
EJDERHA VARİSİ VE GENÇ SÜVARİLERİ
BÖLÜM 7
“Bayan Lillesol!”
Ağırlaşan göz kapaklarımı yavaşça kırpıştırdığımda birinin derinlerden bir şeyler fısıldadığını duyuyordum. “Bayan Lillesol!” sonunda aynı ses kulaklarıma gelince, göz kapaklarım yavaşça gözlerimin üzerinden kalktı. Gözlerimin önündeki bulanıklık dağıldığında, ayakta dikilerek yukardan gülümseyerek bir çift gözle göz göze geldim.
Üzerimdeki uykuyu atamadan, hızlıca üst bedenimi yukarıya doğru kaldırmış, irkilerek geriye doğru kaçmıştım. Ağzımdan bir şey kaçırmamak içinde sımsıkı yummayı zar zor başarmıştım.
“Sakin olun bayan Lillesol!” dedi kadın gözleri hafif irice açılırken. Onu bir anda karşımda görünce şaşırmış ve korkmuştum. O da bu tepkiyi verdiğim için şaşırmıştı.
Hemen nerede olduğumu anlamak için bakışlarımı yere indirdim. Bir yatağın içinde ve üzerimde ise beyaz bir gecelik vardı. Bu sefer uykulu ve şaşkın bakışlarımı etrafımı incelemek için yukarıya kaldırdığımda, dün gece Ejderha Süvarisi Draken’in yarasına müdahale etmek için geldiğim odada olduğumu anladım. En son bakışlarımın durağı ise yatağın içinde hareketsizce yatan Yami’nin üzerinde durdu.
Bacaklarımın üzerindeki yorganı kenara fırlatıp ayaklarımı yatağın içinden çıkararak zemine bastım. İçeriye yabancı biri girmişti ve dün gece Drake denilen adam Yami’yi bana emanet etmişti. Endişeli gözlerim yabancı kadının üzerine yoğunlaştığında, “buraya nasıl girdin?” diye sordum göz ucuyla Yami’ye bakarken. Hareket etmiyordu Yami. Bu endişemi biraz daha da arttırmıştı.
İki elinde de tuttuğu katlanmış kıyafetler vardı. Ve bu kadını ilk defa görüyordum. Koyu kahverengi bileklerinde biten bir elbise, üzerinde de deri kahverengi bir korse vardı. Saçını ise kalın tek örgü yapmıştı ve onu da bir omzundan aşağı salmıştı. Yüzü tertemiz ve genç duruyordu.
Bakışlarım tekrar kadının üzerinden Yami’ye evrildiğin de, Yami inleyerek başını diğer tarafa yatırdı. İstemsizce nefesimi rahatlayarak geri bırakmıştım. Yaşıyordu çünkü o derin yaraya rağmen yaşıyordu. Ve ona benim göz kulak olmam lazımdı. Bir şey olursa, benim başımın belaya girme ihtimali çok yüksekti.
Kadın biraz daha tebessümünü genişletip, “merak etmeyin bayan Lillesol,” dedi beni rahatlatmak ister gibi. Yami’ye attığım endişeli bakışlarımı görmüş olmalıydı. “Ejderha Süvarisi Drake, bu kıyafetleri size gönderdi. Bu yüzden buraya geldim.” Elinde tuttuğu kıyafetleri bana doğru uzattı. Gözlerimi anlamayarak kırpıştırdığımda, uzatılan kıyafetleri kadının elinden alıp dizlerimin üzerine bıraktım. Ama hâlâ kıyafetlere bakıyordum.
Dün gece başka bir kıyafet bulamadın mı diye beni azarlamıştı fakat alelacele beni evden çıkardığından haberi yokmuş gibi konuşmuştu. Şimdi ise giyinmem için kıyafet göndermişti. Aslında gerek bile yoktu, çünkü dolapta kıyafetler vardı ve onların bana ait olduğunu biliyordum. Onlardan birini giyinebilirdim. Fakat şu dakikalarda bir elbiseye ihtiyacım vardı.
“Bir de,” deyince kadın, bakışlarımı yukarıya doğru kaldırdım. Karşımda duran kadın elleri önünde kenetlemiş bir şekilde kenara doğru çekildiğinde, “Ejderha Süvarisi Drake size kahvaltı hazırlattı.” Deyince, bakışlarıma hemen yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran bir tepsi kahvaltılığa çarptı. “Afiyet olsun bayan Lillesol!” diyen kadın dizlerini biraz daha kırıp, başı ile bana küçük bir selam vererek elleri önünde bir şekilde odadan çıktı.
Gözlerimi kahvaltılıkların üzerinden çekemediğimden sadece başımı sallayıp, anlamsız birkaç ses çıkarmıştım dudaklarım arasından onu onaylar bir biçimde. Genç kadın kapıyı arkasından kapattığında, dizlerimin üzerindeki kıyafetleri yatağın üzerine bırakıp ayaklandım. Dün gece ne zaman ayakkabılarımı çıkarıp uyuduğumu hatırlamıyordum. Sanırım yorgun olmalıydım, bu yüzden direkt uykuya dalmıştım.
Çıplak ayaklarımı zemine bastım fakat zemin öyle soğuktu ki saç diplerime kadar ürpermiştim. Parmak uçlarımda çok fazla çıkarmamaya dikkat ederek, komodinin üzerinde duran kahvaltılıklara doğru yürümeye başladım. Son kez Yami’ye göz ucuyla baktıktan sonra bir tepsi dolusu kahvaltılıklara çevirdiğimde karnım, acıktığımı belli eden sesler çıkarmaya başladı. Tepsinin içinde bir kuş sütü eksikti. Her şeyden koymuşlardı. İştahla dudaklarımı yalayıp bir tabak dolusu kızarmış ekmekten bir dilim alıp kenarından büyük bir ısırık aldım.
İştahla kızarmış ekmeği çiğnerken, gözlerim kapanmıştı. “Su-” Yami inleyerek konuştuğunda, lokmamı hızlıca yutup elimdeki ekmeği tepsinin içine fırlatır gibi attım. Ellerimi ise geceliğim kenarlarına silip koşar adımlarla dün gecede oradan aldığım sürahi ve bardağın olduğu masaya doğru ilerledim. “Su-” dedi yeniden Yami inleyerek. Hiç vakit kaybetmeden sürahideki suyu bardağa doldurduğumda bardaktan birazı taşıp masaya dökülmüştü.
Ağzımın içinde homurdanarak bardağı masanın üzerinden alıp Yami’ye doğru büyük adımlar atarak tam yanında durdum. Kolumu başının altından geçirip biraz yukarıya kaldırarak dudaklarının arasına yerleştirdim bardağı. Gözlerin açmamıştı fakat büyük bir açlıkla suyu içmeye başladı. Suyu içmeyi bıraktıktan sonra başını geriye doğru atıp dudaklarını düz çizgi haline alarak sızlandı. Çenesinin altından, boğazına doğru su dökülmüştü.
Bardağı yanındaki komodinin üzerine koyduktan sonra tekrar masaya doğru yürüyüp kuru, temiz bir bez alarak tekrar Yami’nin yanına gelip, çok fazla bastırmadan suyun döküldüğü yerleri temizlemeye başladım. Yüzünü incelediğimde ise kıpkırmızı kesilmişti. Bezi teninden çekip bu sefer elimin tersini alnına dokundurdum.
Kaşlarım çatılırken, teninin cayır cayır yandığını fark ettim. Masadaki tasa biraz su doldurup komodinin üzerine koyduğumda, yatağın yanına diz çöktüm. Yatak çok yüksek değildi bu yüzden kollarım Yami’ye ulaşabiliyordu. Bezi su dolu olan tasa sokup suyunu tekrar sıkarak tasa geri boşalttım. Ardından bezi düzgünce katlayıp ıslak bezi Yami’nin alnına bıraktığımda, Yami hafif irkildi.
Şu anda nerede olduğumu bile anlamadığım bir yerde, yarası ciddi olan bir kadına yardım ediyordum. Ama bu yaptıklarım hep bilinç dışıydı. Ellerim nerde ne yapacağını biliyormuş gibi kendi kendine yapıyordu. Ama ateşi çok yüksekti Yami’nin. Başkasından da yardım isteyemezdim. Ben de burada bir hemşireydim ve yardım istemek başkası tarafından garip karşılanabilirdi. Bu yüzden mecburdum, elimden geldiğince müdahale etmeye.
Yami genzinden kuru bir öksürük verince, çatlamış dudaklarının üzerinde dilini hareket ettirmeyi başarabilmişti. Ardından dudaklarını ağır ağır kıpırdatarak bir şeyler mırıldanmaya başladı. Dizlerimin üzerinde biraz daha yatağa doğru yürüyüp alnın üzerinde kurumaya başlayan bezi alıp tekrar aynı işlemi uygulayarak alnının üzerine koydum. En azından ateşi az da olsa indirmeyi bu şekilde başarabilirdim.
Ben bunları yaparken, bir taraftan da Yami’nin ne mırıldandığına kulak kabartmıştım. Sızlanarak başı sağa sola hareket etse, bir kelime sayıklıyordu. Ama dudaklarının arasından çıkan bu kelime seçilmiyordu. Biraz daha üst bedenimi üzerine eğdim. Kelime D harfi ile başlıyordu ama hayır, seçemiyordum ne söylediğini.
Ateşi yüksek olunca sayıklaması normaldi. Zaten karnının üzerinde açılmış olan yara gözlerimin önünce gelince, tüylerim diken diken oluyordu. Dayanması bile mucizeydi bu acıya.
“Endişelenmeyin Kraliçem, Ejderha Süvarisi Yami’nin durumu iyi!”
Dışardan gelen bağrışmalar ve büyük bir kalabalığın adım sesleri ile gözlerimi hemen kapıya doğru çevirdim.
“Çekil yolumdan!” dedi bir kadın gür sesle.
Dışardaki kalabalık her ne ise gözlerimi diktiğim kapıya doğru yaklaşmak üzereydi. “Ama o odaya öyle giremezsiniz! Ejderha Süvarisi Drake izin vermez!” dedi bir kadın yalvaran bir ses tonu ile.
“Yiyenimden izin alacak değilim!” duyduğum bağrışmalar tam odanın önünden geldiğinde, kapı bir anda geriye doğru çarpıp açılarak odanın içinde yankı yaptı. Bir hışımla oturduğum yerden kalkmış, korku ile ağzımdan çıkan sesi bastırmak adına dişlerimin arasına almıştım dudaklarımı.
Kapının önünde öfke ile parlayan bir çift mavi göz önce bana ardından da yatağın içindeki kadına indiğinde, gözlerindeki öfke yerine büyük bir acıya teslim olmuştu. “Yami!” diyerek giydiği beyaz elbisenin kenarlarından tutarak yatağa doğru adımlaya başlayınca ben de adımlarımı geriye doğru atmıştım. Eteğinin kenarlarından tutup yukarıya kaldırarak yatağın kenarına oturdu içeriye dalan kadın.
Hemen kadının arkasından ise korkuyla dün gece karşılaştığım kadın ve ilk defa yüzlerini gördüğüm birkaç kadın daha odanın içine girmişti. “Lütfen kraliçem hizmetkarlarınıza söyleyin dışarı çıksınlar!” dedi dün gece ki kadın ağlamaklı bir şekilde. Tabi biraz da korku vardı.
Yami’nin saçlarını okşamaya başlayan kadın, bir elini havaya kaldırdığında, ellerinde yuvarlak başlı büyük asalar tutan iki kadın bir şey söylemeden başları ile onaylayıp dışarı çıkmıştı. “Teşekkür ederim kraliçem!” dedi dün geceki kadın ve o da başı ile selam verip kapıyı kapatarak önünde durup beklemeye başladı.
“Benim güzel kızım!” diyen kadın az önce alnına koyduğum bezi kaldırmış bu sefer dudaklarını alnına bastırarak gözlerini kapamıştı. “Yarası fazla mı?” sorusunu sesi titreyerek sorduğunda bedenini yukarı kaldırmıştı.
Ben ise şu anda tüm ihtişamıyla yatağın kenarında oturan kadını incelemeye başlamıştım. Uzun dalgalı, gece kadar simsiyah olan saçları, bir şelaleyi andırır gibi iki omuzundan aşağı dökülüyordu. İnce zarif beyaz bir elbiseyi, bedeninden geçirmiş, kolları ise geniş tüllerle süslenmişti. Parmaklarında birkaç çeşit yüzük, başında ise bir taç vardı.
Bakışlarını yatağın diğer tarafında daha ne olduğunu idrak olmamış bana kaldırdığında, sorunun bana olduğunu anlayıp ve sorununa birazcık geç kaldığım için yerimde huzursuzca kıpırdandım. Ama hâlâ odaya dalan kişilerin şaşkınlığını üzerimden atamadığım için ne söyleyeceğimi bilemedim.
Kapının önündeki kadın başını kaldırıp bana bakarak, “müdahale edildi!” dedi. Sessizliğim onu da endişelendirmişti. Çünkü odaya giren kadın için kraliçem diye sesleniyordu.
Mavi gözleri, pınarlarına dolan göz yaşları ile parlıyordu. Başını olumlu anlamda salladığında, cevap veren kadına bakmak yerine bu sefer gözleri ayaklarımdan başlayıp başımın en uç noktasına kadar gezindi. “Sen de kimsin?” diye sorduğunda elinde tuttuğu beze ardından bakışları tekrar yüzüme tırmandı.
“Ben-” dedim kaşlarım havaya kalkıp kekelerken. Ama ne söyleyeceğimi bilemedim.
“Bu hemşire Amelia. Annesinden sonra göreve başladı kraliçem. Tanımamanız normal.” Dedi yine kurtarıcım olan kadın. Rahat bir oh çekmemek için kendimi tuttum. Kadın tekrar başını olumlu anlamada salladığında, bakışları kapının önündeki kadına döndürdü. “Bu kıyafetlere dolaşan bir hemşire yiyenimin odasında ne işi var?!” diye sordu anlamayarak.
Bu sefer benimde bakışlarım üzerime indi. Evet şu anda dün geceden beridir giyindiğim beyaz bir gecelikle odanın ortasında dikiliyordum. Fakat odaya bir anda dalacaklarını bilmediğimden, ban gönderilen kıyafetleri giyinememiştim. Keşke haberim olsaydı!
Tedirgin bir şekilde öksüren kadın, “dün gece Ejderha Süvarisi Drake yarasına müdahale için getirmişti. Daha sonra da Yami’ye göz kulak olması için burada kalmasına izin verdi!” dedi.
Anladım der gibi başını sallayıp tekrar Yami’ye baktı. Eliyle alnını yavaş yavaş sıvazlıyordu. “Başka bir şeyi yok değil mi Amelia Hemşire?” diye sorunca, dudaklarımı yalayıp başımı olumsuz anlamda sallayarak, “şu anda sadece biraz ateşi var!” dedim ama yarasına hâlâ bakamamıştım. Yani yarasının nasıl olup olmadığını bilmiyordum. “Şimdi de yarasını temizleyecektim!” diye cevapladım.
En azından bu halde odanın içinde dolaştığım için bana kızmamıştı!
“Ona gitmemesini söylemiştim!” dediğinde burnunu çekip birkaç saniye gözlerini kapatıp açtı. “Fazla inatçı olduğu için beni dinlemedi bile!” deyip çok kısa sesli bir şekilde güldü. Bu durumu hem onu üzmüş hem de gururlandırıyormuş gibi bir havası vardı.
“Çok şükür ki bir şeyi yok,” alnın üzerinde dümdüz kesilmiş olan kahküllerini parmağının ucuyla hafif kenara çekti. Yami’de yerinde huzursuzlanıp kıpırdadı. “Yaşıyor!” dedi fısıldayıp cümlesinin devamını getirirken. Üzüntüyle dağılmış olan yüzünü bana çevirip, “iyileşmesi için elinden geleni yap Amelia Hemşire!” dediğinde tebessümü dudaklarının kenarına buruk bir şekilde yayıldı. “Yiyenim kolay kolay kimseye emanet etmez, ona iyi bak!” dediğinde, karşımdaki kadını başım ile onaylarken buldum. Gözlerini tekrar yatağa çevirdiğinde, “canım kızım!” diyerek alnından bir kere daha öpüp saçlarını okşadı.
Drake bu kadının yiyenimi oluyordu ve az önce kapının önünde duran kadının söyledikleri de aklımı karıştırmıştı. Annesinden sonra göreve başladı, demişti. Derin bir nefes alıp sessiz bir şekilde geri bırakırken başımı sağa sola salladım kendimi rahatlatmak için. Anne falan görmemiştim ben senin annenim diyen bir kadını.
Ve Yami’ye kızım diye hitap ediyordu. Bir yatağın kenarında oturan kadına, bir de Yami’ye bakışlarım ikisinin arasında gidip geldi. Ama arasındaki benzerlik hiç yoktu. Tabi Yami’yi uyanıkken hiç görmemiştim fakat yuvarlak yüzü ve kapalı olmasına rağmen çekik olduğuna emin olduğum gözleriyle şu anda ona kızım diyen kadınla alakası yoktu. Üzüntüyle iki büklüm olan kadının çehresi biraz daha uzundu. Çıkık elma kemikleri, ucu kalkın olan burnu ise hafiften kemerliydi. Ama yok bile denilecek kadar azdı. Aslında bu durum onu daha da güzel kılıyordu.
Kapı arka arkaya tıklatıldığında, kadından tüm dikkatimi çekip koparmıştı. Herkes bakışlarını kapıya doğru kaldırdığında, kapı ileri doğru açılıp içeriye Dean gülümseyerek bir eli kapının üzerinde bir şekilde girdi. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Derin bir nefes alıp daha önce beni, kendisi ile ilgili şeye maruz bıraktığı için sakinleşmeye çalıştım. Aptal adam!
Kapı sonuna kadar açıldığında, gözlerini hiçbir şekilde bana değdirmeden yatağın üzerinde oturan kadına dişleri görünecek bir şekilde sırıtarak bakıyordu. “Kraliçem.” Deyip bir elini arkasına atıp küçük bir reverans yaparak başını eğdiği yerden kaldırdı.
Kadın kıkırdayarak eteğinin kenarlarından tutup ayağı kalktığında, “bana böyle seslenmene gerek yok canım yiyenim!” deyip iki elini de Dean’nın kollarına sardı. “Vadi’nin güzel kraliçesi böyle istiyorsa, neden olmasın.” Diyen Dean’da sesli bir şekilde güldü.
Dean’da mı bu kadının yiyeniydi?
“Sen iyi misin, bir şeyin yok değil mi?” diyen kadın Dean’ın alnına ufak bir öpücük bırakıp geri çekildi. Gözleri ise Dean’nın bedenindeydi. Sanki bir şey varmış gibi korkuyla bakıyordu.
“Bir şeyim yok halacığım merak etme.” Deyip gülümsedi. “Sen niye geleceğinin haberini göndermedin, hazırlık yapardık!” dediğinde Dean, kadın burnundan sinirle sesli bir nefes verip tekrar yatağın kenarına oturdu. “Keşke siz de Yami’nin yaralandığının haberini gönderseydiniz!” dedi göğüs kafesi inip kalkarken.
Dean’da yatağa doğru bir adım atarken, bakışları birkaç saniye yüzüme, oradan da kıyafetime dokunduğunda, istemeden bende yerimde huzursuzlandım. Şu andaki kıyafetim herkesin dikkatini çekmişti. Lanet olsun!
Ben de ona baktığımda, üstünde yeşil bir gömlek ve birkaç düğmesini açık bırakarak göğsünün yarısını gözler önüne sermişti . Gömleğinin uçlarını da giydiği siyah pantolonunun kenarlarına sıkıştırmıştı. Siyah deri botları da diz kapağının altında bitiyordu. Kalıplı ve iyi bir fiziğe sahipti.
“Seni endişelendirmek istemedik!” deyip bakışlarını kadına indirdi. “Yami güçlü, böyle yaralar onun için hiçbir şey!” dediğinde bu sefer Yami’ye baktı Dean.
“O daha küçük bir kız çocuğu,” dedi kadın yutkunarak. “Ona bir şey olursa ben yaşa-” cümlesinin devamını getiremeden gözlerini sıkıca kapattı. Gözünden bir damla yaş yanağından süzüldü.
“Ona hiçbir şey olmayacak! Biz varız, asla izin vermeyiz!” diyen Dean omuzlarını ve çenesini aynı anda dikleştirmişti. Öyle sağlam kurmuştu ki bu cümlelerini, boş yere söylenmediğini anlamıştım. “Hem bir Varis adayı için bu yaralanmaları göz ardı etmek gerek!” dedi Dean kaşlarını yukarı kaldırırken.
Kadın başını yukarı kaldırıp, gözlerini ise karşıya dikmişti. Dudakları düz bir çizgi haline aldı. “Varis olmasını istemiyorum!” dediğinde, başını bu sefer Dean’a çevirdi.
Dean güldü. Ama az biraz alaycılık sezmiştim bunda. “Yami’nin bu karardan vazgeçeceğini sanmıyorum fakat benim açımdan iyi bir şey halacığım. Bu kararının arkasında olacağımdan emin olabilirsin!” dediğinde başı ile tekrar selam verip, dudaklarını dişlerinin arasına almış bir şekilde tekrar kaldırırken bakışları tam yüzümde durdu.
“O da bu kararımın arkasında durmak zorunda!” dedi kadın sessiz bir şekilde mırıldanarak. Parmak uçlarını, Yami’nin alnından başlayıp oradan yanağını ve çenesinin altında durana kadar sürükledi. “Sen niye ejderhaların yanında değilsin?” diye sorduğunda kadın, Dean başını hafif omuzuna yatırıp gözlerini şüpheyle ile kısarak bakmayı sürdürdü bana. Bu bakışı gözlerimi, başka yerlere çekilmesine sebep oldu.
“Birazdan gideceğim hala, halletmem gereken işlerim vardı. Hem senin de erken gelmen iyi oldu,” dediğinde, dudaklarının kenarındaki gülümsemesi genişleyip halasına baktı. “Yarın sabah yumurtalar geliyor, yirmi yıldan fazladır bu anı bekliyorduk!” dediğinde, kadın derin bir nefes çekti içine.
Dean sevinçliydi ama kadının için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi!
“Evet,” dedi kadın dudaklarının arasından. “Yirmi yıl süren acı ve sonunda gelen mutluluk.” Dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. “Drake’in yanından ayrılma, sana ihtiyacı olabilir.” Dedi kadın Dean’a bakarak. Dean’da başını sallayarak onayladı.
“Babam seni bekliyor hala. Ona uğramadan buraya gelmen biraz öfkelendirmiş olabilir.” Dedi Dean dudaklarını içe doğru yuvarlayıp bırakırken. Kadın başı ile onaylayıp ayağı kalktığında, eteğinin kenarlarından tutup bana döndü. “Yami’ye iyi bak!” deyip kapıya doğru adımlarını attı. “Ben biraz daha Yami’nin kalacağım hala, sen git.” Dedi Dean, omuzunun üzerinden halasına seslenirken. Kadın ise gözlerini kapatıp açarak onu onaylayarak, dün geceki kadın ile birlikte odadan çıkmışlardı.
Ve şu anda Dean ile yalnız kalmıştım!
Bu hiç iyi olmamıştı!
Yatağın diğer tarafında olan adımlarını yanıma gelmek için atmaya başladığında, ben de eteğimin kenarlarından sımsıkı tutup iki adımda ben geriye atmıştım. Dean’nın adımları hemen olduğu yerde kesilip, kaşlarını çattı anlamayarak.
“Dün gece Amelia, dün gece evine geldim ama yoktun! Niye beni beklemedin?” diye sorduğunda, dudağını sert bir şekilde ısırıp bıraktı. Kesik bir nefes alıp gözlerimi tam yüzüne dikerek, “Ejderha Süvarisi Drake yaralı olduğu için yarasına müdahale etmeye dün gece beni çağırdı.” Dedim hiç beklemeden.
Doğrusu buydu, hem evde bile olsaydım başını kıracak bir cam şüşeyle bekliyor olacaktım!
Dean beklemediğim bir şekilde kahkaha atıp, “Drake mi çağırdı seni?” diye sordu gülüşünün arasından. Kaşlarım çatıldı. Şu anda bu dediğime inanmış gözükmüyordu. Gülüşü ve sesi bunun kanıtıydı.
“Evet!” dedim keskin bir dille.
“Kandırma beni Amelia,” deyip başını iki yana doğru salladı. “Drake acıdan ölse bile, hiçbir hemşireyi gece yarısı odasına çağırmaz!” dediğinde gülüşü yavaş yavaş silinip kaşlarını yukarıya kaldırmaya başlamıştı. “Başka bir yalan bulsaydın keşke, çünkü dün Drake yaralanmadı, hem yaralansa bile kendi yarasına kendisi müdahale eder!” dedi.
Peki dün gece merhem sürüp, sardığım yara da neyin nesi oluyordu!
Şaşkınlığım beni ele geçirdiğinde, Dean tekrar sırıtıp, “ama önemli değil Amelia, başka bir zamanda seni beklerim.” Dediğinde, yüzü yumuşamıştı. “Yalan söylemen bile seni daha cazibeli yapıyor.” Dedi ve benim sesli bir nefes bırakmama sebep oldu.
“Yalan söylemedim!” dedim dudaklarımı birbirinin üzerine bastırmadan önce. “Dün gece yarasına müdahale ettim ve şimdi de Yami’nin yarası ile ilgileniyorum!”
“Ben seni tanıyorum Amelia ve deli gibi de özledim.” Dediğinde kaşları ile arkamda kalan yeri işaret etti. Ben de oraya kısa bir bakış attım. Drake’nin oraya girmememi söylediği odaydı. “İstersen bu özlememi geçirebilirsin.” Deyip çapkın bir şekilde tebessüm etti. Gözlerimi sakinleşmek için kapatıp açarak Dean’a tekrar döndüm. “Bence gitmelisin!” dedim öfkemi içimde bastırmaya çalışarak. Bu söylediklerinin hoşuma gittini sanıyor olmalıydı fakat yanılıyordu!
“Hadi ama,” dedi kollarını iki yana açarak. Sesinde sitem vardı. “Benim Amelia’m üç ayda değişecek bir kadın değil! Sırtımda vahşice izler bırakacak kadın o!” diyerek gömleğinin bir düğmesini daha çözdü. Bu beni daha da tedirgin etti.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum şaşırarak. “İşini kolaylaştırıyorum!” deyip göz kırptı.
“Benim de halletmem gereken işlerim var Amelia, gitmeden beni rahatlat!” dediğinde bir eli hâlâ gömleğinin düğmelerindeyken, yatağın ucuna doğru gelmeye başladı.
Kalbim hızlanmaya, nefesim ise boğazıma dizilmeye başlandı. “Hızlı olacağımın garantisini veremem ama zevkli olacağı kesin!” dediğinde, gözlerim irice açılmıştı. Arsız ithamları midemi bulandırmaya başlamıştı.
Yami bir kez inleyerek yatakta kıpırdandı ama ona bakamadım. Şu anda gözlerinde ve gülüşünde yırtıcıyı andırır bir biçimde bana doğru gelmeyi sürdüren adama bakıyordum.
Bir elimi havaya kaldırıp durmasını isteyerek, “bir adım daha atarsan bağırırım!” dedim. Düğmesini açtığı eli durdu, adımları ise bıçak gibi kesildi yatağın uç kısmında. Önce havaya kaldırdığım elime tekrar yüzüme baktı anlamayan gözlerle. Bu tepkim onu fazlasıyla şaşkınlığa uğratmıştı ama hemen ifadesini toparlayıp, “bağır Amelia, ikimizi de öldür!” dedi. Boğazımı yırtan dikenli bir yutkunuş geçti.
Bağırırsam ikimiz de ölürüz. Sadece ben değil o da!
Ve bağırırdım!
Umurumda değildi, ölmek!
“O zaman sen de git!” dedim havaya kaldırdığım elimi tekrar yanıma indirirken. Başını ağır ağır salladı. Ama bu hareketinin ne anlama geldiğini çözemedim. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, iki elini de havaya kaldırıp teslim oluyormuş gibi bir hava yarattı.
“Tamam Amelia gidiyorum. Başımızın belaya girmesini istemem!” dediğinde, dudaklarına zoraki bir tebessüm iliştirdi. “Özellikle de senin!” dediğinde alt dudağını içe doğru yuvarladı. “Bu tavrını da anlamış değilim ve bunu da aramıza üç ay girmiş olan süreye yoruyorum!” dedi ve ellerini bacaklarının yanına indirdi.
Son kez Yami’ye bakıp adımlarını geriye doğru atmaya başladığında, göğüs kafesimi sıkıştıran nefesimi geri bıraktım kesik kesik bir şekilde. Önünü kapıya dönüp birkaç adım ilerlemişti ki, işaret parmağını havaya kaldırarak salladı. omuzunun üzerinden serseri bir bakış atıp, “ve yine kendi ayaklarınla kucağıma geleceğin günü bekliyorum!” deyip önüne dönerek başını geriye doğru atıp, yüzümü buruşturmama neden olacak bir şekilde sesli bir kahkaha patlattı.
Çok beklersin, aptal adam!
Bir daha da arkasına bakmadan kapıyı kapatıp çıkmıştı.
Karnıma ağrılar girmeye başlayınca, burnumdan derin nefesler alıp vererek yatağın kenarına oturdum. Çıplak ayaklarımda uzun süre soğuk zeminle temas edince, hem uyuşmaya hem de buz tutmaya başlamıştı. Ve bu olanlar karnımın ağrımasında büyük bir etkendi. Dean’nın iğrenç kelimeleri, içeriye bir anda dalan kadınlar ve Drake’nin aslında hiç yara almaması… Bu olanlar kafamı git gide daha karıştırmıştı. Şakaklarımdan kalkan ağrı ile ellerimi iki yandan oraya baskı yaptım. Resmen kafam çatlıyordu!
Ama ben Drake’nin yarasına müdahale etmiştim. Dean’ın haberi olmamıştır büyük ihtimalle yaralandığına dair.
Drake acıdan ölse bile, hiçbir hemşireyi gece yarısı odasına çağırmaz!
Hem yaralansa bile kendi yarasına kendisi müdahale eder!
Dean’ın söyledikleri aklıma gelirken, Drake’in de yara izinden sağlam bir yeri kalmadığı teni gözlerimin önüne serildi. Acıya dayanamayacak birçok yara açılmıştı, onların hiçbirine kendisi müdahale edemezdi. Büyük ihtimalle Dean’ın haberi yoktu!
Derin bir nefes bıraktım burnumdan. Ellerimi de şakaklarımdan çekip avuç içlerimi dizlerime yasladım. Hafifte bedenimi öne doğru eğmiştim. Drake ve Dean’ı düşünemezdim. Şu anda benim kim olduğumu ve burada ne işim olduğunu çözmem lazımdı. Ya da akışına bırakmam gerekiyordu. Ortama bir şekilde ayak uydurmam ve kimseye çaktırmamam lazımdı. Ya deli derlerdi ya da öldürürlerdi beni! Hiçbir şey olmazsa sevinirim doğrusu.
Burnumu çekip Yami’ye baktım. Hafiften sızlanıyordu. Kaşlarını çatmış, yüzü ise gerilmişti. Bilinci açık mı değil mi bilmiyordum ama acı çektiği ortadaydı. Yarasına bakmam gerekiyordu. Oturduğum yerden kalkıp yorganı yavaşça sürüyerek karnı açıkta kalacak bir şekilde bacaklarına kadar getirdim. Üzerindeki ince kıyafetinde ucundan tutup yukarıya doğru kaldırdığımda, yarayı görür görmez gözlerimi kapatıp yüzüm acıyla kırışırken, başımı diğer tarafa çevirmiştim. Birkaç iniltide dudaklarımdan dökülüvermişti.
Kasıklarına kadar inen yaranın dikiş izleri kanlar içinde kalmış bir şekilde belli oluyordu. Bu yaraya dayanması mucizeydi. Bir gözümü kapatıp yaraya tekrar bakmak için başımı çevirdiğimde, karnının diğer taraflarında kurumuş kan lekeleri olduğunu gördüm. Ama yarası iyi görünüyordu. Dikişleri açılmamıştı.
Bu sefer ıslattığım temiz bir bezi yaraya dokundurmayacak bir şekilde kurumuş kan lekelerini temizlemeye başladım. Drake kendi yarası için ejderhaların oluşturduğunu söylemişti, şimdi Yami’nin yarasına bakarken bunu da mı onlar yaptı diye düşünmeden edemedim. Ama nasıl? Bunun oluşmasına nasıl izin vermişlerdi? Ya da bunun oluşması için ejderhalarla nasıl bir ortamda yalnız kalmışlardı? Hepsi cevaplanması gereken sorulardı.
Bez ile işimi bittikten sonra komodinin üzerine geri bıraktım ve yavaş yavaş ateşi düşmeye başlayan Yami’nin alnına ıslak bezi tekrar koydum. Ve benimde üzerimdeki geceliği bir an önce değişmem lazımdı. Çünkü pat diye odaya giren çok insan oluyor!
Yatağın üzerindeki kıyafeti alınca tek bir parçadan oluştuğunu gördüm. Yerde sürüneceğinden emin olduğum bir elbiseydi. Hiç beklemeden geceliği üzerimden çıkarıp açık kahverengi elbiseyi giydim. Kolları hafif geniş, bel ve göğüs kısmı dar bir elbiseydi. Göğsünde ise ince siyah ipler çapraz bir şekilde göbeğimin altına kadar bağlanmıştı. Eteği ise aşağıya doğru hafiften genişliyordu. En azından giyindiğim o elbiseden kat kat iyiydi, nefes almamı kolaylaştırıyordu.
Uyandığım yatağı da düzeltip çıkardığım geceliği katlayarak yatağın üzerine koydum. Başka yapacak hiçbir şeyim kalmamıştı. Dışarı çıkıp arkadaşım olduğunu bildiğim Darla ile görüşebilirdim ama Yami’yi burada yalnız bırakmak istemiyordum. Biraz daha dayanabilirdim yalnızlığa.
Odayı biraz inceledim. Sade ve kasvetli bir odaydı. Pek bir eşya koyulmamıştı. Duvarlarında bilmediğim bazı semboller ve yazılar mevcuttu. Bu yüzden duvarların hafiften kabarık durmasını sağlıyordu. Son durağım Drake’in oraya girmememi emrettiği oda oldu. Kapısı kapalıydı, dün gece kapatıp mı çıktı hatırlamıyordum.
Yalnız ve yapacak hiçbir şeyin olmaması orayı görme merakıyla dolup taşmama neden oldu. Girsem bile nereden haberi olacak ki? Görsem bile ne işime yarayacak peki? Boş durmaktan iyidir ama!
Çok fazla ikilemde kalmadan, yerde sürünen elbiseyi ayaklarıma dolanmaması için yukarıya kaldırıp adımlarımı oraya doğru attım. Demir bir halka ve üzerinde ise ejderha başı vardı. Kalın ve dayanıklı bir kapıydı. Kapının koluna parmaklarımı dolayıp aşağı indirmiştim ki, dışardan gelen bağrışmalar ve davul sesi, yerimde zıplamama, korkudan küçük çaplı korku nidası kaçmasına sebep oldu dudaklarımdan.
Kapının kolunu bırakıp pencerenin altına yerleştiren yatağa dizlerimin üzerinde çıkıp pencerenin altından tutarak yukarıya doğru kaldırdım. Yavaş yavaş insanların büyük duvarların sardığı ve tek girişi olan demir kapılardan içeriye doğru giriyorlardı. Çocuklar, kadınlar, erkekler ve yaşlılar… Her kesimden insan vardı.
Pencereyi kapatıp bu sefer balkona çıktım. Ellerim sıkıca balkonun paslı demirlerini tutarken gözlerim aşağıdakilerdeydi. Kimisinin elinde davullar, kimisinin ise başka müzik aletleri vardı. Kadınlar birbiriyle gülüşerek bir şeyler konuşurken, çocuklar ise kovalamaca oynuyordu. İçeriye giren bazı kesim ise binaların tam ortasına küçük küçük çadırlar kuruyordu. Tüm binaların arasına ise uzun uzun iplerle ampuller asmışlardı.
Bir şeyin kutlamasına hazırlık yapıyorlarmış gibiydiler. Ben ise balkonda, anlamlandıramadığım bu kalabalığı hayretle ve şaşırmış bir şekilde izlemeye devam ettim.
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |