22. Bölüm

19. KALBİ CEHENNEM KADIN

Kardelen T
k_blackfire

 

Grup Yorum, Uğurlama

 

 

19. BÖLÜM

 

"Kalbi Cehennem Kadın"

 

 

Ateşimi çaldın,

 

gençliğini kara közlere

 

savurdum.

 

Ve bir gün,

 

kalbine saplandı vurgun günahların zehri;

 

fecrin ölü doğan şafağında,

 

ateşe ver kendini,

 

bırak yansın

 

çünkü kalbin cehennem kadın.

 

𓆙

 

Çocukluğunun en masum anları bile hafızada derin izler bırakır.

 

Ama sen sadece unutmak istediklerinle sınanırsın.

 

Bir gün kara bir leke sürülür anlına ve tüm masumiyetin tek bir gecede siyaha boyanır. Bitti sanarsın. Çünkü o karanlık çehrende tek bir beyaz nokta bile kalmamıştır.

 

İşte o vakit, tamamen karanlıktasın.

 

Biter mi sandın diye sormuştu ya bir gece sana. Saat tam üçü vururken. Ve gece biterken, göğsüne kan gibi dolan nefret uyandırmıştı seni uykundan. Sabahın kör ayazında, kırık bir pencerenin altında. Deli gibi sarhoş. Ve fecr ateşine saniyeler kala.

Zihninde tükenmek bilmeyen bir ızdırap var ve sokaklar bile acına sağır.

 

Ve gerçekten yanarsa bir gün canın.

 

Ya diren.

 

Ya kabullen.

 

Şayet günahlar, bedeller için varken.

 

O günah masasında, bir gün şeytan bile masum kalır.

 

Yıllar önce bir kadın, göğün en karanlık köşesini ateşe verdi.

 

Ve o ateş, Boranlı'nın bağrında cayır cayır yanmaya devam ederken, kefareti ödenmemiş bir günahı en masumların omzuna yükleyip sessizce çekildi köşesine. Şimdi ise o ateş uyanmış ve tekrar yanmaya başlamıştı.

 

Feraye Sonay buradaydı.

 

Annem, buradaydı.

 

Kuşandığı o ağır ihtişamı kendine özgü bir sükunetle taşıyordu. Bakışlarında ki, o ateş ise, sönmesi asla mümkün olmayan bir kararlılıkla yanmaya devam ediyordu. Tamamen net ve kendinden emindi.

 

Onun hemen arkasından Şahin Sonay girdi avluya. Bakışları herkesin üzerinde tek tek gezinip en sonunda beni buldu ama onun bakışları annemden çok daha farklıydı. Çünkü onun gözlerinde kararlılıktan çok, gizlemeye çalıştığı yoğun bir gerginlik vardı. Sebebini çok iyi biliyordum. Öyle ki peşine taktığı iki adamla kendini yeterince güvende hissetmediğini açıkça belli etmişti.

 

Kendime daha fazla mani olamayarak, "Anne?" diye mırıldandım belli belirsiz.

 

Orkun'un hemen arkamdan "Anne mi?" diye sorduğunu işittim, sesi şaşkındı.

 

Bir müddet öylece kalakaldım. Ne tür bir tepki vereceğimi gerçekten bilmiyordum çünkü annemi burada, karşımda görmek beklediğim son şey bile değildi. Onun için burada olmanın nasıl bir anlam taşıdığını tam olarak bilemesemde şu an oldukça güçlü ve sarsılmaz görünüyordu. Herzamanki gibi. Ama gözleri; orada, daha önce görmediğime emin olduğum bir ifade vardı. Korku veya endişeden çok uzak, belki biraz nefret dolu ama dudaklarına itinayla yerleştirdiği o alaycı tebessüme yakışan bir ifade.

 

Feraye Sonay, yıllar sonra kendi kabusuyla karşı karşıyaydı.

 

Ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, kendi kabusuyla yüzleşmenin verdiği korkunç histeriyi görebiliyordum. Öyle ki, ilk saniyeden beri bakışları bir kez olsun Adil Bey'e değmemişti.

 

Bedenime ağır bir gerginlik çökerken, Lebriz Hanım'ın oturduğu yerden kalktığını gördüm. Avludaki sessizlik onun bastonunun çıkardığı sesle bozulurken, ağır adımlarla bir kaç adım ilerledi ve bakışlarıyla uzun süre annemi inceledi. En sonunda ise herkesin beklediği o kelime döküldü dudaklarından. "Bûke..."

 

Annem bir kaç saniye duraksadı. Duyduğu bu isimle beraber, yüzünün sinirle kasıldığını yakaladım ama bu o kadar kısa sürmüştü ki muhtemelen kimse anlamamıştı. Annem bu ifadeyi suratından hızlıca silerek alayla güldüğünde, Feraye Sonay'a özgü o kibir dolu kahkaha konağın avlusunda yankılandı. Gözleriyle Lebriz Hanım'ı baştan aşağı süzerken kaşları hafifçe havalanmıştı. "Lebriz Hanım," diye konuştu gülmeyi kesmeden. "Uzun zaman oldu sizinle görüşmeyeli," Gözlerini hafifçe kıstı. "Gerçi siz, ömür boyu görüşmemeyi dilerdiniz, yanılıyor muyum?"

 

Arzu adeta şoka girmiş gibi hafifçe geriye doğru sendeledi. Adil Bey ise, öyle bir kilitlenmişti ki, Arzu'yu fark etmedi bile. Tam bu sırada annemin bakışları Arzu'yu buldu. Dudaklarındaki alaycı tebessümün dozu biraz daha artarken, Arzu ne yapacağını bilemiyormuş gibi anneme bakmaya devam etti. "Sen nasıl geldin buraya?"

 

Annem Arzu'yu baştan aşağı süzüp, bir müddet duraksadı. "Bu kadar korkacağını bilmiyordum," dedi en sonunda aşağılayıcı bir sesle. "Anlaşılan yıllardır hiçbir şey değişmemiş," Hafifçe kafasını salladı. "Sen hâlâ korkak bir kadınsın."

 

Gergin bir ifadeyle Azer'e baktığım sırada onun gözleri de aynı anda beni bulmuştu. Bunu beklemediği belliydi. Ağır adımlarla bana doğru bir kaç adım atıp hemen arkamda durdu. Bunun benim için ağır bir şey olduğunun farkındaydı, öyle ki kimsenin görmediği bir anda eli hafifçe koluma temas etti. "İyi misin?"

 

Varlığı biraz olsun beni rahatlatırken sadece hafifçe kafamı salladım. Şu an her şey ortaya çıkabilirdi. Tamamen ipin ucundaydım. Ve Azer'in kurduğum bu oyunu bilmiyor oluşu karnıma bir bıçak saplanmış gibi yaktı canımı.

 

Eğer bilseydi, yanımda durmazdı.

 

Lebriz Hanım, göz ucuyla Arzu'ya bakıp tekrar anneme çevirdi bakışlarını. "Niye geldin buraya?" diye sordu. "Niyetin ne senin Bûke?"

 

"Bûke yok," dedi annem aniden, sesi ciddileşmişti. "Öldü." Bakışları Lebriz Hanım'a döndü hızlıca. "Şu an karşınızda yıllar önce bir çöp gibi kenara attığınız o kız yok. Benim adım Feraye. Feraye Sonay."

 

Lebriz Hanım ağır ağır kafasını salladı. "Feraye Sonay ha," dedi. "Bunca yıldır nasıl izini kaybettirdiğin çıktı ortaya. Ne diye çıkıp geldin yıllar sonra, intikam mı istiyorsun?"

 

"Ben geçmiş defterleri kurcalamayı bırakalı yıllar oldu Lebriz Hanım," diye konuştu annem beklemeden. "Eger intikam isteseydim, babamın ölüm hükmümü verdiği gün yakardım Midyat'ı. Ama size yıllar önce de söylemiştim, herkes kendi ateşini kendi yakar," Bakışları yavaşça beni buldu. "Ben buraya kızımı almaya geldim."

 

Bir kaç saniye hiçbir tepki vermeden öylece anneme baktım. Kurduğum oyunun orta yerine saplamıştı yine bıçaklarını. Kabul etmem gerekirse, onun benim için buraya gelebilecek olmasına bir an bile ihtimal vermemiştim. Çünkü buraya gelmenin onun için ne kadar büyük bir kabus olduğunun az çok farkındaydım. Yüzleşmek istemeyeceğini zannediyordum ama o geçmiş karşıma, kızımı almaya geldim diyordu.

 

Anneme bakarak belli belirsiz kafamı salladım. Bunu yapmaması gerekiyordu.

 

Annem her zaman yaptığı gibi beni görmezden gelerek, bakışlarını Şahin'e taraf çevirdi. Şahin ise annemin bu hareketiyle beraber bana dönmüştü. "Derhal topla eşyalarını, Ankara'ya dönüyoruz."

 

Göz ucuyla Berşan Hanım'a baktım. Bir şey yapması gerekiyordu artık. O da tam sırası olduğunu düşünüyor olacak ki, iki adım öne çıktı ve önce Şahin'e sonrada anneme baktı. "Dilba'yı bu konağa ben getirdim, haliyle önce konuşmamız gereken şeyler var," dedi kendinden emin bir ifadeyle. "Önce kızınla, sonrada benimle konuşacaksın Feraye. Dinledikten sonra verirsin kararını."

 

Annem ciddi bir ifadeyle Berşan Hanım'a baktı. "Kızımı bu topraklarda o kana susamış canavarların eline bırakmayacağım Berşan," diye konuştu kesin bir ifadeyle. "Dilba hemen şimdi, benimle gelecek."

 

"Gelmeyeceğim," diye araya girdim anneme bakarak. "Önce konuşmamız gerekiyor."

 

Annem, bir müddet duraksadı. Sinirlendiğini anlayabiliyordum. Ela gözlerinde hüküm süren o öfkeyle beraber önce Berşan Hanım'a, sonra da bana baktı. "Bir saat," diye konuştu en sonunda, itiraz istemeyen bir sesle. "Bir saat sonra sana attığım konuma geliyorsun. Ne anlatacaksan anlatacaksın ve sonra buradan defolup gideceğiz, anladın mı beni?"

 

Hafifçe kafamı salladım ve buz gibi bir ifadeyle anneme baktım. "Tamam, geleceğim."

 

Onu ikna etmekten başka yolum yoktu.

 

Şahin bu durumdan memnun olmamış olacak ki anneme bakıp, "Feraye," diye mırıldandı.

 

Annem ise göz ucuyla Şahin'e baktı ve umursamadan arkasını dönüp yürümeye başladı. Şahin, uyarı dolu bir şekilde kısaca bana baktı ve ardından o da arkasını dönerek annemin peşinden ilerledi. Onlar avludan çıkarlarken, benim bakışlarım hızlıca Berşan Hanım'ı bulmuştu ama o benim kadar gergin değildi.

 

Güvendiği bir şey mi vardı?

 

Avuç içlerimin yandığını hissederken, kaskatı kesilen bedenim bana şuan asla yardımcı olmuyordu. Annemin bu şehrin sınırları içinde oluşunu hâlâ hazmedemiyordum. Peki ya Sahran'lar duyunca ne olacaktı?

 

Anlaşılan o ki, bizi hiç kolay şeyler beklemiyordu.

 

Kimse tek kelime etmezken, avlunun içindeki bu kısa süreli ağır sessizlik Arzu'nun hızlıca Berşan Hanım'a dönmesiyle bozuldu. Bakışlarında yer edinen öfkenin şiddeti şimdi çok daha net hissediliyordu. "Sen yaptın değil mi?" diye konuştuğunda, herkesin bakışları sırayla ona döndü. "Bu kadının buraya gelmesini sen istedin."

 

Berşan Hanım'ın yüzüne alaycı bir tebessüm yerleşirken, bakışlarındaki küçümseme eşliğinde Arzu'yu baştan aşağı süzdü. "Sende her şeyi benden bilmeye başladın," dedi rahatça. "Gerçi bu kadar kızacağını bilsem daha evvel bizzat ben çağırırdım orası ayrı."

 

Arzu'nun gözleri sinirle dolarken, bakışlarını Berşan Hanım'dan bir an olsun ayırmamıştı. "Bu kızı da sen getirmedin mi bu konağa?" Eliyle beni gösterdi. "Bu kızı başımıza sen bela etmedin mi Berşan? Şimdi niye yapmayasın?"

 

"Kimsede kabahat bulma Arzu," diye konuştu Berşan Hanım, bu sefer sesi ciddileşmişti. "Eğer yıllar önce onca ahı üzerine almasaydın şimdi o kadının karşısında eğilip bükülmezdin."

 

"Yeter bu kadar," diye konuştu Adil Bey zorlukla.

 

"Yetmez Adil Bey," dedi Berşan Hanım beklemeden. "Boranlı'ların başına gelecek her şeyden sen mesulsün. İster kabul edin, ister etmeyin bu laflar sizin günahlarınızı kapatmaya yetmez."

 

Lebriz Hanım'ın eli yavaşça kalbine gittiğinde, Adil Bey adeta uykudan uyanmış gibi aniden Lebriz Hanım'a taraf yürümeye başladı. "İyi misin Büyük Hanım?"

 

Lebriz Hanım öfkeyle Adil Bey'e baktı. "İyi olacak hâl mi bıraktınız bende..."

 

Lebriz Hanım'ı koltuğa oturttukları sırada benim bakışlarım hızlıca Arzu'ya dönmüştü. Bana olan nefreti annemin gelişiyle tazelenmiş olacakki, bakışlarında korkunç bir kin eşliğinde bana bakıyordu hâlâ. "Bak gör bizi ne hale getirdiğini," diye konuştuğu esnada kafasını hafifçe salladı ve mavi gözlerini üzerime dikti. "Ne istiyorsunuz ya siz bizden? Senin nasıl bir şeytan olduğunu bilmiyor muyum ben? Belki de o kadını sen çağırdın sırf bizim canımızı yakmak için..."

 

Sinirle güldüm. "Sen ne anlatıyorsun ya?" diye konuştum, istemesemde sesim öfkeli çıkmıştı. "Ben senin canını öyle bir yakarım ki, emin ol anneme gerek kalmaz."

 

"Sen önce bir laflarına dikkat et," Orkun'un sesini duymamla beraber, Dilcan Hanım'ın ayaklandığını işittim.

 

"Ne yapıyorsunuz allah aşkına, sırası mı şimdi?"

 

Buz gibi bir ifadeyle önce Dilcan Hanım'a sonra da Orkun'a baktım. "Bence tam sırası," diye konuştum küçümseyici bir ifadeyle ardından bakışlarım tekrar Arzu'yu buldu. "Söylesene, annem canını nasıl yaktı da onun kızından bile bu kadar nefret ediyorsun?"

 

Arzu, sinirle Adil Bey'e baktı. "Bir şey söylesene Adil," diye çıkıştı. "Az önce Bûke buradaydı farkında mısın? Bu kızın böyle konuşmasına izin mi vereceksin?"

 

Hızlıca Adil Bey'e döndü ve alayla gülümsedim. "Konuşsana Adil Bey," bakışlarıma imalı bir tavır yerleşti. "Yıllar önce işlediğin günahları bir de senin ağzından dinleyelim. Zaten herkes sürekli konuşuyor, ama ne hikmetse bir tek sen susuyorsun."

 

Adil Bey, "Son kez söylüyorum," diye söylendi sinirle. "Bu konuyu derhal kapatın."

 

"Adil," diye konuştu bir kez daha Arzu. "Bu kız bize zarar veriyor görmüyor musun?"

 

"Boşuna kendini yorma anne," dedi Orkun buz gibi bir sesle, ardından bakışları Adil Bey'e sabitlendi. "Babam bir kızı olduğunu çoktan kabullenmiş zaten."

 

Avluda bir kaç saniyelik sessizlik oldu. Adil Bey'in suratında gördüğüm ifade, daha önce gördüklerimden çok daha farklıydı. Öfkesi içinden dolup taşarken, içinde biriktirdiği onca şeyle baş edemiyormuş gibi bir hali vardı. Bu konu hakkında konuşmak istemediğini her halinden belli olurken, "Hiçbir şeyi kabullendiğim falan yok," diye konuştu ve bakışları hiç kimseye değmeden boş bir noktaya sabitlendi. "Benim sadece bir evladım var."

 

Ve o an, Yaren'in ahı Midyat'ın ortasında alevlendi.

 

Aylarca aradığı, uğruna belki de ölümü kendine reva gördüğü o adam kalkmış benim sadece bir çocuğum var diyordu. Aylar önce son nefesini gece yarısına hapsetmiş o kızın yokluğunu bile acımasızca kırıyordu.

 

Yaren bunu haketmemişti.

 

Hiç kimse böyle yok sayılmayı haketmezdi.

 

İçimde alevlenen o korkunç öfke eşliğinde Adil Bey'e taraf bir kaç adım yaklaştım ve tam karşısında durdum. "Evet, senin sadece tek bir evladın var," diye mırıldandım demir kadar soğuk bir sesle. "İşte tamda bu yüzden," Gözlerime tehditkar bir ifade indi. "Hep kaybedeceksin."

 

Bir an bile beklemeden, Adil Bey'in yanından geçip merdivenlere doğru yöneldim. Herkes suspus kesilirken, ben yukarı çıkana kadar kimse arkamdan tek kelime etmemişti.

 

Yaren'in acısı hâlâ içimde oldukça tazeyken, onların söyledikleri her söz kalbimdeki kini daha da alevlendiriyordu. Unutmamıştım ve unutturmayacaktım.

 

Nefes aldığı sürece, kaybetmesi için elimden gelen her şeyi yapacaktım.

 

Bunu Yaren'e borçluydum.

 

•••

 

Telefonumun titreşim sesi odanın içinde yaklaşık on dakikadır yankılanıyordu. İşin kötü tarafı arayan kişi sadece Helin değildi. Volki defalarca kez aramış, üzerine Bedo denen ruh hastası bir sürü mesaj yollamıştı yine.

 

Şuan herhangi biriyle telefonda konuşacak kadar sakin değildim. Helin'in ne için aradığı belliydi ve şuan ona bunu açıklayacak mentalde hissetmiyordum kendimi. Önce başımdaki beladan kurtulmam gerekiyordu.

 

Telefonumu elime alıp tamamen sessize aldığımda, bakışlarım aynadaki görüntüme değdi. Oldukça gergin ve sinirli olmama rağmen bunu ifademden kovmayı biraz olsun başarmıştım. Artık annemle konuşmam gerekiyordu. Bana verdiği süre dolmak üzereydi ve biliyordum tek bir dakika gecikmeye bile tahammül etmeyecekti.

 

Bu yüzden çantamı ve telefonumu elime alıp beklemeden çıktım

odadan. Bu işten bir şekilde kurtulmam gerekiyordu. Risk alamazdım. Annemin en ufak bir lafı bile tüm oyunun bozulmasına sebep olabilirdi ve ben bunca yol katetmişken buna izin vermeyecektim.

 

Avluya indiğimde, kimseyle göz teması kurma ihtiyacı hissetmeden direk kapıya doğru ilerlemeye başladım. Onlara taraf bakmasamda, bir çok bakışın şu an benim üzerimde olduğunun bilincindeydim.

 

Dışarı çıktığım zaman gördüğüm ilk kişinin Azer olmasını bende beklemiyordum. Arabasının önünde durmuş ciddi bir suratla telefonda konuşuyordu lakin beni gördüğü an telefonda konuştuğu kişiye, "Kapat," diye bir emirde bulundu ve telefonu kulağından çekerek cebine yerleştirdi.

 

Avlu kapısının taş basamaklarından aşağı inip ona baktığımda, o bana bir kaç adım yaklaşarak tam karşımda durdu. "Bunu yapmak zorunda değilsin," diye konuştu, güven veren bir sesle. "İstemediğinin farkındayım."

 

Bir kaç saniye duraksadım. Gözlerim onun gece karası bakışlarına tırmanırken, "Annemi tanıyorum," diye mırıldandım en sonunda. "Benimle konuşmazsa işi inada bindirir."

 

Azer bir müddet düşündü. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmazken, yüzü oldukça ciddiydi. Kafasıyla arabayı gösterdiğinde, "Hadi bin," diye konuştu. "Seni ben götüreceğim."

 

Herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden arabanın kapısını benim için açtığında, göz ucuyla ona bakıp acele etmeden arabaya bindim. Başka zaman olsa itiraz edip kendim gitmek istediğimi söylerdim ama dün geceden sonra, hele ki aramızdaki bazı engellerin tamamen yalandan ibaret olduğunu onun ağzından duyduktan sonra itiraz etmek içimden gelmiyordu.

 

Konaktaki herhangi biri Azer'in arabasında olduğumu görmüş müydü bilmiyorum ama şu an bu ikimizin de umurunda değil gibiydi. Azer, oldukça rahat bir ifadeyle geçip şoför koltuğuna oturduğunda, gözleri yavaşça beni buldu ve o an dudaklarına sıcak bir tebessümün yayıldığını hissettim.

 

Gülmek ona çok yakışıyordu.

 

Dudaklarımın kenarı onun bu tebessümüyle beraber belli belirsiz kıvrılırken, "Ne oldu?" diye sordum, sakince.

 

Azer, sanki şuan konağın önünde değilmişiz ve herhangi birinin bizi görme ihtimali yokmuş gibi gözlerime uzun uzun baktı. Doyamıyormuş gibi. "Dün gece arabada uyuyakaldığın geldi aklıma," dedi sıcak bir tonla. "Farkında mısın bilmiyorum ama her halin ayrı güzel be kızım."

 

Dudaklarındaki tebessüm biraz daha belirginleşti. Kabul, iltifat konusunda gerçekten çok başarılıydı. Kurduğu her cümleyle kalbimi nasıl bu kadar hızlı attırabiliyordu bilmiyordum lakin bunu çok iyi başardığı ortadaydı. Bakışlarım onun yüzünde gezinirken, "Sabah kendi odamda uyandığıma göre, gece sen beni götürdün," diye konuştum. "Hiçbir şey hatırlamıyorum çünkü," Biraz duraksadım. "Ya biri görseydi?"

 

"Umurumda olmadığını defalarca kez söyledim," diye konuştu beklemeden, ardından göz ucuyla bana baktı. "Seninde kucağımdan inmek ister gibi bir halin yoktu açıkçası..."

 

Söylediği şeyle beraber, dudaklarım istemsizce kıvrılırken bakışlarımı kaçırdım. "Salak salak konuşma ya."

 

Azer'in keyifle güldüğünü işittim. Ardından arabanın motor sesi doldu kulağıma ve araba konağın olduğu taş sokaktan çıkıp ilerlemeye başladı. Bakışlarımı yola çevirdiğimde, Azer'in bakışları yine saniyelik olarak beni bulmuştu. "Sen iyi misin peki?"

 

Biraz duraksadım. "Cevabını bende bilmiyorum," diye mırıldandım bir kaç saniyenin sonunda. "Bunu beklemiyordum diyelim."

 

Azer'in bakışları saniyelik olarak beni buldu ardından tekrar yola baktı. "Doğrusunu söylemek gerekirse bende beklemiyordum."

 

Hafifçe kafamı kaldırıp onun gözlerine baktım. Bedenimde ki korkunç his, etraftaki sessizliği gölgelerken, belli belirsiz salladım kafamı. "Tam da annemden beklenilecek hareket," dedim sakince. "Ama bu kadarı onun için bile fazla."

 

"Özür dilerim," dedi Azer, beklemediğim bir anda. Bakışları yüzümde yavaşça gezinirken sesi sıcak ve içtendi. "Haberim olsaydı emin ol mani olurdum."

 

Sabah yaşananların ağırlığı tekrar üzerime çökerken, "Eninde sonunda haberi olacaktı," diye konuştum. "Ama annemin buraya gelmeye cesaret edeceğini ben bile tahmin etmemiştim."

 

Azer, hafifçe kafasını eğdi ve yüzüme baktı dikkatlice. "Daha fazla düşünme bunları," dedi ve yola döndü. "Bu konudan dolayı daha fazla zarar görmene izin vermeyeceğim."

 

Söylediği şeyle beraber, bir müddet onun yüzünü izledim. Sanki kısıtlı zamanımız varmışcasına, tek bir anı bile kaçırmak istemiyordum. "Sen nasılsın?" diye sordum en sonunda, aramızdaki bu kısa sessizliği bölerek. "Dün gece mekânda o kadar öfkeliydin ki, bir an Botan denen adamı öldüreceğini düşündüm."

 

Dudaklarına histerik bir tebessüm yerleştiginde yolda olmamıza rağmen gözleri benim gözlerimden bir kaç saniye boyunca ayrılmadı. "Nasıl bir şeyin içine çektin beni inan bilmiyorum," diye mırıldandı şevkatli bir sesle. "Ama senin gözlerine baktığım an unutturuyorsun bana her şeyi."

 

Gülümsedim. Onun bakışları tekrar yola dönerken, hafifçe arkama yaslandım ve yolu izlemeye devam ettim. "Seninle konuşmamız gereken şeyler var," diye mırıldandım bir kaç saniyenin sonunda. "Özellikle Elvan konusunda."

 

Azer belli belirsiz kafasını salladı. "Anlaşılan dün gece aklında ki şüpheleri silmeyi başaramamışız," diye konuştu ifadesiz bir sesle. "Öyle mi?"

 

"Aklımda ki sorulara hâlâ cevap bulabilmiş değilim," dedim hafiften imalı bir sesle, ardından göz ucuyla ona çevirdim bakışlarımı. "Senden duymak istiyorum."

 

Keyifle gülümsedi. "Emrin olur."

 

Bir kaç dakika sonra, araba merkezdeki büyük otelin önünde durduğunda, onun bakışları tekrar beni bulmuştu. "Seni burada bekliyorum."

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Gerek yok," diye konuştum. "Sadece konuşacağım, merak etme."

Azer camdan dışarı bakarak etrafa kısaca göz gezdirdi. "Olmaz," diye konuştu ciddi bir sesle.

 

"Azer," diye konuştum işi inada bindirerek. "Herkesin gözü üzerimizde görmüyor musun? Şimdi daha çok konuşmaya başlayacaklar. Sen git, ben kendim dönerim konağa."

 

Bir müddet düşündü. Ardından kafasıyla arka tarafı gösterdi. Gösterdiği yere baktığımda hemen arkamızda duran siyah arabayı gördüm. "O zaman Yusuf ve Volkan bırakacak seni konağa," dedi. "Tek başına dönmek yok."

 

Belli belirsiz kafamı salladım. "Sen Volki'ye güvenmeye başladın bakıyorum," diye konuştum tekrar önüme dönerek.

 

"Hata yapmaya cesaret etmeyeceğini biliyorum diyelim," Bakışlarını benim üzerime çevirdi. "Dikkatli ol, annenin yanındaki herifi hiç gözüm tutmadı haberin olsun."

 

Sadece hafifçe kafamı sallayıp göz ucuyla Azer'e baktım ve ardından arabadan inip otele doğru yürümeye başladım. Ben içeri girene kadar onun bakışları benim üzerimden ayrılmamıştı.

 

Otele girdiğimde, Azer'in arabasının otelin önünden ayrıldığını gördüm ama bizim hemen arkamızdan gelen araba hâlâ buradaydı. Volki, yanında bir sürü adam ile beraber arabadan indiğinde, Volki'nin üzerine giydiği takım elbise gözüme çarpan ilk şey olmuştu. Genel tarzına çok zıt olduğu için, iş icabı giydiğini anlamıştım ama nedense komik gelmişti.

 

Onlardan bakışlarımı ayırıp asansörlere doğru ilerlemeye başladım. Azer'in arabasından indiğimi gördükleri için şuan bir çok kişinin bakışları benim üzerimdeydi. Özellikle kadınların.

 

Aldırış etmeden asansöre binip annemin kaldığı kata çıktım. Annemin ne kadar öfkeli olduğunu tahmin edebiliyordum. Buraya gelmesine ben sebep olmuştum, her ne kadar buraya gelip işime karışmasını istemesemde canını sıktığım için pişman olduğumu söyleyemezdim.

 

Bana attığı mesajdaki oda numarasına tekrar bakıp, koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Gerçi şuan koridora bakıldığında annemlerin hangi odada kaldıklarını tahmin etmek zor sayılmazdı. Kapının önünde dikilen dört koruma bunu gayet iyi gösteriyordu.

 

Adamlardan biri bakışlarını bana çevirerek bir kaç saniye boyunca bön bön yüzüme baktı ve ardından kafasıyla içeriyi gösterdi. "Şahin bey ve Feraye hanım içerdeler. Sizi bekliyorlar."

 

Adamlardan biri kapıyı benim için açtığında, göz ucuyla adamlara baktım ve ardından beklemeden içeri girdim.

 

İçeri girer girmez gördüğüm ilk kişi Şahin olmuştu. Odanın sonunda, pencerenin hemen yanındaki koltuğa oturmuş, kahvesini yudumluyordu. Bakışları yavaşça benim üzerime dönerken suratında beliren alaycı ifade eşliğinde belli belirsiz gülümsedi. "Kızımız sonunda teşrif etti Feraye."

 

Şahin'in bunu söylemesiyle beraber annemin odanın içindeki başka bir kapıdan içeriye girdiğini gördüm. Bakışları bir şimşek gibi üzerime saplanırken, gözlerinde gördüğüm o müthiş öfke ne kadar sinirli olduğunu açıklar nitelikteydi.

 

Üzerine giydiği, muhtemelen markasının yeni sezon tasarımı olan açık renk bluzu ve altındaki krem rengi diz altı eteği ile tam olarak Feraye Sonay ihtişamını kuşanmıştı. Öfkesine rağmen duruşundan bir an bile ödün vermiyordu. Her anlamda kusursuz görünmeyi başardığından, onun canını sıkmayı hiçbir zaman başaramayacağımı düşündürtüyordu.

 

Bana doğru yürüyüp tam karşımda durdu. Bakışları suçlayıcı değildi, o kendine özgü herzamanki küçümseyici ve alaycı bakışlarıyla bakıyordu. "Demek İzmir ha," Alayla güldü. "Açık konuşmak gerekirse senin gibi profesyonel bir yalancı için, fazla ucuz bir numara."

 

Dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı.

"Etrafında olan onca insanın aksine," Göz ucuyla Şahin'e baktım. "Sizi tehlike olarak görmüyorum diyelim. O yüzden sizi oyalamak için çok büyük yalanlar düşünmeme gerek kalmadı, haklısın."

 

Annem üstten bir tavırla beni baştan aşağı süzdü. "Sen kimi kandırmaya çalıştığının farkında mısın Dilba," diye sordu. "Yediğin haltların ortaya çıkmayacağını falan mı zannediyordun kızım?" Sesi ciddileşirken sinirle nefes aldı. "Derhal anlat," dedi sabrı tükenmiş gibi. "Burada her ne dönüyorsa bilmek istiyorum."

 

Histerik bir tebessüm eşliğinde, anneme baktım. "Yaren için buradayım," diye konuştum, ciddi bir ifadeyle. "Hani senin arkasından üzülmeyi bile çok gördüğün kızın için."

 

Annemin gözlerindeki alaycı ifadenin yerini sinirli bir ifade alırken, sakinleşmek adına odanın içinde dolaşmaya başladı. Elleri sinirle birbirine kenetlenirken, burnundan sert bir nefes aldı ve ateş saçan bakışlarını üzerime çevirdi bir kez daha. "Buradaki herkes seni," duraksadı. "Herkes seni o adamın kızı biliyor," diye konuştu söylemeye bile dili varmıyormuş gibi. "Onları bu yalana nasıl inandırdın, kimden yardım aldın bilmiyorum. Ama bu oyunu sürdürmene izin vermeyeceğim Dilba. Anladın mı beni?"

 

"Hiçbir şeyi bilmiyorsun," diye konuştum beklemeden, gözlerime suçlayıcı bir ifade yerleşmişti."Yaren o adam yüzünden ne yaşadı bilmiyorsun. Senin umurunda olmayabilir ama ben bunu o adamın ve ailesinin yanına bırakmayacağım," Hafifçe kafamı salladım. "Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edemeyecekler."

 

"İntikammış," Alayla güldü. "Sen hangi akla hizmet buraya gelirsin?" diye sordu, sesi sertleşmişti. "Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirsin aklım almıyor. Kafayı mı yedin kızım sen?"

 

Göz ucuyla anneme baktım. "Bence sen çok iyi biliyorsun beni buraya neyin getirdiğini."

 

Annem üstten bir tavırla beni baştan aşağı süzdü ve hafifçe gözlerini kıstı. "Böyle mi rahatlatıyorsun vicdanını?" diye sordu. "Ait olmadığın bir ailenin içine sızarak mı alıyorsun ablanın intikamını?"

 

"Senin yapamadığını yapıyorum diyelim," dedim hafiften sinirli bir ifadeyle. "Gerçi ben ne anlatıyorum ki? Kendi kızının ölümüne bile üzülmeyecek kadar kalpsiz bir kadınsın sen."

 

Bunu söylememle beraber, yanağımda bir yanma hissettim. Çıkan tok sesle beraber kafam hafifçe sola doğru eğilirken, annemin bu hareketiyle beraber içimdeki o acımasız kız tekrar uyanmıştı. Dudaklarımı sinirle birbirine bastırarak kafamı kaldırdım ve annemin yüzüne baktım. "Ne o, duymak zoruna mı gitti?"

 

Annem hâlâ havada olan elini hızlıca indirdi ve sakinleşmek istiyormuş gibi hafifçe gözlerini yumdu. İçeride bir kaç saniyelik bir sessizlik oluşurken, annemin bakışları tekrar beni bulmuştu. "Haddini bil Dilba," diye konuştu en sonunda. "Karşında annen var senin."

 

Alayla gülüp hafifçe kaşlarımı kaldırdım. "Anne öyle mi?" Bir müddet duraksadım. "O herkesten gizlediğin geçmişin kurcalanmaya başlayınca mı annem olduğunu hatırladın?"

 

Annem anlam veremiyormuş gibi bir kaç saniye boyunca beni izledi. "Bu sefer çizgiyi aştın," diye konuştu oldukça kesin bir ifadeyle. "Tek kelime daha etmeyeceksin. Şimdi derhal eşyalarını topluyorsun ve bizimle Ankara'ya geliyorsun. Bu saçma oyuna son vereceksin."

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Ben hiçbir yere gelmiyorum."

 

"Boyundan büyük işlere kalkışma kızım..." Hemen arkamda duyduğum sesle beraber hafifçe sesin sahibine döndüm. Şahin, oldukça rahat bir ifadeyle odanın içinde yürüyüp tam karşımızda durdu ve bana baktı. "Bu oyunu bozmak benim iki dudağımın arasından çıkacak lafa bakar. O yüzden hiç boşa nefesini tüketme. Bizimle geliyorsun."

 

"Peki ya ben konuşursam?" Kollarımı önümde bağlayıp masanın kenarına yaslandım ve alayla Şahin'e baktım. "Benim ağzımdan çıkacak o iki kelimeyle sen bir daha Ankara'da barınamazsın, bunu biliyorsun değil mi?"

 

Şahin'in suratındaki o hafif gülümseme anında dondu. Bir müddet duraksadığında bakışları önce anneme, sonra bana değdi. "Benimle pazarlık yapma Dilba," diye konuştu elini cebine koyarak. "Beni tehdit edecek durumda değilsin."

 

"Bir düşün istersen," dedim beklemeden. "Bu işten en çok hangimiz zarar görür?" Bakışlarıma tehditkar bir ifade yerleşti. "Beni ifşa ettiğiniz an, elimdeki tüm kozları bizzat senin düşmanlarına sunarım. Ben en fazla yalancı damgası yerim ama senin tüm hayatın tepe taklak olur."

 

"Böyle bir şey yapamazsın," dedi Şahin dişlerinin arasından. "Elinde her ne varsa, neye güveniyorsan yok etmem bir saniyemi bile almaz anladın mı beni?"

 

Alayla güldüm. "Denesene," diye konuştum kendimden emin bir şekilde. "Böyle bir risk alamayacak kadar korkak bir adamsın sen. Kendini kandırma."

 

Şahin herhangi bir şey söylemedi. Onu oldukça sinirlendirmiş olmalıydım ki, gözlerinden adeta alevler fışkırıyordu. Korkağın tekiydi. Bunu çok iyi biliyordum. Öyle ki attığım oltaya takılması an meselesiydi. Gözlerindeki korku, her şeyi açıklıyordu.

 

Annem ve Şahin hayatlarında tek bir şeyi kaybetmeyi göze alamazlardı.

 

İtibar.

 

İşte o itibar, benim dudaklarımdan çıkacak iki çift lafa bağlıydı. Şahin'in seneler evvel kaç kişinin ayağını kaydırdığını, makam ve mevki uğruna kaç kişinin canına kastettiğini, hatta kendi evinde gizli bir zehir koleksiyonu sakladığını kanıtlarıyla beraber tutuyordum elimde. Evet, Şahin acımasız bir adamdı ama ben ondan daha acımasızdım.

 

Ciddi olduğumu anlamış olacak ki tek bir kelime dahi etmeden öylece üzerime sabitledi bakışlarını. Ama annemin geri adım atmaya niyeti yok gibiydi. Topuklu ayakkabılarının çıkardığı o ritmik ses eşliğinde odanın içinde ağır ağır dolaşmaya başladı. "Aklında her ne varsa unut," diye konuştu bana taraf bakmadan. "Burada kalmana izin vermeyeceğim, sen bu gece bizimle beraber Ankara'ya geleceksin. Aksi takdirde zorla götürülürsün, anladın mı beni?"

 

"Bence çok erken bir karar."

 

Duyduğumuz sesle beraber üçümüzün de bakışları aynı anda sesin geldiği yöne doğru döndü. Berşan Hanım, üzerinde taşıdığı o kendine özgü ihtişamıyla içeriye doğru adımladığında, annemin adımları duraksamıştı. Berşan Hanım, oldukça rahat bir tavırla geçip koltuklardan birine oturdu ve elindeki çantasını masanın üzerine bırakıp anneme baktı. Ardından bakışları benim ve Şahin'in üzerinde sırayla gezindi. "Buke'yle," duraksadı ve hafifçe gülümsedi. "Pardon, Feraye'yle yanlız konuşmak istiyorum," diye düzeltti. "Bizi yanlız bırakır mısınız?"

 

Göz ucuyla Berşan Hanım'a baktım. "Şahin çıksın," diye konuştum umursamaz bir ifadeyle. "Ama ben burada kalacağım. Ne konuşacaksanız bende duymak istiyorum."

 

Şahin bana ters ters bakarken, Berşan Hanım'ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı ve bakışlarını bana çevirdi. "Yanlız konuşmak istediğimi söyledim, Dilba."

 

Annem göz ucuyla Berşan Hanım'a baktı ve bir an duraksadığını hissettim. Gözlerinde düşünceli bir ifade peyda olurken bakışları yavaşça beni buldu ve ardından kafasıyla kapıyı gösterdi. "İkimizde dışarı çıkın," diye konuştu, ben ve Şahin'i kastederek.

 

"Anne."

 

"Dışarı dedim Dilba," diye konuştu annem sertçe.

 

Her ne konuşulacaksa, bunu duymamı istemiyorlardı. Bu sinirlerinin tekrar gerilmesine sebep olurken sinirle onlara bakıp istemeye istemeye kapıya doğru yürüdüm ve odadan çıktım. Şahin de hemen benim peşimden çıkmış ve gözlerini üzerime dikmişti.

 

Onun derdinin şu an tamamen kendi olduğunun farkındaydım. Üzerinde ki gri takım elbisenin yakalarını düzelterek, boş koridorda yavaşça dolanmaya başladı.

 

Ne zaman gergin olsa hep bu hareketi yapardı.

 

Ona taraf bakıp gözlerimi devirdim ve asansörlerin olduğu yöne doğru ilerlemeye başladım. Tam o anda arkamdan seslendi. "Elinde ne var Dilba?"

 

Adımlarım duraksarken hafifçe ona döndüm ve küçümseyici bir ifadeyle onu baştan aşağı süzdüm. "Tahmin edemeyeceğin kadar çok şey," dedim kendimden emin bir tavırla. "Ne o, sen bir korktun sanki..."

 

Şahin kendini zorladığı bariz bir şekilde belli olan bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve ardından ağır adımlarla bana doğru yürümeye başladı. "Eğer elinde gerçekten o dediğin kanıtlar varsa, onları geri almak için ne kadar acımasız birine dönüşeceğimi de biliyorsundur," Alayla gülmeye devam etti, gözlerinde tehlikeli bir ifade vardı. "Öyle değil mi canım kızım?"

 

Tiksinircesine onun yüzüne baktım. "Haklısın," dedim sesim hafiften ciddileşirken. "Sen korkunç bir insansın," Hafifçe kafamı salladım. "Ama istediğim an senden daha tehlikeli bir insan olabileceğimi çok iyi biliyorsun."

 

Şahin bu söylediğim şeyle beraber aniden duraksadı. Yüzündeki o alaycı ifadenin yerini ciddi bir ifade alırken, gözleri sinirle seğirdi. Onun bu hâliyle beraber alayla gülüp, onu baştan aşağı süzdüm ve tekrar arkamı dönerek yürümeye başladım.

 

Aklında nasıl bir plan vardı bilmiyordum ama bu beladan kurtulmak için bir hamle yapacağı aşikârdı. Göze alabileceğini sanmıyordum ama eğer bu gün bu otelden istediğimi almış şekilde çıkmazsam, elimdekileri ifşa etmekten bir an bile çekinmeyecektim.

 

Annemin ikna olması gerekiyordu, başka yol yoktu.

 

Otelin zemin katına inip, kafeteryaya doğru ilerlemeye başladığımda zihnim o kadar doluydu ki etrafta kim var kim yok bakma gereği bile duymamıştım. Öyle ki, etrafta ki insanların çoğunun bakışlarının bir kez daha üzerime dikildiğini bile yeni farkediyordum.

 

Etrafta benimle alakalı o kadar çok laf dönüyordu ki, Midyat'ta adımı duymayan kalmış mıydı onu bile bilmiyordum. Yanımdan geçen bir grup insanın seviyesiz bakışlarına karşılık onlara ters ters baktığımda önlerine dönüp yürümeye devam etmişlerdi ama bu bakışların beni rahatsız etmediğini söylemek yalan olurdu.

 

"Dilba'cığım?"

 

Duyduğum ince bir kadın sesiyle beraber bakışlarım sesin sahibine doğru dönerken, gördüğüm kişiyle beraber kaşlarım hafifçe havalandı.

 

Açıkçası şu an karşımda, Canan'ı görmek beklediğim son şey bile değildi.

 

Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle bana yaklaştığında, belli belirsiz gülümseyip, "Canan Hanım?" diye mırıldandım.

 

Üzerinde, diz altında biten siyah bir keten etek ve mavi tonlarında şık bir gömlek vardı. Kılık kıyafetine bakılırsa yeni gelmiş gibi bir hali yoktu, çünkü üzerinde ne herhangi bir palto, ne de çanta vardı. Uzun süredir burada gibiydi. Sıcak bir tavırla hafifçe koluma dokundu ve masalardan birini gösterdi. "Geç otur şöyle bir kaç dakika," diye konuştu ve yürümeye başladı. "Hangi rüzgar attı seni buraya bakalım?"

 

Gösterdiği masaya geçip onun tam karşısına oturdum. "Ufak bir işim vardı," dedim annemle ilgili herhangi bir şey söylemeden. "Sizin ne işiniz var burada?"

 

"Bu otelin yönetici müdürüyüm," diye yanıtladı beni. "Aynı zamanda otelin ortaklarındanız."

 

"Öyle mi?" diye konuştum yapmacık bir şaşkınlık eşliğinde.

 

Canan, otelin içine kısaca göz gezdirdi. "Babamdan sonra bana kaldı buraları çekip çevirmek işte," Gözleri beni buldu tekrar. "Burada karşılaşmamız ne kadar iyi oldu anlatamam. Bende ne zamandandır, seninle görüşmek istiyordum. Davette doğru düzgün sohbet edememiştik, malum."

 

Hafifçe kafamı sallayarak Canan'ı onayladım. "Aslında bende sizinle görüşmek istiyordum Canan Hanım."

 

"A Canan de lütfen," diye araya girdi gülümseyerek, ardından garsona bir el işareti yaparak yanına çağırdı. "Bize iki dibek kahvesi getirir misin canım," dedi ve bana döndü. "Bizim otelin dibek kahvesi meşhurdur, kesinlikle denemen lazım." Garson siparişi alıp yanımızdan ayrıldığında, Canan'ın bakışları benim üzerimde geziniyordu. "Ben sana annene ne kadar benzediğini söylemiş miydim?"

 

Histerik bir tebessüm eşliğinde arkama yaslandım. "Evet söylemiştin."

 

Canan düşünceli bir ifadeyle, ağır ağır kafasını salladı. "O kadar özlüyorum ki o zamanları," dedi sakin bir sesle. "Üzerinden onca yıl geçti ama hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı. Kolay değil tabi, annen benim kardeşimden de öteydi. O gidince bir yanım hep eksik kaldı sanki."

 

Tamda istediğim noktadan konuya giriş yaptığı için, işim daha da kolaylaşmıştı. En azından Berşan Hanım gelmeden Canan'ın ağzından bir kaç laf alabilirdim. Diğer türlü, annemin geçmişi hakkında bir şey öğrenmem zor olacaktı. Fazla meraklı görünmemeye çalışarak, "Annemin buradan kaçacağını sen biliyor muydun?" diye sordum. "Yani hiç kimseden yardım almadı mı giderken?"

 

Canan bir kaç saniye duraksadı. "Aslında çoğu şeyi tek başına yaptı ama ben herhangi bir yardım almadan kaçabileceğine hiç ihtimal vermemiştim o zaman," dedi. "Zaten kaçtığı anlaşıldığında o çoktan Mardin'den çıkmıştı. Bende en son o zaman haber almıştım annenden. Ondan sonra buhar olup uçtu sanki. Tek bir kişi bile bulamadı nereye gittiğini." Dirseklerini masaya yaslayarak bana baktı. "Gerçi Bûke'nin kızı çıkıp gelmiş dediklerinde önce çok korktum. Senin ortaya çıkman demek onun ifşa olması demekti ama beklediğim gibi olmadı. Bir yandan da merak ediyorum Dilba, annen bunca yıl nasıl saklandı? Bunun cevabını alabileceğim tek insan sensin şu anda."

 

Dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı ve bir kaç saniye bir şey söylemeden bekledim. Tam bu sırada garson kahve servisine başlamıştı. Adam işini bitirene kadar ikimizde konuşmadık ama Canan bu konuda oldukça meraklı görünüyordu. Garson yanımızdan ayrıldığında, Canan'ın bakışları sorduğu sorunun cevabını istercesine beni buldu.

 

Hafifçe doğrulup, dirseklerimi masya yasladım ve Canan'a baktım. "Bazen en iyi saklanma yöntemi, göz önünde olmaktır," diye konuştum. "Annemde tam olarak bunu yaptı. Hiçbir zaman gizlemedi kendini, aksine hep gözler önündeydi."

 

Canan, hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?"

 

Hafifçe saçlarımı düzelttim ve önümdeki kahve fincanını elime alarak kahveden küçük bir yudum aldım. "Sonay şirketler grubunu duymuşsundur muhtemelen."

 

"Hani şu moda devi şirket," diye konuştu Canan, ardından aklına gelen şeyle beraber şaşkınca bana baktı. "Aklıma gelen şey mi yoksa? Yok artık?"

 

Buz gibi bir ifadeyle Canan'a baktım. "Tam da düşündüğüm şey," dedim. "O şirketlerin tekstil kolu tamamen anneme ait. Yani Feraye Sonay'a."

 

Canan şaşkın bir ifadeyle arkasına yaslandı ve bir süre boşluğu izledi. "Demek Feraye Sonay ha..."

 

Canan bir süre hiçbir şey söylemedi. Gerçekten saşırmış gibiydi. Yıllardır yüzünü görmediği arkadaşının şu an bu otelde olduğunu duysa nasıl bir tepki verirdi çok merak ediyordum. Tepkisini ölçmeye çalışarak, "Annem sence buraya geri dönmeye cesaret edebilir mi?" diye sordum. "Yani onca yaşanan şeyden sonra, mümkün mü?"

 

Canan, olumsuz anlamda kafasını salladı. "Bûke dönmezdi," diye konuştu kesin bir şekilde, ardından kafasını kaldırıp bana baktı. "Ama söylediğine göre o artık Bûke değil, Feraye. Ve Feraye döner mi, işte ondan emin değilim."

 

İfadesiz bir suratla Canan'a bakmaya devam ettim. "Eskiden nasıl biriydi?" Bakışlarıma buz gibi bir ifade indi. "Yani Bûke, nasıl biriydi?"

 

Canan düşünceli bir şekilde belli belirsiz gülümsedi. Kahvesinden bir yudum alıp fincanı tekrar yerine koydu. "Muhtemelen biliyorsundur," diye konuştu ağır bir ses tonuyla. "Annen bu şehirde ki herkes için zehirli bir yılandı. Adil'in adı kalbine düştüğü gün, adına öyle bir leke sürdüler ki, o gün içine o zehrin dolduğunu ben onun gözlerinde gördüm," Hafifçe kafasını sallayarak yüzüme baktı. "Bûke hiçbir zaman masum değildi ama onun karşısındakiler Bûke ne yaptıysa hakettiler Dilba. Buna Adil'de dahil."

 

"Anlatır mısın," diye konuştum bir saniye bile beklemeden. "Adil Bey'le aralarında ne yaşandı bilmek istiyorum."

 

"Dilba..."

 

Canan tam ağzını açıp konuşacağı sırada Berşan Hanım'ın sesi girdi aramıza. İtiraf ediyordum, zamanlama konusunda kimse Berşan Hanım'ın eline su dökemezdi. Konuşmanın yarım kalmasıyla beraber, içimde ki gerginlik dozunu arttırdığında ikimizin de bakışları aynı anda Berşan Hanım'a dönmüştü.

 

Berşan Hanım'ın hemen arkasından bize doğru yaklaşan annemi gördüğümde, oturduğum yerden doğrularak acele etmeden ayağa kalktım. Tam bu sırada Canan'ın bakışları annemi bulmuştu ve o an donup kalmış gibi yerinden dahi kıpırdayamadı.

 

Annem göz ucuyla önce bana, sonra da Canan'a baktı. Bakışlarındaki o kendinden emin ifadenin yerini belli belirsiz bir şaşkınlık alırken, kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm. "Canan?"

 

Canan, inanamıyormuş gibi bir süre annemi inceledi. Böyle bir anda karşısında görmeyi tabiki beklemiyordu ama çalıştığı otelde karşılaşmak çok daha büyük bir tesadüftü. Eliyle masadan güç alıp zorlukla ayağa kalktı ve annemi baştan aşağı süzdü. "Bu..." diye konuştu kesik kesik. "Bûke?"

 

Berşan Hanım, Canan'a bakarak hafifçe gülümsedi. "Ne oldu Canan, dilin tutuldu birden."

 

Canan, iki eliyle saçlarını geriye doğru itti ve ne olduğunu anlamak ister gibi hepimizin üzerinde tek tek gezdirdi bakışlarını. Anlam veremeyen bir ifadeyle derin bir nefes aldı ve ardından sinirleri bozulmuş gibi alayla güldü. "Yok ben cidden kafayı yiyeceğim," diye konuştu, bakışları tekrar annemi bulurken. "Gerçekten bu sen misin Bûke?"

 

Annem, Canan'a bakıp hafifçe elini kaldırdı. "Bûke deyip durma lütfen," dedi oldukça ciddi bir ifadeyle. "Şaşkınlığını anlıyorum ve emin ol neler olup bittiğini anlatacağım," Hafifçe kafasını salladı. "Ama önce kızımla konuşmam gerekiyor."

 

Canan üzerinden atamadığı şaşkınlıkla bir kaç saniye duraksadı. Tam bu sırada Berşan Hanım, Canan'a doğru yürüyerek onu kolundan hafifçe çekiştirdi. "Gitte yüzüne bir su falan çarp, bembeyaz oldun."

 

Canan, gözlerini annemin üzerinden ayırmadan yavaşça yürümeye başladığında şu an nasıl bir şok yaşadığını tahmin edebiliyordum. Öyle ki, suratı ölü görmüş gibi bembeyaz kesilmişti.

 

O yanımızdan ayrıldığı sırada, annemin bakışları yavaşça bana döndü ve beni baştan aşağı süzdü. Kollarını önünde bağlayarak, bana hâlâ oldukça kızgın olduğunu bakışlarıyla belli ederken, bir süre herhangi bir şey demeden beni izlemeye devam etti. Onun can damarına bastığımın farkındaydım, o da bu yüzden bana hiç olmadığı kadar kızgın bakıyordu. Daha önce hiç kimse, Şahin de dahil hiç kimse geçmişini kurcalanmaya cesaret edememişti. Ama ben onun yıllar önce arkasında bıraktığı hayatın tam ortasındaydım.

 

Bu annem için ağır bir darbeydi.

 

Ve ben tam olarak bunu yapmak istemiştim.

 

İçinde, egonun en kuvvetli halini taşıyan ela gözleri benim yüzüme sabitlendiğinde, "Bu oyunu oynamaya nasıl cesaret ettin bilmiyorum," diye konuştu. "Canan'la olan samimiyetine bakılırsa geçmişi kurcalamaya da devam ediyorsun."

 

Göz ucuyla anneme baktım. "Senin geçmişin benim umurumda bile değil," diye konuştum, bu söylediğime kendim bile inanmamıştım. "Ben Yaren için buradayım."

 

Annem hafifçe gözlerini kısarak beni inceledi. "Böyle kendinden emin konuşman çok güzel," dedi, ardından sorarcasına bana baktı. "Ama çok merak ediyorum kızım, başladığın bu oyunun sonunu getirmeye cesaret edebilecek misin?"

 

"Benim ablam öldü ya," diye çıkıştım hafiften sinirli bir sesle. "Benim ablam aylarca o adamı aradı bir umut belki bulurum diye," Suçlayıcı bir ifadeyle anneme diktim bakışlarını. "Keşke buraya gelirken ki cesaretini Yaren için de kullansaydın. Sana babam nerede diye sorduğunda sessiz kalmayıp konuşsaydın Yaren yaşıyor olurdu belki. Şimdi sakın bana cesaretten bahsetme."

 

Annemin gözlerinde en ufak bir pişmanlık aradım ama yoktu. Bunu görmek içimdeki nefreti körüklerken, o yüzündeki maskeye yerleştirdiği duygusuzlukla bana bakmaya devam etti. "Şimdilik oyununu bozmayacağım," diye konuştu, sesinde herhangi bir duygu barındırmadan. "Tüm bu olanları detaylıca düşünmem gerekiyor," Söylediklerimi yok sayması ona anlam veremeyen bir ifadeyle bakmama sebep olurken o, herzaman kullandığı emir kipi eşliğinde sonlandırdı cümlesini. "Benden haber bekle ve sakın bir oyun çevirmeye kalma. O zaman gözünün yaşına bakmam haberin olsun."

 

Bir saniye bile beklemeden arkasını dönüp uzaklasmaya başladığımda benim bakışlarım hızlıca Berşan Hanım'ı buldu. "Ne konuştunuz?"

 

Berşan Hanım'ın dudaklarına alaycı bir tebessüm yerleşirken, "O da bende kalsın," diye yanıtladı. "Bilmen gereken bir konu olursa söylerim biliyorsun."

 

"Berşan Hanım," dedim ısrarcı bir tavırla. "Benden çok fazla şey saklıyorsunuz ve emin olun bu benim hiç hoşuma gitmiyor," Bakışlarıma oldukça ciddi bir ifade indi. "Eğer böyle yapmaya devam ederseniz, bende aynen sizin gibi kendi kafama göre hareket ederim. Bu hoşunuza gitmez öyle değil mi?"

 

Berşan Hanım hafifçe kafasını salladı ve bakışları bir kaç saniye boyunca üzerimde gezindi. "Bir kadın," dedi, üzerine basa basa. "Hele ki annen gibi bir kadın, kendine yapılan şeyleri asla unutmaz," Kendinden emin bir ifadeyle hafifçe gülümsedi. "Annenin içindeki nefret hâlâ taze Dilba. Bende haliyle bunu kullandım."

 

Alayla güldüm. "Annemin nefreti hâlâ taze olabilir," diye konuştum inanmadığımı belirten bir tavırla. "Ama intikam almak isteseydi, benim buraya gelmemi beklemezdi öyle değil mi?"

 

Berşan Hanım, eliyle hafifçe omzuma dokundu. "İntikamın ateşini ilk sen fitilledin Dilba," dedi. "Annen de eline böyle bir fırsat geçmişken, elinin tersiyle itmeyecektir. Buna emin olabilirsin."

 

"Ya ikna olmadıysa," diye konuştum süpheyle. "Henüz bir karar vermiş değil."

 

"Onu beraber izleyip göreceğiz," dedi Berşan Hanım ve ardından ağır adımlarla yürümeye başladı. "Şimdi konağa dönmemiz gerekiyor."

 

Bir müddet Berşan Hanım'ın arkasından bakıp, gerginliğimi atmak adına derin bir nefes aldım ama bu asla işe yaramamıştı. Sinirlerim o kadar gergindi şu an bunu geçirecek hiçbir şey olduğunu düşünmüyordum.

 

Boş boş dikilmeyi bırakıp Berşan Hanım'ın peşinden yürüdüm ve otelden çıktım. Berşan Hanımla birlikte arabaya geçtiğimizde, Volkan ve diğerleri de hemen arkamızdaki arabaya binmişlerdi. Araba, hareket ettiği sırada Berşan Hanım'ın bakışları şoföre taraf döndü ve ardından kafasıyla bir işaret yaptı. "Dolan biraz, hemen konağa gitmeyelim."

 

Sorarcasına Berşan Hanım'a baktım. "Neden?"

 

Berşan Hanım'ın bakışları tekrar bana döndüğünde, "Sana anlatmam gereken çok önemli bir şey var," diye konuştu. "Eminim bunu duyduğuna çok memnun olacaksın."

 

Biraz duraksadım, konak yakın olduğu için oraya varmamız sadece on dakikamızı alıyordu. Anlatacağı şey gerçekten önemli olacak ki, konuşmak için zaman yaratmaya çalışıyordu. Şimdi merakım daha çok artmıştı. Göz ucuyla şoföre baktım, Berşan Hanım ne düşündüğümü anlamış olacak ki, "Merak etme," diye konuştu. "Güvenmediğim adamları yanımda tutmam."

 

Sorarcasına kafamı salladım. "Neyle ilgili bu anlatacağınız şey?" diye sordum. "Annemle mi?"

 

Berşan Hanım'ın dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı, yüzünde keyifli bir ifade peyda olurken bakışları benim üzerime gezindi bir süre. "Hayır," dedi bir kaç saniyenin sonunda. "Adil Bey'le ilgili," Hafifçe kafasını salladı. "Sende tahmin edersin ki artık harekete geçmenin zamanı geldi."

 

Memnun bir ifadeyle hafifçe gülümsedim. "Şimdi daha çok merak ettim."

 

Berşan Hanım arkasına yaslanarak rahat bir ifadeyle bana baktı. "Bu çok ağır bir sır," dedi. "Öyle ki, ortaya çıktığında yer yerinden oynayacak," Baş parmağını kaldırıp beni gösterdi. "Sen Dilba... Adil denen adamı can damarından vuracaksın."

 

İşte bu, tam olarak istediğim şeydi.

 

Ve Berşan Hanım'ın bu gün, bu arabada anlatacağı şey benim Adil Bey'e atacağım ilk kurşun olacaktı.

 

•••

 

Bazı sırlar, en başından beri ortaya çıkmak için var edilmişti.

 

Ve öğrendiğim şeyin ağırlığı, ortaya çıkacak bir sırdan çok daha fazlasıydı. Adil Bey'in, bir dağ gibi büyüyen kibrine bıçağı saplamanın zamanı gelmişti ve bunu yapmam için çok büyük bir risk almam gerekiyordu.

 

Bunu yapacaktım.

 

Zamanı geldiğinde, onu can damarından vuracaktım.

 

Aynen onun Yaren'e yaptığı gibi...

 

Berşan Hanım, göz ucuyla bana bakıp bir süre beni inceledi. "Fırsat bulduğun ilk anda," diye konuştu kendinden emin bir ifadeyle. "Hallet bu işi."

 

Bir saniye bile tereddüt etmeden kafamı hafifçe eğip kaldırdım. Bu işten fazlasıyla keyif alacaktım. Zordu ama yapmak için çok fazla sebebim vardı. Bana bu sebepleri veren kişi ise düsmanımın ta kendisiydi.

 

Adil Boranlı.

 

Berşan Hanım bana güvendiğini gösteren bir bakış atıp, keyifle güldü ve şoförün açtığı kapıdan aşağı indi. Bende beklemeden arabadan indiğimde, hava neredeyse kararmak üzereydi.

 

Etrafa kısaca göz gezdirdim. Azer'in arabası etrafta görünmüyordu, Güven'de ortalıkta yoktu. Anlaşılan henüz konağa gelmemişlerdi.

 

Diğer yandan, konağın önünde duran başka bir arabadan Dilcan Hanım ve Cenap Ağa'nın indiğini gördüm. Sanırım buraları boş bırakmaya hiç ama hiç niyetleri yoktu. Mütemadiyen konaktaydılar zaten.

 

Arabadan iner inmez bakışları bize taraf dönerken, ifadesiz bir suratla onlara baktım ve çantamı omzuna astım.

 

"Ananın yanından geliyorsun değil mi?" Dilcan Hanım'ın sorusuyla beraber, bir müddet duraksadım ve sonra hafifçe kafamı salladım.

 

"Evet."

 

Cenap Ağa, kafasını sağa sola sallayarak düşündü bir süre. "Yahu kırk yıl düşünsem o kadının buraya geleceği aklımın ucundan geçmezdi," diye söylendi. "E ne dedi? Kızını götüreceğim diye atıp tutuyordu en son..."

 

"Dur hele Cenap Ağa" diye araya girdi Berşan Hanım. "Kapı önünde konuşulacak konu mu bu Allah aşkına? Hele önce bir içeri girelim," Eliyle beni çağırdı. "Hadi kızım içeri gir sende."

 

Onlar içeriye girerlerken, benim bakışlarım kısaca etrafta gezindi. Kapıda onlarca koruma vardı ama Volki ortalıkta görünmüyordu. En son otelden çıkarken görmüştüm ama dönüp dönmediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gergin bir ifadeyle derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ve ardından içeriye doğru adımladım. Ben avluya girer girmez, herkesin bakışları teker teker benim üzerime dönmüştü.

 

Adil Bey'in asık bir suratla bize döndüğünü gördüğümde, herhangi bir tepki vermeden onlara taraf ilerlemeye başladım. Lebriz Hanım ise oturduğu yerden doğrularak ayağa kalktı ve bastonunu sıkıca kavrayarak bize taraf baktı. "Ne oldu, konuştunuz mu?"

 

Berşan Hanım avluda bulunan herkesin üzerinde gezdirdi gözlerini ve en son Lebriz Hanım'a baktı. "Endişe edecek bir şey yok Büyük Hanım," diye konuştu. "Meseleyi hallettim."

 

Göz ucuyla Berşan Hanım'a baktım. Meseleyi nasıl halletiğini ben bile bilmiyordum. Ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Annemi düsünmeye nasıl ikna etmişti bilmiyorum ama bunu kesinlikle öğrenmem gerekiyordu.

 

Lebriz Hanım bakışlarını Berşan Hanım'a dikerek hafifçe gözlerini kıstı. "Nasıl hallettin, söyle bizde bilelim Berşan."

 

"Bunu bir ara sizinle başbaşa konuşsak daha iyi olur," dedi Berşan Hanım, sakince. "Şimdilik herhangi bir sorun olmadığını bilin yeter."

 

Berşan Hanım'dan bakışlarımı ayırıp Lebriz Hanım'a baktım. "Ben odamdayım."

 

Herhangi bir cevap vermesini beklemeden arkamı dönüp yürümeye başladığımda Lebriz Hanım'ın sesi duyuldu. "Dün geceki mevzu kapandı sanıyorsan yanılıyorsun küçük hanım," adımlarım duraksadı ve omuzumun üzerinden Lebriz Hanım'a baktım, o ise devam etti. "Araya kaynadı diye unuttum sanma, bunu konuşacağız sizinle."

 

Lebriz Hanım'ın bunu söylemesiyle beraber Gaye'nin ayaklandığını işittim. "Müsaadenizle bende Dilba'yla yukarı çıkıyorum."

 

Onun hemen arkasından Ruken'de ayağa kalktı. "Bende gideyim bari."

 

Sanırım kimse bu gergin ortamda durmak istemiyordu. Her az herkesin birbirini azarlayacak hali vardı çünkü.

 

Onların yanından ayrılıp yukarı çıktığımızda, Gaye ve Ruken biz odaya girene kadar tek kelime etmemişlerdi. Lakin kapıyı kapattığım an ikiside bunu bekliyormuş gibi hızlıca bana döndüler.

 

"Ben bile meraktan çatlayacağım Dilba," diye lafa girdi Ruken hiç beklemeden. "Anlatsana nasıl ikna ettiniz anneni?"

 

İfadesiz bir suratla çantamı

makyaj masasına bıraktım ve Ruken'e taraf döndüm. "Ben değil Berşan Hanım ikna etti," dedim düz bir sesle. "İkna kabiliyeti baya yüksekmiş."

 

Ruken hafifçe güldü. "Bu kabiliyetini canı ne zaman isterse o zaman kullanması dışında sorun yok."

 

Ruken bunu söylerken, Gaye ağır adımlarla geçip yatağa oturdu ve bakışlarını üzerime dikti. Her zamankiden çok daha gergin ve canı sıkkın görünüyordu.

 

Maalesef sebebini biliyordum.

 

"Yanlız annen aşırı cool bir kadın," diye konuşmaya devam etti Ruken. "Yanında ki kocası mıydı?"

 

Umursamaz bir ifadeyle kafamı salladım ve bakışlarımı telefonuma indirdim. "Evet, çiftlikte bahsettiğim adam."

 

Helin'in attığı onca mesaja göz gezdirirken onu dünden beri aramadığımı yeni hatırlıyordum. Üstelik defalarca kez beni aramıştı. Açsam bile ona dün olanlar hakkında ne söyleyecektim bilmiyordum. Her şey o kadar ani gelişmişti ki, ben bile ne olduğunu anlayamamıştım. Önce Botan denen adamla karşılaşmamız, sonra Azer'le o mekândan beraber çıkışımız herkesin aklına aynı şüpheyi düşürmüştü.

 

Helin'le konuşma işini sonraya bırakıp telefonumu kapattığımda Ruken, "Adil amcamı gördünüz değil mi?" diye sordu. "Resmen donup kaldı kadının karşısında. E kolay değil tabi onca yıl geçmiş üzerinden..."

 

Gaye, Ruken'e baktı. "Hep merak etmişimdir hikayelerini ama anlatan yok ki, herkes sır gibi saklıyor," diye konuştu, bakışları bu sefer bana dönmüştü. "Sen biliyor musun?"

 

Huzursuz bir ifadeyle, "Bilmiyorum," diye kestirip attım. "Merakta etmiyorum açıkçası."

 

Gaye, hafifçe kaşlarını kaldırdı ve imalı bir tavırla beni baştan aşağı süzdü. "Dün mekanda karşılaştığımız adam senin dayınmış demek," dudaklarının kenarı alayla hafifçe kıvrıldı. "Kim bilir Azer yetişmeseydi başımıza ne gelecekti..."

 

Konuyu açmak için bu cümleyi bilerek söylemişti. Nereye bağlayacağını çok iyi biliyordum.

 

"Bu konuda ciddi anlamda hatalısınız," dedi Ruken düz bir sesle. "Yani hem Yaman Çibran'ın mekânına gitmişsiniz, bu da yetmiyormuş gibi Sahran'lara karşı karşıya gelmişsiniz. Babaannem hâlâ çok öfkeli haberiniz olsun."

 

Ruken'e bakarak, "Sonuç olarak hiçbir şey olmadı," diye konuştum.

 

Gaye histerik bir tebessüm eşliğinde kollarını önünde bağladı ve bakışlarını üzerime dikti. "Olanları görmeni o kadar çok isterdim ki Ruken," diye konuştu bakışlarını benden ayırmadan. Sesi oldukça imalıydı. "Görmen lazımdı. Yani Azer gelip Botan denen admı bir güzel benzetti, sonra da Dilba'nın elinden tuttuğu gibi çıkarttı mekandan..."

 

Ruken'in şaşırmasını bekledim ama o sadece göz ucuyla bana baktı ve hafifçe gülümsedi. Gaye ters bir ifadeyle önce Ruken'e, sonra bana baktı. Tam bir şey söyleyecekti ki kapının açılmasıyla bu isteği yarıda kesilmişti.

 

Açıkçası kapıyı açan kişinin Elvan olması beklediğim son şeydi. Yüzünde hafif keyifli bir ifadeyle hepimizi teker teker süzdüğü ve kapı eşiğine yaslanarak belli belirsiz gülümsedi. "Orkun yine almış gitarını eline," diye konuştu. "Mercan'la beraber terasa, yanlarına çıkacağız. Gelin isterseniz."

 

Ruken keyifle gülümsedi ve bize taraf baktı. "Uzun zamandır dinlememiştik ya çok iyi olur, hem kafamız dağılır biraz."

 

Gaye oturduğu yerden kalktı. "Hadi gidelim o zaman," diye konuştu, ardından bana baktı sorarcasına. "Sen gelmiyor musun?"

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Siz gidin," diye konuştum. "Orkun'u hiç çekemem şimdi."

 

Ruken ısrarcı bir tavırla bana baktı. "Hadi ama Dilba, eğleniriz işte biraz."

 

"Siz çıkın," diye araya girdi Elvan, ardından göz ucuyla bana baktı. "Biz Dilba'yla beraber geliriz."

 

Bu söylediği şeyle beraber alayla gülüp, bu gibi bir ifadeyle Elvan'a baktım. Kim bilir yine ne zırvalayacaktı. Gerçi amacının ne olduğu gayet açıktı, fırsattan istifade Azer konusunu açacaktı yine.

 

Ruken, "İyi tamam," diye konuştu ve ardından Gaye'yle beraber odadan çıktılar.

 

Elvan, onların arkasından bakıp yavaşça kapıyı kapattı ve bana çevirdi bakışlarını. Yüzümdeki alaycı tebessüm eşliğinde onu baştan aşağı süzdüm, "Konuş hadi," dedim ağır hareketlerle ayağa kalkarak. "Seni dinliyorum."

 

Elvan, bunu bekliyormuş gibi hafifçe kafasını salladı ve ardından beni baştan aşağı süzdü. Bakışlarındaki bariz nefret en net haliyle hissedilirken, "Sabah olanlardan sonra bir hâlini hatrını

sorayım dedim," diye konuştu, ciddiyetsiz bir sesle. "Malum, baya olaylı bir gündü. Kimse için kolay değil tabi, kadın onca lafa söze rağmen yıllar sonra çıkıp geldi, boşuna dememişler yılanın başı diye..."

 

Bakışlarımdaki alay bir an olsun sönmedi. Beni kışkırtmak için söylenen bu basit cümleye öfkelenmek yerine, sadece belli belirsiz kafamı salladım. "Annem için söylenenleri yalanlamayacağım," diye konuştum. "Senin aksine. Gerçekleri yalanlama konusunda, rakipsizsin."

 

Elvan'ın yüzündeki keyifli ifade saniyelik olarak donup kaldı ama toparlaması uzun sürmemişti. "Benim hayatım hiçbir zaman yalanlar üzerine kurulu olmadı," dedi, gerçek görünmesi için verdiği gereğinden fazla bir çabayla. "Ha eğer ortada bir yalan varsa da, gerçek olana kadar bırakmam peşini. Orası ayrı."

 

Hafifçe kaşlarımı kaldırdım ve imayla Elvan'a baktım. "Bu çaban bana bazen çok komik geliyor," diye konuştum. "Hiçbir zaman yüzünü sana dönmeyecek bir hayale yapışıp kalmış gibisin."

 

Elvan, dudaklarını birbirine bastırarak, bir kaç saniye öylece bana baktı. Yüzü ciddileşmişti. "Sabahki olay sinirlerini epey bozmuş anlaşılan," diye konuştu topu bana atarak. "Valla ne yalan söyleyeyim, Adil Bey'in sabah söyledikleri benim bile kanıma dokundu. Neydi o son dediği şey, ha..." Nisbet yapar gibi kafasını salladı. "Benim bir tane evladım var. Çok ağır laf öyle değil mi, insan düşmanına söylemez."

 

Beni öfkelendirmek istediğinin farkındaydım ama ona istediğini vermeyecektim. Bu yüzden ifademden en ufak bir duygunun sızmasına izin vermedim ve Elvan'a doğru bir kaç adım atıp tam karşısında durdum. "Sen bir açık konuşsana Elvan," diye mırıldandım. "Bu üstü kapalı lafları, boşuna söylemiyorsun orası belli ama benim asıl merak ettiğim," Gözlerimi onun yüzüne diktim. "Bu cürreti nereden aldığın."

 

Elvan o an yüzündeki bütün maskeleri düşürdü ve saf bir nefretle yüzüme baktı. "Madem açık konuşuyoruz dinle o zaman," Sorgularcasına kafasını salladı. "Gecenin bir yarısı konağa dönüyorsun ve yanında Azer var. Bence bu sana bilenmem için gayet yeterli bir sebep öyle değil mi?" diye sordu. "Gerçi sen alışıksındır böyle şeylere ama söz konusu olan benim kocam. Bilmem anlatabiliyor muyum?"

 

Dudaklarımdan kısık bir kahkaha dökülürken, gözlerimdeki yoğun alayı gizleme gereği duymadım. "Kocan," diye konuştum gülmeye devam ederken. "Öyle mi?"

 

Elvan bir kaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedi. Yüzündeki ifade donup kalırken, ifademi ölçmek istiyormuş gibi bir süre beni izledi. İlk başta reddedeceğini düşündüm ama o sanki aklına daha evvel gelen bir düşüncenin doğrulanışına şahit oluyor gibiydi. Öyle ki sessizliğini bir süre daha devam ettirerek, sadece bana bakmakla yetindi.

 

"Kendini inandırdığın bir oyun yüzünden, üzerime yapıştırdığın o saçma ithamlara son ver," diye devam ettim kelimelerin üzerine basa basa. "Çünkü artık hiç inandırıcı gelmiyor."

 

Reddetmek yerine, "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordu aniden, bildiğime şaşırmış gibi görünmüyordu ama afallamıştı.

 

Dudaklarıma belirsiz bir alay yerleşti bir kez daha. "Bilmem," diye konuştum alayla gülerek. "Sence nereden biliyorum?"

 

Sinirle bana bakıp, "Seni gebertirim, anladın mı beni?" diye bağırdığı sırada bir adım ileri çıktım.

 

"Yavaş gel," Gözlerim Elvan'ın üzerinde gezinirken sesim ciddileşmişti. "O gözlerini benim üzerimden çekeceksin," tehditkar bir ifadeyle belli belirsiz kafamı salladım. "Yoksa yemin ederim, çekene kadar uğraşırım seninle."

 

Elvan bir kaç saniye duraksadı. Ciddi anlamda sinirli görünüyordu. "Ben senin niyetini çok iyi biliyorum," diye konuştu en sonunda. "Ama izin vermeyeceğim. İstediğin her neyse, onu almana izin vermeyeceğim Dilba."

 

"Beni kendinle karıştırıyorsun," dedim beklemeden. "İstediğini alamayan sensin, o yüzden bir daha sakın o basit imalarını kullanıp beni kışkırtmaya kalkma," Gözlerime yoğun bir alay indi tekrar. "Sakın." Cevap vermesini beklemeden yanından geçtim ve kapıyı açarak ona baktım. "Şimdi çık dışarı."

 

Elvan, bir saniye bile beklemeden yanımdan geçti ve bir hışımla çıktı odadan. Kapıyı arkasından sertçe kapatıp makyaj masasına doğru yürüdüm ve aynadaki yansımama diktim bakışlarımı. Anlaşılan o ki, Elvan'la daha çok işimiz vardı.

 

Sakin kalmak zordu ama bunu yapmak zorundaydım. Hem kontrolü kaybetmemeli, hem de öfkemi diri tutmalıydım. Bu konakta şimdi sadece tek bir savaşım yoktu, birden fazla kişiyle savaşmak zorundaydım artık.

 

Az önce makyaj masasına bıraktığım telefonum bir kaç kez daha art arda titrediğinde, bakışlarım aynadan ayrılıp telefonuma değdi ve telefonu elime alıp gelen mesaja baktım.

 

Helin: Artık şu telefonunu açar mısın acaba?

 

Huzursuz bir nefes verip arama kısmına girdim ve Helin'in isminin üzerine tıklayarak aramayı başlattım. Ben daha telefonu kulağıma koymadan arama cevaplanmıştı.

 

"Niye açmıyorsun telefonumu Dilba ya? Öldüm meraktan..."

 

Helin'in yüksek sesiyle beraber telefonu kulağımdan hafifçe uzaklaştırıp yüzümü buruşturdum. "Fırsat bulamadım açmaya," diye yanıtladım düz bir sesle. "Ne oldu?"

 

"Hâlâ ne oldu diyor ya," dedi Helin hafiften öfkeli bir sesle. "Kızım daha ne oldusu mu var? Dün gece olanları unuttun herhalde. Anlat çabuk, seni dinliyorum."

 

Geçip yatağa oturdum ve elimle saçımı geriye doğru düzelttim. "Neyi anlatayım?"

 

Helin'in derin bir nefes aldığını işittim. "Hiç öyle bilmemezlikten falan gelme Dilba, neyden bahsettiğimi sen çok iyi biliyorsun," dedi. "Azer Boranlı'yla senin aranda ne var?"

 

Keşke bu sorunun cevabını bende bilebilsem...

 

"Hiçbir şey yok," diye geçiştirmeye çalıştım ama pek işe yaradığını zannetmiyordum. "Saçmala istersen, Helo."

 

"Hiçbir şey yok," diye tekrarladı beni Helin ve ardından imayla güldü. "Kızım adam dün gece herkesin içinde senin elinden tutup mekandan çıkardı ya, hâlâ aramızda bir şey yok diyorsun. Bende bunu yedim, aynen..."

 

Aslında Helin'in merakını anlıyordum ama ona şimdilik Azer'le olanları anlatamazdım. Nedenini kendim de bilmiyordum ama önce bir şeyleri kafamda tamamen oturtmam gerekiyordu. Öyle bir durumun içerisindeyim ki, ne yapmam gerektiği hakkında zerre fikrim yoktu.

 

"Doğru düzgün hatırlamıyorum bile," diye bir yalan attım ortaya. "Fazla içmişim, eve gelir gelmez uyudum zaten. Yani sen ne biliyorsan bende onu biliyorum, fazlası yok."

 

Helin bir müddet bekledikten sonra, "Peki o adam kimdi?" diye sordu. "Dün gece tehditler savurdu resmen sana. Ne oluyor ya, kim bu adam ne derdi var seninle?"

 

Botan denen adamın dün gece söyledikleri aklıma gelince gözlerimi devirmeden duramadım. "Annemin abisiymiş," diye konuştum, tiksinircesine. "Bende dün ilk defa gördüm."

 

"Dikkatli ol Dilba, bak o adamın gözü göz değildi," Helin bunu dedikten sonra biraz bekledi ve ardından, "Bir de üzerine sen telefonlarını açmayınca aklım çıktı," dedi. "Bir şey oldu sandım."

 

"Aslında oldu," dedim buz gibi bir sesle.

 

Helin, "Ne oldu?" diye sordu, sesi endişeli çıkmıştı.

 

"Annem," diye konuştum pat diye. "Sabah konağa geldi."

 

"Ne?" Helin'in şaşkın sesi kulağıma dolarken, onu görmesem bile gözlerinin kocaman açıldığını tahmin edebiliyordum. "Bas baya Ankara'dan kalkıp Mardin'e gelmiş öyle mi?"

 

Belli belirsiz kafamı salladım. "Aynen öyle," dedim. "Yani anlayacağın başımda bir sürü dert var, hangisiyle uğraşacağımı şaşırdım."

 

Helin sıkıntıyla nefes aldı, ardından telefonun diğer ucundan birinin Helin'e seslendiğini işittim. Helin seslenen kişiye bir şeyler söyledikten sonra, "Benim kapatmam lazım," diye konuştu. "Nöbetteyim bu gece. Ama sakın kurtuldum sanma, sonra uzun uzun konuşacağız seninle. Elimden öyle kolay kurtulamazsın."

 

Belli belirsiz gülümsedim. "Sana kolay gelsin o zaman."

 

Telefonu kulağımdan çekip aramayı sonlandırdığımda, dışarıdan gelen gülüşme sesleri yeni dikkatimi çekiyordu. Lebriz Hanım'ın konağındaki büyük teras odama fazla uzak olmadığından sesler buraya kadar geliyordu.

 

Şuan odada boş boş oturma fikri bana daha sıkıcı gelmişti. Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru yürüdüm ve acele etmeden çıktım odadan. Diğer konağa bağlanan merdivenlerden çıkıp terasa doğru ilerlemeye başladığımda, duyduğum ilk ses Gaye'ye aitti.

 

"Valla ben bir daha hayatta o mekana gitmem, dün yaşadığım korku bana yeter."

 

Orkun'un alayla güldüğünü gördüm. "Dilba'nın aklına uyup ne idüğü belirsiz yerlere giderseniz olacağı bu. Onun aklı fikri fitne fesatta."

 

Alayla güldüm. "Ne o fırsatını buldun, dedikodumu mu yapıyorsun?" diye konuşup onlara doğru ilerlemeye başladığımda hepsinin bakışları teker teker benim üzerime dönmüştü.

 

Elvan ortada görünmüyordu, bu iyiydi.

 

Orkun alayla gülüp, gözlerini devirdi. "İyi insan lafının üzerine gelirmiş diyeceğim de, sende tam tersi oluyor ya."

 

Sırf onu sinir etmek için, oturduğu koltuğa doğru yürüyüp onu omuzundan hafifçe yana ittim. "Kay yana," diye konuşup ondan boşalan yere oturduğumda, tip tip bana baktı bir kaç saniye boyunca.

 

"Senin annen seni Ankara'ya götürmeye gelmemiş miydi ya?" diye sordu ters ters. "Sen niye hâlâ buradasın?"

 

Alaycı bir tavırla Orkun'a baktım. "Sen bir de heveslendin değil mi benden kurtulacaksın diye," Rahat bir tavırla arkama yaslandım. "Kıyamam ama ya."

 

Orkun, bir ayağını dizinin üzerine koyarak geriye doğru yaslandı ve bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. "Bence hepimiz merak ediyoruz öyle değil mi?" diye sordu ve tekrar bana baktı. "Sen bir anlatsana ya dün gece ne haltlar yediğini. Konaktan gizlice çıkmayı iyice huy edinmisin diye duydum. Bir de Gaye'yi takmış peşine, kızı da mı yoldan çıkaracaksın?"

 

"Saçma sapan konuşma Orkun," dedi Gaye hafiften kaşlarını çatarak. "Ne yoldan çıkması ya?"

 

Orkun'un bakışlarında ki küçümseme, o kadar kuvvetliydi ki bazen hiçbir şey söylemese bile insanı sinir etmeyi başarıyordu. Gözlerimi Orkun'un üzerine dikip, ona aynı şekilde karşılık verdiğimde dudaklarıma alaycı bir tebessüm yerleşti. "Keşke Helo'yu da çağırsaydık," diye konuştum üzerine basa basa. "Hem Orkun'la çok samimilermiş diye duydum. Sahi, neydi ya o tokat mevzuusu, bir anlatsana bizde bilelim."

 

Orkun bir kez daha gözlerini devirdiğinde sesli bir şekilde güldüm. Tam bu sırada Mercan, göz ucuyla Harun'a baktı ve onu omzuyla hafifçe dürttü. Harun, Mercan'a baktığında ne olduğunu anlamış gibi olumsuz anlamda kafasını salladı. "Yok olmaz."

 

Mercan yaramaz bir çocuk gibi omuz silkti. "Yahu ne var keyfimiz yerine gelir işte," diye konuştu ve bir kaç defa parmaklarını şıklattı. "Hem ne zamandandır oynamıyoruz, özledim valla."

 

"Olamaz ya," dedi Ruken yüzünü buruşturarak.

 

Harun pek isteksiz olmadığından daha fazla reddetmeden ayağa kalktı ve duruşunu dikleştirerek Orkun'a baktı. "E çal o zaman bizim parçayı."

 

Orkun, koltuğun yanındaki bağlamayı eline alarak hızlı ve hareketli bir şarkı çalmaya başladığında Mercan hemen ayaklandı ve ardından neşeyle kıkırdadı. Parmaklarını şıklatarak oynamaya başladığında, Harun eliyle alkış tutarak Mercan'a eşlik ediyordu.

 

Gaye ve Ruken ellerini birbirine vurarak sarkıya ritim tutmaya başladıklarında, Harun dizleri üzerinde yere çöktü ve Mercan'a bakarak şarkıyı söylemeye başladı.

 

Aman güzel yavaş yürü canım, cananım vay vay...

Yoldaki taşa değersin, nedem lo güzelim vay vay...

Sen öyle bir güzelsin ki canım, cananım vay vay...

Dokuz kardaşa değersin nedem lo, güzelim vay vay...

 

Onların bu görüntüsü gülme isteğimi tetiklerken daha fazla kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Bir yandan Mercan'ın cilveli bir şekilde oynaması, diğer yandan Harun'un söylediği şarkı şu an oldukça neşeli ve komik bir görüntü oluşturuyordu. Öyle ki Orkun gibi duygusuz biri bile şuan gülümsüyordu.

 

Mercan, Harun'un etrafında bir tur dönüp oynamaya devam ederken Harun iki elini hafifçe havaya kaldırarak Mercan'a doğru salladı.

 

Kaşın çatık yay gibidir canım, cananım vay vay...

Baldan tatlı pay gibidir nedem lo, güzelim vay vay...

Gece doğanay gibidir canım, cananım vay vay...

Gündüz güneşe değersin, nedem lo güzelim vay vay...

 

Mercan, saçlarını savurarak Harun'a bir bakış attı ve ardından neşeyle kıkırdayarak oynamaya devam etti. Orkun ise kendinden beklenmeyecek bir enerjiyle, bağlamayı çalmaya devam ediyordu.

 

Bağlama çalabilmesi bana da süpriz olmuştu.

 

Biraz sonra, müzik bittiğinde Harun, "Hey maşallah," diyerek ayağa kalktı ve karısına baktı. "Valla özlemişim, ne yalan söyleyeyim..."

 

Mercan, gülmeye devam ederek Harun'a baktı ve nefeslenerek koltuğa oturdu tekrar. "Ay hatırlıyor musunuz, düğünde ne güzel oynamıştık bunu. Ayıptır söylemesi, herkesler aylarca bizim düğünümüzü konuşmuştu Mardin'de."

 

"O değilde, Harun abim nedense sadece bu şarkıyı söyleyebiliyor," dedi Ruken anlam veremiyormuş gibi gülerek. "Yani başka şarkı söyle desen söyleymez, bu şarkıda bülbül gibi ötüyor onu anlamadım."

 

Mercan duruşunu dikleştirerek, Ruken'e baktı. "Canım bu sıradan bir şarkı değil ki," diye konuştu. "Harun'la bizim şarkımız..."

 

Mercan'a baktım sorarcasına. "Daha romantik bir şarkı bulamadınız mı?"

 

Mercan omuz silkti. "Bence gayette romantik bir şarkı," dedi. "Bizim aşkımızı anlatıyor."

 

"Lan Orkun, bir kere daha çalsana kulaklarımız bayram etsin."

 

"Hayır."

 

Harun'un bu isteğinde Mercan dışındaki herkes aynı anda hayır dediğinde, Ruken kafasını olumsuz anlamda sallayarak abisine baktı. "Bence yeterli," diye konuştu hafifçe yüzünü buruşturarak. "Yani kusura bakma abi ama kulaklarım buna daha fazla dayanamaz. Lafın gelişi bülbül gibi dedik diye abartmaya gerek yok."

 

"Siz ne anlarsınız sesten," dedi Harun arkasına yaslanarak. "Bu şarkıyı benden iyi kimse söyleyemez."

 

"Senden kötü kimse söyleyemez demek istedin herhalde," diye bir ses duyulduğunda hepimizin bakışları sesin sahibine taraf döndü. Azer ve Güven art arda terasa girdiklerinde, Azer'in bakışları alaycı bir ifadeyle Harun'un üzerine dikilmişti. "Aşağıda herkesi baş ağrısı tuttu. Ne biçim bir sesin var lan senin?"

 

Ruken keyifli bir ifadeyle Azer'e bakıp güldüğünde Harun'un kaşları hafifçe çatılmıştı. "Herkes kıskanıyor lan beni," diye konuştu. "Kadife gibi sesim var."

 

Harun bunu söylerken, Azer gelip oturduğum yerin en yakınındaki tekli koltuğa oturdu. Bu sefer bakışlarının odağında tamamen ben vardım. Siyah gömleğinin kollarını yukarı doğru kıvırmış ve hep yaptığı gibi ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Nefes kesici görüntüsü bakışlarımı ondan ayırmamı zorlaştırırken onun bakışları inatla benim üzerimden ayrılmamıştı.

 

Tam bu sırada Gaye'nin bize baktığını hissettim, göz ucuyla ona baktığımda hızlıca bakışlarını kaçırıp tekrar önüne döndü.

 

Aklından neler geçtiğini çok iyi biliyordum.

 

"En iyisi Cenap Ağa'yı çağıralım," diye araya girdi Orkun alaycı bir sesle. "O mükemmel sesiyle etrafın tozunu attırır."

 

"Aman Allahım," dedi Gaye yüzünü buruşturarak. "Sakın öyle bir şey yapmaya kalkmayın, kulaklarınıza yazık. En son şarkı söylediğinde üç gün kendime gelememiştim."

 

Göz ucuyla Gaye'ye baktım. "O kadar mı kötü ya?"

 

Gaye, "Kötü demek hafif kalır," diye konuştu gülerek. "Kargaları kıskandıran bir sesi vardır. Yani babam sonuçta ama ben hayatımda babamın sesi kadar cırtlak bir ses duymadım. Anlatılmaz yaşanır yani öyle söyleyeyim."

 

Mercan'ın, Harun'a bakarak kıkırdadığını işittim. "E herkes benim Harun'um kadar, yanık sesli değil tabi..."

 

Harun, yapmacık bir şekilde öksürerek etrafına baktığında Mercan umursamazca omuz silkti. "Ne var canım, yanık sesli değil misin işte... Ay kocam diye söylemiyorum ama pek mütevazıdır."

 

Orkun, göz ucuyla Harun'a bakıp hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Onu bunu bilmem de az önce dokuz kardaşa değersin gibi bir şeyler diyordu," Önce Ruken'e, sonra da Azer'e baktı. "Sattı hepinizi haberiniz olsun."

 

"Ne alakası var oğlum," diye konuştu Harun, Orkun'a bakarak. "Şarkıda öyle diyor ben ne yapabilirim?"

 

"Hadi lan oradan," diye konuştu Azer, alaycı bir tavırla. "Sen ona açıkça hanımcıyım desene."

 

Harun hafifçe kafasını salladı. "Ben ve hanımcılık," diye konuştu ve ardından gülmeye başladı. "Yok artık."

Mercan'ın bakışları hızlıca Harun'a dönerken Harun'un gözleri korkuyla açıldı ve hemen geri vites alarak gülmeye devam etti. "Yani yok artık derken, o manada değil. Nasıl desem..."

 

Mercan gözlerini kısarak kafasını aşağı yukarı salladı. "Senin o ses tellerini tek tek sökünce görürsün yok artık demeyi Harun efendi."

 

Harun, Mercan'dan bakışlarını ayırarak Orkun'a baktı. "Hep senin yüzünden lan."

 

Orkun alayla güldü. "Az önce şarkıyı söylerken hiç öyle demiyordum ama, keyfin gayet yerindeydi."

 

Harun, hafifçe kaşlarını çattı. "Ulan az önce kendi kardeşinle bir saç başa girip kavga etmediğiniz kaldı, birde kalkmış bana söylüyorsun."

 

"Kardeşim falan değil bu benim," diye konuştum yüzümü buruşturup göz ucuyla Orkun'a bakarak.

 

Orkun, "Asıl sen benim kardeşim değilsin," deyip bana taraf baktığında alayla gözlerimi devirdim, o ise elindeki bağlamayı bırakarak koltuğun kenarına yasladığı gitarı eline aldı.

"Tabi kendisi benim gitar çalışımı kıskandığı için..."

 

"Çalamıyorsun işte," diye ayak direttim, halbuki gayet iyi çalıyordu ama bunu ona söylemek gibi bir niyetim yoktu. "Senin neyini kıskanacağım, çakma rakçı."

 

"Kızım bak ikidir bana çakma rakçı diyorsun delirtme beni," dedi Orkun ve sorarcasına bana baktı. "Sıkıyorsa gel kendin çal."

 

"Bu arada Dilba Ankara'dayken şarkıcılık yapıyormuş," diye araya girdi Gaye, ardından göz ucuyla Orkun'a baktı. "Dün Helin söylemişti."

 

Helin isminin üzerine basarak kurduğu bu cümle yoğun bir ima barındırıyordu. Helin ve Orkun arasında geçenlerden sonra, sanırım ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk.

 

Ruken'in bakışları hızlıca bana taraf döndüğünde, "Annemde söylemişti bir ara," diye konuştu. "Bak merak ettim şimdi."

 

"Ay söylesene Dilba," diye araya girdi Mercan hevesli bir sesle.

 

Dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrılırken, arkama yaslanıp imalı bir tavırla Orkun'a baktım. "Yanlız ben böyle müzikten anlamayan şahısların yanında şarkı falan söyleyemem," dedim, alaycı bir sesle. "Malum çalmayı da bilmiyor, batırır şimdi şarkıyı."

 

Orkun, alayla güldü. "Kızım benim kaç yıllık müzik eğitimim var, senin gibi amatör değilim herhalde."

 

İnatçı tarafım aniden devreye girerken, "Çal," diye konuştum elindeki gitarı göstererek. "Kim amatörmüş görelim."

 

Mercan elini birbirine vurdu. "E hangi şarkıyı söyleyeceksin," diye sordu. "Ay şöyle dertli bir şeyler söyle de, azıcık kederlenelim."

 

"Benim repertuarım geniş," dedim düz bir sesle. "Siz seçin."

 

"Uğurlama." dedi bir ses. Bakışlarım yavaşça sesin sahibine, yani Azer'e doğru döndüğünde onun bakışları aynı anda gözlerime sabitlendi.

 

Bu bir istek değildi. Bu tamamen bir hatırlatmaydı. Bunu nereden biliyordu, bilmiyordum ama onun gözlerinde bu şarkının benim için ne anlama geldiğini çok net bildiğini görebiliyordum.

 

Önce o şiir, sonra da bu şarkı...

 

Kalbimin orta yerinde, tarifi imkansız bir duygunun büyüdüğünü hisettiğimde, "Uğurlama," diye mırıldandım.

 

"Uğurlama," diye tekrarladı beni, etraftaki insanları adeta görmezden gelerek.

 

Echo'da sahne aldığım zamanlar, adeta benimle bütünleşmiş diyebileceğim bir parçaydı. Ve bana daha önce Echo'da sahne aldığımı söyleyen de Ali Azer Boranlı'nın ta kendisiydi. Bakışlarındaki ısrarcılığı bu sefer hissedebiliyordum.

 

Duymak istiyor gibiydi, her anlamda.

 

Bakışlarımı ondan ayırmadım ve sadece hafifçe kafamı salladım. Bu sırada gitarın çıkardığı o naif ses yavaşça yayıldı etrafa. Orkun hemen yanımda gitarın tellerine vururken, algıladığım tek şey aşina olduğum bu melodi ve şu an karşımda bana bakan adamın gece karası gözleriydi.

 

Yaren, henüz hayattayken gece yarılarına kadar söyleyip durduğum, belki de bir nebze olsun umutlu hissettiğim nadir anları hatırlatıyordu bana. Sadece sevdiğim değil, hissettiğim bir şarkıydı. Ve o, bana benim hisettiklerimin aynısını yaşıyormuş gibi bakıyordu.

 

Sanki daha önce, hissetmiş gibi.

 

Gitarın sesi, hafifçe kısılıp söylemem için müsaade ederken dudaklarımdan ağır ağır döküldü kelimeler.

 

Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman,

Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz.

 

Alıp da başını gitmek istersin,

Karanlık sokaklar kör, sağır, dilsiz.

 

Gözlerimi hafifçe yumduğumda, onun gözlerinin hâlâ benim üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

 

Ey sevda kuşanıp yolara düşen,

Bilesin bu yollar, dağlar dolanır.

 

Yâre ulaşmadan düşersen eğer,

Yarına sesinin yankısı kalır...

 

Şarkının nakarat kısmını bir kez daha tekrarladığımda araya tekrar Orkun'un çaldığı gitar sesi girdi. Kabul etmek gerekirse kusursuz çalıyordu. Kimseden çıt çıkmazken, bakışlarım o kısacık anda tekrar Azer'i buldu.

Bu sefer onun gözlerinde öyle yoğun bir ifade vardı ki, belki de ilk defa ne düşündüğünü bu kadar net hissettim. Beni ilk defa dinliyormuş gibi bakmıyordu.

 

Özlediği bir sesi, uzun zaman sonra tekrar dinliyormuş gibi bakıyordu.

 

Hayranmışcasına.

 

Gecenin ucunda gün aralanır,

Yâr sevdası ile yürek bilenir.

 

Sızılı bir ırmak uğurlar seni,

Su olup akarsın, kır çiçeklenir.

 

Bu sefer ondan bakışlarımı ayırmaya cesaret edemedim. İstesem de yapamazdım zaten. Burada bir tek ikimiz var gibiydik. Sadece ben ve o...

 

Ey sevda kuşanıp yolara düşen,

Bilesin bu yollar, dağlar dolanır.

 

Yâre ulaşmadan düşersen eğer,

Yarına sesinin yankısı kalır...

 

Şarkı, Orkun'un son kez gitar tellerine vurmasıyla son bulduğunda, kulağıma alkış sesleri duydu. Bu beni kendime getirem ilk şeydi çünkü az önce tamamen andan kopmuştum. Bakışlarımı kısa bir an, ondan ayırdığımda Orkun'un bile alkışladığını gördüm.

 

Kabul, bunu beklemiyordum.

 

"Hüngür hüngür ağlayacağım şimdi," diye konuştu Mercan, bana doğru bakarak. "Kız yemin ederim yaktın ciğerimizi."

 

Ruken ağır ağır kafasını sallayarak, "Bu kadarını beklemiyordum," dedi ve Orkun'a taraf döndü. "Aşırı iyiydi."

 

Orkun hafifçe kaşlarını kaldırarak kafasını salladı ve gitarı koltuğun kenarına bıraktı. "Bu sese kötü dersem çarpılırım herhalde," diye konuştu ve ardından bana baktı. "Ama kabul et, bende felaket iyi çaldım. Yani ben iyi çaldığım için senin sesin parladı aslında."

 

"Hayır ben güzel söylediğim için, senin kötü çaldığın anlaşılmadı," diye söylendim göz ucuyla Orkun'a bakarak.

 

"Yanlışın var ben iyi çaldım, sen söyleye___"

 

"Bırakın şimdi tartışmayı," diye araya girdi Harun ve ardından bana taraf baktı. "Çok iyi söyledin, bu sesin üzerine başka bir şey denmez."

 

Orkun, Harun'a dönerek sorarcasına kafasını salladı. "Bir daha bağlama çal dediğinde çalarsam şerefsizim," diye konuştu. "İki dakikada sattınız beni."

 

Onlar aralarında konuşurlarken, bakışlarım benden bağımsız yine Azer'i buldu, onun bakışları yüzümün her zerresinde yavaş yavaş gezinirken etrafta insanların olması şu an zerre umurunda değil gibiydi. Saklama gereği duymuyordu, basbaya gözlerimin içine bakıyordu.

 

Orkun ve Harun'un konuşma sesleri birbirine karışırken şu an ne dediklerini duymuyordum bile. Azer öne doğru hafifçe eğilip dirseklerini dizlerinin üzerine dayadı, bu hareketiyle beraber şimdi bana biraz daha yakındı. Yüzü gözlerime sabitlenirken, "Sesin," diye mırıldandı sadece benim duyabileceğim bir şekilde. "Sesin adama şehir yaktırır be gülüm."

 

Bana baktı, saniyelerce hatta belki dakikalarca. Ve ben ilk defa hissettim, karşımdaki adam bana daha önce hiç kimsedin bakmadığı kadar hayran bakıyordu.

 

Ali Azer Boranlı, sesime aşık bir adam gibi bakıyordu...

 

 

____________

 

BÖLÜM SONU

Bölüm : 06.05.2025 20:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...