3. Bölüm
Kahveyeşilineaşık / D Ü Z Ç A P R A Z | Mafya Kurgu / 2. BÖLÜM: ESİRLİK

2. BÖLÜM: ESİRLİK

Kahveyeşilineaşık
kahveyesilineasik

 

 

 

 

BU KURGUDA GEÇEN HER ŞEY HAYAL ÜRÜNÜNDEN İBARETTİR GERÇEK KİŞİ, KURUM VE KURULUŞLARLA İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR.

 

 

 

 

 

Esirlik:

 

 

Sadece insanları değil, duyguları da zorunlu şekilde etkisi altına alan baskın eylem.

 

 

 

𓅓

 

22:07

 

Arabanın kırmızı renkli teybi sayesinde nihayet zamandan haberdar olmuştum. Şeyma beni çok merak etmiş olmalıydı. En azından ona bir haber vermeliydim.

 

Başımı sağa doğru döndüğümde elindeki tabletle ilgilenen Aslan'a baktım bir süre. Hemen ardından cesaretimi toparlayıp dudaklarımı araladım. "Kardeşim beni merak etmiştir. Onunla konuşmak istiyorum."

 

Başını ekrandan kaldırmadan "Hayır," dediğinde zar zor bastırdığım öfkemle beraber "Lütfen!" kelimesi döküldü dudaklarımdan. "Bak, onun benden başka kimsesi yok, tamam mı? Sesimi duyması lazım. Hatta şu an karakola bile olabilir."

 

"Aile içi durumların beni gram ilgilendirmiyor. Karakol konusunda telaşlanma, halledilmeyecek şey değil."

 

"Yalvarırım," dedim ellerimden birini öne doğru uzattığım sırada. "Söz veriyorum hiçbir şey belli etmeyeceğim." Yüzünü yüzüme çevirirken bir damla göz yaşı yanağımdan kayıp dudaklarımı tuza bulamıştı. Gözleri ile bir süre beni izledikten sonra ceketinden yabancı bir telefon çıkardı ve uzattığım elime bıraktı. İki elimle sıkıca kavradığım telefona ezbere bildiğim numarayı tuşladım ve kulağıma götürdüm. Fazla beklememiştim. Arama hemen onaylanmıştı.

 

"Alo?" dedi şüpheci bir tonla.

 

"Benim," dedim.

 

"Sen beni meraktan öldürmeye yemin mi ettin geri zekalı?" derken ağladığını anladım. "Söyle, neredesin?"

 

Lanet olsun! Ağlamamalıydı.

 

"Şeyma abartmaz mısın?" dedim sanki her şey çok sıradan, çok normalmiş gibi. "Sana ulaşmayı denedim ama olmadı. Liseden bir arkadaşım trafik kazası geçirmiş. Konya'ya gidiyordum. Telefonumun şarjı bitince seni aramak için başka birinden rica ettim."

 

Derin bir nefes verdiğini duydum. Hemen ardından da yatışan sesini: "En azından eve uğrasaydın... Her neyse, ne zaman döneceksin?"

 

Ne zaman döneceğim?

 

Kısa bir saniye Aslan'a baktım ancak telefonla konuşmuyormuşum gibiydi. İlgisi başka yerde olmalıydı.

 

"Bilmiyorum Şeyma, daha belli değil. Abisinin cenaze işlemleri var, bir süre yalnız bırakamam."

 

Galiba sonu olmayan bir yalan döngüsünün daha kapısını açmıştım.

 

"Geleyim mi ben de-" cümlesini duyduğumda ani bir yükselişle sözünü kestim.

 

"Hayır, hayır! Sakın! En erken bir haftaya dönerim. Bak, ilk defa seni sana güvenerek bu kadar uzun süre tek bırakıyorum. Yüzümü kara çıkarma."

 

"Tamaaaam!" dedi son heceyi uzatarak.

 

"Ocağı kontrol et, ütünün fişini çekmeyi unutma, kimseyle kavga etme, okulunu asma. Duydun mu?

 

"Ya ben on sekiz oldum! Tamam, çocuk bırakmıyorsun evde! Hallederim ben!"

 

"İyi geceler," dedim yumuşak bir tınıyla.

 

"Sana da." dedi aynı benim gibi.

 

Aramayı sonlandırıp telefonu Aslan'a uzattım. Telefonu benden aldı ve saniyeler sonra açtığı camdan dışarı bıraktı. Paramparça olduğuna emindim. Galiba bu da onun yok etme metodlarından sadece biriydi.

 

"Oyunculuğun fena değil," dedi gözleri kapattığı camdan geceyi seyrederken. "Açık vereceğini sanmıştım ama yanılttın."

 

"Benim yerimde sen olsan sen de iyi oynardın." dedim kucağımdaki ellerimin her bir parmağını kütletirken.

 

"Denk değiliz." dedi ve devam etti, "Ben asla senin yerinde olmam."

 

Galiba haklıydı. Ne de olsa kendini kurtarmak için feda edebileceği dünyalar kadar varlığı vardı. İşte bu yüzden denk değildik. Çünkü benim kendim için feda edebileceğim değil, uğruna kendimi feda edebileceğim tek bir varlığım mevcuttu. Kardeşim.

 

𓅓

 

Uykusuna düşkün biri olarak gözlerimle savaşa girmiştim. Sonuçta güvenmediğim bir ortamda uyuyacak kadar uykuya aşık değildim.

 

Umarım değilimdir.

 

"Neredeyiz?" diye sordum. Uzun zamandır sormamış olmam kabahatti. Belki de çoktan İstanbul'dan çıkmıştık.

 

"Tuzla." dedi ve sustu.

 

"Şaka yapıyorsun!" dedim hayretle. Tamam, başta İstanbul'dan ayrıldığımızı bile düşünmüştüm ama sadece düşünmüştüm. İl sınırına neredeyse çok yakındık.

 

"Ne zaman duracağız?" dedim bu sefer de.

 

"Birazdan." derken dümdüz yola bakıyordu.

 

Sağım ve soluma bakınmaya başladım. Arkadan bizi takip eden arabanın farlarının aydınlattığı kadarıyla bulunduğumuz yer pek de tekin sayılmazdı.

 

"Ne olacak şimdi, ne yapacaksın bana?" diye sorduğumda sesim istemsizce titremişti.

 

Araba yavaşlarken "Çok soru soruyorsun," dediğini işittim.

 

Bir köşkün giriş kapısının önüne gelmiştik. Beş on saniye kadar otomatik kapının açılmasını bekledikten sonra şoför, aracı sert bir manevrayla öndeki iki araba gibi sağa yönlendirmişti.

 

Bahçenin ortasından geçen taşlı yolun sonunda biraz evvel uzaktan gördüğüm köşk, şimdi gözüme daha bir görkemli gelmişti. Dış cephesindeki tüm duvarlar bembeyazdı. Bahçenin belirli yerlerinde dikili lambaların loş ışığı köşkün kapısına uzanan küçük merdivenin basamaklarını aydınlatmaya yetiyordu. Bu alanın en dikkat çeken kısmı ise köşkün hemen önünde duran süs havuzu olmalıydı. Çember şeklindeki yapısı en fazla yarım metre derinlikteydi. İçindeki su birikintisinin ortasındaki dekor kayanın üzerinde ise şahlanıp kükreyen bir aslan figürü duruyordu. Gözümü nerede gezdirsem her yer adeta "BURASI ASLAN BOZYEL'E AİT!" diye bağırıyor gibiydi.

 

Araba tamamen durduğunda önce şoför indi ve Aslan'ın kapısını açtı.

 

"İn." emrini verdi Aslan. Nazik olmayan bu tavrına karşın göz devirip dışarı çıktığımda buranın koruma dolu olduğunu fark ettim. Siyah giyimli tetikte bekleyen keskin nişancıları da göz önünde bulundurursak gerçekten de profesyonel bir koruma sistemine sahipti.

 

Bahçenin her bir zerresini gezen gözlerim, Aslan'ın suratını bulduğunda ifadesiz bakışları üzerimdeydi. Ne olduğunu anlamadan bir eliyle bileğimi tuttu ve açık avucumun içine telefonumu bıraktı.

 

"Bu saatten sonra esirimsin," diye başladı söze. "Benden gelecek son emre kadar bu telefonu sadece insanların şüphelenmemesi için kullanacaksın. Olur da işin içine polisi sokmaya çalışırsan, bil diye söylüyorum, polislerden daha hızlıyım. Önce kız kardeşini, sonra seni..." cümlenin sonunu getirmedi. Sanırım tamamlama kısmını bana bırakmıştı. Elbette ki biliyordum, acımazdı. Öldürürdü.

 

"O kadar salak değilim," dedim katlanamaz bir şekilde göz devirirken.

 

"Göreceğiz," dedi ve devam etti. "Telefonuna nereden ne bildirim geliyorsa aynısı tabletime düşüyor. Akıllı kadınsın, yanlış yapacağını sanmıyorum. Lakin, olur da bir anlık gafletle herhangi birine gerek mesajla, gerek paylaşımla bu olaydan bahsedersen az önce sonunu getirmediğim o cümleyi tamamlar ve seni buna pişman ederim."

 

Sözlerine karşın hiçbir kelime harcamadım. Daha doğrusu harcamaya gerek duymadım. Benden uzun olan bedenini köşkün aralanan kapısına çevirdi. Ben de öyle yaptım. Kırklı yaşlarının sonunda olan kadının giyimi beyaz bir gömlek ve siyah kalem etekten oluşuyordu. Eteğinin rengindeki kibar ayakkabıları ve siyah saçlarının topuz stili hizmetçi olduğunu kanıtlıyordu.

 

Yaklaşık otuz santim yukarıda olan suratını tekrar suratıma çevirdiğinde bakışlarım onu takip etti. "Sana kalacağın yeri gösterecek." derken o kadından bahsediyordu. "Başka herhangi bir odaya girmeyeceksin. Ayrıca telefonunu bir an önce şarj et ve merak edip arayan olursa gereğini yap."

 

Konuşması nihayet sona erdiğinde köşk kapısına doğru adımladım. "Beni takip edin, efendim." cümlesini kuran hizmetçinin peşinden merdivenleri tırmanırken aslanlarla ilgili irili ufaklı biblolar gözüme çarpmıştı. Bu adam resmen adına hatta kendisine aşıktı! İkinci kata ulaşıp koridorun başına gelmişken duyduğum sesle aniden irkildim.

 

Sanki bir şey usul usul kükrüyor gibiydi.

 

Merakla etrafımda göz gezdirirken amacım sesin asıl kaynağını görebilmekti. Ancak bu sırada şüpheli bir şekilde bana bakan hizmetçi kadını fark ettikten sonra "Siz de duydunuz mu?" kelimeleri döküldü dudaklarımdan.

 

"Neyi efendim?" cevabını verdiğinde derin bir nefes aldım. Galiba yavaştan delirmeye başlamıştım.

 

Bir süre daha aynı sesi yeniden duyabilme umudu ile olduğum yerde beklemeye başladım, ama olmadı. Önden ilerleyen hizmetçi kadının ardından sağdaki başka bir koridora saptım. Beyaza boyanmış ahşap kapının önüne geldiğimizde "Odanız burası," derken bir eliyle kolu aşağı çekti. Aralanan kapıdan gördüğüm kadarıyla içerisi oldukça geniş görünüyordu. Hafifçe başımı sallayıp sözsüz bir teşekkür ettikten sonra içeri girip kapıyı kapadım.

 

Allah'ım!

 

Nasıl bir gündü bu?

 

Uzun bir iç çekişin ardından eşikten ayrıldım. Duvarların beyaza boyanışı odayı olduğundan büyük ve geniş gösteriyordu. Çift kişilik geniş yatak rahat görünüyordu. Sağımdaki duvara bitişik olan masa sandalye takımı açık renkli bir ahşaptan yapılmıştı ve yatağın tam karşısındaydı. Tam önümdeki duvar boydan boya camla örülmüştü. Oraya doğru adımlayıp kapalı uzun perdeyi hafifçe sıyırdım. Aşağıda biraz önce yanından geçtiğim aslan figürlü süs havuzu artık manzaram sayılırdı. Gözlerim karanlık gökyüzünü buldu. Yıldız doluydu. Bir tane kaysa da kurtulmayı dilesem diye geçirdim içimden. Resmen dilek dilemeyi diledim ancak bu dileğim de kabul olmadı.

 

Perdeyi kapatıp masanın hizasında durduğumda gözüme çarpan ilk şey yatağın yanındaki komodinin prize komşu oluşuydu. Elimdeki telefona uygun şarj aleti arayışına geçtim. Koskocaman köşktü sonuçta, illa ki ince uçlu şarj aleti olmalıydı. Saniyeler sonra bu konuda şanslı olduğumu anladım. Çünkü komodinin ikinci çekmecesinde aradığımı bulmuştum.

 

Pil seviyesi %17 olan telefonumu şarja taktım. Normalde telefonum Haluk ile konuşurken çoktan kapanmıştı ancak Aslan, telefonumu kendi tabletiyle birleştirmeden önce biraz olsun şarj ettirmiş olmalıydı.

 

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp banyo olduğunu tahmin ettiğim bölmenin kapısını araladım. Haklıydım. Banyo hayal edemeyeceğim kadar lüks ve modern bir yapıya sahipti. Kendime gelme umudu ile hızlıca el ve yüzümü buz gibi suyla yıkadım ve hemen ardından bedenimi yatağa bıraktım.

 

Neyi bekliyordum? Uzandığım yerden uykuya dalmayı mı? Evimde ve yatağımda olsaydım şu an sorgulamaya vakit bulamadan uykunun kollarında olurdum. Ancak şu an... Ben evimde değildim.

 

"Uyusam geçer belki?" dedim kendi kendime umutlu bir şekilde tavanla bakışarak. Ardından o umudun yerini kapkara bulutlar sardı. "Ama bazen uyuyunca da geçmez ki..." Hayal kırıklığımın her bir parçası sesimle beraber yankılanırken tavanla bakışmayı sürdürdüm.

 

𓅓

 

Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca yük vardı sanki. Zorlukla açtığım gözlerimle etrafı süzmeye başladım. Yan duvardaki saatin akrebi sekizi, yelkovanı üç ile dördün ortasını esir almıştı. Uzandığım yerden doğruldum ve küçük hareketlerle vücudumu esnettim. Boynum tutulmuştu.

 

Dağınık saçlarımı gövdemden sırtıma savurduğumda telefonumun zil sesi tüm odayı doldurmuştu. Komodine uzandım.

 

ŞEYMA GÖRÜNTÜLÜ ARIYOR yazısını görünce derin bir nefes aldım. Oluşturduğum yalandan zincire yeni halkalar ekleme vaktiydi.

 

Yüzümdeki ciddiyeti bir kenara atıp var olan tüm gücümle gülümsedim ve aramayı onayladım.

 

"Günaydın," derken sesi neşe doluydu.

 

"Günaydın," dedim aynı şekilde neşeli olmaya çalışarak.

 

"Arkadaşının durumu nasıl, daha iyi oldu mu?"

 

Evet... Trafik kazası geçiren hayali arkadaşım ve kazada hayatını kaybeden hayali abisi...

 

Ciddileştim. "Bilinci kapalı, uyanamadı daha. Oteldeyim, hastaneye geçeceğim birazdan." Kızım, nesin sen? Yürüyen yalan makinesi mi, yalanın vücut bulmuş hali mi?

 

"Allah şifa versin, ne diyeyim. Kendine çok dikkat et olur mu? Fırsat buldukça ara, merak ederim ben."

 

Ekrandaki suratına uzun uzun baktım. Biraz fazla masumdu.

 

"Haber veririm. Senden tek isteğim ben dönene kadar hiçbir olaya karışmaman Şeyma. Lütfen."

 

"Ya, bak işte yine başladı! Tamam ablacım, tamam canım, tamam hayatımın anlamı söz veriyorum, evden okula okuldan eve. Hareket de etmem, istersen fotosentez bile yaparım. Yeter ki öğüt vermeye başlama, uykum geliyor."

 

Gülümsedim. "Dikkat et,"

 

"Sen de," dedikten hemen sonra aramayı sonlandırdı.

 

Telefonumu yatağın yumuşak yüzeyine bırakmadan hemen önce ekrana gelen bildirimle dikkatim dağıldı. Mesaj Haluk'tan gelmişti.

 

 

 

Haluk Bey:

 

Azra, dünden beri senden haber almaya çalışıyoruz. Kardeşin arayıp söylemese il dışında olduğundan haberimiz olmayacak.

 

 

 

Sanki çok umurundayım ya diye söylene söylene tuşladım klavyeyi,

 

 

 

 

 

Kusura bakmayın Haluk Bey, inin cinin top oynadığı koca ormanda şarjımın bitmesi, telefonu komşu canı ile çalışan arabamda şarja takıp bir yakınımın trafik kazası geçirdiği haberini alıp o anki telaşla size haber vermeye fırsat bulamadan il değiştirmem tamamen benim suçum.

 

 

 

Bir daha olmaz.

 

 

 

Cevap gecikmedi.

 

 

 

Haluk Bey:

 

Olamaz, olamayacak da...

 

Sanırım sizinle olan çalışma süremizin sonuna geldik Azra Hanım.

 

Hayatınızda başarılar.

 

 

 

Buna hakkı yoktu! Oluşturduğum sözleşmede 2030 yılına kadar hiçbir çalışanını gerekmedikçe kafasına göre işten çıkaramazdı! Bunu bile bile imzalamıştı!

 

 

 

Haluk Bey:

 

Ha, bu arada, sözleşme iptal. İş yerine zamanında gelmeyip nerede ve ne halde olduğunu bilmediğim birinin uydurduğu sözleşmeye itaat edecek değilim. Israrcı olursan mahkeme salonunda tekrardan görüşebiliriz.

 

 

 

Adi herif!

 

Bir süre sakinleşme amaçlı şakaklarımı ovaladım ancak içimdeki sinir bozukluğu son bulmadı. Küçük çocuklar gibi içimi çeke çeke ağlamak istedim ama o da olmadı. Başımı geriye atıp bir süre tavanla bakıştım. Gözlerimi kapatıp ciğerlerime uzun ve derin nefesler depoladım ve saniyelerin ardından ani bir hamleyle ayağa kalktım.

 

Karşıdaki masanın üzerinde duran sırt çantamı gördüğümde duraksadım. Gece bırakılmış olmalıydı. Oraya doğru adımlamam zamandan dört saniye çalarken çantamı elime geçirdim ve hızla fermuarı açtım. Kahverengi tonlarındaki iki adet rujum, kalem, not defteri, içinde eksiksiz şekilde paramın bulunduğu cüzdanım, şahsi şarj aletim, sigara paketim, çakmağım ve altından kıymetli fotoğraf makinem...

 

Tamam, belki acımasız bir mafya bozuntusu olabilirdi ancak en azından hırsız değildi.

 

Düşüncelerim zihnimi esaret altına almışken fotoğraf makinemi incelemeye başladım. Fakat kanıt olarak kullanmayı düşündüğüm cinayet anının fotoğrafı yoktu.

 

Tekrar kontrol ettim. Ve tekrar... Ve tekrar...

 

Fotoğrafı resmen yok etmişti! Dahası, makineme kayıtlı olan diğer resimleri de görmüş olmalıydı! Evimin yakınlarındaki bir anıtın önünde çekilen fotoğraftan dikkat çekici sarmaşıklı balkonumuzda çekilen fotoğraflara kadar incelediyse yaşadığımız bölgeyi hatta apartmanı bulması bile an meselesiydi.

 

Öfkeli adımlarla kapıya yöneldim. Kolu çevirdim ancak açılmadı. Bir de kapıyı üzerime mi kilitlemişti?

 

"Hey!" diye seslendim beyaz ahşabı yumruklarken. "Açın şu kapıyı! Benim şahsi fotoğraf makinemi karıştırma iznini sana kim verdi Aslan Bozyel!?"

 

Kapıyı daha sert yumruklamaya başlamışken iki kişinin buraya yaklaştığını ispatlayan adım sesleri kulaklarımda yankılandı.

 

"Efendim, lütfen sakin olun!" dedi telaşlı bir kadın sesi. "Aslan Bey kısa zamanda burada olu..."

 

"Ya bu kapıyı açarsınız ya da ben bir yolunu bulup öyle açarım!" derken kadının sözünü tehditkar bir tınıyla yarıda bırakmıştım.

 

Sessiz kalışını sürdürürken başka bir fısıldama duydum. Olgun bir erkeğin sesine benziyordu. Çok geçmeden kadın yeniden söz aldı, "Efendim, sakin olun. Aslan Bey'in kesin emri var, zaten birazdan burada olur kendileri."

 

Derin bir iç çekişimin ardından son sakinliğimle son defa araladım dudaklarımı. "Açıyor musun, açmıyor musun?"

 

"Üzgünüm," cevabını verdiğinde önce ellerimi birbirine kenetleyip parmaklarımı, ardından başımı sağ ve sol tarafa yatırıp boynumu kütlettim. Ağır hareketlerle yaklaşık on dört adım geriledim. Kendime olan güvenimle aceleci bir nefes aldım ve kapıya doğru koşmaya başladım. Tabanım ahşaba hırçın bir şekilde dokunurken tek emelim attığım tekme ile kilide zarar verebilmemdi. Kapıyı tekmeleyerek açmam ters yönde olduğum için imkansızdı. Ancak kilide de zarar vermem gerekliydi. Aksi halde olan ayağıma olacaktı.

 

Odanın dört bir yanında gezen gözlerim küçük bir tabureyi bulduğunda gülümsedim. Ağırlığının orta düzeyde oluşu işime gelmişti. Hem kolay kaldırırdım, hem de vurduğumda daha hızlı ve ağır zarar verirdi. Taburenin iki ayağından tutup yan kısmını tüm gücümle yuvarlak kapı koluna vurdum. Çıkan gürültünün ardından kapının arkasındaki hizmetçi kadının panik dolu sesi duyulmuştu.

 

"Hanımefendi!"

 

Sesini duymazdan gelirken bir kere daha vurdum. Bir kere daha. Ve bir kere daha. Yuvarlak kilit nihayet yere düşmüştü ancak mekanizmaların sıkışmış olması nedeniyle kapı hâlâ kapalıydı. Tabureyi bu sefer kapının ahşabına vurmaya başladım. Yaklaşık yedi ve sekizinci vuruşumda çatlayan kısmı kopmuş ve yere düşmüştü. Artık hizmetçinin seslenişlerini duyuşumun yanında şaşkın yüz ifadesini de görmeye başlamıştım.

 

Tabureyi açılan iri delikten önlerine doğru fırlatıp biraz uzaklaşmalarını sağladım. Erkek olan hizmetçiyi ilk defa görüyordum. Kapının kalanını ayağımla tekmeleyip sığabileceğim genişlikte bir alan oluşturduktan sonra duruldum. Sağ ayağımın sızlamaya başlayışını yok sayıp kapıdan geçtim ve koridora çıktım. Hizmetçiler şok olmuş bir tavırla bana bakarken erkek olanın sesini ilk defa net bir şekilde duyuyordum.

 

"Ula Aslan Bey'um var ya, köpürezek! Köpürezek!"

 

"Aslan Bey'in beni odaları kilitleme işini sürdürürse daha çok köpürür!" dedim yüzüne doğru. "Dua etsin evini başına yıkamadım! Hayır, esir alıyor, bir de kapıyı üzerime kilitliyor. Pardon ama evin çevresi zaten koruma dolu! Kaçabileceğimi falan sanıyorsa dümdüz aptal!"

 

Cevap vermelerini bekliyordum Ancak ikisi de mahçup gözlerle bana bakmayı sürdürüyordu.

 

Bir dakika!

 

Bana değil, arkama bakıyorlardı!

 

Sinirli bir şekilde tek elimle arkamı işaret ettim ve ekledim, "Arkamda, değil mi?"

 

İkisi de aynı anda başlarını evet anlamında bir aşağı bir yukarı salladığında sıkıntılı bir nefes verdim. Arkamı gösteren elimi yavaşça aşağı indirdim ve ona döndüm. İfadesiz bakışları çoktan bedenimi esir almıştı.

 

"Beni odaya kilitleyemezsin," dedim az öncekinin aksine uysallaşan sesimle.

 

"Kaçmaya çalışmayacağım ama esirin olmam bana istediğini yapman anlamına gelmez. Kapıyı üzerime kilitlersen, kırarım. Bir yere kelepçele, ellerimi keser yine kurtulurum. Camsız kapısız dört duvarın ortasına koy, tırnaklarımla kazıya kazıya yıkarım o duvarları." dedim onlarca santim yukarıdan bana bakan gözlerinin içine doğru. Bedenine biraz daha yaklaştım, "Esareti zor da olsa kabullendim evet, ama özgürlüğüm hâlâ benimde. Madem beni burada sen tutuyorsun, tamam. Kardeşime dokunmadığın ve beni bir yere kapatmadığın sürece sana ayak uydururum."

 

Yüzündeki ciddiyeti korurken "Pazarlık yapacağım son insansın." dediğini duydum. "Esirimsen kurallarıma ayak uydurman şart. Ben ne dediysem onu yapacaksın."

 

"Asar mısın, keser misin?" dedim ciddiyetsiz bir tavırla.

 

"Biraz daha zorlarsan niyeti bozacağım. Kanının elime bulaşmasını emin ol sen de ben de istemeyiz."

 

"Öldüreceksin yani?" dedim sorarcasına.

 

"Yeterince açıklama yaptım. Şimdi düş önüme, benimle geliyorsun."

 

Sebep sormaya fırsat bulamadan sol bileğimi sıkıca kavrayıp bedenimi çekmeye başlamıştı. Arkasından hızına yetişebilmek için koşar gibi kocaman adımlar atıyordum.

 

"Ya nereye götürüyorsun? Bırak, kolum acıyor!" diye sızlandım merdivenlerden sürüklenirken.

 

"Kapısını siktiğin o odada kalamazsın." dedi sakinlikle. Hızlı olmayan büyük adımlarıyla birkaç basamağı da benimle beraber inmişti. Köşkün en alt katındaydık. Burada bile pencere vardı. Gün ışığının aydınlattığı koridorun sonuna geldiğimizde önümüzdeki kapının yanındaki cihaza gözlerini tarattırdı. Kapı otomatik olarak açıldığında beklemeden içeri girdi ve beni de ardından sürükledi. Kapı arkamızdan kapanırken bileğimi serbest bıraktı.

 

"Aslan," dedim sıktığım dişlerimin arasından. "Çıkar beni buradan yoksa yemin ediyo-"

 

Cümlemin yarım kalış sebebi arkamdan duyduğum derinden bir kükreme sesiydi. Öfkeden kısılmış bakışlarım yerini şaşkınlıkla kocaman olan irislerime bırakırken hâlâ Aslan'ın suratına bakıyordum. Yavaş hareketlerle arkama döndüğümde ağzımı kapalı tutamamıştım.

 

"HASSİKTİR!"

 

Bilmem kaç metrekarelik bu alanın tam ortasındaki camdan kafesin içindeki şey... Gerçek bir aslan mıydı? Üstelik cüssesine bakılırsa en az iki ton kadar ağır olmalıydı.

 

"Biliyordum," dedim fısıltıyla. Ardından tekrar ona döndüm. "Biliyordum, biliyordum, biliyordum! Sırf kemiklerime kadar lime lime olayım diye beni buna yem edeceksin değil mi?! Ne de olsa sen kadınlara dokunmazsın, bu dokunur. Hatta çiğ çiğ yer!"

 

"Nasıl oluyor da bu durumda bile saçmalayabiliyorsun? Kapat artık şu çeneni. Benden haber gelmeden çıkmayacaksın buradan." dediğinde biraz önce içeri girdiğimiz kapıya yöneldi.

 

"Bekle!" Diye seslendim arkasından. Olduğu yerde durdu ama önünü bana dönmedi. "Cam kırılmaz değil mi?"

 

"Göreceğiz," derken kapıdan çıkıp gitti. Olduğum yerde hareketsiz duruşumun yirmi birinci saniyesinde tekrar arkamdaki camdan kafese döndüm. Aslanın bakışları da davranışları gibi rahattı. Hatta bir kedi gibi bedenini öne itip esnedikten sonra kıvrılıp yatmıştı. Aslına bakılırsa ona ayrılan alan oldukça genişti. Yine de bu hayvan burada nasıl yaşıyordu?

 

Kalın ve ıssız bir kolonun önüne çöküp bağdaş kurduğum sırada alanın kapısı yeniden aralandı. Bu defa içeriye o hizmetçi kadın girmişti. Kapının önünde bekleyen adamın simasına aşinaydım. Neydi ismi? Emre. Kapıyı o açmış olmalıydı. Aslan'ın sağ kolu olması ihtimali epeyce yüksekti. Diğer korumalardan farklıydı.

 

"Buyurun," dedi kadın önüme dolu dolu bir kahvaltı tepsisi bırakırken. Hızlı adımlarıyla kapıya yönelirken sessizce teşekkür ettiğimi duymuş olmasından emin değildim. Kapı yeniden kapanırken kaç saattir aç olduğumu düşündüm.

 

Hangisinin içine zehir konulması daha zor? Ekmek? Hamuru zehirle yoğurulmuş olabilir. Domates? Kabuğu soyulmuş ve dilimlenmiş. Haşlanmış yumurta? Gerçekten yiyecek misin? E yuh artık! Bütün avokadoya da zehir enjekte edemez, değil mi? En sağlıklı seçenek o, denemeden bilemeyiz.

 

Tepsinin kenarındaki küçük bıçakla avokadonun sert yeşil kabuğunu saniyelik çabalarıma kesmiş ve ikiye bölmüştüm. Yemeye odaklandığımda tiz bir ses kulaklarımı tırmaladı. Gözlerimi aslanın camdan kafesine diktiğimde bir sürü çiğ et yanı başına yağıyordu. Tavandaki küçük pencere aynı gürültüyle geri kapandığında etlerin düşüşü kesilmişti. Kocaman ağzı ve keskin dişleri ile çiğ eti hırsla midesine indirmeye çoktan başlamıştı. Bu hayvan neden bu kadar ürkütücüydü?

 

Tam o anda kesintisiz bir korna sesi ile tüm odağım yerle bir oldu. Merakıma yenik düşüp ayağa kalktım ve küçük pencerenin önüne geldim. Karşılaştığım manzara ile merakım daha da artmıştı. Bahçe neden adam kaynıyordu?

 

 

 

𓃬

 

 

 

Pantolonumun kemerini gizlediği silahını son kez kontrol eden Aslan, ağır ve büyük adımlarla süs havuzunun önünde sıralanmış adamlarının tam ortasında dikildi. Malikanenin iki yana açılan büyük kapılarından üç adet araba girmiş ve süs havuzunun tam karşısında ani frenle durmuştu.

 

Saniyeler sonra ikinci arabanın kapısından ayağını zemine basmıştı Korhan Yöndel. Kısa süre içinde adamlarıyla beraber bulundukları yerde sıraya dizilmiş şekildeydi. Korhan, güneş gözlüklerini çıkarıp beyaz gömleğinin yakasına yerleştirirken uzunca bir ıslık çaldı ve beraberinde konuşmaya başladı.

 

"Sana boşuna kral demiyorlar be Pençe'm. Vallahi bu hayatın hakkını en çok sen veriyorsun."

 

Aslan kısılan gözleriyle bir süre alayla baktı karşısındaki siyah gözlere. Ne zaman uslanacaktı bu adam?

 

"Kısa kes Korhan. Çoluk çocukla uğraşacak vaktim yok."

 

"Ağır abiyi mi oynuyorsun?" sorusunu sordu Korhan. "Bana okay. Gürcistan'dan gelecek mallar için yardım gerekiyor. Tırların Gümrük'ten geçmesi için bir iki işlem var, ne diyorsun?"

 

"Hayır." dedi Aslan sert bir netlik ile.

 

Korhan bu cevabı beklemiyordu. Bozulduğunu belli etmeden üç adım öne gelirken sağ kolu olan adam da bir adım arkasından onu takip etmişti. "Bak, bu iş öncekilere benzemiyor. İkimiz de kazanacağız."

 

Aslan da üç adım ilerleyip Korhan'ın tam karşısına dikildiğinde Emre tam yanında yerini almıştı. İkisinin arasındaki fark buydu. Biri egosu yüzünden baş yardımcısını bir adım ilerisinde tutarken; öteki şartsız koşulsuz tam yanında tutardı.

 

"Korhan, ben senin gibi bir dönekle değil Gümrük'ten mal geçirmek, kuyumcu bile soymam. Buraya kadar zahmet etmişsin, sürünü de yormuşsun ama cevabım net. Hayır."

 

Korhan dişlerini birbirine sürttü. Söylemek isteyip de cesaret edemediği çok şey olmalıydı. Koyu bakışları bahçenin taş zemininde kısa bir süre oyalandıktan sonra bir yerde takılı kaldı. Dudaklarına şeytani bir tebessüm yerleşirken belli belirsiz mırıldandı, "Zevklerimiz benziyormuş Pençe'm."

 

Aslan, anlamsız bir ifadeyle Korhan'ın kirli bakışlarını takip etti ve gözleri pencerenin ardındaki şaşkın kahve gözlerle buluştu. İşte bu hiç iyi olmamıştı. Yeşil harelerinin içindeki soğuk karanlık Azra'nın koyu kahvelerinde yankılanırken içine bir damla sahiplenme duygusunun düştüğünü fark etmedi. Pencerenin ardındaki kadın hızla kaybolmuştu ancak Korhan'ın gözleri hâlâ oradaydı.

 

"Gözlerini eline vermemi istemiyorsan yüzüme bak," dedi Aslan buz gibi bir tonla.

 

"Yenge tanıdık geldi," dedi Korhan yılışık bir tavırla. "Cidden bir gazeteciyle mi çıkıyorsun?"

 

Aslan ifadesiz bir şekilde suratına bakmayı sürdürürken bu sefer hayretle konuşmaya devam etti Korhan. "Bir dakika, bir dakika... Hamile mi yoksa? Amca mı oluyorum?"

 

Bu sözleri üzerine sıkıca gözlerini yumdu ve başını yukarı kaldırdı Aslan. Sabır diliyordu.

 

"Ben de diyorum bu adama ne oldu da yaşadığı köşkte tek gecelik ilişki yaptığı kadınları getirmeye başladı."

 

"Bak," dedi Aslan bıkkınlıkla Korhan'la olan göz temasını kesmezken, "Boş boğazlık yapıp kafamı şişireceksen kendini boşa yorma. İşim gücüm var, hadi Korhan."

 

"Yani sen şimdi ortaklığı kabul etmiyor musun?"

 

"Etmiyorum."

 

"Öyle olsun Pençe'm." derken arkasını dönüp gidecek gibi oldu ama gitmedi. Az sonra dudaklarından çıkacak her kelime için Emre'yi hedef aldı ve konuşmaya başladı: "Başın sağ olsun aslan parçası."

 

Sertçe yutkundu Emre, çenesi kasılırken bu adamı delik deşik etmemek için kendini zor tuttuğunu yalnızca Aslan bilebilirdi.

 

"Gerçi," dedi Korhan. Dudaklarını kısa bir an büzüşünün ardından iğneleyici bir tınıyla konuşmaya devam etti, "Ana babasını kendi elleriyle öldüren birine nasıl başsağlığı dilenir bilemem. Yanlışım varsa affet."

 

Bu sözler üzerine belindeki silaha dokundu Emre. Aslan ise o silahın dışarı çıkmaması için elini Emre'nin belindeki silahlı eline bastırdı. İstese Korhan'ı şimdi öldürürdü, ancak ona göre daha zamanı vardı. Vakti gelince en ağır şekilde işini bitirecekti.

 

"Çok şımartmışsın bunu," kelimeleri döküldük Korhan'ın dudaklarından. Sol elinin işaret parmağını Aslan'a doğru sallamaya başladığında hâlâ konuşuyordu, "Bak, benden sana bir abi kardeş tav..."

 

Cümlesi yarım kalırken inlememek için çaba sarf etmeye başlamıştı. Burun buruna geldiği Aslan Bozyel, üstün bir kol gücüyle biraz evvel kendisine uzanan işaret parmağını geriye doğru bükerken bakışları ürpertici derecede rahat ve sakindi.

 

"Asıl benim sana tavsiyem, bir daha bana parmak sallama veya nasihat verme vazifesinde bulunma. Yoksa canını fena yakarım." Parmağı biraz daha büktüğünde "Ve o zaman kırık çıkıkla kurtulacağın kadar da nazik olmam." diye mırıldandı. Simsiyah irisinin etrafını kırmızı küçük damarlar çevrelemişti Korhan'ın. Parmağı çoktan kırılmıştı.

 

Aslan avuçlarının içindeki kırık parmağın sahibi olan adamı serbest bıraktığında öteki eliyle sızlayan parmağını sardı Korhan. Öfkeli bakışlarıyla arkasını dönüp arabaya doğru ilerlerken Aslan Bozyel'i asla öldüremeyeceğini bir kere daha anladı. Arabanın kapısını açmak istedi ancak şu an iki elini de kullanamayacak kadar küçük bir durumdaydı. Az önce bir adım geride duran baş yardımcısı 'saygı' adı altında yine bir adım gerisinden geliyor ve kendisine yetişemiyordu.

 

"Bu da saygının bokunu iyice çıkardı." dedi Aslan yanı başındaki Emre'ye. Ardından ileri doğru seslendi, "Harun! Açsana oğlum adamın kapısını, bak zaten zor durumda. Bir de sizinle mi uğraşacak sahibiniz?"

 

Adam bir anlığına arkasını dönüp nefretle aslana baktıktan sonra Korhan'ın kapısını açtı ve koltuğa oturana kadar bekledi. Kısa bir süre sonra o da diğer adamlar gibi bulduğu yere oturdu ve üç araba köşkün bahçesinden ayrıldı.

 

Gittiklerinden emin olan Aslan, gözlerini dakikalar önce baktığı pencereye dikti. Aynı kahve gözlerle bir defa daha karşılaştığında adımları köşke yaklaşmaya çoktan başlamıştı.

 

 

𓅓

 

 

İki olmuştu!

 

Beni tam iki kez suçüstü yakalamıştı.

 

Gözlerindeki kasvetli hava tüylerimi diken diken ederken camın kenarından çekilip kolonun dibine çöktüm. Kimdi o adam?

 

Ve Aslan Bozyel'in tek bir hamlesi o adamı pıstırmaya nasıl yetmişti?

 

Arkamdan gelen sesle bir an duraksadım. Önümü o yöne dönerken Aslan'ın bakışlarıyla karşılaşacağımı tahmin etmiştim- ki öyle de olmuştu.

 

"Sadece yarım saat dişini sıkmak zor mu geldi?" diye sordu sakince. "Sıkmadım mı?" dediğimde aniden yükseldi sesi, "Camdan adam dikizleyerek mi?"

 

"Korna sesini duymadın galiba?" dedim sorar gibi. "Her korna sana mı çalınıyor sanıyorsun?" dedi biraz önceki sert tınısını alçaltarak. Sessiz kaldığımız kısa bir an o buna dayanamadı ve yeniden söz aldı, "Zararsın."

 

"Yeni mi anladın?" dedim birkaç adımla yanına yaklaşırken. "Ne öldürüyorsun, ne serbest bırakıyorsun! Ben senin hiçbir işine yaramam Aslan Bozyel. Az önce de söylediğin gibi, ben sana sadece zararım." Gözleri ifadesizce gözlerime dokunmayı sürdürürken tek kelime etmedi. "Kimdi o adam?" diye sordum bu sefer daha yatışkan bir sesle. "Bakışları iğrençti," diye eklediğimde, "Sen sadece sana söyleneni yap." cümlesini döktü dudaklarından. "Ama şu saatten sonra ben dışında hemen hemen herkesin sana zarar verebilme olasılığını da kafana yaz."

 

"Ne demek bu şimdi?" dedim çatılan kaşlarımla.

 

"Başına gelecek hiçbir olaydan mesuliyet kabul etmiyorum, demek." dedi.

 

"Doğru, orman köşelerinde ne olur beni kaçır, diye yalvaran da bendim, esirin olmak isteyen Dr bendim, değil mi? Sen sakın mesuliyet kabul etme!" dedim bastıramadığım öfkemle.

 

"Camın önüne geçip adamların dikizlemek senin sorunundu. Sonuçlarına katlanacak olan da sensin." dedi. Benden daha sakindi.

 

"Başka nelere katlanmam gerekiyor? Yetmiyor mu yanında olduğum?"

 

"Evini unut." dedi. Sesinde en ufak bir vicdan kırıntısı bile hissetmedim. "Bugün sadece iki saniye bakıştığın o adam peşini bırakacak mı sanıyorsun?"

 

Anlamıyorum, ne demek istiyordu?

 

"Onu tanımıyorum- ki o da beni tanımıyor." dedikten hemen sonra sesini duydum.

 

"Geçtiğimiz yıllarda haber sunuculuğu yaptığını unuttun mu?" dedi.

 

"Sadece altı aylık bir şeydi!"

 

"Birol Kopuz'un ölüm haberini televizyonda yayınlayan ilk haber kanalının sunucusuydun. Dahası, ölüm haberini duyuran ilk kişiydin."

 

Birol Kopuz... Üç yıl önce sahibi olduğu kumarhanede ölü bulunan genç adam... Bir süre düşündükten sonra aklıma gelen düşünceyle dudaklarımı araladım,

 

"Onu da sen öl..."

 

Ancak cümlemi tamamlamama izin vermemişti.

 

"Ve ölüm haberini de tüm dünyaya ilk sen duyurduğun için Korhan'ın seni tanıması normal."

 

Korhan o adam olmalıydı.

 

"Peki Birol Kopuz'un onunla ne ilgisi var?"

 

"İş ortaklığı," dedi tek nefeste nokta sorularıma katlanamaz bir hali var gibiydi.

 

"Şeyma'yı buraya getir." dedim aniden. "Kardeşime zarar gelmesini istemiyorum. Zaten üstün bir koruma sistemine sahipsin. Seni ifşalamayacağıma ikna olana kadar onun da burada, yanımda kalmasını istiyorum."

 

"Böyle bir durumda sadece kardeşinin hayatını da tehlikeye atmış olursun," dedi. "Şimdi sadece otur ve Korhan'ın seni araştırmaması için dua et. Kardeşine ulaşması pek zor olmaz."

 

"İstesen buna engel olabilirsin!" diye inledim isyanla.

 

"Gayet rahat bir şekilde hem de," diye eklendiğinde öfkeyi bir kere daha tüm damarlarımda hissettim.

 

"Şeyma buraya gelecek!" dedim ona meydan okurcasına.

 

"Bana bak," dedi iri eliyle çenemi sıkıca kavrarken. Yüzünü yüzüme eğdiğinde hırslı ve sinirli soluklarını yüzümün her zerresine hissediyordum. "Burası benim dünyam, benim krallığım ve ben burada ne istersem o olur. Kendim dışında herhangi birinin sözlerini siklemem. Uslu durmaya alışsan edersin. Sabrımı fazla zorluyorsun."

 

Çenemi sertçe geri bırakırken suratına dimdik bakmaya devam ettim.

 

İşte bu bardağı taşıran son damlaydı.

 

Bu akşam...

 

Buradan kurtulacaktım.

 

 

***

 

 

"Sen bunu gururuna nasıl yedirdin Korhan!?"

 

Bülent Yöndel'in gergin sesi her zamanki nostaljik odasında bu sefer daha gür bir şekilde yankılanıyordu.

 

"Bu kabul edilemez! Onlarca adamın içinde nasıl parmağını kırar o adam?!"

 

Korhan bir anlığına sargılı parmağını diğer eli ile saklama gereği duydu. "Babacığım, merak etme en kısa zamanda hesabını soracağım." derken kararlıydı.

 

"Nasıl soracaksın ulan it! Adamın kılına dokunamıyorsun!"

 

"Ben zaten ona dokunmam ki baba," dedi Korhan ve korkunç bir şekilde sırıtmaya başladı. "Dostuna ya da dostunun yakınına dokunsam yine yeter."

 

"Ne dostu eşek herif?"

 

"Bugün köşkün camdan bir kadın gördüm."

 

"Eeee, tek gecelik bir fahişe olamaz mı?"

 

"Aslan'ın kendi şahsi evine şimdiye kadar kadın girdi mi baba? Aslan tek gecelik birini evine sokacak kadar aptal değil. Ya gerçekten seviyor, ya da varis bekliyor. Ayrıca, bil bakalım kadın kim?"

 

"Kim?"

 

"Birol'un ölüm haberini sunan kadın. Aslan, benim planlarımı bozmak için önce Birol'u öldürdü, sonra da dostunun çalıştığı kanalda haberi tüm dünyaya duyurdu. Olamaz mı?"

 

Bülent önce saç olmayan başını, ardından top sakalını kaşımaya başladı. Oğlunun söyledikleri konusunda haklı olduğunu düşündü.

 

"Yani," dedi sorar gibi.

 

"Yanisi şu babam, ya yanındaki sevgilisi vurgun yiyecek, ya da sevgilisinin ailesinden biri. Aslan'ı tanırız, kendine zarar verdirmez ama söz konusu yakını olunca dünyayı yakar. Biz de uzaktan yakından ilişkisi olduğu birinin canını yakarsak mecburen avucumuzun içine düşecek ve o zaman şehrin kralı kim herkes anlayacak."

 

Bölüm : 19.09.2024 17:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kahveyeşilineaşık / D Ü Z Ç A P R A Z | Mafya Kurgu / 2. BÖLÜM: ESİRLİK
Kahveyeşilineaşık
D Ü Z Ç A P R A Z | Mafya Kurgu

1.45k Okunma

120 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...