5. Bölüm

5.⭐

kadriş yazar
kadrisyazar_

YILDIZLARA GÖÇ

5.BÖLÜM

♪Andrew Bird - Sisyphus

 

 

Ağzım kulaklarımda bir şekilde odama girip, kendimi sırt üstü yatağın üzerine bıraktım.

İnanılır gibi değildi!

Az önce üç yıldır aşık olduğum çocuk beni bisikletimle eve bırakmış, ve bu üç yıl içinde ilk defa karşılıklı diyaloglara girmiştik. İnanılır gibi değildi!

Yatağın üzerinde kıkırdayarak sağa sola doğru bedenimi sallayıp gözlerimi sımsıkı kapadım heyecanıma yenik düşerek. Çapraz bir şekilde omuzuma astığım çantama iki elli sarıldım kucağımda. Şu anda yatağın üzerine çıkıp saatlerce tepine bilir ve tüm evi ayağı kaldıracak kadar bağırabilirdim. O derece de midem de bir şeyler oluyordu.

Bu sefer gülüşüm şiddetlendi hatta gerçekten evi bağırarak değil, yerini kahkahaya bırakan gülüşüm sayesinde ayağı kaldırabilirdim. Kendime engel olamıyordum. Kulaklarım, yanaklarım, bin beş yüz dereceye maruz bırakmışlar gibi yanıyordu.

Elimi yumruk yapıp dudaklarımın üzerine kapadım fakat yine de kalbimden kopan gülüşümü bastırmak için yeterli değildi asla. Deli gibi sağa sola doğru hızlı hızlı dönmeye başladım yatağın üzerinde yeniden.

Toprak beni eve bırakmıştı.

Toprak benimle birlikte eve gelmişti.

Toprak bana gelmişti.

Toprak, Toprak, Toprak.

Aşk üç harfti. Ama Toprak bana altı harfti.

Müzik beş harfti. Ama Toprak bana altı harfti.

Film dört harfti. Ama Toprak bana altı harfti.

Ve benim hayatım bu altı harften ve Toprak’tan oluşuyordu. Sevdiğim şeyler, Toprak’ta var olmuştu.

Bu geceyi düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum.

Kapı tıklatıldığında, yatağın üzerindeki sağa sola doğru dönme işini bırakmış, yavaşça içeriye doğru açılan kapıya gözlerimi dikmiştim, dudaklarımda gülümsemem ile dona kalırken. Minik aralıktan sıcak bir gülümseyişle annem göründü.

“Kar Tanem.” Dedi imalı ve bir o kadar da içten bir şekilde.

Sırt üstü uzandığım yataktan doğrulup, yatağın üzerinde birazcık geriye doğru sürünüp, ayaklarımı yerden kestim ve ileri geri sallamaya başladım yatağın üzerinde. Anneme bakıp, “içeri gel anne.” Dedim.

Sessiz adımlarla içeri girip arkasından kapıyı örttükten sonra bana baktı. Ben ise içimi patlatacak olan heyecanımı bastırmak için resmen kalçamı iyice yatağa yerleştirmeye çalışıyordum.

Dudaklarını içe gömdü bana doğru gelirken annem. “Nasıl geçti bugünün?” deyip kaşlarını havaya kaldırdı fakat yüzündeki tebessüm silinmemişti. Yanıma oturdu.

Fevkalade. Süper. Mükemmel. Harika.

“İyi anne.” Dedim yüzümdeki şapşal gülümsemeyle. Engel olamıyordum bu duruma.

“Hmm.” Dedi imalı imalı. Elinin birini yatağa yaslayıp, gözlerimin içine baktı. “Arkadaşın,” deyip kaşlarıyla işaret etti. “Baya tatlıymış.” Otuz iki diş birden sırıttı.

Evet, hem de çok.

Oturduğum yerde omuzlarımı dikleştirdim. Gözlerimi kaçırdım hemen. Toprakla bile bu kadar utanacağımı düşünmüyordum. “N- ne diyorsun anne?” deyip parmaklarımla oynamaya başladım.

“Sadece tatlı olduğunu söyledim.” Deyip koluma hafifçe vurdu ona bakmam için. “Okuldan arkadaşın mı, hı?” dediğinde, bir omuzumu silkip, gözlerimi oynadığım parmaklarıma indirdim. Yüzüne bakamayacak kadar utanıyordum.

“Okuldan biri sadece.” Dedim kısık bir sesle.

Okuldan biri mi sadece?

Çocuk üç yıldır hayatımın merkezinde. Sadece az kalır ona.

“İlk defa görüyorum onu.” Dedi annem. Burnundan sesli bir nefes verip sırt üstü yatağa uzandı. Parmaklarımla hâlâ oynarken anneme çevirdim bakışlarımı. Kolunun birini yatağa uzatıp, uzanmam için kaşlarıyla işaret etti.

Gülümseyip yatağın ilerisine doğru kalçamı sürüyüp sırt üstü uzandım, başımı annemin koluna yaslarken. Hemen parmakları saçlarımı buldu. Usulca oynamaya başladı. Çocukluktan bu yana en sevdiğim şey saçlarımla oynanması olmuştu. Hep uykumu getirir, rahatlatırdı beni. Gözlerim bu rahatlamayla birlikte kapandı.

“Hoşlanıyor musun ondan?” diye aniden sorduğunda annem, gözlerimi kapamamla açmam bir olmuştu.

“A- anne?!” dedim kekeleyerek bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda. Annem de bakışlarını bana indirmişti. Böyle bir soru beklemediğim için şaşırmış ve bir o kadar da utanmıştım. Özellikle annemden böyle bir soru beklemiyordum.

“Ne var canım?” Dedi kaşlarını bir şey demediğini belirtmek için kaldırırken. Ardından gülümseyip, saçlarımın üzerine bir öpücük bıraktı.

“Anneler anlar. Hem, gözlerin bile dile gelmişti.” dediğinde, bakışlarımın yönünü başka yere çevirdim. “O biliyor mu? Yani Toprak.” Deyip güldü. Biraz durduktan sonra başımı iki yana sallayıp, annemin göğsüne yasladım yanağımı. “Gerçekten mi?” diye sordu şaşırmış gibi. “Yeminle.” Dedim bende.

Gözlerim dile mi gelmişti?

Ona bakarken, böyle bir durumun olmaması imkansız olurdu zaten!

“İnan bana Kar Tanem, gözlerinden her şeyi anlamıştır.” Dediğinde, beş karış bir suratla anneme kaldırdım yeniden gözlerimi. “Gerçekten mi anne?” diye sordum, yarı üzgün ve yarı şaşkınlıkla. Başı ile onayladı annem beni.

Nedense hem anlasın istiyordum hem de anlamasın istiyordum aşkımı. Ne istediğimi ben de bilmiyordum.

“Ama ben onun gözlerine çok sık bakmıyorum ki.” Dedim kaşlarım hafifçe çatılırken. Evet onu fazlasıyla izliyordum fakat göz göze gelince hızla kaçırıyordum ondan bakışlarımı.

Burnundan güldü annem. “Babanda bana çok sık bakmazdı fakat bana her kısacık bakışında, bunu çok iyi görebiliyordum.” Dedi.

Güldüm yanağımı tekrar annemin sıcak göğsüne yaslarken. “İlk babam açılmıştı değil mi sana?” diye sordum.

“Açılmaz diye düşünüyordum ama en sonunda itiraf etti aşkını.” Deyip, annem de yanağını başıma yasladı.

“Dedeme rağmen vazgeçmedi.” Dedim buruk bir gülümsemeyle. Babam, dedemi tanıyordu. Aşkını itiraf etmeden önce de engel olacağını adı kadar emindi. Ama yine de aşkını itiraf edip vazgeçmemişti.

“Evet, dedene rağmen hatta.” Derin bir nefes alıp verdiğini hissettim annemin. “Senin önünde engel var mı peki?” diye sordu. Bu soruyla kaşlarım çatıldı. Benim önümdeki engeller sadece okuldaki kızlardı. Ceyda ve şimdi de Ahsen!

Fakat Ceyda kesindi ama Ahsen yellozu nereden çıkmıştı bilmiyordum.

Yanaklarımı doldurup boşalttım sıkıntılı bir nefesle. “Var.” Dedim. “Okuldaki kızlar!”

Annemin gülüşü kulaklarımda yankılandı. “Sen onlara engel mi diyorsun?” diye sordu, bir tık iğneleme sezerken. “Onlar engel değil Kar Tanem. Engeller, senin kalbinde ve zihninde. Eğer istiyorsan; onlar sadece ayağının takılmasına neden olan ve ardından da arkanda bırakman gereken küçük taşlardan farksız kalır.”

Hem de çok istiyordum.

Annemin söyledikleri zihnim de dönüp durdu. Onlar sadece ayağıma takılan ve arkamda bırakacağım küçük taşlardı. Ama eğer aşkımı, sadece kendi içimde yaşarsam ömür boyu o küçük taşları geri de değil, yüreğimde taşıyacaktım.

“Peki,” dedi annem bana dönerek. Ben de ona doğru dönüp kolumu başımın altına yerleştirdim annem gibi. “Toprak’ı iyi tanıyor musun? Kimdir, nedir?”

Dudağım bir kenarı, buruk bir gülümseme ile kıvrıldı. “Gitar çalmayı çok seviyor. Voleybola da ilgisi var.” Dedim nefessiz bir şekilde sıralarken. Söylediklerim, annemin kaşlarını yukarı kaldırdı. Heyecanla aklıma gelen şey ile işaret parmağı kaldırıp, “bir de mavi scooter motoru var. Okula her gün onunla geliyor.”

“Hmm.” Dedi annem şaşırarak. Heyecanla anlattıklarım, onu da heyecanlandırmış, can kulağı ile dinlemesine neden olmuştu.

“Ama bence en çok gitar çalmasını seviyor. Çünkü her sabah müzik odasına gidip gitar çalıyor.” Dedim gözlerim yuvalarından çıkacak kadar heyecanla büyürken.

Ve sonbahar gözleri!

Ama bunu anneme söylemekten çekindim. Gözlerinin rengini de tanıyordum, elbette.

“Aynı sınıfta mısınız?” diye sordu.

Alt dudağımı hüzünle sarkıtıp iki yana salladım başımı. Annemin de yüzü düştü hemen, gözlerimden anlayarak. “Keşke öyle olsaydı. Derste bile onu izlerdim.” Dedim. Kaşları yalandan çatıldı annemin, söylediğim şey ile hüznü dağılırken. “O zaman iyi ki başka sınıftaymış, yoksa derslerinden geri kalırmışsın.” Deyip yerini tekrar gülümsemeye bırakmıştı.

Bende gülüp, bakışlarımı çenemin altına topladığım ellerime indirdim. Olsa güzel olurdu da, olsun en azından yan sınıfımdaydı.

“Benim Kar Tanem aşık olmuşta annesinden saklarmış.” Dediğinde annem, bel boşluklarıma hafiften baskı uygulamaya başladı, uzandığı yerden geri doğrulurken. İki büklüm olup saniyesinde kahkaham odam da yankılanmaya başladı. “Söyleyecektim anne yeminle.” Dedim gülüşümün arasından.

“Ne zaman? Seni istemeye geldikleri zaman mı?” dedi baskı uygulayıp gıdıklamaya devam ederken. “Oha anne. Hemen beni evlendirdin.” Dedim ayaklarımı yatağın üzerinde toplayıp anneme bakmaya çalışırken. “Hemen evlendireceğimi kim söyledi? Ben Dündar’ın kızıyım, kolay kolay verir miyim seni? Burnu çok sürter Toprak’ın.” Deyip gözlerini kıstı, dudakları düz çizgi halini alırken. Gülmemek için de dilini üst dudağına yaslamıştı.

“Anne!” dedim yalandan çıkışarak. “Çocuk beni beklemekten ölür.” Dediğimde, bir kahkaha daha attım annemin gıdıklaması yüzünden.

“Tamam hadi kalk pijamalarını giy uyu.” Deyip nefes nefese kalmış bir şekilde gıdıklamayı durdurdu. Dinlenmek için ellerini diz kapaklarına yaslayıp soluklandıktan sonra, yataktan kalkıp bana baktı. Ben de doğruldum, gülüşüm yavaş yavaş durulurken. “Yarın erken kalkacaksın Kar Tanem. Okulun var.” Dedi bu sefer de ellerini bel boşluğuna yaslarken.

Başım ile onayladım, dudaklarımı ağzımın içine yuvarlarken. “Evet, iyi ki okul var.” Deyip burnumdan derin bir nefes alıp verdim içim rahatlarken.

“Bu arada,” diyen annem mahcup bir tavırla üst dudağını ısırıp geri bıraktıktan sonra, parmaklarıyla oynamaya başladı. “Evin önünde sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim.” Dedi. İşaret ve başparmağının arasında birkaç santim boşluk bırakarak, “sizi öyle görünce, bir tık meraklanmış olabilirim.” Deyip güldü.

“Önemli değil anne.” Deyip rahatlaması için gülümsedim. “Anneler hep böyle yapar!” deyip göz kırptım.

Güldü annem de. “Evet anneler hep böyle yapar.” Bana doğru yaklaşıp, alnımdan öperek geri çekildi. “Canım Kar Tanem.” Bana baktı ardından. “Söylemekten çekinme hislerini.” Tebessüm etti. “Aşk her şeyiyle güzel.” Yumruk yaptı elini savaşmamı ister gibi havaya kaldırarak. “Vazgeçme sakın!” dedikten sonra iyi geceler dileyip odadan çıktı.

Derin nefes alıp verdim gözlerimi çok kısa kapatıp açarken. Aşk her şeyiyle güzeldi, evet. Bu uzaktan seven insanlar için daha güzeldi. Hatta acı verecek kadar.

Aşk ve acı.

Sanırım ikisi de kardeş olmalıydı.

Yoksa; aşık olan, neden acı çeksin ki?

Çantamı ve kabanımı çıkardıktan sonra, banyoda elimi yüzümü yıkayıp tüm kişisel ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra, gece uyumadan önce ellerime sürdüğüm krem ile yatağıma yürürken, çantamın içinden telefonumu almak için kapının arkasına astığım çantaya yöneldim. Kristal ise çoktan yatağıma yerleşmiş, bana bakıyordu çipil çipil gözlerle. Öpücük atmayı unutmamıştım elbette.

Çantayı askıdan alıp, bir dizimi kırıp yatağa oturdum. Telefonumu almak için çantamı açmıştım ki, gözlerim içindeki ile çatıldı. Çantanın içinden çıkarıp gözlerimin hizasına kaldırdım. Kırmızı kanatlı kuğu origamisi.

Evet tam olarak bu çıkmıştı çantamın içinden. Birkaç gündür, çantamdan ve spor salonun girişinden bulduğum bu kağıt parçasıydı. Sanırım birileri dalga geçiyor olmalıydı.

Buruşturup yere fırlattım, başımı iki yana sallayarak bu durumdan bezmişçesine.

Telefonumu çıkarıp hızla Zelem’e mesaj attım. Bugün Zelem’in morali bozuktu ve ben bir anda onun durumunu unutmuş, kendimi düşünmeye başlamıştım. Vicdan azabı, şimdi de kara duman gibi yüreğime çöküvermişti bile.

Siz: Annene ilaç aldın mı canımmm arkadaşımmmm

Siz: Nasıl şimdi, iyi mi durumuuuuuuu?

Tabii ki beni bilerek bıraktığına adım kadar emindim. Bu yalanı da bilerek uydurmuştu.

Bir dakika sonra görülmüştü attığım mesaj.

Zeleminko: Annem turp gibi. Hatta az önce babam ile yine kavga ettiler. J

Bu mesajın sonunda gülen emoji vardı ama benim yüreğim bile yüz parçaya bölünmüş gibi hissediyorsam, Zelem nasıl hissediyor diye düşünmekten edemiyordum. Zelem, acılarıyla dalga geçen bir kızdı ama yüreğinde yüz ateş yaktıklarına adım kadar emindim ve o ateşten çıkan dumanı da iyi saklıyordu. Kimsecikler görmesin istiyordu.

Ben ne yazacağımı bilemediğimden öylece kalakalmışken, Zelem yine mesaj attı.

Zeleminko: Ama nasıl yalandı? Okan salağı bile inandı jdkjsdksfhskfh

Boynum büküldü saniyesinde Okan’a üzülerek. Ama o saftirik gülüşü aklıma tekrar gelince gülmeden edemedim.

Siz: Okulda hesabını sorarım sana ama ben.

Bir adama tekme atan yaşlı bir adamın stickerini göndermiştim arkasından.

Zeleminko: Ee nasıl geçti kızım? Anlatsana!!!

Siz: Meraktan çatla. Yarına kadar bekle oh!

Zeleminko: Çatlarım bak. Anlat!!!

Aklıma tekrar gelince yaşadıklarım, gülümsetmişti beni. Kalbim yeniden kaburgalarıma vurmaya başladı.

Siz: Hayır!!!! He he he he.

Ekranı kapattım ardından. Ve art arta Zelem’den mesajlar yağmaya başlamıştı bile. Ama ben sinsice gülüp kendimi sıcak yorganımın altına bıraktım, Kristal’i yattığı yerde rahatsız etmemek için özen gösterirken.

Yarın ona her şeyi anlatırdım. Şimdi beni, yaşadıklarım esir almak üzereydi. Ve canım arkadaşım çok teşekkür ederim, her şey onun sayesindeydi. Onu çok seviyorum. Yoksa böyle bir şey asla yaşanmazdı.

Telefonu komodine koyup, yorganı çenemin altına kadar çekip deli danalar gibi dönmeye başladım içinde. Midemde bir hareketlilik, yüzümde şapşal bir gülümseme vardı. Yine heyecandan gülmeye başlamıştım.

Ve ben o gece sabaha kadar heyecandan uyuyamamış, yatağın içinde dört dönmüş, durmadan gülümseyerek tavanı izlemiştim.

****

Kollarımı, göğsüme bağlarken, ısınmaya çalışıyordum. Bugün Yılkan’da, her yere çökmüş bir sis vardı ve epey soğuktu. Bakışlarımı, yukarı kaldırıp gökyüzüne baktıktan sonra, gri havayı iyice içime çekip ufak bir titremeye engel olamamıştım vücudumda.

Yine erkenden uyanmış, okulun yolunu tutmuştum. Herkesten önce geldiğimi, okulun bahçesinde kimseciklerin olmadığından anlıyordum. Girişte bekleyen güvenlikçi abiye selam verdikten sonra, uyuşan bacaklarıma rağmen hızlı olmaya çalıştım.

Benden daha önce okula erken gelen var ise o da Toprak’tı. Ve ben onun için erken saatlerde geliyordum. Tüm aile üyelerim okulu çok sevdiğimi düşünüyorlardı ama okulu sevdiren tek kişi için uykumdan vazgeçiyordum. Artık sadece annem öğrenmişti. Ama sabah bir şey dememiş sadece imalı imalı sırıtarak gözlerimin içine bakıvermişti. Utanarak evden ışık hızıyla çıkıvermiştim.

Okula yürüyerek gelmiştim çünkü dün gece bisikletimi Toprak’a vermiştim.

Yine aklıma gelince mal mal sırıtmaya engel olamadım.

Ama önemli değildi. Bazen okula yürüyerek de gidip geliyordum çoğu zaman. Tabii ki onu o şekilde göndermeye, yüreğim el vermedi. Üzerinde ise sadece voleybol forması vardı ve oyundan çıkıp gelmişlerdi. Umarım hastalanmazdı.

Adımlarım yavaşlarken, gözlerim okulun bahçesini turladı. Toprak’ın mavi scooter motorunu arıyordum. Fakat ne onun motoru vardı ne de başkalarına ait araba ya da bisiklet. Yine de moralimi iyi tutmaya çalıştım. ondan bile erken gelmiş olabilirdim.

Okulda girdiğimde, yüzüme ve çıplak bacaklarıma değen sıcak dalga ile dudaklarımın arasından sesli bir nefes verdim. Biraz hızlı yürüdüğüm için nefes nefese kalmıştım. Kollarımı, kucağımdan çözüp hiç vakit kaybetmeden, müzik odasına doğru yöneldim.

Uzun süredir ilk önce onu spor salonunda buluyordum, çünkü kazanmaları gereken bir maç vardı ve bu yüzden her sabah antrenman yapıyordu. Fakat şimdi maçı kazanmışlardı. Artık her sabah gittiği müzik odasında Toprak’ı bulabilirdim. Yine kucağında gitarı ve küçük küçük mırıltılarla şarkılarını dinlemeye kaldığım yerden devam edecektim.

Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp yüreğimden taşan heyecanımı bastırmaya çalıştım ve tabii ki de gülmemi engellemeye. Müzik odasına, kalp atışlarımın sesiyle vardığımda, durdum. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. İçerden gelecek olan herhangi ses için kulak kabarttım. Fakat okul gibi burası da aşırı sessizdi.

Gözlerimi açıp bir adımla kapının tam önünde durup, yarısı cam olan kapıya bakmak için parmak uçlarımda hafifçe yükseldim. Fakat içerde kimse görünmüyordu. Etrafa iyice baktım. Bomboştu!

Niye gelmemişti bu çocuk?

Kafamı iki yana sallayıp, parmak uçlarımdan yere tekrar indim. Belki de spor salonundadır. Bu sefer de koridorun diğer ucuna doğru yürümeye başladım. Spor salonunun önüne de vardığımda, tekrar bakmak için parmak uçlarımda yükseldim. Lanet olsun, burada da kimsecikler yoktu!

Kabanımın cebinden telefonumu çıkarıp saate baktım. Evet ben tam zamanında gelmiştim. Hatta bazen bile Toprak ile aynı anda okula girdiğim bile oluyordu. Tabii ki arkasından sinsice onu takip ediyordum, beni görmemesi için.

Omuzlarım düştü, dudaklarımın arasından sıkıntılı bir nefes verirken. Müzik odasına doğru tekrar yürüdüm. Belki birazdan gelirdi. O gelene kadar beklesem daha iyi olacaktı.

Müzik odasına vardığımda, içeriye girdim. Duvarlarına asılmış birden fazla gitar ve keman mevcuttu. İki tane de piyano mevcuttu, odanın köşelerine yerleştirilmiş bir şekilde.

Bakışlarım bu sefer Toprak’ın her zaman oturup gitar çaldığı yere ilişti. Dışardan görünecek bir şekilde yan oturuyordu. Yan profilini sunuyordu, kapının arkasında izleyen bana. Adımlarımı yavaşça oraya doğru attım. Sandalyenin üzerinde duran bir gitar vardı. Genellikle kendi gitarını getirirdi okula.

Sandalyenin yanına geldiğimde, ters bırakılmış gitarın üzerine parmaklarımı bıraktım. Her gitar çaldığında, gözlerini usulca kapayışı, zarar vermemek için tellerine nazikçe dokunuşu ve bir kadının duyup duyabileceği en güzel ses tonu… Hepsi Toprak’tı.

Bakışlarım gitarın sapının kenarında kazılmış harfi görünce, bakmak için kendime doğru çevirdim. Hatta iki harf vardı. T ve G.

T ve G mi?

Bu gitar Toprak’a ait olabilir miydi? Ama ya G harfi?

Okulun içinde yankılanan kapı sesiyle, irkilmeden edemeyip gitarı düşürmek üzereyken, hızla gitarın düz tarafını çevirip sandalyenin üzerine yerleştirip, müzik odasından çıktım hızlıca.

Müzik odasının hemen yanında küçük bir alan vardı. Orada Toprak’ı bekleyebilirdim. Ve de orası saklanmak için güzel bir yerdi. Direkt kafayı uzatıp baktığında, karşıdan gelecek herhangi birini görebiliyordun. Hatta önceden oraya küçük bir sandalye bile koymuştum. Ee her gün Toprak’ı beklemek için ideal bir yerdi. Sonra ayakta bacaklarım uyuşuyordu.

1 saat sonra;

Yanaklarımı hava ile doldurup boşaltıyor, dizlerimin üzerine bıraktığım parmaklarımla ritim tutturuyordum hâlâ oturduğum yerde. Kafamı bir daha uzatıp baktım, karşıya. Toprak hariç, herkes gelmişti. Okul yavaş yavaş dolmuştu bile.

Burada oturduğum için öğrencilerin birçok kez ne yapıyor bu salak burada? Diyen bakışlarına maruz kalmıştım. Bakan bir daha dönüp bakıyordu, doğru görüp görmedikleri için. Ama bir tek Toprak’ın gözlerini görememiştim. Spor salonunu da birkaç defa yoklayıp, geri yerime oturmuştum.

Ama bu çocuk gelse, ilk uğrayacağı yer bu iki yer oluyordu!

Sanırım okula gelmemişti!

Sıkıntılı, sesli bir nefes verip, titreyen telefonumla ile dikkatim kucağıma indi. Kabanımın cebinden telefonu çıkardığımda, Zelem’den mesaj geldiğini gördüm.

Zeleminko: Ders başlayacak şimdi neredesin?

Zeleminko: Yine o çocuğu mu bekliyorsun? Gel hadi!

Siz: Geliyorum, şimdi.

Yüreğime oturmuş koca bir öküzle, başım önüme düştü üzüntüyle. Ben şimdi güne nasıl iyi başlayaydım? İmkansızdı! Kollarım iki yanıma düşerken, başımı geriye yatırıp, ağlamaklı sesler çıkardım.

Zor da olsa oturduğum yerden kalkmış, duvarın dibinden ayrılmıştım, hüzünle dolan gözlerim zemindeyken. Minik minik adımlarla, zeminde ayaklarımı sürürken, dudaklarım büzülmüştü.

Merdivenleri çıkarken, resmen sırtımda hissettiğim kambur yüzünden, yüzüm yere değmek üzereydi. Evet, bazen okula gelmediği zamanlar oluyordu fakat onu okulda bekleyen birisi olduğunu bilse, koşa koşa gelirdi. Ve okula gelmediği günler benim cehennemimdi. Yarını iple çekerdim. Ama bir de Cuma günleri gelmediği zamanlar var ya, işte o üç gün bana kabir azabı gibi gelirdi. Hafta sonum zehir olurdu!

Ve yarın cumaydı. Kesinlikle gelmesi gerekiyordu okula. Yoksa hafta sonum felaket derecede kötü geçerdi.

Sınıfın içine girdiğimde, yanağıma çarpan küçük bir nesne ile, küçük bir inleme dudaklarımdan dökülmüş, parmaklarım yanağıma, gözlerim ise sınıfın diğer ucuna çıktı. Ve elime gelen ıslaklıkla, Okan’ın elindeki pipet ile ne olduğunu anladım.

“Tam isabet!” deyip kahkaha attı Okan.

“İğrençsin!” deyip, iğrenerek, yanağıma yapışan kağıt parçasını yere fırlattım. Kabanımın kollarıyla hızla yanağımı sildim.

Her sabah olduğu gibi yine Okan, elinde bir pipet ve sınıfa gelen herkesin yüzüne kağıt üflemeye başlamıştı. Yancısı Bahri’de ona eşlik ediyordu. Bahri’nin yine saçlarında, Cıvıl’a ait pembe taçlardan biri vardı.

“Yaz, üçe bir!” deyip öndeki çocuğa skorunu yazdırmaya başladı Okan. Bahri’ye dönüp, “eğer hocanın yüzüne yapıştırırsan, maç biter, sen kazanırsın.” Dedi. “Hoca da götüme pipeti soksun!” dedi Bahri’de. Boyunlarında olacak kravat yine kafalarındaydı. “Ama iyi fikir. Cesaretimi toplayıp bir gün yapacağım.” Dedi Bahri, gerçekten bu fikri düşünüyormuş gibi gözlerini yukarı kaldırırken. Gözlerimi devirip, sesli nefes verdim burnumdan.

“Belfü.” Diyen Zelem’in sesiyle iki şebekten bakışlarımı alıp orta sırada oturan arkadaşıma döndüm.

Sınıf yine ayakta ve içerisi toz bulutuna ve ahıra dönmüş vaziyetteydi. Bağırarak konuşan, pencereyi aç kapa kavgası yapan kızlar, tahtadan yükselen müzik sesi ve maymun dansı yapan kişilerle yine sınıfım çekilir tarzdaydı.

Adımlarımı, sırama doğru atarken, sınıfın en başında, diğer kızlara dansını sergileyen Cıvıl’ı gördüm. Sanırım amigo takımından öğrendiği hünerleri sergiliyordu. Vücudu gerçekten çok kıvraktı. Dün gece karnı ağrıyan kızdan eser kalmamıştı.

“Neredeydin kızım sen?” Zelem kızgın gözlerle yüzüme bakarken, yerime oturmuş, çantamı çıkarıyordum omuzlarımdan. Togan’da eğilip, ortamızdan başını uzattı. “Biraz daha gelmeseydin, biz gelecektik yanına!” dedi.

“Yine aynı yerimde!” deyip bu sefer de kabanımın çıkarmaya başladım.

“Yüzün beş karış, kesin gelmedi!” deyip gözlerini kıstı Zelem. Derin bir nefes alıp verdim. Başımı sallayarak onayladım. “O zaman hiç bekleme, bugün gelmeyecek kesin!” dedi Zelem önüne dönerken. “Belki gelir.” Dedi Togan’da sesi hiç umut vaat etmezken.

Alt dudağımı ağzımın içine yuvarlayıp, yanağımı avucumun içine yasladım. Kaşlarım ile duvara yaslı sıralarda oturan Okan’ı kastederek işaret ettim. Yine pipetten çıkan kağıdı sınıfa giren kişilere üflüyordu, bu durumdan baya zevk aldığını belli eden kahkahalarıyla. Zelem’de kimi gösterdiğimi görmek için omuzunun üzerinden baktı.

“Okan’a sorsana.” Dedim alt dudağımı ısırırken. Zelem gözlerini devirirken önüne dönüp, “lütfen beni o sivrisinekle muhatap etme.” Dediğinde, yanağının içini ısırdı. Hareket eden parmaklarına gözlerimi indirdiğimde, sol bileğine taktığı bilekliğin, taşı ile oynadığını gördüm. Okan’ın hediye ettiği bileklikti. Dün takmamıştı fakat şimdi bileğindeydi. Şüphe ile gözlerim kısıldı.

Okan büyük bir zafer çığlığı attığında, sınıf çok kısa sessizleşmiş, onlara dönüp bakmıştı. “Yaz, dört bir.” Deyip öndeki çocuğu dürtükledi. Sınıfa giren çocuklardan birine daha isabet ettirmişti.

“Off ya!” dedi Bahri’de başını iki yana sallayarak. Okan önde gidiyordu. Cıvıl yanına gitti Bahri’nin. Kolunu Bahri’nin omuzuna atıp bedenini ona yasladı. “Yapabilirsin Bahri. Ben senin yanındayım.” Dedi resmen süzüle süzüle. Bahri’de utanarak gözlerini kaçırdı. Ve çok sürmeden tekrar pipetle atış yapmaya başladı.

Zelem dirseği ile kolumu dürttüğünde, bakışlarımı ona indirdim. “Ee anlat. Dün nasıldı?” ardından bakışları öfke ile çatıldı. Kolumu çimdikleyip, acı ile kolumu kaçırmama neden oldu. “Dün gece, mesajlarıma cevap vermediğin içindi!” dedi.

“Üzgünüm.” Deyip burnumu kırıştırdım gülerken. “Ama sen de beni onunla yalnız bıraktın.” Deyip parmağımı yüzüne doğru salladım. Ardından dün gece tekrar zihnimin içinde canlandığında, yanaklarım bin beş yüz derece de yanmaya başlayıp başımı omuzlarımın içine gömdüm.

“Ne?” diye bağırdı Togan. “Ne oldu dün gece ya? Ne kaçırdım ben?” dediğinde, ikimize baktı sırayla. “Seni Toprak ile yalnız mı bıraktı?” deyip bana baktığında, hemen başım ile onayladım. Zelem’e bakıp,“Ama sağ ol Zelem.” Deyip kalbimin üzerine yasladım iki elimi de. Derin bir iç çektim. “Dün gece mükemmeldi.” Dediğimde, Zelem’de benim gibi güldü. “Bisikletle eve bıraktı beni.” dedim.

“Allah’ım şu anda geriden geliyorum.” Dedi Togan, başını iki elinin arasına alırken. “Merak etme sana sonra anlatırım.” Dedim Togan’a bakıp gülümseyerek.

“Biliyorum.” Dedi Zelem’de heyecanla. Kaşlarım çatıldı. “Nereden biliyorsun?” diye sordum.

Omuzları dikleşirken, dudaklarını araladı bir şeyler söylemek için fakat omuzuna çarpan buruşturulmuş kağıt, masamınız üzerine düşerken, ikimizin de gözleri oraya kaydı. Zelem kağıdı aldı. Bir süre baktı kağıda ardından gözlerini devirip arkasına baktığında, benimde bakışlarım gülerek bizi izleyen Okan’ı buldu.

Tabii ki kağıt ondan gelmişti. Her sabah ve her ders bitiminde olduğu gibi. İçinde de ne yazdığını adım ve soyadım kadar iyi biliyordum.

Dirseğimin birini sıraya yaslayıp üst bedenimi, kağıtta yazılanı okumak için hafifçe eğdim.

Zelem burnundan sesli bir nefes verip, yanağının içini ısırdı gülüşünü bastırabilmek için. Kendisini tutuyordu. Buruşturulmuş kağıdı açmaya başladı.

Kağıtta yazan şey ise: Benimle çıkar mısın?

Zelem hiç olmadığı kadar kağıda uzun uzun baktı. Gözlerinde bir dalgalanma vardı ama ne olduğunu çözemeyecek kadar aklım karışmıştı. Onu hiç böyle görmemiştim. Her zaman gelen kağıtlardan biriydi ama bu sefer Zelem’in tavrı farklıydı.

Gülerek, Okan’a baktım kağıttaki yazıyı okuduktan sonra. Zelem’de Okan’a baktı. Okan ise çapkın bir şekilde tek kaşını kaldırıp indirdi. Ardından da göz kırptı.

Kağıtta yazılanı adım gibi bildiğim kadar, Zelem’in değişmeyen cevabını da iyi biliyordum.

Zelem kalemliğinden kalem çıkardı. Kağıdı birazcık önüne doğru getirip, yazmaya başladı.

Hayır!

Fakat yazdığı tek kelimenin yanına gülen emojisi çizdi. Ben şok! Zelem değil onu yapmak, bazen cevap bile vermezdi. Bazen ise orta parmak çizer gönderirdi cevabının yanında.

Kağıdı tekrar buruşturup Okan’a fırlattı. Kağıdı havada kaptı Okan. Heyecanla açtı kağıdı, hiçbir zaman tepkisi azalmayacak bir şekilde. Kağıda uzun uzun baktı. Sonra kaşları çatıldı ve Zelem’e baktı. En az benim kadar şaşırmıştı. Kaşları havalandı, dudakları bir karış aralanırken. Ve tekrar başka kağıda bir şeyler yazmaya başladı hızlıca.

Anlamayarak Zelem’e baktım. “Gülen emojisi mi?” diye sordum gözlerimi kısarak. Tek omuzu silkeleyip bana baktı. “Canım öyle yapmak istedi!” deyip karşıya baktı. Şu anda normal gözüküyordu tepkisi.

Edebiyat hocası içeri girerken, tüm sınıf hızla yerine geçip sıralarında ayakta beklemeye başladılar. Ben de ayağı kalkarken, gözlerim Zelem’in üzerindeydi. Dün gece benim görmediğim bir şeyler mi olmuştu?

Edebiyat hocası oturmamızı söylediğinde, dersin ortasındaydık. Akımları işliyorduk ve ilgi alanım hiç değildi. Yanağımı avuç içime yaslamış, uykulu gözlerle, uzaklara dalıp gitmiştim.

Aklımdan sadece Toprak geçiyordu. Bugün gelmemişti ve neden gelmediğini deli gibi merak ediyordum. Gözlerimin önüne bugün göremediğim sonbahar gözlerini getirmeye çalıştım. Onları, görememenin acısını çekiyordum.

Arada dikkatim dağılıyordu çünkü sıraya şu anda dokuzuncu buruşturulmuş kağıtlardan biri daha atılmıştı Okan tarafından. Tüm sınıf, dersten sıkıldığı için sıralarının üzerine patates çuvalı gibi yayılıvermişti fakat tek ayık olan Okan’dı. O da Zelem’e kağıt gönderiyordu.

Zelem kağıdı açarken, ben de göz ucuyla okudum.

Bilekliği takmışsın. Yakışmış, güzel bileklerine. Bu arada benimle çıkar mısın?

Zelem sinirle oflayıp, başını iki yana sallarken, kağıdı buruşturup geri Okan’a fırlattı. Çoğunu göndermemiş, masanın üzerinde birikmişti. Bu halleri gülümsetmişti beni.

Kapı çalındığında, içeri yan sınıftan Kerem girdi. “Hocam sınıf silgisini alabilir miyiz?” diye sordu.

Ve tüm sınıf hep bir ağızdan, “HAYIR!” diye böğürdü. Bende dahil.

“Ya gidin az yiyin kendinize silgi alın olum!” diyen Okan, ayağı fırlamış el kol sallamaya başlamıştı.

“Geri getireceğim. Lazım.” Diyen Kerem’e cevap veren Elif oldu. “Ya geçen hafta da öyle dediniz, ne silgi geldi ne de bir şey.”

Okan masanın kenarlarında tutup yalancı bir öfke ile, “uzak durun lan bizim silgimizden. Kendinize silgi alın.” Deyip masayı kaldırıp indirdi. Masayı, Kerem’e fırlatmak istemiş olabilirdi.

“Okan, otur yerine.” Dedi Fatih hoca. Okan yerine oturdu fakat silgimizi başkasına yedirmemek için hazırda bekliyordu.

“Biz tüm sınıf para toplayıp aldık, siz kaybettikten sonra. Siz de öyle yapın!” dedi Elif kollarını göğsünde bağlayarak. “Lan ne haliniz varsa görün. Gider alırız silgimizi. İyi dersler hocam.” Deyip çıktı Kerem öfkelenerek.

Tüm sınıf kahkaha attı büyük zaferden sonra.

“Yedirmeyiz silgimizi!” dedi Okan, elinin altına yeni bir kağıt çekerken. “Aynen öyle!” dedi Elif’te Okan’a destek vererek.

Fatih hoca kaldığı yerden ders anlatmaya başlamıştı.

Masaya tekrar kağıt düşerken, “bana getir onu Zelem!” diyen Fatih hocayla, omuzlarımı dikleştirmiştim. Zelem yerinden kalkıp kağıdı götürürken, “hocam lütfen sesli okumayın please!” dedi Okan’da ayağı kalkıp yalvarırken. Bahri’de bir kolunu Okan’ın karnına yaslamış, sıradan çıkmaması için bariyer oluşturmuştu bedeniyle.

“Edebiyat dersindeyiz Okan, İngilizce dersinde değil!” dedi Fatih hoca, yarım bir gülüşle. Okan’a karşı ciddi kalmaya çalışıyordu ama başaramıyordu.

“Rezil!” dedi Zelem, başını iki yana sallayıp, kağıdı Fatih hocaya götürürken. Tüm sınıf, eğlence çıktığı için kıs kıs gülmeye başlamıştı bile. Hatta ben de. Elimi ağzıma kapatıp bastırmaya çalıştım.

Bu bilmem kaçıncıydı Fatih hocaya kağıt yakalatması bilmiyordum!

Okan burnunu çekip rahat bir duruşa geçti. “Neyse hocam okuyun. Tüm dünyaya duyurmaya çalışıyorum, sınıf bilse kaç yazar.” Deyip işaret parmağı ile burnun ucunu sildi.

Fatih hoca kağıdı açarken, “yine her zamanki yazılarından olmalı.” Deyip Okan’a alttan bakış attı. Okan güldü. Fatih hoca kağıdı açıp gülmeye başladı. “İyi yazmış mıyım hocam, kalbim nasıl?” diye sordu Okan gevşek gevşek. Sınıf gülmeye başladı. Ben de güldüğümde, Zelem’in ters bakışıyla susmak zorunda kaldım.

Fatih hoca gülerek kağıdı havada sallamaya başladı. “Bir kutu bu kağıtlardan var Okan. Artık derste böyle bir şeyler yapma.” Dedi kafasını iki yana sallayıp gülerken. “Hocalar bana gönderilmiş sanacak.” Dedi, sol elini kaldırıp Tüm sınıfla beraber bende güldüm. Kağıdı, kitabının arasına koydu.

“Zelem kabul ederse yapmam hocam.” Deyip kaşlarını kaldırıp indirdi, Zelem’e bakarak. Okan birazcık yerden yükselip karşıya baktığında, “oha kar yağıyor!” dedi heyecanla. Tüm sınıf olduğu gibi pencereye bakarken, bir anda herkes ayaklanıp pencereye doğru koşmaya başladılar, cama yüzlerini yapıştırırken.

Fatih hoca bile durdurmadı kimseyi. Ağzını açıp geri kapadı çaresizce.

Büyük büyük kar taneleri, gri bulutların arasından boşluğa doğru süzülüyordu. Bu sabahki soğuk, bunun işaretiydi. Ama gri tablonun arasından belli olan beyazlıklar, hiçbir sanatçının resmedemeyeceği kadar güzel ve eşsizdi.

“Kim kar savaşı yapacak?” diye bağırdı Okan. Tüm sınıf, “ben!” diye bağırdı. O anda zil çaldı ve herkes beresini, eldivenini ve atkısını takmaya başladı. Fatih hoca çıkmıştı ve sınıf yeniden ayaklanmıştı. Bende ayağı kalmış, masamın önünde duruyorum.

“Dün gece atkımı Toprak’a verdim.” dediğimde, parmak uçlarımda yükselip iniyordum. Zelem diğer eline eldiven takarken durdu. Bana baktı ve, “ne?!” diye sordu. Dudaklarımı içe gömüp, pencereye baktım. “Üşüyor diye ona verdim. Hatta bisikletimi de.” Sesim boş gibi çıkıyordu fakat kalbim kemiklerime vuruyordu.

“Bir dakika. Ne?” diye sordu Zelem yeniden. Kolumdan tutup kendisine bakmamı sağladı. “Kızım sen ciddi misin? İşler o kadar mı ileri gitti?” gözlerini kocaman açmış bir şeyler söylememi bekliyordu. Başımı salladım gözlerimi kaçırırken.

“Allah’ım arkadaşım sevdiği çocukla evlenecek.” Dedi Togan ellerini birleştirip başını minnetle yukarı kaldırırken. “Saçmalama. O kadar da değil.” dedim, yalandan göz devirirken.

Allah’ım inşallah.

“O zaman bu gece Toprak’a yazıyorsun!” deyip başını salladı Zelem, tehdit eder gibi. Başımı hızla iki yana doğru sallayıp, “hayır olmaz!” dedim ellerimi de havaya kaldırıp sallarken.

“Niye olmasın kızım? Bence artık bilsin!” dediğinde, “Kim neyi biliyormuş?” diye neşeli sesiyle Cıvıl yanımızda belirmişti. “Toprak, dün gece Belfü’yü eve bırakmış. Belfü ise bisikletini hatta ve hatta atkısını vermiş çocuğa.” Dedi kaşlarını havaya kaldırırken.

“Neyyy!” dedi kalın bir sesle Cıvıl, şokla elini ağzına kapatarak. Bana baktı, gözleri yuvasından çıkar gibi. “Eve mi bıraktı seni?” diye sordu elini ağzından çekerken. Başımı salladım onaylayarak. “Oha, yaz bu çocuğa açıl hemen!” deyip ellerini bel boşluğuna yasladı.

Yazma fikri bile kalbimi ağzımdan çıkaracak kadar heyecan veriyordu. “Bakarız.” Deyip gözlerimi kaçırdım, başımı eğerken. Zelem’i başımdan def etmek istiyordum. Ben asla, Toprak’a yazamazdım ki!

Hepsi eldivenlerini, berelerini ve atkılarını takmıştı. Ama benim yanımda bunlardan hiçbiri yoktu.

“Ama benim yanımda hiçbir şey yok!” dedim sızlanarak. Zelem eldivenin birini çıkarıp bana uzattı. “Al bunu. Tek idare ederiz.” Dediğinde, kıkırdayıp, “sağ ol canım ekürim.” Deyip öpücük attıktan sonra verdiği eldiveni elime takmıştım.

“Kar topu savaşı. Kızları vurun. Hele, aşkına karşılık vermeyen kızlara nişan alın.” Diyen Okan’ın sesiyle ona döndüğümüzde, kollarını havaya kaldırmış sınıfa bakıyordu, kapının önünde. Şu anda sadece gözleri gözüküyordu çünkü beresini, atkısını ve eldivenlerini takmıştı. Hatta montunun şapkasını bile başına geçirmişti.

“Kızlar, erkelere saldırın. Kara gömün onları!” dedi Zelem’de bağırarak. “Hele, aşkını zorla kabul ettirmeye çalışan erkekleri nişan alın.” Dediğinde, Okan’a bakıp tek kaşını kaldırıp indirdi bir savaş ilanı eder gibi.

Şimdiden iyi başlamıştı her şey!

Tüm sınıf, bağırarak sınıftan çıktı. Nöbetçi öğretmen arkamızdan bağırsa da, kimse oralı olmamıştı.

Merdivenlerden inerken, öğrenciler duvara yapışıp yol veriyordu canlarını zar zor kurtarırken. Herkes, herkese çarpıyordu.

Okuldan çıkmıştık. Tüm sınıf, bahçeye dağılmıştı bile.

Karın kokusu burnuma kadar gelmişti. İçimi serinleten hava, birkaç saat öylece yerimde durmaya ikna edecek kadar güzeldi. Yılkan’da kar yağıyordu. Ellerimi yukarı kaldırıp avuç içimi havaya doğru tuttum. Peş peşe yağan kar taneleri, avuçlarıma düştü. Birkaç saniyede de yok oldu. Güzeldi, ama çabuk erimişti.

Ve alnıma çarpan kar topu ile geriye doğru sendeleyip tüm şiirselliğin içine edilmişti. Gözlerim kapanmışken, tüm yüzüme kar yayıldı, verdiği soğuk etkisiyle birlikte. “Aptal!” diye bağırdım. Kime dediğimi bilmiyordum ama beni gafil avladığı için aptaldı.

Büyük bir kahkaha geldi ardından. Okan. Ondan başkası olamazdı.

Gözlerimi açtığımda, elimin arkasıyla yüzümdeki karı sildim.

“Oha, nasıl vurdum öyle.” Deyip güldü. “Vallah’a füze etkisi gibiydi.” dediğinde, kafasının yanına çarpan kartopu ile üst bedenini yere doğru eğdi. “Bu da, atom bombası etkisi gibiydi.” dedi Zelem şeytani kıkırdamasını atarken.

Okan, sert bakışlarını yanında duran Zelem’e doğru çevirdi. Korkunç bir yavaşlıkla, başının yanındaki karı temizlerken, dudakları yavaş yavaş kıvrıldı ve, “o zaman acı vuruşumla yüzleşme vakti.” Dediğinde, sert bakışı yumuşadı. Zaten Zelem’e o kadar sert bakamazdı bu çocuk.

Zelem dikeldi korkuyla olduğu yerde, Okan’ın felaket bir şeyler yapacağını gözlerinden görmüş olmalıydı ki, küçük bir çığlık atıp arkasını döndü hızla koşmaya başlarken. Okan’da onun peşinden hemen koştu. Zelem çığlık çığlığa kaçarken, çok sürmeden Okan, Zelem’i arkasından yakalayıp yukarı kaldırdı ve aynı saniyede, Zelem’i sırt üstü karın üzerine attı. Ardından avuç avuç yerdeki karı alıp Zelem’in yüzüne boşalttı. Artık oradan kaçış yoktu!

Boğuluyor muydu Zelem?

Cıvıl ile Bahri ise biraz kar topu oynadıktan sonra, beraber kardan adam yapmaya başlamışlardı. Küçük küçük iki kardan adam şu anda yan yana duruyordu. Bir büyüğünü de bitirmek üzereydi. Bahri’nin başındaki pembe kulaklı tacı alıp kardan adamlardan birinin başına takıvermişti.

Togan’a baktım. Togan şu anda tüm sınıfa kan kusturuyordu. Hatta başka sınıftaki öğrencilere bile.

Birinin peşindeydi. Çocuk çığlık çığlığa bahçeyi turluyordu, Togan’ın yaptığı kocaman kartopundan kaçmak için. Togan’da savaşa giden yeniçeriler gibi çığlık attığı için öndeki çocuk korkudan daha çok bağırıyordu.

Birinin ensesinden vurup, yüz üstü yere düşürdüğüne şahit olmuştum. Kız, birkaç saniye yerde öylece kalmıştı. Togan kontrol edip yaşadığını gördükten sonra, yere tekrar bırakmıştı. Togan’dan kar topu yemek isteyeceğim en son şeydi doğrusu.

Togan’dan bakışlarımı çekmeme sebep olan şey, şu anda okula doğru gelen kişi olmuştu.

Toprak.

Dudaklarım kendiliğinden kıvrılmaya, gözlerimde kalplar çıkmaya başlamıştı bile.

Toprak bugün okula gelmişti.

Ağır ağır basamaklardan indim, gözlerimi ondan ayırmadan.

Annem dün gece gözlerimin dile geldiğini söylemişti ona bakarken. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama ona öyle bakamamak, büyük bir kötülük olurdu doğrusu.

Şu anda dün gece verdiğim bisikletin direksiyonundan tutmuş, okula doğru sürüyordu. Ama asıl kalbimin hızıyla kemiklerimin parçalanmasına neden olan şey, boynuna taktığı yeşil atkıydı. Benim atkım. Dün gece boynuna sardığım atkım.

Yutkundum. Ellerimi birbirine sürterken, yağan karın altında ona doğru yürüdüm. Taktığı siyah beresi, yağan kardan dolayı bembeyaz olmuştu. Durdum. Ne yapıyordum ben? Hayır ona doğru gidemezdim! Yanaklarım yanmaya başladı.

Ama…

Toprak karşıya baktı. Olduğum yere. Bisikleti durdurdu. İki parmağının ucuyla, atkının ucundan tutup hafifçe gülümsedi. Gülümsüyordu! Gülümsüyor muydu? Evet tam olarak, bana bakıp gülümsüyordu.

Yürü Belfü.

Derin bir nefes alıp minik adımlarla, yürümeye başladım. Her adım attıkça, ayağımın altında ezilen karın hışırtısı kulağıma geliyordu.

Tam önünde durdum, heyecandan kalbim dururken. Aralıklı duran dudaklarımdan firar eden kesik nefesler, soğuk havadan aşırı derece de belli oluyordu.

“Sana bisikletini getirdim.” Deyip dudağının bir kenarı yukardayken, bisikletimi gösterdi. “Dün gece hayatımı kurtardın.” Güldü küçük bir kıkırdamayla.

Sen beni hep eve bırak, ben seni sırtımda da götürürüm. Tamam abartmayayım ama insan aşık olunca böyle oluyor.

“Rica ederim.” Dedim sonbahar gözlerinde, gözlerim dolanırken. Şu anda mal mal bakıyor da olabilirdim.

“Özür dilerim.” Deyip bu sefer sesli bir kıkırdama döküldü dudaklarından. “Teşekkür etmeyi unuttum.”

Dudağımın kenarları büyüdü.

Elini bana doğru uzattı. Kaşlarım çatıldı eline bakarken, fakat hemen ifademi toparlayıp yüzüne tekrar baktım. Neden elini uzatmıştı ki?

Diğer eldiveni elimi arkama saklayıp, diğerinde bir şey olmayan elimi birkaç kez yumup açtım. Soğuktan uyuştuğu yetmemiş gibi, bir de şu anki durumdan işlevini yitirmiş durumdaydı.

Toprak’ı daha fazla bekletmeden elimi uzatıp elini tuttum, titremesi için kasarken. Kesik bir nefes daha dudaklarımdan kaçmak üzereyken, nefesimi tuttum. Toprak’ın elini tutuyordum. Evet şu anda bu gerçekleşiyordu.

Ellerinde eldiven yoktu ve benimkiler gibi buz kesmişti.

Havada hafifçe salladığında, dudaklarımı üst üste bastırıp tebessümü büyüttüm. “Dün gece bisikletini ödünç verdiğin için teşekkür ederim!” dediğinde, yamuk gülüşü kalp çarpıntısı yarattı.

“Rica ederim.” Dedim, elini hâlâ bırakmayıp sallarken.

Yamuk gülüşü büyüdükçe büyüdü.

Gözlerim bu sefer boynundaki yeşil atkıya kaydı. Tekrar yüzüne bakarken, gözlerini kıstığını gördüm. Toprak’ta boynundaki atkıya bakıp geri kafasını kaldırırken, minik bir kıkırdama dudaklarından döküldü.

“Bakma öyle. Sana vermeyeceğim onu.” Parmaklarının baskısının arttığını hissettim elimde. “Artık benim.” Güldü.

Bir omuzu silkeledim. “Sen de kalsın.”

Havada tokalaşan ellerimizi geri çekerken, yüzünün her karışını ezberlemek istercesine baktım. Sonbahar gözlerinin üzerini örten kirpiklerinin uçları, kar taneleri ile bezenmişti. Dün gece uyumadığını belli eden şişlikler, yer almıştı gözlerinin altında. Burnunun ucu hafiften kızarmıştı.

“Bin beş yüz derece.” Diye mırıldandığımda, yanaklarım al al olduğuna emindim. Onun yanında hissettiğim derece buydu.

“Ne?” deyip ellerini ceplerine yerleştirdi hafifçe üst bedenini bana doğru eğerken.

Dediğim şeyin farkına varıp olduğum yerde kıpırdanırken. “Bir şey yok.” Deyip gözlerimi kaçırıp, ellerimi kulaklarıma bastırdım. Sızım sızım sızlıyorlardı soğuktan. Bir de Toprak etkisi vurunca, çekilmez bir hal almıştı.

“Üşümüşsün.” Dediğinde, başımı sallayıp yüzüne çok kısa dokundurdum bakışlarımı. Ardından yukarı kaldırıp gökyüzüne baktım.

Kar tanesinin biri tam burnumun ucuna konduğunda, kıkırdayıp gözlerimi yumdum. “Kar taneleri çok güzel.” Dedim gülüşüm dudaklarımdayken.

“Evet,” dedi Toprak. Ona baktım. Benim gibi o da yukarı bakıyordu. “Kar tanesi çok güzel.” Deyip bakışlarını yüzüme indirdiğinde, dudağının bir kenarı usulca yukarı kıvrılmıştı.

Bin beş yüz derece bu sefer iki katına yükseldi.

Kar taneleri değil, kar tanesi!

Tek!

Bakışları bir süre yüzümü inceledi. Ardından burnuma indi. Oradan kulaklarıma tırmandığında, alt dudağını ağzına yuvarlayıp bakışlarını yere indirdi.

Ellerini ceplerinden çıkardı. Başına taktığı siyah bereyi tek hamlede çıkardığında, saçının birkaç tutamı alnına döküldü. Parmaklarını arasına daldırıp düzelttikten sonra, burnundan sesli bir nefes verip bana baktı.

Berenin ağız kısmından iki eliyle tutup gülümsediğinde, bir anda bereyi benim başıma geçirdi. Ellerim iki yanda havada asılı kalırken, dudaklarım aralandı öylece gözlerime kadar inen bere ile ne yapacağımı bilemeden.

Gözlerimi kapatan bere çok sürmeden, geriye doğru açılırken, Toprak’ın bana sırıtarak baktığını gördüm. Diğer elini yanına indirmiş, diğeriyle de, başımın üzerindeki bereyi geriye doğru kaydırıyordu. “Bu da benden sana.” Deyip berenin üzerindeki elini geri çekti. “Üşüme diye.”

Güldüm. Dün gece atkıyı ona verirken, bende öyle demiştim. Unutmamıştı o da.

“Siyah.” Dedim sırıtarak. “Siyah rengini. Çok seviyorum.”

Ama seni daha çok Toprak. Buradaki renk sadece metafordu. Ama sen benim siyah rengim değil, sonbahar rengimsin. Tüm renklerin karışımısın.

Saçlarımın üzerindeki berenin üzerine koydum ellerimi. Kulaklarım şimdiden ısınmaya başlamıştı. Üzerimdeki şok üzerimdeydi ama heyecan ve mutluluk felç edecekti beni. Ama yine de, “teşekkür ederim.” Diye mırıldandım alt dudağımı dişlerimin arasına alıp bakışlarımı kaçırırken.

Telefonu çaldı. En azından kalbimi perişan eden nefesimi dizginleye bilirdim bu sayede. Cebindeki telefonu çıkarıp çağrıyı cevaplarken, telefonu kulağına götürdüğü kolundaki bileklik gün yüzüne çıktı. “Canım.” Diye seslendi karşı tarafa saniyesinde.

Canım mı?

Kaşlarım, alnımın üzerine devrildi. Canı kimdi bunun?

“Bende seni özledim. Bugün kavuşucaz.” Dediğinde, yüzüm yavaş yavaş düşmeye başladı.

Kulak vermeye başladığımda, Toprak’ın bakışları çok kısa bana dokunup tekrar yan tarafa doğru çevirdi. Hemen eski halime geri dönüp belli ettirmemeye çalışmak için ifadesizliğimi korumaya çalıştım. Ama zordu!

Güldü Toprak canı gönülden. “Senin halledemeyeceğin bir şey yok. Gelince sana yardım edeceğim.” Dedi.

Telefondaki kişinin sesi asla duyulmuyordu. Kimdi ya bu?

Bir süre karşı tarafı dinleyip, “tamam gelince konuşuruz. Şimdi işim var, okuldayım.” diyerek kapadı, dudaklarındaki tebessüm silinmeden. Cebine yerleştirirken, bir anda gelen öksürük kriziyle kolunu ağzına kapadı.

İki adımla hemen yanına gidip kolundan tuttum. “İyi misin?” diye sordum endişeyle. Gözlerini açıp kapadı sorun olmadığını işaret ederek. “Hastalandın mı yoksa?” deyip elimin arkasını alnına koydum. Gözleri, yüzümdeydi ilk önce bu yaptığıma anlam veremeyerek. Fakat öksürüğü yeniden şiddetlendi. Başını diğer tarafa çevirdi, bana gelmemesi için.

“Dün gece soğuk algınlığı kapmış olabilirsin.” Dediğimde, alnına biraz daha bastırdım ama ateşi yoktu. maçtan sonra terleri soğumadan bara gelmişlerdi, formayla. Hastalanması normaldi.

Öksürüğü durdu. Kolunu ağzından çekip, “Sorun yok. Olur böyle şeyler.” Deyip rahatlatmak ister gibi gülümsedi. Ama rahatlamamıştım. Resmen içi çıkar gibi öksürüvermişti.

Geri çekilmek istemiştim ki, Toprak’ın omzuna çarpan kartopuyla gözlerim refleksle kapanmış, başımı diğer tarafa çevirmiştim, yüzüme gelen kar parçaları ile birlikte. “Lan hani bugün gelmeyecektin?” diye soran Okan ile bakışlarımızı aynı anda ona döndürmüştük.

Bugün gelmeyecekmiş, neden ikinci derste gelmişti şimdi?

Toprak omuzlarını silkeledi. “Olur arada böyle şeyler.” Deyip tek kaşını kaldırıp indirdi yarım gülüşle. Sonra bana baktı. “Bugün gelmem lazımdı.” Deyip tekrar Okan’a çevirdi gözlerini.

Zelem’de koşarak Okan’ın yanına geldiğinde, “annen iyi mi? İlaçları alabildiniz mi?” diye sordu Toprak, Zelem’e.

Dün gece attığı yalana Toprak’ta inanmıştı.

Zelem dudaklarını gülmemek için ağzına yuvarlarken, hızla başıyla onayladı.

“Ya yalan-” cümlesini bitiremeden Okan, Zelem elindeki karı Okan’ı ağzına tıkıştırdı. “İntikam soğuk yenen bir kardır.” Deyip hızla koşmaya başladı Zelem arkasına bile bakmadan.

Okan karı yere tükürüp, yere eğildi. Bir avuç dolusu karı elinde topak halinde getirip, geri kalktı. Zelem’in peşinde koşacağını sanarken, elindeki Toprak’a fırlattı. Toprak son anda eğilip atıştan kurtuldu.

Ve bu savaşa Toprak’ta katıldı.

Arkasından bakarken, aklımda şu anda, kimle konuştuğu geçiyordu. Başımı iki yana sallayıp başımdaki bereye dokundum.

Bugün sayı skor sayılmazdı. Ama şu anda saçlarımın üzerinde sonbahar gözlü çocuğun beresi vardı.

 

Devam Edecek..

 

 

Bölüm : 24.12.2024 18:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...