

BU KURGUDA GEÇEN HER ŞEY HAYAL ÜRÜNÜNDEN İBARETTİR GERÇEK KİŞİ, KURUM VE KURULUŞLARLA İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR.
𓅓
"Geçen hafta hayvanat bahçesinden firar eden gorilin son durumu ne?" diye sordu yıllardır nefret kustuğum müdürüm Haluk Kaya.
Yüzümü gerdiren atkuyruğu saçım başımı ağrıtmaya başlarken "Yakalanıp kafesine geri götürülmüş efendim." dedim.
Elinde tuttuğu mavi dosyanın birkaç sayfasını daha incelerken yuvarlak camlı gözlüklerini kağıda daha çok yaklaştırdı. Hangi sayfa ve hangi paragrafı bu kadar dikkatli okuduğunu merak ediyordum. Dişlerimi açık kahve rujumu yok sayarak altdudağıma geçirdiğim sırada hayretli sesini duydum,
"Goril ile beraber kaçan Puhu Baykuşu hala aranıyor." diyerek haber metninden bir parça okudu.
"Evet?" dedim sorar gibi.
"Baykuşu bulan şahsa özel dört buçuk milyon liralık ödül ikram edilecektir." yazısını da okurken sesindeki hayret duygusu da artmıştı.
"Evet Haluk Bey." dedim kendimden emin bir şekilde.
Ciddiyetime karşın yüzü asıldı, "İki üç parça haber bulduğunuz için fazla yorulmuş olmalısınız Azra Hanım?"
Doğru, babanlaydık.
Hızla boğazımı temizleyip araladım dudaklarımı. "Yok efendim, estağfurullah."
Geri zekalı... Geri zekalı... Geri zekalı...
"Süper, o zaman hazırlığını yap. Ballıkayalar Tabiat Parkı'na gidiyorsun."
Şaşkın bir ifadeyle yüzüne bakarken "Anlamadım?" diye mırıldandım.
"Anlaşılmayacak bir şey yok. Puhu kuşu mudur baykuşu mudur her ne zıvırsa onu sen buluyorsun. Bak kızım, uzun zamandan beri yanımda olan tek çalışanım sayılırsın. Bu iş için güvendiğim tek elemansın. Yüzümü kara çıkarma. Bu ödül kanalımızın yeniden ün kazanmasını sağlayacak."
"İyi de," dedim bıkkınlıkla. "Siz daha maaşları bile ödemediniz."
Hemen ardından pantolonumdaki titreşimle elim telefonuma gitti.
HALUK KAYA ADLI KULLANICI TARAFINDAN HESABINIZA 50 BİN TL YATIRIM YAPILMIŞTIR.
Derken?
"Bu çeyreğinin çeyreği bile değil." dedi oturduğu yerden bana bakarak. "Bu işi halledersen kaç katını alacağını düşün. Sadece yetmiş yaş üzeri izleyiciye sahip bu kanalın nasıl gündem olacağını düşün. Aksi takdirde kabul etmezsen başka hangi işlere girebileceğini de şimdiden düşünmeni tavsiye ederim."
Son cümlesiyle beraber aniden kaldırdım başımı telefonumdan. "Nasıl yani, işi mi bırakacağım?" Soruma karşın rahat tavırları sinirlerimi bozarken "Buna hakkınız yok!" dedim isyanla.
"İflas eşiğindeyiz Azra." dedi rahatını bozmadan. "Bir dilekçeme bakar. Ama sen akıllı kızsındır. Kız kardeşinin üniversite hayatı için dişini tırnağına takacak kadar akıllı..."
Bel altı vuruyordu şerefsiz.
Biraz sessiz kaldıktan sonra araladım dudaklarımı, "Ödülün yarısını alırım senden. Ayrıca kalanını da aylardır maaşlarını ödemediğin arkadaşlarıma dağıtacaksın." diye ekledim ve masasındaki kağıt kalemlere yöneldim. "Hatta ben işimi sağlama alacağım."
A4 kağıtlarından birini yarısına kadar mavi pilot kalemle yazıya boğdum ve önüne uzattım, "İmzanı at."
Oluşturduğum sözleşmeyi okudu. Akabinde sıkıntılı bir nefes beraberliğinde sağ alt köşeye imzasını attı. Yetmezdi. Telefonumun ses kaydedici özelliğini aktifleştirip masaya bıraktıktan sonra "Oku," emrini verdim.
Sıkılmış bakışlarıyla birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra küçük metni okumaya başladı,
"Ben, Haluk Kaya. Bahsi geçen dört buçuk milyon liralık ödülün yarısını Azra Özşan'a, kalanını ise çalışanlarıma eşit miktarlarda ikram edeceğime, hiçbir çalışanımı zorunlu bir gerekçe olmadan 2030 yılından önce işten çıkarmayacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim."
Sesi kaydettikten sonra gülümseyerek "Kabul ediyorum." dedim. Sözleşme kağıdını parmakları arasından koparıp eski yerime geçtiğimde "Çıkabilirsin," dediğini işittim ve yüzümdeki zafer ifadesiyle odasından ayrıldım.
𓅓
Küçük kırmızı arabamı Güzel Sanatlar Fakültesinin önüne çekmiş sürücü koltuğunda sigara içerken yan kapının açılmasıyla tüm odağım dağıldı.
"Selam," dedi Şeyma'nın somurtkan sesi.
"Selam. Ne oldu, sinirli misin sen?"
"Ayrıldık." dedi tekdüze bir sesle. "Yok artık valla bitti benim için. Sen tut, konserde Alara'yla ağız ağıza dans et, sonra bana gel de ki 'İşkim bin sini çik siviyirim' ben de 'Başka kapıya' falan dedim işte-"
"Sonra dayanamadın ve şu an on birinci şansı vermeyi düşünüyorsun." derken sözünü kestim. Sessiz kalışına bakılacak olursa haklıydım da.
"Abla bana söver misin?" Sesi yalvarır gibi çıkmıştı.
Kınar gibi suratına bakarken "Saçmalıyorsun," kelimesi çıktı dudaklarımdan.
"Yok gerçekten hak ettim söv bana."
"Yeni aldığın parfüm kafa falan mı yaptı?"
"Ya vallahi hak ediyorum, söv sen."
"Kızım, anana sövsem anan benim anam. Babana sövsem baban benim babam. Nasıl söveyim, kime söveyim?
"Sen de haklısın." dedi oflaya puflaya. Daha fazla beklemeden anahtarı çevirip arabayı hareketlendirmem birkaç saniyemi almıştı.
"Akşam dışarı mı çıksak?" diye sorduğunda yanıp kül olan izmariti umursamadan camdan dışarı fırlattım. "Erken dönersem çıkalım," cevabını verdim sağa saparken.
"Yine nereye gidiyorsun?"
"Ballıkayalar Parkına. Puhu Baykuşu mu ne kaçmış, onu bulacağım."
"Gazeteci, dedektif, hayvankurtaran... var mı başka bilmediğim özelliklerin?"
"Şimdilik bu kadar. Ama ilerde katil olacağımı kestirebiliyorum."
"Beni öldürme, ben sana yardım ederim." dedi kıkırdarken.
"O zaman ağırlık kaldırma çalışmalarına şimdiden başla. Haluk'un cesedi yüz elli kilodan fazladır." cevabını verdim içten bir tebessümle.
Şeyma benim ailemdi. Yağmurlu bir çarşamba akşamı anne ve babamızı kaybedip dedemin yanına sığındığımız günden beri tek dayanağımdı. Dedemi ise annemlerin aksine trafik kazası değil, ani bir kalp krizi koparmıştı bizden. Kimi kaybettiysek yokluklarını aratmamak adına bazen anne, bazen baba olmaya çalışıyordum ona. En çok da ablasıydım. İyiliği için yapmayacağım şey yoktu.
"Taksim'e uğrasak mı?" iye sordu hevesle. "Hazır param varken o tişörtü alsam iyi olur. Yoksa abur cubura kurban edeceğim."
Teybin saat kısmında gezdi gözlerim, 14:43.
"Sadece bir saatimiz var," dedim. "Eve metroyla dön, yoksa ben geç kalacağım."
"Nesin sen, hayat kurtarıcım falan mı?"
"Ablanım, ablan. O yüzden bitir şu okulu, gir işine sen de bana bak. Biraz da ben yan gelip yatayım."
"Aşk olsun! Ben yan gelip mi yatıyorum?" dedi hayretle.
"Yaa...nii, hiç düz yatarken görmedim seni ama evet. Çoğu zaman öylesin."
"Gıcık," dedi şakayla karışık kinle.
"Sürtük," dedim onun gibi bir tınıyla. Fazla ileri gidilmediği süreçte birbirimize hakaret etmekten rahatsız olmazdık. Aramızdaki yaş farkı fazla değildi, dört yıl küçüktü benden. Aynı zamanda en yakın arkadaşımdı. Birbirimizi kendimizden iyi tanırdık.
Arabalı yolculuğumuz en fazla yirmi dakika daha sürmüştü. AVM tarafına giden yolun yarısını adımlayarak devam ederken ilerdeki kalabalık dikkatimi çekmişti. Flaş sesi ve ışıkları saniyelik olarak parlarken onlarca kişi arasından tek bir sima gözüme çarptı; sert çehre, kumral saçlar, hafif kirli sakallar ve asla ela olmadığına yemin ettiğim ancak rengini bir türlü çıkaramadığım yeşil tonlarının ağır bastığı bir çift göz. Ayrıca Google'daki bilgilere göre 30 yaşındaydı. Ancak kanlı canlı daha genç duruyordu.
"Şeyma, beni burada bekle ve hiçbir yere ayrılma." dedim kalabalığa doğru koşar adımlarımdan önce. Arkama dönüp yüz ifadesine bakmaya zamanım yoktu ancak göz devirmiş olduğunu kestirebiliyordum.
"Şirket şubelerine yatırımlarınız ne kadar tutuyor Aslan Bey?"
"Sizi geçen hafta Mood Bar'dan sarışın bir hatunla çıkarken görmüşler. Bu doğru mu?"
"Aşk hayatınızda farklı şeyler mi var?"
"Kaç ülkede ev ve iş yerine sahipsiniz? Size göre başarının sırrı ne?"
Bunlar gibi onlarca sorular... Hepsi de tek bir kişiye yöneltiliyordu; Aslan Bozyel'e.
Peşinde iz sürdüğüm adamı Taksim'de bir kafenin çıkışında yakalamıştım. Daha doğrusu diğer meslektaşlarım gazetecilerle yakalamıştık ancak soru sorması henüz bana gelmemişti. Açıkçası bu karşılaşmaya mikrofonsuzluğum ve kameramansızlığımla hazırlıksız yakalandığım söylenebilirdi.
O, diğer gazetecilerin sordukları soruları cevapsız bırakmakla birlikte kalabalığı yarıp son model arabasına ilerlerken ani bir şekilde bozdum suskunluğumu: "Çevrenizde anlaşmazlıklar yaşadığınız veya aranızın iyi olmadığı rakiplerinizin peş peşe ölümü hakkında ne düşünüyorsunuz?"
Durdu. Sırtı bana dönük olan bedenini bedenime çevirdi ve birkaç ağır adımla yanıma yanaştı. "Azra Özşan," dedi küçük harflerle ve kulağıma eğilerek fısıldamaya devam etti, "Eğer internetteki son dakika gelişmelerinde ölüm haberin olsun istemiyorsan o lanet çeneni kapa ve bir daha sakın karşıma çıkma."
Beni onca insanın içinde tehdit edişini iğneleyici bir tebessümle karşıladım.
Elbette görüşecektik.
Mahkeme salonunda.
Sert bakışları yüzümdeki alaydan hoşnut olmamış gibiydi. Birkaç kez geriye adımladı, ardından sırtını bana döndü ve siyah arabasına binene kadar diğer gazetecilerin sorularını cevapsız bıraktı.
Merakla fısıldaşmaya başlayan sevgili meslektaşlarımı geride bırakıp yolun karşısında beni bekleyen kardeşime doğru adımladım.
"Ne söyledi kulağına?" diye sordu merakla. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı.
"Bana bayılmış," dedim. "En kısa zamanda buluşmak istiyor. Kesinlikle evlenme teklifi edecek."
Dalga geçtiğimi anladı ama sanki ona sövmüşüm gibi bakmaya başladı. Ya da delirmişim gibi. Her neyse.
Yüzümdeki gururu tarif edemeyecek kadar gururluydum. Neden mi? Haklıydım. Aslan Bozyel yakından daha sırlı ve saklı görünüyordu.
𓅓
"Kusura bakmayın Haluk Bey, ama şu an yüzlerce ağacın arasında ufacık bir baykuşu nasıl bulabilirim acaba?"
"Sadece düşün Azra. Aklını kullan nokta etrafına bak, ne görüyorsun?"
"Ağaç." dedim hızla sağ ve sol tarafıma göz gezdirip.
"Başka?" dedi sorar gibi. Keşke telefondan uzanıp suratına bir tane geçirme şansım olsaydı. "Bir sürü ağaç." diye ekledim.
"Tamam, ağaçların dışında?" dedi. Ormanın ortasında gemi falan mı göreceğimi sanıyordu?
"Batan bir güneş." derken tuttuğum nefesi hızla verdim ve duraksadım. " Güneş! Batıyor!"
"Hey, bağırma! Geldiğin yönü unutacak değilsin, değil mi?"
Bir kere daha dört bir yanımda göz gezdirdim. Her yer aynıydı.
"Kayboldum!" haykırışımla daha sıkı sarıldım telefonuma. "Başlarım kuşunuza da baykuşunuza! Ekip falan gönder, bulun beni!"
"Sakin ol," dedi rahatsız edici bir rahatlıkla. "Konumunu belirlemeyi başarırsak alacağız seni. Sen sadece kameranı diri tut ve beklemede kal."
"Ne kamerası?" diye inledim sitemle. "Mart ayının ortasında ormanda kedi bulup çiftleşme belgeseli falan mı çekeceğim? Ben polisi arıyorum!" dedikten sonra aramayı sonlandırmama gerek kalmamıştı. Çünkü canım telefonum benim zahmet etmemi istememiş, kendi kendini kökten komple kapatmıştı. Aslında sadece şarjı bitmiş olsa da bana ihanet ettiği bu günü asla unutmayacaktım.
"Harika," diye mırıldandım bastırmaya çalıştığım öfkemle.
Haluk salağını dinleyip ıssız sapsız ormanlara gelmeden önce düşünecektin bunları Azra'cığım. Hem ne hüner varmış o baykuşta? İn cin avlar gibi baykuş avlama derdindeyiz! Cin deme içses! Cin deme! Cin yo- Üç kere cin deyince gelmezler değil mi? Dört oldu, gelmezlerse hatırları kalır artık.
Bu güneş ne zamandan beri dakikada on bin kilometre hızla mesai tamamlamaya başlamıştı?
Bildiğim tüm duaları okuduğum sırada ileriden gelen seslerle tüm konsantrasyonum alt üst olmuştu.
Eyvah, cinler!
Kes sesini İçses!
Önümdeki gür çalılığa yaklaşınca durdum. Yaprakları ellerimle sessizce aralarken nefesimi tuttuğumun farkında değildim. Sarı toprağın üzerindeki bir düzine adamım burada ne işi vardı?
Ayaklarına bak, ters mi? Hayır, düz. Tamam insan oldukları kesin. Problem yok. İşte ondan emin değiliz maalesef.
Siyah takım elbiseli iri yarı adamlar yarım daire şeklinde sıraya diziliydi. Elleri arkalarından birbirine kenetli dururken üç adam tam önlerine doğru geldi. Ortadakinin başında siyah bir torba geçirilmiş, diğer iki adam tarafından dizlerinin üstüne yere çöktürülmüştü. Adamlar diğerlerinin oluşturduğu yarım dairenin iki ucunda yerlerini almışken tanıdık bir araba ortama giriş yaptı.
Burada neler oluyordu?
Arabanın parlak siyah kapısından inen beden beni şaşırtmadı. Aksine, Aslan Bozyel'in yerdeki adama ne yapacağını en az çatılan kaşlarım kadar merak ediyordum.
Siyah kunduraları, dizlerinin üzerine çöken adamın başucunda durdu. Ellerinden biriyle bedenin kafasındaki siyah torbayı sertçe çıkardı. Adamın dağılmış suratı hoşuna gitmiş olmalıydı. "Ne yapmış? Bir de şimdi söyle." diye seslendi yanında bekleyen sert mizaçlı adama.
"Yurt dışına giden uyuşturucu tırlarından bir tanesini kendi menfaati için kullanmış." dedi ifadesiz gri gözlerini bedenin üzerine gezdirirken.
"Yani çalmış," dedi Aslan Bozyel. Yüzünde tehlikeli bir gülümseme belirmişti. Yarım dairedeki adamlarına döndü, "Alkışlayın." emri verdi. Adamlar birbirlerine bakındılar. Suratlarında şaşkınlık hakimdi. Kimse alkışlamadığında belinden çıkardığı silahı havaya doğrultu ve bir kez tetiğe bastı Aslan Bozyel. "Alkışlayın, dedim lan!"
Anlık korkuyla kulaklarıma giden ellerimi geri indirdim. Onlarca adamın alkışlarına ağaçlardan uçan kuzgunların ötüşleri eşlik etmişti.
"Aslan Bozyel'den mal çalmakta başarılı olan bu arkadaşı en içten şekilde tebrik ediyoruz." diye eklerken sürekli yanında duran gri gözlü adamın alkışlamayışı dikkatimi çekti. Aslan Bozyel ise bu davranışına kızmamıştı. Belki de bir nedeni olmalıydı. Adamlar alkışlamayı bırakırken Aslan'ın suratında ciddiyet belirdi.
"Kime yardım etsek götü kalkıyor! Hayırdır lan?" bağırışının ardından başı öne düşük adamın çenesini sertçe yukarı kaldırdı. "Yüzüme bakacaksın!" Elini kendine çektiği sırada adam ona bakmayı sürdürdü.
"Kimi gariban diye el üstünde tutsak sırtımızdan vuruyor!" Ardından bir tokat attı. "Kaldır ulan kafanı!" Adam tokat darbesiyle sağa savrulan başını tekrar önüne çevirdi. Dudağının köşesi yeniden kanıyordu.
"Kimin derdine ortak olsak başımıza dert oluyor!" dedikten hemen sonra sağ tarafına bir tokat geçirdi. Adamın başı bu sefer sola düşerken kan kustuğunu fark ettim.
"Bu saatten sonra benim ocağıma incir diken kim varsa cezasını çekecek! Af, acıma, iyi niyet yok! Kaç yıldır bizimle çalışıyor dediğimiz, güven salladığımız dallama bizden mal araklıyor, biz de ayakta uyuyoruz!"
Biraz evvel belinden çıkardığı silahını bu sefer adamın alnına dayadı. Boynumda asılı fotoğraf makinesini bu sefer anı ölümsüzleştirme amacıyla değil, ölümlü bir anı ölümsüzleştirme amacıyla sıkıca kavradım. Gözlerimi merceğe hizaladım. Kameranın odağı çoktan Aslan Bozyel ve yerdeki adamı netleştirmişti. Bu anı kaçıramazdım. Saliselerin ardından silahtan çıkan patlama sesinin içine, fotoğraf makinemin "KLİKK" sesi kaynamıştı.
Kahretsin! Flaş da patlamıştı!
Meydandaki tüm adamların dikkatini çekmeyi başardıktan sonra ardıma bakmadan koşmaya başladım. Kaç tane ağaç arasından geçtim, kaç kayanın üzerinden atladım... Ancak beni benden daha hızlı bir şekilde takip ettikleri aşikardı.
Ayakkabılarımın kaygan tabanları işimi zorlaştırırken düşmemek için bolca dua ediyordum. Fayda etmedi. Dualarım etkisini sadece iki saniye gösterebilmişti. Yüzüstü yere kapaklanırken sinirle bir çığlık attım.
Kahretsin!
Kalkmaya çalışmadan on beş tonluk iki adet kas yığını sağ ve sol koluma girmiş ve beni el birliğiyle havaya kaldırmışlardı. Evet, havadaydım. Ayaklarım yere değmiyordu.
"Bırak!" dedim çığlıklarımın arasında. "Bırakın beni pis herifler!"
Haykırışlarımı sürdürürken kendimi bir anda Aslan Bozyel'in karşısında buldum. Öldürdüğü adamın kanından birkaç damla boynuna sıçramıştı. Korkunç görünüyordu adi adam.
Çırpınmayı bıraktığımda suratına baktım küçümser gibi, "Ne oldu, beni de mi öldüreceksin?"
"Sana karşıma çıkma, demiştim." dedi ruhsuzca.
"Cesaretin varsa kılıma bir dokun bakalım! Devletin basın görevlisini öldürdüğün ortaya çıkınca alacağın cezaları da düşün!"
"Bana bak Gazeteci," dedi buz gibi sesiyle. "Yaptığın bu hatanın da bir cezası var evet, ama ölüm değil." Sözlerine devam edeceği anda çınar ağacının dalındaki bir ses, onun sesini böldü. Gözlerim ağacın dallarına kaydığında bakışlarım şaşkınlık dolmuştu. Puhu Baykuşu! Buradaydı!
"Bak," dedim yatışkan bir sesle. "Yediğin haltlar beni ilgilendirmez. Söyle adamlarına, bıraksınlar beni. Ben de şu baykuşu alayım, sen sağ, ben selamet!"
"Karakola da bırakalım mı? Belki başımıza bela falan da olursun, ne dersin?" dedi alayla.
"Oooo, sana dokunur mu Aslan Bey?" dedim aynı onun gibi alaylı bir tavırla. "Ne olacak, çıkarttırırsın bana bir deli raporu, cesedi de kaldırırsın ortadan, iki de yalancı şahit! Oh, mis!"
"Çözmüşsün?" dedi sorar gibi.
"Çözdüm," dedim üstüne bastıra bastıra. "Çevrende sorunlar yaşadığın sözde eski dostlarını öldürdükten sonra cenazelerine katılıp yalandan röportaj vermek en sık karşılaştığım fantezin mesela!"
Burun delikleri genişledi, nefes alışverişleri arttı. En sonunda ne olduğunu anlamadan elindeki silahla daldaki baykuşu vurdu. Şok içinde kalmıştım.
"O baykuş kaç milyon değerinde haberin var mı senin!?" diye haykırdım. Hâlâ iki tane kas yığınının ortasında hapsedilmiş vaziyetteydim. Ancak bu tepkisiz kalacağım anlamına gelmezdi. Ayaklarımı çırpınırcasına hareket ettirirken bacak ve dizlerine birkaç tekme savurdum. "Söyle, ben öldüreceğin kaçıncı insanım!?"
Geri çekilip pantolonunu ayak izi olan kısımlarını çırparken o gri gözlü adama seslendi, "Emre, götür şunu. Yoksa elimden bir kaza çıkacak." Sözleri dahilinde ölümcül bakışları da bunu destekliyordu.
Kolumdakiler, Emre denilen adamdan aldıkları işaretle beni o siyah arabaya götürürken "Hepinizi bitireceğim!" diye inledim. Saniyelerin sonrasında oturmamak için inatla mücadele ettiğim arabanın arka koltuğuna sertçe fırlatılırken nefret kusmayı sürdürüyordum, "Bırakın beni! Evime gitmek istiyorum!"
Nafileydi. Beni dinlememişlerdi bile!
Bir adam şoför koltuğuna yerleşti, ötekisi de yanındaki koltuğa. Sağ tarafımda açılan kapıdan içeri uzanan başka bir adam, elindeki metali sol bileğime geçirmeye çalışıyordu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedim kelepçeden kaçınırken. "Değil feriştahın, kralın gelse bunu bana takamaz! Anladın mı!"
Sesimin tehditkar tınısı beni bile ürkütmüştü. Adam, sabır dilercesine mırıldanıp tekrar dışarı çıktığında kollarımı gövdemde sıkıca bağladım. Aklıma çektiğim fotoğraf geldiğinde ellerim bu sefer de boynumda asılı fotoğraf makineme gitti. Şanslıydım. Görüntü hâlâ duruyordu. Net de çıkmıştı. Tam kanıtlık, diye düşündüm. Fotoğrafı daha ayrıntılı incelemek istiyordum ancak makinenin aniden elimden alınması ile şaşkınlığım daha da arttı. Fotoğraf makinem biraz önce bana kelepçe takmaya çalışan adamın elindeydi. Geri almak için hamle yaptığım sırada birinin sağ bileğimi sıkıca tuttuğunu hissettim.
"Feriştah da benim kral da," dedi Aslan Bozyel. "Sıkıyorsa takma." dediğinde sesi sakindi ancak davranışları canımı yakıyordu. Kelepçenin bir tarafını bileğime, diğer tarafını oturduğum koltuğun başlığına geçirmişti. Aynı işlemi çırpınışlarıma rağmen sorunsuz bir şekilde diğer bileğime de yaptığında ellerim başımın hizasında yukarıda asılı kalmıştı.
Sol tarafımdaki adama ufak bir el işareti verdi ve ikisi birden arabadan çıktı. Omuzlarım şimdiden ağrımaya başlamıştı. Kahretsin! O obez herif fotoğraf makinem gibi çantamı da almış olmalıydı. Bir süre bağırıp çağırdım ancak kendi sesimden öndeki şoförün arabayı çalıştırdığını bile duymamıştım.
Bir dakika, bir dakika... Bu iki adam bana mı gülüyorlardı?
Sinirlenme Azra, sinirlenme. Derin derin nefes al, ver, al, ver... İçses! Neredeydin sen? Neden beni yalnız bıraktın? Canım biliyorsun, ben öyle kaos ortamlarına gelemiyorum. Hainsin. Ayıp ediyorsun.
Arabanın hızının arttığını anladım. Bunlar baya baya kaçırıyordu beni?
Sayıp sövme düşüncesi ile açtığım ağzımı şeytani bir planla Geri kapattım. Hem ne demiş atalarımız? Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkartır. Hafifçe boğazımı temizledim ve aldığım derin nefesin beraberinde sesimin en yumuşak tonu ile konuşmaya başladım:
"Yakışıklı abileeeerrr!"
Ne yakışıklısı? Habeşistan kaçağı gibi herifler!
Ses yok. Duymazdan geldikleri kesindi.
"Biliyor musunuz benim de var param, ama şu an yanımda değil. Siz şuradan bir yerden sıvışsanız, beni evime götürseniz? Ben de size para versem?"
Hâlâ ses yoktu. Hiçbir şey yokmuş gibi sadece yola odaklıydılar.
"O Aslan bozuntusu zorla mı tutuyor sizi yanında? Gelin karakola gidelim işte, kurtuluruz ondan."
𓅓
(BEŞ DAKİKA SONRA)
"Sizin meslek neydi?" dedim ve devam ettim, "Şu an yaptığınız değil, normal mesleğiniz. Aslan Bozyel size el koymadan önceki mesleklerinizi soruyorum."
𓅓
(BEŞ DAKİKA SONRA)
"Sizi ne ile tehdit etti peki?"
Bir an duraksadım, "Ay, tehdit demişken! Bugün onu Taksim'de bir kafe çıkışı yakaladık diğer gazeteci arkadaşlarla. Onların bir sorusuna bile cevap vermeyen Aslan Bey, benim iki üç kelimemle mosmor oldu! Bir de yanıma gelmiş, kulağıma eğilmiş diyor ki, 'Uğur unturnuttuku sun dukuku guluşmulurundu ulum huburun ulsun ustumuyursun çununu kupu!' Beni, beni! Azra Özşan'ı o kadar insanın içine sessiz sedasız tehdit etti ya! Sıkıyorsa fısıldamadan söyleseydi. O zaman görürdüm ben onu. Ama duuuur! Ben onu kelepçeler içinde göreceğim, kedi kedi bakacak suratıma. Yalvaracak şikayetimi geri çekmem için. Hah, işte ben de o zaman onun bana yaptığı gibi güzeeelce arkamı dönüp gideceğim!"
𓅓
(BEŞ DAKİKA SONRA)
"Eeee, var mı eşiniz çocuğunuz falan?"
𓅓
(BEŞ DAKİKA SONRA)
"Ay, ben şimdi sizin kedi müdürünüze laf ediyorum ama benimkinin de kalır yanı yok yani. Hatta siz beni bırakın, onu alın. Vallahi bak. Adı soyadı Haluk Kaya. Uyuzun tekidir. Maaşları vermez, gözü yüksekte, kıçı bulutlarda. Hatta beni buraya gönderip sizin tüm planınızı mahveden de o. Zaten konuştuk biz. Adama kayboldum diyorum, kameranı diri tut diyor. En son telefon sinyallerimden konumumu belirleyecekti ama üşenmiştir o züppe!"
Nihayet Sağdaki adam kıpırdamaya başladı, "Konum diyor lan." dedi belli belirsiz.
"Telaşlanma," dedi şoför olan. "Aslan abi halletmiştir."
"Oslon obo hollotmoştor!" diye taklit ettim onu. "Aslan abiniz daha onu ayakta uyutanları görmüyor, bunu mu akıl edecek?" dedim öldürdüğü adamı atıfta bulunurken.
Şoför, yanında oturan adama baktı yan gözle. "Ahmet gülme ha, ayıptır."
"Yok abi, ne dedi ki duymadım bile."
Ancak sesleri gülmemek için kendilerini zor tuttuklarını ele veriyordu. Lakin sadık adamlardı. Gülmemişlerdi.
𓅓
(BEŞ DAKİKA SONRA)
"Kadeeerr! Kahpe kader!"
"Ağlarınııı ördün müü?"
"Yaaardaaan yok hiç haber!"
"Yar kaldın mı, öldün mü?"
Neredeyse yarım saattir kendi kendime konuşmaktan sıkılmıştım. Sesimin tizliğine ya da berbatlığına aldırmadan aklıma gelen tüm şarkıları büyük bir arsızlıkla bağır çağır söyleme vazifesiyle hoşnut oluyordum. Ne de olsa beni onlar kaçırmıştı. Katlansınlardı.
"Ablam, gözünü seveyim bir soluklan. Sen konuştun, bir sustuk ama dinlerken yorulduk. Bak dünden beri itin kopuğun kıçını yoklamaktan doğru dürüst uyku girmedi gözümüze."
Saçların arasında hafif beyazlar var. Göbek dışarıda. Alın çizgileri mevcut. Göz altı torbaları ve kaz ayakları ben buradayım, diyor. Kısaca; benden küçük olması imkansız.
Ve bu şoför bozuntusu bana biraz önce abla dedi(!)
"Pardon? Sen önce o kör gözüne bir baktır istersen. Kimin abi kimin abla olduğuna o zaman karar verirsin. Ayrıca, sana ne benim çenemden kardeşim? Kör mü kaçırmasaydınız beni-"
"Eeee! Kes artık, seni mi dinleyeceğiz?" cümlesi ile sözümü kesti ön yolcu koltuğundaki adam. "Akşamdan beri başımın arkasında dır dır dır dır! Bi' sus be kadın!"
Hanımefendilik modundan çıkıp ayaklarımla şoför koltuğuna tekmeler savurmaya başladım. "Madem katlanamıyorsunuz niye kaçırdınız aptallar!?" Az önce susmamı emreden adam yüzünü bana çevirip tekmelerimi engellemeye çalıştı ancak izin vermedim. Sağ ayağındaki ayakkabımın tabanı burnunu kırmaya yetmiş olmalıydı. "Durdur arabayı, kelepçeleri çöz!" dedim şoför olana. Benimle baş edemeyeceğini nihayet anlamıştı. Arabayı kenara çekip aniden kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Olan biteni camdan izlerken öndeki iki ve arkadaki bir arabanın durduğunu gördüm. Şoför, ikinci arabanın arka camını tıklattı ve biraz bekledi. Ardından geri çekilip başka bir adamın o kapıyı açmasına müsaade etti. Aceleci bir tavırla arabadan inip buraya yaklaşan Aslan Bozyel'i gördüm. Ayrı kalmaya dayanamıyordu.
Sağ tarafımdaki kapıyı açıp üzerime abandı. İki elimin kelepçelerini çözdü ve sinirle yanıma oturdu. Sıkıntılı bir iç çekişinin ardından dudaklarını araladı, "Bak Gazeteci; sana dokunmuyorsam elbet bir nedeni var. Ama eğer bunu fırsata çevirip boyundan büyük işlere kalkmaya çalışırsan sonunu getiririm."
Yeşil renklerinin yoğun olduğu ifadesiz bakışları gözlerimin en derinine iniyordu.
"Gözümün önünde bir adımın canına kıydın!" dedim sıktığım dişlerimin arasından. "Hangi nedenle beni öldüremiyorsun ki sen?"
Gözlerini gözlerimden ayırdı. Alaylı bakışları arabanın içine dolaşmaya başlamışken biraz önce yüzünü tekmelediğim adamın yerinde olmadığını fark ettim. Arabada sadece ikimiz vardık.
"Hakkımda o kadar yoğun araştırmalar yapmışsın. Şüphelenmene yetecek kadar öğrenmişsin bazı şeyleri."
"Yani," dedim aceleci bir tonlamayla.
"Bu, beni araştırdığın internet sitelerinde yazmaz belki ama, ben kadınlara değil, kadına dokunana dokunurum."
"Niye, biz koruyamıyor muyuz kendimizi?"
Yüzünü ani bir hızla yüzüme yaklaştırdığında burunlarımızın değmesin ramak kalmıştı.
"Seni burada öldürüp cesedini ortadan kaldırmam bir saatimi almaz. Nasıl koruyacaksın kendini?"
"Korurum ben," dedim. Daha doğrusu yalan söyledim. Boyu iki metreyi aşkın olan bu adamı devirmem imkansızdı.
Yüzünü yüzünden uzaklaştırırken küçümser gibi sırıttı ve hemen ciddileşti. "Diyelim ki sen bir şekilde kendini korudun. Peki kardeşin nasıl koruyacak?"
Kanın beynime sıçradığını hissettim. Şeyma'da tehlikedeydi!
Aniden yükselip ellerimden biriyle farkında olmadan boğazını sıkmaya başlamıştım. Tırnaklarım hafifçe tenine geçerken tehditlerimi sıralıyordum. "Ona dokunursan, yemin ediyorum gebertirim seni! Duydun mu, perişan ederim!"
Benimkilerin aksine iri eli boğazındaki elimi sıkı bir şekilde kavradı. Parmaklarımı avuçlarına zorlamadan hapsetmiş ve öteki eliyle sertçe boğazıma yapışmışken sırtım aniden koltuğa yaslandı.
Tanrım, nefes alamıyordum!
"Bana dokunmadan önce iki kere düşün Gazeteci. Sabrımı fazlasıyla zorlamaya başladın."
Daha önce konuştuğunda sesi hiç bu kadar tehditvari çıkmamıştı. İrislerinin bir anlığına kapkaranlık olduğuna yemin edebilirdim. Bir süre daha nefes alışını zorlaştırdıktan sonra tenimdeki parmakları gevşedi. Beni tamamen serbest bıraktığında elleriyle gömleğinin siyah kumaşını gelişi güzel düzeltti.
Oturuşumu dikleştirirken avuç içimle sızlayan boynuma dokundum. Huyuna gitmezsem daha fenalarını yapacağını düşündüm. Daha da kötüsü Şeyma'ya da zarar verirdi.
Oturduğu tarafın camını açtı ve parmağıyla havaya hayali bir halka çizdi. Verdiği işaret anlayan başka bir adam gelip şoför koltuğuna geçmeden önce "Düzgün dur." deyişini işittim.
Söylediğini yapıp düzgün duracaktım.
Başka şansım var mıydı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |