7. Bölüm

7. Bölüm | Gülümseyebilene Dek Saklanmak

Kalanların Ardından
kalanlarinardindan

 

 

 

Gönlünde bir çöl çiçeği boy vermeye başladı diye güneşini kesemeyecek değildi ya.

 

Bölüm Şarkısı: İyi Ve Güzel Kadınlar Hep Ağlar | İkiye On Kala

 

 

Hayatta hatırı sayılır yıllarım geçmişti. Ölmek için belki de birçok insana göre küçük olan yaşım büyük büyük acılar göğüslemişti.

Ben annemin ve babamın kanlı ellerinden kaçarak büyüyen bir kadındım.

Ben yaşama sebebini bir intikama bağlamış bir kız çocuğuydum.

Fakat bunların hiçbiri Akel Mir'in canımı yaktığı kadar yakmamıştı.

Yaklaşmayacaktım ona. Madem varlığım onun için bir işkenceden farksızdı, ki böyle olduğunu karşısına çıkmadan önce zaten biliyordum, o halde ona bu acıyı vermeyecektim.

Ama edilmiş bir yemin, verilmiş bir söz vardı. Bana kırgın olan bir kız çocuğunun büyümek hatta yaşamak için sımsıkı tutunduğu bir intikam yemini vardı.

Öz anne ve babamdan alınacak öcüm vardı.

Öcümüz vardı.

Hâlâ karşısında dururken omuzlarımı dikleştirip çenemi hafifçe sağ omzuma doğru kaldırdım. Dudağıma yuva kurmuş kırgın tebessüm silikleşirken kaşlarını hafifçe çattığını fark ettim.

"Ben buraya senin kardeşin olarak gelmedim."

Böyle bir cümle kurmamı beklemediği açıktı. Bunu yüz ifadesindeki anlık bocalamadan anlamak zor değildi benim için.

"Haliyle sen de benim ağabeyim konumunda değilsin," derken yitirdiğim gülümsememi tekrar takındım ve başımı hafifçe sağ omzuma yatırdım. "Hm?" diye mırıldandım kaşlarımı kaldırıp, soru sorarcasına. Oysaki herhangi bir onay beklemiyordum.

Sessizce gözlerimin içine bakıyordu. Konuyu nereye bağlamak istediğimi anlamıştı. Gerginlikten karıncalanan ellerimi sahte bir enerjiyle bir kere birbirine vurup, "Bu yüzden kimlerle yakın olacağıma dair söz hakkına sahip değilsin," dedim.

Aramızda koca koca adımlar varken o her birini aşıp tam karşıma dikildi. Böyle zamanlarda daha iyi anlıyordum ondan gelmesini istediğim o merhametin eksikliğini. Beni kabullenseydi her şey çok farklı olabilirdi.

Belki de olmazdı. O benden nefret ederken ben ona kırgındım. Ve bu kırgınlık kolay kolay geçecek gibi değildi. Hatta belki de bu asla gerçekleşmeyecekti. Hoş, ağabeyimin de bana karşı olan kini ve sevgisizliği de bitecek değildi ya...

"Bunu senin için mi söylediğimi sanıyorsun?" diye bir soru döküldü dudaklarından bütün acımasızlığıyla.

Bir sonraki sözünü tahmin etmek benim açımdan hiç de zor değildi fakat o söylemeden o odadan derhal çıkmam gerekiyordu. Çünkü biliyordum, beni paramparça edecekti.

Ve yine biliyordum ki sadece bilmek bile beni yerle bir etmişti.

Herhangi bir şey söylemesine mani olmak adına tekrardan ardımı döndüm. Bu defa göz pınarlarıma biriken yaşlara engel olamadım. Ziyanı yoktu, o göremeyecekti.

Yine de çıkmadan önce son kez ona içimden geçeni söylemeden edemedim.

"Eğer Açılay benimle konuşmak isterse ona mani olmayacağım, seve seve karşılık vereceğim," dedim kendimden emin bir sesle. Sol gözümden firar eden gözyaşını hissettim. Akabinde kısık bir sesle mırıldandım. "Onu merak ediyorum."

Aynı kandan olan beni reddedip onu kardeşin yerine koymandaki nedeni merak ediyorum, Mir'im.

O andan sonrası benim için azaptan farksızdı. Daha fazla taşıyamacağımı anladım, içimi yakan o ateşi gözlerimden akıtmam gerekiyordu. Buna şahit olmasını istemiyordum.

Odadan hangi kuvvetle çıktığımı bilmiyordum. Yüksek telden çalan sözsüz müzik dudaklarımdan firar eden hıçkırıklarımı bastırsa da sanki biri duyabilecekmiş gibi elimi sıkıca ağzıma bastırdım.

Spot ışıkların aydınlattığı koridorun sonuna doğru amaçsızca yürürken nereye gittiğimi bilmiyordum. Koridorun sonundan sağa döndüğümde bir teras kapısıyla karşılaşmayı beklemiyordum. Halbuki haftalarca izlemiştim ve bu terasın varlığını zaten biliyordum.

Orada kimsenin olmayacağını düşünerek paytak adımlarımı hızlandırdım. Nitekim yanılmamıştım da. Soğuk esen yel boynumu okşayıp saçlarımı uçurturken tek istediğim kalbimdeki acıyı da alıp götürmesiydi.

Derin derin nefesler almaya çalışıyordum. Baktım olmuyor, bu sefer en iyi bildiğim şeyi yapıp gülmeye çalıştım. Öyle ya, gülen insanların gözlerindeki yaşların sebebi merak edilmezdi. Hüzne bağlanmazdı. Ama bu sefer bu durum beni kurtarmıyordu. Bu sefer insanların beni görmemesi gerekiyordu. Bu sefer gülücüklerim gözyaşlarımı bastırmaya yetmiyordu.

"Olmaz, olmaz," dedim korkuyla, hâlâ hıçkırırken. "Görmemeli, kimse görmemeli."

Sayıklıyordum. Çok korkuyordum güçsüzlüğümü ayan etmekten. Kendimi açık edemezdim, Naz yoktu yanımda.

"Güçsüz olma, güçsüz olma," diye sayıklamaya devam ederken çoktan dizlerimin üzerine düşmüş daha da kötüleşen ruh halimi yönlendirmeye çalışıyordum.

Siyah saçlarımın arasına ne zaman daldırdığımı bilmediğim parmaklarımı sıkılaştırdım. Yine kendimi kaybediyordum ve bu sefer yanımda Naz yoktu.

"Canım acıyor, kimse görmemeli."

Vücudumda engel olamadığım bir titreme hüküm sürmeye başladı. Büyük bir krizin eşiğindeyken parmaklarımı saran yabancı eli hâlâ fark edememiştim.

"Giz! Sana diyorum, beni dinle. Derin derin nefes al!"

Dakikalar sonra işittiğim sesle okyanusta boğulmaktan kurtulduğumu hissettim. Vücudum varlığını yeni yeni fark ediyordu.

Vücudumdaki karıncalanma yerini hafif ağrılara bırakırken gözyaşlarım çoktan dinmiş, parmaklarım gevşemenin etkisiyle karşımdaki adamın kucağına düşmüştü.

Soğuk parmaklarının baskısını ıslak yanaklarımda hissederken gittikçe durulduğumu hissediyordum. Başımı güçsüzce göğsüne yasladığımda göz kapaklarımın kapanmasına engel olamadım. İlk anda bocalasa da akabinde beni kendine iyice bastırıp saçlarımı okşadı.

Benim saçlarımı henüz ağabeyim bile okşamamıştı.

"Güçsüz düştüm ben, kimse görmemeli. Gülümseyebilene kadar burada saklanabilir miyim?"

Yüzünü görmesem de şaşırdığını kasılan vücudundan anlamıştım. Öyle bir kokusu vardı ki hiçbir sakinleştirici onun kadar tesirli olamazdı.

Bir adım uzağımızda kalan mermer sütuna kadar sürüklenirken beni kendinden ayırmadı. Bense hâlâ yüzümü göğsünden kaldıramıyordum. Kalp atışlarını dinlerken kaşlarımı çatmak istedim ama gücüm yetmedi. Bu halime üzülmüş olmalıydı.

Sırtını sütuna yaslarken beni kendine daha çok bastırdı. Başımı tek dizinin üzerine koyup diğerini de kırıp kendine çekti.

Göz göze gelmek istesem de o an için buna gücüm yetmedi. Yüzümde gezinen soğuk parmaklarının varlığı çok başka duyguları aciz kalbime bahşediyordu.

Göğsünden aldığım koku başımı dizine yaslamama rağmen hâlâ yoğundu. Ne ara üzerime örttüğünü bilmediğim deri ceketinin varlığını o anda fark ettim. Koku ceketinden geliyor olmalıydı.

Derken dakikalar sonra kalp atışlarımı tekrardan coşturan boğuk sesini işittim.

"Sen tanıdığım en güçlü kadınsın."

Bu sefer siyahlarımı aralayıp sanki olması gereken tek yer orasıymış gibi ifadesiz harelerini buldu.

"Beni kandırıyorsun," derken sesimdeki hafif muzipliği sezdiği için dudakları hafifçe kıvrıldı. Gözlerim anlık olarak oraya düşse de tekrardan hareleriyle birleşti. Yine de ifadesinde hiçbir ciddiyetsizlik yoktu. Doğruyu söylüyor olabilir miydi? Gerçekten böyle mi düşünüyordu?

"Doğruyu mu söylüyorsun?"

"Her zaman," diye yanıtladı hiç teklemeden. "Yine de benim yanımda saklanmak istiyorsan saklanırız. Eğer bu şekilde daha iyi hissedeceksen..."

Herbir sözü beni daha da sakinleştirirken hissettiğim sonsuz güven akıl işi değildi. Kaç gündür tanıyordum ki bu adamı? Ya o? Neden bana bu şekilde yardım ediyordu? Dizine yatırıyor, saçlarımı okşuyordu?

Kafamda dönen bütün sorulara o an için kulaklarımı kapadım. Güçten düşen vücudumun yavaş yavaş kendini uykuya teslim etmek üzereyken içimde en ufak bir tereddüt, bir şüphe yoktu Kayra'ya karşı.

"Eğer beni öyle görselerdi Naz bana çok kızardı," diye mırıldandım neden sonra. Saçlarımda dolaşan elin duraksadığını hissettim. Hiçbir şey söylemedi. Gözlerim kapanırken başını sütuna yaslamış, gökyüzüne bakmaya başladığını gördüm.

En son duyduğum şey ise kısık bir sesle uyumamı söylemesiydi.

Kayra...

Sen ilk defa o gece nefes oldun bana.

 

***

 

"Onu nasıl tek bırakırsın, Yağız?"

Öfkeden gözünün önünü göremeyecek hale geldiğinde sendelemesiyle Yazgı kolunu tutmak için ileri atıldı. Naz titreyen parmaklarını kaldırıp sert bir hareketle bu girişimini engelledi.

"Seni ben oraya yalı kazığı gibi dikil diye mi gönderdim?" diye öfkeyle bağırmasıyla başına bir sancı girdi.

Nafile kızıyordu ve esasında bunun o da farkındaydı. O adamın Giz'e fiziksel bir zarar vermeyeceğinden emindi. Naz da orada olsaydı muhtemelen o da izin verirdi ikisinin baş başa kalmasına.

Tabii Giz'in kolunu tutup çekiştiren parmakları tek tek kırardı, orası ayrı. Bunun için hâlâ geç sayılmazdı.

Elindeki telefonu hızla Yazgı'ya uzatıp siyah deri koltuğuna attı öfkeli ve bitkin bedenini.

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

Saçlarının arasından parmaklarını sertçe geçirip akabinde aynı hırsla yüzünü sıvazladı. Öfkesini dizginlemek söz konusu Giz olunca oldukça zorlaşıyordu onun açısından.

"Giz'e karışmadan geriden izleyecektim ama o aptal kendine eziyet etmekten zevk alıyor," diye tısladı dişlerinin arasından. Kararan bakışlarını Yazgın'ın ifadesiz yüzünde gezdirdi. "O şerefsizin bir uyarıya ihtiyacı var."

Gözlerini ardına karanlığı gizlemiş cama dikti. Aklında dönüp dolaşan tek şey kız kardeşi yerine koyduğu kızın yıllardır sayıkladığı o isimdi.

Mir. 

 

***

 

Her eşyanın bir ruhu olduğuna inanırdım. Aslında ruhtan ziyade duygularının olduğunu düşünürdüm, buna inanırdım.

Sonra düşünürdüm, bir eşyaya bile zarar vermekten kaçınılırken hangi duygu bir insana zarar vermeye sürüklerdi bir başka insanı? Hangi sebep katil ederdi?

Benim öz annem ve öz babam öylesine masum bir çiçeğin katiliydi ki taşıdıkları lanetten ben doğmuştum. Bir eşya kadar bile değerimin olmadığına inandığım öyle çok anlar olmuştu ki, Naz hayatıma gidip aksini ispat edinceye dek...

Belki de 'bile' diye küçümsememin kefaretini ödüyordum. Eğer öyleyse yeryüzünde incinen herbir duygudan özür dilerdim.

Kimliğimi bir kenara bırakıp, sadece bir insan olarak güdüyordum bu davayı. Ama uğruna savaştığım kişiyi yanımda değil de tam karşımda, düşman gözlerle bana bakarken görmek çok büyük bir azaptı.

Üstelik o kişi benim ağabeyimdi.

Bir de o vardı tabii.

Neden karşımda değil de yanımda olduğuna anlam veremediğim, yine de sorgulamaktan korktuğum o adam vardı.

Kayra Arıkan.

Bu korkunun kalbime yerleşmiş olması başıma gelen en büyük felaket olabilirdi.

Senden gelen o hissin orada ne işi var, eloğlu?

Muhtemelen en fazla bir buçuk saat sürmüş bir uykudan uyandığımda yaşadıklarım bir bir zihnimde başa sarıldı. O anki hissettiğim utanç duygusunun tarifi yoktu. Karmaşık hislerimin esiri olduğum o dakikalarda düştüğüm boşlukta bu yabancıya sarılmıştım. Dizinde yatacak kadar nasıl aklımı kaçırdığımı düşünüp dakikalarca kendime kızdım. Utançtan yüzüne bakmaktan kaçınıyordum. Üzerime örttüğü ceketi dizlerime düşmüştü. Diz üstü oturmuş parmaklarıma işkence ederek yıldızlı gökyüzünü izliyordum.

İkizimizin de nefes alış verişlerinden başka bir ses duyulmuyordu, bu tuhaftı. Alt katta müzik sesinin gelmesi gerekiyordu fakat sanki koskoca binada ikizimden başkası yokmuşçasına bir sessizlik hakimdi. Bunun beni zerre tedirgin etmediğini fark ettiğimde irkildim ve hızla Kayra'nın yüzüne çevirdim siyahlarımı.

Gözlerinin zaten üzerimde olduğunu görmek bakışlarımı kaçırmama sebep olacak kadar tuhaf hissettirdi ama buna mani oldum. Hiç kendim gibi davranmıyordum. İçimden, "Salak gibi davranma," diye kendime kızıyordum. Ne oluyordu bana, Allah aşkına?

"Daha iyisin."

Tok sesi uzun süreli sükutun celladı olmuştu. Ve bu itiraf etmesi her ne kadar zor olsa da bana huzur vermişti.

Soru sormamıştı ama yine de onaylamak amaçlı başımı sallayıp, sözlerimle tastikledim. "Çok daha iyiyim, teşekkürler."

Cevap vermeden yalnızca başını bir defa eğip kaldırdı. Suskundu ve bunun zihninde kopan gürültüden dolayı olduğunu düşündüm bir an. Hafifçe gülümsedim.

Akabinde aklıma gelenle birden yerimden fırlayıp panikle pantolonumun cebinde olan telefonumu çıkarmaya çalışıyordum. "Yağız'ı unuttum ben! Allah kahretsin."

Benim gibi ayaklanıp tam karşımda dikilince çatık kaşlarla telefonun ekranını aceleci hareketlerle açmamı izledi. Muhtemelen neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

Ekranda gördüğüm bildirimle rahat bir nefes alıp gözlerimi yumdum.

Gönderen: Suratsız Yağız

Siz gelene kadar aşağıda sizi bekliyor olacağım Giz Hanım. Merak etmeyin.

"Ne oldu birden?"

Mimik oynamayan yüzüne rağmen gözlerindeki merak barizdi. Bunu gizlemek gibi bir derdi yok gibiydi.

Akel Mir'le konuşmamız ve sonrasında olanlarla ilgili konuşmayacağımızı anlamıştım ve bu beni rahatlattı. Telefonumu tekrardan cebime sıkıştırırken ay ışığının yüzüne indirdiği gölgelere bakıyordum.

"Naz peşime kendi gibi suratsız Yağız'ı takmıştı. Onun varlığını tamamen unutmuşum," diye mırıldandım ağrıyan başımı ovalarken.

Kaşları hafif kavis kazandı. "Yani korumayla mı geleceksin her seferinde?" diye sordu. Başını iki yana salladı. "Buna gerek yok. Ben varken sana zarar gelmez."

İki dudağının arasından dökülen kelimeler çaresizce çırpınan yüreğimi gafil avladı. Sesi bir salıncak gibiydi, özgürlük gibiydi. Gökyüzünü vadediyordu. Sesi bana umuttu.

Korktum ve bana teklifsizce hissettirdiği her duygudan kaçtım.

"Yağız sadece bir koruma değil benim için, ondan rahatsız olmam," deyiverdim.

Artık alıştığım o hareketi yapıp onaylarcasına başını eğip tekrar kaldırdı. Karanlıkta siyaha çalan koyu kahvelerindeki manaların önüne bir duvar ördüğü anlar oluyordu. Yine öyle bir anı yaşıyorduk. Ne hissediyordu? Ne düşünüyordu? Öylesine çok istiyordum ki zihnine sızabilmeyi...

Dakikalardır amaçsızca ayakta dikildiğimizi fark ettiğimde kalkmamla yere düşen siyah cekete ilişti bakışlarım. Tam almak için eğilirken beni durdurup kendisi aldı. Üzerine geçireceğini düşündüğüm anda eliyle ceplerini yoklayınca kaşlarım merakla çatıldı.

Onun da mı bekleyeni vardı yoksa?

Salak!

Olabilirdi elbette. Ama beni neden ilgilendirsindi? İlgilendirmezdi.

Düşündüğümün aksine cebinden çıkarttığı çikolatalı gofretle şaşkınlıktan kalakaldım. Geçen seferki gibi yine bir çikolatalı gofret taşıyordu üzerinde. Bunu aslında Açılay için yanında taşıdığını biliyordum. Söylemişti.

Elindekini bana doğru uzattığında şaşkınlığımı bir kenara itip buruk bir gülümsemeyle hiçbir şey söylemeden elindekine uzandım.

"Sanırım bunlardan iki tane taşımalıyım," dedi aramızdaki hüznün belini bükmek istercesine.

Bu beni çok korkutuyordu ama o varken kötü olan her şey benden koşarak uzaklaşıyordu. Onu yakınımda hissetmek göğüs kafesimin içinde acıyla kıvranan kalbime baharı yaşatıyordu. Bu kadar kısa bir sürede bende yarattığı etki korkunçtu.

İlerleyen dakikalarda ikimizde bar kısmına usul adımlarla inmiştik. Koridordan geçerken bin parçaya bölünmüş bir vaziyette çıktığım odaya bakınca üşüdüğümü hissetmiştim.

Dans eden kalabalığın olmayışı beni o kadar da şaşırtmamıştı. Zaten müziğin olmayışından böyle bir manzarayla karşılaşacak olmam çok olasıydı. Yine de sebebini merak etmiyor değildim.

Gözlerim ilk olarak bar kısmına yakın bir yerde, öylece ayakta dikilen Yağız'ı buldu. Onun da bakışları anında beni bulmuştu. İyi olduğumu görmek onu rahatlatmıştı, biliyordum. İfadesizliğin vücut bulmuş haliydi Yağız ama buna rağmen bana ve Naz'a verdiği değeri biliyordum. Buna kalpten emindim.

Kayra'nın anında odağıma girmesiyle kısa bir an afalladım. Bir an bulunduğumuz konum fazla yakın olunca dudağımı dişleyip bir adım geri gittim.

Geldiğimizde gördüğüm diğer kişiler de ağabeyimin bir diğer arkadaşı Baybars ve Açılay'dı.

Onları aylardır izlediğim anlarda bu kumral adamın tam bir fırlama olduğu kanaatine varmıştım. Ne konuştuğu hakkında bir fikrim yoktu ama genelde söylediği şeylerle Akel'i çıldırtıyor, Kayra'nınsa boş boş yüzüne bakmasına sebep oluyordu. Sadece, bazen Açılay'ın nazik bir gülüşle ona eşlik ettiğini görmüştüm.

Şimdi ikisinin de gözlerinin görmesem de üzerimizdeki baskısını hissediyordum.

"Gidecek misin?" diye sordu kısık bir sesle Kayra.

"Gideceğiz. Naz deliye dönmüştür," diye yanıtladım onu usulca.

"Birlikte mi gideceksiniz?"

Şaşkınlıkla bakakaldım. Yağız'dan mı bahsediyordu? Ona bu kadar takılmasına bir anlam veremiyordum. Dudaklarımdaki zayıf gülümseme silikleşirken kaşlarımın benden bağımsız biçimde çatıldığını hissettim.

"Evet, Kayra. Neden soruyorsun?"

Umursamazca omzunu silkti. Bu hareketi gözüme çocukça geldi. Bu sefer gülmekten kaçınmak için dudaklarımı ağzımın içine çektim. Onu anlamak imkansız gibiydi.

"Bir sebebi yok. Öylesine," dedi. "Dikilmiş burada saatlerdir. İşinin eri belli ki. Yorulmuştur," diye devam edince nereye bağlayacağını merak ettim. "Ben götürürüm sizi."

Dudaklarımdan dökülen kıkırtıyla acı kahvelerinin odağı gülüşüm oldu. Buna aldırmadan kocaman gülümsemeye devam ettim. "Buna gerek yok. Hem o benim dostum, Kayra. Buraya işinden ziyade benim için geldi."

Gözleri hâlâ gülüşümdeyken gözlerinde allak bullak olmuş ifadeyi yakaladım. Konuşmak için ağzını araladığı esnada yanımıza ne ara geldiğini bilmediğim kızın boğazını muzipçe temizlemesiyle hızla bir adım gerçi çekilip ona döndüm.

Yüzümdeki ifadeyi elimden geldiğince bozmamaya çalışıyordum ama Kayra'nın hâlâ profilimde gezinen menevişleri işimi hiç kolaylaştırmıyordu.

Bakışlarının benden kopup bize büyük ve sevimli gözleriyle bakan Açılay'a dönünce az da olsa rahat bir nefes alabilmiştim.

"E hani? Bugün bana çikolata yok mu?" diye sorarken masum küçük bir kız gibiydi. Onu sevmemek için nedenlerim çoktu ama ondaki masumiyet elimi kolumu bağlıyordu. Bu da yetmezmiş gibi herkesi içine sığdırmaya dünden razı olan gönlüme sızmaya başlamıştı. Kim bilir? Belki de bunu çoktan başarmıştı. Onu görmek hem acı hem de sebepsiz bir mutluluk veriyordu.

Sevmemek çok zalimceydi. Açılay'sa en güzel şekilde, en güzel gönüllerle sevilmeyi hak ediyordu. Ben onun zalimi olamazdım.

"Bugün yok," diye yanıtladı onu Kayra büyük bir sakinlikle. Bana verdiğini hatırlayınca kısa bir an gerildim.

Güzel iri gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Başını hafifçe omzuna yatırdı. "Nasıl yok?" diye sordu.

"İhtiyacı olan bir başkasına verdim," diye yanıtlamasıyla gülüşüme mahcubiyetin ev sahipliği yaptığının farkındaydım.

"Ha?" Genç kadın bir süre Kayra'nın gözlerine bakakaldıktan sonra bakışları benim siyahlarıma saplandı. Şaşkınlığını defetmesiyle kocaman gülümsemesi bir oldu. "Şey, anladım."

Neyi anlamıştı acaba. Aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermeye çalıştım. Ama biliyordum ki biz gülüşleri birbirinden uçurumlarca farklı olan iki kadındık. O gülünce etrafına neşe saçıyor, insanın içini ısıtıyordu. O ve ben farklıydık. Bir o kadar da aynı.

"Henüz tanışamadık. Ben Açılay."

Yüzündeki gülümseme küçülmüş, tereddütlü bir hal almıştı. O an her şeyi bildiğini düşündüm. Onun benim gözümdeki konumunu, istemeden de olsa canımı nasıl yaktığını. Gözlerindeki mahcubiyet beni yerle yeksan etti. O masumdu. Neyin faturasını kesecektim ona?

Uzattığı eline elimi bıraktım. Ben gibi değildim hiç. Resmiyeti sevmezdim. Canımın kaynadığı insana sarılmak isterdim. Elimi usulca geri çekip rahatsız etmediği halde saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Memnun oldum. Güzel bir şekilde öğrenmedin ama... Ben de Giz."

Tekrar büyükçe gülümsedi. Hatta hafifçe kıkırdadı. Saatler önceki çıldırmış halim gözünün önüne gelmiş olmalıydı. Açıkçası bundan çekinmiyordum. Mizacım buydu.

"Teşekkür etmeye fırsatım olmamıştı..."

"Hiç gerek yok," diye hızla kestim sözünü. "Bunun için teşekkür etmemelisin. Olması gereken oldu."

Kayra'nın sertçe verdiği nefesi işitince ona kaydı bakışlarım. Olanları duymuş olmalıydı. Bu mekanda bu tarz olaylara pek rastlanmazdı ve buna mani olamadığı için kendine kızgın hissediyor gibiydi.

Tekrar önüme döndüğümde ortama çöken rahatsız edici sessizlik beni geriyordu. Artık gitmem lazımdı.

"Benim artık gitmem gerekiyor. Nasıl olsa buralardayım artık." Gözüm bir an ileride bir telefonla hararetli bir şekilde konuşan Baybars denen adama değdi. "Sık sık görüşecek gibiyiz."

"Seni bırakmamı istemediğinden emin misin?"

Bir an sorusuna sesli bir kahkaha atacağımı sandım. Yağız'la derdi neydi?

"Teşekkür ederim ama hiç gerek yok. Söyledim ya, Yağız'la döneceğim."

Büyük bedeninin yüzünden göremediğim Yağız'ı bir adım sola kayarak aradım. O da bu tarafa bakıyordu. Gelmesi gerektiğini anlayınca bulunduğumuz yere doğru adımlamaya başladı.

"Keçi."

Kayra'nın bir şeyler homurdandığını duyunca yüzüne sorguyla baktım. Bir şeye sinirleri bozulmuş gibiydi. İçimden bir ses Yağız'la gidecek olmamla ilgili olduğunu söylüyordu. İçimdeki ses çok boş konuşuyordu.

Sonunda Yağız'la yan yana mekanın çıkışına yürürken gece boyu yakamı bırakmayın birbirinden farklı hislerin bir çığ gibi üzerime çöktüğünü hissettim. Hep böyle olacaktı. Herkese arkamı döndüğüm anlarda ben üzerime çökenlerle yaşamayı öğrenmiştim. Ama bununla baş etmeyi öğrenmiş olmam acı çektiğim gerçeğini değiştirmezdi ki.

"Giz! Arkadaşın bana ne zaman dövüşmeyi öğretecek?"

Hislerimin gürültüsünü bastıran o zarif sesin sahibi bu gece hiç de yabancı değildi. Ondan nefret etmiyordum ama herkese olduğum kadar sıcakkanlı da olamıyordum. Onu sevmiştim ama... 'Ama'ları terk etmek için çabalayacaktım. Bu benim boynumun borcuydu.

Adımlarım sekteye uğramıştı. Yanımda benimle birlikte yürüyen Yağız da durmuştu. Onun tepkisizliğine, kayıtsızlığına yakışmayacak bir tepkisi olmuştu. Kısacık bir an vücudunun kasıldığını görür gibi olmuştum. Beynimin oyunu olmalıydı.

Usulca ona doğru döndüm. Gözüm ilk önce sakince beni izleyen koyu kahvelere tutundu. Akabinde Açılay'ın umut vaadeden menevişlerine.

Bunu ona saatler öncesinde ben teklif etmiştim. Anın adrenalini hâlâ damarımda dolaştığı, aslında Açılay'a tam manasıyla kendim gibi davrandığım o anda. Bunun için bir heyecanın sarhoşluğu mu dolanmalıydı bedenimde?

"Açılay'dan uzak dur."

"Bunu gerçekten istiyor musun?"

Bana ulaşmaya çalıştığının farkındaydım. O bana adım atmışken ben onun bu çabasını karşılıksız bırakmazdım. Kabul etmek kolay değildi ama ben onu gördüğüm ilk anda onunla güzel bir arkadaşlık bağımızın olacağını biliyordum. En başından böyle düşünmek ütopik geliyordu, ama kaçınılmaz son buydu.

"Evet, istiyorum," derken bana doğru bir adım atmıştı ama yine de hatırı sayılır bir mesafe vardı aramızda.

"Bana da Naz öğretmişti ama dilersen benimle de çalışabilirsin."

"Çok sevinirim," derken gözlerindeki ışıltıyı görmemek imkansızdı. Dövüşmeyi öğrenecek olmasından ziyade benimle diyalog kurabilmiş olması onu sevindirmişti.

Aklıma gelen hinlikle gözünü kırpmadan Açılay'a bakan Yağız'ı kısaca süzüp heyecanla konuşmaya başladım. "Hatta ara ara Yağız'dan da ders alırsın. Bu seni daha da güçlendirir."

Açılay'ın gözleri bu sefer yanımda dikilen bedeni bulunca gülümsemesinin usul usul küçülmesini izledim. Ondan çekiniyor olabilirdi ki bu çok normaldi. Kim sürekli robot gibi dikilen, bomboş bakan, programlanmış gibi cümleler kuran bir insandan çekinmezdi ki?

Yağız'ın bir kez daha kasıldığını hissettim. Belki de içten içe bana küfür ediyordu. Duraksadım. Mümkün olabilir miydi? Öyle bir durumda ona çok kızardım. Küfür edebiliyorduysa gizlememeliydi.

"Benim için sıkıntı değil," diye utançla cevapladı.

"Yağız için de değil," deyiverdim hızla. Bu sefer kesin küfrediyordu.

Senden alınacak bir intikamım var ispitçi Yağız!

 

***

 

"Sana bu gece nerede kalacağımı söylemedim. Nereye sürüyorsun, Yağız?"

Naz'ın beni sağ salim kendi evine getirmesini istediğini tahmin etmiştim zaten. Fakat azar işitmek için ziyadesiyle yorgundum. Üstelik o hapishaneye daha fazla gitmemezlik yapmam benim yararıma olmazdı. Mümkün olduğunca az muhatap olmak istiyordum.

"Bu gece Naz'da kalmayacağım. Hapishaneye götür beni," diye homurdandım.

"Şşt! Kime diyorum?"

"Bak bak, tipe bak! Kime diyorum ben? Alo?"

Sonunda pes edip konuştu.

"Naz Hanım sizin mutlaka eve gelmenizi tercih ederdi."

Hiddetle ona döndüm. "Bana bak," derken parmağımı tehdit edercesine kaldırdım. "Ben sanki bilmiyorum her şeyi anında Naz'a yumurtladığını! Salağım ya ben, alnımda 'gerizekalı' yazıyor ya, sen 'tercih ederdi' deyince her şeyi ona çoktan gammazladığını anlamayacağım!"

"Yumurtlamak mı?" diye sordu.

Ağzım hayretle açıldı. "Ulan," diye hayıflanıp elimi sertçe alnıma vurdum. "O kadar şey saydım, bu mu battı sana?"

Gözlerini asla yoldan ayırmıyordu.

"Mantık dışıydı, efendim," diye yanıtladı tekdüze bir sesle.

Dayanamadım ve omzuna sert bir yumruk indirdim. Zerre kadar etkisi olmaması beni daha da çıldırttı.

"Ha yani benim salak olmam, alnımda 'gerizekalı' yazması çok mantıklı?" Herhangi bir tepki vermeden sessizliğe gömüldü. Çocuk gibi somurtmak istiyordum. Hatta öyle de yaptım. Neden sonra sessizliğe daha fazla dayanamadım. "Ayrıca bana hakaret ettikten hemen sonra 'efendim' demen de çok saçmaydı."

"Hakaret etmek niyetinde değildim. Ama doğruyu söylemekle yükümlüyüm."

Yüzümü sertçe sıvazladım. "Sus Yağız, sus. Yoksa sana buradan bir uçacağım, göreceğin son mantıklı şey de bu olacak."

Naz'ın evinin yolunu tutmuştu. Karşı çıkmamın boşuna olduğunu bildiğimden daha fazla zorluk çıkarmadım. Fakat Naz'la yüz yüze gelmemekte ısrarcıydım. Oradan taksiye binip köşke gidecektim.

Yarım saatlik bir yolun olduğunun bilinciyle radyodan müzik dinlemeye karar verdim. Nihayet eski bir şarkıya denk gelişimle arkama yaslanıp gökyüzünü izlemeye başladım. İstemsizce asla gerçekleşmeyeceğini bildiğim hayaller kurmaya başlardım böyle anlarda. Sessiz kaldığım, kendimle baş başa olduğum her anda zararlı çıkıyordum. Ya ulaşılması imkansız hayallerle zavallı kalbimi umutsuzluğa mahkum ediyordum ya da meyvesi olduğum o büyük kötülüğün kaderimi nasıl şekillendirdiğini düşünüyordum. Sessizlik çok da hoşlandığım bir şey değildi tam da bu yüzden. Ama bazen kendime bu cezayı çektirmemde fayda vardı. Unutmamam gerekiyordu. Ne yerimi ne de haddimi.

"Giz," diye bana seslenen Yağız'la şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Bana yalnızca ismimle hitap ettiği çok ender anlardan biriydi. Merakla kıpırdandım. Gözlerini kısa bir an dikiz aynasına değdirip tekrar akıp giden yola döndü. Bana bakmasa da can kulağıyla onu dinlediğimi biliyordu.

"Neden o kıza dövüşmeyi öğreteceğimi söyledin?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp hızlıca yüz hatlarını inceledim. En ufak bir mimik yakalayamadığım için omuzlarım düştü.

"Çünkü ona dövüşmeyi öğreteceksin," dedim olağan bir şeyden bahseder gibi.

"Ama bana sormadınız, Giz Hanım. Bu çok kişisel."

Hazırcevaplılığımla anında yanıtladım sorusunu.

"Sen de bana nereye gideceğimi sormadın. Hem, başlarım şimdi sana da Hanım'ına da! Bir daha bana bu şekilde hitap etmemen için neler yapabileceğimi artık biliyorum sanırım," derken sesimdeki bariz tehditi algılamaması mümkün değildi. Herhangi bir cevap gelmedi, sükut etmesi beni gülümsetti. Onu çok seviyordum.

Bilindik sokaklara sapmadan önce telefonuna gelen mesaja hızlıca cevap verdi. Yazgı olduğunu düşünüyordum. Naz beni soruyor olmalıydı ama bu gece onunla karşılaşmamakta oldukça kararlıydım.

Bu gece buna hazır değildim.

 

***

 

Karanlık evin dış kapısından gelen kilit sesiyle kirpikleri titredi. Gelmişti. Yine de rahat tavrından ödün vermeksizin gözlerini cam duvardan ayırmadı. Gökyüzü alışık olunmadığı üzere fazlasıyla yıldızlıydı bu gece. Şehrin gökteki kandillerin hırsızı olduğunu düşünürdü çoğu zaman. Bu gece hariç. Nedenini bilmiyordu, ama bu gece bambaşkaydı.

"Evimde ne arıyorsun?" diye sordu yabancısı olduğu kadar aşinası olduğu o kalın ses.

Dudakları ruhsuzca kıvrıldı. Evine girmeyi nasıl başardığını sormak yerine neden geldiğini soruyordu. Hatta bu bir soru bile sayılmazdı. Böyle bir karşılaşmanın olacağını biliyor gibiydi ses tonu. Üstelik, henüz yüzünü bile görmemişti.

"Seni uyarmıştım. Giz'in gördüğü zararın mislini sana yaşatırım," derken sesinde herhangi bir duygu kalıntısı yoktu.

Oturduğu tekli koltuktan kalktı, ayın ve yıldızların ihtişamını sırtlanıp yönünü Akel Mir'e çevirdi. Harelerini heybetli bedeninden önce üstünkörü bir şekilde bulunduğu salonda gezdirdi. Bu evle ilgili gözlemlediği ilk şey gereğinden fazla pencereye sahip olmasıydı. Bunun sebebini tahmin ediyordu. İstemsizce dilinin ucunu ısırdı. Kalbinde hissettiği sızıya karşın gözleri her türlü hisse küskündü. Evet, kalbine hükmedemiyordu. Yapabilseydi eğer belki de en başta Giz Karakurt'u hayatına almazdı.

Genç adamın tam karşısına, aralarında yalnızca bir adımlık mesafe olacak şekilde dikildi. Giz'den aşinâ olduğu o kara gözlerin en içini karanlık nedeniyle göremiyordu. Yine de orada şaşkınlığın zerresinin olmadığına adı gibi emindi. Evinin içine adım atmadan önce bile evde başka birisinin olduğunu tahmin etmiş olmalıydı. Akel Mir Karakurt görünenden çok daha fazlasıydı.

Karşısındaki adamın rengiyle geceye meydan okuyan gür ve kıvrımlı kirpiklerinin birbirine yaklaştığını fark etti. Tepkisizliği sinirini bozuyordu. Ani bir tavırla adamın boşlukta sallanan sol elini kavrayıp büyük bir kuvvetle sıktı. Bu hareketiyle adamın şaşırdığını kasılan bedeninden anlamak çok da zor olmadı. Üstelik gereğinden fazla yakınlaşmışlardı ve doğrusu bunu Naz da hesap etmemişti. Bozuntuya vermeden adamın kulağına tehditkâr bir sesle tısladı.

"Eğer parmaklarını kırmıyorsam, bu yalnızca Giz'in bunu gördükten sonra üzülmemesi içindir." Kısa bir nefes aldığında burnuna dolan kokuyla kaşları hafifçe çatıldı. "Bir daha ona hoyratça temas etmeyeceksin." Sözünü bitirir bitirmez tuttuğu eli sertçe bırakıp bulunduğu salonun çıkışına yöneldi.

Bu adamla muhatap olduğu anlarda zehirli bir sarmaşık varlığını unuttuğu kalbini sarmalıyordu. Nefret olmasını çok istiyordu. Kız kardeşi gibi gördüğü Giz'e yaptığı ve yaşattığı her şey için etiyle kemiğiyle nefret etmek isteyen yanına ihanet ediyordu. Oysa Naz dünyadaki bütün amaçlardan ve sebeplerden kendini soyutlamış yalnızca ve yalnızca Giz Karakurt için yaşayan bir kadındı. Fakat başka şeyler oluyordu. Bambaşka şeylerin tohumları filizleniyordu çorak kalbinde ve Naz buna mani olamayacağını bilecek kadar zekiydi. Yine de kararlarına sadık kalabilen yönüne minnettardı.

Gönlünde bir çöl çiçeği boy vermeye başladı diye güneşini kesemeyecek değildi ya.

Ne olduğunu anlayamadan kendini arkasındaki bedene yapışık bir halde buldu. Boş yere çırpınmaya çalışmasa da tırnaklarını karnının üzerindeki damarlı ele batırmaktan geri durmadı. Fütursuzca yükselişe geçen nabzına ayrı, bu hamleyi öngöremediği için de kendine ayrı kızıyordu. Adamın ılık nefesi saçlarına karışınca gözlerini kıstı. Farkında olmadan tırnaklarını daha da derine batırdı.

"Demek her adımından haberin var..." duraksadı. "... kardeşinin," diye tamamladı cümlesini, Akel. 'Kardeşin' derken sesinde yarıkların açıldığını ve o yarıklardan oluk oluk kan sızdığını hissetti, Naz. Bu adamı anlamakta güçlük çekiyordu. Hoş, bunun için çaba harcamayacaktı. Hayatındaki amaca dahil değildi.

"Senin gibi bir adamın yanına gönderip öylece geri dönmesini bekleyecek değildim."

Kurduğu cümleden azıcık da olsa olumsuz yönde etkilenmesini beklemişti fakat aksine adamın burnundan verdiği bir nefesle alayla güldüğünü işitti. Bu sinirlerini daha da bozunca karnındaki koldan kurtulmaya çalışsa da nafileydi. Akel Mir'in kirli sakalların süslediği yanağının baskısını kendi soğuk yanağında hissedince nefesinin kesildiğini hissetti.

"O şimdi nerede, Kışla?"

Tok sesten işittiği kendi soyadından ziyade alaycı tavrına hayret etti. Yağız'a onu ne olursa olsun kendi evine götürmesi gerektiğini söylemişti. Ama Giz bir yerde durmak istemiyorsa durmazdı, bunu da biliyordu. Asıl hayret ettiği bu adamın bunu biliyor olmasıydı. Yağız'a güvenmediği için takip ettirmiş olması dışında hiçbir mantıklı sebep göremiyordu. Mir'in amacını anlayamıyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama öğreneceğim. Sen Giz'in sana duyduğu menfaatsiz sevginin zerresini hak etmeyen şerefsizin tekisin," diye tısladı. Kıpırdanmadığı için gevşeyen kollardan ani bir tavırla kurtulup yüzüne bile bakmadan evin çıkışına yöneldi.

"'Senin gibi bir adam' dedin... Demek benim kim olduğumu biliyorsun."

Adımlarını bıçak gibi kesen o ses kıyametinin habercisiydi. Elleri iki yanında yumruk oldu.

"Peki ya o senin gerçekte kim olduğunu biliyor mu, Kara Delik?"

Üzerinde bir günah gibi taşıdığı lanetinin gereğince onun yanında ışık barınamazdı. O bir kara delikti, bütün ışıkları içine hapsederdi. Bu yüzdendi uzun uzun Giz'in parıldayan harelerine bakamaması. Onu hem kendi lanetinden hem de ışığını söndürecek diğer bütün kötülüklerden uzak tutmayı kendine ilke edinmişti.

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 12.03.2025 01:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...