
Bu kurguda geçen her şey hayalürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla herhangi bir ilgisi yoktur.
🐺
Üzerimde taşıdığım diz hizasındaki saten elbisenin rengi siyahtı. Aynı renkteki yüksek topuklularımla son kez aynalı dolabın önüne geçtim ve nadir gecelerde kullandığım siyah rujumu dudaklarımın her bir yerine yedirdim.
Siyah bendim. Saçlarımın koyu kızılı annem, gözlerimin asker yeşili babamdı. Bu renk üçlemesi içinde yaşamaya devam ediyordum.
Sahne vaktinin geldiğini ancak içinde bulunduğum odanın meşe kapısının tıklatılması ile anladım. Saniyelerin ardından içeri giren Sonya'ya bakıyordum aynadan. Üzerinde klasik 2-3 parça kumaştan oluşan sahne kıyafetleri ile yanıma geldi.
"Lana, herkes seni bekliyor, "dedi Arap dilini kullanarak.
Bıkkınlıkla aynadan ayrılıp odanın içindeki mini buzdolabına yönelirken" Geliyorum," dedim aynı onun gibi Arapça konuşarak.
Kabul ediyorum ki burada Arapça konuşmak bazen gına getiriyordu bana. İnsanın mis gibi kendi dili varken Arapçaya mahrum kalması çok can sıkıcı bir durumdu.
Dolaptan çıkardığım buz küplerine büyük su bardağına boşaltıp yarıya kadar da su ekledim. Tabii bu sırada Sonya'nın bana attığı sabırsız bakışlara karşılıksız kalmadım.
"Sen çık Sonya," dedim bardağımdaki sudan koca bir yudum almadan önce.
"Kafayı mı yedin?" dedi şaşkınlıkla. Gözleri fal taşı gibi açıkken "Horat'ı biraz daha bekletirken neler yapacağını tahmin bile edemeyiz!"
Rahat tavrımı bozmadan suyu içip kalan buz tanelerini kırarak mideme gönderdim. Soğuk nabzımı hızlandırmıştı. Bazı şeyleri başlamak için kalp çarpıntısı gerekliydi.
Bardağı meşe komodinin üzerine bırakırken Sonya'ya önden gitmesini söyledim ve hemen arkasından her bir metrekaresini ezbere bildiğim sahneye indim.
Horat, bu gazinonun sahibiydi. Yine aynı masada oturuyordu. Sahneye ve çıkışa en yakın olan masada. Yanında onunla birlikte oturan çırağının yerindeyse bu sefer çok iyi tanıdım fakat aynı zamanda bir o kadar da karşısına çıkmaya fırsat bulamadığım bir herif yer alıyordu; Firavun.
Demek bu gece bu yüzden acil sahneye çıkmamı istedi, diye geçirdim içimden. Aklı sıra yalakalık yapıp Firavun'un gözüne girecekti.
Firavun, Irak'ın en önde gelen terörist gruplarının elebaşıydı. Sağ gözünde siyah bandaj vardı.
"Acaba gözünün birini lazerli sniper ile kör ettiğimi bilseydin bu gece beni izlemeye gelir miydin kahpenin evladı," diye mırıldandım sessizce. Bir yandan da ellerimle sıkıca metal direği kavramıştım. Soğuk metalin üzerinde bildiğim dans figürlerini yaparken bu adamın nasıl sağ çıktığını sorguluyordum. Kuşunun hızını gözündeki güneş gözlüğü hafifletmiş, kurşun gözüne saplanmış olmalıydı. Her neyse işte. Er ya da geç sonu gelecekti.
Biraz daha direkte zaman geçirdikten sonra ıslık ve alkışlar eşliğinde ayaklarımı yerle buluşturdum. Boynumdaki tere yapışan saçlarımı elimle toplayıp sırtıma doğru serbest bıraktığımda Horat'ın masasından bana el salladığını gördüm. Görmezden gelebilirdim, gelmeyeceğime dair işaret verip cümleler kurabilirdim ama yapmadım. Amacım yarı kör ve müthiş şanslı Firavun'u daha yakından tanıyıp zaafını aramaktı.
Masanın başına geldiğimde yüzüme otuz iki diş gülümseyen maskemi taktım ve ufak bir baş selamıyla Horat'ın yanına geçtim. Horat sol eliyle beni işaret ederek karşısındaki Firavun'a seslendi,
"Lana, gazinomuzun en sağlam direği."
Hahaha çok komiksin! Pis herif!
Sahte ve küçük bir kahkaha attıktan sonra Firavun'a baktım. Beton suratlı şerefsiz, kendini tanıtmaya başlamıştı.
"Ben Firavun, Lana. Umarım karşılaşmamız evrenin olumlu tesadüflerindendir."
O kadar olumlu bir tesadüf olacak ki evrene tersten bakmayı öğreteceğim sana Firavun.
Sahte bir tebessümle "Umarım Bay Firavun." kelimeleri döküldü dudaklarımın arasından. Gecenin ilerleyen dakikalarında avımı en yakından izleyen gözüm, bir anlığına Horat'ın kolundaki saate takıldı.
Saat gecenin bir buçuğuna geliyordu. Şebekeler kesik olduğundan özel ağdan askeriyeye ulaşabilme fikri geldi aklıma. Sonuç olarak tüm teröristler bu saatte istirahatteydi. Yakalanma imkanım yoktu. Horat'a lavaboya gideceğimi söyleyip ufak bir baş selamımı vererek masadan ayrıldım.
Üst kattaki odama geri döndüğümde önce kapıyı kilitledim, ardından ahşap dolabımı yavaşça kenara ittirip arkadaki duvarla bakıştım bir süre.
Açık kahverengi duvar kağıdını yavaşça kaldırıp duvara gömülü şekilde ortaya çıkan bölmenin kapağını açtım. İçerideki çelik kasanın şifresini de girdiğimde dizüstü bilgisayarıma ulaşmıştım.
Kasayı ve dolabı olduğu gibi açık bırakıp bilgisayarı yatağın üzerine yerleştirdim. Biraz açılmasını bekledikten sonra özel ağ ayarlarını yeniden kurup askeriyeye bağlantı daveti gönderdim. Birkaç saniye sonra nihayet ekranda bağlanıyor yazısı görmüştüm.
Karıncalanmış ekranda saniyeler sonra yüzü beliren Hikmet albayın sesi doldurmuştu kulaklarımı,
"Üsteğmen Hilal Aydan, sen misin?"
Görüntüm ona ulaşmış olmalıydı ancak emin olmak istiyordu anlaşılan.
"Emrinizdeyim, komutanım." dedim ekrandaki görüntüsünü izlerken.
Derin bir nefes aldı gözlerindeki rahatlamışlıkla. Kızgınlığı ise sesinde yankılanıyordu,
‘’Neredesin sen dört aydır? Neden bağlantılara cevap vermiyorsun’’ dedi.
‘’Şebekeler kesildi komutanım, her hafta mutlaka patlama oluyor. Özel ağı birkaç kez aktifleştirdim ama fark edilme korkusuyla geri iptal ettim.’’ diye açıklama yaptım ve ekledim, ‘’Aksi halde mutlaka haber verirdim.’’
‘’Ben de senden haber alamayınca ta Van’dan özel tim çağırdım yardıma, sana ulaşmaları için.’’
‘’Ulaşsınlar komutanım.’’ dedim rahatlıkla. ‘’Bıktım artık bunlara boyun eğmekten vallahi! Sahneye çık Lana! Direğe git Lana! Masaya gel Lana!’’
Beni sabırla dinlerken devam ettim küçük çaplı isyanıma.
‘’Adımın Hilal olduğunu unutuyorum bazen komutanım. Arapça’yı söktüm altı ayda, Türkçe’yi unutmaktan korkuyorum. Sahi komutanım, ben neden hala harekete geçmedim? Patlatsam burayı da alsam intikamımı?"
Gözlerini kocaman açtığını gördüm, hemen ardından ‘’Sakın!’’ diye kükrediğini duydum. ‘’Sakın, sakın yapma böyle bir şeyi, tüm planımız alt üst olur!’’
‘’Ama neden komutanım?’’ dedim. ‘’İzin verin yerle bir edeyim burayı.’’
‘’Hayır,’’ dedi otoriter bir sesle. ‘’Zamanı var, sen sadece tim sana ulaşana kadar sabret.’’
‘’Ama komutanım-‘’ dediğimde bağlantı kopmuştu. Öylece karıncalanmış ekrana bakakalmıştım.
Bu göreve altı ayımı vermiştim. En ufak bir pürüzün çıkmaması için manyak bir şekilde ince ince hesaplamıştım her şeyi. İçimde ise bir türlü bastıramadığım intikam alma duygusuyla bulunduğum günah merkezini patlatma isteğini defalarca kez reddetmek zorunda kalmıştım. Bu plan hem benim, hem de Hikmet albay için oldukça önemliydi.
Sıkıntılı bir şekilde iç çektikten sonra yatağımdan kalkıp diz üstü bilgisayarı elime geçirdim. Bilgisayarı çelik kasaya koyup kasayı tekrar kilitledikten sonra oda düzenini eski haline getirdim. Kim nereden bilecekti ki bu yıkık odada özel iletişim araçlarının bulunduğu bir kasanın saklı olduğunu?
Kendimi banyoya attığımda üzerimdekileri bir bir çıkarıp vücudumu ılık duşun kollarına bıraktım. Dakikalar sonra banyodan çıktığımda her zaman bir yedeği bulunan haki renkteki tişört-tayt takımımı üzerime geçirdim.
Saçlarımı havluya sarıp yatağıma uzandığımda derin bir iç çektim.
Horat ve Firavun’un yanına gitmeyecektim.
Sadece saniyeler sonra kendimi derin bir uykuya teslim ettim.
🐺
Yazarın Anlatımıyla
(VAN)
‘’Anne, ne zaman döneceksin?’’ diye sordu Efe Gülşah’a.
‘’Yakında anneciğim,’’ dedi Gülşah oğlunun alnına dökülen saçlarını okşarken. Sonra döndü ve kardeşinin arkasında dikilen kızı Zeynep’e baktı. Gözleri ateş saçıyordu. Sadece iki adımla yaklaştı yanına.
‘’Küs müyüz hâlâ? Vedalaşmayacak mıyız?’’
‘’Babamla da vedalaşmamıştık,’’ dedi Zeynep gözlerindeki umursamazlıkla. ‘’Ama o senin gibi teröristin kaynadığı yere bile isteye gidip vermedi canını. Ateşle oynuyorsun anne.’’
Gülşah derince iç çektikten sonra konuştu, ‘’Güzelim yapmasana böyle. Bu benim görevim.’’
‘’Senin görevin, evinde, çocuklarının yanında durmak anne. Hayatının üzerine kumar oynamak değil.’’
‘’Haddini aşıyorsun,’’ dedi Gülşah. ‘’Bu benim görevim –ki senin de görevin. Her Türkün görevi.’’
Daha fazla dayanamadı ve sıkıca sarıldı kızına. Kumral saçlarının arasına ufak bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi.
‘’Zeynep, üzme beni olur mu? Kardeşin sana emanet, sen onun küçük annesisin.’’
Geri çekildiklerinde genç kız başını sallayarak cevap verdi, ‘’Tamam, dikkat et olur mu?’’
Gülşah, başını olumlu anlamda sallarken sağ tarafındaki anne babasına yöneldi. Ellerini öpüp vedalaştıktan sonra evin önünde bekleyen taksiye bindi ve askeriyeye doğru yol aldı.
🐺
‘’Ana, ne yaptın? Dağın başında ne yapacağım ben bu kadar sucuğu butu?’’
Murat, sırt çantasına gerekli olabileceğini düşündüğü ilaçları yerleştirirken bir yandan da elindeki et torbalarını çantanın diğer bölümüne yerleştirmeye çalışan annesine söyleniyordu.
‘’Bütün etleri kendin yiyesin diye koymuyorum eşek sıpası! Arkadaşlarına da vereceksin. Küçükleri ayırırsanız kafanızı kırarım.’’
Emine Teyze’nin ‘küçükler’ adı altında bahsettiği kişiler Uzman Çavuşlar Poyraz, Ömer ve Mustafa’ydı.
‘’Anne Allah aşkına dağın ortasında aç bırakacak değiliz çocukları. Hem çok bile yüz veriyoruz. Zorluklarla karşılaşmaları lazım.’’ dedi Murat ayağına giydiği botun bağcıklarını sıkarken.
‘’Deme öyle yavrum,’’ dedi Emine Teyze. ‘’Yazık, onlar da ana kuzusu. Gelmeyin üzerlerine fazla.’’
‘’Valla ben de senin kuzundum be Emine sultan. Sen ne diyordun komutanlarıma, eti de kemiği de sizin olsun.’’
‘’Adam olsaydın da demeseydim eşek sıpası. Senin şımarıklığını anca askerlik dindirirdi.’’ Dedi yaşlı kadın dudaklarındaki tebessümle. ‘’Ah baban da olsaydı da görseydi şu yakışıklı haylaz hallerini.’’
‘’Dün uğradım mezarına, vedalaştım.’’ diyebildi Murat. Kendine sadece dört yıl babalık etmiş adamı hatırlamak hüzün veriyordu ona.
‘’İyi yapmışsın.’’ dedi Emine Teyze. Yüzündeki kırışıklıklar yılların yorgunluğunu anlatıyordu adeta.
Murat, botlarının sıkıladığı bağcıklarını son bir kez düzelttikten sonra kalktı yatağının üzerinden. Annesinin elini öpüp alnına koydu.
‘’Hakkını helal et anne,’’ dedi geri çekilirken.
‘’Helal olsun.’’ dedi kadın dolan gözlerindeki yaşları dökmemeye çalışırken. Sıkıca sarıldı oğluna. Burnunun direğini sızlatan barut kokusunu derince içine çekti.
Geri çekildiklerinde Murat sırt çantasını sırtladı ve evin kapısını araladı. Son kez baktı yuvasına. Sanki bir daha bakamayacakmışçasına, unutmak istemezmişçesine ezberledi annesinin yüzündeki çizgilerin arasında kaybolan gözyaşlarını.
Sırt çantasını arabasının bagajına yerleştirip sürücü koltuğuna geçti. Gaza basmadan önce arkadan bir sürahi su boşaltan annesine küçük bir korna selamı verdi ve askeriyeye giden yolda ilerlemeye başladı.
🐺
‘’Ulan kuçu kuçu!’’
Hayrettin tek başına yaşadığı apartman dairesinden erkenden çıkmış yan binanın önünde öylece oturan sokak köpeğine seslenmeye devam ediyordu,
‘’Ulan it oğlu it, gelsene!’’
Köpek, beklediği yerden küçümser bakışlarını atmaya devam etti Hayrettin’e. Hayrettin, köpeğe ters ters bakmayı sürdürdü. Köpeğin bir adı vardı, evet. Ancak o ismi bir köpeğe söylemek Teğmen Hayrettin’in hoşuna gitmezdi. Bu yüzden hep kuçu kuçu ya da değişik yöntemlerle seslenirdi sokak köpeğine. Köpek ise her zaman bu yöntemleri reddeder, seslenene bakmazdı.
Hayrettin derin bir iç çekip istifini bozmayan köpeğe bakarken, karşı binanın ikinci katından üzerindeki kamyoncu atletiyle cama çıkan Osman Amca’nın seslenişiyle yankılandı mahalle.
“Hayrettin! Gel oğlum!”
Teğmen Hayrettin’den önce köpek döndü Osman Amca’ya. Dört ayağının üzerinde adeta sekerek ilerlerken eski apartmanın önünde durdu. Saniyeler sonra yaşlı adamın önüne fırlattığı çiğ etlerle bürünen kemik parçasını midesine indirmeye başladı.
Teğmen Hayrettin çok bozuluyordu bu duruma. Mahallenin kirli paslı köpeğiyle aynı ismi taşımak başına belaydı. Ama seviyordu köpek Hayrettin’i. O da tıpkı Teğmen Hayrettin gibi yalnızdı.
İsimleri dahilinde yalnızlıkları da ortaktı.
Osman amca, sırtındaki çantayla yere çömelmiş, köpeği izleyen Hayrettin'i yeni görmüştü.
"Oğlum, Hayrettin!" diye seslendi.
Teğmen bir an duraksadı ve yukarı baktı. Osman Amca ile göz göze gelince bir elinin işaret parmağını kendine, diğer elinin işaret parmağını etleri midesine indiren köpeğe doğrultu ve ekledi, "Ona mı dedin, bana mı Osman Amca?"
"Estağfurullah oğlum, sana dedim." sedi yaşlı adam.
Teğmen Hayrettin ayağa kalkarken "Buyur, "dedi yukarıya doğru.
"Göreve mi?" dedi beyaz bıyıklarını eliyle okşarken.
Hayrettin başını salladı ve "Evet." cevabını verdi. "Hadi Allah'a emanet," diye eklediğinde sokağın sonuna doğru ilerlemeye başlamışken Osman amcanın "Dur," seslenişi ile komuta uydu.
Saniyeler sonra elinde bir bardak su ile gelen yaşlı adam "Su gibi git, su gibi gel evlat!" sözleri ile suyu Teğmen Hayrettin'in yanına doğru döktü.
Teğmen, yüzündeki donuk tebessümle ilerlemeye devam ederken kemikleri katır katır öğüten köpek Hayrettin'in başını okşadı ve yürümeye devam etti.
🐺
"O şimdi asker canı neler ister..."
Cevahir, çantasını toplarken diline dolanan bu şarkıyı mırıldanmayı sürdürüyordu.
"Uykuda Mevla'm beni ona göster..."
Çantanın fermuarını kapattığında odasındaki aynanın karşısına geçti ve hafif siyaha çalan koyu saçlarını özenle tarayıp jöle ile şekil vermeye başladı. İşi bittiğinde banyoya geçti.
Traş köpüğünü sakallarının her bir yerine özenle sürdükten sonra sihri jiletin gücüne bıraktı. Saniyeler sonra temizlenen yüzüne paketinden yeni çıkardığı yüz maskesini yerleştirdi. On beş dakika içinde dişlerini fırçalayıp henüz yeni uzamaya başlayan tırnaklarını kesti. Tek amacı soyutlaşan ailesine iyi görülebilmekti.
Yüzünü durulduktan sonra Rüftane Nine'nin özel karışımı olan Leylak kokulu sıvıyı askeri üniformasının iki yakasına birer damla damlattı. Özenle temizlediği siyah botlarını ayaklarına geçirdiği ve sırt çantasını sırtladığında işlem tamamdı. Vedalaşmak için en uygun yerin mezarlık olduğunu bir kere daha onayladı. Belki ailesinden helallik istediğinde somut bir cevap alamayacaktı ancak annesinin yaşlı gözlerini görüp hüzünlenmeyecekti de.
Evinden çıkıp mezarlığa gelmesi fazla zaman almamıştı.
KAMÇI AİLESİ KABRİSTANI'na daha da yaklaştı.
Tüm ailesini o görevdeyken bir yangında kaybedeli tam iki yıl olmuştu bugün. Annesi, babası, iki kız kardeşi ve bir abisini toprağa vermenin acısını zor da olsa atlatabilmişti bu kısa zamanda. Genelde pozitif bir insandı. Ölümün acısını kendi ailesiyle tadana kadar dalgaya almış, tattıktan sonra saçlarına yavaş yavaş karlar yağmaya, yüzü çökmeye başlamıştı.
İnsanlar öldükten sonra bedenlerinden ziyade ruhlarının bazı şeyleri hissettiğine inanıyordu. İşte bu yüzden çoğu zaman pozitif durur, her mezarlık ziyareti öncesinde saklamaya çalışırdı ruhunun bedenine yansıyan izlerini. Bu hallerini gören insanlar ona deli gözüyle baksa da bilemezdi içinde kopan fırtınaları.
Astsubay Üstçavuş Cevahir Kamçı, sadece her zaman yaptığı şeyi yaptı yine. Tek tek gülümsedi mezar taşlarına.
Gözlerinin dolmasını ancak gülümseyerek önleyebiliyordu.
🐺
Bedenine sol omzu açık kalacak şekilde sarılmış beyaz çarşaf ve elindeki ceviz asasıyla Sahra Çölü'nün tam ortasındaydı Burak.
"Ne işim var benim burada anasını satayım, sabah Hakkari'ye gideceğim ben!" diye söylene söylene sıcak kumun üzerinde yürümeye devam etti.
Yürüyüşünü sürdürürken bir ses yankılandı yukarıdan
"Söylenme Burak, sana söylemiştim sözüm dinlenmezse Sahra Çölü'nü kırk kez turlattırım diye. Ama sen siklememiştin."
Burak sağına, soluna, önüne, arkasına baktı ancak konuşan kişiyi hâlâ göremedi. En sonunda çaresizce gökyüzüne seslendi "Lan komutanım ne yaptım yine? Askeriye bahçesinde neyime yetmiyordu da Sahra Çölü'ne getirdiniz beni?"
"Çok mu öğrenmek istiyorsun Taş Yürek?" dedi ses tekrardan.
"Zahmet olmazsa Komutanım. Öğrenmezsem bir taraflarıma bir şeyler olacak." diye cevap verdi gözlerini kör edebilecek derecede ortamı ısıtan güneşin yönüne bakarken.
"Pisuvara sıçarken görülmüşsün. Çavuş söyledi." dedi ses.
"Kur'an çarpsın ben sıçmadım komutanım!" diye inledi Burak. "Vallahi, Billahi, Tillahi kuru iftira! Hem hangi çavuş söyledi bunu size?"
Sesin sahibi ufak bir kahkaha attıktan sonra "Sende kaç çavuş var?" diye ekledi.
"Allah kaç tane verdiyse o kadar komutanım." dedi Burak ve hemen ardından ekledi "Komutanım kusura bakmayın, biz hangi çavuştan bahsediyoruz?"
"Çok konuşma Burak. Kuzey yönüne dön. Orada ne görüyorsun?" dedi ses.
Burak sesin dediğini yaptı. Kuzey yönündeki silüete bakarak konuştu, "Vallahi komutanım sırık gibi bir herif var sanki orada."
"Hah, yaklaş o adama iyice," dedi ses. Burak komuta uydu ve arkası dönük olan uzun silüete seslendi, "Komutanım, siz misiniz?"
Silüet hızla arkasını döndüğünü Burağın ağzından bu sefer korku dolu bir nida koptu, "Dede!"
Ak sakalları ve parlayan yüzüyle yaşlı adam Burağın üzerine doğru yürümeye başlamışken, "Deden öpsün seni," diye sayıklıyordu. Asasını bir yana fırlatıp arkasındaki dededen kaçma eyleminde bulunan Burak dakikalardır komutanı sandığı dedesiyle konuştuğunu yeni anlamıştı.
"Ulan yalı kazığı, kalk! Askeriyeye geç kalacaksın!"
Burak yavaş yavaş gözlerini araladığında başına dikilen dedesini gördü. Ne yani rüya mıydı diye düşünürken "Dede," diye sayıklamayı ihmal etmiyordu.
"Deden sıçsın ağzına," dedi adam. "Hadi kahvaltı hazır, çay soğuyacak."
🐺
"Baturalp'in bir çiftliği var, çiftliğinde kuzuları var! 'Hav! Hav!' diye bağırır, çiftçiliğinde Batuş Babanın!"
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Baturay, uyku haliyle zorla gözlerini açmış, yatağının üzerinde zıplayarak şarkı söyleyen üç kızının tatlı hallerini izlemeye başlamıştı. En büyüğü on, ortancası sekiz, en küçüğü beş yaşında olan kızları Eylül, Esma ve Erva, babalarının bu sabahki görev için uyandırmaya gelmişlerdi.
"Batuş, gözlerini açtı!" dedi beş yaşındaki Erva ablalarına. Bunun üzerine üçü birden iki yanına sokukdu adamın.
"Baba, dönüşte ne getireceksin bize?" dedi Esma merakla.
"Barbie istiyom ben," dedi Erva bozuk Türkçesi ile yeniden. "Okula getiriyolar kıskanıyom." diye ekledi.
"Bana alacak Barbie'yi söz vermişti!" diye araya girdi Eylül.
"Nah!" diye atıldı Esma baş parmağını işaret ve orta parmağının arasına sıkıştırırken. "Bok alır size! Bana söz verdi!"
Kızlarım bu küfürlü çatışmalarına Baturalp devreye girmeden, yatak odasının kapısı aniden açılı ve Bade'nin sesi yankılandı kulaklarında:
"Kızlar! Tablet mablet yok size! Otuzbirci Kertenkele midir, sıçan mıdır her neyse yasak bundan sonra!"
Baturalp, iki yanında doğrulmuş başları öne eğik şekilde annelerini dinleyen kızlarına baktı.
"Hiç yakıştıramadım size sıpalar. Önceden ne Enes Batur'unuz bitiyordu, ne Prenses Elif, şimdi de otuzbirci sıçan mı çıktı başımıza?"
Eylül öne eğik başının altından "Kertenkele," diye düzeltti babasını.
"Kertenkelenize de zürafanıza da başlatmayın şimdi." dedi Baturalp doğrulurken. "Hadi odalarınıza dağılın artık. Öğlen okula gidene kadar kitap okuyacaksınız, soru soracağım döndüğümde."
Üç kız oflaya puflaya yatak odasından çıktığında Baturalp ve Bade baş başa kalmışlardı.
"Ne yapacaksınız ki Siz tam olarak orada? Teröristlerin top oynadığı yerde ne işiniz var?" dedi Bade, endişeyle ona bakmaya devam ederken.
"Altı ay görevde olup dört ay haber alınamayan gizli görevde bir asker var. Sağlığından şüphe ediliyor. Onu alacağız." cevabını verdi Baturalp.
"Kız mı, erkek mi?" diye sordu Bade. Anlaşılan kıskançlık krizleri yine başlayacaktı. "Yani kadın olacak hali yok, ama belli de olmaz." cevabını verdi Baturalp.
"Parçalarım seni," dedi Bade dişlerini sıkarak. "Sen karışma falan. Gitme yanına. O kadar genç asker varken sana mı kalır meydan?"
"Ayıp ettin," dedi Baturalp, uzanıp Bade'nin alnına ufak bir öpücük kondururken. "Senden başkası haram bana."
🐺
"Çok mu tehlikeli?"
Ömer, Şevval'den gelen bu mesajı okurken derin bir iç çekti ve cevap yazdı,
"Galiba."
Şevval'den cevap gecikmedi.
"Dönecek misin?"
Biraz düşündükten sonra tekrar dokundu klavyeye Ömer.
"Yani, Allah bilir."
Çevrimiçi... Yazıyor...
"Nasıl yani?"
"Net bir cevap yok mu?"
"Henüz yok sanırım."
"Ömer, Sinirlendirme beni!"
"İlla ki bazı şeyler kesindir."
"Dalga mı geçiyorsun?"
"Hayır."
"Sonunda net bir cevap..."
"Tamam o zaman, en azından gitmeden önce görüşme şansımız var mı?"
"Pijamalarla karşıma çıkabileceksen neden olmasın?"
Çevrimiçi... yazıyor...
"Pijamalarla bile güzel olduğumu söyleyeceksen neden olmasın?"
"Bendeki de kalp yani."
"Kesin bayılırım güzelliğini görünce."
"Odamın camının önüne gel."
"Salak, şapşal şey seni :)"
🐺
"Güzelim, ay yüzlüm, kader otobüsümün en güzel durağı, neden böyle yapıyorsun ki sen?"
Uzman Çavuş Poyraz Çakar, bir elinde telefonu, diğer elinde jiletle bir yandan sevgilisinin kavga ihtiyacını karşılıyor, diğer yandan traş olma çabasında arada kaybolup gidiyordu.
"Poyraz, seni paramparça ederim bak! Bak beni oraya getirme yemin ederim lime lime doğrarım seni!" diye gürledi Ayça karşı telefondan.
"Ayça," dedi Poyraz etkileyici bir ses tonuyla. "Şu an hafif sinirlisin ya, öl desen ölürüm. Evlensek de oklavayla kıçımı delik deşik etsen keşke."
"Bu gidişle zor Poyraz Bey bu gidişle çok zor!" Ayça'nın gürleyişleri devam ederken Poyraz bir anlığına telefonu kullandığından uzaklaştırıp söylenmeye başladı,
"Sokacağım şimdi senin gibi jilete amına koyayım!" diye homurdandı hınçla.
Ardından Ayça bu sefer çalıp çığlaya seslendi telefona,
"Sen kime sokuyorsun öküz herif?!"
Poyraz, jileti apar topar yıkarken telefonu tekrar kulağına götürdü.
"Yok ay parçam, jilete dedim ben onu. Kimse bir şey yapamaz sana."
Ayça, yumuşayan sesiyle "Ya gerçekten mi?" dediğinde sonunda sakinleşti diye düşündü Poyraz. Rahatlayarak "Gerçekten," dediğinde ikinci bir patlama gerçekleşti kulağına doğru,
"Poyraz, ben çok ciddiyim. Ya görevi erteleyip bu akşam istersin beni babamdan, ya da mahallenin delisiyle evlenirim, düğünüme gelirsin."
"İkinci seçeneği seçiyorum, evlen Ayça." dedi Poyraz ciddiyetsizlikle sırıtarak. "Evlen, söz geleceğim düğününe."
"Nasıl yani?" dedi Ayça sakin bir ses tonuyla.
"Vallahi ben bu görevden Van halkının benim üzerimden geçeceğini de bilsem dönemem. O yüzden en makul ikinci seçenek." cevabını verdi Uzman Çavuş.
Ayça, "Allah belanı versin Poyraz!" diye bağırıp telefonu suratına kapattığında derin bir of çekti Mirza. Yüzündeki traş köpüğünden kalanları su ile duruladıktan sonra telefonuna gelen bildirime yöneldi. Ayça'dan mesaj gelmişti.
"Bir ömür boyunca deliyle yaşayacağıma senin gibi bir odunla evlenirim daha iyi."
"O odunu yak da ısıtsın seni."
"Evlenmeden önce olmaz."
"Görevden önce olmaz."
"Bekleyeceğim Allah'ın manyağı!"
"Bekle beni güzel karı."
🐺
"Oy Mustafa, Mustafa! Sabah akşam üç defa. Yedin yedin doymadın, koydum tabağa mıhlama! Muah! Mustaafaaaa!"
Uzman Çavuş Mustafa Kılıç, sabahın kör vaktinde sırt çantasını omuzlamış, aynı rütbeyi paylaştığı Ömer'den gelen videolu mesajı dinlemişti.
"Günaydın Mıstafaa!
Yedin mi mıhlama?
Acele etsen iyi olur,
Barlas komutan sıçacak ağzına!"
Mustafa, çaresizlikle burun kemerini ovmaya başlamışken cevap yazmaya başladı.
"Ömer, sana da günaydın kardeşim."
"Götünü kolla, çünkü seni gördüğüm ilk yerde kabız edecek şekilde sağlam döveceğim."
"Adam akıllı sıçamayacaksın bile o derece."
Görüldü... Çevrimiçi... Yazıyor...
"Günaydın Mustafa Bey."
"Mesajı doğru kişiye gönderdiğinizden emin misiniz?"
Okuduğu kelimelerle mesaj sayfasının üst kısmına baktı genç adam. "Öteki Savcı" yazısını görünce başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi.
Adalet Sarayı'nda bir takım özelliklerin nedeniyle İşine yardımcı olan savcıydı bu. Annesi kadın savcının ismini telefon rehberinde görüp farklı anlamlar yüklemesin diye Öteki Savcı olarak kaydetmişti numarayı. Zira annesi için evde kalmış eşek heriften başka bir şeyi ifade etmiyordu kendisi. Ne zaman telefonunda ya da yanında bir kız görse oğlunun adına evlilik ve düğün hayalleri kurardı. Mustafa da bu yüzden kadınları telefon rehberine farklı isimlerle kaydederdi. Tabii bu kurala görev arkadaşı Gülşah da 'Bacım' olarak dahildi.
"Kusura bakmayın Rüya Hanım. Ömer'e yazdığımı sanıyordum."
"Gerçekren kusura bakmayın."
Cevap aniden geldi.
"Önemli değil Mustafa Bey. Bir dahakine daha dikkatli olacağınızı düşünüyorum."
"Bu arada görevi duydum. Umarım güzel haberlerle dönersiniz."
"Umarım, teşekkür ederiz Sayın Savcım."
"Rica ederim Komutanım."
"İyi günler."
🐺
Mihri'siz evinde ilk sabahıydı Barlas'ın. Kaç gece daha evinin önündeki çardakta kalabilecekti ki? İşte bu yüzden toparlanmaya karar vermişti.
Gözlerini yalnızlığa açtı boş odada. Yatağın sol yanındaki kimsesizliğe baktı uzunca. Bir haftayı aşkın olmuştu eşini kaybedeli.
Tekrar kapadı gözlerini. 'Barlas,' deyişini hayal etti önce.
Sanki onun kendisini uyanması için dürttüğünü hayal etti.
Evin içindeki ayak seslerini,
Mutfaktan gelen takırtılarını,
Nefes alış verişlerini hayal etti.
Güneşli bir günde el ele yürüdüklerini, mutlu kahkahalarının arasındaki kelimelerini, sımsıkı sarılışını düşleri uzunca.
Tebessüm etti düşlerken.
Sonra birden çatıldı kaşları.
Hayalinde ona sımsıkı sarılırken bir ıslaklık bulaştı eşinin sırtından ellerine. Omzuna koyduğu çenesini ilerleterek baktı kadının sırtını saran ellerine, kıpkırmızıydı.
Açtı gözlerini. Ellerine baktı sıra sıra. Kan yoktu.
Bu saçmalığa bir son vermek adına güçlükle kalktı yatağından. Mihri'yi sık gördüğü yerlere bakmamaya çalışıyordu ama sarı hareleri mutfağın kapısına bakmakta inatçıydı.
Banyoya yöneltti adımlarını. Lavabo fayansına dayadı ellerini, aynadaki yansımasını izlemeye başladı. Sarıya çalan göz irisini çevreleyen beyazlığın bazı kısımları kırmızıydı. Göz altları çukurlaşmış, bir buçuk haftada çökmüştü adeta. Yüzünü buz gibi suyla yıkadı. Havluyla kurularken fayansın köşesindeki cisme takıldı gözleri.
Beyaz çubuğu eline aldı. Üzerinde iki tane kırmızı çizginin yan yana olduğu bir gebelik testiydi bu. Pozitifti.
Testi yumruğuna hapsetti. Dişlerini sıktı. Vücudu kasıldı. En sonunda büyük bir hırçla sıktığı yumruğunu aynaya getirdi. Paramparça olan taneler onun kanıyla boyanmıştı şimdi.
Önemsemedi Barlas. Musluğu açtı ve kanayan elinden önce gebelik testini arındırdı kanından. Elini banyo dolabında bulduğu havlulardan birine sararken testi hiç çıkarmadığı asker üniformasının cebine koydu.
Kahvaltı yapmaya da çanta hazırlamaya da zaman harcamadı. Sadece telefonunu aldı ve çıktı evinden. Mezarlığa gitmeme kararı aldı. Sevdiğini ondan koparanların kökünü kurutmadan gidemezdi oraya. Bakamazdı beyaz mermerde yazan yazıya.
Vakit kaybetmemek için aceleyle bindi arabasının şoför koltuğuna. Askeriyeye giden yolda aklındaki İntikam düşüncesi ile ilerliyordu şimdi.
Merhaba benim tatlı hayaletlerimmmm. Keyifler yerinde mi? Aman yerinde olsunnnn. Sizden bir ricam olacak şu sıralar eleştiri ve yorumlarınıza çok ihtiyacım var. E yorum kısmını buraya süs olarak koymadıklarına göre istediğiniz kadar eleştiri ve yorum yapabilirsiniz. Bana sunmak istediğiniz önerileriniz de olursa hepsine tek tek üşenmeden cevap verebilirim. Sizleri çok seviyorum, hep benimle kalınnnn🤎👻💚
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |