8. Bölüm

8. Bölüm | Vakti Gelince

Kalanların Ardından
kalanlarinardindan

 

 

"Hayat, sık sık annemin gözlerinden sızıp, yanaklarından aşağıya doğru törensel bir havada iniyordu."

 

Tarık Tufan | Ve Sen Kuş Olur Gidersin

 

Bölüm Şarkısı: Gittiğinden Beri | Badem

 

Çiçek'in günlüğü.

 

Babamın yazgıma dokunuşu, güzel ismim.

Çiçek.

En mahir olduğum husus insanları mutlu etmekle ilgiliydi. Tıpkı bir çiçeğin yaptığı gibi. Çocukluğumdan, en küçüklüğümden kendime vazife edinmiştim. Benim bu dünyadaki işlevim de buydu kendimce. Belki de ben öyle olsun istedim.

Sevilmek istiyordum. Çünkü seviyordum.

Sevildim. Herkes sevdi ama ben bir kişi tarafından öyle sevilmedim ki, başka hiçkimseninki yetmedi. Hâl böyleyken kendi hesabımı koymalıydım. Ben de çareyi daha çok sevmekte aradım. O sevmedikçe daha çok sevdim. Belki sirayet eder diye.

Öyle olmadı elbette.

Şimdilerde anlıyorum. Ateşlerde yanacak kadar ona tutulduğumu idrak ettiğim anlardaki sandığım gibi bir virüs değilmiş aşk. Bulaşıcı değilmiş. Sadece beni yakan bir ateşmiş. Ben ateşlerde değilmişim, ateş bendeymiş. Annem dirilse, şefkatli elleriyle alnıma koyacağı sirkeli bezin dahi söndüremeyeceği bir ateş bu.

21 Kasım.

Kahverengi yüzeyli eski defterin ilk sayfasıydı. Nasıl bir sızıydı ona bunları yazdıran? Bir adamın aşkı bir insanı böylesine tüketebilir miydi? Kalbime giren ince sızıyla daha fazla defteri okuyamayacağımı anladım. Kilitli komodine yerleştirmek amacıyla soluma döndüğümde gördüğüm bedenle son anda çığlığımı yuttum.

Geniş yatağımın diğer ucundaydı. Sağ kolunu gözlerine siper etmiş, sessizce uzanıyordu. Nasıl bir dalgınlıktı bu? Değil gelişini, belki de dakikalardır yanımda olan bedenini bile fark edememiştim.

"Buraya nasıl girdin sen?" diye sordum irileşen gözlerimle. Göze görünmeden içeri girmesi neredeyse imkansızdı fakat o Naz'dı. Yapmak isteyip de yapamadığı bir şeyin olup olmadığından emin olamıyorum çoğu zaman. "Çıldırmış olmalısın! Ya fark etselerdi?"

Sesimi kısık tutmak için üstün bir çaba sarfediyordum. Nihayet kolunu gözlerinden indirip bitkin bakışlarını yüzüme çevirdi. Bu hali beni şaşırtsa da üzerinde fazla durmadım.

"Sana eve dön demiştim," derken sesinde gizleme gereği duymadığı bir soğukluk vardı. "Kimseden korkum yok."

Dediklerini duymazdan gelmeyi tercih edip üzerinden atlayıp yatağın diğer tarafına geçtim. Kilitli komodinin her daim boynumda taşıdığım anahtarı yerleştirip şifresini girdim. Ahşap kutunun yanına sıkı sıkı kavradığım defteri yerleştirip tekrardan kapağını kapattım.

Ağabeyimin peşine düşmem bu defteri bulmamla başlamıştı. Babamın şirketiyle ilgili sakladığı önemli belgelerin bulunduğu kasanın içindeki gizli bölmeyi keşfetmiştim. Mir'imin annesi Çiçek Kandemir'e ait bir günlük bulmuştum. Kısa bir süre sonra, vaktiyle İclal Karakurt ve Alper Karakurt'un Çiçek Hanımın şaibeli ölümünün ardından açılan soruşturmada bu günlüğü bunun bir cinayetten ziyade bir intihar olduğunu destekleyen bir unsur olarak kullanmış olduklarını öğrendim. Cinayet olduğuna dair herhangi bir delil olmamasıysa cabasıydı. Hiçbir zaman teferruatlı bir şekilde incelemeye cesaretim olmamıştı.

"Defteri daha güvenli bir yerde saklaman gerekir."

Başımı olumsuzca salladım. Kasaya bu defterin aynısını yerleştirmiştim. Hiçkimse nefret ettiği, bahsinin geçmesini istemediği bir insanın hatıralarına sızmak istemezdi.

"Burası yeterince güvenli."

"Bu kilit ve şifre mi koruyacak o defteri?" derken sesinde bariz bir alay vardı. "Kilitli bir komodininin olması bile başlı başına bir şeyleri sakladığının ilanı."

Tekrardan yatağın diğer tarafına geçip onun gibi odamın tavanına çevirdim bakışlarımı. Dudaklarımda engel olamadığım bir tebessüm vardı.

"Salak değilim," diye başladığım cümlemi "Öylesin," diye kestiğinde istemsizce gözlerimi devirdim. "İclal Hanım çoktan açıp baktı. Ahşap kutunun içinde sakladığım şeyin ne olduğunu öğrendi ve tehlike arz etmediğini teyit etti."

"Günlüğü görmedi."

"Hayır." Kaşlarım hafifçe çatılırken bakışlarım tavandaki varla yok arası siyah küçük noktaya kilitlenmişti. "Hiç kimse, eğer salak değilse, gizlediği bir nesneyi öyle bir yere saklamaz."

"Yani salaksın."

"Hayır, şeytanın İclal Zuhal Karakurt şubesiyim. Ondan kaptım bir şeyler," derken hissettiğim hüzne rağmen alay ediyordum. Onun kızı olarak dünyaya gelmek benim en büyük sınavımdı hiç şüphesiz.

Derin bir nefes çektim ciğerlerime.

"Az önce ilk sayfasını okumaya cesaret ettim." Boğazımda hissettiğim yumruyla yüzüm buruştu.

Naz çoğu zaman yaptığı gibi sükuta sığınmayı tercih etti. Akabinde yorgun sesini işittim.

"Aklını başka bir şey kurcalıyor." Bakışlarını yüzümde hissetsem de gözlerimi tavandaki lekeden ayırmadım. "Söyle."

"Naz," diye soludum. Günün yorgunluğu aniden üzerime çökmüş gibi hissediyordum. "Bu günlüğün son sayfaları eksik. Defterden koparılmış."

Yüzüne bakmasam da iki kaşının ortasında bir yarığın oluştuğuna emindim.

"Kendisi koparmış olabilir."

Başımı onaylamazca salladım.

"Zanla hareket etmeyi göze alabileceğim bir durum değil bu," dedim kısıkça.

"O sayfaları babanla annenin kopardığını mı düşünüyorsun? Öyle olsa bile ellerinde tutacak değiller. İlk anda imha etmişlerdir."

Hakkı vardı. Fakat bu meselede öğreneceğim en ufak bilginin bile yadsınamayacak önemi vardı. Bunu göz ardı edemezdim.

"Bu bile bir adım sayılmaz mı, Naz?" Küçük bir iç çekip sol tarafa döndüm. Gözlerimi düşünceyle yorgun yüzünde gezdirirken, "Ufacık bir umuda, bir ipucuya o kadar ihtiyacım var ki," diye mırıldandım.

Labradorit rengi gözlerini göz kapaklarının ardına sakladı. Çatık kaşları hâlâ düzelmemişti.

"Başka bir şey daha var. Değil mi?" diye sordu.

"Anlamıyorum. Babam bu defteri neden saklamış olabilir ki?"

Aslında bununla ilgili bir tahminim vardı. Her ne kadar bu gerçeği görmezden gelmek için çabalasam da Alper Karakurt bana kendince kıymet veriyordu. Baba yadigarı işi ve benim haricimde değer verdiği hiçbir şey olduğunu düşünmüyordum. Buna uğruna acımasızca bir çiçeği soldurduğu İclal Karakurt da dahildi. Günü birlik heveslerinin acımasızlığı, dolaylı yoldan da olsa, sonuç olarak masum bir can almıştı. Üstelik kendi kanından kendi canından olan bir çocuğa acımaksızın çektirdiği işkencelerin haddi hesabı yoktu. O gerçekten aşağılık bir adamdı.

"Ağabeyine ne zaman bu günlükten bahsedeceksin."

Bu gece yaşananlar tekrar zihnime üşüşence gözlerimi Naz'ın yüzünden çekip mor rengindeki desensiz yastığıma indirdim.

"Onu tanıyorum. Yerinde durmayacaktır. Başını belaya sokmasından çok korkuyorum." Gözlerimi usulca yumdum. "Bu sır bir müddet benimle kalacak," diye mırıldandım.

Uzun bir süre ikimiz de sessizliği bölüştük. Abajurun yaydığı loş ışıktan mı yoksa günün yorgunluğundan mı bilinmez, göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Zihnimdeki kargaşa dinmek bilmese de vücudumun direnci gittikçe kırılıyordu.

Kafamın içindeki o mahşer meydanının tam ortasında bir adam dikiliyordu. Koyu kahve gözleriyle beni izliyordu. Öylesine güzeldi ki orada öylece durmuş beni bekliyor olamazdı. Benim bir yanım ölüm, bir yanım intikam çiçeğiydi. Ona kanlı avuçlarımdan başka sunacak hiçbir şeyim yoktu. Her şeye rağmen, tüm o kargaşaya, kötülüğe, pisliğe rağmen onu orada görebilmek güzeldi. Bencilceydi belki fakat güzeldi. Elim benden bağımsız bir şekilde kalbimi buldu.

"Eğer hesap sormayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun."

Çoktan uykuya dalmış olduğunu sandığım Naz'ın aniden yerinden hafifçe doğrulup sırtını yatak başlığına yaslamasıyla irkilip ondan tarafı döndüm. Yüzündeki ifadesizliğin beni gerdiği nadir anlardan birini daha yaşıyordum. Kaçamayacağımı anlayınca oflayarak doğruldum. Dizlerimi karnıma doğru çekip kollarımı etrafına doladım.

"O odada ne yaşandı da sen o hale geldin?"

"Şerefsiz Yağız," diye homurdandım. "Hiç boşuna öyle dik dik bakma bana. Her şeyi yumurtlamak zorunda değil. Ama görür o," diye hayıflanmaya devam ettim.

"Giz!"

"Endişeni de, öfkeni de anlıyorum ama merak etme. O halde olmam sadece kendimle ilgili." Küçük bir iç çektim. Bakışlarım ellerimi bulurken "O bana zarar vermez," diye fısıldadım.

"Veremez de zaten." Sesindeki soğukluğun tenimi ürperttiğini hissettim. Tereddütlü bakışlarım yüzünde gezindi. Bu konuyla ilgili kafasında herhangi bir soru işareti kalsın istemiyordum. Gergince ensemi kaşımaya başladım.

"Her zamanki gibi onun karşısında bütün kalkanlarım iniyor. İçimde yıllarca ona karşı büyüttüğüm kırgınlığım ve özlemim onunla konuşunca yakama yapışıyor. Ben de dayanamadım." Omuzlarım yenilgiyle çöktü. "Ama merak etme, onun karşısındayken dimdik durdum. O görmedi."

"Ama yanındaki gördü." Sırtını başlıktan ayırıp elini belindeki silahına attı. İşlemeli siyah tabancasını komodinin üzerine bıraktı. Alışık olduğum bir görüntüydü ama her defasında olduğu gibi yine kendimi bütün algılarım o silahta yoğunlaşırken buldum. Öyleki söylediği şeyi bende bomba etkisi yaratacak sonraki cümlesine dek algılayamamıştım bile. "Kayra Arıkan," dedi tok bir sesle.

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. "Naz," diye mırıldandım. "Sana onun ismini söylediğimi hatırlamıyorum."

"Takılman gereken ayrıntılar bunlar değil."

"Aslında," diye mırıldanırken gözlerim tekrardan tabancayı buldu. "Takılmam gereken nokta tam olarak bu. Benden ısrarla gizlediğin o gizemli dünyanı merak ediyorum."

Öyleydi. O benim hayatıma dair her ayrıntıya hâkimdi. O benim ailemdi. Fakat bariz bir şekilde benden sakındığı bir yönü vardı. Gizlemiyordu. Gizleyecek olsa bana hiçbir şekilde sezdirmezdi, Naz fazlasıyla zeki bir kadındı.

Geçmişi acılar mezarlığıydı. Onlardan bana hiç uzun uzun bahsetmemişti ama o acıların büyüklüğünü sadece labradorit rengi gözlerine bakınca bile görüyordum.

Çoğu zaman onu Akel Mir'e benzetiyordum. Harelerindeki o yeri göğü sarsan feryat aynı dilden kopuyor gibiydi.

"Hem," diye birden yükselirken hem ortamdaki kasvetli dağıtmaya çalışıyor, hem de cevabını merak ettiğim bir soruyu sormaya hazırlanıyordum. "Neden ağabeyimle konuştuğunu daha önce söylemedin? Ve, Allah aşkına Naz, nasıl bir ortamda konuştunuz ki adam bana 'arkadaşının başına koyduğu adam' diye bahsetti Yağız'dan? Bunu nereden bilebilir?" diye nefes almadan aklımdakileri tek tek sıralarken Naz çoktan yatağa tekrardan uzanmış ve sırtını bana dönmüştü.

"Kime diyorum ya?"

"Şşt! Alo!"

"Ben niye hesap sorunca aynı etkiyi yaratmıyor," diye söylenirken onun gibi yatağa ben de uzandım. "Bir dahaki sefere ben de sana cevap vermeyeceğim. Görürsün sen."

Sırtına dik dik bakarken ona hangi hakareti etsem diye düşünüyordum.

"Bu arada," diye homurdanırken huysuz bir çocuğa benzediğimin farkındaydım. "O Yağız olacak kişi kelimenin tam anlamıyla bir şerefsizdir. Aksini iddia eden de bizden değildir."

***

"Yine o kızın yanına mı gidiyorsun?"

Duyduğum sert sesle bakışlarım donuklaştı. Hiçbir insan annesinin sesiyle üşümezdi, üşümemeliydi. Onu sevmiyordum ve onu sevmemek beni üşütüyordu.

Gözlerimi istemsizce yumup tekrar açtım. Sıkı sıkıya kavradığım kulpu bırakmadan vücudumu İclal Zuhal Karakurt'a çevirdim.

Öylesine sarsılmaz duruyordu ki sanki onu hiçbir acı yok edemezmiş gibi geliyordu. Fakat onun da bir zaafı vardı. Babama duyduğu saplantılı aşkın işlediği bütün günahların keçisi olduğunu bilmesem, onu bir dağ sanırdım. Hiçbir zelzelede çökmeyen bir dağ.

Suskunluğumdan rahatsız olduğunu biliyordum. Buna rağmen büyük bir sakinlikle konuşmayı sürdürdü.

"Senin evin burası. Babanın sana taviz veriyor olmasını fırsat bilip kuralları esnetme."

"Babam," diye fısıldadım yalnızca kendimin duyacağı bir sesle. Ensemde bir sıcaklık yayılmaya başlıyordu. Öfkem vücudumu tesiri altına almaya başlıyordu. Kızgınlığımın meyvesi olan ısı bir kısır döngüdeymişçesine öfkemi daha da harlıyordu sanki.

Sabrediyordum.

"Burası benim evim değil. Hiç kimseden taviz beklemiyorum," derken herbir kelimemi vurguladım.

Ona daha fazla tahammül etmek istemedim. Varlığını yok sayıp kapıyı araladım. Yüzüme çarpan temiz havayla ciğerlerime derin bir nefes çektim. Ayağındaki zincirden kurtulmuş bir güvercinin sevinci çırpındı kalbimde. Akabinde annemin sesi ölüm kisvesine bürünüp eceli oldu sevincimin.

"Onu buldun, değil mi?"

Endişe ve korku kanıma bulanmış, damarlarımda geziniyordu. Akel Mir'i bulduğumu öğrenmiş miydi?

Ani bir hareketle tekrardan arkama döndüm. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sertçe çıkıştım. Amacım endişemi gizlemekti.

İfadesiz yüzünde yeşeren o alaycı gülümseme midemi bulandırdı. Onun varlığından nefret ediyordum.

Bana doğru ağırca yürüyüp birkaç adım ötemde durdu. Attığı her adımda topuklu ayakkabılarından yayılan o ses her defasında beynime balyoz gibi iniyordu. Ensesinde sıkı bir topuzla topladığı saçları yüzünü geriyordu. Buna rağmen gözlerinin kenarında oluşan kırışıklıkları gizleyemiyordu. Yine de güzel bir kadındı. İçiyse sadece kötü olamayacak kadar şeytana yuva olmuştu.

"Sen benim kızımsın," diyen tok sesiyle sertçe yutkundum. "Bir süredir gözlerinde gördüğüm o farklı parıltının tek sebebi o olabilir."

İrkilsem de sessiz kalmayı tercih ettim. Ağabeyimi aradığımı zaten biliyordu. Fakat onu bir süre önce bulmuş olduğumdan haberi yoktu.

"Ne oldu? Seni kabul etmedi, öyle değil mi?" Bana doğru bir adım daha attı ve dilinin ucundaki zehri kusmaya devam etti. "Ne sanıyordun? Seni gördüğünde kardeşi olarak kabul edeceğini mi?"

Çocukluğum beliriverdi yine. İclal Zuhal'ın arkasında durmuş, küskün gözlerinden inciler akıtıyordu benim yerime. Saydım, kurduğu her cümlede bir gözyaşı fütursuzca akıyordu göz pınarlarından. Ondan gözlerimi ayırmadım. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım.

"O senin ağabeyin değil, Giz. Senin damarlarında benim kanım dolaştıkça o adam seni kabul eder mi sanıyorsun?"

"O," diye hırladım aniden gözlerimi onunkilerle buluşturduktan sonra. "Benim ağabeyim."

Bir hışımla orayı terk ederken yüzüme çarpan rüzgardan yanaklarımın ıslandığını fark ettim.

"Git, kırıl ve anla. Senin ailen biziz," diye ardımdan haykırdı.

Mümkün olsaydı eğer kanımı onun kanından arındırmaz mıydım?

"Yine kırdın kalbimi, Mir'im." Sertçe yutkundum. "O kadını haklı çıkardığın için küsüm sana."

Ağabeyimin bilmediği ve umursamadığı sebeplere bir tane daha eklenmişti. O da diğerleri gibi kalbimde bir sızı olarak kalacaktı.

***

"Ağabeyini bulmandaki asıl amacı bilmiyor," diye sesli bir tespitte bulundu Yazgı. Kollarını birbirine dolamış, yaslandığı pencere pervazından kaşları çatık bir şekilde beni dinliyordu.

"Bilmiyor," diye onayladım onu. Alnımı sertçe ovalayıp yüzümü buruşturdum. "Bilmediğinden zaten emindim."

"Günlüğün varlığı ortadayken senin ağabeyini bulmanı bu kadar sakin karşılaması bana hiç mantıklı gelmiyor, Giz."

"Çünkü babamın o günlüğü sakladığını bilmiyor,"

Kaşları hayretle havalandı.

"Böyle bir şeyi o kadından neden gizlesin?"

Nihayet hazırladığım sıcak çikolatayı elime almadan önce tezgahın üstüne oturdum.

"O kadarını ben de bilmiyorum," dedim küçük bir yudum almadan hemen önce. "Ama eminim, haberi yok. Onun tek derdi ağabeyime yakınlaşmam." Gözlerimi salladığım ayaklarıma diktim. "Üstelik dedikleri kısmen doğruydu," diye fısıldadım.

Yaslandığı pervazdan ayrılıp usulca yanıma adımladı. Eline omzuma koyup samimi bir tebessümle gözlerime baktı. Ona mukabele ederken bir kez daha benim için ne denli kıymetli olduğunu hatırladım. Yazgı, her ne kadar dışarıdan ketum dursa da, tanıdığım en samimi insanlardandı. Aslında bu tavrının yalnızca değer verdiği insanlara özgü olduğunu bilmek beni mutlu ediyordu. O da en az ikizi Yağız kadar kıymetliydi benim nezdimde.

"Naz yok ama sen buradasın. Ne iş?" diye sordum ortamdaki havayı dağıtmak amacıyla. Esasında merak etmiyor da değildim. Sabah uyandığımda yanımda görememiştim onu. Çoktan gizlice çıkmıştı. Kendi evinde de değildi üstelik.

"Naz Hanım buraya geleceğini biliyordu ve yalnız kalmanı istemedi." Belini tezgaha yaslayıp bir haber kanalının açık olduğu televizyon ekranına dikti gözlerini. "Benim de işime geldi hem," deyip omuz silkti.

"Yağız Naz'la o zaman," diye bir tespitte bulundum ve sıcak çikolatamdan büyük bir yudum aldım.

"Dün sizin aranızda ne geçti? Dün akşam Yağız biraz gergin gibiydi."

"Beter olsun o hain," diye bir anda sinirle parlamamla dudakları usulca kıvrıldı. "Yahu her haltı yetiştirmek zorunda mısın? Üstelik bana gerizekalı iması da yaptı. Neyse ki ben de peşin peşin aldım intikamımı," diye nefes almadan konuştum.

"Ne yaptın?"

"Açılay'a savunma dersleri verecek," diye konuştum umursamazca.

Aniden bana dönmesiyle bir an irkilsem de bu tepkisini normal karşıladım.

"Ne yapacak dedin?" Şaşkınlıktan çattığı kaşlarıyla ifademi ciddiyetimi ölçmek istercesine süzdü.

"Duydun," dedim. "Açılay'dan bahsetmiştim zaten. Ona savunma teknikleri öğreteceğime dair söz vermiştim. Ve bu işi Yağız'a havale ettim."

"Demek o yüzden... Giz, Yağız mevzu bahis. Farkında mısın?"

"Hak etmişti ama," diye itiraz ettim.

Seslice gülüp başını iki yana salladı.

"Bırak bir kadına ders vermeyi bizim haricimizde hiçkimseyle konuşmuyor bile. Nasıl olacak o iş?"

"Bana ne? Zaten kolay olsaydı adı ceza olmazdı."

Aslında söylediklerindeki haklılık payının yeni yeni farkına varıyordum. Bir anlık sinir ve gafletle böyle bir şey yapmıştım ama bu işin sonunda Açılay'ın kırılma olasılığı da vardı. Çünkü onun tam zıddıydı, Yağız. O kırılgan ve nazikti, Yağız'sa vurdumduymaz ve fazlasıyla kabaydı. Fakat o kararı alırken sinirimin yanı sıra çok başka bir hissiyat yönetmişti beni.

"Kız umarım kırılmaz," dedi ciddi ama hâlâ alayın kırıntılarını taşıyan bir sesle.

"Hele bir kırsın. Yapacaklarımdan korkması gerekecek o adi Yağız'ın." Elimdeki boşalmış kupayı bırakıp tezgahtan indim.

"Senden gerçekten de korkulur," diye mırıldandığını duydum.

 

Gönderilen: Şerefsiz Yağız

Kaç sen kaç.

***

"Burası solistlere ayrılan oda. Burada dinlenebilirsiniz Giz Hanım," diyen orta yaşlarının sonunda olan adama baktım. İsmi Serhat'tı diye hatırlıyordum. "Sizin olmadığınız günlerde Eren bey kullanacak. Bu yüzden kişisel eşyalarınızı bırakmamanızı tavsiye ederim."

İçten bir şekilde gülümsedim.

"Teşekkür ederim ama sizden bir ricam olacak."

Kaşlarını çatıp başını hafifçe eğdi. Bu onun dilinde 'seni dinliyorum' demekti.

"Benden yaşça büyüksün. Ben sana 'Serhat ağabey' desem, sen de bana ismimle seslensen olmaz mı?" Omuzlarımı silktim. "Belli ki birlikte çok zaman geçireceğiz."

Dudakları usulca kıvrılırken başını olumluca salladı.

"Peki madem," dedi. "Demek ismimi hatırlıyorsun."

"Evet," deyiverdim mahcup bir şekilde. "O akşam amacım asla bu olmasa da seni biraz kullanmış gibi oldum." Dudaklarımı birbirine bastırmadan önce utançla fısıldadım. "Özür dilerim."

"Ziyanı yok, kızım." dedi babacan bir tavırla. "Ben seni anladım. Dert edinme o akşamı kendine, tamam mı?"

"Sağol Serhat ağabey," dedim kocaman bir gülümsemeyle. Mahcubiyetim bütünüyle gitmiş sayılmazdı yine de.

Bulunduğumuz küçük sayılabilecek odadan çıkmak üzereydi ki durup omzunun üzerinden bana baktı. Bir şey söyleyip ya da söylememek arasında kalmış bir ifadeyle bakıyordu bana. Nihayet dudaklarını araladığında söyledikleriyle yanaklarımın kızardığını hissettim.

"Geldiğinden beri gözlerin etrafta dolaşıyor. Ya ağabeyini arıyorsun ya da Kayra'yı." Sözleri beni yerin bilmem kaç kat dibine sokarken tekrar önüne döndü. Kayra ne alakaydı hem? "Akel gelmedi henüz. Kayra da Açılay kızımı getirecekti."

"Ağabeyimi merak etmiştim ben," diye mırıldandım bana hiç mi hiç yakışmayan bir utangaçlıkla.

Hafifçe gülüp çıkmasıyla daha da kızardığımı hissediyordum. Sertçe yüzümü sıvazladım.

"Hayır ama ya," diye hayıflandım. "Allah'ım canımı al lütfen!"

"Ya beni?"

Ne zamandır duymayı deli gibi istediğim o ses ilişti kulaklarıma. Ama Tanrı aşkına, birkaç dakika sonra gelseydi olmaz mıydı?

Ellerimi yüzümden ayırırken sertçe yutkundum. Bütün ihtişamlığıyla karşımdaydı kahve gözlerin sahibi. Üzerinde salaş haki bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Yüzündeki ifadeyi anlayamasam da gözlerindeki parıltıları görüyordum.

Gergince ensemi kaşıdım.

Ne diyeceğimi bilemememin sıkıntısıyla bir an bocalasam da, "Selam," deyiverdim nihayet.

Yanıtlamak yerine usulca bana doğru bir adım attı. O ana dek aramızdaki mesafenin kısalığı dikkatimi çekmemişti bile. Onun ruhundan benim ruhuma uzanan bir ip vardı ve bizi teklifsizce birbirimize çekiyordu. Üstelik bu öylesine hızlı ve öngörülmez bir biçimde oluyordu ki tepki dahi veremiyorduk. Günün sonunda ben kendimi yine onun hayaliyle uykuya dalarken buluyordum.

O da benim gibi hissediyor muydu?

"Soruma cevap vermeyecek misin?"

"Ne sormuştun? Duymamışım da," diye geveledim ağızımın içinde.

Bana doğru bir adım daha atınca ben de biraz geriledim istemsizce. Odanın kapısını kapatıp tekrar bana doğru yanaştığında kalp atışlarımı duymasından korktum.

Aramızdaki çekim günbegün daha da kuvvet kazanıyordu ve bu beni ölesiye korkutuyordu. Ondan kaçmak ve ona doğru koşup ona sığınmak arasında sıkışıp kalmıştım.

Hayır! Kimi kandırıyordum ki? Gönlüm kapılarını ardına kadar açalı çok oluyordu ve ben buna mani olacak herhangi bir şey yapmamıştım.

Üstelik, imkansızdık.

"Sorun değil," dedi. "Senin için tekrarlayacağım."

Sağ elini kaldırıp avucunu yanağıma yaslayınca kirpiklerimin titrediğini hissettim. Zamandan soyutlanmıştık. Yeryüzünde bir tek o ve ben vardık.

Kahve gözlerindeki yangın daha da harlıydı. O da benimle aynı kuyuya düşmüş müydü gerçekten de?

"Beni merak ettin mi?"

Onun gözlerinin en içine bakıp, "Merak etmek ne kelime, Kayra? Bana ne yaptın da ciğerlerimi havayla değil senin özleminle dolduruyorum?" demek geçti içimden. Fakat hiçbir zaman laflarımı esirgemeyen ben, onun karşısında lâl oluyordum. Belki de imkansızlığımızdı beni ahraz eden.

Soğuk başparmağı elmacık kemiğimi yumuşakça okşarken gözlerimi kapatmamak için direndim. Gözleri yüzümü arşınlıyordu.

"Güz Güneşi," diye mırıldandı. "Ölü kainatı güzelleştirmek için gelmişsin sanki."

Tok sesinden işittiğim herbir kelime kalbime düşüp orada filizleniyordu.

Ruhum ona ezelden aşinaydı.

"Seni gördüğüm için çok mutluyum, Kayra," diye mırıldandım. Ona "Seni merak ettim," demek yerine hislerimin arasından en hafif olanını dile getirdim. Üstelik beni anladı ve gülümseyerek bana mutluluğun en büyüğünü bahşetti.

Parmağı yüzümden uzaklaşınca ne zamandır tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Ellerini cebine koyup başını indirmeden bana bakmaya başladı.

Neden sonra, "Heyecanlı mısın?" diye sordu.

Aklıma Akel Mir'in gelmesiyle yüzümdeki gülümseme bir parça kırıldı.

"Pek sayılmaz," diye mırıldandım.

Yalan da sayılmazdı. Kalabalığa şarkı söylemek çok fazla deneyimlediğim bir şey değildi ama kalabalıktan çekinen bir yapım yoktu.

"Akel'i düşünüyorsun," diye bir tespitte bulundu. Başımla onayladım.

"Umarım beni işe almak için ısrar etmen aranızı bozmamıştır."

"Böyle sebeplerden birbirimize sırt çevirmeyiz. Endişelenme," dediğinde bir yanımın hüzne bulandığı hissettim.

"Haklısın," diye kısıkça mırıldandım. "O sadece bana sırt çevirir."

Ağabeyimin adı geçince yüreğime çöreklenen hayal kırıklığı onun da ifadesine tesir edince kendimi hızla toparladım.

Gözlerim sade odada gezindi. Şık bordo bir koltuk, bir makyaj masası ve birkaç müzik aletinden başka bir şey yoktu. Yine de güzel ve garip bir şekilde huzurluydu. Arkamda kalan lavaboya ait olduğunu düşündüğüm başka bir kapı daha vardı. Sağ tarafımdaysa balkona çıkan bir kapı vardı.

"Burayı sevdim. Eren Beyin dağınık olmamasına ayrıca sevindim." Yüzümü ekşittim. "Nefret ediyorum dağınıklıktan."

Bakışlarının birden değişti. "Adını nereden biliyorsun?" diye sordu düz bir sesle. "Tanıştınız mı?"

"Pek sayılmaz," dedim şaşkınca.

"Ha yani konuştunuz ama tanışmaya zamanınız olmadı, öyle mi?"

Kaşlarım çatıldı.

"Kayra, neden soruyorsun? Eren beyle ilgili bilmem gereken bir şey mi var?"

"Bir bitmiyorlar ki, anasını satayım."

Gergin yüzünü sağ tarafına çevirip bir şeyler homurdandı. Tavrındaki ani değişiklik beni hayrete düşürmüştü.

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, "İyi misin sen?" diye sordum. "Mir'e şarkı söylediğim o gece görmüştüm. Sahneye çıkmama yardım etmişti, o kadar."

Neden bir açıklama yapma gereği duyduğumu yazıktır ki biliyordum. Fakat Kayra'nın da aynı sebepten sorgulayıp sorgulamadığını bilmiyordum.

Ya umduğumun aksine, o benimle aynı yarayı almamışsa? Ki bu yara, yaraların en güzelidir.

Ya kalbi kalbimle aynı şarkıya ritim tutmuyorsa?

"Umuttan vurgunlar yedim, Kayra," diye haykırdı ruhum. "Beni umudumdan vurma."

Kara gözlerim kahvenin en acı tonuna sahip gözlerine mühürlendi dakikalar boyunca. Neden sonra destursuz açılan kapıyla mühür paramparça oldu.

"Kardeşim?"

Adının Baybars olduğunu hatırladığım kumral adamdı. Gözlerinde ve ifadesinde asla aşikâr etmekten gocunmadığı bir imayla bakıyordu bize.

"Davar! Kapı çalma adetin yok mu senin?" diye öfkeyle söylendi, Kayra.

Kapıyı kapatma gereği duymadan yüzünde hin bir gülüşle yanımıza geldi. Yüz kızartacak bir imayla bir bana, bir Kayra'ya baktı.

"Niye ki?" Abartılı bir şekilde göz kırpıp kaş göz işareti yaptı. Utançtan ölüyor olmasaydım bu haline katıla katıla gülebilirdim. "Yanlış bir zamanda mı geldim yoksa?"

"Zevzek," diye homurdandı. "Açılay seni arıyordu. O nerede?"

"Baybars ağabey!"

"Hah! İti an, ço- ah!"

Kayra öyle sert vurmuştu ki bir an kendime engel olamayıp şaşkınlıktan çığlık atacağımı sandım.

"Şunları kullanmayı bilmiyorsan sus diye kaç kere uyardım?"

Açılay yüzünde ışıltılı bir gülümsemeyle yanıma geldi. Hayretimi bir kenara bırakıp ona aynı şekilde mukabele ettim.

"Benim kültürlü oluşumu çekemiyorsun," dedi sahte bir ciddiyetle. "Her şeyimle vur, ama edebiyat bilgimle asla."

"Bak şimdi," diye kulağıma fısıldadı, Açılay. Sıcakkanlılığına şaşırsam da belli etmedim.

"Lan? Sen değil miydin geçen konuştuğun kıza 'En sevdiğim yazar Gönül Yazar, en sevdiğim kitap henüz okumadığımdır,' diyen?" Düz düz Baybars'a baktı. "Ne edebiyat bilgisinden bahsediyorsun?"

Kendimi tutamayıp kahkahalarla güldüm. Eğer birisi yanımda böyle bir espri yapacak olsaydı muhtemelen yüzüm buruşurdu. Fakat Baybars'ın bunu içten gelerek, inanarak söylediğini yüzündeki düz ifadeden anlamak hiç de zor değildi. Gözümden birkaç damla yaşın süzüldüğünü hissettiğimde kendimi durdurmaya çalıştım. Açılay da bana katılmıştı. Gözlerim Kayra'ya değdiğinde gülüşüm yerini bir tebessüme emanet etti.

"Aslında," derken tekrardan Baybars'a döndüm. "Tam da benim vereceğim tarzdan bir yanıtmış. Sevmedim desem yalan olur."

Ellerini giydiği siyah kot pantolonun ceplerine havalı bir şekilde yerleştirip, ziyadesiyle laubalili bir tavırla, "Öyle mi? Çok etkilenden, değil mi?" diye sordu.

Hareketinden garip bir şekilde rahatsız olmamıştım. Aksine, oldukça sempatik geliyordu.

"Öyle," deyip başımla onayladım. "Bence biz çok iyi anlaşacağız."

Kayra'ya bakıp yine garip bir üslupla kaşlarını kaldırıp indirdi. Çenesinin ucuyla beni gösterip "Bu kız insan sarrafı," dedi. Akabinde milletçe 'hadi yine iyisin' diye bildiğimiz o meşhur baş hareketini yaptı. Emin olduğum bir şey vardı o da Baybars'ın büyük bir patavatsız olduğuydu.

Kayra, sert sayılabilecek bir üslupla onu süzünce Baybars gülüşünü daha da derinleştirdi. Açılay'sa hoş bir tebessümle izliyordu olan biteni.

"Boş boş çene çalmayı bırak. Ne söyleyecektin sen?"

"Akel seni çağırdı," dedi göz devirirken. Akabinde yüzüne tekrardan yerleşen o yüz kızartıcı ifadeyle istemsizce gözlerimi yere dikerken buldum kendimi. "Ben de bu olsa olsa buradadır dedim. Yanılmamışım da, ha?"

Cümlesi biter bitmez ensesine yediği dayakla irkildim.

Hem, neden böyle şeyler söylüyordu ki kendi içinde?

"Ne vuruyorsun kardeşim? Haklıymışım işte!" diye kendini hiddetle savunmaya başlayınca dudaklarımı birbirine bastırdım. İçimden bir ses bu meselenin bu ikisi için burada kapanmayacağını söylüyordu.

"Baybars ağabey," diye alayla söze girdi, Açılay. "Sizin burada olduğunuzu Serhat ağabey söyledi bana. Sana da o söylemiş."

Baybars bu defa cevap vermemeyi tercih etmiş gibiydi. Ya da artık verebileceği bir yanıt kalmamış da olabilirdi, bilemiyordum.

"Niye telefonla aramamış?"

Kayra çoktan konuyu kapatmış, sorgularcasına kaşlarını çatarak Baybars'tan yanıt bekliyordu.

"Aramış. Açmamışsın," dedi umursamazca omuz silkerken.

"O burada mı?" diye soruverdim bir anda. Tüm bakışların ağırlığını yüzümde hissetmek beni nedensizce gerdi. "Yani geldi mi?"

"Evet. Aynı anda girdik," diye yumuşak bir sesle beni yanıtladı, Açılay. "Odasına çıktı hemen."

Görünmez bir iğnenin kalbime battığını hissettim. Halbuki buraya gelirken beni görmezden gelmelerini öngörmüş, ve bunu bilerek her şeyi göze almıştım.

Tebessüm etmeye devam ettim.

"Telefonum sessizdeydi. Unutmuşum." Kayra bakışlarını yüzümde sabitleyip, "Onun yanına gidiyorum. Bir şeye ihtiyacın olduğunda bana gel. Yoksa Serhat ağabeye de gidebilirsin gönül rahatlığıyla. Nasıl olsa tanıştınız," dedi.

Başımı sallamakla yetindim.

Ortama aniden yerleşen garip havanın sebebi bendim. Açılay'ın anlayışlı bakışlarını yüzümde hissediyordum.

Neden sonra Baybars yarı ciddiyet yarı şakayla lafa atıldı.

"Beni adamdan saymıyor musun, Kayra? Alındım. Gücendim." Bakışlarını benimkileri bulurken güven veren bir gülümsemeyle baktı yüzüme. "Beni de unutma tabii. Ne zaman ihtiyacın olursa buradayım."

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım içten bir tebessümle.

Kayra koyu kahveleriyle yüzümü süzüp akabinde bir baş selamıyla odadan çıktı. Birkaç saniye boyunca gözlerimi kapıdan çekemediğimi fark edince irkilerek kendime geldim. Hiç kendim gibi davranmıyordum.

"Henüz çok vaktin var." Baybars elindeki telefonun ekranına baktı. "O zamana kadar üçümüz üst kattaki oyun odasında zaman geçirelim mi? Play Station oynamayı sever misin?"

Gözlerimi iri iri açıp işaret parmağımla istemsizce tavanı gösterdim.

"Üst katta oyun odası mı vardı?" diye hayretle sorduğumda Açılay'ın hoş kahkahası duyuldu. "Bu benim gözümden nasıl kaçmış olabilir?" diye sessizce mırıldandım. Baybars son dediğimi anlamazca baktı yüzüme. Eh, tabii. Gizli tünele kadar her şeyi bildiğimi söyleyecek olsam benden korkarlardı muhtemelen.

"Sadece bizim takıldığımız bir oda," dedi Açılay elini omzuma koyarken. "Artık sen de dahilsin."

Bu birilerinin hoşuna gitmeyebilirdi de... "Neyse," diye geçirdim içimden.

Omuz silkip, "Bana uyar," dedim.

"O zaman haydi gidelim," dedi Baybars. Onun bu enerji dolu haline gülümseyip onu takip etmeye başladım. Açılay bir adım gerimizden geliyordu. Bizim bahsettikleri odaya varıncaya dek konudan konuya geçişlerimizi dinliyordu. Ve konuştukça kendimi onlara daha yakın hissettiğimi fark ettim. Bu beni ürkütüyordu.

"Ama bir şey soracağım."

"Sor bakalım."

"Gönül Yazar'ın gerçekten de bir yazar olduğunu mu sanıyordun?"

***

"Kara Heyet'tin kuruluşu bu adamın şu anda sahip olduğu mekânı aldığı zamana tekabül ediyor."

"Yağız haklı, Naz Hanım." Yazgı büyük bir ciddiyetle tabancasını izleyen kadının üzerinden gözlerini ayırmıyordu. "Yeraltı dünyasındaki konumu Kara Heyet'le var olmuş gibi. Bundan öncesi yok."

"İmkânı yok, Yazgı," diye sessizce konuştu Naz. Elindeki silahını masaya bırakıp arkasına yaslandı. Gözlerini karşısında oturan ikiz kardeşlere dikti. Bakışları bomboş olsa da dimağını yoran çok fazla ayrıntı vardı. Uyku ona haramdı. "Heyet'in kuruluşundan bu yana yeni bir âza dahil edilmedi. Kurallar açık. Hiçbiri Heyet'le nâm salmamış."

"Evet," diye onayladı Yağız. "Aksine, sahip oldukları ünvanlarıyla bu konumdalar."

Naz usulca koltuğundan kalktı. Gökyüzü çoktan kararmış, yerini şehrin ışıklarının dahi karanlığa gömemediği yıldızlara devretmişti. Son zamanlarda sıkça zihnini meşgul ediyordu kara gözlerin sahibi. Elbetteki kim olduğunu biliyordu. Fakat edindiği bilgilerin ne denli yetersiz olduğunu o gece kendisine "Kara Delik" demesiyle daha da iyi kavramıştı.

Naz Kışla kendi soyunun son varisi olarak yeraltı dünyasının en güçlü isimlerindendi. Fakat isminden ziyade mahlasıyla bilinirdi, ki bu ikisinin aynı kişi oluşu bilinmeyen bir gerçekti.

"Bir Heyet âzası olarak sizi tanıyor olması da ufak da olsa ihtimal dahilinde," diye tekrardan konuşmaya başladı Yazgı. "Ama sizi 'Kara Delik' olan yanınızla bilmesi imkânsız." Gözleri gayriihtiyari bir şekilde ikiz kardeşinin sert yüzünü buldu. "Aslında henüz neden hiçbir âzanın birbirini göremediğini hâlâ anlamakta zorluk çektiğimi söyleyebilirim."

"Bu kuralın kalktığı o vakte yaklaşıyoruz," dedi düz bir tonda, Yağız.

"Nasıl?"

"İlk büyük toplantı gerçekleşecek, Yazgı."

Hayretle büyüyen gözlerini ona cevap veren Naz'a çevirdi. Şimdi dingin bir yüz ifadesiyle masasının üzerindeki isimliğe bakıyordu.

"Anlamadım?"

"Bilinmeyen bir sebepten dolayı kurucular böyle bir kural koymuşlar. Mühlet bitene dek her üyenin bir arada bulunduğu toplantılar yasaktı."

"Ama mühletin sonuna geldik," diye mırıldandı hâlâ şaşkınlığını taşıyan bir sesle. "Öyle mi?"

Naz cevap vermedi.

"Bu demek oluyor ki..."

"Akel Mir Karakurt'la nihayetinde aynı masaya oturabileceğiz."

Yazgı ayaklanıp odada volta atmaya başladı. Yağız'sa kardeşinin aklında dönenleri okuyabiliyormuşçasına dingin bakışlarla onu inceliyordu. Zihninden geçenleri sesli dile getirmesini bekliyordu. Ki bu çok da uzun sürmemişti.

"Ve gerçekte kim olduğunu anlayabileceğiz. Bir anda ortaya çıkması mümkün değilse bu adamın Kara Heyet'teki konumu sandığımızdan da sağlam."

Yağız nihayet duymak istediği cümleleri işitince boş bakışlarını tekrardan önündeki ahşap sehpaya indirdi.

"Sizce bu adamın amacı ne olabilir?" Sesinde hiçbir tereddüt yoktu genç kadının. "Giz'in ailesinin böyle bir geçmişi yok. İtinayla kaçtıkları herkesçe mâlum."

"Önceliğimiz Giz'e zararının dokunup dokunmayacağını anlamaktı." Yağız gözlerini diktiği yerden ayırmadan konuşmaya devam etti. "Amacı her neyse kız kardeşine zarar vermeyecektir."

Hayretle kardeşine döndü. Ellerini iki yana açıp, "Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin?" diye sordu. Ne olursa olsun kardeşini reddeden ve kötü bir dünyanın başrolünü üstlenmiş bir adamdı Akel Mir Karakurt. Onun incinmeyeceğine nasıl ikna olmuşlardı, aklı almıyordu.

"Çünkü, kardeşim," diye yanıtlarken gözlerini ona hayretle bakan harelere çevirdi. "Seni tehlikeden uzak tutmak için kendimden de uzaklaştırırdım."

Histerik bir gülüş firar etti genç kadının iki dudağının arasından. "Şimdi de o herifin bizim kızı önemsediğini falan mı söyleyeceksin?"

"Sevip sevmediğini bilemem." Derin bir nefes aldı. "Ama adamın hiçkimsenin kendisi yüzünden başına bela almasını isteyecek birisi olmadığına eminim. En azından bunu anlayacak kadar yeterince araştırdım."

"Yağız haklı, Yazgı." Naz renkli gözlerini göz kapaklarının ardına gizleyip ciğerlerini yakan bir soluğu misafir etti bedeninde. Her iki kardeşin de bakışları kadının bedenini buldu. "Karakurt'un amacını öğrenmekten vazgeçmeyeceğiz. Giz'in onun yanında tehlikede olmadığına emin olmasam onun yanına salmazdım."

"Haklısınız," diye mırıldandı. "Peki ona ne zaman Kara Heyet'ten bahsedeceksiniz?"

Genç kadının dudaklarının arasından dökülen bu soru Naz'ın da uzun süredir zihninde yankılanıyordu. Bunun net bir cevabı yoktu. Elinde olsaydı onu bundan ömrü boyunca uzak tutardı ama biliyordu ki Küçük'ü fazla zekiydi. Susuyor olması, bağızı şeyleri görmezden geliyor olması kör olduğu anlamına gelmiyordu.

"Vakti gelince," diye mırıldandı. "Vakti gelince, Yazgı."

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 04.04.2025 22:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...