11. Bölüm

11.⭐

kadriş yazar
kadrisyazar_

Yorumlarınızı eksik etmeyin <3

Keyifli okumalar :)

YILDIZLARA GÖÇ

11.BÖLÜM

Rihanna-Don’t Stop He Music

Zaz-Belle

 

Son konuşmamızdan sonra Toprak’ı okulda bir daha görmedim. Üzerinden tam bir hafta geçti fakat ne yüzünü görebildim ne de sesini duyabildim. Okan’a üstü kapalı sormaya çalışsam da, verdiği tek cevap omuzlarını silkeleyerek bilmiyorum, demesiydi. Ona en yakın oydu. Bahri ya da diğer takım arkadaşları da bilmiyordu. Ki Okan, sorduğuma da pişman ediyordu adamı. İki dakika ciddi kalmayıp benimle dalga geçip durmuştu.

Deli gibi aşıksın benim kankime. Şimdiden söyleyeyim benden isteyeceksin Toprak’ı, erkek evi naz evi, hemen vermem, gibi saçma saçma cümleler kurup durmuştu. Eh, deli gibi aşık olduğum doğruydu.

Ellerim hep ona yaz sor; neden gelmedin? Bir şey mi oldu? Sınavların ne olacak? Gibi birçok soru birikmiş, içimi kemirmiş durmuştu sıkıntı. Ama utandım! Yazıp yazıp sildim her bir kelimeyi cümleyi. Lanet olsun şu utanma duygusuna. Her şeye bu yüzden geç kalıyordum hayatta. En çokta aşkta!

Fakat kendimi tutamayıp müdürün odasına gittim ve Toprak’ı ona sordum. Verdiği cevap ise içimdeki sıkıntıyı ona katladı: Dedesinin bu izni aldığını, bu yüzden gelmediğini, sınavlarını ise uzaktan halledeceğini söyledi. Neden? Niye okul değil de evde?

Verdiği cevaptan asla memnun kalmayıp arkamı döndüğüm sırada, “Toprak ile yakın mısınız?” Diye sormuştu müdürümüz. Ne evet diyebildim ne de hayır. Boş boş yüzüne bakmayı tercih etmiştim.

Müdürümüz sıcak bir tebessümle, “O haylaza söyle Belfü’cüğüm bir daha soyadını yanlış yazmasın sınav kağıdına.” Deyivermişti. Kaşlarımı çatıp anlamayarak yüzüne bakmaya devam ettim. “Dedesine de söyledim de, dinlemiyor. Belki seni dinler.” Dediğinde, “ne yazıyor ki kağıdına?” diye soruvermiştim. Başını iki yan salladı müdürümüz. “Aliyev. Sanırım annesinin soyadı. Ataman yazması gerek.” Dedi. Sıkıntılı nefes alıp verdi, önündeki kağıtları düzenlerken. “Neyse bir daha yazarsa, sileriz.” Kısık sesle, “dedesiyle münakaşaya girmeye gerek yok.”

Kaşlarım istemsizce havalandı. Sınav günü kağıtları değiştirdiği an geldi aklıma. Aliyev. O zaman görmüştüm. O zaman bile anlamamıştım. Demek, annesinin soyadıymış. Peki neden onu kullanıyor ki?

Müdürün odasından yüzümden düşen bin parça ile çıkarken, bu sefer Görkem’i görmüştüm. Bana o mesaj hakkında alttan alttan sorular sorsa da cevap vermeyip, sadece geçiştirecek bir şekilde birkaç şey söylemiştim. Sınıfa girmek için yanından ayrılmak üzereydim ki, “okulun dördüncü sınıflar için düzenleyeceği baloya benimle gelir misin?” Diye nefes almadan sorusunu sorduğunda, ilk önce şaşırmış ardından da kendimi toparlayıp gülümseyerek, “kızlarla planımız var o gün. İstersen Ceyda’yı davet et.” Diye bir öneride bulunmuştum.

Tabii ki kızlarla bir planımız yoktu fakat birkaç gündür Toprak’ı görememenin yükü omuzlarıma binmişti. Canımı epey sıkmış, yaptığım hiçbir şeyden haz almamaya başlamıştım. Gerçekten onu beklediğimi, okula her girişinde arkasından takip edip onun için okula geldiğimi bilse ne yapardı? Belki de şizofren olduğumu düşünürdü! Ya da… Bilmiyorum.

Bu yüzden değil baloya süslenip gitmek, yataktan çıkmak dahi istemiyordum. Ki Ceyda ile sınıf arkadaşı diye biliyordum. Onunla gitse daha iyi olurdu. Ah şu Ceyda, Toprak’ın peşinden de az koşmamıştı. Iyk!

Görkem nazik bir gülümseme ile başını sallayıp beni onayladığında, “Ceyda’ya sordum fakat o başka biriyle gelecekmiş baloya.” Dediğinde, Belfü dur ve Görkem’in söyleyeceğini dinle deyivermiştim birden bire kendime. Sonra Görkem’in yüzünde bu zamana kadar görmediğim sinsi bir gülüş peydahlandı. Belki de yanlış görüp yanlış yorumlamış olacağımı düşündüm, fakat kim ile? Diye sorduğumda, verdiği cevap donup kalmamı sağladı olduğum yerde. Hiçbir şey düşünemez oldum.

“Ceyda, Toprak ile gelecek baloya!” Deyiverdi Görkem gülümsemesini dudaklarından silmeden.

Toprak, Ceyda ile mi gidecek baloya?

Toprak ve Ceyda?

Balo ve Toprak?

İkisi beraber?

Göğsüme yüz tonluk bir taş oturdu. Bu cümle, birkaç dakikadan fazla boşluğu izlettirdi bana. Öyle ki, Görkem yüzüme doğru elini salladığında kendime gelivermiştim. Ama kalbim de var ya öyle bir ağlama yüklenmişti ki saatlerce dizlerimin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim.

“Ee ne diyorsun Belfü, baloya eşim olarak gelir misin?” diye sordu Görkem. Sesindeki samimiyet, hayır olmaz deme lüksünü ortadan kaldırıyordu. Gözlerimin dolmasını engellemek için dilimi yanağımın içinde gezdirdim.

Ben Toprak’a ulaşmak için kırk takla atarken Ceyda cadısı, onu baloya davet ediyordu. Ben aşkımı üç yıl boyunca kalbime gömerken, o yüzüne doğru haykırıyordu. Bir ufak göz göze gelişimiz de utancımdan yedi kıta değiştirecek kadar ondan kaçarken, Ceyda onun omuzuna kolunu atıp sohbet ediyordu. Bazı kızlar cesurdu, özellikle aşkını korkmadan itiraf edenler! Benim gibiler ise uzaktan izlemeye mahkumdular!

Kollarımı kucağımda kavuştururken, arka arkaya yutkundum. O ikisinin beraber baloya gidip beraber dans edip gülerek sohbet etmeleri gözümün önüne gelince kalbim git gide ağrımaya başladı.

Görkem’in heyecanla bir cevap bekleyen yüzüne baktığımda, burnumu çekip, başımı salladım. Görkem’in gözleri parladı. “Sanırım, gelirim.” Dedim. “Teşekkür ederim Belfü.” Dedi Görkem eli ayağı birbirine dolaşırken. Dudaklarımın titrememesi için birbirine bastırıp, ellerim, üniformamın iki yanından sıkıca tutundu.

Arkamı döndüm. Bacaklarım birbirine çarpa çarpa kızlar tuvaletine doğru giderken, Görkem arkamdan bağırdı. “Balo akşam sekizde başlayacak. Seni yedide alırım. Yazarım sana.” Dedi. Ama çoktan ondan uzaklaşmış, kendimi tuvalete atarak, engellediğim gözyaşlarımın yanaklarımdan dökülmesine izin vermiştim.

Ve balo günü çatıp gelmişti.

Cıvıl’ın belerterek açtığı gözlerinden bir milim bile ayırmıyordum gözlerimi. Dilini hafifçe dışarı çıkarmış, kirpiklerime rimel sürüyordu. “Mavi gözlerin daha da ortaya çıktı.” Dedi Cıvıl rimeli kirpiklerimden çekerken. Gülümseyerek aynaya baktım. Mavi renk en güzel, gözlerde belli olurmuş. Senin gözlerinde mavi. Sende mavi güzel duruyor. Güneş’in söyledikleri aklıma gelince sırıtmadan edemedim çünkü ona da abisi söylemişti.

Saçlarımın uçlarını hafiften dalgalandırmış omuzlarımdan aşağı serbest bırakmıştım. Göz rengimin daha ön planda olmasını söyleyerek Cıvıl, kahverengi tonlar da farlar kullanmıştı. Bir de siyah göz kalemi çekerek, hey bakın benim mavi gözlerim var, dercesine ortaya sermiştim. Makyajımı hatta ne giyineceğime kararının hepsine Cıvıl vermişti. Kendisi bir makeup artistlerine taş çıkarırdı. Bu yüzden ne olursa ona yaptırırdık.

Tekrar Cıvıl’a dönerken, kıpırdamadan diğer gözüme de rimel sürmesine izin verdim. “Bence bu balodaki en güzel kız sen olacaksın.” Dedi Cıvıl tebessüm ederken.

O baloda tek kız olmak için her şeyimi verirdim. Ya da sadece Toprak ve ben olmak için. Fakat Cıvıl’ın her zaman ki samimiyetine güvenerek tebessüm ettim.

“Bak sen şu Toprak’a. Ne yere bakan yürek yakanmış.” Diyen Zelem’e döndüğümde, yüz üstü yatağıma uzanmış, ayaklarını havaya dikerek öne arkaya doğru sallayıp, elindeki BTS dergisinin sayfalarını çeviriyordu. Togan’da yanına sırt üstü uzanmış, telefondan Michael Kiwanuka’dan Love and Hate şarkısını açmış, bizi izliyordu.

“Deme öyle.” Dedim üzülerek. Ona herhangi küçük bir olumsuz yorumda kendime yapılmış sayıyordum. “Hem gidip göreceğim bakalım yakınlar mı, diye.” Toprak’ın beni görmeye geldiğini, burnumun nasıl olduğunu ve kaç puan aldığımı sorduğunu falan her şeyi anlatmıştım. Tabii ki benden daha çok heyecanlanmışlardı. Ve bende anlattığımı bir daha dönüp anlatmıştım aynı heyecanla.

Fakat bu olayı öğrenmemle balo günü gelene kadar ağlayıp durmuştum. Kendime kızmıştım da. Benim olmayan bir şey için bu kadar gözyaşı dökmek ahmakçaydı. Sanırım biraz düşününce cesaretsiz ve utangaç olduğuma ağladığımı anlayıvermiştim.

“Bence o da utangaç.” Dedi Cıvıl rimeli çekip yüzüme beğenmiş gibi bakarken. Zelem yüzünü buruşturup, “erkekler mi utangaç, öyle birine denk gelmedim hiç.” Dedi.

Togan güldü. “Herkes Okan değildi bacım. Her saat, her saniye sana aşkını ilan etsin.” Dedi.

Zelem minik bir iç çekti, sayfasını ağır ağır çevirdiği dergiye bakarken. “Demek ki yalanmış o da.” Dedi fısıldayarak. Sonra bize baktı. “Ki gördük onu da. Baloya kimle gideceğini bile söylemedi. Erkeklerin hepsi aynı.” Dişlerini sıktırıp, yeniden dergiye baktı. Giydiği siyah ceketin bilekleri yukarı sıyrıldığı için bilekleri açıktaydı. Ve iki bileğinde de Okan’ın hediye ettiği bileklik yoktu. Fakat Cıvıl’ın banyo yaparken bile çıkarmadığına emindim.

Zelem baya öfkeliydi. Umursamaz görünse de içten içe kendini yiyip bitiyordu. Okan’ı kıskanıyor muydu benim canım arkadaşım?

“Bence o kızı seni kıskandırmak için baloya götürdü.” Dedi Cıvıl, rimeli makyaj masasına bırakıp açık pembe tonlarındaki glossu alıp, kaşlarıyla dudaklarımı işaret etti. Hemen süreceği bir şekilde aralayıp sürmesini bekledim.

Zelem burnundan güldü. “Ne kadar saçma bir olay. Neden sevdiğin insanı kıskandırmak için başka bir kızı kullanırsın ki?” Ayaklarını çapraz bir şekilde birleştirdi. “Ki umurumda bile değil. Ne hali varsa görsün.”

Söylediği ilk cümle huzursuzlandırmıştı beni. Çünkü baloya gitmek ve Toprak’ı görebilmek için Görkem’in teklifini kabul etmiştim. Fakat Görkem’in arkadaşça bir teklifte bulunarak davet etmesi işleri tersine çeviriyordu. Yani sorun yoktu.

Glossu tamamen sürdüğünde Cıvıl aynaya bakıp, dudaklarımı emerek iyice yedirdim. Ellerimle saçlarımı düzelttim ardından. “Gerçekten çok güzel oldun.” Dedi Cıvıl. “Senin marifetin.” Dedim bende gülümseyerek. “Elimizde ürün güzel olunca tabii.” Dedi Cıvıl minik bir kahkaha atarken. Baloya gitmeye hazırdım.

“İstersen sende bizimle gel.” Dedi Cıvıl yatağın önündeki bilekten bağlamalı ayakkabılarımı getirirken. Mor renkteydi. Hafif topuklu ve önü ve arka kısmı kapalıydı. Baloya gideceğim elbisem ise mor ve mavi tonların hakim olduğu, tül kumaştan tasarlanmış, üst kısmı ise straplez ve bedenimi sıkan korse tarzıydı.

Diz kapağımın bir iki karış üstünde biten etek boyuna nazaran, belden aşağıya doğru hareketli fırfırlar ile devam eden bir etek kısmı mevcuttu. Ön taraftan bacaklarım görünse de, arka tarafında yere kadar uzanan tül yüzünden görünmüyordu. Ebru sanatına benziyordu rengi. Sanki üzerine boyalar dağıtılmışta, mor ve mavi renkler birbirine karışmış gibi.

Dedeme sormuştum ilk önce ne giyinebilirim diye ama Cıvıl siz durun efendim bana bırakın en iyisini ortaya çıkaracağım demiş, kendimi onun ellerine teslim etmiştim.

“Ben mi?” dedi Zelem dalga geçer gibi. Cıvıl başıyla onayladı. Getirdiği ayakkabıları çoktan giyinmiş, bilekten bağlanan bantlarını takıyordum.

“Asla. O baloya gelip de napıcam. Burada oturup film izlerim daha iyi.” Dedi Zelem.

“Fena mı olur ya, bir iki eğleniriz.” Dedi Cıvıl. Sonra Togan’a baktı. “Sen de gel bizimle Togan.”

Togan dehşete kapılmış gibi ellerini olumsuz anlamda iki yana salladı. “Siz gizlice girmeye çalışacaksınız. Görürlerse, müdürden fena azar işitiriz.” Dedi. “Hem annem ile bir şeyler yapacağız. Eve gitmem gerek.”

Cıvıl umursamayarak iki omuzunu da silkeleyip, “bizi göremeyecekleri için sorun yok.” Dedi.

Zelem gözlerini devirdi. “İçeri girseniz bile, dördüncü sınıflar sizi görür. Hemen şikayet ederler.”

Cıvıl güldü. “Orasını da o zaman düşünürüz.” Dedi. Gülerek başımı iki yana salladım. “Yardım etmem ona göre.” Deyip ellerimi bedenimin iki yanına yaslayarak ayağı kalktım. Sorun çıkarırlarsa görmezden gelip tanımıyormuş gibi yapacaktım.

Üçünün de gözleri beni baştan aşağı süzerken parladı. Bakışlarındaki ifade silinmeden yüzüme baktıklarında, kollarımı yüzüme kaldırıp saklamak istedim kendimi. Dikkatlice birileri bana bakınca çok ama çok utanıyordum.

“Kızım harikasın.” Dedi Togan ağzı açık kalırken. Zelem dudaklarını beğenmişçesine büküp, “analar neler doğuruyor be.” Dedi. Cıvıl elimden tutunca, bende elbisenin bir kenarından tutup, beni kendi etrafımda döndürmesine izin verdim. “Orada foto çektir ve hemen story at.” Dedi Cıvıl. Tabii kontrolümü kaybetmezsem neden olmasın.

Başımı eğip kendime baktım. “Peki Toprak beğenir mi?” diye sordum. Hâlâ Ceyda ile beraber baloya gitmelerini aşamamıştım. Nedense onun beğenmesi daha önemliydi.

“Yemez yanında uyur.” Dedi Zelem. Dudaklarımı üst üste bastırıp güldüm gözlerimi kaçırırken. Yanaklarım yanmaya başladı.

“Cıvıl!” gelen ses ile hepimiz aynı anda pencereye yönümüzü çevirdiğimizde yukarıya tırmanmış bir adet Bahri ile karşılaşmayı tabii ki beklemiyorduk.

“Bahri.” Diye sevinçle haykırdığında Cıvıl, koşarak pencereye gitti. Bahri pencerenin kenarlarından sıkı sıkıya tutunup yanına koşarak gelen Cıvıl’ın yanağından bir öpücük kondurdu.

“Ne işin var senin ya orada?” dedim anlamayarak. Zelem ve Togan’da hemen yatakta oturur pozisyonu aldılar. Hepimiz anlık şaşırıvermiştik.

“Merdiven vardı. Bende tırmanayım dedim.” dedi Bahri normal bir şeymiş gibi konuşurken. Güldüm. “Ee kapıdan gelseydin içeri. Ne gerek var buna?” dedim. Bahri’de gülüp, “alışkanlık oldu.” dediğinde Cıvıl’a bakıp tebessüm etti.

Sanırım Cıvıl’ı her gece bu şekilde ziyaret ediyor oluşundan ötürü alışkanlık kazanmış olmalıydı. Bir keresinde Cıvıllar’ın evine de bu şekilde gelmişlerdi. O gün Toprak’ta vardı. Bu anı beni gülümsetmişti.

Zelem genzinden öksürdü. Göz ucuyla ona baktım. Boynunu uzatmış, sanki pencerenin altını görecekmiş gibi inceliyordu. “Yalnız mısın?” bir daha öksürdü. “Aşağından biri tutması lazım merdivenleri.” Dilini yanağının içinde oynattı. “Maazallah düşersin falan.” Dedi asla önemsediğini göstermeyen bir sesle.

Bahri’yi umursadığından sormuyordu tabii ki de. Niyeti başka birindeydi.

Bahri Zelem’e bakıp sırıttı. “Kim olsun isterdin ki?” diye sordu. Zelem gözlerini devirdi. “Yapışık ikiz gibi gezdiğin bir büdün vardı ya senin ondan sordum.” Omuzunu kaldırıp indirdi. “Aman bana ne. Çokta şeyimde yani.” Deyip tırnaklarını incelemeye başladı.

“Büdüm şu anda en klas takımını giyinmiş, ki büdüm olduğu için demiyorum, şerefsiz baya yakışıklı oldu. Saçlar falan o biçim.” Parmaklarını birleştirip öptü beğendiğini göstermek ister gibi. “ Baloya götüreceği elemanın evinin önünde bekliyor.” Deyip Zelem’i sinirlendirmek için zevk ala ala anlatıverdi. Gözlerim Cıvıl’a çarptı anlık. Dirseklerini pencereye yaslamış, bir eli de çenesinin altında Bahri’yi hayranlıkla izliyordu.

“İyi.” Dedi Zelem. “Bir gün onunla evlendiği zamanda bekler.”

Kaşlarımı çatarak Zelem’e döndüm. Evet Okan bir kız ile baloya gidebilirdi şu an ama asla başka bir kadın ile evlenmezdi. Zelem’den başka biri olamazdı. Yani umarım.

Bahri kahkaha attı. “Bilemem belki bu gece evlenme teklifi gelir birilerinden.” Dediğinde, Cıvıl hafifçe Bahri’nin koluna vurup susmasını söyledi. Bahri’nin kahkahası yarı da kesildi.

Zelem, hızla Bahri’ye bakıp yutkundu. Zorlama bir gülüşle, “kim ki?” diye sordu. Bahri bir bana bir de Zelem’e bakıp, “belki diğer büdüm de olabilir veya diğer büdüm de olabilir.” Dedi şüpheli bir sesle. Bir adım yaklaşıp kollarımı kucağımda birleştirdim. “Açık söyle be.” Dedim, ne dediğini anlamayarak.

Bahri dudaklarını ağzının içine yuvarlayıp gülümsemesini bastırmak ister gibi, “Evlilik teklifi Okan’da edebilir, Toprak’ta.” Dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılırken, hızla yerdeki terliği alıp Bahri’ye doğru fırlatmak için hazır ola getirdim. Bahri hemen kolunu başına sarıp, “şaka Vallah’a şaka.” Dedi korkarak. Aptal, yüreğime iniyordu!

Bu tepkiyi düşünmeden vermiştim çünkü Toprak’ın başka bir kıza evlilik teklifi edeceği düşüncesi hançer gibi yüreğime saplandı. Onu başka biri kız ile görmek canımı yakıyordu. Düşüncesi bile korkunçtu.

Zelem’de hızla yerinden kalkmış ve aynı hızla yerine oturmuştu. Bahri ikimizin de devrelerini yakmıştı gerçekten. Evlilik, Toprak, başka bir kız… Allah’ım yan yana gelmemesi gereken kelimeler saçmalığı.

Bahri kafasını geri atıp güldü. “Abo, siz benim kankilerime abayı yakmışsınız.” Dedi. Cıvıl kaşlarını havalandırıp, “sanki sen bana abayı yakmamışsın gibi konuşuyorsun.” Dedi kollarını birleştirip tirip atma moduna geçerken. Bahri tek kaşını indirip kaldırırken, dudağına yarım bir gülüş iliştirdi. “Her yerim alev almış benim, sen ne diyorsun.” Deyip aşık aşık gözlerini süzdü. Cıvıl hemen şeker gibi eriyip, işaret parmağını pencerenin kenarına sürtmeye başladı. “Ya gerçekten mi?” diye sorarken, eğilip bükülüyordu.

Zelem’in vıcık vıcık sohbetlerden hoşlanmıyorum diyen sesli nefesini duyarken, Togan sırıtarak onlara bakıyordu. Bende onlara bakarken gülmeden edemedim. Sanırım en zorlanmayan içimizde Bahri ve Cıvıl’dı. İyi en azından birilerini aşk yaşaması güzeldi.

Bahri bir anda gözlerini açıp, “hadi gidelim Cıvıl. Plan yapmamız gerek.” Dediğinde, Cıvıl dik duruşa geçti. “Evet evet haklısın. Hadi gidelim.” Bir anda ayağını pencereden dışarı çıkarırken, Togan, ben ve Zelem, aynı anda, “kızım ne yapıyorsun?” diye bağırdık.

Cıvıl bize bakıp, “aşağı iniyorum.” Dedi normal bir konuşma yapıyormuş gibi. Kapıyı gösterim. “Oradan çık.” Dedim. Bahri çoktan bir elini Cıvıl’ın beline yaslamıştı. “Aman bir şey olmaz.” Deyip, diğer ayağını da çıkardığında artık merdivenin üstündeydi. “Orada görüşürüz.” El sallayıp inmeye başladılar.

Hızla adımlarla pencereye yaklaşıp, yüreğimi ağzımda atmasına neden olan iki şebeği inene kadar beklemeye başladım. İlk Bahri indiğinde, “lan Bahri oğlum.” Diyen babamın sesini duyduğumda, elimi dudaklarıma yasladım korkuyla. Togan ve Zelem’de yanıma geldi. Bahri üzerindeki ceketin kenarlarını birleştirip saygı duruşuna geçerek, “merhaba efendim. Akşamı şerifleriniz hayır olsun.” Dedi üst bedeni eğip babamı selamlarken. “Ne işin var kızımın odasının penceresinde?” diye sordu babam. Yüzümün, sıçtılar şimdi ifadesini alması uzun sürmedi.

Ve Cıvıl’da indiğinde, “Cıvıl kızım?” dedi babam şaşkınlığı ona katlanırken. Evet babam sanırım kimlerle arkadaşlık ettiğime kısa bir göz geçirecekti. Cıvıl hemen saçlarını düzletip, “merhaba efendim.” Deyip Bahri ile el ele tutuştular. “Ne işiniz var sizin orada?” dedi babam yeniden. Onu göremiyordum. Sanırım içerdeydi. “Yani neden oradan indiniz evladım?”

Bahri ve Cıvıl birbirine bakıp kahkaha atmamak için dudaklarını dişlediler. Omuzlarını silkip, bilmiyoruz der gibi karşıya baktılar. “Balodan sonra açıklarız belki efendim.” Dedi Bahri ve ikisi de arkasını dönüp koşmadan önce, “rezil olurken kayda alın.” Diye bağırdı Zelem. Kollarını kucağında kavuşturduğunda Zelem, “kesinlikle giremeyecekler.” Dedi. Cıvıl ve Bahri çoktan kahkaha ata ata uzaklaşmışlardı.

“Kapıdan giremezlerse belki damdan düşerler.” Dedi Togan’da gülerken. “Olursa hiç şaşırmam.” Dedim bende kıkırdarken. O sırada, eve doğru gelen Görkem’i gördüğümde, “sanırım benimde gitme vaktim geldi.” Dedim pencerenin önünden çekilip odanın ortasına gelirken.

Dolaptan, omuzlarıma atacağım siyah bir şal aldım. Küçük bir çanta ve içine de telefonumu koyduktan sonra Zelem’e bakıp, “istersen sende benimle gel. Belki içeri alırlar.” Dedim küçük bir umutla. Zelem başını iki yana sallayıp, O baloya gideceğime ölürüm daha iyi.” Dedi. İç çekip, ellerini belinin kenarına yasladı. “Odanda kalıp film izleyeceğim.”

Bende gülümseyip, “ne yemek istiyorsun anneme ya da Dante’ye söyleyebilirsin.” Dedim. Başını sallayıp, “oki doki.” Dedi. “Gidiyorum, o zaman.” deyip şalı bir koluma attım. Çantayı da omuzuma asarken, “bekle Belfü bende senle geleyim.” Dedi Togan.

Togan ile beraber odadan çıkarken, Zelem’e el sallamış, o ise çoktan bilgisayarımı alarak kendisine film açmaya başlamıştı. Yüzündeki burukluğunu hissedebiliyordum kendisi ne kadar çok saklamaya çalışsa da. Bahri evlenme teklifini söylediğin de en az benim kadar tepki vereceğini dehşetle açılmış gözlerinde görebilmiştim.

Togan ile merdivenlerden inerken, babam ve annemi kapının önünde bizi beklerken buldum. Annemin elinde ise kamera vardı. Beni görür görmez ikisinin de gözleri doldu. “Kızımız ne çabuk büyüdü, Burhan.” Dedi annem. Babam işaret parmağını göz pınarlarına sıkıca bastırıp sildi gözyaşlarını.

Abartmayın ya sanki evleniyorum diyecektim fakat durdurdum kendimi. Ama yine de buruk bir gülümseme ile karşılık veremeden de edemedim. Son basamağı da inerken, annem hemen beni kendine çekip kamerayı babamın eline tutuşturdu. “Çek bizi Burhan.” Dedi. “Çabuk büyüdün Kar Tanem, çabuk büyüdün.”

Togan karşıdan bizi sırıtarak izliyordu.

“Ee ben sana bir çocuk daha yapalım dedim.” dediğinde babam, kaşlarım anında çatılmış, açılan bir karış ağızla, “ne alaka ya şimdi çocuk?” dedim yapmacık bir sinirle.

“Baban şaka yapıyor Kar Tanem.” Dedi annem. İkimiz de birbirimize sarılırken, otuz iki diş sırıttım ve babam arka arkaya çekmeye başladı. “Togan sen de gel.” Dediğimde bunu bekliyormuş gibi hemen yanıma geldi. Fotoğraf çekildikten sonra annem kenara ayrılıp, Togan ile de ayrı çekilmemize izin verdi.

“Verin şimdi de ben çekeyim sizi Burhan amca.” Dedi Togan ve babamın elindeki kamerayı alıp, babam sağıma annemde soluma geçerek sıkıca sarılarak, kameraya gülümsediler. Togan arka arkaya fotoğraflarımızı çekti.

Fotoğraf çekilme faslı bittikten sonra Togan bize veda edip bisikletine binerek evine gitti. Babam ise dışarı çıktığında, arabaya çoktan oturmuştu. Baloya kendisi götürecekti. Neymiş efendim kızımı yabancı bir erkek ile yalnız gitmesine izin veremezmişmiş. Ah şu babalar! Geri dönüşte bile kendisi alacaktı.

Görkem ise babam ve anneme selam verdikten sonra arabanın yanına tebessüm ederek beni beklemeye başlamıştı.

“Sen hani Toprak’ı seviyordun?” dedi annem koluma hafifçe vururken. Gözlerimi kırpıştırarak anneme baktım. “Niye bu çocukla baloya gidiyorsun?”

Gözlerimi belertip anneme sus işareti yaptım. Çok kısa da Görkem’e bakıp gülümsedim duyup duymadığını teyit ederken. Fakat hâlâ sırıtarak bana bakıyordu.

“Çünkü anne, Toprak’ta orada.” Dedim kısık sesle. Annem tam karşımdaydı. “Çünkü o da okuldan bir kız ile orada olacak.” Dediğimde, annem yan bir bakış attı bana anlamayarak. “Onu görmek için balo teklifini kabul ettim.” dediğimde yüzümün düşmesine engel olamadım.

Annem iç çekti. “Anladım.” dedi o da üzülürken. “Yani… o ikisi çıkıyor mu?” diye sordu. Çıkıyorlar mı? Üç senedir sevgililik durumları olmamıştı şimdi neden olsun ki? Yoksa Ceyda mezun oluyor diye pişman olup çıkmasınlar sonra?

Annem gülümsedi. “O soruyu sil.” Dediğinde devam etmesini için yüzüne baktım. “Sen bu çocukla çıkıyor musun?” diye sordu. Başımı iki yana salladım. “Görkem sadece arkadaşım.” Dedim.

“Demek ki baloya gittin diye çıkıyor sayılmazsın.” Dedi annem. Derin bir nefes aldım. Evet Görkem ile çıkmıyordum. O zaman Toprak ve Ceyda’da çıkıyor sayılmazdı. Az da olsa rahatlamış bir şekilde anneme bakıp, “teşekkür ederim anne.” Dedim sarılıp geri çekilirken.

“Ama,” dedi annem. Kaşlarıyla Görkem’i işaret etti. “Bence o çocuk senden hoşlanıyor.”

“Anne!” dedim dişlerimin arasından gözlerimi belerte belerte. “Ne var ya?” dedi annem bir şey olmamış gibi. “Ben gözlerden anlarım.”

“Az film izle anne.” Deyip gülümsedim başımı iki yana hafifçe sallarken. Görkem ile hep seviyeli bir ilişkimiz olmuştu. Baş başa görüştüğümüz zaman bile olmamıştı. Bu sefer annem yanılıyordu.

Annem ile vedalaştıktan sonra arabanın yanında daha fazla beklemesine müsaade etmediğim Görkem’in yanına ilerledim. Hemen dik duruşa geçmiş, elinin biri ise ceketinin iç kısmını tutuyordu. Siyah takım elbisenin içinde gayet iyi duruyordu.

Tam karşısında durduğumda, derin bir nefes aldı. “Çok güzel olmuşsun Belfü.” Dedi. Gülümseyerek, “teşekkür ederim Görkem, sende çok iyi olmuşsun.” Dedim. Babam kornaya bastı. İrkilmeden edemedim. Görkem kapıyı açıp, oturmam için kenara çekildi. Arabaya biner binmez Görkem’de yanıma oturduğunda, babam balonun olacağı yere, yani Yılkan’a doğru sürdü.

****

 

Yarım saatin içinde araba sonunda Yılkan Lisesi’nin önünde durduğunda, insanı rahatsız eden sessizliğin sonunda biteceğine sevinerek hızla arabadan inmiştim, Görkem’in kapımı açmasına izin vermeden. Babam zararlı şeylerden uzak durmamı tembihleyerek ve Görkem’e kısa bir gözdağı verirken bakışlarında, sonunda eve geri dönebilmişti.

Görkem kolunu uzattı. Çekinerek koluna girerken, karşıya baktım. Kocaman harflerle, YILKAN MEZUNİYET TÖRENİNE HOŞGELDİNİZ, yazıyordu. Yılkan’dan mezun olmak, büyük bir boşluk açacak kadar ayrılması zor bir yerdi. Yılkan güzeldi. Yılkan büyük aşkların yaşandığı, sevdiğin insanı görmek için oradan oraya koşuşturduğun, arkadaşının seni, okulu dinlenmeden üç tur attıracak çocuğun önüne ittirip, rezil olma ve kahkaha seslerinin bir arada yaşandığı yerdi. Yılkan özlenirdi.

İçerden vuran ses ve ışıklar, dışarıya ful HD yansıyordu. Önünde ise iki tane izbandut gibi adamlar siyahlar içinde dikiliyordu. Dördüncü sınıfların, diğer alt sınıfların girmesini istemedikleri için aldıkları minik bir önlemdi. Seneye biz de alt sınıfları içeri sokacak mıydık bilmiyordum. Zararları olmazdı, gelseler bile.

Fakat iki tane adamın görüşüne rağmen, etrafta alt sınıflardan birkaç kişi girmek için yalvarıyordu. Ama adamlar takmıyordu bile. Gözlerim bizim o iki şebeği aradı. Cıvıl ve Bahri. Ortalıkta yoktular. Gelmemişler miydi daha? Ya da çoktan içeri damlamışlar mıydı? Sanmıyordum ama!

Görkem genzinden öksürdüğünde, yürümemiz için işaret verdiğini anladım. Göz ucuyla bakıp gülümsedikten sonra, yürüdük. Bizden önce bir iki kişi daha girmişti.

İzbandut abilerin tam önünde durduğumda, ayı boğan sesiyle, “isimleriniz?” diye sordu. Elinde ise içeriye girecek olan kişilerin isimlerinin yazdığı listeyi tutuyordu.

“Görkem Dağlı ve,” bana baktı Görkem. “Belfü Feyezan.” Dedi.

İsimlerimizi bulduğunu, yana kayıp geçmemiz için alan yarattığı zaman anladım. “Geçebilirsiniz!” dediğinde ayı boğan sesli abim, derin bir nefes aldım. Resmen sırtıma batmaya başladı nefeslerim. Toprak içerde miydi? Ceyda sonbahar gözlerinin içine bakıyor muydu? Bal ve kurabiye kokusu burnuna geliyor muydu?

Ve bir haftanın sonunda yüzünü görebilecektim.

Görkem ile beraber içeri girerken, izbandut abilerime son kez baktım. Umarım Bahri ve Cıvıl’ın kemiklerini kırmazdılar. Ya da umarım yakalanmazlardı!

Müzik sesi arttı. Rihanna’dan, Don’t Stop He Music çalıyordu. Öyle gürültülüydü ki, iç organlarıma kadar işliyordu. Işıklandırmanın bol olduğu kısa koridordan geçerken, etrafı süslenmiş kapı tam önümüzde duruyordu. İçerde dans eden, şık giyimli öğrencileri görebiliyordum.

Elimi, Görkem’in kolundan çekmek istedim nedense. Ama kendimi tuttum. Kapıdan içeri girerken, omuzlarımı gerdim. Ve gözlerim sadece onu aradı. Sadece onu. Tüm dördüncü sınıflar buradaydı. Birkaçı da, Ceyda ve Görkem gibi alt sınıflardan kendilerine kavalye getirmişlerdi. Hepsi çok güzel olmuştu, özellikle kızlar. Aşırı makyajları ve büyük özgüvenleriyle resmen parlıyorlardı. Erkekler ise siyah takım elbise giyinmişlerdi. Her zamanki gibi.

Başımı yukarı kaldırdım bu sefer. Çünkü tavan sadece camdan oluşuyordu. Gökyüzünde ışıldayan yıldızlar bu sefer daha fazlaydı sanki. Burası okulun özel olarak yaptırdığı bir alandı. Mezuniyet ve önemli kutlamalar burada yapılırdı.

Cam tavanın güzelliğini bir süre inceledikten sonra bakışlarımı önüme indirdiğimde, ben buradayım, sonbahar gözlerim burada, bak ve gör beni der gibi bas bas bağıran onu gördüm. Toprak’ı. Kalabalık sağa sola çekilse de, gözlerim tam şu anda gözlerinin üzerindeydi. Kırmızı içeceğin olduğu bardağı elinde tutarken, gece mavisi elbisesi üzerine cuk diye oturan ve tüm kıvrımlarını ortaya seren Ceyda otuz iki dişi dışardayken, Toprak’a bir şeyler anlatıyordu.

Ah Allah’ım üzerindeki siyah takım elbisesi ve içindeki siyah gömlek bir afeti devran gibi göstermişti onu. Kravat takmamıştı. Evet aramızda çok bir mesafe olmasına rağmen, birkaç düğmesi açık olan gömleğini bile buradan görebiliyordum. Saçları yine parmaklarını daldırıp karıştırdığını gösteriyordu.

Bir haftadır onu görmemiştim ve içimde özlem bir su gibi dışarı taşıyordu.

Ama onun gözleri hemen yanımda duran ve koluna girmiş olduğum Görkem’in üzerine yoğunlaştığında, kaşları alnının üzerine yığılması çok uzun sürmedi. Ve sonbahar gözleri öldürecekmiş gibi bakmaya başladı.

“Bir şeyler içmek ister misin Belfü?” diye sorduğunda Görkem, “hı?” diyerek başımı yana çevirip Görkem’e baktım. Güldü bu halime. “Bir şeyler içmek ister misin?” diye sordu.

Başımı salladım, “olur.” Dedim. Toprak şu haliyle aklımı başımdan almıştı. İnsafsız o nasıl takım üzerinde güzel durmaktır öyle. Ama yine de öfkemi diri tutmam gerek, çünkü bir hafta okula gelmeyip, Ceyda cadısıyla baloya buyur ediyordu. Ama müdürün söylediği aklıma gelince kendimi frenliyordum. Dedesi bu izni almıştı. Ama nedense, baloya gelmesine izin veriyordu. İç sesim sus artık!

Görkem şalı ve çantamı alıp yan taraftaki askılığa astığında, elbisemin kenarlarından tuttum. Gözlerim yeniden Toprak’a çarptığında ki asla ondan gözümü alamıyordum, bana baktığını hatta baştan aşağı beni süzüp dudağının kenarı ise minik bir kıvrımla yukarı kalktığını gördüm. Yutkundum. Yere yığılabilir miyim?

Görkem’in elini belimde hissettiğimde, sırtım içe doğru gömüldü. Önüme döndüm çünkü Toprak’ın o gülüşü silinmiş, öldürücü bakışları geri gelmişti.

Alanın içinde yuvarlak masalar bırakılmıştı ve üzerinde ise şaraplarım viskilerin ve biranın olduğu her çeşit alkolün bulunduğu içecekler ve atıştırmalıklar vardı. Sanırım her şey serbesti bugün. Birkaç grup ise masanın etrafına toplanıp sohbet ediyor hem de, alanın en ortasına konulan beyaz zeminin üzerinde dans ediyorlardı. Yerden birkaç santim yüksekti.

Tam karşıda ise YILKANA VEDA, yazılı posterin önünde sahne vardı. Üzerinde ise mikrofon ve müzik aletleri duruyordu.

Görkem tam karşıma geçtiğinde, arkamı Toprak’a döndüm. Masadan şişeyi alıp bardaklara doldurmaya başladı. Kırmızı şaraptı. “Bu gece her şey serbest değil mi?” diye sordu Görkem gülerken. “Bilmem, anneme sormam gerek.” Dedim şakayla. Ellerimi masaya koyup gergince parmaklarımı üzerine vurmaya başladım, çünkü Toprak’ın bakışlarını sırtımda hissediyordum. Baksam mı? Bakmam lazımdı. Deli gibi özlemiştim onu. Bir hafta nedir ya?

Usulca başımı omuzuma doğru çevirdiğimde, yanılmadığımı gördüm. Sonbahar gözleri üzerimdeydi. Ceyda durmadan koluna dokunup kendisine bakmasını istese de, Toprak tepki bile vermiyordu ona. Kıskanmış mıydı beni? Çünkü gözleri olduğu gibi yansıtıyordu. İçimdeki gülmeyi bastırdım. Eğer öyleyse hoşuma baya baya gidiyordu.

Fakat ondan bakışlarımı almama neden olan diğer etken, kös kös oturmuş, sandalyesine yığılarak, bacaklarını iki yana açmış ve kollarını göğsünde bağlayan bir adet Okan’dı. Yüzünü gören, onun baloya değil de cenazeye geldiğini sanırdı. Ve yanındaki kız ise Ahsen’in kankisi Duygu’ydu. Yuh artık. Onunla mı gelmişti? Asıl olay ise o kızın Okan’ı davet etmesiydi. Vay be!

Duygu’nun omuzları çökmüş, Okan’a bakıyordu üzgün üzgün. Harry Potter filminden bir kesit gibiydi Okan’ın bu hali. Ron’u anımsatmıştı bana. O da aynı bu şekilde oturuyordu. Okan elinden şekeri alınmış beş yaşındaki bir çocuk gibi, Duygu ise bu halinden gına gelmiş annesi gibiydi. O surat Zelem’in yanında olsa asla solmazdı. Okan sen Zelem’i gerçekten seviyorsun.

Ama yine de bu hali baya komik gelmişti gözüme. Fotoğrafını çekip gruba atasım vardı. Ama çantam uzaktaydı ve oraya yürüyecek bacaklarım yoktu.

“Bugün okulun birincisi açıklanacak.” Diyen Görkem’in sesini duyduğumda önüme döndüm. Bardaktan bir yudum alıp masaya bıraktı. O sırada hareketli şarkılar çalmaya devam ediyordu. Gülerek, “büyük ihtimalle sensin.” Dedim.

Mütevazi bir gülüşle başını eğdi. “Bir kişiyle de paylaşmam gerekecek birinciliği.” Dediğinde, gözlerim irice açılıp masaya doğru eğdim bedenimi. “Yani ihtimal yok, birinci sensin.” Dedim heyecanla.

Başıyla onayladı. Görkem gerçekten çok çalışıyordu. Dersleri falan çokta iyiydi.

“Sayısalın düzelmiş bu arada.” Dediğinde Görkem, şaraptan bir yudum aldım. “Sadece Fizik dersim.” Dedim tebessüm ederken. Diğerleri çok çok kötüydü hâlâ. “Bende onu diyorum, baya iyi puan almışsın.” Dediğinde bardağı dudaklarına yaslayıp beni izledi.

Kimin sayesinde canım. Gülerek başımı eğip, hafifçe sağa sola salladım. Toprak’ın kağıtları değişi, göz kırpması, şarkı önerisi yazması, evime gelip sorması… Allah’ım mükemmel bir andı.

Fakat başımı kaldırıp Görkem’e baktım. Gözlerimi kısıp, “sen nerden biliyorsun?” diye sordum. Minik bir kıkırtıyla, bardağı masaya bıraktı. “Okan’dan duydum.” Dedi. Kaşlarım havalanırken, ağır ağır salladım kafamı. Okan ona söyler miydi ki? Orda burda notu mu da söylemez! Ama Okan olunca işin içinde şüphelerim siliniyordu.

“Arkadaşlar.” Mikrofondan çıkan cızırtılı sesle, yönüm sahneye dönerken, Ceyda’nın gülerek orada olduğunu gördüm. “Mezuniyet törenimize hepiniz hoş geldiniz.” Dediğinde herkes alkışladı. “Bir hafta içinde sizler için daha iyi olabilmesi adına, baya emek verdim buraya.” Demek organizatör oydu. İyi iş çıkarmıştı.

“Bu gece istediğiniz kadar eğlenip, keyfini çıkarabilirsiniz.” Dediğinde, herkes bir ağızdan sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Mikrofona biraz daha yaklaştı. “Tabi gecenin sonunda kulaklarınızı şenlendirecek şarkıları ben ve,” Toprak’a döndü bakışları. “Toprak ile beraber söyleyeceğiz.” Gözlerimi devirdim. Tahmin ediyordum zaten. Fakat asla Toprak ile söylemesini istemiyordum.

Genzini temizledi Ceyda. “Ama ondan önce okulumuzun birincilerini sizlere takdim etmek istiyorum.” Görkem’e dönüp gülümserken, kalabalığında bakışları bizim tarafa dönmüştü.

O sırada şarkı değişmiş, sesini kıstıkları müzik Bruno Mars’tan Locked Out Of Heaven’di. Derinden derine kulaklarıma geliyordu. Göz ucuyla yeniden Toprak’a baktığımda, yönünü sahneye çevirmiş, fakat sahnede duran Ceyda’ya değil de bardağın içinde şaraba bakıyordu. Arada da bardağı sallayıp duruyordu. Arkasındaki Okan ise duruşunu ve ifadesini değiştirmeden sandalyede oturmaya devam ediyordu.

Sahneye döndüğümde, Ceyda’nın yanına bir kız daha gelince elinde iki taç ve iki cübbe tuttuğunu gördüm. Kenara çekildi ve kız bu sefer mikrofonun arkasına geçti.

“O zaman,” diye bağırdı kız neşeli bir sesle. “Okulumuz birincilerini açıklama vakti.” Bir alkış daha koptu. Kızdan önce, ben ismi sessizce mırıldandım. Görkem Dağlı. “Görkem Dağlı.” Büyük bir alkış ve uğuldamalarla Görkem bedenini hafifçe eğip selam verirken bende alkışlamaya başladım. “Tebrik ederim.” Dedim ve Görkem’de, “Teşekkür ederim Belfü.” Deyip sahneye yürümeye başladı.

Sahneye çıkarken, kızın elindeki tacı alıp başına taktı. Bizim lise de bu gelenek haline gelmişti. Birincilere özel cübbe ve taç yapılırdı. Bakın ben sizden zekiyim ve bunu gözünüze sokmak için tacım ve cübbem var, der gibi birincilerimiz sergileniyordu. Ama haklarıydı da, sonuçta gece gündüz çalışıp emek veriyorlardı. Seneye kim olacaktı acaba?

Toprak’a döndüm, yüzümde minik bir tebessümle. Güneş’in dediği gibi, abim her şey de iyidir. Kesinlikle abisi dördüncü sınıfların birincisi olacaktı. O zaman sahneye çıktığında, var gücümle onu alkışlayacaktım. Ve sonra mezun olacaktık! Başka şehirlere belki de gidecektik, bir daha hiç görüşmeyecektik! Kalbim iki büklüm oldu. Dayanamazdım sanırım.

Görkem’e geri döndüm. Cübbesini ve tacını takarken baya utangaç ve çekingen görünüyordu.

“O zaman,” dedi kız yeniden. “Birinciliği paylaşan diğer arkadaşımız da sıra.”

Ceyda’ya baktım. Heyecanla ellerini önünde birleştirmiş, Toprak’a bakıyordu. Dişlerimi sıktırıp gözlerimi devirdim.

“VEEE,” dedi kız. “Diğer birincimiz,” Ceyda’ya döndü. Yok artık! “Ceyda Akbulak.” Salonda alkışlar kopmaya başladı. Bu kız nasıl okul birincisi olurdu ya? Ful okuldaydı. Demek ki evde gizli gizli çalışan tiplerdendi. Görkem diğer cübbeyi ve tacı alıp Ceyda’ya giyindirdi. El ele tutuşup kalabalığı selamlayıp alkışlamaya başladılar.

“Şimdi eğlence vakti.” Diye cırladı Ceyda ve beraber sahneden inerken Ceyda dans ede ede Toprak’a doğru yürümeye başladı. Kıstıkları müzik sesini fullediler. Toprak’ın boynuna sarılırken, öfkem kaynar kazanda haşlanan su gibi fokurdamaya başladı. Toprak ona sarılmadı. Ellerini, Ceyda’nın sırtında havada tuttu.

“Hiç hoşlanmıyorum böyle şeylerden.” Diyen Görkem’in sesini duyarken, gözlerim hâlâ o ikisindeydi. “Belfü? Burada mısın?” dediğinde, “hı?” diyerek ona döndüm. Elini yüzümün önünde salladığını yeni fark etmiştim. Ona döner dönmez gülerek indirdi. “Diyorum ki şu cübbe taç işi çok saçma.” Deyip çıkarmaya başladı.

“Birincilik ödülünüz.” Dedim gülmeye zorlarken kendimi. “Umarım birileri buna son verir.” Dediğinde Görkem taç ve cübbeyi çıkarıp masaya bıraktı.

O sırada eğlenceli müzik kapanmış yerine, Barbara Pravi’den Voila çalmaya başlamıştı. Erkekler, kızların elinden nazikçe tutup alanın ortasına koydukları beyaz zeminin üzerine çıkarmaya başladılar.

“Belfü,” dediğinde Görkem, gözlerim Ceyda’nın zorla dansa kaldırmaya çalıştı Toprak’a ilişmişti. Toprak istemediğini belirten hareketler yapsa da, Ceyda boynunu bükmüş, yalvaran gözlerle bakıyordu.

“Belfü benimle dans eder misin?” diye sordu Görkem ve ona döndüğüm sıra da Toprak’ın pes ettiğini ve Ceyda’nın en önde o da en arkada zemine çıkarken gördüm. “Olur.” Dedim hiç düşünmeden ve elimi Görkem’in uzattığı elinin içine bıraktım.

Dolma gözlerim dolma.

Kendimi sıktım sahneye çıkarken. O anda Toprak ile göz göze geldim. Aramızda epey bir kişi vardı. Görkem bir elini belime yaslarken, bende bir elimi omuzuna koydum. Diğer elim ise Görkem’in avucunun içindeydi. Toprak’ta aynı pozisyondaydı. Şarkı devam etti.

Bir sağa bir sola sonra, kendi etrafımızda dönmeye başladık, kalabalık ile beraber. Ama midem bulanıyordu. Şu anda tam karşımda, elimi tutanın Toprak olmasını isterdim. Onunla dans etmek isterdim. Sadece o. Başkası değil.

Adımlarımız birbirini takip etti. Bir adım geriye çekildik ve tüm kızlarla aynı anda, kendi etrafımızda döndük. Herkes gülüyordu, herkes mutluydu ama ben hariç. Sonra kalabalık birbirinin içine girmeye başladığında, dans etmeyi bırakmadık. O anda sırtım birine çarptı ve eşler değişti. Görkem’e baktığımda çaresizce, o da benim gibi bu eş değiştirme işinden hiç memnun kalmamış görünmüyordu.

Bu dansın bir özelliği vardı, o da: dans sırasında çarpıştığın kişiyle eşleri değiştirmek. Ama bu karışık ve düzensiz değildi. Hepsi bir nizamda oluyordu.

“Merhaba güzellik.” Dedi karşımdaki dördüncü sınıflardan bir erkek. “İsminiz neydi acaba?” diye sorduğunda, omuzum birine çarptı ve “Bilmesen de olur.” Dedim çocuğa ve eşler yeniden değişti. Bu sefer üçüncü sınıflardan birine denk geldim.

Çocuk yüzüme baktı ve sonra, kahkaha attı. Şaşırarak yüzüne baktım. “Ya sen şu gruba, aşk itirafı yazan kız değil misin?” diye sordu. Gözlerimi devirdim. Unutun ya artık bu olayı! “Yok kuzenim yazdı.” Dedim bıkkınlıkla. Çocuk yeniden kahkaha attı. “Hadi ya?” dedi inanmamış gibi. Gözlerimi yeniden devirmemek için kendimi tuttum. O sırada, Okan’ı gördüm.

“Bana iki dakika izin verir misin? Döneceğim hemen.” dediğimde, omuzunu silkeleyip olur dedi. Elimi hızla çocuktan kurtarıp, hızlı adımlarla cenaze suratlı Okan’a doğru yürüdüm eteğimin kenarlarından tutarak. Bakışlarım arada da Duygu’yu aradı. Tam bir köşe de başka erkek ile konuştuğunu görünce rahat rahat Okan ile sohbet edebilirdim.

Okan’ın tam karşısında durdum. Başını kaldırıp bakmadı bile. Topuklularımın ucuyla ayakkabısına vurduğumda, “Lan kızım!” deyip baktı çatık kaşlarının altından. Ama benim olduğumu görünce hemen yumuşadı. “Belfü?” dedi şaşırarak. Burada olmamı beklemiyordu. Bende onun!

“Napıyorsun?” dedim kollarımı kucağımda bağlarken. “Hiç!” dedi uzata uzata. “Baloda eğleniyorum.” Deyip asla eğlendiği bakışlarından okunmayan bir ifade ile etrafa bakındı. “Burada olmaman lazım Okan senin.” Dediğimde yüzüme baktı aval aval.

Gülümsedim. “Zelem seni bekliyor Okan, onun yanına git.” Dedim. Asla böyle bir şey yoktu!

Okan’ın gözleri parladı fakat aynı saniyeyle söndü. “İstemiyor beni.” dedi bir çocuk gibi.

Kaşlarım havalandı. Ama içimde acımıştı. “Sana deli gibi aşık. Bir görsen, seni nasıl kıskandı.” Dediğimde Okan’ın gözleri yeniden parladı. “Gerçekten mi Belfü?” diye sordu. Yalandan kim ölmüş ki!

Başım ile onayladım. “Seni çok seviyor.” Zelem götümde el bombası patlatmasa bari. Ama her şey aşk için! “Senin yanın Zelem’in yanı. Onunla daha çok gülüyorsun, onunla daha çok mutlusun.” Dediğimde Okan’ın duruşu dikleşti.

“Haklısın.” Başını ağır ağır salladı boşluğa bakarken. “Aptallık ettim. Ona deli gibi aşığım ben.” Dediğinde sırıtışım büyüdü. Çabuk kıvama geldi he. Birinin ona bu gerçekleri söylemesini bekliyordu herhalde.

“Ona git o zaman.” dedim ve bir adım kenara çekilip yol açtım. Okan’ın o cenaze suratı anında gitmiş ve o şapşik, deli dolu neşesi yerine gelmişti. Zelem’e aşık suratı.

Ayağı fırladı. Omuzlarımdan tuttu. “Nerde Zelem?” diye sordu. “Bizde.” Dedim gülerken. Hemen taktığı kravatı genişletip bana dönerek, “sen de git Toprak’ı kurtar. Şu Ceyda ağlayarak ikna etti onu.”

Ne?

“Dörtlü hatta altlı date gelsin bu gece diyorum.” Dedi Okan. Kolundan tuttum. “Ne dedin az önce?” diye sordum. “Altılı date diyorum.” Dediğinde, burnumdan soluyup, “ondan önce ne dedin?” diye sordum.

Yüzüme bakıp sırıttı imalı imalı. “Toprak gelmeyecekti diyorum. Ceyda ağlamış telefonda. Kimse benimle baloya gelmiyor diye. Bizim safoz da kabul etti.”

Ağlayarak mı? Bu yüzden mi onunla baloya gelmişti?

Kolunu bıraktım Okan’ın. Koşarak salondan çıkarken, “ben geliyorum Zelem.” Diye bağırıp topukları götüne vura vura çıktı. Duygu’nun sesi kulağıma geldi o sırada. “Okan, nereye?” diye arkasından sesleniyordu.

Fakat Okan’ın Toprak hakkında bu kadar detay vermesi ve aslında Ceyda’nın ağlayarak Toprak’ı ikna etmesi işleri benim açımdan epey değiştirmişti. Demek sevgili değillerdi! Demek Ceyda ona yalan söylemiş. Kalbim pır pır atmaya başladı. Bir hafta boyunca kendimi yıpratmam boşunaydı.

Hâlâ dans etmeye devam eden kalabalığa doğru giderken, Toprak’ın bu tarafa, yani bana baktığını gördüm. Bakışlarımı ondan ayırmadan, beyaz zeminin köşesinde beni beklemeye devam eden çocuğa doğru ilerledim. Toprak, sahne de şarkı ile ilgilenen kişiye doğru döndü ve küçük bir baş hareketi yaptı. O anda şarkı kesildi. Kalabalık durdu. İtirazlar başlamak üzereyken, başka şarkı çalmaya başladı. Başlamadan biten itirazlar sustu ve herkes gülerek yeniden dans etmeye devam etti.

Çalan şarkı ise, Zaz Belle idi.

Sınav kağıdıma yazdığı şarkının ta kendisiydi.

 

Zelem- Okan;

Çanakkale geçilmez sloganıyla hareket eden güvenlikçiler, önündeki iki kişinin uyguladığı güce karşılık hareket bile etmiyorlardı. Bahri ve Cıvıl. Mezuniyet törenin olacağı yere gelmiş fakat alana girebilecek hiçbir yer bulamadıkları için son çareyi kapının önündeki güvenlikçileri geçmekte bulmuşlardı. Ama boşunaydı.

Suya kulaç atar gibi kollarını sağa sola doğru hareket ettiren Bahri’nin kafasının üzerinde, iri yarı güvenlikçilerden birinin koca eli duruyordu. Ayaklarını yere sert basıp, karşısındaki kişiyi geçmeye çalışsa da, adamın yüzüne sadece rüzgarı çarpıyordu. Başka etkisi yoktu.

Cıvıl ise geri geri gidip, menekşe menekşe bizden size kim düşe, oyunu oynar gibi ileriye doğru son sürat koşuyordu. Fakat diğer iri yarı güvenlikçinin büyük ve geniş kolu Cıvıl’ı belinden yakalayıp ayaklarını yerden kesiyordu. “ABİİİ!” diye bağırdı Cıvıl. Elleri güvenlikçinin kollarına sıkıca geçirdi. “Ya bari ucundan baksaydık. Göz hakkı diye bir şey var!” dedi.

Güvenlikçi yarım saattir uğraştıkları Bahri ve Cıvıl’a, artık sadece sesli nefes vermek ile yetiniyordu. “Olmaz.” Dedi adam. Bahri ise debeleniyordu olduğu yerde. Başındaki koca el çekilmemişti oradan.

Birden fazla alt sınıf gelmişti fakat içeriye giremedikleri için vazgeçmişlerdi. Kimisi ise dışarıya taşan müzik sesiyle dans etmeye karar vermişti. Bazı ise yanında çekirdek kola getirip bir köşeye geçmiş, sohbet etmeye başlamışlardı.

“Abi.” Dedi Cıvıl. Adamın koluna bir miskin gibi sarılıvermişti. “Bir arkadaşımız var, bakıp çıksaydık.”

Cıvıl’ı yere indirdi adam. Fakat Cıvıl yeniden içeriye seğirtmeye başladığında, kolu yeniden engel oldu ve ayakları yerden kesildi. “Olmaz. Müdürün emri. Kimse içeri girmeyecek. Adınız yoksa adım bile atamazsınız!” dedi güvenlikçinin bıkmış sesi.

Kulaç atmaya devam eden Bahri, “belki vardır abi. Yeniden baksaydınız bi.” Dedi.

Bahri’yi tutan adam gözlerini devirdi. Cebinden isim listesini çıkarırken, Bahri nefes nefese kalmış bir biçimde durdu. Güvenlikçi Bahri’ye baktı ve gülmemek için kendini tuttu. Listeye baktı güvenlikçi. “Bahri Bolaç ve,” gözleri diğer güvenlikçinin kolunda asılı duran Cıvıl’a kaydı. “Cıvıl Saraç.” Dedi. “İsimleriniz yok. Şimdi kaybolun!” Bahri’yi başından itekledi fakat aynı saniyelerde Bahri, kafasını adamın avucuna yeniden yasladı.

Bir gaflette bulunup isimlerini güvenlikçilere söylemişlerdi. Şimdi ne kadar isim uydursalar da, asla inanmıyorlardı.

Bu ikisi önündeki kişileri geçmeye çalışırken, onları köşeden izleyen başka biri daha vardı: Zelem Adanır. Elini dudaklarının üzerine kapatıp kahkahasını bastırdı. “Aptallar!” dedi kendine kendine. Güvenlikçiler o ikisi ve diğer alt sınıflarla ilgilenirken, o gizlice kenardan sıyrılmış küçük dikdörtgen bir pencerenin önünde beklemeye başlamıştı.

Evde duramamıştı. Uzanmış, odanın içinde bilmem kaçıncı turunu tamamlamış, son ses müzik açmış yine de kafasını meşgul eden düşünceden kurtulamamıştı. Sonunda, kendi başımı yiyeceğime, gider Okan’ın başını yerim, baloyu da mahvederim, deyivermişti. Ve hızla odadan çıkmış, kendisi okulun önünde bulmuştu.

Ama kalbinde yavaş yavaş açılmaya başlayan oyuktan da haberi vardı. Huzursuz olmuştu. Böyle hiçbir zaman hissetmemişti. Bana ne oluyor? Neden Okan’ı düşünüp duruyorum? Deyip durmuştu içinde. Okan’ın ona söyledikleri gelivermişti bir taraftan da. Seni seviyorum Zelem. Seni çok seviyorum. Sen bile buna engel olamazsın. Kalbi o cümlelerle sanki yeniden Okan’ın sesinden duyuyormuş gibi çarpmaya başlamıştı. Tırnaklarını kalbine geçirmek istedi yol boyunca. Ama o ses, buraya, Yılkan’a, Okan’a getirmişti.

Bahri ve Cıvıl’ın hallerine gülüp önünde durduğu pencereye baktı. Şu anda kapalı görünebilirdi fakat bu pencereyi Okan yalama etmişti. Okulun öğrencileri topları insan gibi kullanmadıkları için buraya saklıyorlardı fakat bazı öğrenciler yerini öğrenivermişti. Biri de Okan’dı fakat almak için kimse Okan gibi cesaret edemiyordu. Gizlice buraya girip voleybol topu alıyor ve sadece canı istediği için girip çıkmışlığı bile vardı.

Pencere yüksek değildi. Bu yüzden girmek kolay oluyordu.

Sağ elini yumruk yapıp bir kere vurdu. Bir kere daha ve bir kere daha vurduğunda, pencere açıldı. Sinsi bir gülüşle bir ayağını duvara yaslayıp kendisini yukarı çekti ve pencereden içeri süzülmeye başladı. Pencere dardı fakat sağa sola doğru bedenini hareket ettirdikçe, girmeyi başarıyordu. Ellerini yere yasladı ve bacakları da zeminle buluştuğunda hemen doğruldu.

Ellerini birbirine sürtüp tozunu sildikten sonra, pantolon ve ceketini düzeltti. İçerdeydi. Müzik sesi ulaşıyordu ona. Karanlık bir koridorun ortasındaydı. Utanmıyordu ya da çekinmiyordu. Tek istediği şu anda o baloyu basıp Okan ile göz göze gelmekti.

Olduğu yerde durmadı ve müzik sesinin geldiği yöne doğru hızlı ve minik adımlar atmaya başladı. Koridorun sonundaki duvarı geçtiğinde yürümeyi onda bıraktı ve aralıklı duran dudaklarından küçük bir soluk kaçtı. Kalbi mi? Deli gibi atıyordu. Zelem’in kalbi değil gibi. Okan’ın kalbi gibi.

Tam karşısında onunla göz göze gelip adımları kesilen bir diğer kişi ise, Okan’dı.

Gömleğinin uçları dışarı fırlamış, boynuna taktığı kravat gevşetilmiş, saç baş dağılmıştı.

“Zelem.” Diye fısıldadı koridorun ucundan Okan. Bir dakika süren şaşkınlığın yerini minik bir tebessüm almaya başlamıştı bile.

“Okan.” Diye fısıldadı Zelem’de.

İkisi de tam şu anda karşılaşmayı beklemiyordu.

Durmadı Okan ve büyük adımlarla Zelem’e doğru yürümeye başladı. Zelem’de yürüdü. Fakat adımları yavaş ve küçüktü.

Karşı karşıya durdular karanlık koridorun ortasında.

“Zelem,” dedi yeniden Okan. Zelem onun için hayal ürünü gibi geliyordu fakat yüreğindeki ben bunu neden yaptım pişmanlığı içini kasıp kavuruyordu. “Özür dilerim Zelem.” Dudakları titredi. Boynunu büktü.

Zelem gözleri kırpıştırdı. Kalbi acıyordu. Gözyaşları usulca dolmaya başlamıştı pınarlarına. “Niye yaptın?” diye sordu kısık sesle.

“Çok pişmanım Zelem. Yemin ederim ki çok pişmanım.” Eliyle kafasına vurdu. Zelem’in gözleri irice açıldı. “Akılsız başım benim. Ben nasıl,” yutkundu. “Değil yan yana durmak, nasıl başka bir kızla baloya gelirim?”

Gözlerini kırpıştırmaya devam etti Zelem. Dilini yanağının içinde gezdirdi ağlamasını durdurmak için. Okan’ı şimdi karşısında görünce içindeki itiraf gün yüzüne çıkmıştı. Başka birini, onu değil de başka birini sevme düşüncesi onu yaralıyordu.

Okan bir adım yaklaştı Zelem’e. “Yemin ederim pişmanın çiçeğim. Yemin ederim.” Acıyla güldü başını eğerken. “Sanırım seni kıskandırmak için yaptım.” Dedi bir gerçeği itiraf ederken.

Başarmıştı. Kıskanmıştı onu. Hem de deli gibi. Fakat Okan’ın sesi, bakışları, pişman olduğunu gösteriyordu. İnanıyordu Okan’a. Hep inanmıştı zaten.

Zelem bir omuzunu silkeledi. “Ortadaydı her şey zaten.” Dedi. Güldü, parmaklarıyla oynarken. Fakat üç buçukta atıvermişti. Asla ortada değildi. Yalan söylüyordu. Gerçekten ondan vazgeçtiğini başkasını seveceğini düşünmesi onu epey korkutmuştu.

“Zelem,” dedi Okan. “Seni aşka inandırmayan kişi baban mı?” diye sorduğunda, Zelem’in kalbine bir hançer gibi saplandı. Böyle bir soru beklemiyordu.

Okan burnunu çekip bakışlarını yere indirdi. “Çok düşündüm, senin bunu söylemenin üstünden. Kalbim ağrıdı. Seni üzen herkesi o an yok etmek istedim.” Gözleri yeniden Zelem’i buldu. Baba kelimesinin devamını bile getirmemişti o gün Zelem, ama Okan anlamıştı, anlardı.

Zelem, titrek gözlerle Okan’a baktı. Boğazına dikenli bir yumru oturuvermişti. Annesi babasını deli gibi seviyordu fakat babası başka kadınlarla aldatıyordu onu. Hem de birbirine severek evlenmelerine rağmen. Ve ilk aşık olanın babası olmasına rağmen. Evlenmek isteyen babası olmasına rağmen.

Evde hep kavgaları oluyordu ama gün sonunda annesi babasını affediyordu. Ve aynı şeyler ertesi gün tekrar ediyordu. İlk aşık olan babasının sevgisi bitmişti. Annesi ise sevmeye devam ediyordu.

Zelem’de bu yüzden korkuyordu. Ama Okan’ı onunla kıyaslamak bile yanlıştı. Çünkü Okan’ın sevgisinden emindi. Babası gibi değildi. O hep severdi. Bitmezdi, Okan’ın kendisine olan aşkı.

Derin bir nefes aldı Zelem. Zorlayarak başını salladı. İlk defa Okan’a netti. “Babam beni, tüm erkeklerden nefret ettirecek kadar, kötü bir adam.” Dedi. Annesine yaptığı yanlışlar aklına gelince başını eğdi. Yüzünü Okan’dan saklamak istedi.

Okan işaret parmağını Zelem’in çenesinin altına yaslayıp göz göze gelmelerini sağladı. Öyle derin bakıyordu ki Zelem’e, bu dünya da tek bir kadının o olduğuna inanabilirdi.

“Ben baban asla olmam Zelem. Ben sana anne olurum, kardeş olurum, eş olurum, ama asla baban olmam Zelem.” Başparmağını Zelem çenesine yaslayıp hafifçe okşadı. Zelem’in nefesi dudaklarında asılı kaldı. “Sana her şey olurum Zelem, yemin ederim. Sen yeter ki; yanımda dur, beni sev, gözlerimin içine bak, yemin ederim senden asla vazgeçmem.” Gülümsedi Okan. “Ölüm ayırana dek.”

Zelem’in nefes alışverişleri kesik kesik oldu. Okan’ın gözlerinin içine öylece bakakaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Nutku tutulmuştu. Kendisini zorlayarak, arka cebinden Okan’ın ona hediye ettiği bilekliği çıkardı. Avuç içinde tuttu.

“Babam gibi olsaydın zaten seni sevmezdim.” Dedi Zelem tebessümü dudaklarında yayılırken. Kalbi ilk defa itirafı kabullenirken sonunda dudakları da o iltifatı dile getirmişti. Pişmandı. Üç yıldır Okan’ın aşkına karşılık vermediği için pişmandı ama her zaman kötü sonuçlanmazdı zamana bırakılan şeyler. Okan’ın sabrına ve ona duyduğu aşkına canı gönülden inanmasını sağlamıştı. Zaman bu sefer onlardan yanaydı.

“Bak hemen itiraz etme-” Okan’ın gözleri o anda büyüdü, farklı cümleyi idrak eder etmez. “Ne?” diye sordu şaşkınlıkla. Zelem’de mi seviyor? diye düşündü. Doğru duymuştu. Yanılmıyordu.

Zelem bir adım Okan’a yaklaştığında aralarındaki mesafeyi azalttı. Nutku tutulma sırası Okan’daydı çünkü Zelem’in bakışlarının dudaklarında olduğunu fark ettiğinde dizleri titredi.

Düşünmüyordu şu an Zelem. Komutu veren kalbiydi. Ve ilk defa kalbi doğru karar veriyordu.

“Seni Okan Sezer,” Dedi Zelem. Parmak uçlarında yükseldi. Avuç içinde sıkıca tuttuğu bileklikle beraber ellerini Okan’ın yüzüne yasladı. Okan gözlerini kapadı. “Seviyorum.” Fısıltıyla dökülen kelime, Okan’ın dudaklarına yayıldı.

Ve Zelem, Okan’ın dudaklarından öptü.

İkisinin de kalbi göğüslerini deliyordu. Öyle ki kalp atışlarının sesleri birbirinin kulağına geliyordu.

Okan elini, Zelem’in sırtına koydu. Kendine doğru çekti.

“Seni çok,” dedi Zelem ve dudaklarının arasındaki mesafeyi çok açmadan başını diğer tarafa yatırıp, “seviyorum.” Diyerek öptü. Okan gülümsedi. “Seni çok seviyorum Zelem.” Dedi o da. Boşta kalan elini, Zelem’in soğuk yanağının üzerine yasladı. Hayat o gece karanlık koridorda birkaç saniye duraksadı ve dünya Zelem ve Okan’ın etrafında döndü.

Zelem gülümseyerek geri çekildi. Utanan Okan’dı. Başını eğmiş gözlerini kaçırıyordu. Zelem avuç içinde tuttuğu bilekliği gösterdi. “Pembeyi çok severim.” Dedi. “Ve yemin ederim ki onu hiç çıkarmayacağım.”

Okan’ın gülüşü büyüdü. Zelem’in avucundan bilekliği aldı. Bileğini Okan’a uzatırken, bakışları Okan’ın yüzünün her yerindeydi.

“Ve bir gün,” dedi Okan gülümseyip Zelem’e bakarken. Bileğine takmaya başladı. “Parmağında da nişan yüzüğümüz olacak.”

Bu sefer utanarak gözlerini kaçıran Zelem’di.

Okan bilekliği taktı. Elleri Zelem’in yanaklarını avuçladı. Önce dudaklarına minik bir buse kondurdu, ardından da alnından öptü koklayarak. Elini başının arkasına yaslayıp, bağrına bastı Zelem’i. Saçlarını da öpüp kokladı.

Ve o gece ikisinin kaderi birlikte yazılmaya başlandı.

****

 

Derin bir nefes alıp ayaklarımın birbirine dolanmamasına dikkat ederek, çocuk ile dans etmeye başladım. İkimiz kalabalığa karışırken, Toprak’ın da bu tarafa doğru geldiğini gördüm. Arkamı döner dönmez ona, birkaç saniye içinde sırtım yeniden birine çarptı. Arkamı döndüğümde çarptığım kişinin Ceyda olduğunu gördüm ve saniyeler geçmeden, eşler değişti. Ceyda homurdandı ama kulaklarım karşımdaki kişiyle sağır oldu.

Bal ve kurabiye kokusu sarıp sarmaladı her yerimi.

Elini belime yasladı. Avucunun içine koyduğum elimin etrafına parmaklarını sardı. Gözlerimiz birine kenetlendi ve sanki aynı anda nefes almaya başladık. İşte şimdi istediğim kişiyle dans ediyordum. Toprak.

Bir şey söylemeye fırsat vermeden dans eden kalabalığa ne kendisinin ne de benim çarpmama izin vermeden hızla beyaz zeminin üzerinden indik ve orada sadece ikimiz dans etmeye başladık.

Dünya sessizleşti. Etrafımızdaki kalabalık bir anda ışıltılı tozlara dönüşüp etrafımızda dönmeye başladı. Tüm renkleri içinde barındıran sonbahar gözleri, yakınımdaydı.

Minik bir yarım gülüş dudağının kenarında belirince dalıp giden gözlerim oraya kaydı. Ah o gülüşü ömür boyu izlerdim.

“Çikolata sevmediğini söylemiştin.” Dediğinde sesi gerçekliğin içine çekti. Ve bu gerçeklik mükemmeldi. Gözlerimi kırpıştırıp ne dediğini idrak etmeye çalışırken, çenesiyle yan tarafımız da dans eden kalabalığı işaret etti. İşaret ettiği tarafa baktım ve Görkem ile göz göze geldim. Dördüncü sınıflardan bir kız ile dans ediyordu, ya da etmeye çalışıyordu. Odağı bendim.

Geri Toprak’a baktım. “Hâlâ sevmiyorum.” Dediğimde, alt dudağımı dişlerimin arasına aldım, gülmemi bastırmak için. Gözleri az da olsa oraya çarptı fakat yeniden gözlerimin içine baktı. Ne dediğini gayet iyi anlamıştım. “Ve sanırım çikolatayı hiç sevmeyeceğim.” Dedim çenemi dikleştirirken.

Burnundan belli belirsiz gülme sesi çıkarırken başını eğdi. Görkem ile kıskanmış mıydı beni? Evet tam olarak oydu.

Gözlerimi kıstım. “Kurabiye varken, çikolata asla tercihim değil.”

Başını ağır ağır salladı, bakışlarını benden kaçırırken. O da gülmemek için dudaklarını dişlerinin arasına aldı. “Bu arada Güneş yaptığın o kekten bir dilim daha istiyor.” Dedi. Konuyu bilerek değiştirmişti fakat yanaklarının kızardığına yemin edebilirdim.

Kaşlarım havalandı. “Sadece Güneş mi?” diye sordum. Kolumu aramızda uzattım ve kendi etrafımda bir tur dönerken, yeniden aramızdaki mesafeyi azaltıp elini belime yasladı.

Düşünüyormuş gibi yapıp, “birileri daha olabilir.” Dedi gülerek. İnci gibi parlayan dişleri, kısılan gözleri, dokunmaya kıyılmayacak kadar narin cildi… Toprak bir tık mükemmel yaratılmış olabilirdi.

Ben onu incelerken, o da beni baştan aşağı izlemeye başladı. Kulağımın arkasına kadar kızarmıştım hatta öyle ki heyecandan tuttuğum elini bile sıktırabilirdim.

İncelemesi bittiğinde, gözlerimin içine baktı ve, “Winx Perilerine benzemişsin.” Dedi. Burnumdan gülmeye benzer bir ses çıkarırken, dudaklarımı üst üste bastırdım. Böyle söyleyeceğini asla tahmin etmiyordum.

“Hangisine mesela?” diye sordum. Eteklerim tutuşuyordu heyecandan.

Gözlerini kıstı. Bilip bilmediğine emin değildim. O sırada hala dans etmeye devam ediyorduk.

Düşündüğünü belli eden bir ses çıkarıp, “Bloom olmaz, onun saçları kızıl renkteydi. Miusa’da hiç olmaz, o da sanırım mavi saçlıydı.” Dedi, benim kaşlarım bildiğine şaşırmış bir şekilde havaya kalkarken. Evet beni baya şaşırtmıştı.

Tepkime gülüp devam etti. “Layla olabilir misin?” sonra bakışları yüzüme saplanıp kaldı. “Ama senin gözlerin mavi. Saçların açık kahverengi. Islandığı zaman bir tık koyulaşıyor. Tenin beyaz ve utandığında çok çabuk kızarıyorsun.” Yutkundum. “Ama gözlerinin mavisi,” dudaklarını ıslattı. Göz bebekleri sağa sola dalgalanıp, sanki göz rengimi ezberlemek istiyormuş gibi dikkatlice baktı. “Mavinin en güzel gözlerde durduğunun kanıtı.”

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemez bir biçimde sadece gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Ama sözleri, beni bu kadar iyi tanımlaması kalbimi şaha kaldırmıştı.

Gülümsedi. “Hangisine benzediğini bulamadım fakat bir periye benzediğin kesin.” Dedi.

Peri…

En güzel iltifattı.

Dilim alınmıştı. Düşüp bayılmamak için şaka ile karışık, “Winx perilerine bu kadar hakim olduğunu bilmiyordum.” Dedim gülerken.

İç çekti. “Evde küçük bir kız kardeşin varsa, tüm çizgi filmlere hakim olabiliyorsun.” Dedi.

Haklıydı. Güneş ile beraber boya bile yapmışlardı. Hatta bende. Kesinlikle kardeşini kırmayıp çizgi film bile izliyordur.

“Peki Kar Tanesi,” dedi. Kar Tanesi. Lakabım ne güzel diline yakışıyordu öyle.

Belimdeki elinin baskını arttırdı. Elinin altı adeta yanıyordu. Bir haftadır görmemiştim. Bir haftanın sonunda beraber dans ediyorduk. Hangi masal bu kadar güzel olabilirdi ki?

Ve Ceyda ile ilgili düşündüğüm her şey aslında boş şeylerdi. Sadece ağlayarak Toprak’ı buraya getirmişti.

“Bana bir daha o kekten yapar mısın?” diye sordu.

Tebessüm edip başımı salladım. “Yaparım.” Dedim. İkimizin de tebessümü genişledi.

Şarkı değişmeye başladı ama herkes dans etmeye devam ediyordu. Sanki bu anın büyüsünü kimse bozmak istemiyordu.

Dans hareketlerimiz artık yavaşlamıştı. Bir adım sağa sonra sola ve bir kerede kendi etrafımız da dönüp aynı şeyi tekrarlıyorduk. Bir adım yeniden geri çekilirken, parmak uçlarına tutundu parmaklarım. İkimizin de parmak uçları yanıyordu.

O sırada elinin üstü dikkatimi çekti. Yer yer morarmıştı. Ama sanki yeni değil de çok önceden belirmiş, yavaştan silinmek üzereydi. Fakat içimin burkulmasına neden olamadım çünkü bir yere çarpıp canının yanmış olacağı düşüncesi beni mahvetmişti.

Toprak beni kendisine doğru çekti ve aramızdaki mesafeyi yeniden azalttı. Bal ve kurabiye kokusu resmen her yerine işlemişti.

Bir anda aklına gelen şey ile minik bir kahkaha attı.

“Ama şu kimono da yakışmıştı doğrusu. Onunla da gelebilirdin baloya.” Dedi. Gözlerimi kırpıştırırken, dudaklarım aralandı şaşkınlıktan. Bir hafta önce evimin önünde yakaladığı Japon kıyafetime laf atıyordu. Ben demiştim giyinmeyeyim diye bizimkilere!

Çenemi dikleştirdim gülmemek için kendimi zorlarken. “Evde fazladan bir tane var. Sana getireceğim onu da.” Dedim. Dedem giyinmemişti. Onunkini Toprak’a verebilirdim. Ona da yakışırdı.

Gülüşü büyüdü. “Özel bir renk seçebiliyoruz mu peki?” diye sordu yalandan ilgileniyormuş gibi yaparak. Başımı iki yana salladım. “Maalesef, elimizde bir renk mevcut.” Dedim.

Sonbahar gözlerinin içine baktım. Gülüşüm yavaş yavaş silinirken, “neden bir hafta okula gelmedin?” diye sordum. Yutkundum. “Sınavların nasıl geçti?”

Gülüşü dudaklarında dondu. Ağır ağır kırpıştırdı gözlerini. “İşlerim vardı Kar Tanesi.” Dedi. Ama bu izni dedesi almıştı. Başını eğdi. “Asıl senin sınavların nasıl geçti?” diye sordu.

Sayılsa da iyi notum şu anda Fizikti. Gerisi tırt. Ama sözel sınavlarım iyiydi. O da düşüktü aslında çünkü aklımda sadece Toprak vardı. Doğru düzgün odaklanamamıştım bile.

“İyi.” Dedim sadece. “Peki ne işin var-” sorumunun devamını getiremeden, çalan müziği susturacak kadar bir gürültü koptu ve cam tavandan aşağıya düşen iki bedenle beraber Toprak kolunu bana sarıp kendisine çekti.

Çığlıklar arka arkaya atılırken, karşıya baktım ve cam tavandan dökülen kırıklar etrafa saçıldığını gördüm. Çığlıkların yerini bu sefer cenaze evi sessizliği aldığında, dans ettiğimiz şarkının yerine, Coldplay ve Beyonce’den, Hymn For The çalmaya başlamıştı. Derin sessizlik içinde sadece bu şarkı vardı.

Ve gözlerim masanın üzerine düşen kişileri gördüğünde, çenem ayaklarımın dibine düşüverdi şaşkınlıktan. Bahri ve Cıvıl.

Siktir!

Cam tavandan o ikisi mi düşmüştü?

Bahri masanın üzerine sırt üstü düşmüşken, üzerinde ise Cıvıl vardı. Cıvıl’ı kollarıyla öyle sarıp sarmalamıştı ki, altta canının çıktığını suratından görebiliyordum.

Toprak’ta onları fark ettiğinde, “Bahri?” deyiverdi.

“Cıvıl?” dedim bende.

Toprak ile beraber onlara doğru koştuk.

İlk bizi Cıvıl fark etti. Yüzünün önüne gelen saçlarını arkaya atıp, “bize de sürpriz oldu.” dedi. Bir de gülümseyip yüzümüze baktı.

Bahri sızlandı. “Yapacağınız cam tavana sokayım.” Dedi.

“Lan oğlum deli misiniz siz?” dedi Toprak hâlâ şaşkınken. Cıvıl’ın kolundan tutup Bahri’nin üzerinden indirmeye çalıştım. Cıvıl’ın hemen bedenini incelemeye başladım bir şey olmuş mu diye. Ama sadece kahkaha atmamak için kızaran suratı vardı.

Bahri kolunu bel boşluğuna yaslarken, yüzünü acıyla buruşturmuştu. Arka arkaya ise şaheser yaratacak küfürler savuruyordu müdüre.

Ve sonra bir çığlık daha. Ceyda. “Sizi aptallar!” tüm herkes korkudan geri çekilmişti. Kabak gibi ortadaydık. Ceyda bir daha bağırdı. “Mahvettiniz!” Baloyu o düzenlemişti, sinirlenmesi normaldi.

İçeriye o anda kapıda duvar gibi dikilen izbandut abiler girdi. İkisi de olduğu gibi bizim tarafa baktı. “Sizi hergeleler.” Dediler. Şimdi boku yemiştik! İkisi de bu tarafa doğru seğirtmeye başladığında arkalarında birileri daha belirdi. Tanıdık yüzler ikinci bir şok dalgasını üzerime atmıştı. Okan ve Zelem. Zelem mi? Onun ne işi var burada?

“Okan?” diye soran Duygu’nun sesini duydum o anda.

Fakat dikkatim şu anda, Okan ve Zelem’in ellerinde tuttukları büyük çöp kutularındaydı. İkisi de aynı anda güvenlikçilerin başına geçirdi. Ve sonra götlerine tekmeleri geçirdiğinde güvenlikçiler yüz üstü düştü. Çok iyiydi!

Geriye doğru çekilen kalabalık bir adım ileri gelip gülmeye başladı.

Toprak bana döndü. “Kaçalım!” dedi. Başımı hızla salladım. Elini uzattı. Hiç beklemeden elini tuttum.

Bahri çoktan ayaklanmıştı.

Cıvıl ile o da el ele tutuştu. Karşıya baktım. Okan ve Zelem’de el ele tutuştular. Okan bize doğru gelmeden önce masadan bir bira şişesi kaptı. “Koşun!” diye bağırdı bize. Ve içimdeki o kahkahayı bastıramadım.

Güvenlikçiler başlarındaki çöp kutusunu çıkarıp öfke ile kenara fırlattıklarında, burunlarından soluduğunu gördüm. Bize doğru gelmeye başladıklarında kalabalık bir anda ortaya doğru gelip o ikisini aralarına aldılar. Daha da öfkelenen güvenlikçiler önlerine çıkan öğrencileri geçmekte epey zorlanıyorlardı.

Ve o sırada kızın önüne diz çöken bir erkeğin, “benimle evlenir misin?” sorusunu duyduk. Baloda evlenme teklifi geliyor demiştim.

Toprak’ın elini bırakmadan çıkışa doğru koşarken, birkaç saniye duraksadı. Niye durduğuna bakmak için başımı yan çevirdim. Askılığa astığım şalımı ve çantamı alıyordu. Ve onları alır almaz elimden yeniden tuttu. Yerim seni ben.

Sağıma Okan ve Zelem geçtiğinde, bu durumdan zevk aldığını gösteren kahkahalarını ve çığlıklarını duyabiliyordum. Bahri ise acıyla inleyip küfür ediyordu. Cıvıl ise onun tam tersiydi. Ama kulaklarım batıyordu heyecandan. Ya da kalbimin sesi işleri zorlaştırıyordu.

Ama ayaklarım acımaya başladığında yavaşlayan bendim.

“Koşamıyorum.” Dedim Toprak’a doğru dönerek. Topuklular ayağımı acıtmaya başlamıştı hem de iyi koşmamı engelliyordu. Hemen eğilip ayakkabımın antlarını çözmeye başladım, fakat onda Toprak’ın da eğilip diğer ayakkabımın bandını açmaya başladığını gördüğümde, yüreğim boğazımda atmaya başladı. Bunlar yaşanıyordu değil mi? Rüya falan değildi?

Ayakkabılarımı çıkardım zor bela, fakat Toprak bana fırsat vermeden ikisini de kendisi aldı. Hemen elimi yeniden tutup salondan çıkmak için son gücümüzle koştuk.

Güvenlikçilerin sesleri kulağımıza geldi. Kendileri kalabalığın arasından kurtarmış olmalıydılar. Ama sorun değildi. Çünkü bizi asla yakalayamazdılar.

Elimden Toprak tutuyordu, yanımda arkadaşlarım vardı ve ayaklarım çıplak bir şekilde sokağın aşağısına doğru tüm dünyayı saracak kahkahalarımız ile koşuyorduk.

Omuzumun üzerinden geriye baktım. Güvenlikçiler epey gerideydi. Hatta yorulmuşlardı bile.

Ve durmadık koştuk. Koştukça gülüşlerimiz birbirine karıştı.

Sokağın başındaki sokak lambaları şahit oldu. Bugün epey yıldızlarla dolu olan gökyüzü şahit oldu. Ve bu gece yaşanan her şeye altımız şahitlik ettik.

“Geliyorlar mı?” diye sordu Cıvıl.

“Atlattık sanırım onları.” Dedi Okan’da.

Soluk soluğa kalmıştık. Okuldan epey uzaklaşmış ve arkamızdan küfür ede ede koşan güvenlikçileri geride bırakmıştık.

Ne kadar koştuğumuzu bilmiyorum ama boş bir sokakta durduğumuz da hepimiz nefesi götümüzden alıyorduk. Sağımda Okan ve Zelem, solumda Bahri ve Cıvıl geçtiğini daire oluşturmuştuk.

Hepimiz ellerimizi karınlarımıza yaslayıp birbirimize bakarak kahkaha attık. Ama kimse kimsenin elini bırakmamıştı. Toprak hâlâ elimi tutuyordu.

Okan bira şişesini havaya kaldırdı. “O zaman bu gecenin şerefine.” Deyip Zelem’e baktı. Hayırdır? Bir şeyler olmuş gibiydi. Çünkü ikisinin bakışları da ışık ışıldı.

Okan, bira şişesinin ağzını açıp geri Zelem’in elinden tuttu. Kafasına dikti birayı. Şişeyi dudaklarından çekip elinin tersi ile sildi ağzını. Sonra şişeyi Zelem’e uzattı. Kafasına dikti Zelem hiç beklemeden, sonra Cıvıl’a uzattı. Cıvıl kahkaha atıp içti. Canı hâlâ yanan Bahri’ye uzattı. Bahri bir yudum içip Toprak’a uzattı. Bir elinde ayakkabılarım, çantam ve şalım varken, diğer elinde ise benim elim vardı. Usulca elimi bıraktı ve bir yudum aldı şişeden. Ve sonra şişeyi bana uzattı Toprak, gülerek. Şişeyi elinden alıp dudaklarıma yasladım. Ve o yeniden elimden tuttu.

Bira boğazımı yakarken yüzümü buruşturup kahkaha attım. Yakmasını umursamadan bir yudum daha aldım. Bir nevi hepimiz birbirimizle öpüşmüş sayılırdık. Bu aklıma gelince gülüşüm şiddetlendi.

Ama onlar sorgulamadı ve benimle birlikte kahkaha attılar.

Mükemmel bir gerçekliğin ortasındaydık. Gerçeklik acıtmıyordu. Rüya değildi. İyi ki de değildi.

“Kalçamı kırmış olabilirim.” Dedi Bahri gülüşünün arasından. Hem gülüyor hem de acıyla inliyordu. Diğer eli de götünün üstündeydi.

“Bir bakayım.” Dediğinde Cıvıl, Bahri’nin pantolondan tuttu. Bahri hemen iki elle pantolonuna yapışıp, “olmaz daha erken bakmak için.” Dedi. Panikle söylemesi ve kurduğu cümle bize kahkaha attırmıştı.

O sırada bira şişesini Zelem almış, Okan ile beraber içiyordu sırayla.

“Bir doktora gidelim o zaman.” dediğinde Cıvıl gülmemek için üst dudağını ısırıyordu.

“Yeminle götümden olacağım.” Dedi Bahri gözlerini sıkıca yumarken.

“Biz sizinle gelemeyeceğiz.” Dediğinde Okan, niye? Der gibi baktık yüzüne. “Yani bir yere gitmemiz lazım.” Dedi ve alık alık baktı.

Gözlerimi kıstım şüpheyle. Zelem’in nefesleri hızlıydı. Ve Okan’a bakarak tebessüm ediyordu.

Okan, Zelem’in elini sıkıca tutup, gözlerinin içi gülerek, Zelem’ döndü. “Çiçeğimi ablalarımla tanıştırmaya götüreceğim.” Sonra elinin üstünü öptü. “Uzun süredir bu anı bekliyorlardı.”

Zelem utanarak, “biraz fazla bekletmiş olabilirim onları.” Dedi.

WTF?!

Hepimizin tepkisi aynıydı. Ne? Nasıl? Ne oluyor bu lanet yerde?

Zelem, tutuştukları ellerini ortalarında havaya kaldırıp, “biz çıkıyoruz.” Dedi.

Bir elim hızla dudaklarıma yaslandı şaşkınlıkla. Ben Okan’ı daha yeni eve göndermiştim. Ne ara konuşup çıktılar bunlar?

“Yalan ise alayınızı bellerim.” Dedi Bahri ve dişlerini sıktırdı acıyla. “Ah götüm.” Dedi.

“Tebrik ederim kardeşim.” Dedi Toprak ve Okan ile el sıkışıp kafalarını tokuşturdu.

Ama ben şoktaydım. Çünkü Zelem biraz istemiyor gibiydi. Fakat gerçek olduğunu o kadar iyi hissediyordum ki, kalbim onlar için deli gibi atmaya başlamıştı.

“Baş nedime benim o zaman.” dedi Cıvıl bir anda. Elini de havaya kaldırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu.

Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Kabul edemezdim çünkü ben hâlâ şoktaydım. “O zaman bende nikah şahidinim.” Dedim.

“Ben de yüzük taşıcısıyım o zaman.” dedi Bahri’de. Hem acı çekiyor hem de lafta geri kalmıyordu.

İstemsizce elimi tutmaya devam eden Toprak’a döndüm. Onun da bir şey olmak için bir şeyler söylemesini bekledim ama içten bir tebessüm ile Okan’a bakıyordu. Bakışların da arkadaşı için en güzel şeyleri dilediğine dair izler vardı. Sessiz kaldı.

Cıvıl’ın telefonu konuşmalarımızı böldüğünde, “annem arıyor!” dedi korkuyla. “Haber uçtu demek.” Dedi Zelem’de. Telefon sustuğunda, “neredesin Cıvıl? Söyle gelip alacağım seni.” Diye yazan mesajını okuduğunda Cıvıl, “annem ağzıma sıçacak.” Deyiverdi.

Bahri’ye döndü. “Sen anneme görünme. Yoksa seni öldürür!” dedi Cıvıl.

“Evet radarına girmiş bulunmaktayım.” Sonra bize baktı Bahri. “Kızının penceresine birkaç defa tırmanıp yiyecek verdiğimi görünce, ağzıma sıçtı tabiri caizse.” Diye açıkladı.

Cıvıl güldü zorda olsa. Sonra bize bakıp, “Annem ile tek kalamam. Biriniz benimle gelecek.” Dedi.

Birbirimize bakış attık. Okan ve Zelem hiç vakit kaybetmeden tutuştukları ellerini yukarı kaldırıp, tanışmaya gideceklerini hatırlattılar.

“Toprak’ta beni hastaneye götürsün.” Dedi Bahri.

Omuzlarımı silkip, “Geriye ben kaldım. Seninle gelirim.” Dediğimde, Cıvıl derin bir nefes alıp verdi rahatlamış gibi. Hızla annesine yerimizi söyledi. Çok geçmeden, Okan ve Zelem’de yanlarına bira şişesini alıp uzaklaşmışlardı. Zelem şimdiden çok heyecanlıydı. Özellikle Okan. Sonunda birlikte olmalarına sevinmiştim.

Toprak’ın taşıdığı ayakkabılarımı, şalımı ve çantamı alıp, Cıvıl ile beraber sokak lambasının altındaki kaldırımın ucuna oturmuştuk. Bahri ve Toprak’ta ayakta dikilip birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Ellerimi çenemin altına yaslamış sadece onu izlemeyi tercih etmiştim. Ellerini sanki hâlâ belimde, avucumun içinde hissediyordum.

Bahri elini götünün üzerinden çekmeden bize dönüp, “Oha ya. Resmen cam tavanın anasını ağlattık.” Dedi ne yaptığının şimdi farkına varmış gibi. Gecenin içinde gülüşlerimiz yeniden birbirine karıştı.

“Bir daha olsa bir daha yapardım.” Dedi Cıvıl. “Annemin kızması umurumda değil.” Tedirgin olduğunu vücut dilinden anlıyordum. Tırnaklarını kemiriyor, ayaklarını durmadan sallıyordu. Fakat pişman olmadığını da görebiliyordum.

“Bugün baya güzeldi.” Dediğinde Toprak başımı ona kaldırdım. Gözlerinin içi resmen parlıyordu sokak lambasının altında. “Bence de.” Dediğimde gözlerimiz buluştu, dudaklarımız da minik bir tebessüm yer edinirken.

“Oha anasını ya.” Dedi Bahri yeniden. Şaşkınlık yeni yeni yer ediniyordu onda.

“Oğlum ne işiniz vardı sizin orada?” diye sordu Toprak. Evet gerçekten, ne işleri vardı?

Cıvıl kıkırdadı.

“Giriş bulmak istedik. Sonra anasının şeyiyle karşılaştık.” Dedi Bahri ve yeniden inledi. Kalçası gerçekten çok acıyordu.

“Ya bir şey olsaydı size.” Dedim Cıvıl’a dönerken. Cıvıl umursamayıp omuzlarını silkeledi. “Ama eğlendik de.” Dedi. Evet orası doğruydu. Ama hemen ciddileşip, parmak salladım, “ya bir şey olsaydı?” dedim yeniden.

“Oldu ki.” Dedi Bahri. “Kalçam yok artık!”

İstemeden güldürdü beni.

Cıvıl’ın kucağında tuttuğu telefonuna bildirim geldiğinde, mesaj kutusunu açıp sesli okudu. “Annem birazdan burada olur.” Bahri’ye döndü. “Sen saklan istersen Bahri.” Dedi.

“Tamam. Biz şu çalıların arkasına saklanırız.” Dediğinde Bahri, yaşlı dedeler gibi iki büklüm olup Toprak’ın koluna girdi. Toprak, Bahri’nin bu haline sesli bir şekilde gülmemek için üst dudağını ısırıyordu.

İkisi de arkamızda kalan çalıların olduğu yere geçerken Toprak bana döndü. “İyi geceler Kar Tanesi.” Dedi belli belirsiz gülerken. Yutkundum midem kasılırken. “İyi geceler.” Deyiverdim kısık sesle.

Onlar oraya saklanırken, araba beş dakika içinde sokağın başında belirmiş, tam önümüzde durmuştu. İdil Hanım, penceresini yarıya kadar indirip, “başın çok büyük belada Cıvıl!” dedi gözleri öfke ile fışkırırken. Okul hemen haber uçurmuştu. Şimdiden Allah sabır versin Cıvıl’a.

Cıvıl arka kapıyı açıp girerken, bende son kez çalının arkasına saklanan o iki şebeğe bakmak istedim. Omuzumun üzerinden geriye döndüm. Toprak ile göz göze geldim ve çok durmadan önüme döndüm ama içimdeki bir daha bak baskına engel olamadım ve yüzümde geniş bir tebessümle dönüp bir daha baktım. O da gülüyordu. Gözlerim hep yüzünde kalsın istiyordum.

Çekine çekine elimi kaldırıp sallamaya başladığımda, sırıtması uzun sürmedi. O da el kaldırıp bana salladı. Ve bu geceki mükemmel gerçeklik son buldu.

İdil Hanım, Cıvıl’ı öyle bir azarlamıştı ki, beni sonradan fark edip susuyordu ama yeniden başlıyordu. Okul, ne kadar detay var ise hepsini anlatıvermişti. Tabii ki tüm masrafları velileri ödeyecekti.

İdil Hanım hızını alamayıp bu sefer, Bahri’ye de saydırıp durmuştu güzel bir üslupla. Fakat Bahri’nin adı yerine milyon tane isim söylemiş, gerçek ismini hatırlamamıştı bile. En çok kullandığı isim ise pencerene tırmanan sosyopat çocuk idi. Onunla görüşmesini yasaklamıştı.

Cıvıl bana yavru köpek gibi bakınca içim çok acımıştı. Ama İdil Hanım'ın karşısında bir şey diyememiştim. Çünkü arada lafı da bana sokmuştu. Bir saat geçen yolculukta götümden terler aktırmıştı. Yeminle balodan kaçarken bu kadar terlememiştim.

Sonunda evimizin önünde durduğunda, Cıvıl’a katlanabilmesi için dua, kendim içinde şükür etmiştim. Annene selam söyle, diyen İdil Hanım'a başım ile onaylayıp Cıvıl’a da sarılarak arabadan inmiştim.

Onlar uzaklaşırken, giydiğim ayakkabılarımı çıkarıp elime aldım. Ve bir mayhoş ifade etrafımı sarmalarken, şapşik bir gülüşle topuklarımın üzerinde dönüp eve yürümeye başladım.

Saatlerce dans edip şarkı söylemek istiyordum. Baloda dans etmiştim sevdiğim çocukla, arkadaşlarım cam tavandan aşağı düşmüş, diğerleri güvenlikçileri bir çocuk gibi yere devirmişti. Sonra oradan kahkahalarla uzaklaşmıştık. Yılkan bir anı daha vermişti bizlere. İlerde toplanıp birbirimize anlatacağımız güzel anılardan biri daha olacaktı.

Eve sırıta sırıta girerken, merdivenlerden inen annem ile göz göze geldim.

“Kar Tanem?” dedi heyecanla. Hemen koluma yapıştı. “Nasıl geçti balo?”

Derin nefes aldım. “Mükemmeldi anne.” Dedim. Elimdeki ayakkabılarımı kapının yanına bıraktım.

“Yaa.” Dedi annem. Sonra kaşlarını çattı. “Ama buradan giderken öyle gözükmüyordun?”

Mutfağa yöneldim. “Babamlar uyudu mu?” diye sordum. Çünkü babam balodan beni alacaktı. Onu nasıl unuturum!

Çantamı, şalımı tezgaha koyup bir bardak alıp musluğun altına tuttum. Ağzım dilim hep kurumuştu heyecandan.

Annem de arkamdan gelip, “baban gelip alacaktı ama izin vermedim. Sonra da seni bekledik, baban dayanamadı uyudu.” Dedi annem kolunu tezgaha yaslayıp yüzüme bakarken. Kolumu dürtükledi. “Ee anlat, nasıl geçti?”

Rahat bir nefes vermemek için kendimi tuttum.

“Saat kaç anne?” diye sordum. Kalbim hâlâ boğazımda atıyordu. Dizlerimin titremesi bile geçmemişti.

“On iki buçuk.” Dedi.

Anladım der gibi başımı salladım ve heyecanla beni bekleyen annemi daha fazla bekletmeden, “Toprak ile dans ettim anne.” Dedim gözlerim yuvalarından fırlarcasına.

Annem vay be der gibi dudaklarını büzüp başını salladı. “Peki o kız?” diye sordu.

“O kız, ağlayarak getirmiş onu baloya. Toprak’ta kıramamış.” Dedim.

“Bak sen cadıya.” Dedi annem de. Sonra gülümseyip parmağıyla saçlarımı sırtıma attı hafifçe. “Ama senin gecen güzel geçmiş, önemli olan o. Hem de her şeye inanamamak lazım, sonra çok üzülüyorsun.”

Annem haklıydı. Balo günü gelene kadar sadece o ikisinin çıktığını düşünmüştüm. İnanmak istemedi elbette bir tarafım ama yine de engel olamamıştım kendime.

“İyi o zaman sevindim. Vallah’a o çocukla gittin diye baya üzülmüştüm, çünkü biliyorum kimden hoşlandığını.”

“Üzülmene gerek yok anne,” dedim sudan bir yudum alırken. “Görkem arkadaşım sadece.”

“Hı hı.” Dedi annem inanmamış gibi. “Umarım o da seni öyle görüyordur.”

“Ona da ayıp oldu.” aklıma gelince gerçekten üzülmüştüm. Resmen çocuğu yalnız bırakmıştım. Ama anneme asla bu olayları anlatamam gerekiyor. Cam tavandan düştüklerini falan.

Annem yanağımdan öptü. “Hadi git üzerini değiş.” Sonra bana bakıp minik kıkırdadı. “Tabi bu gece heyecandan uyuyabilirsen.”

Asla!

Nasıl uyunabilirdi bu gece?

Annem esnedi. “Açsan bir şeyler ye. Ben gidip uyuyayım.”

“İyi geceler.” Dediğimde, mutfaktan çıkmak üzereydi fakat, “Kar Tanem?” dediğinde durdu.

“Hı?” dedim ona dönerek.

“Soracağım dedim de hep unuttum. Geçen deden ile nereye gittiniz?” diye sordu.

Aklıma gelince gülmeden edemedim. Toprak’ın evine gitmiştik bilmeden de olsa. “Dedemin arkadaşının evine.” Dedim, daha fazla detay vermeden.

“Şu Berzah Bey’e mi?” diye sordu. Annem de mi tanıyordu?

Başım ile onayladım.

“Ha,” dedi annem. Sonra dudaklarını üzülmüş gibi ağzının içine yuvarladı. “Keşke haberim olsaydı da hediye gönderirdim ona.”

“Neden ki?” diye sordum.

“Küçükken beni de deden götürürdü oraya. Soğuk bir adamdı ama iyiydi de. Büyüdükçe gitmek istemedim. Güldü. “Yaşlılarla takılmak bana göre değildi. Sıkılıyordum. Fakat son kez uğramak için gidivermiştim. Gelinin cenazesine.”

Gelinin cenazesi mi?

Bir taş oturdu göğsüme istemeden. Omuzlarım gerildi. “Ne gelini?”

“Haberin yok mu?” diye sordu annem. Boğazıma oturan yumruyla, başımı iki yana salladım.

“Onun gelini kanserden vefat etti. O kadar üzüldüm ki, daha çok gençti. Hatta bir oğlu ve bir kızı olduğunu duymuştum ama cenaze de görememiştim.”

Elimi kalbime yasladım. Bir fotoğraf karesi düştü zihnime. Biri oğlum, biri torunum,” durdu ve yutkunduğunu hissettim. “Diğer ise gelinim.” Dedi. Sonra bana baktı. “Ama sadece ikisi yanımda.” Deyip buruk bir gülümseme yayıldı dudaklarının kenarına. Berzah Bey’in söyledikleri yankılandı.

O küçük çocuk Toprak mıydı? O kadın ve o adama sıkıca sarılıp içten bir gülüşle sarılan o çocuk muydu?

Annesi ölmüş müydü?

Yumru büyüdü boğazımda. Gözlerimin içi yanmaya başladı.

Güneş ve Toprak’ın annesi yok muydu?

Gözlerim dolmaya başladı.

“Kanser miydi?” diye sordum zor bela. Annem başını salladı. Çantamın içindeki telefonum çaldı. Bacaklarım titreye titreye çantama ilerledim.

Toprak’ın annesi ölmüş müydü?

Kanser miydi?

Telefonu çantamdan alana kadar zihnimde sorular dönüp durdu. Kalbim kanıyordu sanki!

Toprak’a, Güneş’e sarılmak istiyordum. Gözümden yanağıma doğru bir yaş düştü.

Telefonu çıkardığımda arayanın Zelem olduğunu gördüm. İki kere kaydırışımda zar zor açmıştım.

“Belfü?” dedi hattın diğer ucundaki endişeli sesi.

“Zelem?” deyiverdim.

Derin nefes alıp verdiğini duydum. Okan’ın ablalarıyla tanışmayacak mıydı?

“Korkma ama…” dedi.

“Zelem ne oldu?” diye sordum.

“Hastanedeyiz. Toprak bayılmış ama bir şeyi yok,” gerisini duymadım. Zihnime kazılan üç kelime dizlerimin bağının çözülmesine neden oldu.

Hastanedeyiz. Toprak bayılmış. 1

Telefon elimden düştü.

 

 

Devam Edecek...

 

 

 

Bölüm : 20.03.2025 19:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...