15. Bölüm

14.BÖLÜM

kadriş yazar
kadrisyazar_

 

ÖLÜ RUHLAR DÖNGÜSÜ

 

 

14.BÖLÜM

 

💎

 

İblis’in Evlatlarından sonra, bir de başıma; Ormanın Sonsuz Koruyucu Perileri çıkmıştı!

Fakat az daha ölüyordum. Ölümün ucundan dönmüştüm. Belki de orada Yvonne olmasaydı, ölecektim. Yine kendi aptallığım yüzündendi. O tavşanın peşinden koşmasaydım… Büyük bir ürperti dağıldı bedenime, irkildim, tüm her şeyi kafamdan silmek istercesine iki yana sallarken.

Yvonne’nin odasındaydım.

Bugün, ormanda ve evden çıkmadan önce yaşananlar birer kabus gibi olduğu için kafam onlarla doluydu. Bu düşünceleri yok etmek istesem de dönüp dolaşıp yine aynı çıkmaz sokağa geliyordum, beynimin içinde.

Pastalarımızı yedikten sonra sessizce yanlarından ayrılmış, odaya gelmiştim. Fakat Yvonne yine, elinde bir tabak ile odaya gelip pastadan bir dilim daha ikram etmişti. Pastanın kenarından çatalla küçük bir dilim alıp ağzıma attım. En azından bugün yaşadıklarımı, bana doğum günü sürprizi yaparak unutturmaya çalışmalardı. Ama hayır, unutmak kolay değildi. Sadece kısa bir süreliğine yok oluyordu.

Kucağımdaki pasta dilimine baktım. İki gün sonra doğum günümdü! Ama onlar, dün olduğunu söylediler. Ve dünyadaki doğum günüm için iki gün sonra olduğunu dile getirdiler. Hangisi gerçek, hangisi yalan olduğunu artık anlamıyordum.

Derin bir nefes alıp verdim, gözlerimi kapatıp açarak. Bu sefer yatağın yanında tahtadan yapılmış, küçük masaya baktım. Ormandaki ağaçtan aldığım meyve tam üzerinde duruyordu. Evet, şu anda görünmüyordu fakat varlığının orada olduğunu iyi biliyordum.

Dileğim gerçekleşeceği zaman; en sevdiğim meyveye dönüşecekti.

Garipti her şey!

Dizlerimin üzerindeki tabağın kenarından tuttuğum elimi çekip, masanın üzerinde görünmeyen fakat orada olduğunu bildiğim varlığa doğru uzattım. Tam dokunacaktım ki, dışardan gelen sesler engel oldu. omuzumun üzerinden, odanın kapısına çevirdim.

“Yarın gitseniz olmaz mı?” diye soran Myron’du.

“Şimdi yola çıkmam lazım, yoksa yetişmem.” Dedi Edwin.

“Birkaç bir şey hazırlayayım size.” Diyen Yvonne’ydi.

Edwin nereye gidiyordu?

Bir de bensiz!

Kaşlarım çatıldı saniyesinde. Hızla dizlerimin üzerindeki tabağı yatağın yanındaki masanın üzerine bırakıp ayaklandım. Odanın kapısını açtığımda, mutfağın ortasında duran bakışlarla göz göze geldim. Edwin, Yvonne, Myron ve Otis’ti. Valentino yoktu.

Yvonne, kaşlarımı kaldırıp indirdikten sonra, tezgahın üzerindeki çantanın içine meyvelerden koymaya devam etti. Myron ise bir kolunu tezgaha yaslamış, Yvonne’nin yaptığı işi izlemeye başladı.

Bakışlarım en son, sessizce duran Otis ve Otis’in yanında duran Edwin’in üzerinde kaldı.

“Nereye gideceksin?” diye sordum. Üzerindekilerini inceledim hemen çok kısa. Pelerinini giyinmişti. Otis’in ise belinin kenarına astığı kılıcın başını görebiliyordum. İkisi de bir yere gidecekmiş gibi hazırdılar.

Otis’in gözlerini kırpmadan bana bakıyordu, ellerini arkasında bağlamış, dik duruşa geçmiş bir şekilde. Edwin’de alt dudağını kemirip, Yvonne ve Myron’a bir bakış attıktan sonra bana baktı. Onlardan yardım istiyormuş gibi bir hali vardı.

“Eve!” dedi, burnunu çekip bakışlarını yere indirirken.

“Niye?” diye sordum.

“Hasılat vakti geliyor. Bir şeyler bulmam lazım.” Dedi, bakışlarını bana dokundurup kaçırırken.

Odadan çıkıp, tamamen mutfağın içine girdim. “Bende geleceğim sizinle.” Dedim net bir şekilde.

“Olmaz!” Dedi hemen Edwin sonunda bakışları yüzümde dururken. Otis’te kollarını arkasından çekip tedirgin olmuşçasına bir duruşa geçmişti. Yvonne ve Myron’un da bakışlarının bana döndüğünü hissetmiştim.

“Neden?” dedim hemen kaşlarım çatılıp kollarımı iki yana açarken. “Olmaz, çünkü çok tehlikeli.” Dedi Edwin. “Eğer,” dedi derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açarken. “Eğer bir şey veremezsek, büyük bir kaos çıkaracaklardır.” Bir adım bana attı. “Seni o kaosun içinde tutmak istemiyorum!”

Ateş’ten doğan iblis ve iblis tarafından yaratılan evlatlar.

İsimleri bile tüylerimi havaya kaldıracak kadar dehşet veriyordu. Fakat bir yanım Edwin ile gitmek istiyordu. Evet, burası iyiydi ama güvenli de sayılmazdı. Gezgin! Valentino. Ateş’in Evladı tarafından Gezgin ilan edilen Valentino, evdeydi. Her yerden ve herkesten haber götürüyordu. Bir yanımda onun huzursuzluğunu yaşıyordu.

Fakat asıl şey; Edwin ve Otis’ten ayrılmak istemememdi.

“Gelmek istiyorum.” dedim gözlerinin içine bakarak.

“Evleri dağıtıp, öldürecek kadar gözleri dönüyor.” Diyen Yvonne’nin sesiyle ona döndüm. Kalçasını ve ellerini tezgaha yaslamış bana bakıyordu. Myron’da onun gibi duruyordu.

“Yvonne!” dedi dişlerinin arasından Edwin.

Yvonne, Edwin’e baktı. “Olanları söylüyorum. Şimdi gitmesi tehlikeli.” Bana baktı ardından. “Burası daha güvenli Karina.”

Yutkundum. Dudaklarımın arasından sesli bir nefes verip, “onlarla gitmek istiyorum. Edwin ve Otis’ten ayrılmak istemiyorum.” Nedenini bilmiyorum ama ayrılmak düşüncesi bile boğazımı düğüm düğüm etmişti. Hatta ağlayabilirdim bile. Neden?

Küçük bir kıkırdama sesi ile bakışlarım, kapının kenarına bir omuzunu yaslayan Valentino ile ileri doğru uzandı. Mutfağın önünde, ayaklarını çapraz bir şekilde bağlayıp, dudağının bir kenarı yukarıdayken bana bakıyordu. “Onlardan ayrılmak istemiyor. Irkların efendisi!” deyip tek kaşını kaldırıp indirdi. Son iki kelimesini bastırarak söylemişti.

Otis ve Edwin öldürecek gibi Valentino’ya baktılar.

“Val, git!” dedi Yvonne.

“Bana öyle söyleme!” dedim. Sesimde bir şey yoktu, fakat bakışlarım için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

“Bir şey demedim.” İki elini de yukarı kaldırıp sallamaya başladı, kendisini savunmaya geçerek. Fakat itici bir şekilde sırıtıyordu. “Sadece yavaş yavaş bir şeyler olduğunu söylüyorum.”

Otis bana baktı. Yüzümün her yerini inceliyordu. Sanki Valentino’nun dediği şeyi kanıtlamak için bir şeyler arıyormuş gibi.

“Ne oluyor?” diye sordum Valentino’ya bakarak. Başını sağ omuzuna hafif eğip gözlerini kıstı. “Emin olduğunda göreceksin, ne olduğunu!” deyip hâlâ öldürecekmiş gibi bakan Edwin’e gözlerini çevirip, “o zaman ırkının kurtuluşu olacaksın!” dedi.

“Val git, dedim sana!” dedi Yvonne yaslandığı yerden çekilirken.

Burnundan sesli bir nefes alıp, kapının kenarından omuzunu ayırdı. “Gidiyorum küçük kardeşim.” Dudaklarını ıslatıp tekrar Edwin’e baktığında, göz kırpıp içeri girdi.

“Bıktım şu efendi ve ırk kelimesinden.” Dedim mırıldanarak. Onların duymasını istemiyordum fakat her duyduğumda bu kelimeleri sinirlenmeden de edemiyordum. Elimin birini bel boşluğuma, diğer elimin parmaklarını da alnıma çıkarıp sertçe sıvazlamaya başladım. Ama içimdeki o dürtüye engel olamadan, “bende sizinle geleceğim!” dedim tekrar Edwin’e bakarak.

Edwin sıkıntılı bir derin nefes alıp, başını salladı, izin vermekten başka çaresi olmadığını bildiğinden.

“Karina!” dedi Yvonne bana bakıp. “Bence benim yanımda kalmalısın!”

Başımı iki yana salladım. “Hayır, oraya gideceğim.” Dedim.

Kaos yaratılan yerdeki insanlara üzülüyordum. İstemeden kalbim sızlıyordu. Çığlıkları ve ne kadar acı çektiklerini bilmek bile canımı yakıyordu. Bu yüzden de oraya gitmek istiyordum.

“Edwin çabuk karar verdi.” Dedi Yvonne, Edwin’e ters bir bakış atarak. “Orası tehlikeli.”

“Beni durduramaz!” deyip çenemi dikleştirdim. “Peşinden giderdim!”

“Yapar kesin!” diyen Myron kaşlarını havaya kaldırıp kollarını göğsünde birleştirdi.

“Hem buradan da Hasılat almak için gelecekler. Burada da güvende değilim.” Deyip yüzlerine baktım tek tek. Ama asıl güvende olmamamı hissettiren Valentino’ydu.

“Evet ama bizim Hasılatlar hazır. Orada verecek bir şey bulamadılar mı işler kötüye gidecektir!” dedi Yvonne düz bir sesle.

“Var!” diyen Edwin ile ona baktık aynı anda. Başını yere eğdi. “Verecek bir şeylerimiz var!”

“Ne var?” diye sordu Yvonne. “Avlanmadınız, ki avlanacak bir yeriniz de yok. Bir şeyler de yetiştiremiyorsunuz.”

“Ben ne vereceğimi biliyorum.” Deyip tezgaha doğru ilerledi ve üzerindeki bez çantayı alıp bir omuzundan çapraz bir şekilde astı.

Vereceği şeyi şimdi mi düşünmüştü? Ya da bir şeyler vermeyecek miydi?

Bana baktı Edwin. “Gidelim Karina.” Deyip mutfaktan çıktı.

İstemeden de olsa mutlu olmuştum onlarla gideceğim için. Hızla odaya gidip Edwin’in ablasına ait pelerini katlayarak koyduğum yerden alıp hızla omuzlarıma geçirip, şapkasını da başıma örttüm. Gri tutamlarımı da, iyice içine yerleştirdikten sonra, gizledim. Onları saklamamı söylemişti Edwin ve ben de öyle yapıyordum.

Heyecan ve gerginlik bedenimi sarmalayıp odadan çıkmak için arkamı dönmüştüm ki, aklıma gelen şey ile durdum. Görünmez meyve. Dileğim gerçekleşeceği zaman sevdiğim meyveye dönüşüverecekti. Arkamı geri dönüp, parmaklarımı masanın yanındaki masaya doğru uzattım. Parmaklarım direkt, nesneye çarptı. Parmaklarımı etrafına sarıp, durduğu yerden aldım. Gözlerimin hizasına kaldırdım. Görmüyordum ama buradaydı. Avucumun içindeydi.

Gömleğimin ucuna sardım meyveyi. Belimin kenarında, ufak bir şişlik vardı. Pelerini iyice kendime doğru çekip, şişliğin görünmesini engelledim. Odadan çıktım, derin nefes eşliğinde.

Hepsi dışardaydı. Otis ve Edwin’de benim gibi pelerinlerini başlarına örtmüşlerdi. Otis bir adım kenara doğru çekildiğinde, kendi ve Edwin arasında yer açtı. “Gelin efendim.” Dediğinde, yüzünde tek bir mimik yoktu.

“Ona efendim deme. Sinirleniyor!” diyen Valentino, kollarını göğsünde bağlamış alaycı bir şekilde sırıtmıştı.

Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. “Ne?” deyip yüzüme baktı, o da. Sanki bir şey olmamış gibi bir tavır takınırken, “içeri geçerken duydum. Sevmiyorsun bu kelimeleri.” Deyip dilini yanağının içinde hareket ettirdi. Evet, sevmiyordum ama sadece ben, Otis ve Edwin’i uyarabilirdim. Valentino ya da başka biri değil!

“İçeri geç Val.” Dedi Yvonne.

“Misafirlerimizi yolcu ediyorum, küçük kardeşim.”

Edwin’in sesli nefes verdiğini duydum.

“Ben buradan çıkana kadar onlara eşlik edeceğim.” Dedi Yvonne, sırtına astığı, ok sepetini ve yayını düzeltirken.

“Gidelim Karina.” Dedi Edwin, kaşlarıyla Otis’in açtığı yeri gösterirken. Başımı sallayıp ikisinin ortasına geçtim.

Evlerinin önünde ayrılırken, Myron ve Yvonne’de bizimle geliyordu. Son kez omuzumun üzerinden geri bakarken, Valentino, “lütfen kendinize dikkat edin.” Deyip el sallamaya başladı. Tek bir içtenlik yoktu, cümlesinde. Yüzünde minik bir tebessüm ile, kollarını arkasında bağladı. Bakışlarındaki sinsilik, rahatsız ediciydi.

Önüme döndüm. İç içe geçmiş evlerinin arasında kalan küçücük yollardan geçerken, evlerin çatısında duran ve kahkahalarla, yanımızdan geçip giden kişiler, Yvonne’ye durmadan selam veriyor, çok fazla uzaklaşmadan ok ve yayına bakıp gülüyorlardı. Ve bunu yapanın çoğu kadındı. Erkekler ise rahatsız oluyordu. Çatık kaşları ve öfkeli yüzlerinden anlamak mümkündü.

“Üzerimizdeki büyü hâlâ duruyor mu?” diye sordum sessizce. İki adım önümüzdeydiler, Yvonne ve Myron. Başını salladı Yvonne, sorumla. Omuzunun üzerinden bana bakıp, “ama sizinle gelemeyeceğim için dikkatli olmanız gerekiyor.” dedi tekrar önüne dönerken. “Çünkü ondan sonra büyü kalkacak!”

Büyüyü, bu yere gelmeden önce yapmıştı Yvonne. Buradan çıktıktan sonra, artık herkes tarafından fark edilecektik.

“Geri döndüğümüz de bana ok atmayı öğret.” Diyen Myron, Yvonne ile konuşmaya başlarken, ben Edwin’e baktım. O ise karşıya bakıyordu. “Seninle gelmem tehlike arz ediyor mu?” diye sordum. İki yana salladı başını hemen bana dönerken gözleri.

“Çünkü,” dedim yutkunurken. “Sizinle gelmeyi çok istiyorum.” elim ile arka tarafı gösterip, “orada kalmayı değil, tehlikeli bile olsa sizin yanınızda kalmayı istiyorum.”

“Biliyorum!” dedi Edwin. Dudaklarının kenarları kıvrıldı. “Bir gün bizim için, savaşmayı da isteyeceksin!” dediğinde, benim nefesim dudaklarımda asılı kaldı. Bakışlarım yüzünde dondu.

“Savaşmak mı?” diye sordum, titrek bir sesle. Başını salladı. Ama Edwin’in yüzünde yanlış bir şey söylememiş gibi bir ifade vardı. Hatta gülümsüyordu bana bakarken.

Önüme döndüm durduramadığım bir şekilde başımı iki yana sallarken. Dudaklarım aralanmış, gözlerim irice açılmıştı. “Ben savaşmak istemiyorum.” Diyerek mırıldandığımda, titrek bir nefes dudaklarımın arasından firar etti.

Yvonne ve Myron kendi aralarında konuşuyordu. Myron gülüyor, Yvonne yalancı bir terslemeyle karşılık veriyordu cevaplarını. Konuşmaları kulağıma gelse de, kulaklarım battığı için ne dediklerini anlamıyordum.

Kolumdan tuttu Edwin. Tutuşu hafif ve yumuşaktı. Küçük ve yavaş adımlarla yürüyorduk her birimiz. Ona tekrar baktım, korkuyla.

“Sen bile bunu isteyeceksin Karina.” Dedi Edwin yumuşak bir sesle. Gözlerinde samimi bir ifade vardı. Başımı iki yana salladım, göz bebeklerim dalgalanırken. “Ben eve gitmek istiyorum Edwin.” Dedim, genzimi yakan yutkunuşla. Edwin’in yüzü düştü ve o da yutkunup önüne döndü. Kolumu bıraktı. “İstemesen bile hep yanında olacağım Karina.” Dedi başını hafifçe sallayıp, zemine inerken gözleri.

İşte bundan emindim. Söylediği şeylere inanıyordum. Ve bu dediklerinden asla vazgeçmesin istiyordum. Geçmeyecekti de! Biliyordum!

Panayır kurulan yere varmıştık. Bir şeyler satan kişiler, tezgahların arkasındaydı. İlk geldiğimiz gün ki gibi kalabalıktı. Çocuklar yine koşturuyordu etrafta. Kadınların ellerinde sepetleri, birbirleriyle sohbet ederek, o tezgahtan, diğerine geçip bakıyorlardı.

“Geri gelecek miyiz buraya?” diye sordum. Yvonne bize döndü. Bakışları ilk Edwin’e ardından, bana çevrildi. “Geleceksiniz.” Önüne döndü. “Ve ondan sonra başlayacağız her şeye.” Dedi küçük harflerle. Yine de duymamam için engel değildi.

Diğer herkesin bakışları üzerimizdeydi fakat kimsenin umurunda değildik. Yanlarından öylece geçip gidiyorduk. Dün akşamdan kalan festival hâlâ devam ediyordu. Evlerin içinde gördüğüm iris çiçeği de mevcuttu. Hatta bir tezgahın üstü onlarla doluydu.

“Aamon, biz yoldaşlarına yardım etti. Ona sırtımızı dönmek, büyük bir lanete sürükler.” Diyen bir adamın sesiyle, bakışlarımı yan tarafıma doğru çevirdim. Kan kırmızısı bir elbise giyinmişti. Kolları ve yakası ise simsiyahtı. Etrafında ise onu onaylayan bir grup insan vardı. “Biz Tarafsızlar olarak, onun yanında kalıp savaşmalıyız.” Diye devam etti, gruba doğru.

Bıkmıştım artık bu savaş kelimesinden.

Yürümeyi durdurmuştuk. Konuşan adama kulak vermiştik hepimiz.

“Kim bu adam?” diye sordum fısıldayarak bizimkilere. “Ateş’in Evladı’nın yancıları!” diye cevapladı Yvonne’de karşısındaki adama dik dik bakarak. “Onlardan, bu yerde fazlasıyla bulabilirsin!”

“Neden güçlünün yanında durmayalım? Neden tüm ırkına yanlış yapan bir kraliçenin yanında duralım?” İşaret parmağını havaya kaldırdı, öfkeyle çenesini dik tutarken. “Günü geldiğini de, bizi de bırakırlar. Irkına bunu yapan, bize asla acımaz!” dedi adam. Herkes onaylayıcı sesler çıkarıp başlarını salladılar.

Irkına yanlış yapan kraliçe!

Irkını terk eden kraliçe!

O kraliçe kimdi?

Otis ileri doğru atıldı öfke ile hırlarken. Edwin kolundan tutup izin vermedi. “Şimdi olmaz!” Dedi Yvonne’de eliyle sakin olmasını ister gibi durdururken. “Onun hakkında öyle konuşmalarına dayanamıyorum!” dedi dişlerinin arasından Otis, zemine inen bakışları deli gibi dalgalanırken.

“Bende!” diye mırıldandı Edwin. “Ama şimdi değil!”

Yutkunup, Yvonne’ye baktım. “Aamon size yardım mı etti? Nasıl?” diye sordum. Yvonne önce Edwin’e sonra bana bakıp, başını iki yana salladı. “Biz kimsenin yanında durmadık.” Dedi kısık sesle. Üzülüyordu, hatta acı çekiyor bile diyebilirdim.

Kaşlarım çatıldı. Devam etmesi için yüzüne baktım anlamayarak.

“Aamon’un yanında da durmadık, tanrıçanın da.” Dedi Yvonne, diliyle dudaklarını ıslatıp, bakışları yere inerken. “Biz,” dedi. “Biz kimsenin yanında durmayan zavallı ırkız!”

“Hayır!” dedi Myron. Yvonne’nin omuzuna bir elini koyup kendisine bakmasını sağladı. “Sen değil Yvonne. Ataların durmadı.” Tebessüm etti Myron içtenlikle. “Sen şimdi bizim yanımızdasın.” Dediğinde, Yvonne’de tebessüm etti. Fakat gözlerini kaçırması uzun sürmedi. Ama kaçırdığı gözleri Edwin’in üzerinde yoğunlaştı.

Edwin bu bakışları hissetmiş olacak ki, genzini temizleyip, “öyle de olacağına inanıyorum!” dedi. Yvonne’nin gülüşü daha da derinleşti. “Yara izin bu arada.” Dedi Yvonne elinin birini alnına çıkarırken, Edwin’in de eli oraya gitti hemen. “Kaybolmuş.” Dedi Yvonne.

“Yaptığın merhemler işe yaradı.” Dedi Edwin gülerek.

“Gidelim.” Deyip gitmemiz için başıyla gösterdi Yvonne. Kırmızı elbiseli adam konuşuyordu büyük bir ikna edicilikle. Etrafındaki insanlarda git gide artıyordu. Ve ikna işini de iyi beceriyordu. Ateş’in Evladı’nın yanına çekmeyi başarıyordu herkesi.

Dik yamaca doğru çıkan yere vardığımızda, birçok kişinin buradan geçtiği belirten izlerle doluydu. Bitkiler ezilmişti. Sadece ayak iziyle dolu topraklı yol vardı. Dik yamaca doğru çıkmaya başladık.

Yürüdük ve artık şehir gözden kayboldu. Dik yamacın üzerindeydik. Sadece şelalenin sesi ve kulağa gelen anlamsız seslerden başka hiçbir şey duyulmuyordu.

Yvonne ve Myron durup önlerini bize çevirdiklerinde, bizde durduk. “Dikkatli olun.” Dedi Yvonne. “Hasılat vakti biter bitmez, hemen buraya gelin.” Bana baktı Yvonne ardından. “Lütfen Karina, işin olmadığı şeylere sakın karışma.” Deyip güldü sonra. Bende güldüm. Bakışlarımı, oynadığım parmaklarıma indirdim. “Mümkün görünmüyor ama.” Deyip burnumu kırıştırdım.

“Irkında var!” dediğinde Myron, sıcak bir tebessümle bana baktı. “Karina’yı güven de tutun.” Dediğinde, kollarını iki yana doğru açıp, “sarılmayı severim, ama vedaları asla.” Deyip bana yaklaştığında, bende ona yaklaşıp sarıldım büyük bir gülümseme ile. Sırtıma pat pat yapıp, “her şey iyi olacak.” Dedi.

“Teşekkür ederim.” Deyip geri çekildim. Myron’da kollarını göğsünde bağlayıp Yvonne ile omuzları temas edecek bir şekilde yanında durdu. Her şey iyi olacak! Duymam gereken cümlelerdi bunlar. Savaşmak değil!

“Onu canım pahasına koruyacağım!” dedi Otis, kılıcının başını sıkıca tutarken.

“Güvende olun!” dedi Yvonne tebessümle.

Gözleri her birimizin üzerindeydi.

“Güvende olun!” dedi Myron’da.

İkisi de el sallamaya başladılar.

“Güvende kalın!” deyip Otis ve Edwin’in ortasında ileriye doğru yürümeye başladım. El salladım, bedenimi yan döndürürken. İçimde büyük bir burukluk vardı ama yine de Edwin ve Otis ile olmak beni mutlu ediyordu.

Myron, kolunun birini Yvonne’nin omuzuna atıp el sallamaya devam ederken, Yvonne gözlerini devirip kenara çekildi. Myron’un kolu, yanına düştü. Ama yine de moralini bozmamıştı. Kıkırdamadan edememiştim bu hallerine.

Önüme döndüm, onları geride bırakırken.

Önce dereden geçmiştik, ardından yer yer çatlakları olan fakat her çatlağın kenarından çiçekler açan o yere geldiğimizde, yeniden hayran olmadan edemedim. Bu yerden sonra, bizi karşılayan artık tek şey, kum olacaktı.

Edwin dizini kırıp yere oturup, çiçeklerden birini koparıp geri kalktı. Bana doğru döndü. “Bizi de çiçekler bekliyor elbet.” Deyip, pelerinimin şapkasını parmağı ile arka tarafa doğru ittirdi. Ne yapacağını biliyordum ve büyük bir sırıtışla sadece durdum öylece.

Başımı hafif diğer tarafa doğru çevirdim. Pelerinin altından görünen kulağımın arkasına çiçeği yerleştirdi. “Herkese o çiçeklerden vadedeceğiz.” Deyip kollarını, bedeninin iki yanına bıraktı.

Dudaklarımı mahcup olmuşçasına, ağzımın içine yuvarlayıp, gözlerimi yere indirdim.

Biz!

Cümlesinde bende vardım. O çölün bir çiçek bahçesine dönüşmesini elbette çok istiyordum ama benimle değil. Ben olamazdım. Ben gitmeliydim.

“Umarım.” Dedim yine de mırıldanarak. Üçümüz de karşıya döndük. Yan yana bir şekilde, çiçeklerin açtığı çatlakların arasından, yavaş yavaş geniş düzlüklere ev sahipliği yapan kumların bizi beklediği yere doğru yürümeye başladık.

 

 

kısa bir bölüm oldu fakat diğer bölümünü de önümüzdeki hafta sonu atmayı planlıyorum. bir sorun çıkmazsa eğer :)

oy ve yorumlarınızı bekliyorum. lütfen yazın ki bende eksiklerimi ve hatalarımı göreyim <3

 

 

Bölüm : 14.12.2024 18:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...