YILDIZLARA GÖÇ
4.BÖLÜM
♪Rolan – Rakılar
♪ Can Ozan-Toprak Yağmura
Sahanın içindeki büyük kutlama devam ederken, İdil Hanım bizi okuldan almaya geldiği için ortamı terk etmek zorunda kalmıştık. Biz dönerken, birçok konfeti patlatıldığını hatta Koç’un büyük bir pastayı kesmeleri için takımın önüne getirdiğini görmüştüm.
Büyük bir yarım kalmışlıkla orayı terk etmiştik. Çünkü İdil Hanım bekletilmekten hoşlanmadığı gibi, Cıvıl’a da iğneleyeceği sözcüklerinden geri kalmayacağını bildiğimizden dediğini hemen yapmıştık. Hatta İdil Hanım annellerimizi arayıp, bizleri alacağını söylediğinden, annem hemen mesaj atmıştı. “İdil Hanım’ı bekletmeden gel hemen!” deyivermişti.
Bu yüzden son kez Toprak’a bakıp spor salonundan çıkmıştık, istediğim bu olmasa da.
Ardından Cıvıl, bu gece onlarda kalmamız için ısrar etse de, kabul etmeyip bisiklete binerek hepimiz evlerimize dağılmıştık oradan . Şimdi ise odam da, Dante’nin getirdiği sıcak süt ve kurabiyeyi yerken, bir taraftan da bugün çektiğim fotoğrafları çıkarmakla meşguldüm.
İlk çıkardığım fotoğrafa baktım. Toprak’ın başını kaldırıp, gözlerini sımsıkı kapatarak güldüğü fotoğrafa… Kalbim resmen, içime doğru akarken, başım omzuma doğru düşmüştü. Hayran olmamak elde değildi bu çocuğa. Bu fotoğraftan sonra bana bakıp gülümsemesi geldiğinde, sanki yeniden o anı yaşamışım gibi yanaklarım kıpkırmızı kesildi. Utanarak fotoğraftan gözlerimi kaçırdım!
Hangi ara bizimkiler beni sahanın ortasına indirmişti, ne zaman gözlerimiz birbirinden ayrılmıştı, hatırlamıyordum bile. Her şey bir anda olup bitmişti. Güzel anılar hep çok kısa sürüyor olmalıydı. Damakta tadını bırakacak kadar hem de.
Çalışma masam, pencerenin önündeyken tüm perdeleri açmış, gökyüzündeki parlayan ay’ın ışığı masama düşerken, bir taraftan da, mini fotoğrafları yapıştırmakla uğraşıyordum.
Kristal ise tam yanımda, başını dizime yaslamış melül melül beni izliyordu. Arada başını okşuyor, öpüyordum.
“He he he!” kurnazca gülerken, çıkardığım fotoğrafı deftere yapıştırmaya başladım. “Yanında da olduğum bir fotoğrafım olacak elbette.” Deyip olduğum yerde sallanıp kıkırdarken, altına bugünün tarihini de yazdım, sinsi sinsi gülerek.
İlk servisi atarken, Okan ve Bahri’nin sırtına atlayıp güldükleri, tüm takımın olduğu fotoğrafları ve birden fazlasını çıkarıp deftere yapıştırmaya başladım. Bahri’nin, Cıvıl’ı kucağına alıp döndürdüğü anı bile çekip çıkarmıştım. İkisinden birine verecektim, saklaması için.
Defterimin, Toprak ve onunla ilgili anılarla doluydu. Evet bir sapık gibi gizlice çektiğim fotoğraflarla doluydu içi, fakat versem asla yabancılık çekmez öyle özenli ve güzel yapmıştım. Kenarları karalanmış, şiirler yazılmış ve sonbaharı andıran gözlerinden biriymiş gibi yaprakları alıp iliştirmiştim, defterin her yerine.
Yazdığım şiirlerin üzerinde parmaklarım gezinirken, fısıldayarak okudum, dudaklarımın kenarında tebessüm yayılırken.
Ben seni seviyorum,
Gizlice,
El- pençe duruyorum,
Söylemeden,
Tek hece…
Özdemir Asaf.
Bazen sadece şiirler de ve şarkılar da derman arardık. Çünkü onlar daha iyi dile getirirdi, söyleyemediğimiz dertleri. Elbet kendimizde bir şiir yazabilirdik bulduğumuz boş kağıtlara fakat söylemek istemediğin yükün o kadar ağır olurdu ki, kelimelere dökülemezdi. Elin gitmezdi, onu yazmaya. Bu yüzden tüm şairler benim gözümde cesurdu. Kim kalbini acıtan şeylerle baş edebilirdi ki?
Aşk basit bir konu gibi görünürdü. Tabii ki yaşamayana.
Ama bunca şarkı ve şiir boş yere yazılmazdı değil mi? Aşk vardı, kimisi şanslıydı aşık olabildiği için, hissedebildiği için ve gerçekten sevecek birini bulduğu için.
Gözlerim bu sefer diğer şiire kaydı.
Aklımdan çıkmıyor, aklım çıkıyor. O çıkmıyor.
Oğuz Atay.
Bu sefer ki şiiri, sesli bir şekilde okudum.
Sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor.
Özdemir Asaf.
Parmaklarım şiirin sonunda duraksadı.
Kopmaması elde değildi. Ben korkak bir kadındım. Cesaretim yoktu, tüm şeylere ilk adım atmakta. Bir gün onu başkasıyla görmek bu denli yüreğimi ağrıtıyorsa, gerçeği herhalde öldürürdü. Derin bir iç çekip, başımı iki yana doğru salladım, bu korkunç düşünceyi silmek istercesine.
Kapı çaldığında, omuzumun üzerinden geriye doğru baktım, düşüncelerimden tamamen beni çıkarırken. Kapı açıldığında, Dante’yi gördüm. Gülümseyip, “gel içeri Dante.” Dedim, elimle içeriye çağırırken.
“Teşekkür ederim Belfü Hanım fakat beni bekleyen işler var.” Deyip gülümsedi. “Bir şey mi oldu Dante?” diye sorduğumda, “arkadaşınız Zelem Hanım geldi, sizi bekliyor aşağıda.” Dedi.
“Zelem mi?” diye sordum anlamayarak. Başı ile onaylayıp küçük bir reverans yapıp çıktı Dante, başka bir şey söylemeden. “Allah Allah!” dedim kendime kendime önüme dönerken. Haber vermeden gelmeyeceğini biliyordum.
Masadan kalkıp, yatağın üzerindeki telefonumu aldım ve ekranda Zelem’in birkaç defa aradığını hatta mesaj attığını gördüm. Mesajlarını ve aramalarını görmediğim için eve gelmişti. Ve haber verdiğini öğrenmiş oldum. Umarım beni hırpalamazdı çünkü Zelem şu anda öfkeden kuduruyordur.
Onu çok bekletmemek için odamdan çıkıp merdivenin başına geldiğimde eğilip, kapının önünde, arkadaşımı gördüm olduğu yerde hareket ederken. Sıkıldığını belli eden havayla dolduruyordu, yanaklarının içini.
“Zelem?” dediğimde, sağa sola doğru hareket ettirdiği bedenini durdurmuş, “niye telefonların hep sessizde?” diye sordu hemen azarlayarak. “Anne sen misin? Zelem’e ne yaptın?” diye sordum gülmeme engel olamadan.
Bir annem, bir de Zelem çok şikayet ederdi, telefonumu hep sessizde kullandığım için.
“Geç dalganı!” dedi gözlerini devirirken. Basamakları inip tam önünde durduğumda, “niye burada bekliyorsun, odama gelsene.” Dediğimde, elini hayır anlamda sallayıp, “yok. Hatta sende odana gitmiyorsun beraber eğlenmeye gidiyoruz.”
“Anlamadım?” diye sordum kaşlarım çatılırken.
“Bakayım şu üzerine.” Deyip beni süzmeye başladı. Ayak ucumdan başlayıp tam yüzümde gözlerini durduğunda, sırıtarak, “ bence gayet iyisin. Üzerine bir kaban alsan yeterli.” Dedi.
“Zelem, niye gidiyoruz?” diye sordum yeniden. Zelem ise çoktan hazırlanmıştı. “Ya kızım, bugün içimde kaldı eğlence.” Deyip başını sıkıntıyla geriye attı. “Biraz kız kıza bir şeyler yapalım.”
Gözlerim kısıldı şüphe ile. “Sen eğlenmek mi istiyorsun?” diye sordum. Güldüm. “Vallah’a rüyamda görsem inanmam. Bence sen annemsin.” Yüzüne doğru el sallamaya başladım. “Anne, çık arkadaşımın içinden.” Dedim hâlâ gülerken. Zelem’de gözlerini devirip, dudaklarını üst üste bastırdı gülmemek için.
“Belfü?” diyen annemin sesini duyduğumda, yan tarafıma döndüm. Elinde kurabiye ve sütle mutfaktan çıkıyordu. “Gerçekten şu anda onu yiyemem İpek Hanım.” Dedi Zelem isteksizce. “Ama olmaz, bir iki bir şey yiyip içmezsen kırılırım.” Dedi annem de adımlarını bize doğru atarak.
“Ben sadece Belfü’yü alıp çıkayım bence.” Dediğinde Zelem, iki eliyle de koluma sarıldı. “Arkadaşın çok inatçı Belfü. Ne yukarı çıkmak istedi, ne de bu getirdiklerimi yemek!” dedi annem, kaşlarını havaya kaldırarak.
Zelem’in huyunu kabullenmiş gibi derin bir nefes alıp vererek, “bir süre sonra alışıyorsun ama.” Dedim burnumdan gülüp Zelem’e bakıp. “Telefonun yanında mı?” diye sordu Zelem. Elimde tuttuğum telefonu kaldırıp gösterdim. “He iyi bari. Bir daha yukarı çıkmana gerek yok. Hadi gidelim de eğlenelim bari.” Dediğinde, “o zaman Belfü’yü sizden kaçırıyorum İpek Hanım.” Dedi Zelem bu sefer anneme bakarak.
Annem, elindekilerine bakıp yanaklarını havayla doldurup serbest bıraktı. “Bir şey yemedin ama olsun.” Bize baktı ardından. “Sakın çok geç kalmayın olur mu?” diye sorduğunda, başımızla onaylayıp gülümsedik. Annem elindekilerle salona doğru giderken, Zelem’in karşısına geçip, “Nereye gideceğiz?” diye sordum. “Şu an ev halindeyim. Üstüm başım iyi değil.” dedim kendime bakarak.
Üzerimde çok kalın olmasa da, birkaç rengin bulunduğu kazak ve bileklerimde biten bol bir pantolon vardı.
“Ya kızım güzel olmasan derim yani. İyisin şu anda.” Başı ile kapıyı işaret edip, “gidelim hadi.”
“Ee nereye gideceğiz?” diye sordum askılıktaki kabanı alıp giyinmeye başlarken. “Hep gittiğimiz şu küçük bar var ya oraya. Hatta bugün canlı müzik varmış orada.” Dedi. “Hmm.” Dedim düşünürken. Kabanı giyindikten sonra, siyah küçük, askısı biraz uzun olan çantamı da bir omuzumdan geçirip, önüme getirdim. Ardından askılıktan yeşil atkıyı alıp boynumun etrafına doladım.
Zelem kapıyı açıp çıkarken, peşinden bende çıkıp kapıyı arkamdan örttüm. “Bari dedemi öpseydim?” dedim, önünü bana doğru dönen Zelem’e bakıp omuzlarım düşerken.
“Yatıya kalmayacağız, merak etme.” Dudaklarını büzüp, “sadece birkaç saatçik takılacağız.” Dedi. Bisikletine binerken, bende evin duvarına yaslı duran bisikletimi alıp üzerine binmeye başladım.
Gideceğimiz yer, genellikle gençlerin takıldığı fazla alkollü içeceklerin olmadığı eğlence mekanıydı. Bar diyordu herkes fakat kötü şeylerin olduğu barlar gibi değildi. Bu yüzden sınav zamanı ya da kafa dağıtmak için gittiğimiz küçük yerlerden biriydi kendisi.
Benden birazcık önde giden Zelem’e yetişmek için pedallara biraz daha yüklenip bisikletleri aynı hizaya getirerek yüzünü incelemeye başladım. Acelesi var gibiydi ve de biraz canı sıkkın gibi görünüyordu.
“Zelem?” dediğimde, “hı?” diyerek bana baktı.
Birazcık çekinerek, “iyi misin?” diye sordum. Dudaklarını içe gömüp, başını salladı tebessüm ederek.
Zelem kolay kolay eğlenmek için bir yerlere gitmek isteyen biri değildi, fakat canı bir yerde sıkıldığında, o yerden uzaklaşmak için karakteri dışında davranırdı. Ve bu durumu ailesine bağlıyordum. Anne ve babasına.
Zelem çok bahsetmezdi ama sohbet arasında sıkıştırdığı kelimeler bunu açığa çıkarıyordu. Hep kavga ettiklerini, ama annesinin boşanmak gibi bir niyetinin olmadığını biliyordum. Tek sebep, annesinin babasın deli gibi sevdiğiydi!
Bazen sevgiler yaralayabiliyordu! İstemesek de!
Derin bir iç çekip bileğinin biraz üste çıkan montunun altından görünen boş bileğine baktım. Dün Okan’ın verdiği, kendi eliyle taktığı bileklik yoktu, bu sabahki maçta da takmamıştı. Geri çıkarmıştı.
“Biz yakın arkadaşız değil mi Zelem?” diye sordum bileğinden gözlerimi çekip, yüzüne bakarken. Aynı hızla bakışları bana dönerken, kaşları çatılmıştı. “Bu ne demek şimdi?” diye sordu, bisikleti yavaşlarken. Bende yavaşlattım hemen.
“Hani ne olursa olsun, canımız neye sıkılırsa sıkılsın birbirimize anlatacaktık?” dediğimde yutkundum. Zelem’in benden bir şey saklamasını istemiyordum. Onun canını sıkan şey benimde canımı sıkardı. Kan bağı gerekmezdi buna, can bağı vardı ikimizin arasında. Hatta diğerleriyle de!
Gözlerini karşıya dikti. Yutkunduğunu gördüm. “Yine kavga!” dedi. İç çekti. “Kavgalarını daha fazla duymak istemiyorum.” deyip gözlerini çok kısa açıp kapadı. Ağlamıyordu fakat sesi titremek üzereydi. “Onların ki artık sevgi değil, hastalık. Annemin, babama duyduğu hastalık bu.” Bana baktı, dolan gözlerle.
İlk defa benimle net konuşuyordu. Benim mavilerime diktiği kahveleri, ilk defa bu kadar dalgalanırken görüyordum. Öfke vardı, acı vardı ama en çok da hüzün vardı.
“Defalarca aldattı annemi, yakalamama rağmen, benim görmeme rağmen vazgeçmedi, umursamadı.” Dişlerini sıktı, öfkesi baş gösterirken. Gözlerini tekrar karşıya çevirdi, alay ve öfke ile karışık burnundan gülerken.
Babası, annesini aldatmış mıydı?
Duyduğum cümlelerle boğazım düğümlendi.
“Ama annem napıyor, babamı bırakmamak için durmadan kavga ediyor, yanında bu şekilde tutacağını düşünüyor.” Başını iki yana doğru salladı. “Ne aptalca!”
Kalbim sızladı. Ne diyeceğimi bilemedim. Nasıl teselli edilirdi, nasıl kelimeler kullanılırdı bu duruma karşı bilemiyordum. Tek yapabildiğim dolan gözlerle arkadaşımı izlemek olmuştu.
Direksiyondan bir elini çekip benim görmemi istemiyor gibi başını iyice diğer tarafa çevirip yanaklarını sildi. Ardından bana bakıp, gülümsedi zorda olsa. “Sen benim yakın arkadaşımsın Belfü. Sadece anlatacak kadar güçlü olmadığımı düşünüyordum!” dediğinde, direkt bisikleti durdurup indim üzerinden. O da durduğunda, kollarımı arkadaşımın boynunun etrafına sardım, hiç beklemeden. Zelem hâlâ bisikletin üzerindeydi.
Yüreğim bir mum alevi gibi dalgalanıyordu göğüs kafesimin içinde. Daha sıkı sardım kollarımı, daha çok içime bastırmak istedim. “Özür dilerim.” Dedim gözlerimi de kapatırken. Anlatması için zorlamış gibi olmuştum. “Acını kendi kalbimde de paylaşmak isterdim, yükünü daha fazla hafifletmek için.” Dedim sesim düşerken. Zelem’de daha sıkı sarıldı bana. Sesimin titrememesi için kendime engel olmaya çalıştım. “Ama hep yanındayım canım arkadaşım!” dedim mırıldanarak.
“Biliyorum.” Dedi o da benim gibi mırıldanarak.
Düğümlenen boğazım yandı, yutkunamadım.
Geri çekilip yanaklarından öptüm. Gülümsemeye çalışarak, “o zaman dünyanın sonuna kadar benimle eğlenmeye var mısın canım arkadaşım?” diye sordum, küçük kahkaha atarken. Fakat kahkahamda bile binlerce gözyaşı birikmişti.
Zelem’de benim gibi gülüp burnunu çekti. “Evlenme teklifi gibi oldu ama olsun, hoşuma gitti.” Şimdi gözlerindeki hüzün geri çekilmiş, yerini büyük bir mutluluk almıştı. “Yakanı bırakacağımı düşünmüyordun değil mi?” diye sordu gözlerini kısarak.
Bir kere daha sarılıp, yere attığım bisikletimin üzerine geri bindim. Şimdi eski Zelem geri gelmiş, güle güle gideceğimiz yerin yolunu tutmuştuk. Fakat söyledikleri, kalbimde bu kadar derin oyuklar açmışsa, Zelem’i ne hale sokmuştur, bilmiyordum. Tahmin etmesi zordu. Ailesi ile ilgili düşünceler dağılmış gözüküyordu fakat orada olduklarını biliyordum!
“Diğerlerini de çağırdım, Cıvıl ve Togan’ı.” Dedi Zelem, tam karşımızda duran mekana birkaç metre kalmışken. “Ama gelmek istemediler. Cıvıl’ın karnı ağrıyormuş, Togan ise annesiyle bir şeyler yapacakmış.” Dediğinde, başım ile onayladım, bisikletleri barın önünde durdururken.
Yanıp sönen ışıklı, renkli tabela yüzünden aydınlık yoldan hiç eksilmiyordu. Bizden büyük ve yaşıtlarımız olduğunu tahmin ettiğim ikili gruplar barın önünde birbirleriyle sohbet ediyor, bir şeyler içiyordu. İçerde çalınan müzik ise dışardan bile duyuluyordu. Mekanların sevdiğim bir diğer özelliği ise çaldıkları müzikleri oluyordu. Özellikle durup dururken, overthink krizlerine sokarken, daha güzel oluyordu. Sonra ise, kendine geldiğinde ben neredeyim? Falan oluyorsun. İçki içmeden kafa bulma yöntemiydi.
Bisikletleri barın önüne park ettikten sonra, içeriye doğru açılan kapıyı Zelem ittirerek girdi, bende hemen arkasındaydım. Kahverenginin açık tonlarındaki masalar gençlerle dolmuştu. Bilgisayarda ders çalışanlar, sohbet edenler ve sevgilisi ile bir şeyler içenler vardı.
Tam karşı da ise içecekler ile dolu olan şişelerin dizildiği bar kısmı vardı. Bar bankosunun arkasında ise tüm genç kızların ona hayran olduğunu ve birçoğunun da onun için geldiğini bildiğim Mete abi vardı. Yani bizim deyimimizle Metoş abi. İki kolu, boynu dövmelerle kaplıyken ve iki defa bakılacak kadar gösterişli kaslarına rağmen, bu lakap ona uymasa da, o da, bizde böyle söylemeyi seviyorduk.
İçecekleri hazırlayan Metoş abinin yanına giderken, kafasını kaldırıp gülümsedi. “Hoş geldiniz hanımlar.” Deyip göz kırptı. “Merhaba Metoş abi.” Dedik Zelem ile aynı anda. “Uzun süredir gelmiyorsunuz, küs müyüz yoksa?” deyip güldü. “Dersler Metoş abi. Başımızı kaldıramıyoruz ki.” Diyen Zelem sandalyelerden birine oturduğunda, bende yanına geçip oturdum.
“Sınavlar başladı mı, her gün burada olacağımıza emin olabilirsin.” Deyip güldüm. Metoş abi de gülüp, gelen müşterinin içeceğini verdi. Sol omzuna astığı beyaz bezi alıp yıkanmış bardakları kurulamaya başladı. “Okulda güzel hocalar var mı?” diye sorduğunda, Zelem ile birbirimize bakıp güldük. “Seni de bir baş göz edemedik Metoş abi ya.” Dedi Zelem gülümserken. Başımı iki yana doğru sallayıp, “sana göre uygun bir kız bulmak kolay değil Metoş abi.” Dedim bende.
Metoş abi kafa dengi bir adamdı. Yaşı otuzlarında olabilirdi fakat küçükle de büyükle de nasıl konuşacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden çok seviyorduk onu.
“Annem soruyor, ne zaman evleneceğimi. Yoksa bana göre bekarlık sultan.” Dediğinde, elindeki bezi Zelem ile benim kafama hafiften çarptı sırıtarak. “O zaman Metoş abiniz size içecek hazırlasın.” Deyip arkasını döndü. Bende gülümseyip Zelem’ e döndüm, kollarımı masanın üzerine bağlarken.
Zelem ise telefonun kamerasını tam karşıdaki duvarın üzerine dizilmiş şişelere doğru tutmuş çekiyordu. İndirdiğinde, İnstagram’a girip konum ekleyerek hikaye attı. “Keşke beni de etiketleseydin.” Dediğimde, ön kamerayı çevirip yan dönerek, “o zaman gülümse.” Deyip telefonu yukarı kaldırarak, çekmeye başladı arka arkaya. “Kızım bir dur, kendime çeki düzen vereyim.” Deyip atkımı, çantamı ve kabanımı çıkarıp, sandalyeye astım. Sonra ise gülümseyerek, çekmesine izin verdim.
Beni de etiketleyip attığında, ilk hikayesine baktı, kimler görmüş diye. “Bu çocuğun elinde mi hep telefon?” dediğinde, Metoş abi hazırladığı içecekleri önümüze bırakıp, “alkolsüz.” Diyerek işine geri döndü, ona teşekkür ettikten sonra.
“Kim?” diye sordum, pipetten bir yudum alırken. “Kim olacak, Okan!” deyip göz devirdi. “Hikayelerimi, kemiği havada kapan köpek gibi kapıyor!” deyip pipetten bir yudum aldı. Kıkırdadım söylediği şeye. “Acaba dağıldılar mı?” diye sordum. “Hiç attıkları hikayelere de bakmadım.”
“Devam ediyormuş hâlâ. Cıvıl söyledi bana da. O sırada Bahri ile konuşuyorlarmış.”
Sıkıntı ile yanaklarımı hava ile doldurup boşalttım, moralim yerle bir olurken. “Çok erken geldik ya. Biraz daha kalmamız gerekiyordu.” Dedim pipeti bardağın içinde döndürmeye başlarken. Eğlence değildi dikkatimi çeken, Toprak’ın orada olmasıydı!
Zelem’in telefonuna bildirim gelince gözüm kaydı. İnstagram’dan gelmişti mesaj. Gönderen kişiyi bile görmüştüm. Zelem telefonunu masadan alıp bakmak istediğinde, “Okan göndermiş.” Dedim gülümseyerek.
“Ondan başka gönderen yok ki zaten.” Dedi Zelem’de burnundan gülerek. Mesajı açtığında, “neden hemen gittiğimizi sormuş.” Dedi gözleri telefondayken. Başımı ileriye doğru uzatıp bakmak istedim mesaja. Zelem’de ekranı bana doğru tuttu.
Neden çabuk ayrıldın kutlamadan?
Mesajlar arka arkaya atılmıştı ve o kalabalıkta gözleri Zelem’i araması gülümsetmişti beni. Bu çocuk kesinlikle Zelem’i seviyordu. Keşke beni de kalabalıkta arayan bir çift sonbahar gözler olsaydı. Dünyanın en güzel hissi olabilirdi bu.
Alttan alttan Zelem’e baktım hâlâ gülümserken. Fakat Zelem’i ifadesi soğuktu, benim aksime. Bu mesajlar bana gelseydi, liseyi bitirir bitirmez nikahı basardım. Tabii bu mesajlar Toprak’tan gelmesi lazımdı. Fakat arkadaşımın bir dudağının kenarı bile havaya kalkmamıştı.
Koluna bir tane yapıştırıp, geri çekildim. “Mesajlarına cevap ver. Üzme çocuğu ya!” deyip yalandan kızmış gibi kaşlarımı çattım. Birçok mesaj atmıştı ve Zelem sadece ya bir kelime ile cevaplamıştı ya da hiç cevap vermeyip görüldü atmıştı.
Burnundan soluyup, “cevap verirsem el çekmeyecek, biliyorum. Ne o üzülsün, ne de ben üzüleyim.” Dediğinde, pipetten bir yudum daha aldı. Bir şey demedim artık.
Oturduğumuz zaman diliminde epey vakit geçtiğinde, mekanda değişen şarkıları da takip ediyordum arada. Bu sefer Rolan, Rakılar şarkısı çalmaya başlamıştı. Spotify’deki listemin arasındaydı kendisi. Metoş abi önünü bize doğru döndüğünde, elinde bir tepsi bardak vardı. Masaya bırakıp kurulamaya başladığında, bakışları çok kısa arkamıza kaydı. Fakat geri çekmek yerine gözleri orada kalıp, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. Bu seferde, el sallamaya başladı.
Kime el salladığını merak ettiğim için masadaki içeceğimi elime alıp pipeti dudaklarımın arasına yerleştirerek, hafif sandalyenin üzerinden yan dönüp arkamı baktım. Fakat pipet ağzımda öylece kalırken, içeriye doğru açılan kapıdan bara giren kişilerle donup kaldım.
En önde Okan, arkasında ise Toprak vardı. İkisi de bu sabah giydikleri voleybol formaları ve sadece siyah hırkaları vardı üzerlerinde. Fakat Okan giyinmek yerine şapkasını sadece başına geçirmişti. Siyah hırkanın kolları havada sallanıyordu.
Okan kolunu havaya kaldırmış bizim olduğumuz tarafa otuz iki diş sırıtarak bakıp sallarken, Toprak’ın dudaklarının kenarlarında belli belirsiz tebessümle bakışları tam üzerimdeydi.
Kalbim boğazımda atmaya başladı, nefesim dudaklarımın arasında asılı kalırken. Gözlerim, sonbahar gözlerinin içine saplanıp kalmıştı.
“Belfü?” dediğini duydum Zelem’in, kolumu dürterken. Sanırım Okanların geldiğini hala görmemişti fakat Okan, “Metoş abim.” Diye bağırdığında, Zelem hızla arkasını döndü. “Ne işi var bunun burada?” dedi sesinde haz etmediğini belli ederek.
“Vay yiğidim.” Dedi Metoş abide. Direkt önüme dönüp gözlerimi çok kısa sıkıca kapatıp açtım. Bardağın kenarlarını iki elimle de kavradım sıkıca. Adım sesleri olduğu gibi buraya doğru geliyordu ikisinin de. Ve Okan’ın sesi duyuldu tam arkamdan.
“Metoş abim bize en alkollü içeceklerinden birini ver.” Dedi Okan. “Hoş geldiniz gençler.” Diyen Metoş abi Zelem ve benim ortamızdan elini uzattı. Yan gözle baktım. İlk önce kadrajıma Okan’ın eli girdi. Ve sonra beyaz, ince parmakların sahibi Toprak’ın. “Hoş bulduk Mete abi.” Dedi kadife sesi kulaklarımda yer edinirken.
“Daha 17 yaşındasın Okan, sana ancak enerji içeceği veririm.” Dedi Metoş abi gülerek. Ardından Metoş abi işini yapmak için arkasını döndü.
Allah’ım, şu an arkamdaydı. Selam vermem gerekiyordu fakat tüm motor becerilerim içeri girdiğinde beni terk etmişti.
“Nasılsın Toprak’ım?” diye sordu Metoş
“Naber güzelim?” Diyen Okan’ın sesiyle irkilmemek için kendimi zor tutmuştum. Sırıtarak, başını yan tarafımdan uzatıp bakışlarımın önüne getirirken, kolunun birini de omuzuma atmıştı.
Böyle bir selamlaşma beklemediğim için başımı geriye doğru atıp kesik bir nefes alarak, “iyiyim kader ort-” diyemeden, ağır adımlarla Zelem’in yanına doğru giden Toprak ile göz göze gelince sustum aniden. Okan’ın kolu hâlâ omuzlarımdayken, başını anlamayarak geriye doğru atıp, “kader ne?” diye sordu.
Az daha kendim ve onunla aynı duruma düştüğümüz için taktığım sıfatı söyleyecektim hem de Toprak’ın yanında. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp, dudaklarımı ıslatırken, bir taraftan da altına sandalye çeken Toprak’a bakıyordum. Onun bakışları karşıdaydı.
Nasıl toparlayacağımı bilmediğimden, sadece düşündüğümü belli eden mırıltılar çıkarıyordum.
Zelem, Toprak’a selam verdikten sonra, Okan’a dönüp koluna hafiften vurdu. “Ne işin var lan burada?” diye sordu. Okan burnunu çekip dudaklarına çapkın bir gülümseme yerleştirerek, omuzumdaki kolunu çekip Zelem’e çevirdi başını, masanın üzerinde parmaklarını birleştirirken.
Dikkati üzerimden dağıldığı için derin bir nefes vermemek için kendimi tuttum.
“Burada olduğunu görünce çıkıp gelmek istedim. Sensiz oradaki parti hiç çekilmedi.” Dediğinde Okan, Toprak gülerek başını eğip parmaklarını saçlarının arasına daldırdı.
Gamzeleri. Kalbimi titreten gamzeleri olduğu gibi ortaya çıkmıştı.
“Uzun süredir bu zaferi bekliyordun, gelmezsin sandım.” Dedi Zelem’de omuzlarını dikleştirerek.
“Benim zaferim, senin yanın. Daha anlamadın mı bunu?” deyip güldü. Fakat sesindeki ciddiyeti iyi hissediyordum. Zelem gözlerini devirdi. “Ergen ergen konuşma burada.” Derken, dudakları titriyordu gülmemek için kendini zorlarken. “Kutlama hâlâ devam ediyor mu?” diye sordu bu sefer Zelem.
“Hem de nasıl, deli gibi.” Dedi Okan’da. “Toprak’ın kolundan tutar tutmaz buraya getirdim.”
Kutlama varken, ikisi de buraya mı gelmişti?
Parmakları hâlâ saçlarının arasında olan Toprak’a baktım. Metoş abinin verdiği içeceği önüne doğru çekiyordu.
Zelem birazcık Okan’a doğru yaklaşıp, “çocuğu buraya zorla mı getirdin sen, şebek?” dediğinde, Zelem’in gözleri çok kısa bana indi. Bu soruyu benim için sorduğuna emindim.
Okan hızla başını sağa sola sallayıp üst bedenini Zelem’e doğru eğdi, aralarında birkaç santim boşluk bırakarak. Fakat Zelem bu yakınlıktan kaçınmak yerine hiçbir şey yapmamıştı.
Bu soruyu bende merak ettiğimden Okan’a doğu yaklaşıp ne diyeceğini sabırsızlıkla bekledim.
“Tabii ki hayır. Sizin burada olduğunuzu söyleyip, gidelim dedim. O da bir şey demeden, hemen bir taksiye atlayıp buraya geldik. Hem Toprak’ı zorla hiçbir yere götürmezsin çiçek bakışlım.” Dedi fısıldayarak. Ardından bacaklarının arasından elinin birini uzatıp oturmak için altına sandalye çekmeye başladı.
Benim gözlerim ise yan profiline saplandı Toprak’ın, dudaklarımın arasından kesik nefesler firar ederken. Partiyi bırakıp buraya gelmek istemişti. Zelem ve benim burada olduğumuzu bildiği halde hem de. Dudaklarım kapandı, kenarlarına ise yavaş yavaş tebessüm ilişmeye başladı. Yanımdaydı, hem de çok yakınımda.
“Parti sarmamaya başladı. Bizde buraya kaçalım dedik.” Diyen Okan ile birlikte herkes Metoş abinin yanına gelip kulağına fısıldayan çocukla bakışlarımız onlara kaydı. “Hadi ya!” dedi Metoş abi duyduğu şey ile. Dudaklarını sıkıntıyla içe doğru gömdü.
“Hayırdır Mete abi, sorun yok değil mi?” diye sordu Toprak hafif yerinde doğrulurken.
“Yok Toprak’ım da,” dedi Metoş abi sıkıntıyla başını sağa sola sallayarak. “Canlı müzik iptal olmuş!”
“Hadi ya.” Dedi Zelem ve Okan aynı anda üzülerek.
Benim de bu duruma canım sıkılmıştı fakat Toprak ile aramızda birkaç mesafe olması işleri değiştiriyordu.
“Ee Toprak söylesin Metoş abi. Deneyimi de var hem de. Birkaç defa burada da çalmıştı.” Diyen Okan ile şaşkınlık yüzüme yansıyarak Toprak’a döndük Zelem ile birlikte.
Ben dilimi yutmuşken Zelem, “sen burada mı çalıyordun önceden?” diye sordu bakışları Toprak’taiken.
Zelem’in bu kadar şaşırmasına o da şaşırmış olacak ki gözleri bunu çok iyi yansıtmıştı. Birkaç saniye Zelem’in yüzüne baktıktan sonra, başı ile onayladı bu durumu.
Alnını kaşıdıktan sonra, başını eğip, “birkaç defalık bir durumdu bu.” Dedi Toprak, çok kısa yan bir bakış bana atıp önüne dönerken.
“Son bir defa çalmak ister misin Toprak?” diye sordu Metoş abi.
Sağ ayağını sallamaya başladı, alt dudağını ağzının içinde yuvarlamaya başlarken Toprak. Bakışları ise Metoş abideydi.
Sesini duymak istiyordum. Gizli değil, saklanarak değil; yüzüne baka baka, dinlediğimi bile bile duymak istiyordum kadife sesini.
Kollarını masanın üzerinde bağlayıp, küçük bir gülümseme yerleştirdi dudaklarının kenarlarına. Ve onaylar nitelikte başını salladı. Gülümsedim.
“O zaman ön masalardan yer açayım size.” Diyen Metoş abi ağzı kulaklarında bir şekilde sahnenin olduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Dördümüz de oturduğumuz yerden ayaklanırken Okan, Toprak’ın yanına gidip elini omuzuna attı. “Umarım seni zor duruma sokmamışımdır kardeşim?” dedi üzülerek.
Zelem ile ben önde giderken, omuzunun üzerinden geriye doğru bakarak, arkamızdan gelen kişileri dinliyordum. Neden zor duruma sokmuş olabilirdi ki Okan, Toprak’ı?
“İstersen çalmayabilirsin?” dedi Okan, Toprak’ın yüzüne bakarak.
Toprak gülümseyerek Okan’a bakıp, “sıkıntı yok kardeşim. Şimdi eğlencesine çalacağım.” Dedi. Okan bu duruma sevinmiş gibi gülümseyip kollarının ikisini de Toprak’ın gövdesine sardı.
Toprak’ın gözleri ise gözlerimi buldu. Alıp verdiğim nefes, dudaklarımın arasında asılı kaldı. Hızla başımı önüme çevirdim. Göz göze gelmek bile felakete çağrı yapıyordu!
Metoş abi bize doğru el sallarken, masaların üzerindeki son sandalyeyi de indirmişti. Masa, bir basamak yükseklikte olan sahnenin birkaç metre uzaklığındaydı. Mikrofon, gitar ve birçok müzik aleti mevcuttu üzerinde.
Masaya geldiğimizde; Zelem ve ben sahnenin karşısına, Okan ve Toprak ise sandalyelerini çekip arkalarını sahneye dönük oturmuşlardı. “Size alkolsüz içeceklerden getireyim. Birazdan sahne hazır olur.” Diyen Metoş abi göz kırpıp bar kısmına geri dönmüştü.
Diken üzerindeydim. Toprak tam karşımdaydı. Yüzüne bakamıyordum, durmadan gözlerimi başka tarafa çevirmek zorunda kalıyordum. Bacaklarımı birbirine yapıştırıp, parmak uçlarımdan yükselirken aşağı yukarı sallamaktan alıkoyamıyordum kendimi. Avuç içlerimi dizlerime yasladım durdurabilmek için, fakat şu anda, ensemden başlayan ter, sırtımdan aşağı doğru akıyordu.
Zelem sesli bir nefes verip, “sınav tarihleri ne zaman açıklanır acaba?” diye sordu.
“Birkaç güne dediler ama bilmiyorum.” Dedi Okan’da. Başını salladı Zelem onaylarcasına. “Bu arada ikinizi de tebrik ederim. Mükemmel oynadınız.” Dediğinde, ayak ayak üstüne attı. Şu anda Zelem’in rahatlığından istiyordum!
Okan sırtını geriye doğru yaslayıp, iyice yayıldı sandalyeye büyük bir özgüven patlamasıyla. Kolunun birini de, sandalyenin başına atarken, “rahat bir oyundu ya.” Dedi burnunu çekerek. “Alması kolay oldu bizim için.” Dediğinde, dilini yanağının içinde hareket ettirdi. Maçtan önceki hanzo hareketlerini hatırlamıyor olmalıydı!
“Teşekkür ederim.” Dedi Toprak’ta. Bakmam gerekiyordu ona. Bir daha bu fırsatı nasıl yakalayacaktım?
Kesik ve yavaş bir nefes alırken, bakışlarım Toprak’a doğru kaydı. Gamzeleri ortadaydı. Nefes kesiciydi.
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sertçe yutkunarak, “tebrik ederim.” Dedim kalbim göğüs kafesime vururken. Bakışları usulca bana doğru çevrildi. Dudakları hafifçe aralıklı duruyordu ve belli belirsiz bir gülümseme vardı kenarlarında.
Sonbahar gözleri, kalbimde deli rüzgarlarını estiriyordu.
Küçük bir baş hareketi yapıp, aralıklı dudaklarını kapadı. “Teşekkür ederim.” Dedi mırıltıyı andıran sesle.
Kalbimin ve yüz ifademin sesine eridiğine emindim ve bunu kesinlikle yansıtıyordum.
“Yan sınıftaydın demi sen?” diye sordu Zelem. Sesi, sonbahar gözlü çocuktan çekmeme neden oldu. Yan tarafıma doğru çevirdim dudaklarımı üst üste bastırırken.
“Evet.” Dedi Toprak. “Bu arada ben Zelem.” Diyen Zelem’e, “biliyorum.” Diye karşılık verdi Toprak. Kaşlarım çatılırken, tekrar Toprak’a döndüm. Ama onun gözleri, Okan’daydı ve imalı bir gülüş takınmıştı.
İşaret parmağının tersi ile burnunu silen Okan, alttan kaçamak bir bakış Zelem’e atıp masaya indirdi. Zelem’ de sesli bir nefes verip, “bilmemen anormal olurdu.” Gözlerini devirdiğine emindim. Okan’ın aşkı, tüm okul tarafından biliniyordu. Ve kime olduğuna da.
“Bizde seni biliyoruz.” Dediğinde Zelem, gözlerim kocaman açıldı. Okan ve Toprak Zelem’e baktı aynı anda. Yerimde daha çok doğrulurken, sandalyenin ucundan düşme eşiğine gelivermiştim. Huzursuzca kıpırdanıp, Zelem’e çevirdim belerttiğim bakışlarımı.
Zelem çok kısa bana bakıp, ardından Toprak’a döndü. “Yani, Okan’ın yanında çok fazla gördüğüm için biliyoruz. Yani biliyorum.” Dedi gevelerken. Toprak’a döndüm. O ise bıyık altından gülüyordu. Anladım dercesine başını sallayıp, kafasını eğdi. 1
Çalışanlardan biri elindeki tepsi ile masamıza doğru gelirken, dizlerimin üzerine yasladığım ellerimi masaya çıkardım. Parmaklarımı birbirine kenetlerken, masaya tek tek bırakılan bardaklara indirmiştim bakışlarımı.
Garson afiyet olsun dedikten sonra, bardağı önüme çekmek yerine parmaklarımı etrafına sardım. Tam o sırada Toprak’ta masanın altındaki kolunu çıkarıp masanın üzerine bırakırken, kolundaki ince bilekliğe gözlerim takıldı. Gümüş rengindeydi ve ortasında küçük bir güneş sembolü vardı. Güzel bir şeye benziyordu.
Benim gibi o da kendi bardağının kenarlarından tuttu ve arka arkaya duran bardaklarımız yüzünden parmaklarımız birbirine temas etmişti. Küçük bir nefes dudaklarımın arasından firar etti bu temas yüzünden. Masa küçüktü. Biz yakındık ve ikimizden biri bu teması engellemiyordu. Geri çekmek için bir şey yapmıyordu. Ama yanaklarımdan yükselen ateş, tüm tenimi yakmaya başlamıştı.
Masanın üzerine bıraktığım telefonumun ışığı yanarken, bakışlarımı zor bela ellerimizden çekip telefonuma indirirken, Toprak’ın bakışlarının da oraya indiğini sezdim fakat ona bakmadım. Ekranda Görkem'in ismini görünce, attığı mesajı okumaya başladım.
Görkem: Derse ara verince sana yazmak istedim. Sınav senesinde bana iyi gelen tek şey olabilirsin.
Son mesajı okurken, kaşlarım hafiften çatılmıştı. Boşta kalan elimle masadaki telefonu alırken, çok kısa bakışlarımı Toprak’a kaldırdım ve sonbahar gözlerinin yüzümde gezindiğini görünce, sert bir şekilde yutkunup gerilen omuzumu içe doğru gömdüm bakışlarımı hızla telefona indirirken. Bunu beklemiyordum!
Görkem'den bir mesaj daha gelmişti. Zor da olsa dikkatimi mesaja verdim.
Görkem: Ynsai, kaffmaaı daığımtak için yalnış alnaama saknı.
Siz: Hayır yanlış anlamadım. Sınav senende sana iyi gelebilmek beni mutlu etti. J Eğer kazanırsan, bana bir çikolata borçlusun.
Görkem ile aramız iyiydi fakat ona iyi gelen tek şey olacak kadar yakın olduğumu sanmıyordum. Tabii bu benim açımdan öyleydi.
Görkem: Bir poşet dolusu çikolatayı tek başına yiyebileceğini sanmıyorum J Ama sana sözüm olsun ;)
Ekrandan bakışlarımı çekmene neden olan şey, parmaklarımda artan temas olmuştu. Kafamı ağır ağır kaldırdığımda, Toprak bardağını biraz daha benimkine doğru yaklaştırmış ve parmaklarımızın arasındaki mesafeyi tamamen kapatmış diyebilirdim. Soluk boruma bir şeyler kaçmış gibi nefes almakta zorlandım.
Ekranı kapadım ve alttan bakışlarım Toprak’ın yüzünde dolandı.
“Ee Toprak neler yapıyorsun boş zamanlarında?” diye sordu Zelem, masanın altından ayağıyla bacağıma vurarak. Gözlerimi kırpıştırdım saniyesinde utanarak. “Çocuk yorgun ya. Konuşacak hali kalmadı.” Dedi Okan, Toprak’a bakıp gülerek.
Toprak’ta, bu gülüşe, tebessüm ederek karşılık vermişti. Ardından Zelem’e bakıp bilmiyorum dercesine bir omuzunu silkip, “gitar çalıyorum boş vakitlerimde, ya da bizim çocuklarla buluşup voleybol oynuyoruz.” Dedi kaşlarıyla Okan’ı göstererek.
“Başka bir şey yapmıyor musun?” diye sordu Zelem sorgularcasına kaşları havalanırken. Şu anda bu soruları benim için soruyordu, biliyordum. “Hafta sonları en sevdiğimin yanına gidiyorum.” Dedi Toprak, parmakları benimkilerine biraz daha yaslanırken. İçimin titremesine engel olamadım.
Kaşlarım çatıldı anlamayarak. Ve canım daha çok yandı.
Zelem güldü. Bu gülüş benim gibi bir şey anlamadığını belirten duygularla doluydu. “En sevdiğin mi?” diye sordu. “Evet.” Dedi düz sesle Toprak. “Kim ki?” diye sordu Zelem bedenini biraz masaya doğru getirirken. Gözleri şüphe ile kısılmıştı.
Okan’ın temizlediği genzinden çıkan sesle ona doğru dönen Zelem tekrar bedenini geri çekti. Okan’ın kaşları yukardaydı uyarıcı bir şekilde. “Öylesine sordum canım ya.” Dedi Zelem içeceğinden bir yudum alıp yerine sinerken.
Güldü Toprak. Sorun yok der gibi de kafasını sallayıp Okan’a bakmıştı. “Toprak!” diyen Metoş abi masamıza gelip, “sahne hazır koçum çıkabilirsin.” Toprak’ın omuzuna elini atıp, “bu gece beni kurtardın bu durumdan, çok sağ ol.” Deyip gülümsedi minnetle.
“Ne demek abi, her zaman.” dedi Toprak gülümseyerek.
“Son kez demiştin bana en son biliyorum ama zor durumda kaldım bende. Yoksa istemezdim.” Dedi Metoş abi.
“Sorun yok abi.” Diyen Toprak ayağı kalktığında, parmaklarımızın arasındaki temasta kesilmişti. Yer devrilmişim gibi hissetmiştim böylece.
Dudaklarımı yalayıp geriye yaslandım. Bu gece kulaklarım bayram edecekti sesiyle. Kesinlikle, gece uyurken müzik falan dinlemeyecektim. En son duyduğum ses, onun sesi olacaktı.
Toprak, hâlâ üzerindeki forma varken sahneye doğru giderken, bir süre deli gibi atan kalbimle onu izledim. Okan’da geriye doğru dönmüş, kolunun birini sandalyenin başına dolarken giden arkadaşını izliyordu. “Biz neden hiç görmedik onu burada çalarken?” diye soran Zelem’in sesiyle bakışlarını bize döndürdü.
“Geceleri çalıyordu. Biliyorsunuz ki, bu mekan geceleri artı on sekiz oluyor.” Diyen Okan ile Zelem ile birbirimize baktık anında. “Bilmiyor muydunuz?” diye sordu Okan biraz şaşkın biraz da anlamayarak. Gözleri sırasıyla yüzümüzde dolanıyordu. Aynı anda başımızı salladık.
Biz sadece bu mekana akşam beşte gelip saat dokuz civarı çıkıyorduk. Geceden sonra ne olduğunu asla bilmiyorduk.
“Birkaç defa Metoş abinin izniyle girdik. Daha sonra da Toprak şarkı söyleyip gitar çalmaya başladı.” dedi Okan. “Şimdi neden çalmıyor?” diye sordum biraz masaya doğru yaklaşarak. Gözlerim çok kısa Toprak’ı buldu. Sandalyesine oturmuş, dizlerinin üzerindeki gitarı ayarlamaya çalışıyordu.
İki omuzunu da silkeledi Okan. Bir şeyler biliyordu fakat söylemek istemiyordu. Gözleri ve yüz ifadesi kendisini ele veriyordu. “Ee söyle Okan!” dedi Zelem merakla.
Burnu çekip işaret parmağının arkasıyla burnunun ucuna sürtüp, “çalmak istedi kızım işte. Bilmiyorum!” dedi.
Sadece bizimle paylaşmak istemiyordu neden çaldığını!
Mekandaki tüm ışıklar kapandı yerini ise loş ışıklara bırakırken, sahnenin en tepesinden beyaz bir ışık olduğu gibi Toprak’ın üzerine devrildi. Şimdi tek o vardı. Bir ilah gibi.
Sahneye verilen beyaz ışıkta bizim masaya doğru geliyordu fakat Toprak’ın bizi görüp görmediğinden emin değildim.
Beyaz uzun parmakları dizlerinin üzerindeki gitarın tellerine dokunduğunda, tellerden çıkan ses, gözlerimi kapatma isteği uyandırdı, fakat bakışlarım sadece Toprak’ın yüzündeydi. Onun bakışları ise gitardaydı. Dudaklarını mikrofona doğru yaklaştırırken, gözlerini kapadı şarkıyı hissetmek ister gibi.
Ve hangi şarkıyı söyleyeceğini anlamıştım.
Bu sefer gizli köşelerde dinlememe neden olan kadife sesi, yüzüne bakarak, gözlerinin içine bakarak dinlememe sebep olmuştu.
Şarkıya giriş yaptı. Tüm uzuvlarım rahatlamış gibi boşaldı.
“Toprak yağmura ben sana aşık olduk yeniden
İmkansız gibi görünen bu mesele
Girdi aklıma her gece tanıdık bir melodi
Sen miydin sebebi? Söylesene.”
Ruhumu okşadı, kalbimi eritti sesi. İleriye doğru gelip dirseklerimi masaya yaslayarak, yanağımı avuç içime bastırdım, kırpmadığım gözlerimi Toprak’tan ayırmadan.
Herkes sessizdi. Herkes onu dinliyordu. Ama sanki sadece ben ve o vardık burada. Her şey ve herkes sessizleşti, yok oldu. Aramızda sadece onun sesi vardı. Kaç ömür ederdi bu an? Hani ana değiştirebilirdin? Hiçbir şeye!
Ne güzel olurdu o zaman her şey.
“Bir kadın gelir değiştirir seni
Alıştığın o sert, kararlı şeklini
Yüzbinlerce yıldır böyledir gider
Usulca gözleri aralandı. Çok kısa bakışları mekanın arkasını dolandı ve en son bende durdu. Avuç içime yaslı duran yanağımı kaldırırken, gözlerim ardına kadar açıldı, kalbim göz bebeklerimde çarpamaya başlarken.
Bana bakıyordu. Toprak bana bakıyordu. Şarkı söylerken hem de. 1
Ve gözleri, gözlerimdeyken, şarkıya devam etti. Kalbimin katilini olacağını bilmeden. Çoktan katili olmuştu bile!
****
Boynumdaki yeşil atkının içine ağzımı ve burnumu sokarken, ellerim kabanın içine daha çok yerleştirip, bir adım arkamdan yürüyen Toprak’a bakmaya çalıştım fakat sadece varlığını ve karartısını görebiliyordum. Tamamen bakmaya da çekiniyordum. Bir iki defa bakmaya çalıştığımda ise hep göz göze gelmiş, bakışlarımı hızla kaçırmıştım.
Önümüzde ise Zelem ve Okan vardı. Okan durmadan kolunun birini Zelem’in boynuna atarak sarılmaya çalışıyordu fakat Zelem Okan’ın; koluna, bacağına hatta götüne kadar tekme, tokat savurup kenara iteklemeye çalışıyordu bağırarak. Fakat Okan vazgeçmiyor, üstüne de büyük kahkahalar atarak sinir etmeye çalışıyordu. Şimdiden Zelem’in saçları birbirine girmişti Okan yüzünden.
Mekanda sadece bir saat durabilmiştik. Toprak bir şarkı daha söyledikten sonra, sahneye çıkacak asıl kişiler mekana gelmişti. Metoş abi Toprak’a para vermeye çalışsa da Toprak asla kabul etmemişti böyle bir şeyi. Okan’da Toprak’ın daha fazla sinirlenmesini istemeyerek mekandan çıkarmıştı bizi.
Tabii ki Zelem’i zorla çıkarabilmişti. Zelem biraz daha kalmayı istemişti mekanda fakat Okan, eğer şimdi çıkmazsan, gece evinin önünde yatar, okula da seninle gelirim, diyerek tehdit edince Zelem çıkmak zorunda kalmıştı.
“Ya defol git Allah’ın cezası!” diyen Zelem, yüzüne düşen saçlarını soluk soluğa geriye doğru yatırdı. Okan epey yormuştu yaptığı saçma hareketleri yüzünden. “Ben sana nasıl hitap ediyorum, sen bana ne diyorsun. Ayıplandın!” deyip Zelem’in ensesinden tutarak, yüz üstü yere doğru bastırdı Okan, eğlendiğini belli eden sırıtışını yüzüne yansıtırken. “Ya mal, boynumu ağrıttın!” dedi Zelem tutuşundan kurtulmaya çalışırken.
Okan, Zelem’in ensesindeki tutuşunu bırakıp kenara doğru kaçarak, gelecek darbelerden kendisini kurtarmaya çalıştı. Zelem doğrulup saçını tekrar düzelterek, durdu ve bize çevirdi bakışlarını.
Kaşlarını çattı ve şüphe ile gözlerini kısıp çok kısa yüzümde durdu bakışları. Ardından Okan’a dönüp, “ben şeyi unuttum ya.” Deyip dudaklarını içe doğru gömdü sinirle. Bizde yürümeyi durduğumuzda, “neyi?” diye sordum. “Anneme ilaç alacaktım.” Deyip başını sağa sola doğru salladı. “Annenin neyi var ki?” diye soran Okan, başındaki hırkanın şapkasını düzeltti. Sadece şapkasını takıvermişti.
“Soğuk algınlığı.” Dedi Zelem.
“Bu saatte nöbetçi eczane bulabilirsin belki.” Dedi bir adım arkamda duran Toprak. Sesi ilgili gibi gelmişti. Bakmak istedim fakat kalbim ve utangaçlığım buna izin vermemişti. “Tek başıma nasıl olur ki?” dediğinde Zelem, “ben gelirim.” Deyiverdim.
“Ben de varım.” Dedi Okan’da bir elini kaldırarak. Zelem direkt Okan’ın kolundan tutup, “o zaman ben Okan ile gideyim. Hadi size iyi akşamlar.” Dediğinde, gözlerim fal taşı gibi açılıp bir adım ileriye doğru attım. Şu anda Toprak ile beni yalnız bırakacaktı. Heyecandan ölebilirdim, olmazdı yani!1
“Zelem!” dedim gergince. Gözlerimi belertirken, Toprak’ı göstermemek için kendimi tuttum fakat dişlerimin arasından çıkan ismi ve yüz ifadem bunu belli edecek kıvamdaydı.
“Hadi Okan gidelim!” dedi Zelem beni umursamayarak. “Annem daha fazla fenalaşmasın.” Diyerek gözleri çok kısa bana çarpıp bisikletlerin olduğu yere doğru gitti.
“Ben nereye bineceğim?” diye sordu Okan bisikletlere bakarak. “Benim bisikletimi sen süreceksin.” Diyen Zelem direksiyondan tutmuş, Okan’a bakıyordu.
“Ben bisiklet sürmesini bilmiyorum.” Dedi Okan utanıp gözlerini kaçırırken. “Ne? Gerçekten mi?” diye soran Zelem’in sesine şaşkınlık yansırken çok sürmeden alayla kahkaha patlatmıştı.
Bu durum bana da komik geldiği için burnumdan seslice gülüp, daha fazlası çıkmaması için alt dudağımı dişlerimin arasına alarak kendimi tuttum. Okan’ın okula yürüyerek ya da Toprak’ın motosikleti ile gelmesini açıklıyordu bu durum.
“Ne kızım, komik mi?” diyen Okan bir çocuk gibi dudağını sarkıtıp kollarını göğsünde bağladı. “Koca adamsın ya. Nasıl bisiklet sürmesini bilmiyorsun?” dediğinde Zelem bir kahkaha daha patlattı.
Gözlerini devirdi Okan fakat Zelem’e bakmadı hala trip atmaya devam ediyordu.
“Sorun değil. Ben kullanırım.” Dedi Zelem bisiklete binerken. Kaşları ile arkayı göstererek, “atla bebek.” Dedi daha fazla sinir etmek istercesine.
Fakat Okan bu cümleye sinirlenmek yerine, hemen kollarını göğsünden çözmüş, cilveli bir eda takınıp bisiklete doğru süzüldü. Okuldaki Ahsen’in hareketlerine benzetmiştim. Ama Okan yapınca daha komik olmuştu.
Şimdi ise Toprak ile yalnız kalmanın tedirginliğiyle Zelem’e bakıp kaşlarımı havaya diktim. “Ben seninle gelseydim Zelem!” Derken, gözlerimde irice açılıvermişti.
“Ben gidiyorum ya. Sen dur!” Dedi Okan bisikletin arkasına otururken. Okan biner binmez bisiklet yana doğru devrilmek üzereyken, Zelem direksiyona daha sert asılıp son gücüyle düz tutmaya çalıştı bisikleti. “Oha oğlum biraz yavaş ya. Tüm ağırlığını verme!” dedi Zelem tek ayağını pedalın üzerine yerleştirirken.
“Zelem!” dedim yeniden fakat bana bakmadı.
“Tamam tamam, pardon!” dedi Okan iki ayağını da öne doğru uzatırken.
“Okan’ı taşıyabileceğinden emin misin?” diye sordu Toprak. Sesiyle birlikte yan dönüp baktığımda, bir adım sağ tarafıma geçtim. İkisini izliyordu ve yüzünde gülümseme vardı. O da bu ikisinin halini komik buluyordu.
Zelem zorlandığını belli eden sesler çıkarıp, “hallederim ben. Hadi size iyi akşamlar.” Bana doğru döndü Zelem ardından. “Yarın okulda görüşürüz canım arkadaşım.” Derken yüzünde sinsi bir sırıtış ve büyük bir ima yatıyordu son iki kelimesinde.
Gözlerimi kısıp sinirle baktım. Başımı sallayarak, “yarın görüşürüz canım arkadaşım.” Dedim tehditvari bir tonlama ile. Bunu anladığına emindim. Ve yüzünü daha büyük bir sırıtış kapladı.
Okan ellerini Zelem’in belinin kenarına yaslarken, yüzünde bu durumdan epey memnun kalmış bir şekilde sırıtmaya başladı. İki bacağını da yukarı kaldırıp havada sallarken, bön bön etrafına bakıyordu. Zelem zor da olsa bisikleti sürmeye başladığında, arada bisikletin hakimiyetini kaybediyor sağa sola doğru gidiyordu bisikletin direksiyonu. Hava da uçuşan sessiz küfürleri de cabasıydı.
Okan bize doğru dönüp el salladığında, bende hafif kolumu yukarı kaldırıp el salladım. Bir süre onları gözden kaybolana kadar izledim ve onlar tamamen gittiğinde Toprak ile yalnız kalmıştım.
Kesik bir nefes alırken, gözlerimi çok kısa kapatıp açtım. Kulaklarım, Toprak’ın alıp verdiği küçük küçük nefes alışverişiyle doluyordu. Buradaydı. İkimiz, tek başımıza.
Usulca başımı yan döndürdüğümde, hala bisikletle giden o iki kişinin arkasından baktığını gördüm ve ben ona bakar bakmaz gözleri bana doğru döndü.
Sadece nefes kontrolünü iyi sağla!
Fakat mümkün değildi bana böyle bakarken.
Bedenini tamamen bana doğru döndürdü. Dudaklarını ağzının içine yuvarlarken, parmaklarını saçlarının arasına daldırıp iyice karıştırdı ve böylece daha dağınık bir görüntü sağladı. Yanakları, burnu soğuktan kıpkırmızı kesilmişti.
Bende bedenimi ona doğru döndürdüğümde, kabanımın ceplerine soktuğum ellerimin parmaklarını avuç içime gömdüm.
“Umarım giderken devrilmezler.” Dediğinde Toprak aramızdaki sessizliği bölüvermişti. Kaşlarım havalandı dediği şeyle ve biraz düşününce Zelem ve Okan’dan bahsettiğini anlamıştım.
“Çok fazla dayanacaklarını sanmıyorum.” Deyip burnumdan güldüm, dudaklarımı üst üste bastırırken. Gözlerimi, çok fazla kaçırıyordum ondan. Fakat bakışlarım arada yüzüne çarptığından, bu dediğime güldüğünü görmüştüm.
Etrafıma çok kısa göz gezdirdiğimde, mekanın dışındaki herkes ya içeri giriyordu ya da mekandan ayrılıyordu. Dışarda kimse yoktu. Sadece ikimiz duruyorduk.
Evi neredeydi? Nasıl gidecekti? Okan taksiyle buraya geldiklerini söylemişti. Şimdi nasıl gidecekti?
Tekrar saçlarının arasına saçlarını daldırıp karıştırdıktan sonra burnunu çekip, adımlarını yanıma doğru atıp, arka tarafa doğru ilerledi. Anlamayarak yüzüne baktığım da, mekanın önündeki bisikletimin yanına doğru gidip yaslandığı yerden kaldırdı. Kaşlarım çatıldı. Ne yapıyordu?
Bisikletimin üzerine bindi. Ardından bana bakıp gülümseyerek, “atla, seni eve bırakayım.” Dedi.
Ne?
Yüzüne öylece boş boş ve anlamayarak baktığımda, “seni eve bırakacağım. Soğuktan kıpkırmızı kesildin. Daha fazla üşüme.” Deyip önüne döndü, belli belirsiz gülümserken.
Soğuktan kızardığımı kim söyledi?
Şu anda utandığım için kızarmıştım!
Ama Toprak beni bisikletle eve mi bırakacaktı? Rüyamda görsem inanmazdım. Acaba rüyada mıydım?
Toprak hâlâ karşıya bakarken, elimin birini cebimden çıkarıp, kolumu çimdikledim. İnce bir sızı yükselirken, yüzümü buruşturup dişlerimi sıktırdım. Kesinlikle rüya değildi.
Yeşil atkımın içine yüzümün yarısını gömerken, gülümsememi saklamaya çalıştım. Adımlarımı, bisikletimin üzerinde duran Toprak’a doğru attığımda, bana yan bir bakış attığını gördüm fakat ona değil ayakucuma bakıyordum.
Bisikletin yanına vardığımda, derin bir nefes alıp gerilen omuzlarımı rahatlatmak için içe doğru gömdüm. Bisikletin arkasına yan oturup, iki ayağımı da bisikletin demirine yerleştirdim, parmak uçlarımı Toprak’ın giydiği tişörtün kenarlarından tutarken. Belli belirsiz güldüğünü işittiğim de yanlış duyup duymadığımı anlamak için yüzüne kaldırdım çekingen bakışlarımı. Evet tebessüm ediyordu. Kalbim daha fazla hızlandı.
İki ayağını da pedallara koyarken, bisiklet hareket etmeye başladı ve hafiften dengemi kaybediyor gibi olduğumda, tişörtün kenarlarına daha sıkı sarıldım. Tekrar güldü. Ensesinde düzgün kesilmiş saçları, kulağının arkası ve hafiften görünen yüzünün yarısını izlemeye başladım.
İnanılır gibi değildi şu anda yaşadığım anı. Okulda bir dakika bile olsa görmek için can attığım çocuğu her yerde ararken, şimdi ise benim bisikletimi sürüyor, ben ise arkasında oturmuş evime bırakmasına şahit oluyordum.
Bu durumun gerçekliği olduğu gibi kalbime akın edip, beni öldürecek derece de hızlandırmasını sağlarken, minicik bir kıkırdamayla, dudaklarımı atkının içine gömdüm.
Başının bana döndüğünü hissettiğimde, dudaklarımı üst üste bastırıp bende ona başımı kaldırıp baktım, gülmeyi keserek. Çok kısa göz göze geldik ve kaşlarını anlamayarak çattı ve yerini minik bir tebessüme bırakıp önüne tekrar döndü.
“Sanırım biz eve sağ salim varacağız.” Dedi Toprak, aramızdaki sessizliği bölerken. Düşüncelerimden beni bir anda çekip çıkardığını için anlamayarak, “hı?” deyiverdim. Başımı biraz ileri doğru uzatıp yüzünü görmeye çalıştım. Oda bana baktı. “Ağırlık yapmıyorsun bana.” deyip önüne geri döndü.
Diğerlerinin devrileceğine emindik, bu yüzden böyle bir şey söyleyivermişti. Şu andaki konumumuzdan dolayı net ve iyi düşünemiyordum. Aklımı başımı almıştı benden. Memnundum bu durumdan!
Eve döneceğimiz yolun ne tarafından döneceğimizi söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki, Toprak bana fırsat vermeden, direksiyonun yönünü evin yoluna doğru çevirdiğini gördüm. Dudaklarım geri kapandı ve parmaklarım daha sıkı asıldı tişörtünün kenarlarına. Evimizin yolunu nasıl bildiği ile ilgili sorular beynimin içine yazılırken, daha fazla şey düşünmek istemediğimden hızla silip sadece bu anda kalmak istedim.
Tepemizde kocaman bir ay vardı. Rüzgar hafiften saçlarımı geriye doğru savuruyordu ve ben Toprak’laydım. O kadar çok gülümsemiştim ki, yanaklarım ağrımaya başlamıştı. Ama kendimi durduramıyordum.
Şimdi heyecandan ayaklarımı bisikletin arkasından sallamak, büyük bir kahkaha atıp, kollarımı belinin etrafına dolayıp, başımı sırtına yaslamak ve sadece kalbimizin atışlarını duymak istedim. Ama bu bile yeterliydi. Aşık bir insan için küçük bir bakışma dünyalar kadar ediyorsa, bu anı bir ömür ederdi.
Bisiklet tam evimizin önüne doğru geldiğinde yavaşladı. Bakışlarımı yüzüne kaldırdım. Kulakları bile kıpkırmızı kesilmişti ve rüzgardan dolayı saçları daha da dağılmıştı.
Bisiklet durdu. Ayağının birini yere indirdi. Başını bana doğru çevirdi ama bakmadı. İki ayağımı da yere yaslayıp indiğimde, parmaklarımı da tişörtünden çekip, bir omuzumdan asıp önüme doğru getirdiğim çantamı düzelttim sertçe yutkunurken.
Şimdi ise yüzünü tamamen bana döndürdü.
Soğuktan parmaklarım donmuştu bu yüzden hemen kabanın ceplerine ellerimi yerleştirdim.
Tebessüm edip, “teşekkür ederim.” Dedim. Yüzüne bu denli uzun bakmak zordu benim için.
Minik bir iç çekip, “rica ederim.” Dedi.
Bisikletten inmeye başladığında bir adım geriye doğru gittim. Evin duvarına yaslamak için bisikleti sürmeye başladı. Toprak eve nasıl gidecekti?
“İstersen,” cümlemin devamını getiremeden, kapı gür bir şekilde açıldı ve annem, Toprak ile göz göze geldi. Önce bir şaşkınlık aldı annemi, ardından bakışlarını sırasıyla bizde gezdirdi. Toprak hâlâ bisikleti tutuyordu ve içerden birinin çıkacağını ve böyle bir şaşkınlığı beklemediği için önce annemde oyalandı gözleri, sonra bana döndü.
Ve annemin şaşkınlığı geri çekilip yavaş yavaş dudakları minik bir ima ile yukarı doğru kıvrıldı. “Kar Tanem!” Dedi gözlerini hafiften belerterek. “Arkadaşın mı?” diye sordu. Toprak’a baktı tekrardan. “Buyurun geçin içeri. Size bir şeyler ikram edeyim.”
Hızla başımı salladım. Annem beni çok fazla erkeklerle görmediği için- tabii, Okan, Bahri dışında birileriyle görmediği için- kesinlikle Toprak’ı sevgilim sanıyordu. Onu ilk defa görüyordu.
Toprak burnundan güldü şaşkınlıkla. “Teşekkür ederim efendim.” Deyip kaçamak bir bakış bana attı.
“Anne!” dedim bastırarak. Bana baktı annem. “Iı sen içeri geç istersen.” Dedim, bakışları çok şükür bende olmayan Toprak’a bakarken. O sırada annemin bacaklarının arasından çıkıp havlayarak bana doğru koşan Kristal ile dizlerimin üzerine çöktüm.
“Tamam canım, bir şey olursa çekinmeyin benden.” Deyip ima ile Toprak ve bana bakmaya devam etti annem. “Tamam anne!” deyip öfke ile gözlerimi irice açıp Kristal’in başını okşadım. Annem ağır ağır kapıyı örterken, bakışları hâlâ bizdeydi, sessiz sessiz kıkırdarken.
Toprak bisikleti duvara yaslayıp Kristal ve bana doğru gelmeye başladı. Dizlerinin üzerine çöktü ve benim gibi Kristal’in başını okşamaya başladı. Ellerim Kristal’in başında donup kalırken, bakışlarım Toprak’ın üzerinde saplandı. Dudaklarımın arasından kesik kesik nefesler veriyordum.
“Bir ismi var mı?” diye sorduğunda, gözlerimi kırpıştırıp, Kristal’e baktım. “Kristal.” Dedim içime kaçan sesimle.
“Pamuk olur diye düşündüm ama…” deyip güldü. Bakışlarının bana döndüğünü anladım fakat bakmadım. Bakamadım. “Ama bu da güzel.” Dedi.
Alt dudağımı gergince ısırmaya başladım. “Pamuk ismi genellikle, kedilere verilir.” Dedim hala ona bakamazken. Sesim cılızdı. Duymasını bile beklemiyordum. Gözlerim ise arada bileğine taktığı, ince gümüş rengindeki bilekliğe takılıyordu.
“Öyle miymiş?” deyip güldüğünde, Kristal’in başını biraz daha sert okşayıp başına bir öpücük bıraktı. Dalgalanan bakışlarımı tekrar yüzüne çıkardım şaşkınlıkla. “Uysal bir köpek, herkese böyle midir?” diye sorduğunda, bakışları bendeydi.
Kristal bile Toprak’a ısınıvermişti. Aynı sahibi. Erkeğin iyisinden anlıyordu kızım.
“Köpek dersen, kızabilir.” Deyip üst üste bastırdığım dudaklarıma tebessüm yayıldığında kaçırdım gözlerimi. O da güldü. Kulaklarım bayram etti sesiyle. “Özür dilerim.” Kristal’in başından tekrar öpüp, “benim hatam Kristal, kusura bakma.” Dediğinde, kıkırdadım.
Kapı tekrar açıldığında, annem yine belirmişti. Toprak ile bakışlarımız aynı anda karşıya dikildi. “Size kurabiye ve süt getirdim. Alır mısınız?” diyen anneme, içimde büyük bir öfkenin patladığından haberi yoktu.
Fakat elindeki tepside sadece bir bardak süt ve bir tabak dolusu kurabiye vardı. Sadece Toprak’ı iyice incelemek için yokluyordu bizi.
Toprak bana baktı ve iki omuzunu da silkeleyip tebessüm ederken, anneme dönerek, “olur efendim.” Deyip ayaklandı.
“Al canım.” Diyen annem bir tabak dolusu kurabiyeyi Toprak’a uzattı. “İsmin ne canım?” diye sorduğunda, Toprak bir tane kurabiye alıvermişti tabaktan. “Toprak efendim.” Dedi annem ile benim aramızda yan dönerken. “Güzel isimmiş.” Dedi annem memnun kalmışçasına sırıtırken. “Okuldan arkadaşı mısın Kar Tanem’in?” diye sordu. “Yani Belfü’nün.” Diyerek, şaşkınlığını gidermeye çalıştı annem.
Toprak bana baktı, bir ısırık kurabiyeden alırken. Ne diyeceğini bilmiyormuş gibi şaşkındı. Fakat anneme bakıp, başını salladı. Çocuk şimdi adımı öğrenmemişse ben hiçbir şey bilmiyorum.
“Sağ olun efendim, kurabiye yeterli. Ellerinize sağlık, çok güzel olmuş.” Deyip bir ısırık daha aldı kurabiyeden Toprak gülümseyerek.
“Anne!” dedim yeniden. Annem gözlerini devirip, “tamam gidiyorum. Sen istiyor musun?” diye sorduğunda, hayır der gibi başımı salladım. Ayağı kalkıp, “hadi sen de içeri Kristal.” Dediğimde, kabanımın ceplerine ellerimi yerleştirdim. Kristal kafasını yukarı kaldırıp bir kere havladı. Bu sefer de annem Kristal’i çağırmaya başladığında, Kristal ile birlikte içeri geçmiş kapıyı kapatmışlardı.
Toprak’a baktım. Kurabiyesindeki son ısırığı yutuyordu. Adımlarımı ona doğru atmaya başladığımda, evin önünde ikimiz de yan ve karşı karşıya durmuştuk ve gözlerimizi birbirine kenetlemiştik.
“Eve nasıl gideceksin?” diye sordum bir anda. Parmaklarını tekrar saçlarının arasına daldırırken, gözlerini kaçırıp omuzlarını silkeledi, bilmiyorum dercesine dudaklarını ağzının içine yuvarlarken. Saat çok geçti. Taksi bulamazdı ve gideceği başka bir şey de yoktu.
“İstersen, benim bisikletimi alabilirsin.” Deyip derin bir nefes alıp vererek bakışlarımı kaçırdım. Burnundan gülüşünü duyduğumda, ona döndüm ve başını hafif eğip yüzüme baktığını gördüm. “Sen ne ile geleceksin yarın?” diye sordu. Bir omuzumu silkip, yanağımın içini ısırdım. “Gelirim ben.” Dedim.
Dudaklarının kenarı tebessümle derinleşti. “Teşekkür ederim.” Dediğinde, soğuktan kıpkırmızı kesilmiş burnunu çekti. Şu anda burnu yere düşse haberi olmayacaktı. Duvara yasladığı bisikleti tekrar alırken, yanıma kadar sürüp durdurdu. “Yarın veririm bisikletini.” Dedi, sonbahar gözlerinin içi gülerken. Başımı salladım onaylarcasına.
Üzerine bindi ve tekrar bana baktığında, onu bu şekilde soğukta göndermek içime sinmedi.
Derin bir nefes almak istedim gözlerinin içine bakarken, fakat kendimi durdurdum. Heyecandan öleceğimi düşünmesini istemiyordum.
Eğer şimdi çok düşünürsem, yapamazdım!
Ve düşünmeyi kesip, bisiklete oturduğu için aynı hizada olduğum Toprak’tan bakışlarımı ayırmadan, boynuma doladığım yeşil atkıyı usulca çıkardım. Beni izliyordu. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu fakat utanma duygusunu az da olsa bastırabilmenin cesareti ile, elimde tuttuğum yeşil atkıyı başının arkasından geçirdim.
Atkının iki tarafından tutmuşken, o sessizdi. Benim gibi. Atkının bir tarafını, sol omuzunun üzerine, diğerini de diğer omuzuna atıp boynunun etrafına sardıktan sonra ellerimi geri çekip arkamda bağladım.
Titrememesi için kastığım parmaklarımı daha fazla engellemeyeceğimi düşündüğüm için hızla kabanımın ceplerine yerleştirip, birazcık şaşkın görünen Toprak’ bakıp, “Üşüme diye.” dedim, olduğum yerde bedenim ileri geri sallanırken.
İki parmağının arasında atkıyı tutup gözlerini indirdi, bakmak için. Minik bir gülüş döküldü dudaklarının arasından. “Seviyorum.” Dedi ve bakışlarını bana kaldırdı. Durdu ve sadece gözlerimin içine baktı. “Yeşil rengini. Çok seviyorum.” Dedi. Atkının ucundan tutup burnuna kadar çekti.
İki adım vardı aramızda. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Kalbimin sesini duyacak diye de ödüm kopuyordu. Çok sesliydi.
Başımı onaylar nitelikte salladım. “Bende seviyorum.” Dedim. Geriye doğru çekildim. Kolumun birini yukarı kaldırıp, el sallamaya çalıştım ama her yerim uyuşmuştu. Başarısız sayılırdım.
Bisiklete bindi ve gidene kadar onu izledim.
♪ Эллаи – Помню твоё тело
Zelem bisikletin direksiyonuna daha sert asılırken, arkasında oturan lise çağında bir ergen değil de, ayı oturduğunu düşünüyordu. Okan’ın bisikletin arkasına verdiği ağırlık yüzünden durmadan bisikletin hakimiyetini kaybediyor, kendi kendine küfürler savuruyordu. Arada arkasına baksa da, Okan’ın sırıtan suratıyla tekrar önüne dönüp gözlerini deviriyordu. Bakmak istediği kişilere bakamıyordu.
Dişlerinin arasından hırıltılı sesler çıkaran Zelem’e Okan, “ben rahatım çiçek bakışlım, rahat rahat sür sen.” Deyip otistik bir gülüşle etrafına bakmaya devam etti. Bu durumdan memnundu. Zelem bisikleti sürüyor, ona daha yakın mesafede duruyordu. Böyle bir şeyi istese asla kabul etmeyeceğini biliyordu.
Zelem sesli bir nefes verip gözlerini devirdi. Bisikleti biraz daha sürüp, yalnız başına bıraktığı kişilerden iyice uzaklaştığını anladığında, bisikleti durdurup ayağının birini yere indirdi.
“Niye durduk?” diye sordu Okan.
“İn be.” Dedi Zelem, omuzun üzerinden Okan’a bakarak.
“Ee niye durduk onu söyle.” Dedi Okan anlamayarak bakarken.
“Bir şeye bakacağım.” Dediğinde Zelem, “in hadi Okan.” Dedi.
Okan anlamayarak bisikletten inerken, Zelem’de bisikletten inip yere yatırdı. Hemen bir duvarın dibine sinip karşıya baktı. Okan ise hala ne olduğunu anlamayarak Zelem’i izliyordu boş boş.
“Ayakta dikilme öyle geç şuraya.” Deyip arkasına geçmesi için eliyle gel yaptı. Okan hemen dediğini yapıp, Zelem’in arkasına tünedi. Karşıda Belfü ve Toprak vardı. Karanlık olduğu için kimse onları fark edemiyordu. Fakat Toprak ve Belfü apaçık belli oluyordu. Karşı karşıya durmuş sohbet ediyorlardı.
“Niye onları izliyoruz? Annene ilaç almayacak mıydık?” diye sorduğunda Okan, Zelem’in gözleri hâlâ o ikisindeydi. Minik bir kıkırdama ile elini dudaklarının üzerine batırıp, Okan’ın anlamamasını isteyerek, kendini durdurmaya çalıştı. Genzini temizleyip, “birazdan gideceğiz.” Dedi Zelem dikkati hâlâ karşıdayken.
“Ne konuşuyorlar acaba?” diye sordu Zelem kendi kendine. Duvarın dibine daha çok sindi. Okan’da onunla birlikte kendisini gizleme ihtiyacı hissetti. Okan’da eğilip, diz kapağının birine avuç içine bastırdı. “Hâlâ neden onları izlediğimizi anlamadım.” Dedi başını sağa sola sallarken.
“Boş ver, izle sen.” Dedi Zelem, yüzünde heyecandan beliren bir gülümseme varken. Onları yalnız bırakmak için böyle bir şey uydurmuştu ve şimdi ise eserini aç gözlülükle izliyordu.
“Sıkıldım.” Dedi Okan doldurduğu yanaklarını geri boşaltırken. “Onları da neden izliyoruz, onu da hâlâ anlamış değilim.” Gözlerini kıstı. Başını sallamaya başladı bir şeyler kafasının içine yerleşmeye başladığında. “Yoksa,” dedi alt dudağını dişlerinin arasına alıp düşünmeye başlarken. “Belfü, Toprak’tan mı hoşlanıyor?” diye sorduğunda, Zelem hızla Okan’a döndürdü başını.
“Hayır.” Dedi hemen. “Sana bunu düşündüren nedir?” dedi anlamsız bir soru sorduğunun farkında olup gözlerini kaçırırken. Ellerini duvarın üstünden çekmemişti.
Okan iki omuzunu kaldırıp indirdi. “Gizli gizli o ikisini izliyoruz. Başka ne olabilir?” Deyip göz kırptı, soru sorarcasına. “Iı..” dedi Zelem kekeleyerek. Ne diyeceğini bilemedi. Dudaklarını ıslattı. Okan’ın gözleri oraya kaydı. “Sen benim ne zaman sevgilim olacaksın?” diye sordu bir anda. Zelem’in gözleri, Okan’a kitlendi. Ne zaman sorsa bu soruyu hep şaşırıyordu Zelem.
Baktı bir süre öylece. Derin bir nefes aldı burnundan Zelem ve tekrar önüne döndü. “Sen ne zaman vazgeçeceksin bu sorudan?” diye sordu.
Okan bir şey demedi. Bunun cevabı yoktu. Vardı aslında. Asla!
Tek geçerli cevap onun için buydu.
Bir süre öyle Toprak ve Belfü’nün bakışmalarını izledikten sonra; Toprak’ın Belfü’nün bisikletine doğru gittiğini gördü. Ardından Belfü’de arkasına bindiğinde, Zelem büyük bir çığlık atmamak için kendini son anda tuttu.
“Gidiyorlar!” dedi gözlerini heyecanla kocaman açılırken. “Sonsuza kadar orada kalacak değiller ya.” Dedi Okan sıkıldığını belli eden bir nefesle. “Ama Belfü’nün bisikletiyle ve arkasında Belfü var.” Dedi Zelem planın tıkırında işleyişine sırıtarak.
Başını iki yana sallayan Okan, gözlerini devirmemek için tuttu kendisini fakat gözleri, Zelem’in yukarı doğru sıyrılmış kazağının açıkta kalan bileğine takıldığında, nefesi boğazına dizilir gibi oldu.
Tünediği duvarın dibinden yana bir adım atıp Zelem’e baktı. “Bilekliğini neden çıkardın?” diye sordu. “Ne?” diyen Zelem Okan’a dönüp birkaç saniye durduktan sonra, ne dediğini anlayıp bileğine baktı. “Ha, onu mu diyorsun, çıkardım ben.” Dediğinde, Okan’ın omuzları düştü saniyesinde.
“Sana onu hediye ettim ben. Neden çıkardın?” diye sordu yumuşak sesle.
“Sonsuza kadar takacağımı düşünmüyordun değil mi?” dediğinde Zelem güldü.
“Birkaç gün bile olmadı.” Dedi Okan, gözlerini zemine indirirken. “Keşke çıkarmasaydın.” Deyip yutkundu.
Zelem burnundan güldü, fakat Okan’ın üzüldüğünü gördüğünde, gülüşü yarıda kesilip yutkundu. “Sadece basit bir bileklik, üzülme.” Dedi kaşlarını havaya kaldırarak.
“Haklısın.” Güldü Okan burukça. “Sana kalbimi vermişim, onu bile görmezden geliyorsun.” Dedi Okan, başını sallayarak. “Bileklik, kalbimin yanında basit kalıyor.”
Zelem’in kaşları çatıldı. “Bu sözlerini artık duymak istemiyorum.” Dedi.
“Aşkı mı neden görmezden geliyorsun?” Dedi Okan ellerini iki yana doğru açarak. “Lisenin ilk gününden beridir aşığım sana. Gör artık bunu çiçeğim.” Sesinde kırgınlık vardı.
“İlk aşk saçmalığına inanmıyorum. Hele aşka hiç!” dedi Zelem, dişlerinin arasından.
Boynu büküldü Okan’ın. “Gülüşün Zelem, saçların, gözlerin, böyle ihtimalin olmadığını gösterdi bana.” Ellerini göğsüne bastırıp kendini gösterdi. “Ben seni aşka da inandırırım. İnan bana!”
Dudaklarını üst üste bastırıp, gözlerini çok kısa açıp kapadı Zelem. Okan’ın dedikleri hem öfkelendiriyordu hem de içinde bir şeylerin koptuğuna şahitlik ediyordu. “Hepiniz aynısınız.” Deyip yutkundu. “Tüm erkekler, hepiniz aynısınız.” Burnu çekti Zelem bakışlarını kaçırarak.
Üst bedenini öne doğru eğdi Okan, Zelem’in gözlerinin içine bakmaya çalışırken. “Hayatında kaç tane erkek tanıdın Zelem söyle bana. Söyle de, sana aşkı inandırmayı bıraktıran her erkeğin hesabını keseyim.” Şimdi olsa hepsini öldürecek kadar sinirlenmişti Okan.
Gözleri öfke ile parladı Zelem’in. Okan öfkesini gördü. Hatta arkasına bakmadan kaçmayı bile düşündü ama şimdi aşkına sahip çıkmaya çalışıyordu.
“Bir erkek yeterli bana. Ve bu erkek bab-” Gözlerini kapadı Zelem, kelimeler bir kılçık gibi genzine batarken. Sonunu getiremedi. Boğazı yandı yakıldı. Eğer şimdi kapattığı gözlerini açarsa, ağlayabileceğini düşündü. “Böyle düşünmeni sağlayabilirdi.” Dedi mırıldanarak. Sesi titremişti.
“Seviyorum seni Zelem.” Dedi Okan, gözleri dalgalanırken.
Zelem hızla elinin arkasıyla burnunu sertçe silip Okan’ın yanından geçip yere yatırdığı bisikletinin yanına vardı. Yerden kaldırdı.
“İster inan ister inanma ilk aşk var. Ben bunun kanıtıyım Zelem.” Dediğinde Okan, Zelem’in göğsünden yukarı kesik bir nefes yukarı çıktı. Birkaç saniye bisikletin yanında durdu, arkasına bakmadı. Üzerine bindi.
Okan ise çaresizce ona bakmayan kadının arkasına durmuş, kolları iki yanına düşüvermişti. “Seviyorum Zelem.” Dedi yeniden Okan. Karşılık alamıyordu. Daha tükendiğini düşünüyordu fakat vazgeçmeyecek kadar da kararlıydı.
Zelem’in ayakucundan başlayan büyük bir dalgalanma saçlarının ucuna kadar yayıldı. Kalbi. Kalbi deli gibi göğsüne vurmaya başladı. Anlamıyordu.
Bisikleti ileriye doğru biraz daha sürdüğünde, Okan bağırdı arkasından. “Seni seviyorum Zelem. Sen bile buna engel olamazsın.”
Bisikletin iki yanından ayaklarını yere indirip durdurdu sertçe. Omuzunun üzerinden arkasına baktı. Okan sırıtıyordu ve ellerini ağzının kenarlarına yaslamıştı. Bir daha bağırdı Okan. “Seni çok seviyorum.”
Kalbi iki taraftan dövmeye başladı bedenini. Bu sefer sırtında bile hissetti. İçindeki koptu. Yüreğine bir şeyler aktığını hissetti. Kafasını iki yana doğru sallayıp, önüne döndü. Bisikleti sürmeye başladı. Gizlice arkasına bakmaya çalıştığında, Okan’ın ellerini cebine koymuş, arkasına dönerek gittiğini gördü.
Bisikleti durdurdu. Gözlerini kapadı. Elinin birini göğsüne yasladı. Deli gibi atıyordu kalbi. İlk defa, ilk defa Okan’ın yanında kalbinin bu kadar deli gibi attığına şahit olmuştu.
Dudağının bir kenarı usulca yukarı doğru kıvrıldı. Elinin biri hâlâ kalbinin üzerindeyken, diğerini cebine atıp bir şey çıkardı. Gözlerinin hizasına getirdi. Okan’ın hediye ettiği pembe taşlı kuvars bilekliğiydi. Bir süre parmaklarının arasında tuttuğu bilekliği izledi. Kalbinin sesini, dışardan duyacak kadar arttığını fark etti.
Bir daha geriye doğru baktı. Okan ıslık çala çala uzaklaşıyordu. Sesi yine de duyuluyordu oldu yerden.
Bu sefer tebessümü genişledi dudaklarında. “Bende.” Diye mırıldandı. Bisikletini sürmeye devam etti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |