beraber Azer'in öfkelendiğini hissetsemde aldırış etmedim. O ise inatla bana bakmadı ve arabaya doğru yürüyerek kafasıyla arabayı gösterdi. "Arabaya geç."
Ani bir hareketle geriye doğru sendeledim. "Gelmiyorum ben."
Onun şuan yeterince sinirli olduğunun farkındaydım ama inadım bana kesinlikle geri adım attırmıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya niyetim yoktu. Azer bu hareketimle beraber tam arabaya bineceği sırada duraksadı ve arabanın kapısını kırarcasına geri kapatıp bana yaklaştı. Sakinleşmek ister gibi burnundan sert bir nefes aldığında, suratı beton gibi sertti. "Senin amacın ne açık açık anlatsana bana," diye konuştu gözlerime bakarak. "Ne yapmaya çalışıyorsun Dilba?"
Hafifçe kaşlarımı kaldırdım. "Bence sen ilgilenme ya benimle bu kadar," dediğimde sesimde yoğun bir ima ve gizleyemediğim bir öfke vardı. "Ne yapmaya çalıştığım seni zerre kadar ilgilendirmez."
Azer'in çene hatları kasıldı ve sabır dilercesine bir süre sessiz kaldı. "Eğer sürekli hayatını tehlikeye atıyorsan ilgilendirir," dedi en sonunda. Ardından sorarcasına bana baktı. "Seni gecenin bu saatinde, bu şerefini siktiğim piçin mekânına buluyorum ve sen bana, seni ilgilendirmez diyorsun öyle mi?"
"Öyle," dedim sertçe. "Sürekli hayatıma müdahale edemezsin, yeter."
"Sen bu mekanı o orospu çocuğunun başına yıkmadığıma dua et," diye konuştu oldukça yüksek ve sert bir sesle. Ardından eliyle mekanın olduğu binayı gösterdi. "Yemin ederim sınırdayım Dilba. İçeri girip o itin kafasına sıkmamak için kendimi çok zor tutuyorum," Gözlerimin içine baktı. "O yüzden, bin şu arabaya."
Meydan okuyarak, "Binmiyorum," diye direttim. "Seninle gelip kimseye daha fazla laf veremem, çekil."
Yürüyeceğim sırada kolumdan tuttu ve beni engelledi. Ciddi anlamda sinirli olduğu her halinden belli olurken, beni hızlıca kendine çekti ve kulağıma doğru eğildi. "Eğer şuan bu arabaya binmezsen, gidip konaktaki herkese hakkımızda konuşulan herşeyin gerçek olduğunu söylerim," Kafamı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Onun bakışları aynı anda gözlerime sabitlenirken, gerçekten ciddi görünüyordu. "Seçim senin."
Anlam veremeyen bir ifadeyle bir kaç saniye duraksadım ve sonra hafifçe kafamı salladım. "Yapamazsın," dedim umursamaz bir ifadeyle. "Saçmalama."
Azer kendinden emin bir ifadeyle geriye çekildi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Diğer tarafa geçip kapıyı açtığında, bakışları beni buldu tekrar. "Deneyelim istersen."
Beklemeden arabaya binip kapıyı kapattığında, sinirle ona bakıp bir müddet duraksadım. O ise arabayı çalıştırmıştı.
Ciddi miydi?
Şuan ardıma bile bakmadan gidesim vardı ama bir şey bunu yapmamı engelliyordu. Fazlasıyla gözü kara bir adamdı ve söylediği şeyi yapacağını çok iyi biliyordum. Zihnim koca bir ikilemin arasında kalırken etrafıma kısaca göz gezdirdim ve sonra kararsız bir ifadeyle tekrar arabaya baktım.
En sonunda az önce söylediklerinden sonra olacakları göze almak istemediğimden tüm öfkeme rağmen arabaya doğru ilerlemeye başladım. Arabanın kapısını açıp, onun yüzüne dahi bakmadan bindiğimde kapıyı adeta kırarcasına kapatmıştım. Azer, bakışlarını ön camdan ayırmadan, memnun bir ifadeyle belli belirsiz gülümsediğinde kollarımı önümde bağlayarak arkama yaslandım. "Sana zerre kadar güvenmiyorum," dedim buz gibi bir sesle. "Başka bir mana çıkarma."
Azer, "Ona ne şüphe," diye konuştu arabayı mekânın otoparkından çıkarırken.
Öfke bedenimde kol gezerken, ikimizde dakikalarca hiçbir şey konuşmadık. Ona çok öfkeliydim ama en çok kendime kızıyordum. Bunca zaman güven denen duyguyu kalbime misafir etmemişken, onun tek bir sözüne inanmıştım. Hayatımda ilk defa. Üstelik ona inanmam için hiçbir sebebim yokken.
Ben onun hiçbir şeyi değildim.
Ben kimsenin hiçbir şeyi değildim.
Bu duyguyu bedenimden kovmayı başaramadığımda, camı açıp arkama yaslandım ve rüzgârın tenime değmesine izin verdim. Sinirli olduğundan mıydı bilmiyorum ama araba gereğinden fazla hızlıydı. Göz ucuyla ona baktığımda bu düşüncem onaylanmış oldu, çünkü suratı hâlâ beton gibi sertti. Umursamadan, bakışlarımı ondan ayırdım ve akıp giden yola çevirdim gözlerimi.
Arabanın içini esen rüzgârın sesi doldururken, Azer'in bakışlarını saniyelik olarak üzerimde hissettim. "Kapat şu camı," diye konuştu bir kaç saniyenin sonunda. "Hasta olacaksın yine."
Söylediği bu şeyle beraber gözlerimi devirdim. Bir kaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedim ama bir şey kesinlikle sakin kalmamı engelliyordu. Rüzgârdan dolayı yüzüme gelen saçlarımı düzelttim ve ona taraf döndüm. "Çok düşüncelisin ya," diye konuştum. Sesim oldukça alaycıydı.
Azer'in bakışları saniyelik olarak beni buldu. "Emin ol seni senden daha çok düşünüyorum," Bakışları tekrar yola dönerken direksiyonu tutan elleri sıkılaşmıştı. "Sen bugün hayatını nasıl tehlikeye attığının farkında mısın?"
Dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Gözlerimi akıp giden yola çevirdim. "Peki sen bugün nasıl bir hata yaptığının farkında mısın?" diye sordum bir anda. Yüzüm sinirle kasılırken, Azer'in bakışları bana dönmüştü. "Hâlâ bana hesap soracak hakkı kendinde buluyor musun?"
"Şimdi anlaşıldı."
"Hiçbir şeyi anladığın falan yok," diye konuştum sertçe. "Sen yalancının tekisin."
Azer'in bakışları tekrar yola döndüğünde, sinirle güldüğünü işittim. "Ne yalanıymış bu?"
Alaycı bir tebessüm eşliğinde bakışlarımı diğer tarafa çevirdim ve ellerim sinirle saçlarımda gezinmeye başladı. "Sana dengesizsin derken o kadar haklıymışım ki," diye mırıldandım sorusunu cevapsız bırakarak. "Hâlâ aynı şeyi yapıyorsun."
Azer'in bakışları bir ok gibi gözlerime saplandı. "Sen bir açık konuşsana Dilba."
"Hiçbir şey konuşmak istemiyorum seninle ben."
Kollarımı önümde bağlayıp gözlerimi ondan kaçırdığımda arabanın içinde kısa bir sessizlik hakim oldu. Ona bakmasam bile, ifadesini tahmin edebiliyordum. Sinirliydi lakin bunu neden yaptığımı da çok iyi biliyordu. Sırf açık açık söylemem için yapıyordu tüm bunları ama ona istediğini vermeyecektim.
"Lan aklımı kaçıracağım," diye konuştu en sonunda dayanamıyormuş gibi. "Sahran'ların itleri sana ulaşmak için fırsat kollarken, ne işin vardı senin o Yaman denen herifin mekanında Dilba?"
"Sen Yaman'a karşı neden bu kadar öfkelisin?" diye sordum beklemeden. "Asıl konuşmamız gereken konu bu bence ha?"
Azer'in yüzü, Yaman'ın adını telaffuz etmemle beraber öfkeyle kasılırken, sabrı taşmış gibi bana değdi bakışları. "O herifin adını ağzına alma," Direksiyonu tutan kollarındaki damarlar belirginleşmeye başlarken, burnundan sert bir nefes aldı. "Emin ol ona yeterince merhametli davrandım. Daha fazla dayanmam için hiçbir sebebim yok haberin olsun."
Gözlerim arabanın ön camında gezinirken, "Sebep?" diye sordum inatla, ardından gözlerim onun gözlerini buldu. "Neden bu kadar batıyor sana benim Yaman'la görüşmem."
"Dilba."
"Madem açık konuşuyoruz, söyle o zaman," Sesim az öncekine nazaran daha yüksek çıkmıştı. "Onu öldürecekmiş gibi bakıyorsun her seferinde ve nedense bu ben Yaman'la tanıştıktan sonra olmaya başladı."
"Aynen öyle," dedi Azer, beklemediğim kadar dürüst bir tavırla. "O herifi senin etrafında görmek istemiyorum, bitti."
Benimde senin etrafında görmek istemediğim insanlar gibi ha...
Tırnaklarım bilinçsizce avuç içlerime batmaya devam ederken, bir kaç saniye duraksadım ve tam gözlerinin içine baktım. "Kim olarak?"
Azer, bunu bekliyormuş gibi söylediğim şeye zerre şaşırmadı ve bakışları rahat bir ifadeyle tekrar yola döndü. "Ben bu tuzaklara düşmem yalnız."
Hafifçe kaşlarımı kaldırdım. "Söyleyemiyorsun çünkü bunun cevabı sende de yok," diye konuştum histerik bir tebessüm eşliğinde. "Keyfin nasıl isterse öyle davranıyorsun ama ben buna izin vermem Azer." Azer göz ucuyla bana baktı. Bakışlarından tenime sızan o yoğun duyguyu hissetmek artık zor değildi ve o sanki bilerek hissettirmek istiyormuşcasına bakıyordu bana. Arabanın camına çarpan yağmur damlalarının tok sesi, kısık motor sesine karışırken, onun bakışları ön cama değdi tekrar. "Ya sen benim elimden tutup o mekandan çıkardın," diye devam ettim sorarcasına. "İnsanlar ne konuşacak sen bunun farkında mısın?"
"Onu, bu işe kalkışmadan önce düşünecektin Dilba," dedi sertçe, bakışları hâlâ bana değmemişti.
Sinirle güldüm. "Gecenin bir yarısı konağa baş başa döndüğümüzde, herkesin aklına aynı şeyin geleceğini ikimizde biliyoruz bence," diye konuştuğumda, sesim sakin olsada içinde yoğun bir öfke ve ima barındırıyordu. "Bu senin umurunda değil tabi. Ama kusura bakma insanların bu saçma sapan durumdan malzeme çıkarmasına izin vermeyeceğim."
Azer'in sinirle güldüğünü işittim ama ona bakmadım. Arabanın hızı biraz düştü. Kendine hakim olmak istiyor gibiydi ama tam olarak hangi duyguyla başa çıkamadığını çözemiyordum. Penceresini yarıya kadar açıp, bir kaç saniye hiçbir şey söylemeden yolu izledi. "Hâlâ bilmiyormuş gibi davranıyorsun," dedi en sonunda, sesi az öncekine nazaran daha sakin çıkmıştı.
Belli etmeden, göz ucuyla ona baktım. "Neyi bilmiyormuş gibi davranıyorum?"
Arabayı yol kenarına çekerek ani bir frenle durdurdu. Bakışları hızlıca bana dönerken, artık bir şeyler gün gibi ortadaydı. O da sanki bunu dillendirmek için uzun uzun baktı gözlerime. "Elvan'la evli olmadığımı."
Kurduğu bu cümleyle beraber, kalbim duracak gibi olduğunda saniyeler boyunca sadece ona baktım. Evet biliyordum ama bunu onun ağzından duymak günlerdir istediğim tek şeydi. Şimdi, hiç beklemediğim bir anda bana duymak istediğim o şeyi söylemişti. Onun gözlerinde yanan kor, kalbime bir cemre misali düştüğü günden beri aramızdaki en büyük engel buydu.
Ama şimdi, o engelin aslında hiç var olmadığını onun ağzından bir kez daha duyuyordum.
Rol yapma gereği duymadım. Yapsam da inanmazdı zaten. "Fark eder mi artık?" diye sorduğumda herhangi bir tepki vermedi. Benim bakışlarım ise yavaşça, onun ellerine indi. Yüzük yoktu, çıkarmış olmalıydı. "Bir kaç saat önce parmağında bir alyans vardı."
Azer, arkasına yaslandı ve bakışlarını ön cama dikti. "Benim için hiçbir anlamı yok, olmayacak." dedi kesin bir tavırla. "Ama sen, Elvan'la aramızda nikah olmadığını bile bile onunla gittiğimi düşünüp sırf inat olsun diye o herifin mekanına gittin."
"Her şey seninle alâkalı değil," diye çıkıştım beklemeden. "Evet, eğlenmek istedim ve dışarı çıktım. O Botan denen ruh hastasının orada olacağını bilmiyordum. Bu benim suçum değil."
"Geldiğin günden beri durmadan olay çıkarıyorsun Dilba," Bunu söylerken esinde dozu giderek artan bir sinir vardı. "Seni defalarca kez uyardım, yanında koruma olmadan dışarı çıkma dedim," diye konuştuğunda göz ucuyla bana baktı bu sefer. "Ama sen hırsından, kendi canını bile önemsemiyorsun."
Alayla güldüm. Sanırım kendi söylediklerinde bulmuyordu kabahati hâlâ. Bakışlarım onu bulduğunda, "Sende ilgilenme o zaman," diye mırıldandım. "Bu kadar basit."
"İlgilenme," diye tekrar etti beni, sinirle gülerek. Ardından bana doğru dönerek gözlerini üzerime dikti. "Harbiden bu kadar kolay mı sanıyorsun kızım sen her şeyi?"
Bir an duraksadım. Benim için değil. İçimde ona karşı olan öfkem tekrar alevlenmeye başlarken, sorarcasına gözlerinin içine baktım. "Bence çok kolay," dedim. Azer, bir müddet bana baktı ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi sinirle gülüp arkasına yaslandı. Bakışlarımı ondan ayırıp, arabanın ön camına çarpan yağmur damlalarında gezdirdim. Arabada kısa bir sessizlik oldu. Saniyeler sonra, onun gece karası bakışlarını üzerimde hissettiğimde dönüp ona bakmak yerine buz gibi bir tavırla yağmuru izlemeye devam ettim. "Nasıl olsa, canın istediği zaman gayette kolay çıkarabiliyorsun her şeyi aklından."
"Dilba," Adım, dudaklarından bir şiir gibi dökülürken, bu sefer ona bakmaktan kendimi alamadım. Sanki, yıllardır aradığı bir şeye kavuşmuş gibi, saniyelerce yüzümü inceledi. "Bir babamın öldüğü günü," dedi kalbimi durduracak bir ses tonuyla. "Bir de, seni gördüğüm o ilk günü," Gözleri bir gerçeği haykırır gibiyken, yüzü oldukça ciddileşmişti. "Kafama sıksan çıkaramazsın benim aklımdan."
Kurduğu bu cümle tüm algılarımın buz tutmasına sebep olurken, kalbimin duracak kadar hızlı atmaya başladığı, bilincinde olduğum tek şeydi. Bu bir itiraf mıydı? Eğer öyleyse şuan nefesimin kesilmesi bile umurumda değildi, çünkü bana öyle bir ifadeyle bakıyordu ki söylediklerini reddedecek tek bir kelime bile bulamıyordum.
Sesimin titremesine mani olmaya çalışarak, "Sen bugün Elvan'la birlikteydin farkında mısın?" diye sordum. Bu bir refleks miydi bilmiyorum ama kelimeler benden bağımsız dökülüyordu dudaklarımdan. "Bilerek yaptın değil mi?" Öfkeyle karışık bir ima eşliğinde ona baktım. "İstediğin şeyi benim ağzımdan duymak için gittin Elvan'la," Herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden, kapıyı açtım ve indim arabadan. "Defol git."
Arabanın kapısını sertçe kapatıp, yürümeye başladım. Öfkeliydim. Bunun yanında bir duygu kontrolümü tamamen kaybetmeme sebep oluyordu ki, işte bu öfkeden de kuvvetli bir şeydi. Daha iki adım uzaklaşmamıştım ki, arkamdan başka bir kapının kapanma sesi duyuldu. "Dilba."
Seslenişine aldırış etmeden yürümeye devam ettiğimde, koluma temas eden eli istemsizce durdurdu beni. Bedenimi kendine doğru çekip, ona bakmamı sağladığında hem öfkeli hemde oldukça ciddi görünüyordu. "Ne var ya?" diye çıkıştım oldukça sert bir sesle, ardından kolumu çekip ondan kurtulmaya çalıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Bu öfkemi daha da alevlendirdi ve onu göğsünden sertçe ittim, sarsılmadı bile.
"Önce sakin ol," dedi, ondan uzaklaşmama izin vermezken.
Alayla güldüm ve hafifçe kafamı salladım. "Benimle oyun oynamaya kalkma Azer," diye konuştum sesimden, tüm duyguları silmeye çalışarak. "Eğer aklından bile geçirirsen___"
"Sen ne oyunundan bahsediyorsun bana?" diye sözümü kesti. Ardından sorarcasına bana baktı ama bu bakış, diğerlerinden çok daha yoğun bir bakıştı. En azından o gözlerde, benim bedenimde kol gezen duygunun aynısını görebiliyordum. Bunu iliklerime kadar hissettirmek ister gibi uzun uzun gözlerime baktı. "O davet gecesinde yaşananların hâlâ umurumda olmadığını mı düşünüyorsun kızım sen?" diye sordu ve kafasını hafifçe yana eğip yüzüme yaklaştı. "Ben seni öptüm lan o gün."
Zorlukla yutkunup, bakışlarımı ondan ayırmamak için direndim. "Sen beni öptün," dedim, üzerine basa basa. "Sonra da, Elvan'la gittin."
"Gitmedim," dedi bir saniye bile beklemeden. Gözleri gözlerimden bir saniye bile ayrılmazken, kafasını biraz daha eğdi ve yüzünü yüzüme hizzaladı. "Allah şahidim olsun," diye konuştu kelimelerin üzerine basarak. "Gitmedim."
Gözlerindeki o yoğun ifade, hangi duygunun yansımasıydı bilmiyorum ama şuan o ne hissediyorsa, bana da aynısını hissettirmeyi başarıyordu. Sert bir rüzgar aramızdan sızıp gecenin karanlığında kaybolduğunda, benim ruhum onun gözlerindeki karanlığa hapsolmuştu. Gözlerimde hissettiğim yanma hissi, içimde hızla büyüyen o bastırılmış öfkeyi gün yüzüne çıkarırken bu sefer bunu gizlemedim ve onu göğsünden sertçe ittim. "Niye taktın alyansı o zaman?" diye bağırdım, kendime mâni olamayarak. O yerinden dahi kıpırdamazken, gözlerimi kısıp sorarcasına ona baktım. "Resmen oyun oynuyorsun benimle," Bakışlarım onun üzerinde dondu adeta. "Seni öldürürüm, Azer."
Kafasını belli belirsiz salladı. "Senden gelecekse," diye konuştu, kendinden emin bir şekilde. "Ona da eyvallah."
Bedenimi saran yoğun sinir, duygularımı kontrol etmeme hâlâ izin vermiyordu. "Senden nefret ediyorum."
"Etmiyorsun," dedi az önce açtığım mesafeyi tek adımda kapatarak.
Edemiyorum.
Gözlerim onun gözlerini buldu bir kez daha. Onun gözleri ise, sanki dünyada ikimizden başka hiç kimse nefes almıyormuş gibi tutundu gözlerime. Kafamı belli belirsiz sallayıp söylediği şeyi reddetmeye çalışsamda, şuan asla başarılı olamıyordum.
Azer, cebinden bir kaç saat önce parmağında olan yüzüğü çıkarıp hafifçe kaldırdığında, ne yaptığını anlamaya çalışarak yüzüğe baktım. O ise, gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmadan, "Bu yüzüğü taktım çünkü emin olmam gereken bir şey vardı," diye konuştu. Ardından yüzüğü avucunun içine alıp bir an bile tereddüt etmeden, yolun kenarında ki ağaçlara doğru fırlattı. Yüzük, karanlığın içinde yok olurken bunu yapmasını beklemediğim için hiçbir şey söyleyememiştim. Azer, kafasını biraz daha eğerek aramızdaki mesafeyi en aza indirdiğinde, kafamı kaldırıp onun gözlerine baktım. "Bir daha değil o yüzüğü takmak, gözüm Elvan'a değerse çek vur beni," dedi gece gibi karanlık bir sesle. "Çünkü artık eminim Dilba."
Kalbim duracak gibi olduğunda, "Sus," diye mırıldandım ve geriye doğru adımlayıp arkamı döndüm.
Bile bile içine düştüğüm bu ateş bedenimi delicesine yakarken, istediğim şey kalmaktı. Belki de, ilk defa bu kadar yakın hissediyordum kendimi adını koyamadığım o duyguya. Kaçmak istesemde peşimi bırakmayan, kalbimi bir adam için ilk kez bu denli attıran bu duygudan kurtulamayacağımı biliyordum ama ne yaparsam yapayım tam anlamıyla teslim olamıyordum.
Azer'in elini kolumda hissettiğimde, her şey bir kaç saniye içinde oldu. Aramızdaki o kısa mesafe, saniyelerin kucakladığı o kısacık zaman diliminde bir hiçe dönüştüğünde bedenim onun bedenime çarptı ve dudakları zamanı durdurmak ister gibi, dudaklarıma kapandı.
Bedenimi ikinci kez saran o yoğun duyguyla beraber kalbim hızla çarpmaya başladığında, Azer'in belime baskı uygulayan eli sıkılaştı ve diğer eliyle boynumu tutup beni kendine çekti tamamen.
Bu sefer, ona karşı gelmek yerine kollarımı boynuna doladığımda, öpüşü sertleşti ve dudaklarını dudaklarıma daha sert bastırdı. Eli, boynumdan saçlarıma doğru kaydığında, kafam geriye doğru eğildi. Saçlarım kalçalarıma doğru dökülürken, o yüzüme doğru eğilerek belimden sıkıca tuttu ve geçen günlerin öcünü almak istercesine, saniyelerce öptü beni.
Zaman bir hiçliğin ortasına sürüklerken bedenimi, bir intikam uğruna geldiğim bu topraklarda kalbimi gözleri gece gibi güzel bakan o adamın avuçlarına teslim etmiştim. Bu, daha önce adını bile duymaktan korktuğum bir duyguydu. Belki bu zamana kadar adını koyamamıştım. Ya da korkmuştum o adı zikretmekten. Ama şimdi, o duygu bana bu kadar yakınken, korkmak bencillik gibi geliyordu.
Derler ki; bu topraklarda aşk felaketin suretinde doğarmış.
Bile bile yürüdüğüm o ateş ikimizide yakacaktı bunu biliyordum. Bana haram kılınmış bu topraklarda, günahlarımın pençesinde can çekişirken bu duyguyu tatmaya hakkım olmadığını da biliyordum.
Ama kalbim bir an olsun susmuyordu.
Bedenimi kendi bedenine hapsettiği o saniyelerde rüzgar bile giremedi aramıza. Dudakları dudaklarımdan yavaşça ayrıldığı sırada alnını alnıma yaslayarak yüzümü avuçları arasına aldı. Gözleri gecenin karanlığına meydan okuyordu. Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda, parmaklarım onun yüzüne temas etti. Kafasını çok haif yana çevirip avucumun içini öptü ve bakışları dudaklarımdan gözlerime tırmandı yavaşça. "Artık susmak yok," dedi ve kalbimi durduracak o cümleyi gözlerime baka baka haykırdı sanki.
"Ölüyorum lan ben senin için."
Dudaklarından dökülen kelimelerle beraber kalbimde doğan o ateşin tüm bedenime yayıldığını hissettim. Sesi şevkatliydi. Bu zamana kadar hiç kimseden duymadığım yoğun ve özeldi. Söylediği şey anlık olarak kurulmuş bir cümleden çok uzaktı. Bunu söylemek için uzun zamandır bekliyordu sanki. Çok daha fazlası vardı. Gözlerinde gördüğüm o duygu her neyse, şu an içinde barındırdığı çok daha fazla şey vardı.
Hiçbir şey söylemedim. Gömleğinin yakasından tutarak onu kendime çektiğimde hafifçe parmak uçlarımda yükseldim. Ne yapacağımı anladığında benden önce davranarak, kollarını tekrar belime doladı ve bir kez daha dudakları dudaklarımla buluştu.
Herhangi bir şey söylememe gerek yoktu, beni şuan benden daha çok anlıyordu. Bu yaptığımız doğru değildi. Ama yanlış da değildi. Şu tam olarak nasıl bir şeyin içindeydik bilmiyorum ama bedenimi saran ateş, ayırt etmemi engelliyordu.
Saniyeler sonra hafifçe geri çekilip, kafamı kaldırdım ve onun gözlerine baktım. "Ateşle oynuyoruz," diye fısıldadım parmaklarım onun sakallı yüzünde gezinirken. "Farkında mısın?"
Bakışları yavaşça dudaklarıma indi. "İcap ederse yanarız," dedi, dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrılmıştı. "Sıkıntı değil."
Gözlerim onun gözlerinden bir an olsun ayrılmazken, esen sert rüzgarla beraber ağaçların çıkardığı hışırltı sesleri böldü aramızdaki kısa sessizliği. "Kazanacağını söylemiştin," dedim en sonunda dudaklarıma hafif bir tebessüm yayılırken. "Ama ben kazandım."
Azer, elini hafifçe kaldırarak saçlarımı kulağımın arkasına doğru nazikçe itti. "ikisi de aynı yola çıkıyor," dediğinde gözleri yüzümün her zerresinde gezindi yavaşça. "Sonuç olarak yine benim yanımdasın."
Belli belirsiz kafamı salladım. "Resmen hile yaptın." Azer'in parmakları saçlarımdan yavaşça ayrıldı ve ellerime indi. Elimi avuçlarının içine alıp, hafifçe kafasını eğdi. "Bence şartlar eşitlendi," dedi.
"Bu saate kadar dışarıdaydın ve gözlerinden uyku akıyor. Eğer böyle güzel bakmaya devam edersen kuralların dışına çıkacağım haberin olsun," kulağıma doğru hafifçe eğildi. "Bu geceyi uykusuz geçirmek istemezsin, öyle değil mi?"
Yaptığı imayla beraber, bedenime yayılan sıcaklık dozunu iyice arttırmıştı. "Gitsek mi artık?"diye sordum.
Kabul biraz utanmış olabilirdim.
Boynuma çarpan sıcak nefesi algılarımı allak bullak ederken, o yavaşça geriye çekildi ve benide beraberinde çekerek arabaya doğru yürümeye başladı. "Gidelim," dedi göz ucuyla bana bakıp hafifçe gülümseyerek.
Azer, binmem için kapımı açtığında, bakışlarımı ondan ayırıp acele etmeden arabaya bindim. Kafamı koltuğun başlığına yaslayıp bakışlarımı cama doğru çevirdiğim sırada, Azer de arabaya binip kapıyı kapatmıştı. Arabanın kısık motor sesi kulağıma doldu. Azer arabayı tekrar ana yola çıkarmıştı.
Saniyeler önce yaşanan şeyleri anımsamak dudaklarıma yayılan gülümsemenin dozunu arttırırken, yorgun gözlerle akıp giden yolu izlemeye başladım. Saat kaçtı bilmiyordum ama oldukça geç olduğunun farkındaydım. Bu saatte, onunla beraber konağa dönmenin doğru olup olmadığıyla şimdilik ilgilenmiyordum. Az önce tüm yanlışlara rağmen onun en yakınında, kolları arasındaydım. Bu noktadan sonra doğru veya yanlış neydi, hiçbir fikrim yoktu.
Gözlerime yeni yeni uğrayan o uyuma isteğini görmezden gelmeye çalışarak, "Konaktakiler yokluğumuzu farketmişler midir sence?" diye sordum. Gizlemeye çalışsamda, sesim yorgun çıkmıştı.
Azer'in bakışları beni buldu yavaşça. "Bu konuda sandığımdan daha yetenekliymişsin," dedi düz bir sesle. "Herkes sizi konakta zannediyor."
"Senin dışında," diye mırıldandım. "Orada olduğumuzu nereden öğrendin?"
Azer'in bakışları yoldan ayrılmazken, "Zor olmadı," dedi, ardından bakışları anlık olarak beni buldu. "Senden böyle bir hamle bekliyordum."
Bir müddet duraksadım. Açık konuşmak gerekirse, o mekan gitmemde Azer'in payı oldukça büyüktü. Evet, Botan mevzusu beklemediğim bir şeydi ama Yaman'ın mekanına gitmek tamamen bilinçli olarak yaptığım bir hamleydi. Göz ucuyla ona bakıp, "Bana verilen sözlerin tutulmamasından hoşlanmıyorum," diye mırıldandım. "Madem gitmedin o zaman anlat, tüm bunları niye yaptın bilmek istiyorum."
Gözlerim kapanmamak için direnirken, sorduğum bu soruya karşılık belli belirsiz gülümsedi.
Çok güzel gülüyordu...
"Anlatacağım," diye mırıldandığında sesi oldukça şevkatliydi. "Ama şimdi değil, uyumak üzeresin."
Gülümseyip geriye doğru yaslandım.
Direnmeye çalışsamda bedenimi saran uyuma isteğiyle daha fazla başa çıkamıyordum. Gözlerim daha fazla açık kalamayıp yavaşça kapandığında, arabanın içini dolduran sessizlikle beraber bedenim uykuya teslim oldu.
•••
Vücudumu saran hafiflikle beraber açtım gözlerimi.
Tavana yansıyan gün ışığıyla beraber hafifçe gözlerimi kısıp bakışlarımı etrafta gezdirdim. Odamda ve kendi yatağımdaydım. Üzerimdeki örtüyü kenara çekip yattığım yerden doğruldum ve boş gözlerle etrafı izledim bir süre.
Buraya nasıl gelmiştim hiçbir fikrim yoktu.
Saniyeler sonra aklıma dün gece yaşananlar geldiğinde, kafamı eğip üzerimdeki kıyafetlere baktım. Hâlâ dünkü kıyafetlerim üzerimdeydi. Dün geceye dair hatırladığım son şey Azer'in arabasında konağa dönüyor oluşumuzdu. Büyük ihtimalle daha konağa gelmeden uyuyakalmamıştım çünkü konağa döndüğümüzde saat epey geçti.
Beni buraya o mu getirmişti?
Ellerimle saçlarımı geriye doğru düzeltip ayağa kalktım ve odanın kösesindeki boy aynasına doğru yürüdüm. Aynanın karşısında durup görüntümü seyretmeye başladığımda dün gece yaşanan her an birer birer gözümün önüne gelmişti. Her saniyesini şimdi daha net hatırlıyordum ve hatırladığım şeyler bedenime tekrar hafif bir sıcaklığın yayılmasına sebep olmuştu.
Ellerimi hafifçe kaldırıp saçlarıma dokundum. Şu an oldukça dağılmış ve yorgun bir görüntüm vardı. Göz makyajım hafifçe akmış ve saçlarım dağılmıştı. Üzerimdeki kıyafetlerle yatmış olmama rağmen uzun zaman sonra ilk defa rahat bir uyku çekmiştim.
Konağa girdiğimizi kimse görmüş müydü bilmiyorum. Beni buraya nasıl getirdiğini az çok tahmin edebiliyordum. Eğer biri beni Azer'in kucağında görmüş olsaydı kıyamet kopardı bunu biliyordum.
Tek temennim kimsenin görmemiş olmamasıydı.
Dudaklarıma belli belirsiz bir tebessüm yayılırken, geriye doğru adımlayıp banyoya doğru ilerledim. Duş almam gerekiyordu. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup uzun bir duş aldığımda, banyodan çıkıp kıyafet dolabımdan çıkardığım kıyafetleri acele etmeden giydim üzerime. Yüzümdeki yorgunluğu gizlemek adına biraz makyaj yapıp, saçlarımı arkadan gevşekçe topladığımda hazır sayılırdım.
Dün gece gizlice dışarı çıktığımız için birazdan kıyamet kopacaktı.
Odadan çıkıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladığımda, etraf şimdilik sakin görünüyordu. Hava bugün oldukça güneşliydi. Konağın sarı taşlarına vuran gün ışığı, gözlerimi hafifçe kısmama neden olurken yavaşça avluya göz gezdirdim.
Tam da tahmin ettiğim gibi.
Neredeyse herkes aşağıdaydı. Lebriz Hanım başta olmak üzere, herkes oldukça ciddi bir suratla bana baktıklarında bozuntuya vermeden onlara taraf ilerlemeye başladım. Cenap Ağa, Dilcan Hanım ve Gaye'de buradaydı. Gaye'nin gergin surat ifadesine bakılırsa, dün mekanda olanlar öğrenilmiş demekti.
Umursamaz bir tavırla onlara doğru yürüdüğümde, göz göze geldiğim ilk kişi Azer olmuştu. Ellerini ceplerine koymuş, ayakta bekliyordu. Ben ifademden herhangi bir duygunun sızmasına izin vermezken, o bakışlarını benden ayırmamakta ısrarcıydı. Fazla dikkat çekmemek için bakışlarımı ondan ayırdığım sırada, Lebriz Hanım'ın oldukça öfkeli bakan gözleriyle karşı karşıya kalmıştım.
Dudaklarıma hafif alaycı bir tebessüm yerleşirken, "Günaydın," diye mırıldandım. "Neden herkes toplandı böyle, kutlama falan mı var yoksa?"
Bu söylediğim şeyle beraber, Berşan Hanım'ın uyarı dolu bakışları benim üzerime dikilmişti. Evet, dün bir tık ileri gitmiş olabilirdim ama Berşan Hanım'ın beni buraya getirirken ki amacıda buna hizmet etmiyor muydu?
Ortalığı karıştırmak.
Orkun'un alayla güldüğünü işittim. Buradakilerin aksine oldukça keyifli görünüyordu. "Çok merak ediyorum bu sefer ne yalan uyduracaksın acaba?" diye sorduğunda bakışları alayla üzerimde gezindi. "Evden kaçmayı huy edindiğine göre belki bir açıklaman vardır ha?"
Alayla gülüp göz ucuyla Orkun'a baktım. "Sana da gün doğdu değil mi?" diye sordum. "Gerçi sen alışıksın üzerine vazife olmayan işlere karışmaya," Küçümseyici bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım. "Helo'dan yediğin tokat yetmemiş herhalde?"
Bu söylediğim şeyle beraber Orkun'un alaycı gülümsemesinin yerini aniden öfke dolu bir ifade aldığında, Arzu'nun bakışları hızlıca bana döndü. "Ne tokadıymış bu?"
Orkun'un burnundan sert bir nefes aldığını işittim. Bakışları benden ayrılmazken oldukça öfkeli görünüyordu. "Boş boş konuşmayı kes," dediğinde, yüzü sinirle kasıldı. "Sana bu lafları yedirmesini çok iyi bilirim yoksa."
"Orkun," diye araya girdi Azer, uyarı dolu bir sesle. "Çizgiyi aşma."
Orkun göz ucuyla Azer'e baktı ve tekrar bana çevirdi bakışlarını. Konuşmamak için kendini çok zor tuttuğu belliydi ama yine de Azer'in bu uyarısından sonra ağzını açıp tek kelime bile etmedi.
Tam bu sırada Lebriz Hanım, beni baştan aşağı süzdü ve hafifçe kafasını salladı. "Dün gece Gaye ile dışarı çıkmışsınız," diye konuştu. "Üstelik yanınızda herhangi bir koruma olmadan. Doğru mu bu?"
Göz ucuyla Gaye'ye baktım. Oldukça gergindi. Bakışlarım tekrar Lebriz Hanım'ı bulduğunda, gizleme gereği duymadan hafifçe kafamı salladım. "Evet doğru, çıktık."
"Ya yemin ederim benim bir suçum yok..."
Gaye bunu söylediğinde Lebriz Hanım hafifçe elini kaldırarak Gaye'yi susturdu. Bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. "Birde hiç suçluluk duymadan kabul ediyorsun öyle mi?" Bastonunu sıkıca kavrayıp sinirle bana baktı. "Nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorsunuz aklım almıyor. Sana defalarca kez söylendi. Ama anlaşılan sen anlamamakta ısrar ediyorsun."
"Size söylesem o saatte asla müsaade etmeyecektiniz," dedim beklemeden. "Kusura bakmayın ama yedi yirmi dört konağın içinde tıkılıp kalamayız."
Lebriz Hanım bastonunu hafifçe yere vurdu. "Tabi ki de müsade etmezdim,"diye çıkıştı. "Sen burayı geldiğin yer gibi zannediyor olabilirsin küçük hanım, ama ben böyle başına buyruk davranmana müsade etmeyeceğim. Edebinle oturup edebinle kalkacaksın."
Alayla güldüm. "Kimseden müsade istemiyorum," diye konuştum net bir tavırla. "Bence anlamak istemeyen sizsiniz."
"Yeter bu kadar," diye konuştu Lebriz Hanım, sesi az öncekinden daha sinirli çıkmıştı. "Benim lafımın üzerine laf söylenmeyeceğini öğrenemedin mi sen hâlâ? Ya sen öğreneceksin, ya da ben öğretmesini çok iyi bilirim küçük hanım."
Berşan Hanım, hafifçe Lebriz Hanım'ın omzuna dokundu. "Sakin ol anne," diye mırıldandı. "Tansiyonun düşecek yine."
"Ya sana ne demeli," Konuşan kişi bu sefer Cenap Ağa olmuştu. Bakışları öfkeyle Gaye'nin üzerinde gezinirken Gaye kafasını dahi kaldırmıyordu. "Hadi bu kız buranın adetlerini kurallarını bilmiyor. Sen ne diye kalkışıyorsun böyle işlere?"
Gaye, hafifçe kafasını kaldırıp bana baktı. "Dilba istediği için gittim. Ya yemin ederim ben bilmiyordum mekânın Çibran'lara ait olduğunu," Ters ters ona baktığımda o bakışlarını kaçırıp babasına taraf baktı. "Bir de üzerine o adamlar gelince..."
"Hangi adamlar?" diye araya girdi Adil Bey hiç beklemediğim bir anda. Sesi nedense öfkeli çıkmıştı.
Azer'in bakışları yavaşça Adil Bey'e döndü. "Sahran'lar," dedi yüzü öfkeyle kasılırken. "Yıllar önce yaptıkların bedelini ödemediğin için kızının başına musallat ettiğin adamlar."
Adil Bey'in aniden ayaklandığını işittim. Bakışları benim üzerime dönerken, geldiğim günden beri yüzüme bir kez olsun bakmayan adam, ilk defa yüzüme baktı. Gözlerinde gördüğüm o endişenin sebebi neydi bilmiyorum ama eğer şuan Adil Bey'in nasıl bir insan olduğunu bilmiyor olsaydım benim için endişelendiğini düşünecektim.
Adil Bey, bir müddet duraksadı ve sonra, "Bir şey yaptılar mı size?" diye sordu.
Alaycı bir tavırla ona baktığımda, Gaye girdi araya. "Hayır, zaten Azer abi geldi hemen."
Adil Bey'in öfkeyle elini sıktığını farkettiğimde anlam veremeyen bir ifadeyle kafamı salladım. "Ne oldu?" diye sordum alaycı ve imalı bir sesle. "Yoksa endişelendim mi?" Sesle bir şekilde güldüm. "Çok inandırıcı."
Adil Bey'in bakışları hızlıca beni buldu tekrar. Öfkelendiği açıkça belliydi. "Kendi hayatınızı nasıl bu kadar kolay tehlikeye atabiliyorsunuz?" diye sordu kendine hakim olamadığı açıkça belli olurken. "Ya size bir şey yapsalardı? Hiç mi umurunuzda değil bu sizin?"
"Değil," diye çıkıştım hafiften sinirli bir sesle. "Yıllardır burunlarının dibinde olan sensin. Sana bir şey yapmadıklarına göre, ben ortada bir sorun görmüyorum."
Adil Bey hafifçe kaşlarını çattı. "Onların derdi benimle değil artık," diye konuştu, oldukça yüksek bir sesle. "Onlar kendi kızlarından alamadıkları intikamı almak istiyorlar ve siz bunu bile bile o kana susamış heriflerin burunlarının dibine giriyorsunuz."
"O sesini alçalt Adil Bey," Azer'in sert sesi aramıza girgiğinde bakışlarım ona taraf döndü. Yüzünde yine o saf nefret belirirken, bu nefreti bir an olsun gizleme gereği duymadan Adil Bey'e baktı. "Tüm bunların sorumlusu kimse, bedelini o ödeyecek," dedi ve bir kaç adım ilerleyerek Adil Bey'in tam karşısında durdu. "Senin yüzünden bizden bir can gitti. Bir tanesine daha zarar gelirse, o zaman bedeli bizzat ben ödetirim sana."
Azer'in bu söylediğiyle beraber etraf adeta buz kesti. Bizden bir can gitti diyordu. Babasından bahsediyor olma ihtimali adeta donup kalmama neden olurken, Adil Bey hiçbir tepki vermeden sadece Azer'e baktı.
Bu ne demek oluyordu?
Anlam veremeyen bir ifadeyle Berşan Hanım'a taraf baktım. O ise adeta donup kalmış gibi bakışlarını Azer ve Adil Bey'in olduğu taraftan ayırmamıştı ama gözlerinin dolduğunu buradan bile görebiliyordum. Bunun yanında, bakışlarında öyle bir nefret belirmişti ki, ilk defa Adil Bey'e karşı olan öfkesini bu denli kuvvetli hissetmiştim.
Azer'in söylediği şey her ne anlama geliyorsa, bu şeyin ağırlığı şuan burada oturan herkesin üzerine çökmüştü. Öyle ki saniyeler geçmesine rağmen kimse araya girip tek kelime dahi etmedi.
Özellikle Adil Bey.
Bir anda tok bir ses duyuldu. Kapının açılma sesi avluyu esir alan bu korkunç sessizliği bir bıçak gibi böldüğünde herkesin bakışları sırayla o tarafa doğru döndü. Ortamdaki yoğun gerginlik hâlâ şiddetini korurken, ilk önce hafif bir topuklu ayakkabı sesi doldu kulağıma. İçeri giren kişiyi görmek adına hafifçe kafamı o taraf çevirdiğimde, bir an zaman durdu sanki.
Tüm zerafetini kuşanmış, günahlarını gömdüğü bu toprakların üzerine acımasızca basarak girdi içeri. Ve şimdi sadece benim için değil, buradaki herkes için zaman bir kez daha durdu.
Feraye Sonay, buradaydı.
Annem buradaydı.
•••
BÖLÜM SONU
Ayayayayy geldi bölüm sonu canavarımız👻
Feraye geldiğine göre artık kartlar yeniden dağıtılıyor ha? Azer'den beklediğimiz o adım geldi. Ay o sahneleri yazarken ölüp ölüp dirildim. Heyecandan bayılacağım şimdi.
Bence beklettiğime değdi.
Değdi değdi.🥳
Oy ve yorum unutulmasın lütfen, gelecek bölüm görüşmek üzere, öpüldünüz. ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.67k Okunma |
3.12k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |