
Biz geldiikk.
Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatıp bölümü kendi ışığınızla ışıldatmayı unutmayın lütfen✨
Sizleri çok seviyorum,
keyifli okumalar 🤍

23. BÖLÜM
"Kana Bulanmış Adâvet"
𓆙
Teoriye göre bembeyaz bir ruhu sadece kin kirletir; gerçekte ise kin, ruhun çatlaklarından sızan sinsi bir zehirdir.
Görmezsin, hissetmezsin. Yavaş yavaş parçalar seni. En güçlü kalelerini içeriden fetheder. Bağırır, sen dahil kimse duymaz. Sen varlığını hissedene dek susar, ta ki nefretin seni avaz avaz bağırtana kadar.
Yakar seni ve hiç sönmeden yanar.
Orkun'un, "Baba," diye bağırmasıyla Adil Bey'in vurulduğunu gerçek anlamda idrak etmeye başladığımda, göz bebeklerim yerde yatan adamın üzerine saplandı uzun bir süre.
Tamamen hareketsiz değildi. Parmakları göğsündeki noktadan, avlunun sert taşlarına bulaşan kıpkırmızı sıvıya ağır hareketlerle dokundu bir kez daha. Gözleri açıktı ama kapanmak için istekli görünüyorlardı. Elini kaldırıp parmaklarına bulaşan kana bakmak istedi muhtemelen ama elleri gerisin geri tekrar yere düştü.
Botan'ın elindeki silah yavaşça aşağı inerken, annemin bakışları Botan'dan ayrılıp Adil Bey'in üzerine döndü. Yüzünde en ufak bir ifade bile yoktu. Hatta o kadar ifadesiz bakıyordu ki, gözlerinin önünde yere yığılan kişi bir zamanlar aşık olduğu kişi değilde, yedi yabancı, önemsiz biri gibiymiş gibi bakıyordu.
Orkun ise adeta donup kalmış gibiydi. Bakışları Adil Bey'in üzerinden ayrılmazken, bir kaç adım ilerledi ve Adil Bey'in önünde dizlerinin üzerine çöktü. Adil Bey'in gözleri kapanmak için saniyeleri sayarken Orkun, Adil Bey'in göğsündeki yaraya dokundu ve uykudan uyanmış gibi irkildi. "Hayır," dedi dişlerinin arasından. "Hayır kapatma gözlerini. Şimdi olmaz baba, şimdi olmaz..."
Herhangi bir harekette bulunmadan öylece izledim onları. Orkun sürekli bir şeyler söylüyordu ama olayın şokundan olsa gerek ne dediğini idrak edemiyordum. Buz gibi bir ifadeyle anneme baktım ardından Botan'a değdi gözlerim. Yüzünde belli belirsiz garip bir ifade vardı. Planlamadığı bir anda silah patladığı için o da şaşırmıştı lakin gözlerine yerleşen o zafer ifadesi dikkatimden kaçmamıştı. Az önce Orkun'un sıktığı kurşun, onun kolunu sıyırmıştı ama anlaşılan o ki, Adil Bey'i yerde öylece yatarken görmek ona kolunun acısını unutturmuş olmalıydı.
Orkun elindeki silahı yere attı ve ardından Adil Bey'in kafasını tutarak hafifçe kaldırdı. Bu sırada Adil Bey'in gözlerinin kapandığını yeni farkediyordum. Orkun, "Baba," diye bağırdı bu sefer. "Bana bak, hayır... Lan ambulans çağırın!"
O an biri daha girdi avluya. Siyah takım elbiseli bir adamdı. Muhtemelen Botan'ın adamlarımdan biriydi çünkü direkt onun yanına doğru koşmuştu. "Botan abi," diye konuşup Botan'ın hemen karşısında durdu. "Hemen çıkmamız lazım buradan. Azer Boranlı Midyat'a giriş yapmış, buraya geliyorlar."
Botan burnundan sert bir nefes verdi ve ardından elindeki silahı ona silah doğrultan adamlara doğru çevirdi. Dudaklarından kısık bir küfür dökülürken; gözleri önce beni, sonra da annemi buldu ardından bakışlarını hızlıca yanındaki adama çevirdi. "Babamın adamlarına haber ver geri dönsünler," dedi ve ardından öfkeyle bağırdı. "Çabuk ol lan!"
Adam hızlıca kafasını sallayıp kosarcasına uzaklaştığında Botan'ın bakışları tekrar bize döndü. "Bu iş burada bitmedi," diye bağırdı ve silahı anneme doğru salladı. "Sakın kurtuldum sanma, sakın."
Botan bunu söyledikten sonra, arkasını dönüp avlu kapısından çıktı. Adamları da temkinli bir şekilde onun peşinden dışarı çıktıklarında, elimde tuttuğumu yeni farkettiğim bıçağı yere attım ve bakışlarım Orkun'un üzerine döndü.
Adil Bey'in bedenini sarsarak onu uyandırmaya çalışırken, bir yandan da ağzında bir şeyler geveliyordu. Gözleri aniden bana dokunduğunda aklına yeni gelmiş gibi bir müddet duraksadı ve ardından tekrar babasına çevirdi bakışlarını. Zorlukla yutkundugunu gördüm, gözleri tekrar beni bulurken, "Yardım et," diye mırıldandı. "Dilba... Yardım et."
Herhangi bir tepki vermedim. Buz gibi bir ifadeyle bakışlarımı Adil Bey'in üzerinde gezdirirken, midemin kasıldığını hissettim. Midyat'a onu bitirmek için gelmiştim. Şimdi bir iki adım ötemde, savunmasız bir halde yerde yatıyordu. Damarlarımdan akan kin hiç azalmamıştı, hâlâ olabilecek en ağır şekilde nefret ediyordum ondan. Ama şimdi karşıma geçilmiş, bana o adama yardım etmem gerektiği söyleniyordu. O söylemeyene kadar, burada bunu yapabilecek tek kişi olduğumun bilincinde değildim.
Aklım tamamen donmuş gibiydi. Buradan kaçıp gitmek istiyordum. O adama yardım edemezdim. Etmem gerekiyordu. Dilba olarak değil, bir doktor olarak ona yardım etmem gerekiyordu. Ama içimdeki o kötü tarafım buna izin vermiyordu. Vermek istemiyordu.
Hâlâ aynı yerimdeydim. Hiçbir tepki vermediğimde, "Sana diyorum," diye bağırdı Orkun. Zorlukla ayağa kalkarak geçip tam karşıma dikildiğinde ona bakma gereği duymadım, bakışlarım hâlâ Adil Bey'in üzerindeydi. "Dilba," dedi bir kez daha. "Dilba," bu sefer bağırıyordu. "Yalvarırım bir şey yap!"
Bakışlarım saniyelik olarak Orkun'a değdi. Burada olmamam gerekiyordu. Ona yardım etmek zorunda kalmamam gerekiyordu. Arkamı dönüp gitmek istedim ama adımlarım olduğu yerde çakılı kaldı, bir adım bile atamadım.
Orkun kolumdan tutarak beni hafifçe sarstı. "Lan babam ölüyor,"diye bağırdı kulaklarımı sağır edecek kadar yüksek bir sesle. "Dilba babam ölüyor..."
Adil Bey'e çevirdim bakışlarımı. Bu kadar basit olmaması gerekiyordu. Böyle tek bir kurşunla ölemezdi. Yaptıklarının bedelini ödemesi gerekiyordu. Bu kadar basit olmamalıydı.
Orkun'u geride bırakarak Adil Bey'e yaklaştım bir kaç adım. Gözlerim göğsündeki kırmızı noktaya sabitlenirken, dizlerimin üzerine çökerek hafifçe gömleğini kaldırıp yarasına baktım. Bedenim zihnimden bağımsız hareket ediyordu şu an. Elime bulaşan kırmızı sıvıya baktım ve o an derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Ellerim titremiyordu. Bunu yaparken ellerim bile titremiyordu.
Nabzını kontrol ettim. Elimdeki kan onun boynuna bulaşırken, parmaklarımın ucunda nabzının attığını hissettim. Ellerimi geri çekerek göz ucuyla Orkun'a baktım. Tişörtünün üzerine giydiği ince gömleği göstererek, "Gömleğini ver," diye konuştum sakince.
Orkun bir saniye bile beklemeden üzerindeki gömleği çıkardı ve gelip Adil Bey'in baş ucuna çökerek gömleği bana uzattı. Gömleği Orkun'dan alıp elimde buruşturdum ve yaranın üzerine sertçe bastırdım. Boşta kalan elimle kollarımı yukarıya doğru sıvadığımda, "Ambulans çağırdınız mı?" diye sordum.
"Çağırdık geliyor," diye konuştu adamlardan biri, bu sırada Orkun'un bakışları benim üzerime döndü.
"Yaşıyor değil mi?"
Orkun'a bakmadan diğer elimle destekleyerek kumaşı yaraya daha sert bastırdım. Kurşunun konumuna bakılırsa kalbe isabet etmemişti, eğer öyle olsaydı şu an nefes almıyor olurdu.
"Sana diyorum, yaşıyor mu babam?"
Bakışlarım hızlıca Orkun'a döndü. "Sesini kesecek misin artık?"
"Bana tek bir şey söyle," diye bağırdı daha yüksek bir sesle. "Babam yaşıyor mu?"
Sinirle ona baktım. "Yaşıyor," diye yanıtladım bu sefer ters bir sesle. "Eğer delirmiş gibi bağırmaya devam edersen, hiçbir şey yapamam haberin olsun."
Ondan bakışlarımı ayırıp Adil Bey'in nabzını kontrol ettim tekrar. Kurşunu çıkarmam gerekiyordu ama bunu burada, bu şekilde yapamazdım. Ambulansı beklemek zorundaydık.
Orkun, "Arabayla götürelim hastaneye," diye konuştu telaşla. "Ambulansı bekleyemeyiz."
"Ambulans gelmek üzeredir," diye konuştu Suna arkadan.
Kumaş parçasını avucumun içinde sıktım. Buz gibi bakan gözlerim kumaşın üzerinden ayrılmıyordu. Eğer yüzüne baksaydım yapabileceğimden emin değildim. Kafamın içinde onlarca insan çığlık çığlığa bağırıyor gibiydi. Ne yapacağımı bilecek kadar ayık, kontrol edemeyecek kadar da kopuktum andan.
Uzaktan gelen ambulans sesi kulağıma dolarken kan, kumaşın büyük bir kısmını kırmızıya boyamış ve iki elime de tamamen bulaşmıştı. Etraftaki hava beni boğacak gibi olduğunda kafamı kaldırıp avlu kapısına doğru baktım. Tam bu sırada bir ambulans girdi kadrajıma.
Adil Bey'in nefesleri kesikleşmeye başladığından, Orkun'a doğru bakıp, "Omuzundan yavaşça tutup kaldır," diye konuştum. "Oturur pozisyonda olması lazım."
Orkun hızlıca dediğim şeyi yapıp Adil Bey'i hafifçe doğrulttu. Ben de bu sırada nefesini kontrol ediyordum. Muhtemelen kurşun akciğerin kenarına denk gelmişti, bu yüzden nefes almakta zorluk çekiyordu. Bu da demek oluyordu ki, durumu ciddiydi.
Elimdeki kumaşla yaraya tampon yaparken, görevliler ellerinde tuttukları sedye ile avluya girmişlerdi. Onlar yanımıza ulaştıklarında elimi kumaştan çekip gerisini yanıma yaklaşan sağlık görevlisine bırakıp ayağa kalktım. "Kurşun yarası, emin değilim ama muhtemelen Hemotoraks. Bilinç kapalı ve nefes almakta zorluk çekiyor."
"Ne kadar süredir kapalı bilinci?"
"Beş dakikadan fazla oldu sanırım," diye yanıtladım, görevliyi.
Onlar Adil Bey'i sedyeye taşırlarken, annemin bana doğru yürüdüğünü gördüm. Gelip tam karşımda durduğu sırada, içine buz kütlelerini yerleştirdiği gözleriyle beni baştan aşağı ağır ağır süzmüştü. "Nasıl kendini böyle bir tehlikeye atarsın?" diye sorduğunda sesindeki sinir bariz bir şekilde ortadaydı. "Onların burada olduğunu bile bile buraya gelmemen gerekiyordu. Bu kadar aptal olamazsın."
Bakışlarımı ellerime indirdim. Göğüs kafesim, nefes alamıyormuşum gibi daralmaya başladığında, "Bir planın vardı öyle değil mi?" diye sordum olabilecek en soğuk sesle. Gözlerim yavaşça annemin yüzüne tırmandı. "Bir planın vardı ama Adil Bey'i ve bizi hesaba katmadın. Nereden çıktıkları belli olmayan adamlar falan... Hazırlıklı olduğun açıkça belliydi."
Annem göz ucuyla Adil Bey'e baktı. Yüzünde beliren ifadeyi çözmekte zorlandım ama o sadece bir iki saniye bakabildi Adil Bey'e. Bakışlarını ondan ayırıp herhangi bir şey söylemeden yanımdan geçip ağır adımlarla tekrar eski yerine döndü ve kollarını önünde bağlayarak koltuğun kenarına oturdu. Bakışları yerdeki kanlarda gezinirken, gözlerimi ondan ayırıp Orkun'a baktım.
Kendine hakim olmakta zorlanıyor gibiydi. Gözleri öfkeden ve endişeden kızarmıştı. Aynı benim gibi onun elleride kanlar içindeydi. Adil Bey'in sedyeye taşınmasını izlerken, elleri yumruk şeklini almış ve gözleri bir an olsun babasından ayrılmıyordu.
"Dilba."
Adımın zikredilmesiyle bakışlarım hızlıca sesin geldiği yöne doğru döndü.
Avlu kapısına bakmamla Azer'in içeriye girdiğini görmem bir olmuştu. Kulağıma dolan o tanıdık sesi bedenimdeki o ağır gerginliği bir anda kaldırırken, onun bakışları hızlıca benim üzerime çevrilmişti. Oldukça öfkeli ve gergin görünüyordu. Gözlerinde gördüğüm endişe, beni görmesiyle beraber saniyeler içinde sönüp gittiğinde, o an koşup ona sarılma isteğimi bastırmakta güçlük çektim.
Elinde tuttuğu silahı beline yerleştirip bir kaç adım ilerledi ve gözlerimin içine baktı. "İyi misin," diye sordu sadece benim duyabileceğim bir sesle. Belki de aramızdakileri gizlemek ilk defa bu kadar zor geliyordu ona, bunu hissedebiliyordum. Sol elini belli belirsiz kaldırdı, yüzüme dokunacakken zorlukla durdurdu kendini ve ellini yumruk yaparak tekrar geri indirdi. "Bana bir şey söyle yoksa kafayı yiyeceğim."
Göz ucuyla etrafa baktım, annemin bakışları bizim üzerimizdeydi. Temkinli olmaya dikkat ederek, "İyiyim," diye mırıldandım sadece.
Azer'in bakışları bir müddet benden ayrılmadı. İyi olduğuma kesinlikle ikna olmak istercesine beni dikkatlice inceledi ve gözleri en sonunda ellerimdeki kana takılı kaldı. Bununla beraber bakışları ağır ağır, avlu kapısına doğru taşınan sedyeye kaydı. Benimde bakışlarım onunla beraber, o yöne doğru döndüğünde, bedenimdeki o ağır yük tekrar yüklendi sanki omuzlarıma.
"Vuruldu," diye konuştum sakin bir tınıyla. "Yarası ciddi."
Bunu söylerken aklımda, Azer'in bu sabah söylediği o cümle yankılanıyordu. Eğer gerçekten nefret ediyorsan birinden, o kişinin başka birinin eliyle ölmesini istemezsin.
Azer şu an ne hissediyordu bilmiyordum lakin zihnime düşen bu cümlenin onun zihninde de bire bir canlandığını biliyordum. Adil Bey'e bakarken, yüzünde en ufak bir mimik dahi yoktu. Acıma, hiç yoktu. Sedyenin üzerinde yatan adam, yedi yabancıymış gibi bakıyorduk ikimizde. O an ne ben, ne de o bunun farkında değildik belki de.
Adil Bey'e acımıyordum.
Yaren'in gidişiyle beraber filizlenen sarmaşığın kökleri Adil Bey'in ve onun ailesinin hayatına dolanmıştı. Yaren'in ölümünü Adil Bey'e o kadar çok bağlamıştım ki, bu kurşun içimde cayır cayır yanan nefretin tek bir kıvılcımını bile söndürmeye yetmemişti. Azer'de bundan daha fazlası olduğunu biliyordum ve her ne kadar farklı görünse de, onunla şu an tamamen aynı hissettiğimiz aşikârdı.
Adil Bey'i taşıyan sedye ambulansa bindirilirken, Azer'in bakışları tekrar benim üzerime döndü. Göz bebeklerinde büyüyen o öfkeyi bastırmak istercesine burnundan sert bir nefes aldı. Tam bir şey söyleyecekti ki, avluya birinin daha girdiğini fark ettik ve ikimizin de bakışları aynı anda o tarafa döndü.
İçeri giren kişi Şahin'den başkası değildi. Onun hemen ardından ise Güven girdi avluya. O an aklıma, Azer'in de, Şahin'in de aynı yere gittikleri geldi. İş adamlarıyla yapılacak bir toplantıdan bahsetmişti Suna, muhtemelen ikiside oradaydı. Yani aynı yerden geliyorlardı.
"Feraye," diye mırıldanıp yerdeki kanlara baktı Şahin ve bakışları annemin üzerine döndü. "Neler oldu burada böyle?"
Annem göz ucuyla Şahin'e baktı. "Sence?"
Şahin anlam veremiyormuş gibi etrafa bakındı bir süre. Oldukça gergin görünüyordu. Ne olduğunu tahmin ediyordu tabi ki ama bu hiç hoşuna gitmemiş olacak ki, "Allah kahretsin," diye söylendi. "Neden aramadın beni?"
Ambulans konaktan ayrılırken, bakışlarım Orkun'u aradı. Muhtemelen o da ambulansın peşine takılmıştı.
"Abi," Güven kulağındaki telefonu çekerek, bize doğru yaklaşırken Azer'in bakışları hızlıca Güven'in üzerine döndü. "Haydar Sahran'ın aracı Midyat'tan çıkıyormuş, keselim mi önünü?"
Azer, "Önce o Botan denen iti bulun bana," diye konuştu oldukça öfkeli bir sesle. "Hangi deliğe girdi lan bu herif?"
"Midyat'ın çıkışında adamlarımız bekliyor," dedi Güven. "Botan'ı gören olmamış, demek ki Midyat'ta hâlâ. Muhtemelen Sahran konağına dönecek. Çıkış yasağı var zaten, Midyat'tan ayrılamaz. Konalarına bakalım diyorum ben."
Şu an ona oldukça ihtiyacım vardı. Gidemezdi.
Azer, "Yusuf'la, Volkan'ı ara buraya gelsinler," diye konuştu Güven'e hitaben. "O ikisinin hesabını sonra keseceğim."
Güven kafasını sallayarak bir kaç adım yanımızdan uzaklaştığında, bakışlarım hızlıca Azer'in üzerine döndü. "Gitmeni istemiyorum," diye konuştum bir saniye bile düşünmeden.
Azer'in bakışları benim üzerime çevrildi. "O herif sana silah dogrultacak, bende bunu cezasız bırakacağım öyle mi?" diye sordu. "O şerefsiz itin kafasına sıkmak farz oldu."
Ona bir adım yaklaşarak konuştuklarımızı sadece ikimizin duyabileceği mesafeye geldim. "Şu an gitmeni istemiyorum ama," diye konuştum buz gibi bir sesle. "Bugün ya da yarın farketmez, Botan'ın peşini bırakmayacağının farkındayım ama en azından şu an," duraksadım ve gözlerinin içine baktım. "Gitme işte."
Yanımda olmasına ihtiyacım vardı.
"Dilba."
"Azer," diye kestim lafını. "Lütfen."
Gözleri gözlerimden bir saniye olsun ayrılmadı. Şu an Botan'a olan öfkesinin ne boyutta olduğunu tahmin edebiliyordum. Hatta şu an karşısında olsa bir saniye bile düşünmeden onu çekip vuracağına adım kadar emindim. Ama söylediğim son şeyle beraber bu öfkesine hakim olmak istercesine derin bir nefes aldı. "Şu an sana yaklaşamadığım için delirmek üzereyim," dedi çenesi kasılırken. "İnan kendimi çok zor tutuyorum."
Onun yanımdan uzaklaşma ihtimali beni gereğinden fazla rahatsız ederken, onun öfkesini bir nebze olsun dindirebilmek için bile olsa, ona dokunamamak çok kötü hissettiriyordu. En azından onu görmek istiyordum. Her an, her saniye.
Güven bir kaç adım öteden bakışlarını bize çevirdi. Telefonu kulağından hafifçe cekmişti ama kapatmamıştı. "Abi adamlar haber bekliyor, ne yapalım?"
Azer göz ucuyla Güven'e baktı ve ardından bir kaç müddet duraksadı. Bir kaç saniyenin ardından gözleri tekrar benim gözlerimi bulurken, "Söyle beklesinler orada," diye konuştu. Güven'e hitaben konuşmuştu ama gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. "Ben bir şey demeyene kadar, kimse harekete geçmeyecek."
Bunu duymak beni rahatlatırken, Azer'in bakışları benden ayrıldı ve Güven'e doğru yaklaştı bir kaç adım. Ona bir şeyler söyledi ama ne söylediğini işitmedim. Güven kafasını sallayarak Azer'i onaylarken, Azer bana doğru bakıp gelmemi işaret etmişti.
Ellerimde ki kana baktım ve derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. "Ellerimi yıkamam lazım."
Azer belli belirsiz kafasını salladı. "Bekliyorum seni."
Arkamı dönüp göz ucuyla Suna'ya baktığımda ben bir şey söylemeden o da benimle beraber yürümeye başlamıştı. "Ben göstereyim lavaboyu."
Merdivenlere doğru ilerlerken bakışlarımın odağı annemdi. Onun bakışlarıda benim üzerime çevrilmişti. İfademe yerleştirdiğim buz gibi ifade eşliğinde onun yanından geçip merdivelerden çıkmaya başladım. Suna'nın gösterdiği koridordan ilerleyip banyoya girdiğimde, kapıyı arkamdan kapatıp bakışlarımı aynaya diktim.
Ellerimden dirseğime dek bulaşan kan lekelerine indirdim bir süre sonra gözlerimi. Elimde o adamın kanı vardı. Bedenim kasılırken hızlıca suyu açıp ellerimi buz gibi suyun altına koydum. Köşedeki sıvı sabuluktan büyük bir miktar sabunu elime döküp, ellerimi parçalarcasına ovmaya başladığımda, yüzümdeki tek ifade bomboş bakan gözlerimdi.
Aynı işlemi defalarca kez tekrarlayıp ellerime bulaşan kanı tamamen temizledikten sonra ellerimi kağıt havluyla kurulayıp dağılan saçlarımı düzelttim ve çıktım banyodan.
Suna etrafta görünmüyordu. Tekrar aşağıya inmiş olmalıydı. Merdivenlere doğru yönelip avluya indiğimde, gözlerimin dokunduğu ilk kişi Şahin olmuştu. Karşısındaki kişi ise Azer'di. Bir şeyler konuşuyorlardı ama buradan ne dediklerini duymuyordum. Onlara doğru yaklaştığımda ikisininde bakışları sırayla benim üzerime dönmüştü. Şahin toparlamak istercesine, "Dediğim gibi," diye devam etti. "Her türlü ortaklığa hazırım, zaten güvenebileceğim iş adamı sayısı çok sınırlı siz de biliyorsunuz."
Azer göz ucuyla tekrar Şahin'e baktı. "Sen yine de sana söylediğim şeyi aklından çıkarma Şahin Bey," dedi oldukça kesin bir sesle. "Bizimle ters düşmeyi sen de istemezsin."
Şahin kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. Ben Şahin'e bakma gereği duymadan önlerinden geçip avlu kapısından çıktığımda Azer, Şahin'in herhangi bir şey söylemesini beklemeden benim arkamdan yürümeye başlamıştı.
•••
Bakışlarım hastane koridorunun beyaz fayanslarında gezinirken, göz bebeklerime dolan suçluluk duygusunu gizleme çabası içerisindeydim. Bu duygunun beni bu denli acıtması kendime olan o gölgelenmiş nefretimi bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştı.
O adama yardım etmiştim.
Ve bunu yapmak zorunda olduğum için kendimden nefret ediyordum.
Adil Bey'in şuanki durumu hakkında hiçbir bilgim yoktu. En son göğsündeki kurşun yarasından sızan kanı durdurmaya çalıştığımı hatırlıyordum. Belki de onu kurtarma çabasından çok, içimdeki vicdan azabını susturma gayreti içinde olduğumdan, bunu düşünmeyi bile bir kenara bırakmıştım. Açık olmak gerekirse, durumun bu raddeye gelmesini ben bile tahmin etmemiştim.
Orkun, ameliyathane kapısının hemen bitişiğindeki duvarın dibine çökmüş, bakışlarını tek bir noktaya dikmişti. Yaklaşık bir saattir bu şekilde bekliyordu ve ağzından tek kelime çıkmamıştı.
Bakışlarımı Orkun'dan ayırıp Azer'e çevirdim bu sefer. Buz gibi bir ifadeyle koridorda volta atıyordu. Yüzünde en ufak bir duygu yoktu. Şu an nasıl hissediyordu anlamak güçtü lakin nefret ettiği adamı bu şekilde görmenin onun üzerinde nasıl bir etki yarattığını merak ediyordum.
Koridorda yankılanan adım sesleriyle beraber bakışlarımı Azer'in üzerinden ayırıp sol tarafa doğru baktığımda, Dilcan Hanım ve Cenap Ağa girdi kadrajıma. Dilcan Hanım oldukça telaşlı bir ifadeyle bize doğru koşar adımlarla ilerlerken, Cenap Ağa ise onun hemen arkasından yürüyordu.
"Nerede Adil?" Dilcan Hanım hepimizin üzerinde tek tek gezdirdi bakışlarını ve elini kalbine götürdü. "Anam yoksa bir şey oldu da bana mı söylemiyorsunuz..."
Göz ucuyla Dilcan Hanım'a baktım. "Ameliyata aldılar," diye cevapladım onu buz gibi bir sesle. "Ne zaman çıkar bilmiyoruz."
Dilcan Hanım kendini sandalyelerden birine attı zorlukla ve ellerini dizlerine vurmaya başladı. "Bunu da mı görecektik biz... Kim yaptıysa elleri kırılsın inşallah."
Cenap Ağa, "Yahu bir sakin ol, daha ortada fol yok yumurta yok," diye söylendi Dilcan Hanım'a hitaben, ardından bize taraf döndü. "E kim vurmuş biliyor musunuz siz? Bu işte Sahran'ların parmağı yoksa bende bir şey bilmiyorum..."
"Botan denen kanı bozuk yaptı," dedi Orkun. Bakışlarım ona doğru dönerken o yavaşça kafasını kaldırıp gözlerini bizim üzerimizde gezdirdi ve en son benim üzerimde durdu bakışları. "Kimin yüzünden diye sormayın."
Azer'in bakışları Orkun'un üzerine döndü. "Orkun, delirtme adamı."
Oturduğum yerden kalkarak bir kaç adım ilerlemeye başladım. "Bırak ya," diye konuştum, bakışlarım hâlâ Orkun'un üzerindeydi. "Bırakta döksün eteğindeki taşları. Açık konuşsana sen bir..."
Orkun sinirle güldü ve yavaşça doğrulup ayağa kalktı. "Bence gayet açık ne demek istediğim," diye konuştu suçlayıcı bir tavırla. "O kadın buraya hiç gelmeseydi bunların hiçbiri olmayacaktı. Onun buraya gelmesindeki tek sebep sensin."
"Ha Adil Bey'in yaptıklarını yok sayıyoruz yani," diye çıkıştım. "E süper... Madem Adil Bey'in suçu yok, o zaman annemin yaptıklarını da unutalım. Ama yok, öylesi sizin işinize gelmiyor öyle değil mi? Beni suçlamak kolay..."
Orkun ellerini saçlarına daldırdı ve sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Sen suçlusun demiyorum," dedi oldukça öfkeli bir sesle. "Ama dolaylı olarak sen sebep oldun olayların bu noktaya gelmesine. Kapanan hesapları gün yüzüne çıkardın birden bire. Bence sen de bunun farkındasın ama böyle düşünmekte senin işine gelmiyor. Sen de sadece babamı suçluyorsun, inan bu hiç adil değil."
Gözlerimi hafifçe kısıp bakışlarımı Orkun'a diktim. "Benim gözümde geçmişte bu duruma göz yuman herkes en az Adil Bey kadar suçlu, buna annemde dahil," Kafamı hafifçe salladım. "Ama sende biliyorsun ki, hayatı mahvolan senin baban değil. Bu olay yüzünden yaşadığı yerden kaçmak, adını bile değiştirmek zorunda kalmadı. Bu yüzden benden eşit olmamı bekleme."
Orkun bir kaç adım yaklaştı bana. "Bencilsin kızım sen..."
Bu sırada Azer'in bedeni aramıza girdi. Sert bakışları Orkun'un üzerine dikilirken, eliyle sağ tarafı gösterdi. "Böyle yapacaksan çık dışarıda bekle," diye konuştu öfkeli olduğu sesinden anlaşılırken. "İnan sınırdayım. Elimden bir kaza çıkacak."
Orkun göz ucuyla Azer'e baktı. "Abi görmüyor musun, resmen kışkırtıyor be__"
"Orkun," diye kesti lafını Azer, bu sefer sesi daha sert çıkmıştı. "Dışarı dedim."
Orkun pes edercesine geriye doğru adımladı ve ardından hiçbir şey söylemeden merdivenlere doğru yürümeye başladı. Sinirle Azer'in yanından geçip sandalyelere doğru ilerledim. "Salak ya bu çocuk," dedim sandalyelerden birine geçip otururken. "Ruh hastası manyak... Daha dün birbirlerini boğazlıyorlardı babasıyla."
"Kızım üzerine gitme sende bu kadar," diye konuştu Dilcan Hanım, biraz sakinleşmişe benziyordu. "Kolay değil onun içinde. Babası sonuçta, içi yanıyor onun da."
Cenap Ağa, elindeki tespihi sallayarak Dilcan Hanım'a çevirdi bakışlarını. "O değilde sen bunca zaman bekle bekle, gel şimdi vur adamı," Hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Hem ben demedim mi bu Sahran'lar bizim başımıza bir iş açacak diye... Ha bir de ölse sen o zaman gör..."
"Hay dilin kopsun Cenap!" dedi Dilcan Hanım sertçe. "Ağzından bir tek hayırlı laf çıkmıyor be adam."
Cenap Ağa, "Yalan mı yani?" diye sordu, susmaya niyeti yok gibiydi. "Ulan bunca sene konuşuyoruz, dinleyen yok ki... Ben biliyordum böyle olacağını, hiçte şaşırmadım ne yalan söyleyeyim."
Azer'in göz ucuyla Cenap Ağa'ya baktığını gördüm, ardından bunalmış gibi bakışlarını ondan ayırdı ve yanımızdan uzaklaştı. O koridordan çıkıp gözden kaybolurken, benim bakışlarım o çıkana kadar ondan ayrılmamıştı.
Dilcan Hanım ters ters Cenap Ağa'ya baktı. "Al işte, herkesin asabını bozdun!"
Cenap Ağa ağır adımlarla geçip Dilcan Hanım'ın yanındaki boş yere oturdu. "Asıl sen şişirdin be adamın kafasını," diye söylendi. "Yahu benim ağzımdan bu zamana kadar palavra bir laf duydun mu sen Allah aşkına? Konuşuyorsak bildiğimizi konuşuyoruz."
"Ya senin hayatın palavra Cenap!" dedi Dilcan Hanım. "Konuşturma şimdi beni... Bak zaten sinirliyim, tansiyonum düştü düşecek, bayılıp kalırım valla şurada."
Tam bu sırada koridora hızlıca birkaç kişinin girdiğini işittim. Bakışlarım hızlıca oraya dönerken gördüğüm ilk kişi Arzu olmuştu. Onun hemen arkasında ise Lebriz Hanım ve Berşan Hanım vardı. Harun ve Ruken ise biraz daha arkadan yürüyorlardı.
Arzu şoka girmiş gibi bize doğru koşarken, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri hepimizin üzerinde sırayla gezindi. "Adil nerede?" diye sordu hızlıca. "Bir şey söyleyin nerede Adil?"
Dilcan Hanım ayağa kalkarak Arzu'nun kolundan tuttu. "Gel otur şuraya," dedi. "Ameliyata almışlar, biz de bekliyoruz işte..."
Arzu, Dilcan Hanım'ı duymuyor gibiydi. "Duyduklarım doğru mu Dilcan abla?" diye sordu kesik kesik. "O kadının evinde mi vurulmuş Adil?"
"Şimdi bunları konuşmanın sırası değil," dedi Dilcan Hanım, Arzu'nun omzuna elini koyarak. "Bak ameliyata aldılar, inşallah sağ salim çıkacak Adil. Allah aşkına sükunetini koru."
Arzu, Dilcan Hanım'ın söylediklerini duymamazlıktan gelerek kızarmış gözlerini benim üzerime çevirdi. Gözlerinde büyüyen o yüksek dozda ki nefretin yanına suçlayıcı bir tavır yerleşti. "Adil şu an içeride yatıyorsa sorumlusu senin annen," İşaret parmağını kaldırıp bana doğrulttu. "Eğer ona bir şey olursa tek sorumlusu senin annen anladın mı beni? Git ona aynen böyle söyle..."
Oldukça ters ve soğuk bir ifadeyle Arzu'nun üzerinde gezdirdim bakışlarımı. "Bu mu yani?" diye çıkıştığımda, anı tepkimle beraber herkesin bakışları benim üzerime dönmüştü. "İnan senin bu saçma histeri krizlerini hiç cekemeyeceğim."
Arzu anlam veremiyormuş gibi öfkeyle güldü ve sendeleye sendeleye bir kaç adım yaklaştı bana. "Sen varya," Kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Sen çok vicdansız bir insansın Dilba. Sen benim hayatımda gördüğüm en adi, en bencil insansın."
Aniden ayaklanıp Arzu'ya bir kaç adım yaklaştığımda, "Dilba," diye araya girdi Lebriz Hanım. "Zamanı değil şimdi."
Lebriz Hanım'ın dediği şeyi umursamadan geçip tam Arzu'nun karşısında durdum. Nefretin çamuruna bulanmış gözleri benim üzerimden ayrılmazken, ondan daha düşmanca bir ifade yerleştirdim bakışlarıma ve gözlerimi onun yüzüne sabitledim. "Sen bana vicdandan mı bahsediyorsun?" diye sordum buz gibi bir sesle. "Asıl bencil sensin, asıl bencil sen ve içeride yatan kocansınız. Sok bunu o kafana artık."
Arzu göz yaşlarını sildi ve ardından elini saçlarına daldırarak kafasını sağa sola salladı. "İçeride yatan kişi senin baban farkında mısın?" diye sordu. "Yok ben kafayı yiyeceğim... Hâlâ nasıl böyle konuşabiliyorsun ya? Şu kadarcık yanmıyor mu için?"
"Dilba, kızım sakin." dedi Dilcan Hanım.
Öfkeyle önce Dilcan Hanım'a, sonra da Arzu'ya baktım. "Ya yeter be," diye konuştum ve öfkeyle Arzu'nun üzerine diktim bakışlarımı. "Oğlun ayrı, sen ayrı bir bitmediniz. Duyanda kocanı annem vurdu sanacak."
"Fırsat bulsa onu da yapar," dedi Arzu bağırarak. "O kadını savunma bana burada Dilba."
"Aa, yeter..." diye araya girdi Lebriz Hanım hiddetle. Bakışları önce benim, sonra da Arzu'nun üzerinde gezindi ve bastonunu sıkıca kavrayarak otoriter bir ifadeyle yere vurdu. "Adam içeride can çekişiyor, siz burada birbirinize giriyorsunuz. Ayıp nedir bilmez misiniz siz? Bu ne terbiyesizlik!"
Lebriz Hanım'ın bu çıkışıyla, Berşan Hanım'ın bakışlarının Arzu'ya doğru döndüğünü gördüm. "Arzu ayıbı ne bilsin?" diye konuştu kinaye dolu bir sesle. "Onu bunu suçlayıp aklı sıra kocasını aklamaya çalışıyor işte. Herkes gerçeği bildikten sonra sen istediğin kadar söylen dur, fayda etmez."
"Anne bir durun Allah aşkına," diye konuştu Harun gergin bir sesle. "Hastanedeyiz, farkında mısınız?"
"Evet ya sakin olun," dedi Ruken bize doğru yaklaşırken. "Amcam vuruldu, sırası mı şimdi?"
Arzu gerisin geri sendeleyerek sandalyelerden birine oturup başını ellerinin arasına aldı. Lebriz Hanım ise hemen karşımızdaki sandalyeye oturup huzursuz bir ifadeyle sorarcasına bana baktı. "Ali'm nerede?"
Göz ucuyla Lebriz Hanım'a bakıp, "Buradayı az önce," diye konuştum, sesim bir beton kadar soğuktu.
Harun, "Ben bir bakayım," diye konuşup yanımızdan ayrılırken telefonumun cebimde titrediğini hissettim.
Telefonu cebimden çıkararak ekrana baktım. Annem arıyordu. Tek bir kelime dahi etmeden ağır adımlarla yürümeye başladığımda, üzerime çevrilen bakışlara aldırış etmeden koridordan çıktım ve aramayı yanıtladım.
Telefonu kulağıma koyduğumda, herhangi bir şey dememe fırsat kalmadan annemin sesini duydum. "Öldü mü?"
Sorduğu bu soru anlık olarak duraksamama sebep olurken sesindeki buz gibi ifade ve duygusuzluk o kadar keskindi ki ben bile afallamıştım. Yürümeye devam ederken, "Hayır," diye yanıtladım onu en sonunda. "Ameliyattan çıkmadı hâlâ."
Annem bir süre bir şey söylemedi. Asansöre binip, zemin katı tuşladığım sırada kapı kapanmadan hemen önce biri kadın, biri erkek iki hemşire daha bindi asansöre.
"Bu kadar basit olmasını beklemiyorduk zaten öyle değil mi?" dedi annem en sonunda. "Henüz ödemesi gereken bedeller varmış demek ki..."
Asansör hareket ederken, erkek olan hemşire yanındaki diğer hemşireye bakarak, "Duydun mu olanları?" diye sordu.
Kadın hafifçe kafasını salladı. "Duydum, Adil Hoca'yı ameliyata almışlar. Vurulmuş galiba."
"Koskoca başhekimi vurmuşlar," dedi diğeri. "Olacak şey değil. Çocukları falanda oradaymış hem..."
Bakışlarımı onlardan ayırıp tekrar önüme döndüğümde, "Sen hastanede misin?" diye sordu annem. "Orada daha fazla durmanı istemiyorum. Derhal yanıma gel."
"Bir yere ayrılamam şimdi," diye yanıtladım onu beklemeden. "Hem orası ne durumda?"
"Polis geldi az önce," dedi annem düz bir sesle. "Eğer o adam oraya gelip her şeyi mahvetmeseydi, şu an bunları konuşuyor olmayacaktık. Her şeyi bozduğu gibi bunu da bozdu."
Bir süre sonra asansörün kapısı tekrar açıldığında, asansörden inip koridorda ilerlemeye başladım. Biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Giriş kapısına geldiğim sırada bakışlarım tanıdık bir bedene dokundu. "Ben seni arayacağım sonra," diye konuştum anneme hitaben.
"Yarın uğra buraya."
Annem bunu söyledikten sonra telefonu kulağımdan çekip aramayı sonlandırdım ve bakışlarım bana doğru yaklaşan Helin'i buldu bir kez daha.
"Hah, Dilba," Sorarcasına bana baktı. "Ne olmuş öyle ya? Adil Boranlı vurulmuş..."
Belli belirsiz kafamı salladım. "Oldu bir şeyler."
Helin gergin bir ifadeyle ellerini beyaz önlüğünün ceplerine koydu ve huzursuz bir nefes aldı. "Orkun'u gördüm az önce bahçede," dedi. "Çok öfkeli görünüyordu, yüzüme bile bakmadı resmen."
Alaycı bir ifadeyle, gözlerimi devirdim. "Benden hıncını tam alamadı ya, ondandır," Sinirle nefes aldım. "Bir babamı sen vurdun demediği kaldı resmen. Süzme manyak."
"Aslında kötü biri değil o," diye konuştu Helin düşünceli bir tavırla. "Bazen ben de aynen senin gibi düşünüyorum ama..." Duraksadı. "Ya kötü biri değil işte."
Anlam veremeyen bir ifadeyle Helin'e bakıp hafifçe gözlerimi kıstım. "Sen ne ara Orkun'cu oldun ya?" diye sordum, ardından bir müddet bekledim ve en sonunda işaret parmağımı Helin'e doğrulttum. "Sizin aranızda bir şey var ama ben aklıma koydum, çözeceğim."
Helin gözlerini kaçırdı. "Benim bu saatten sonra aşkla falan işim olmaz," dedi ve ardından daralmış gibi etrafına bakındı. "Neyse gel hava alalım biraz. Mola verdim ben de, konuşuruz."
Herhangi bir şey söylemeden beraber çıkış kapısına doğru yürümeye başladığımızda, acil servis kısmı oldukça kalabalık görünüyordu. Bahçeye çıktığımızda oranın da buradan pek farkı olmadığını görmem uzun sürmemişti. İçimden bir ses bu kalabalığın Adil Bey için olduğunu söylüyordu.
Gözlerim Azer'i aradı ama görünüşe bakılırsa burada değildi.
Helin'le beraber bahçenin diğer ucundaki duvarın önünde durduğumuzda, hemen karşı tarafta arabaların beklediği yerde Orkun'la beraber bir kaç kişi daha çarptı gözüme. Arabasına yaslanmış bir şeyler konuşuyorlardı, onunla aynı yaşta iki tane erkek daha vardı muhtemelen arkadaşlarıydı.
Onu görmemle beraber aklıma gelen düşünceyi hızlıca dillendirdim. "Geçenlerde Adil Bey'le feci kavga ettiler," Bir müddet duraksadım. "Demek ki, gerçekten baba oğul olunca böyle oluyormuş. Her şeyi kolayca unutabiliyorlarmış. Garip."
Ben bunu söylerken, Helin'in bakışları da Orkun'un üzerindeydi. Derin bir nefes aldığını işittim. Gözleri benim üzerime çevrildi ardından. "O sabah sizin konağa gelmeden önce Orkun aradı beni, konuşmak istediğini söyledi," Helin'in bakışları tekrar Orkun'a dokundu ama bu uzun sürmedi. "Merkezdeki kulüpte buluştuk, normal normal konuşuyorken adamın biri geldi buna bir şey söyledi. Orkun'da delirdi işte, görmen lazımdı Dilba, kıyamet koptu resmen. Orkun'da gelmeden içmişti sanırım biraz... Sonra üzerine biz de tartıştık."
Dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. "Senin orada olduğunu tahmin etmiştim," diye konuştum. "Ama Adil Bey'le ne ilgisi var orayı çözmedim hâlâ."
Helin bakışlarını bana çevirdi. "O konuda Orkun haklıydı desem..."
"Yani?" diye sordum.
Söyleyip söylememekte kararsız olduğu açıkça belli olurken, "Söyleyeceğim ama sakın kimseye söyleme olur mu?" diye ısrar etti. "Baya hassas bir konu çünkü."
Söyle dercesine ona baktım.
"Bu olaydan önce Orkun'la babası baya ağır bir kavga etmişler ama öyle böyle değil yani," Helin huzursuz bir ifadeyle derin bir nefes aldı. "Orkun çok ağır laflar etmiş. Yani tam olarak sebebi ne ben de bilmiyorum ama o gece oraya gelip olay çıkaran adamlar varya," Bir kaç saniye duraksadı. "Adil Bey'in adamlarıymış. Resmen adam yollayıp dövdürmüş oğlunu."
"Ne?" diye sordum şaşkınca. Kabul, bunu gerçekten beklemiyordum. Ani tepkimle beraber, bir müddet duyduğum şeyin etkisinden çıkmamıştım. Dudaklarımdan kısık bir kahkaha döküldü ama bu tamamen şaşkınlıktandı. "Bizim best babaya bak sen..."
Helin, "Dilba lütfen," diye konuştu. "Orkun bunu sana söylediğimi bilmesin olur mu?"
Kafamı salladım. "Ay merak etme söylemem," dedim imalı bir sesle. "Ne kıymeti Orkun'un varmış ya..."
"Deccaliçem..." Volki'nin sesini duymamla bakışlarım ona doğru çevrilirken, Volki elinde tuttuğu ceketi parmağının ucunda sallayarak omzuna attı. "Hayırdır ne kaynatıyorsunuz?"
Göz ucuyla onu baştan aşağı süzdüm. "Sen nereden geliyorsun böyle?"
Sorma dercesine kafasını salladı. "İki dakika kafa dinleyelim dedik dünyanın olayı çıkmış," Göz ucuyla etrafa bakındı. "Bana bak, Azer Bey buralardaysa şimdiden söyle gözüne gözükmeyeyim. Bizi çağırtmış, hep senin yüzünden he..."
"Bir dakika ya," diye konuştu Helin önce Volki'ye, sonra da bana bakarak. "Volkan ne ara..." Bir müddet duraksadı ve ardından neyse dercesine elini salladı. "Neyse hiç sormama gerek yok. Sizin bu işlerinize akıl sır ermiyor zaten."
Helin'den bakışlarımı ayırıp Volki'ye döndüm. "Ya senin yüzünden az kalsın canımdan oluyordum," diye çıkıştım Bedo olayını kastederek. "Madem Bedo belasını başıma sarıyorsun bari yanımdan ayrılma..."
"Ne Bedo'su ya, Bedo kim?" diye sordu Helin, kafası epey karışmış gibiydi.
"Oralara hiç girmeyelim, girersek çıkamayız çünkü," dedi Volki, ardından tekrar bana baktı. "Ne Bedo'su bitiyor, ne de bu Tahran'mıdır, Sahran mıdır her ne haltsa işte... Mardin'e mi geldik, Texas'a mı belli değil. Ayrıca sana da tesüf ederim yani, koskoca adam vurulmuş içeride yatıyor sen çıkmışsın burada dedikodu yapıyorsun," Dalgaya vurmak istercesine hafifçe bana yaklaştı. "Kızım dümenden de olsa iki gözyaşı dök. Beton gibi duruyorsun olmaz ki böyle..."
"Ay Volki," diye söylendim, sabır dilercesine. "Ne boş yaptın ya akşam akşam."
"Valla bana katlanmak zorundasın hiç kusura bakma," dedi. "Özel koruman olarak biraz etrafta görüneyim, belki Azer Bey senin yanından ayrılmadığımı görünce biraz yumuşar. Adamdan fena tırsıyorum haberin olsun."
Sırtımı hafifçe arkamdaki duvara yasladım. Hastanenin bahçesindeki kalabalığın içinden tanıdık bir simayı seçti bakışlarım. Bu kişi, Azat'tan başkası değildi. Gözlerimi hafifçe kısarak daha dikkatli bir şekilde baktım. "Azat salağı değil mi ya bu?"
Dediğim şeyle beraber Helin'in ve Volki'nin bakışları Azat'ın olduğu tarafa doğru dönmüştü.
Helin, "Ta kendisi," diye konuştu umursamaz bir ifadeyle. "Allah aşkına görmesin bizi, inan onunla hiç uğraşamam."
"Bunun yüzüne ne olmuş ya?" diye sordum kendi kendime. Yüzündeki morluklara bakılırsa yine sağlam bir dayak yemişe benziyordu. Alayla gülüp, "Azat," diye seslendiğimde yanımdakileri umursamadan Azat'a doğru ilerlemeye başladım.
Azat'ın bakışları hızlıca benim üzerime dönerken, aniden yüzünde arsız bir sırıtış belirmişti. "Oo, seni gökte ararken yerde buldum desene," diye konuştuğunda, tip tip ona baktım.
"Sen niye arıyorsun beni hayırdır?"
Azat'ın hemen karşısında durduğumda, Azat göz ucuyla Helin'e taraf baktı ve pişkin pişkin el salladı. "Naber Helin?"
Helin gözlerini devirip bakışlarını başka tarafa çevirirken, Volki bize doğru yaklaşıp hemen arkamda dikilmeye başlamıştı. Azat, Helin'den cevap alamayınca bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Ne için arıyor olabilirim acaba bir düşün istersen," dedi. "Şu suratımın haline bak. Senin yüzünden Sevde'nin abileri üzerime çullandı, artık ne dediysen kıza..."
Sinirlerim bugün fazla mı bozulmuştu bilmiyorum ama Azat'ın suratına bakınca istemsizce bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. Azat'ın kaşları çatılırken ben kendime hakim olmakta zorlanıyordum. "O kadar çok dayak yiyorsun ki, yüzündeki morluklar yüzünden gerçek yüzünü unuttuk," Alaycı bir ifadeyle kafamı hafifçe salladım. "Ayrıca sana müstahak. Kim bilir o kızı kiminle aldatacaktın."
"Bir kere benim üzerime çok büyük bir oyun oynandı tamam mı, ben kimseyi aldatmadım," dedi Azat. "Senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı."
Volki bir adım öne çıkarak, Azat'a ters ters baktı. "Dilba kim bu naylon?"
"Naylon derken?" diye sordu Azat. "Ayıp oluyor yalnız."
Volki, Azat'ı baştan aşağı süzdü. "Ne ayaksın oğlum sen?"
"Tamam Volki," diye konuşup göz ucuyla Azat'a baktım. "Sen de git şu yüzüne pansuman falan yaptır, hoşafa dönmüşsün."
Arkamı döneceğim sırada, "Var mı kızım öyle kaçmak?" diye sordu Azat. Omuzumun üzerinden ona baktığımda bir kaç adım bana yaklaştı ama Volki ikinci adımda önünü kesmişti. Azat ters ters Volki'ye bakıp bana çevirdi bakışlarını. "Sevde'yle konuşup bozduğun işi düzelteceksin. Yanlış anlaşılma mı dersin ne dersin beni ilgilendirmez ama o kızı ikna edeceksin. Biz de dalgamıza bakalım yani..."
"Yürü git işine be," diye çıkıştım. "Senin adın çıktı bir kere, buradan dönmez hiç boşuna uğraşma."
"Bu benim elimde kalacak ha," dedi Volki, Azat'ı omzundan hafifçe iterek. "Bak lan işine."
"E ayıp oluyor ama böyle," diye seslendi Azat. "Bir geçmiş olsunda mı demeyelim yani... Adil Boranlı'yı delik deşik etmişler diye duydum."
Bıkkın bir ifadeyle derin bir nefes aldım ve arkamı dönerek ters ters Azat'a baktım. "Ya sen saçına bir şey mi yaptın?" diye sordum onu başımdan def etmek adına. "Böyle tıraş makinasını eline alıp sağı solu kesince yolunmuş tavuğa benzemişsin. Bilmem farkında mısın ama depresyona girmiş ergenler gibi görünüyorsun, arada bir berbere falan uğra bence. Olmamış bu."
Azat eliyle saçlarını düzelterek, "Hadi ya?" diye sordu. "Çok kibarsın bu arada..."
"Zorbalama modu açıldığına göre sen uzayabilirsin Azat," diye araya girdi Yaman bulunduğunuz yere doğru yürürken.
Sen nereden çıktın dercesine Yaman'a baktım. Burada mıydı, yoksa yeni mi gelmişti anlam verememiştim.
Azat'ın bakışları, Yaman'a doğru döndü yavaşça. "E ama buranın aksiyonunu sevdim ben," diye konuştu ceketini omuzunun üzerine atarak ve ardından göz ucuyla bana baktı. "Hem baksana, kimi ararsan var..."
"Azat," diye konuştu Yaman sertçe. "İşine bak dedim."
Azat alayla güldü. "Benim işim burada abicim," Göz ucuyla önce Helin'e sonra bana baktı. "Bir acile uğrayayım diyordum, burası güzellik salonu gibi maşallah. Kalbim tekledi yalan mı söyleyeyim..."
"Senin o kalbini götüne sokacağım lan!"
Orkun'un sesini duyduğumda bakışlarım sesin geldiği yöne döndü. Ne ara geldiğine anlam veremezken, o adeta koşar adımlarla Azat'ın üzerine yürüyüp kafasını sertçe Azat'ın yüzüne geçirdi.
Azat burnuna aldığı darbeyle geriye doğru sendeleyip düşecek gibi olduğunda, Yaman onu son anda yakalamıştı. Ama Orkun'un siniri geçmemiş olacak ki, bir kez daha Azat'ın üzerine atılıp sert bir yumruğu suratına geçirdi.
Azat eliyle burnundan akan kana dokundu ve ardından, "Bittin oğlum sen," diye bağırıp ileriye doğru atıldı ve Orkun'a sert bir yumrukla karşılık verdi.
Etraftaki herkesin bakışları bizim üzerimize dönerken Helin'in olduğumuz yöne doğru koştuğunu gördüm. Bu sırada Orkun, Azat'ın yakasına yapışarak onu yere düşürdü ve yumruklarını art arda Azat'ın suratına geçirdi. "Nasıl bitireceksin lan beni," Azat'ın yüzü kanlar içinde kalırken, Orkun öfkeden deliye dönmüş gibiydi. "Sen mi bitireceksin?"
Yaman, Orkun'u omuzlarından tutarak Azat'tan ayırmaya çalışırken, etrafta bulunan bir kaç kişi de kavgayı ayırmaya yardım ediyordu.
"Orkun!" Helin koşarak yanımıza geldiğinde, korkuyla bakışlarını Orkun'a dikti. "Ya ne yapıyorsunuz siz?"
Yaman, Azat'ı yerden kaldırırken sinirle Orkun'a çevirdi bakışlarını. "Sen ne yaptığını zannediyorsun lan?" diye sordu, oldukça öfkelenmişe benziyordu. "Bu yaptığının bedelini ödeyeceksin, anladın mı lan beni?"
Orkun, "Ödetsene lan hadi," diye çıkışıp Yaman'ın üzerine yürüdüğünde bir kaç kişi araya girip onu durdurdu ama bu sefer Yaman'da, Orkun'un üzerine yürümüştü.
Kim olduğunu bilmediğim adamlardan biri öne doğru çıktı. "Bulaşma bunlara Yaman Bey," diye konuştu, amacının kışkırtmak olduğu açıktı. "Baksana Boranlı'ların itleri kudurmuş yine."
Başka bir adamın öfkeyle ileriye doğru atıldığını gördüm bu sefer. "Aşiretin adını ağzına alırken besmele çek lan!"
"Boranlı'ya uzanan o dili keseriz," dedi başka biri, muhtemelen Boranlı aşiretine mensuptular.
"Asıl siz laflarınıza dikkat edin," dedi Yaman'ın hemen arkasında duran orta yaşlı bir adam. "Biz de Çibran'lara laf edilmesine müsade etmeyiz."
Bizim yazılarımızda bir grup genç onda doğru ilerlemeye başladı. "Ediyoruz lan ne olacak?" diye bağırdı içlerinden biri. "O it diyen dilinizi bir taraflarınıza sokmadan uzayın lan buradan!"
Helin hayretler içinde kalmış bir şekilde bana bakarken benim bakışlarım ne olduğunu anlamak istercesine etraftaki insanların üzerinde gezdiriyordum.
Herkes bir taraftan konuşurken etrafta büyük bir gürültü oluşmuştu. Azat'ın ağzından dökülen küfürle beraber, Orkun bir kez daha Azat'ın üzerine saldırdığında bu kalabalığı tetiklemiş olacak ki, bir anda büyük bir kargaşa koptu.
İki taraf birbirlerinin üzerine yürüyüp, saldırdıklarında ben ve Helin geriye doğru çekilmek zorunda kalmıştık.
Volki bir adamın yüzüne kafasını geçirirken, Orkun, Azat'ı yumruklamakla meşguldü. Yaman, adamlardan biriyle dalaşırken bir yandan da onları ayırmaya çalışıyordu. O sırada bir adam, başka bir adamın kafasına değneği indirmişti.
"Şaka mı ya bu?" Helin gözleri kocaman açılmış bir şekilde bunu söylediğinde, ben köşedeki bankı sırtlamaya çalışan adamı hayretler içinde izliyordum.
En azından kimse silahlarına davranmıyordu, bu da bir şeydi...
Bir anda yüksek bir patlama sesi duyuldu. Art arda dört kez havaya sıkılan merminin sesiyle beraber uğultu aniden kesilirken, herkesin bakışları sesin geldiği tarafa dönmüştü.
Azer.
Elinde tuttuğu tabancanın tetiğini bir kez daha çekip havaya ateş etti ve ardından, "Dağılın lan," diye bağırdı oldukça sert bir sesle.
Adamlar geriye doğru çekilirken, Orkun geriye doğru sendeleyerek Azat'ı serbest bıraktı ama öfkesi hâlâ taze görünüyordu. Azat ise yerde öksürerek karnını tutuyordu, her zamanki gibi yine dayak yemişti.
Azer silahını beline yerleştirip kalabalığa doğru ilerledi ve herkesin üzerinde tek tek gezdirdi bakışlarını. "Kime diyorum lan ben?" diye sordu oldukça tehditkar bir tavırla. "Dağılın dedim!"
Adamlar Azer'in kurduğu bu cümleyle beraber hızlıca yanımızdan uzaklaşmaya başladıklarında, kalabalık kısa süre içerisinde dağılmıştı. Azat hâlâ yerde yatarken, Volki yere düşen ceketini alarak üzerini sirkeledi. Yaman ise kaşının kenarından akan kanı silmekle meşguldü.
Bu sırada uzaktan duyulan siren sesleriyle, polisin gelmek üzere olduğunu anlamıştım. Azer bakışlarını önce Yaman'a, sonra da yerde yatan Azat'a çevirdi ve en son Orkun'un üzerinde durdu bakışları. "Ne oluyor lan burada?"
Orkun tehditkar bir ifadeyle Azat'a baktı ve ardından Azer'e çevirdi bakışlarını. "Bu şerefsiz piç..."
"Hop hop..." diye araya girdi Yaman. "Bu kadarı çok fazla yalnız."
"Kesme lafımı," dedi Orkun sertçe. "Bu Azat denen şerefsiz kızları rahatsız ediyor hâlâ... Bin defa uyardık lan!"
Azat yerden zorlukla doğrulup Azer'e baktı. "Yalan konuşuyor, yok öyle bir şey."
"Hadi lan oradan hoşaf suratlı," diye araya girdi Volki, Azat'a sataşarak.
Azer'in bakışları hâlâ yerde olan Azat'a değdi. Bakışlarındaki küçümseyici ifade eşliğinde yavaşça Yaman'a doğru döndü ve bir kaç adım Yaman'a yaklaşarak tam karşısında durdu. Azat'ı muhattap dahi almıyordu ama Yaman'a bakarken gözlerindeki tehditkar ifadeyi çok net hissetmiştim. Yüzü sanki sabrının sınırındaymış gibi sinirle kasıldı. "Sana bu piçe sahip çık demiştim," dedi sakin ama tehditkar bir sesle. "Ama anlaşılan o ki senin niyetinde ondan pek farklı değil. Şimdi sen söyle ben bu piçin mi kafasına sıkayım, yoksa senin mi?"
Azer'in dediği şeyle beraber ortam bir anda buz kesti. Bu söylediği son cümle Yaman'ı sinirlendirmiş olacak ki, bir müddet hiçbir şey söylemeden bekledi ama gözlerine yerleşen öfke barizdi. Duruşunu düzeltti ve gözlerini Azer'e dikti. "Bunun bu kadar kolay olmadığını biliyorsun," dedi, sesi öfkeliydi. "Ve emin ol, kardeşime yapılan bu hakarete daha fazla sessiz kalmayacağım Boranlı."
Azer'in bakışlarına bariz bir alay yerleşirken dudakları belli belirsiz kıvrılmıştı. "Şerefsizliğinizi böyle mi örteceksiniz," Sesi oldukça küçümseyiciydi. "Asıl hakareti senin kardeşin yaptı lan. Sen yat kalk, yaptığı şeyi öğrendiğim gün kafasına sıkmadığıma dua et."
Yaman hafifçe kafasını salladı. "O gece babam araya girmeseydi bile ben izin vermezdim böyle bir şeye," dedi ardından sesine imalı bir ifade yerleşti. "Gerçi senin o sırada başka meşguliyetlerin vardı öyle değil mi?"
Azer, Yaman'a bir adım daha yaklaştı. "Ne diyorsun lan sen, açık konuş."
"Şu düğün meselesi, duymayan kalmadı," dedi Yaman. "Boranlı kaosları bitmek bilmiyor malum. Ama açık konuşayım düğün olayı en büyüğüydü. İlk başta çok düşündüm bir adam kendi düğününde neden çekip gider diye," Yaman göz ucuyla bana baktı ve dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Ama senin asıl derdin başkaymış."
Azer'in çenesi kasıldı ve o an gölzerinde müthiş bir öfkenin parladığını gördüm. Ondan sonra her şey bir kaç saniye içinde gelişti. Azer, Yaman'ın üzerine yürüyerek kafasını oldukça sert bir şekilde Yaman'ın yüzüne geçirdiğinde, Yaman aldığı darbeyle geriye doğru sendeleyip dengesini kaybetmişti. Yaman sırtüstü yere düşerken yüzünü acıyla buruşturup eliyle kanayan burnuna dokundu ve bakışları öfkeyle Azer'in üzerine döndü.
Azer öfkeyle boynunu kıtlattı ve ardından Yaman'a çevirdi bakışlarını. "Eğer derdimin ne olduğunu biliyorsan, onun için neler yapabileceğimi de biliyorsundur," Sesindeki tehditkar ifade o kadar baskındı ki bu beni bile korkutmuştu. "Benim sabrımı sınama," diye devam etti öfkesine hakim olmakta zorlanırken. "Sakın sınama."
Yaman yerden zorlukla kalkarak, Azer'e baktı. "Bunun hesabını vereceksin Azer Boranlı."
"Sen artık sussana lan," diye bağırdı Orkun, Yaman'a doğru yürüyerek.
Azer'den aldığı bu darbe Yaman'ın gururunu oldukça incitmiş olacak ki, başka bir şey söylemeden arkasını dönüp öfkeyle uzaklaştı yanımızdan. Azat da koşar adımlarla Yaman'ın peşine takılırken, Azer'in öfkenin en yüksek dozunu taşıyan siyah gözleri Yaman gözden kaybolana kadar ondan ayrılmamıştı.
"Ben bu Azat itinden hıncımı almazsam kafayı yerim ha," diye söylendi Orkun gergin bir tavırla ardından bakışları bana döndü. "Ayrıca sen niye muhattap oluyorsun ya bu heriflerle? Kızım bizim babamız içeride yatıyor sen durumun ciddiyetinin farkında mısın?"
"Senin işine gelmedi sanki," diye konuştu Helin tam arkamdan. "Kavga etmeye yer aramıyormuşsun gibi konuşma."
Helin'in benim yerime Orkun'a cevap vermesiyle Orkun'un bakışları Helin'in üzerine çevrildi. Bir şey söylemek istedi ama kendini tuttu.
Bu sırada Azer'in bakışlarının bana dokunduğunu hissettim. Benim bakışlarım da yavaşça onun üzerine çevrilirken, o bakışlarını benden ayırmadan, "Güven," diye seslendi. "Dilba'yı konağa götür."
Sesindeki o tını ona buz gibi bir şekilde bakmama sebep olurken, o bakışlarını benden ayırdı ve Güven'e doğru baktı. Azat'la konuştuğum için öfkelendiği açıkça belliydi.
Güven hafifçe kafasını sallayarak Azer'i onaylarken Volki, "Ben de beraber gideyim bari," diye konuştu.
Azer'in bakışları Volki'ye döndü yavaşça. "Sen hiçbir yere gitmiyorsun," dedi sinirli bir sesle. "O Yusuf dangalağını da al benimle gel," Bakışları Orkun'a döndü. "Sen de."
Ardından bakışları çok kısa bir an bana dokundu ve ardından bir şey söylemeden arkasını dönüp yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Orkun göz ucuyla bana ve Helin'e bakarak Azer'in peşine takılırken Volki'de onların arkasından yürüyordu.
Alaycı bir tavırla onların arkasından bakarken, "Olayı Orkun çıkarıyor, konağa ben yollanıyorum," diye söylendim ters ters. "Ben çok meraklıydım sanki Azat'la muhattap olmaya..."
Helin'in bakışları hızlıca benim üzerime döndü. "Ya Dilba inanamıyorum sana cidden," dedi oldukça gergin bir ifadeyle. "Şunların hepsi senin başının altından çıktı farkında mısın? Ne vardı yani konuşmasaydın Azat'la..."
Helin'e doğru dönerek sorarcasına kaslarımı kaldırdım. "Hep beni mi konuşacak insanlar?" diye sordum umursamaz bir sesle. "Patlamaya hazır bir bomba gibi bekliyordu zaten, ben de fitilini ateşledim. Azat zaten hakettiğini yaşıyor. Orkun'da biraz azar yer de aklı başına gelir belki. İçeride ettiği laflara saysın."
"Bravo," dedi Helin gözlerini devirerek. "İki dakikada ortalığı birbirine kattın ya, diyecek bir şey bulamıyorum."
"Deme zaten," dedim hafiften alaycı bir tavırla. "Orkun'la takılınca hemen onun huyunu kapmışsın bakıyorum. Dilba ben, hani unuttuysan hatırlatayım."
Helin sinirleri bozulmuşcasına güldü ve iki elini hafifçe kaldırarak yok dercesine kafasını salladı. "Nasıl unutabilirim ki," dedi ve ardından hafifçe omzuma dokundu. "Ayrıca Azat'ın abisinin yaptığı ima gözümden kaçtı sanma. Bunu bir ara seninle uzun uzadıya konuşacağız, benden kaçamazsın."
Hafifçe gülümsedim ve elimi hafifçe kaldırarak parmaklarımı hareket ettirdim. "İyi geceler Helo'cuğum..."
"Kaç tabi," diye konuştu ve ardından kafasını hafifçe salladı. "Sana da iyi geceler ama konu kapandı sanma sakın, konuşacağız."
Helin ellerini beyaz önlüğünün ceplerine koyarak yanımdan uzaklaştığında, Güven'in bana doğru ilerlediğini farkettim ve bakışlarım bu sefer onun üzerine döndü.
"Gidelim mi artık?" diye sorduğunda belli belirsiz kafamı salladım.
"Gidelim bari," dediğimde az ilerde, arabaların önünde bekleyen en az yirmi adama kaydı bakışlarım ve ardından sorarcasına Güven'e çevirdim bakışlarımı. "Hep beraber mi gideceğiz?"
Güven hafifçe kafasını salladı. "Emir büyük yerden."
Dudaklarıma yerleşen tebessümü gizleme gereği duymadan bir müddet bakışlarımı adamlarım üzerinde gezdirdim ve ardından arabalara doğru yürümeye başladım.
Bu olaydan sonra konağa dönerken bile peşime yirmi adam takacağını tahmin etmem gerekirdi...
•••
Konağa geldiğimizde saat neredeyse on bire geliyordu. Avlunun ışıkları hâlâ yanıyordu ama görünürde kimse yoktu. Konağın her tarafına dağılmış silahlı adamların seslerinden başka hiçbir ses yoktu. Elvan ve Mercan konaktaydı muhtemelen, Mercan'ın odasının ışıkları kapalıydı ama büyük konaktaki salonun ışığının yandığını avludan görebiliyordum.
Ağır adımlarla merdivenlerden çıkmaya başladığımda bedenimdeki yorgunluk kendini yavaş yavaş belli etmeye başlamıştı. Uzun bir duş alıp hemen uyumak istiyordum ama istesem bile uykunun bugün göz bebeklerime uğrayacağını zannetmiyordum. Zihnim o kadar doluydu ki içindeki sesler asla susmak bilmiyordu. Hayatımın üzerindeki o kara bulut, zehirli sarmaşıklarını bir kez daha hayatıma dolamış ve beni rahat bırakmayacağını sert bir şekilde hatırlatmıştı.
Bacaklarım beni ikinci kata taşırken, iki konağın ortak kullandığı büyük salonun kapısının açıldığını işittim. Bakışlarım o yöne doğru dönerken, gözlerimin dokunduğu kişi Elvan'dan başkası değildi. Kapıyı arkasından çekerek bana doğru yürümeye başladığında bıkkın bir ifadeyle derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim.
"Geçmiş olsun," Elvan gelip tam karşımda durduğunda bir şey söyleme gereği duymadan dik dik ona baktım o ise devam etti. "E durumu nasıl Adil Bey'in? Çıktı mı ameliyattan?"
Saçlarımı elimle geriye doğru iterek, "Bilmiyorum," diye konuştum. "Çok merak ediyorsan ara sor birine."
Elvan duraksadı bir müddet. Gözleri benim üzerimde gezinirken, kollarını önünde bağlayarak belli belirsiz kafasını salladı. "Yedi yabancıdan bahsetmiyorum Dilba," dedi. "Baban ya hani..."
"Ben öyle yüzüme bile bakmayan adama baba demiyorum yalnız," dedim ters bir sesle. "Bunları soracağın kişi ben değilim yani."
Elvan'ın kaşları imayla havalandı. "Ben de kabahat, senin umurunda olmayacağını bilmem gerekirdi," diye konuştu. "Aklın daha farklı şeylerle dolu şimdi senin, haklısın."
Onu baştan aşağı süzdüm. Yaptığı imayı anlamak zor değildi. "Farklı şeyler," diye tekrar ettim söylediği şeyi. "Ne mesela o farklı şeyler?"
Elvan'ın yüzü ciddileşti. "Neyden bahsettiğimi biliyorsun," dediğinde bakışları bir müddet benim yüzümde gezindi. "Dün gece neredeydin? Ya da şöyle sorayım," Sesini hafifçe kıstı. "Neredeydiniz?"
Sorduğu soruyla beraber bir müddet onun yüzüne baktım buz gibi bir ifadeyle. Dudaklarıma yerleşen alayın dozu gitgide artarken bakışlarımı ondan bir an olsun ayırmadım. "Benim nerede olduğumu soruyorsan sana vereceğim tek cevap haddini bil olur," Küçümseyici bir ifadeyle onu baştan aşağı yavaşça süzdüm. "Sorunun ikinci muhattabı ben değilim ama onun yerine de cevap vereyim. Sen bu soruyu hangi sıfatla soruyorsun, Elvan?"
Elvan'ın önünde bağladığı kolları yavaşça iki yanına düşerken bir müddet sessiz kaldı ama bakışlarına yerleşen o ifadeye bakılırsa bu soruyu duymak onu afallatmıştı. Zorlukla yutkundu, "Bunu bilmeye hakkım var," dedi en sonunda. "Beraberdiniz değil mi?"
Odaklandığı tek şey sorduğu sorunun cevabını alabilmekti ama ona istediğini vermemekte kararlıydım. "Bunun açıklamasını sana yapmayacağım," diye konuştum. "İnsanlara uydurduğunuz yalanın arkasına saklanarak böyle bir soru soramazsın. Sorsan da cevabını sana verecek değilim zaten."
Elvan öfkeyle derin bir nefes aldı. "Sevdiğim adam o benim," diye konuştu sesi hafiften yüksek çıkmıştı ama hemen farkına varıp sesini alçalttı. "Evet evli değiliz ama ben Azer'e aşığım anladın mı beni? Bu konağa gelmek için neleri göze aldım sen biliyor musun? Ben ailemi her şeyini geride bıraktım sırf Azer'in beni sevebilme ihtimali için..."
Alayla güldüm, öfke bedenime yavaş yavaş uğrasada bunu göstermemekte ısrar ediyordu bakışlarım. Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. "Bunları gidip Azer'e anlat, bana değil," dedim buz gibi bir sesle. "Hayatına müdahale eden ben değilim, bu anlattıklarının hiç birine ben sebep olmadım ama bil diye söylüyorum; Azer gibi bir adamı evliliğe mecbur bırakabileceğini düşünmen senin aptallığın."
Beklemeden arkamı dönüp Elvan'ı geride bırakarak yürümeye başladım. Ona bakmasamda arkamdan dik dik beni izlediğinin farkındaydım. Yukarıya, odamın olduğu kata çıktığımda odama girmeden önce taş parmaklıklarla doğru yaklaşıp bakışlarımı etrafta gezdirdim bir müddet. Baktığım her tarafta en az iki silahlı adam gözüme çarpıyordu. Korumaların sayısını arttırdıkları açıkça belliydi. Güven'le beraber konağa dönerken bizi koruyan iki araba dolusu adamı da sayarsak güvenlik önlemleri sıkı bir şekilde alınmıştı.
Gözlerimi taş konakların üzerinde gezdirip bir müddet esen rüzgarın tenime değmesine izin verdim. Bugünün bir an önce bitmesini istiyordum. Üstelik daha Azer'le bile doğru düzgün konuşamamıştık. Botan'ın yaptıkları ve hastanede olan olay yüzünden epey sinirli olduğunu biliyordum. Yaman konusu da üzerine gelince gerçekten tam bir kaosa dönmüştü ortam.
Bir kaç dakika sonra taş parmaklıklardan uzaklaşarak odama girmiş ve direkt olarak banyoya yönelmiştim.
Bedenimde ki yorgunluk fiziksel değildi. Beni yoran asıl şey zihnimin susmak bilmeyen sesiydi ve ben ne zaman o sesi susturmaya çalışsam, hayat benim suratıma çarpa çarpa geri savuruyordu.
Banyodan çıktıktan sonra dolaptan bej rengi saten bir şort pijama takımı çıkarıp hızlıca üzerime geçirdim. Saçlarımı kurutmak adına makyaj masasının altındaki çekmeceye doğru eğilerek kurutma makinesini çıkardım ama ben daha fişi prize takmadan odamın kapısı iki kez tıklatıldı.
Elimdeki kurutma makinesini makyaj masasının üzerine bırakarak kapıya doğru döndüm. "Gel."
Bunu dememle beraber kapı yavaşça açıldı. Elalarım bir kaç saniye içinde o tanıdık siyah gözlerle buluştuğunda onu burada görmeyi beklemediğimden bedenimden aşağı yoğun bir sıcaklık döküldü sanki ama bu çok kısa sürmüştü.
Üzerindeki ceketi çıkarmış, siyah gömleğinin kollarını hafifçe kıvırmıştı. Gözlerinde taşıdığı hafif yorgunluk bugünün onun içinde yorucu geçtiğinin bir göstergesiydi ama hâlâ nefes kesici görünüyordu.
Kapıyı eliyle sertçe iterek kapanmasını sağladığında, adımlarım istemsizce ona doğru ilerledi. Bir an bile beklemeden benim olduğum tarafa doğru ilerledi, bu sırada gözleri bir an olsun benim gözlerimden ayrılmamıştı.
Bana yaklaştığı an, kollarını belime dolayarak beni hızlıca kendine çekti. Bedenim sertçe onun bedenine çarparken, kollarım hızlıca onun boynuna dolanmıştı. Diğer elini saclarımın arasına daldırıp, yüzünü boynuma gömdü ve derin bir nefes aldı. Başımı onun omzuna yaslayarak kollarımı onun bedenine daha sıkı bir şekilde doladım.
Gözlerim kapanırken, Azer'in parmakları saçlarımda dolanmaya başladı. "Kafayı yiyecektim Dilba," sesi o kadar ciddi çıkmıştı ki, bu afallamama neden oldu. "O kansız sana bir şey yapacak diye kafayı yiyecektim."
Bir şey söylemedim. Birinin benim için endişelenecek olma ihtimalini hiçbir zaman göz önünde bulundurmamış, belki de ihtimal dahi vermemiş biriydim ben. O yüzden eğer o tehlikenin içine yürüyorsam, aklımın ucundan dahi geçirmezdim böyle bir düşünceyi. Gitmem gerektiğini hissediyorsam giderdim. Arkamda bırakacağım enkazlarım olmazdı benim. Ama şimdi Azer'in tek bir cümlesi bana bu zamana kadar düşündüğüm her şeyin aksini hissettiriyordu.
Sevildiğimi.
Zorlukla yutkundum. Bedenim bir boşlukta süzülüyormuşcasına sersemlediğinde zihnim allak bulaktı. "Oraya gitmemeyi dilerdim," dedim bir kaç saniye sonra, sesim yorgundu. "Ama eğer gitmeseydim şu an çok daha farklı bir durumun içinde olacağımızı biliyordum."
Bedenlerimiz yavaşça ayrıldığında, gözleri gözlerimi buldu. "Şu an hiçbir şey senden daha önemli değil benim için," dedi beklemediğim bir anda. Öfkesi sesinden belli olurken, yüzü o anı tekrar yaşıyormuşcasına kasıldı. "Orada olmaman gerekiyordu, Dilba. Her ne olursa olsun, o Allah'ın belası yerde olmaman gerekiyordu."
"Ölecekti," diye konuştum bir saniye bile beklemeden. Bu söylediğim şey duraksamasına sebep olurken benim gözlerim onun gözlerinden ayrılmıyordu. "Eğer orada olmasaydım, ona yardım etmek zorunda kalmasaydım tek bir kurşunla ölecekti."
Yüzünde mimik dahi oynamadı. "Oraya Adil Bey için gitmediğini biliyorum."
"Ben oraya annem için gittim," dedim beklemeden. "Hani bu sabah dedin ya bana, birinden gerçekten nefret ediyorsan onun başkasının eliyle ölmesini istemezsin diye. Ben bu zamana kadar annemden nefret ettigimi sanıyordum ama bugün daha net anladım," Göğsüm daralırken, hafifçe kafamı salladım. "Benim nefretimin asıl sahibi annem değilmiş."
"Sadece bu kadar basit olmamalı diyorum," diye mırıldandım. "Biliyor musun eğer orada olmasaydım annemin Adil Bey için kılını dahi kıpırdatmayacağını adım gibi biliyorum ve eğer ben bir doktor olarak değil de, Dilba olarak orada olsaydım veya öyle hissetseydim bunu yapabilir miydim bilmiyorum."
Belki de doktor kimliğinin ardına saklanarak kaçmaya çalışmıştım bu ağır yükten. Ben oraya Dilba olarak gitmiştim ama bir noktada, doktor Dilba'ya evrilmişti zihnim. Belki de kendimi kandırıyordum.
Azer'in bakışları dudaklarıma indi. "Eğer tam tersi olsaydı bile seni suçlamazdım Dilba," dedi, sesi sakindi. "Suçlayamazdım."
Dudaklarımın kenarına yorgun bir tebessüm yerleşti ve kafamı biraz daha kaldırıp onun gözlerine baktım. "Yaman olayında bile mi," dedim fısıltıya yakın bir sesle, amacım bu konuda ne düşündüğünü öğrenmekti. "Yaptığı imayı duydun. Bir şeylerin farkında."
Azer bakışlarını benden ayırmadı ama yüzünde tek bir mimik dahi oynamamıştı. "Herif gözlerimin önünde yürüyor sana," dedi sinirli bir sesle ardından ellerini saçlarına daldırarak odanın içinde bir kaç adım ilerledi. Öfkelendiği açıkça belliydi. Adımları duraksarken bakışları tekrar beni buldu. "Ve emin ol ben bu konuyu yok sayacak kadar sabırlı bir adam değilim. Hele ki konu sevdiğim kadınsa."
Sorarcasına ona baktım. "Bunun neye yol açacağını biliyorsun değil mi?"
"Bu bir şeyi değiştirmez," dedi Azer oldukça ciddi bir ifadeyle. "O herif aramızda olanların farkındaysa eğer, senden uzak durmak zorunda Dilba. Eğer duracağı yeri bilmiyorsa, benden sessiz kalmamı bekleme."
"Umurunda değil yani?" diye sordum hafiften imalı bir sesle. Gözlerime yerleşen buz gibi ifadeyi yumuşatma gereği duymadan bakışlarımı onun gözlerine diktim. "İnsanlar seni evli sanarken aramızda olanların duyulması senin için hiçbir sorun teşkil etmiyor öyle değil mi? Sonunda oklar yine bana dönecek, sana hiçbir şey olmayacak tabi."
"Kızım ben sana söz verdim," dedi Azer beklemeden. "Zamanı gelinceye kadar da sözümün arkasındayım. Ayrıca sana uzanan dili de keser atarım."
Dudaklarım belli belirsiz hafifçe kıvrıldı. Bir kaç adım ilerleyip onun tam karşısında durduğumda, onun gözlerinin tek odağı benim gözlerimdi. "Buna senden önce ben izin vermem zaten," dedim sakin ama kendimden emin bir sesle. "O yüzden bana verdiğin sözü sakın unutayım deme."
"Unutmam."
"Unutturmam," dedim üzerine basarak.
Azer'in bakışları dudaklarıma indi bir kez daha. Yüzünde belli belirsiz ufak bir tebessüm yakaladım, gözleri yüzümün her zerresinde yavaş yavaş gezinirken bir elini hafifçe yüzüme doğru uzattı ve yüzüme gelen bir tutam saçı ağır hareketlerle geriye doğru itti. "Biliyorum," dedi parmakları çenemden yavaşça aşağı kayıp yüzümden uzaklaşırken. "Sana yamuk yok, sözümüz söz," Kafasını hafifçe yana eğerek gözlerime baktı. "Ama önce şu güven meselesini mi çözsek, güzelim."
"Bence onu çözecek kişi sensin," dedim beklemeden.
"Bana güvenmemekte ısrar eden de sensin," diye yanıtladı beni, sesi sakindi.
Geri adım atmaya niyetim yoktu. Dudaklarıma yayılan belli belirsiz, alaycı tebessüm eşliğinde hafifçe kafamı salladım. "Belki güveniyorumdur," diye konuştum. "Ama bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin. En azından içimde sana dair ufacık bir şüphe kalmayana dek söylemeyeceğim."
Güldü. "Ben sen söylemeden de anlarım," dedi nefes kesen bir ses tonuyla. "Belki güven yok," Gözleri boynuma indi ve oradan yavaşça dudaklarıma tırmandı. "Ama aşk var, bunu sen bile inkar edemezsin artık."
Bana bir adım daha yaklaştığında kafamı kaldırarak yüzümü onun yüzüne yaklaştırdım ve meydan okuyan bir ifadeyle, "Ya edersem," diye fısıldadım.
Bir adım daha ilerleyip aramızdaki mesafeyi aştığında, ben de bir adım gerilemek zorunda kalmıştım. Sırtım makyaj masasına yaslanırken o ellerini bedenimin iki yanından geçirerek masaya yasladı ve beni kendi ile masa arasına hapsetti adeta. Üzerime doğru hafifçe eğilip yüzlerimiz arasındaki mesafeyi en aza indirdi. "İstediğin kadar inkar et," dedi kalbimi yerinden sökecek kadar yoğun bir ses tonuyla. "İnanmam."
Gözlerinin içine bakarak hafifçe parmak uçlarında yükseldim ve kulağına doğru yaklaştım. "İnanma zaten."
Fısıltılı çıkan sesim onun gözlerindeki alevi harladığında bedenimi sertçe kendine çekti ve dudakları dudaklarımın üzerine kapandı saniyeler içinde. Yakınlığı bedenimin ısısını hızla arttırmaya yeterken, teninin tenime temas ettiği an göz kapaklarım istemsizce kapanmıştı.
Ellerimi arkamdaki makyaj masasına yasladığımda onun elleri bileklerime dolandı ve bedenimi tamamen masa ve kendi bedeni arasına sıkıştırdı. Alt dudağımı dukaları arasına alıp öpüşünü giderek sertleştiriken, kafam hafifçe geriye doğru eğildi. Bu sırada bir elini bileğimden çekerek boynumu tuttu ve beni tamamen kendine çekti. Parmakları saçlarımın arasındayken, diğer elini de belime dolamıştı. Bedenimdeki kıvılcımlar saniyeler içinde cayır cayır yanan alevlere döndüğünde, kalbim yerinden çıkacakmışcasına atıyordu.
Dudakları dudaklarımdan bir kaç saniyeliğine ayrıldığında, gözleri gözlerime isabet etti. Gece karanlığı bakışları, zifiri karanlığa hapsolurken çenemden tutarak kafamı biraz daha kaldırdı ve tamamen ona bakmamı sağladı. "Seviyorum seni," diye konuştu.
Bakışlarım onun dudaklarına indi yavaşça. "Ben de seni Boranlı."
Gözlerindeki istek dayanılamaz bir hal alırken bu sefer o kadar sert bir şekilde öptü ki beni, bedenim onun sıcaklığıyla alev alev yandığını hissettim. Kollarımı onun omzuna doladığım sırada belimdeki eli sıkılaştı ve beni biraz daha iterek üzerime eğildi tamamen. Parmaklarım siyah gömleğinin üstten açık olan düğmelerine, oradanda tenine değdi yavaşça. Boynuna doğru ilerlediğimde, nefeslenmek için saniyelik olarak geri çekildi ve ardından bir kez daha bastırdı dudaklarını, dudaklarıma. Bununla beraber tırnaklarımı onun boynuna bastırdım ve diğer elimle gömleğinin yakasını kavrayarak onu kendime çektim sertçe.
"Konaktayız," diye mırıldandım kafamı hafifçe geriye çekerken.
Bir eli belimden ayrılmazken diğer eli bacağımın üst kısmına temas ederek beni hafifçe kaldırdı ve beni masaya oturttu. "Umurumda değil."
Dudaklarımın kenarına kışkırtıcı bir tebessüm yayıldığında belimdeki eliyle beni sertçe kendine çekti ve dudaklarıma nazik bir öpücük kondurarak saçlarımı omzumun arkasına doğru itti. Çenemden aşağıya yavaşça inerek tenimi art arda defalarca kez öptüğünde, benim ellerim onun onun sakallı çenesinden boynuna doğru ağır ağır kaymaya başladı.
Dudaklarını boynumda hissettim. Bir süre yüzünü boynuma gömerek dudaklarını orada gezdirdi. Ellerini saçlarımın arasına daldırardığında gözlerim yine istemsizce kapanmıştı. Geceliğim omzumdan hafifçe kayarak, tenimin bir kısmını açıkta bırakırken, Azer iki eliyle yüzümü kavradı ve dudaklarımızın tekrar birbirine temas etmesini sağladı. Öpüşüne sert bir karşılık vererek, kollarımı boynuna sıkıca doladığımda beni biraz daha bastırdı masaya. Masanın üzerindeki parfüm kutularından bazıları devrilirken, o bunu umursamadan sol bacağımı nazikçe kavradı ve hafifçe çekiştirerek bedeninin bedenime hapsolmasını sağladı.
Üzerimdeki kısa şort, toplandığı için olduğundan çok daha kısa görünüyordu. Bedenimdeki tutkunun dozu her geçen saniye giderek artarken durmamız gerektiğinin farkındaydık ama ne o, ne de ben buna cesaret edemiyorduk.
"Azer," diye mırıldandım dudaklarımızın birbirinden ayrıldığı o saniyelik zaman diliminde.
Dudakları tekrar dudaklarımın üzerine kapandı. Anın etkisinden nerede olduğumuzu bile unutmuş gibiydik. Bedenim, o yoğun duygunun en saf haliyle tamamen sarhoş olmuştu. Bu yakınlık tehlikeliydi. Olduğumuz yere, zamana ve içinde bulunduğumuz bu karmaşık duruma bakınca bu tamamen çılgınlık gibi görünüyordu ama bedenime dolanan bu sarmaşığı söküp atmak çok zordu.
Bir kez daha, "Azer," diye mırıldanıp geriye çekildiğimde bu sefer onun bakışları da benim gözlerime sabitlendi yavaşça. "Dur."
Durmamız gerektiğinin o da farkındaydı bunu görebiliyordum ama gözlerindeki o yoğun istek bunu perdeliyordu. Ellerini saçlarımda gezdirerek bir müddet sadece yüzümü inceledi. Her noktasını yeniden keşfetmek istercesine uzun uzun baktı bana. "Bu şu an o kadar zor ki," diye konuştu sesi derinden geliyordu.
Alnını alnıma yasladı. Parmakları usulca saçlarımda gezinmeye devam ediyordu. Gözlerimi hafifçe kapattım ve bir müddet ikimizde sessizliği dinledik sadece. Ama o an, bu sessizlik küçük bir tıkırtı ile bölündü. Hemen ardından, taş zemine değen adım seslerini işittim ve ardından odamın kapısı art arda üç kez tıklatıldı.
Kapıda biri vardı.
•••
BÖLÜM SONU
Kapıdaki kişi kim sizce, tahminleri alayım buraya→
Bölümü nasıl buldunuz, düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın lütfen, tek motivasyon kaynağım biliyorsunuz 🤍
Gelecek bölümde görüşmek üzere 🌸
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.74k Okunma |
3.12k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |