
BU KURGUDA GEÇEN HER ŞEY HAYAL ÜRÜNÜNDEN İBARETTİR GERÇEK KİŞİ, KURUM VE KURULUŞLARLA İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR.
𓃬
İstanbul Nisan'ı bekleyemeden Mart ayında kendini yağmura teslim etmişti. Şehrin ışıkları akşamın ilerleyen saatlerinde bambaşka bir renk cümbüşü oluştururken siyah renkli Rolls-Roycenin tekerlekleri ara sokakta yavaşladı. Şoför koltuğundan inen adam, anahtarları teslim ettiği valenin "Hoş geldiniz efendim." sözlerine tepkisiz kaldı. Gazinonun büyük çiftli kapısına yaklaştığında siyah takımlı iki adam sağ ve sol tarafa ayrıldı ve hiçbir şey söylemeden kapıyı açtılar.
İçeri girdiğinde her zamanki manzarayla karşılaştı Aslan Bozyel.
Bir an olsun oturmayan garsonlar, patlatılan şampanyalar, tokuşturulan kadehler, kadınlar... Her şey aynıydı. Yeşile yakın ela gözlerini masalardaki hareketlilikte biraz daha meşgul ettikten sonra aynalı sütundaki yansımasıyla göz göze geldi. Parlak siyah ayakkabıları, siyah pantolonu ve yine siyah gömlek ve ceketiyle kumrallığı arasına muntazam bir ahenk oluşmuştu. Bakışları belindeki kemerine sıkıştırdığı parlayan gümüş silahına dokundu. Ceketini bir iki dokunuşla düzeltip tabancanın görülmesini engellediğinde adımlamaya devam etti.
Koridorun sonunda, tavana sabitlenmiş yeşil EXIT tabelasının sağı gösteren ok yönüne doğru ilerledi. Acil çıkış kapısının solunda kalan başka bir kapının üzerindeki yazı ona tanıdık gelmişti,
DEPO
ÇALIŞAN HARİCİ GİRİŞ YASAKTIR
Çalışan değildi ama yabancı da sayılmazdı. Bir saniye bile tereddüt etmeden parolayı tuşlayıp depo kapısını araladı. İçeri girdiğinde otomatik kapının ardından kapanışını umursamadı ve buzdolabı görünümlü bir diğer kapının tarama alanına parmak izini okuttu. Sistemden gelen onay bildirimi ile bu kapı da karanlık ve sarmal bir merdivene açılmıştı. Adam kırk dört basamağı yaklaşık iki buçuk dakikada inmiş ve asıl ulaşmak istediği yere gelmişti. Bu sefer önünde duran kapının üzerinde kükreyen bir aslan kafasının gold figürü sabitliydi. Şifreye gerek duymadan sol gözünü yandaki tarayıcıya tuttu bir süre. Ardından otomatik olarak açılan kapıdan geçti ve o çok sevdiği koridorda buldu kendini.
Burada aslanlarla ilgili bir sürü heykel ve tablolar vardı. Amber led lambalarının aydınlattığı bu loş koridorda ilerlerken aynı zamanda bir sürü oda kapısının da önünden geçiyordu. İlki kaçak alkol üretiminin olduğu odanın kapısıydı. İkincisi paketlenip yurt dışına satılan uyuşturucuların, üçüncüsü silah ve savaş ekipmanlarının oluşturulduğu, dördüncüsü telefon dolandırıcılığının yapıldığı, bir diğeri ise kasaya girecek olan kara paranın aklandığı ve sahte paranın basıldığı odalardan sadece birkaçıydı. Bunlar gibi birçok yasa dışı ögelerin, yasal olmayan yollarla üretilip çoğunlukla yurt dışına satıldığı bu mekanlar Aslan Bozyel'e aitti. O ise bu durumdan gayet memnundu.
Koridorun sonundaki büyük odanın çift kapısının iki tokmağında da aslan kafaları bulunuyordu. Adam tokmakların birini sağa birini sola çevirip iki kapıyı da ileri doğru itince partinin asıl sürprizi ile karşılaştı; kumarhane.
Otuzdan fazla yeşil örtülü yuvarlak masalar, etrafları ise orta yaşlı adamlarla çevriliydi. Galibiyetle başlayan bu döngüyü gurur, hırs, öfke ve pişmanlık takip ediyordu. Çünkü hiçbir galibiyet kalıcı olmazdı, bedel gerektirirdi. Ancak oksijen basıncının haddinden biraz fazla olduğu bu kumarhane sakinlerinin bahsi geçen tehlikeli döngüden haberleri yoktu.
Aslan Bozyel, kendisine olan saygısını ceketinin düğmelerini ilikleyerek gösterip dizinin dibinde biten sorumlu adamın kulağına talimatlarını fısıldadı. Adam, kafasını hızlı hızlı sallayıp başka adamların yanına gitti. Çok değil, kumarhanenin boşaltılması ve asma tavanın dört bir yanından aşağı kalın halatların sarkıtılması on dakika çalmıştı zamandan. Saniyeler sonra kumarhanenin mutfak kapısından beş adam içeri girdi. Ortalarındakinin üstü başı dağınık, gözleri bağlıydı. Diğer dört adam onu kumarhanenin tam ortasındaki büyük rulet masasının üstüne yatırdılar. Biri sağ diğeri sol kolunu, öbür ikisi de bacaklarını asma balkondan sarkıtılan halatlara sıkıca bağladılar.
"Yalvarırım," diye inledi adam. "Bir daha olmayacak söz veriyorum!"
Özrü veya karışları nafileydi. Aslan Bozyel siyah ceketini çıkarak bir kenara fırlatmış ve ceketinin rengindeki gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırmıştı. Bileğindeki gümüş kol saatini ve çelik künyesini dikkatle çıkarırken aslan figürlü saf altın yüzüğünü sağ elinin serçe parmağında bırakmayı tercih etmişti. Az sonra adamlarından birinin önüne getirdiği küçük sandığı açtı ve altın çivilerden bir avuç aldı. Çivilerden birini bağlı adamı sağ elinin üzerine gezdirdi ve uzvunun tam ortasında durdurdu.
"İstanbul," dedi buz gibi sesiyle. "Elimden almaya çalıştığın yer," diye devam etti ve soğuk çiviyi diğer eliyle kuvvet uygulayarak tenine çakmadan önce "Benim." diye ekledi. Adam acıyla kıvranırken başka bir çiviyi baş parmağına yerleştirdi. "Üsküdar, benim." İşaret parmağına sıra geldiğinde "Beykoz," dedi. Diğer çiviyi orta parmağına saplamadan önce "Güngören," kelimesi döküldü dudaklarından. "Kadıköy" derken başka bir çivi çoktan yüzük parmağına geçmişti. Son olarak "Beyoğlu," diye ekledikten sonra adamın sağ elinin tüm parmaklarını çivilemişti.
Adamın bağırışları çığlıklara dönüşürken sıra sol eline gelmişti. Aslan Bozyel aynı teoriyi uygulamaya çoktan başlamıştı, "Türkiye," dedi sol elinin ortasına bir çivi çakarken. "İzmir," baş parmak. "Adana," işaret parmağı, "Gümüşhane," orta parmağı, "Ankara," yüzlük parmağı ve "Mersin," serçe parmaklarında birer çivi olarak yerini almıştı. Bağırmaktan ses telleri çatallaşan adam bu sefer halsizce sızlandı,
"Yemin ederim, bir daha işine karışmayacağım!"
Aslan Bozyel onu duymadı. Elinde kalan son dört çiviyi vücudunda gelişigüzel yerlere sapladı. Kıbrıs için sol omzuna, Teksas için sağ bacağına, Las Vegas için göğüs kafesine, Kanada için sol dizine yerleşen çiviler, her kıvranışında etinin daha da derinine gömülüyordu.
Çivi faslını bitirip belindeki gümüş silaha yöneldi. Sesinde ise tehlikeli bir sakinlik hakimdi,
"Beni Yöndel'lerin eline düşürüp öldürtecek kadar kıskandığın bu hayat var ya Semih," dedi ve duraksadı "Benim." dedi hemen ardından. Silahının namlusunu adamın sıcak alnına bastırdığında "Söylemek istediğin son bir şey var mı?" diye sordu. "Var," dedi adam can havliyle. "Güzel," dedi Aslan ve devam etti, "O zaman sözünü unutma."
Beklemeden tetiğe bastığında biraz evvel inleyen adamın sesi kesilmişti.
"Garson!" diye seslendi mutfağa doğru. "Bana her zamankinden getir." emrini verirken rulet masasına çoktan oturmuş, dağınık duran çip ve iskambil kartlarıyla oynamaya başlamıştı.
Adamlardan biri çekingen bir tavırla "Efendim, ne yapalım bunu?" sorusunu sorduğunda Aslan, cesede alayla baktı ve cevap verdi: "Pençe akşam yemeğini yemedi. Ona götürün, midesi bayram etsin hayvanın."
Adam, "Nasıl isterseniz." cevabını verdikten sonra bir süre durdu ve tekrar söz aldı, "Efendim, Pençe son zamanlarda biraz asi. Kafesin kapısını açarken saldırmasından korkuyoruz, haberiniz olsun istedim." Aslan, bir eliyle kapıyı işaret ederken cevap verdi, "Hayvanı aç aç bekletirsen seni o kafese kendi ellerimle tıkarım." Bunun üzerine adam saygıyla öne eğildi ve cesedi kucaklayan diğer adamlarla beraber dışarı çıktı.
Pençe, on sekiz yaşında heybetli bir erkek aslandı. Babası Yağız Bozyel'in on ikinci yaş gününde hediye olarak getirdiği günden beri onunlaydı Pençe. Aslan ile beraber büyümüştü. Daha küçücük bir çocukken aslanlara merak salmış, hep yavru bir tane sahiplenmek istemişti. Geminin karadan yürütülmesi kadar zor olan bu isteğini ise hayatında devamlı olarak örnek aldığı babası on ikinci yaş gününde yerine getirmişti.
Masasına bırakılan viski bardağını dudaklarına götürüp küçük bir yudum aldıktan sonra kumarhanenin yeniden aralanan kapısına dikildi gözleri. Emre Soylu ağır adımlarla masanın yanı başına gelmiş, önüne çektiği sandalyeye otururken "Selamın Aleyküm," diye mırıldanmıştı. "Aleyküm Selam," dedi Aslan gümüş silahını masada döndürürken. Emre kendisi için de bir kadeh şarap sipariş etmişti. Saniyeler sonra önüne gelen kadehinden o da bir yudum aldı ve cebinden çıkardığı fotoğrafı ruletin üzerine bıraktı. Aslan'ın gözleri fotoğraftaki kadını süzmeye başlarken alaylı dudaklarından "Kim bu esmer bomba?" sorusu döküldü. Kağıdın altındaki Azra Özşan yazısını içinden okudu. "İsim yabancı gelmedi, oteldeki kadınlardan mı?"
"Çok daha sıkıntılısı," cevabını verdi Emre. "Gazeteci. Bizim çocuklar aylık kontrolleri yaparken fark etmişler. Son bir ayda internet sitesinin her arama motorunda adını araştırmış. Taktığına takık, Müge Anlı gibi kadın. Nelerden şüphelendiğini bilmiyorum ama nasıl olduysa gözüne takılmışız. Şu an herhangi bir ifşa durumu yok ama ileride ne olacağı belli olmaz. İstersen söyleyeyim çocuklara, kaldırsınlar ortadan."
"Saçmalama," dedi Aslan ifadesizce. "Dengemiz olmayan biriyle mi uğraşacağız?" Fotoğraftaki kahve göz ve saçlarda gezdi gözleri. "Hem, bu mu ifşalayacak? Karıncaya bile dokunamaz ki bu. Ayrıca hiçbir internet sitesinde açığımız yok. O yüzden bırakalım gitsin, uğraşmaya değmez. "
"Sen ne diyorsan," dedi Emre. "Umarım ilerde başımıza bela olmaz."
Aslan umursamaz bir tavırla viskisini teklerken Emre de şarabından yudumlayarak ona katıldı. Aslan ile arkadaşlığı dokuz yıl öncesine dayanıyordu. Her ne kadar dostluklarından kimseden haberi olmasa da Emre; Aslan için bir korumadan fazlasıydı. Kimi zaman beraber aç kalmış, kimi zaman birlikte doyurmuşlardı karınlarını. Çünkü ikisi de kimsesizliği ve en çok da çaresizliği tatmıştı.
𓅓
"Ben yatıyorum," dedi Şeyma L koltuktan kalkıp salonun kapısına doğru yönelirken. "Sen yatmayacak mısın abla?"
Gözlerimi kucağımdaki laptoptan ayırmazken "Yatarım birazdan," dedim. Burun kemerimden aşağı inen dinlendirici gözlüğümü tekrar burun kemerime yerleştirdim ve devam ettim, "Son bir site kaldı. Ona da bir göz atayım uyurum."
"Sence de son zamanlarda bu adama fazla takmadın mı? Boşver gitsin, sanki usta dedektifsin sen."
"Bana laf yetiştireceğine gidip yatsan iyi edersin. Sabah kampüse geç kalacaksın." dedim umursamazlıkla.
Derince iç çekip "İyi geceler," dediğini işittim. Ona cevap vermek yerine gözlerim laptopun ekranındaki yazıları tarıyordu. Fareyi arama motorundaki en son sitenin üzerine getirip tıkladığımda önümde beliren error yazısıyla göz göze geldim.
Ya ortama çok iyi kamufle oluyordu ya da ben fazla paranoyaktım. Hayır, paranoyak değildim. O tuhaftı. Bir adam nasıl olur da sadece tek bir işle uğraşıp neredeyse her ülkede köşk ve gazino sahibi olurdu? Miras kalsa eninde sonunda biterdi. Su gibi akıp aktıkça yenilenen bir miras çeşidi de olmadığına göre işin içinde iş olmalıydı.
Ani bir sinirle laptopu koltuğun üzerine bırakıp ayağa kalktım ve mutfağa yöneldim. Buzdolabından çıkardığım soğuk kahve ve kül tablasını alıp salona geri geçtim. Orta sehpanın üzerindeki paketten bir dal sigara alıp bitmek üzere olan çakmağımla ucunu alevlendirdim ve dudaklarım arasına aldım. Ciğerlerime dolan duman geri ağzımdan kaçıp salonu buğulaştırırken biraz evvel açık bıraktığım laptopu dizlerime yerleştirdiğimde kaşlarım çatıldı.
Az önce error veren site şimdi sorunsuz bir şekilde açıktı.
"Sayaç," diye fısıldadım soğuk kahvemi yudumlarken. Ekranın sağ alt köşesindeki saat 00:04'ü gösterirken siteden tekrar çıktım ve tekrar girdim. Yine aynı error ekranı karşımdaydı. Sigaramdan bir nefes, kahvemden bir yudum aldıktan sonra telefonuma gelen indirim bildirimlerine göz gezdirerek saniyeler katlettim. Çok geçmeden bilgisayar ekranındaki hareketlilik dikkatimi çekti. Site açılmıştı. Telefonumu koltuğa bırakarak tüm ilgimi ekrana verdim. Saat 00:08'i gösteriyordu. Dört dakika... Sitenin error yazısı ile kamufle edişi tam dört dakikaydı.
Ama neden?
Fareyi bir aşağı bir yukarı kaydırırken bir sürü dijital bahis afişleri çıkmıştı karşıma. Anlaşılan burası da boştu.
Peki ya sayaç?
Tüm düşüncelerimi başımdan def edip yeni bir sekme açtım ve arama motoruna parmaklarımın bile ezberlediği o ismi tuşladım; Aslan Bozyel. Karşıma çıkan görsel ve haber yazılarına artık aşinaydım.
"ÜNLÜ İŞ İNSANI ASLAN BOZYEL BUGÜN KIRAÇ UZUN'U SON YOLCULUĞUNA UĞURLADI."
Bu haberi yeni görüyordum. Tarihine bakılacak olursa birkaç saat önce internete düşmüştü. Ekranı kaydırdım ve haberin içeriğini okumaya başladım.
"İş insanı Kıraç Uzun bu sabah saatlerinde evinde ölü bulundu. Üç saatlik otopsi ve ev içindeki çalışmalar sonucunda Uzun'un doğalgaz kaçağıyla zehirlendiği tespit edildi. İş insanının geçtiğimiz günlerde katıldığı bir sohbet programındaki 'Ölünce beni akşamüstü gömmelerini isterim.' sözleri dikkate alınıp vasiyet kabul edildi ve saat 17:30 civarlarında cenaze töreni başlatıldı. Kıraç Uzun ile arasındaki buzları bir türlü eritemeyen Aslan Bozyel, Uzun'un tabutunu taşıyıp mezarına toprak attıktan sonra şu sözleri söyledi: 'Her ne kadar iyi anlaşamasak da eski dostlarımdan birini daha toprağa gömmek bana acı veriyor.'.."
Yazının devamını okumadan siteden çıktım. Salon sıcaktı ve ben neden bu kadar çok üşüyordum?
Ya da her neyse.
Peki bu adamın çevresindeki anlaşamadığı, takıştığı, kavgalı olduğu herkes neden şüpheli bir şekilde ölü bulunuyordu?


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |