26. Bölüm

“Zehirli Sarmaşık” 1. Kısım

Kalopsia
kalopsia

 

17. Bölüm

 

“Zehirli Sarmaşık”


 

Daha önce bir zehirli sarmaşık sardı mı bedeninizi? Dikenlerini fark ettirmeden batırdı mı? Zehri, çiçeklerini gösterirken kanınıza karıştı mı? Her insanın başına gelmez mi? Birisi diken olur, acıtır, Birisi zehirdir, bir diğeri ise çiçek. Fakat günün sonuda her bir kul bir sarmaşığın parçasıdır, ona dolanır: Kâh isteyerek, kâh zorla.

Bugün, hastanede düzenlenecek olan bir kermes ve benim için hayati risk taşıyan bir toplantı vardı. Bugün büyük gündü: Sunum günü. Yıllardır çabaladığım her şey bugün asıl yolculuğa götürebilirdi beni. Bugünü tarihe yazacaktım, bugün benim için devrimdi.

Üzerimde özenle giydiğim resmi takımım ve ayağıma geçirdiğim topuklularla yürüyordum. Yönetim kurulunun ve sunumu dinleyecek olanların burada olması sebebiyle birkaç sunum bu tarihe verilmişti. Sunumu bitirip diğerlerine katılacaktım.

Bütün günlüklerim, fotoğraflarım ve defterlerim hedeflerimle karalanmıştı: Her biri bir başka şeyin planı için kullanılmış, bir başka şeyi hapsetmişti. Her bir kelimem hedefti, hırstı. Her bir satır bugüne idi aslında: Pes edersen aç oku diyeydi, zorlanırsan tekrar eskiye dön bak diyeydi, çektiklerini unutma diyeydi.

Aslında her biri bu yolda konan kurallarımdı. İşe yaramışlar mıydı? Evet. Bugün buradaydım, hazırdım.

“Doktor Yansı Akar.” diye seslendi kapıyı aralayan kadın, ilk sıra bendeydi. Hızlıca oturduğum yerden kalktım; ellerim önümde bağlı fakat başım dik bir şekilde, sıcak olduğunu umduğum bir gülümseme ile girdim içeri. Jüriler, ekranın hemen karşısında oturmuş, bekliyorlardı. En ortadaki adam ben yerleşince konuştu:

“Hoşgeldiniz, Yansı hanım. Hazır olduğunuzda…” Adam, saçlarına düşmüş aklar ve göz çevresini sarmalayan kaz ayaklarının aksine sert bir mizaca sahipti. Tonton dede doktorlardan yoktu bu odada. Derin bir nefes aldım; nefes al, nefes ver…

“Değerli meslektaş hocalarım, saygıdeğer profesörlerim; ben doktor Yansı Akar. Uzman doktor olarak bir yıldan az bir süredir kalp ve damar cerrahisi alanında görevimi icra etmekteyim.”

Hocalar, sakin bir ifade ile dinliyordu beni. Hakkımdaki bilgiler önlerinde vardı lakin bakmadıklarına adım gibi emindim. İşimi sağlam kazığa bağlayacaktım şayet o kazığı gün sonunda kafama geçirmek istemiyordum.

“Bugün sizlere sunacak olduğum projenin tohumları staj dönemimde ekildi zihnime.”

“Buyrun lütfen.” dedi bir başka profesör. Projem dikkat çektiği için buradaydım, bu sunumu da güzel bitirecektim. Hazırdım.

“Öncelikle…”

“O tepsiyi düşürürsen Ateş Şef’in sana ne yapacağından bahsetmeme gerek var mı!” Ateş’in asistanı hastane kermesi için tezgahları hazırlamaya çalışıyordu. Hastane yönetimi; kalabalık basın mensupları ve değerli misafirleri için özel olarak Ateş’i ayarlamıştı: Şu genç yaşında onca ödüllü başka aşçı bulmak zordu. Dergilerin kapakları, röportajlar ve sosyal medya hesapları onun fotoğraflarıyla doluydu.

Yıldızı parlayan şef: Ateş Karal!

Dergilerin gözdesi, Ateş Karal!

Gece hayatının sönük ama değerli elması, Ateş Karal.

Bunların her biri belki biri için hayal, Ateş için falan filandı. Onun yolu farklıydı. Onun yolu da bir yıldız uğrunaydı: Şanlı bayrağın üzerindeki ay yıldız!

Ateş’in ekibi sabahın erken saatlerinde hastaneye gitmiş, hazırlıkların çoğunu tamamlamıştı. Programa göre stantların yanı sıra yarım saat sürmesi planlanan kısa bir şov olacaktı. Aslında bu hayat şovlardan ibaretti: Her bir şey bir başkasının şovuydu çünkü her insan kendi hayatının yıldızıydı ve yıldızlar, şov yapmayı severdi. Bugün, Ateş’te bir yıldızdı.

Ateş, kaskını çıkardıktan sonra saçlarını düzeltti; rüzgarlı hava dağınık olan saçlarını daha da karıştırıyordu; elinin tersiyle düzeltti. O sırada Ateş, ona doğru topuklularıyla koşmaya çalışan asistanını fark etmedi.

“Ateş bey, hoşgeldiniz efendim. Mekan hazır, sizleri hazırlamak için bekliyor ekibimiz.”

Ateş, deri eldivenlerini çıkarmakla meşgulken asistanına şaşkınlıkla döndü:
“Ekip derken?”

Asistanı Kevser, elindeki dosyalara sarılarak normal bir şekilde cevapladı:
“Stil danışmanınız, efendim.”

“Kevser..” dedi Ateş, bir elini stresli olan kadının omzuna koydu, kendisiyle beraber onu da yürütmeye başladı. “Ne stil danışmanı? Ben ne zaman stil danışmanı falan filan istedim?”

“Fakat bugün bütün medya burada olacak efendim.”

“Kevser, sakin ol. Kaç yıllık asistanımsın benim, ne zaman stres olduğumu gördün?”

Kevser düşündü fakat Ateş cevapladı:

“Hiç. İlk önce derin bir nefes alıyoruz, bayılsan da hastanedeyiz zaten. Derin nefes.” Ateş, karşısında duran kadına göstermelik derin bir nefes aldı, kadın düşen gözlüklerini düzeltirken aldığı nefesi alıp vermeye devam etti.

“Şimdi, anlat bakalım. Stil danışmanı kısmını atla, sadece önlüğümü giyeceğim. Anlatın programımızı, Kevser hanım.” Ateş’in konuşması sakinleştirici bir tondaydı: Küçük şeylere bile streslenmeyi adet edinen Kevser, patronu sayesinde sakinleşiyordu. İkisi de birbirinin zıttıydı; Ateş bu yüzden özellikle onu istemişti asistanı olarak.

Fuaye alanına doğru yan yana yürüdü Ateş ve asistanı, o sırada programının üzerinden bir kez daha geçmişti Kevser. Ateş, önlüğünü giyip hazırlanmak üzere soyunma odasına gitmişti. Odaya götürülmek için beklememiş, aksine stresli insanlardan kaçmak için kıyafetini de alıp soyunma odasının yolunu tutmuştu. İki sağ yapacaksınız demişti Kevser. İki sağ sonra karşısında bir soyunma odası gördü Ateş, içeri girdi. Ortam sessiz ve karanlıktı. Buzlu camlardan süzülen mavi ışıktan başka bir aydınlatma yoktu. Ateş, boş bulduğu dolaplardan birini açtı, sırayla ceketini, kazağını çıkardı. Birkaç dolapta eşyalar vardı, doktorların odası olmalı diye düşündü fakat boş olduğundan dolayı iki dakika için kullanmakta bir sorun görmedi.

Ateş, duvardaki aynaya bakarken bir silüet geçti dolapların arasından, fark etmemesi kaçınılmazdı. Sessizleşti, pür dikkat adım seslerine odaklandı: Bu bir kadındı. Topuklu ayakkabıları ikide bir ses yapıyor, olduğu yerde hareketli olduğunu kanıtlıyordu. Ateş, bunun bir doktor olabileceğinden ötürü sessiz lakin normal bir şekilde arkadan dolandı. Kadın, çok geçmeden bir telefon görüşmesine başladı:

“Tabi ki. Söylediğin gibi, rapor bende. Dün mesaj attı.” Ateş, olduğu yere sindi, karanlıktan faydalandı. Kadın, kulaklıkla konuşuyordu. Göremiyordu lakin iyi duyuyordu olduğu pozisyondan.

“Evet, sunumu bugün. Çok heyecanlıydı. Ah, tabi ki. İletirim. Hatta şu an sunumda olması lazım, iner bir saate yanımıza.”

Ara ara kadın konuşuyor, ardından telefondakini dinliyordu. Ateş, biraz daha dinledi, neden böyle bir şey yapıyordu bilmiyordu. Akademide hislerinin aksine somut şeylerle adım atması gerektiğini öğrenmişti fakat şu an içinde olan bu hissi ilk defa tadıyordu. Hatta, ilk defa bir hissinden bu denli emindi.

“Sonucu sana iletirim, birkaç haftaya açıklarlar. En kısa sürede tekrar uğrayacağım, Bülent. Araç göndermeyi unutmayın.” Telefon kapanmış, kulaklıktan gelen müzik sesi duyulacak miktarda artmıştı. Bir isimle kaşları kalkmıştı Ateş’in: Bülent.

Ateş, sindiği yerden yavaşça hareketlenirken kapının açılmasıyla durdu, tekrar duvar dibinde bir yere çöktü. Kapı bir kez açılmış, birkaç erkek asistan odaya girmişti.

“Ah, hocam. Kusura bakmayın, odaları karıştırdık.” diyerek geri çıkmışlardı. Kadın kimse hala odadaydı. Kapının kapanmasıyla yerinden çıktı Ateş, burası kadınların soyunma odası olmalıydı. Kadın, topuklularının üzerinde git gel yapıyor, adeta dolabının önündeyken müziğe eşlik ediyordu.

Biraz daha yanaştı Ateş, karanlıkta kadını seçmek zordu; biraz daha, biraz daha…

Yüzünü görmedi Ateş fakat olduğu yerde dondu: Bu kadını tanımıştı, hem de keskin karamel kokusundan.

Önünde duran kadın Gece Yaman’dan başkası değildi.

Ateş, anlamlandıramadığı bir duygu ile kadının ardında durmaya devam ederken Gece döndü, küçük bir ah! çıktı ağzından: Korkmuştu.

Ateş’in bir tepki vermesi gerekiyordu fakat yüzüne, ruhuna ve aklına hakim olan tek bir duygu vardı ve o, bunun adının ne olduğunu bilmiyordu. Belki de bunun adı hayal kırıklığıydı; belki de pişmanlık.

“Ateş bey!” diye bir anlığına irkildi Gece, o giyinikti fakat karşısındaki adamın üstü çıplaktı. Ateş, kendine gelmek için başını iki yana salladı, sahte bir gülümseme takındı.

“Kusura bakmayın, beni soyunma odasına yönlendirdiler ama ben yanlış geldim herhalde…Kusura bakma, gerçekten.” Ateş, az önce çıkardığı kıyafetlerini eline almak için açık olan dolaba yöneldi.

Gece, kolay kolay etkilenmezdi. Belki şaşırırdı, evet. Fakat onu etkilemek şu ana kadar mümkün olmamıştı. Lakin karşısındaki adamı böyle görmek onu bile afallatmıştı:

“Sizin ne işiniz vardı burada?” diye sordu Gece, onun gittiği dolap paravanına doğru yürürken.

“Kermes.” diye cevapladı Ateş, kafasını kaldırdığında Gece’nin kulağındaki kulaklıkları çıkarırken görmüş, derin bir nefes almıştı. “Kermes için çağırıldım.”

“Sizin geleceğinizden haberim yoktu.” dedi Gece, ellerini beyaz önlüğünün ceplerine koymuş, ondan uzaktaki bir dolaba yaslanmıştı.

“Kusura bakma, rahatsızlık verdim.” dedi Ateş, ismine ithafen alev alevdi içi. Bülent denen adamla mı konuşmuştu yine? Uzak durması gereken bu kadın neden her daim onun dibinde bitiyordu, oysa Gece’nin bile isteye yanına gelmediğinden adı gibi emindi. Ateş de gitmiyordu ki onu görmeye? Neydi bu, kaderin bir cilvesi mi?

Böyle cilveye başlayacağım şimdi, diye geçirdi içinden Ateş. Elinde tuttuğu kıyafetleriyle odadan çıktı, Gece daha da şaşırdı: Ateş, üstü çıplak bir biçimde odadan çıkmıştı. Ateş de bunun farkına çok geçmeden varmış, hızlıca iki sağ yerine iki sol yapmış, doğru odayı bulmuştu. Çok geçmeden Gece de odadan çıktı, telefonunu almak için gelmişti. Ateş ise görmeyi beklediği en son kişiydi:

Kaderin cilvesi, diye düşündü Gece, bana cilve milve yapma.

Soyunma odasının çaprazında bulunan vezneye ilerledi Gece, imzalaması gereken raporları aldı, sırayla imza atmaya başladı. Hemşireler, kıkır kıkır gülüyor, koridora bakarken fısıldaşıyorlardı. Gece görmezden gelmeye çalıştı, raporlara odaklandı fakat ses çok rahatsız ediciydi. Gözlerini raporlardan çekmeden konuştu Gece:

“Hayırdır kızlar, Allah neşenizi arttırsın.”

Hemşireler, Gece’den ürkseler de ona döndüler: Soğuk bir kadındı. Yansı hocalarından başka da yakın olduğu pek yoktu.

“Amin hocam. Kermes için kimi çağırmışlar, duydunuz mu?”

Göz ucuyla baktı Gece, tekrardan bakışları raporları buldu, “Ne olmuş?” dedi umursamazlıkla.

“Hocam, Ateş Karal gelmiş. Minik bir gösteri de olacakmış çocuklar için.” Gece, hala bir şeyler imzalıyor olsa da pür dikkat dinliyordu kızları.

“E erken çıkın madem. Mazallah, çocuklar falan ön sandalyeleri kapmasın. Siz daha bir hevesli gibisiniz.” dedi Gece, aynı anda dosyayı kapatmış, hemşirenin önüne koymuştu. Bir diğer kızın yanına yaklaştı: Bu kıkırtıların sebebini tahmin edebiliyordu.

“Diğer dosya.” dedi Gece elini uzatarak, bir başka kağıda bakmaya başladı.

“Kızlar, kırmızı ruj mu sürsem?” diye hevesle konuştu sarışın bir kız.

“Hayırdır, kırmızı ne alaka?” diye sordu bir başkası.

“Görmediniz mi? Magazinde adamın etrafında olan her kadının dudakları kan kırmızısı. Bence tipi o.” diye cevapladı kız, o sırada minik aynasını çıkarmış ve rujunu sürmeye başlamıştı.

“Yalnız kızıl seviyor o, sen sarısın.” diye güldü sandalyedeki asistan. Gece hala bir şeyler imzalıyor, okuyordu.

“Sen nasıl hukukçusun kızım, o kızıl saçlı kadın liseden arkadaşıymış, çok zengin bir ailedenmiş o da. Avukat.”

Haziran’dan bahsediyorlardır, diye düşündü Gece, şayet ortak arkadaşlarıydı.

“Bekar mıdır?” dedi bir asistan kısa bir sessizliğin ardından.

“Bilmem, sanmıyorum. Ya tek gececi ya da bekar.”

Gece, önünde duran raporu üçüncüye baştan okuyordu. Eli, o fark etmese de masmavi mürekkep olmuştu: Kalemi son beş dakikadır masaya vurup duruyordu; tak, tak, tak, tak…

Kızlar konuşmaya devam ederken birkaç imza daha attı Gece, artık konuşulanları duymuyordu. Beş dakika dolmadan derin iç çekişlerle kendine geldi Gece, başını kaldırdı: Az önce dedikodunun zirvesini yapmış olan bu kızlar şimdi tek bir noktaya odaklanmışlardı. Gece de bakışlarını o yöne çevirdi: Ona bakan bir çift göz ile karşılaştı. Karşıda kalan soyunma odasının kapısından ona bakıyordu Ateş, üzerinde Gece’nin görmeye alışık olduğu önlüğü vardı.

“Abi… adam çok iyi.” diye iç çekti sarışın hemşire. Gece, bakışlarını hızlıca kaçırdı, önündeki raporlara döndü. Ateş de aynı anda bakışlarını çekmiş, yola koyulmuştu.

“Gördünüz mü bana baktı! Kesin rujdan.”

“Ay inşallah kaçırmayız, fotoğraf atmam lazım!”

“Bu adamla bir selfie var ya, üf! Bay zehir gibi yakışıklı şef ile kermes.”

“Maşallah.”

“Bence de maşallah.” dedi aniden Gece, sesi normalde de sert ve koyuydu lakin şimdiki daha bir sertti. “Hasta bakmak yerine her şeyiniz tam takır.”

Gece, kapattığı son dosyayı da masaya attı, “Beş yüz on altı numaranın testleri çıkmadı mı hala?”

Asistanlar ciddileşmiş, ayaklanmışlardı:

“Hemen kontrol ediyorum hocam.”

“Kırmızı ruj sürmeye gelince vakit kaybetmiyorsun ama! Siz burada insan hayatıyla ilgileniyorsunuz, farkında mısınız?” Gece, derin bir ses ile kızları uyarmıştı. Az önceki gülüşmeler solmuş, yerine gerici bir hava bırakmıştı. “Kendinize gelin, laga luganızı mesai saatlerinin dışında bırakın.”

Gece, oradan ayrıldı. Koridor boyunca ilerlerken telefonu çaldı, isimsiz fakat kayıtlı bir numara.

“Ne var Bülent?” Tiz bir kahkaha yükseldi adamdan.

“Beyi atmamıza çok sevindim, Gece. Ne de olsa yakınız artık. Hoşuma gitti.” Gözlerini devirmeden edemedi Gece, kendi odasına geldiğinde koltuğa uzandı.

“Yakın falan değiliz, kendini kandırma. Çıkar ilişkisiydi, bitti.”

“Raporu alınca işim bitti seninle diyorsun.” diye keyifle konuştu Bülent. “Ayıp ediyorsun.”

Normalin aksine biraz daha sert bir çıkış yaptı Gece:

“Attığın raporu bilgisayarından mı hazırladın? Çocuk falan mı kandırmaya çalışıyorsun sen?”

“Raporu sistemden aldım, ister inan ister inanma ama rapor o.”

Şakaklarına bir ağrı girdiğini hissetti Gece, alnını sıvazladı:

“Ne halt yiyorsan ye, Bülent. İşimiz bitti, bir daha arama.” Telefonu kapattı Gece, Bülent’e ait olan numaranın ekran görüntüsünü aldıktan sonra engelledi. Saate baktı, kermes başlamak üzereydi. Çocuklara yeni yıl etkinliği olsun diye düzenlenen bir kermesti. Tabi aynı zamanda hastane adına güzel bir reklamcılık stratejisiydi.

Üzerindeki siyah tişörtü çıkardı, bir başka siyah saten bluz giydi. Dağılmış olan örgüsünü de açtıktan sonra fuaye alanına inmek için odadan çıktı. Alana yaklaştıkça sesler artıyor, oraya giden çocuk hastaları gördükçe içi kaynıyordu. Oraya gitmesinin tek sebebi Yansı ile beraber ortaklaşa aldıkları hediyeleri onlara dağıtacak olmasıydı. Alışverişi, Yansı Oğuz ile yapmıştı fakat para ortaklaşaydı.

Hastanenin orta alanındayken adını duymasıyla duraksadı Gece:

“Gece hanım!” Döndüğünde, görmeyi en son istediği o silüet karşısındaydı.

“Bülent?” Etrafına baktı Gece, bu kalabalığın içerisinde görünmez olmayı tercih ederdi.

Bülent, yüzünde aynı gülümseme ile ona yaklaşıyordu, arkasında her daim onunla gezen iki adam daha vardı.

“Senin burada ne işin var! Ne istiyorsun yine.” Gece, dişlerini sıkarak konuşuyordu. Dikkat çekmek istemiyordu çünkü bütün medya birkaç adım ötesindeydi ve o, Bülent’in namını biliyordu.

Dilini damağına çarparak onaylamaz bir ses çıkardı Bülent, “Sevgili Gece, ayıp ediyorsun. Aradım ama engellendiğim için beni karşılamanı söyleyemedim. Olsun, bak; buldum seni.”

Gece, birkaç kez daha etrafına baktı, sesini alçak tutmaya çalışıyordu lakin öfke kusmak üzereydi:

“Ne istiyorsun benden, defol git artık hayatımdan. Para falan mı istiyorsun? Fiyatını söyle.”

Tiz bir kahkaha daha attı Bülent, gözlerini karşısında duran yeşillerden koparmadı. Gece ile göz hizasındaydı, ve hatta topukluları sayesinde Gece daha uzun duruyordu. Kısa bir adam değildi lakin Gece uzun bir kadındı:

“Senden para isteyecek son adamım fakat güzel bir akşam yemeği yiyebiliriz.”

Gece, yalandan güldü ve tekrardan adamın kulağına yanaşarak onu cevapladı:

“Zıkkım ye.”

Bülent, konuşmaya meyletmişken hastane müdürünün sesi onları böldü:

“Bülent bey! Ne kadar hoş bir sürpriz.” Adam, Bülent’e sarılmak için eğilmişti, Gece de bunu fırsat bilerek etrafına bakınmış, uzaklaşmak istemişti fakat Bülent’in adamlarından biri tutmuştu kolunu. Yeşil gözleri kızıla büründü, adam yavaşça tuttuğu kolu bıraktı. O sırada hastane müdürü hala Bülent’le ilgileniyordu.

“Gece hanım…” dedi müdür aniden, “Bülent bey ile tanıştınız demek. Kendisi, hastanemize cömert bağışlar yapan çok değerli bir iş adamıdır.” Gülümsemedi Gece, etrafa bakınırken sabır çekti sadece. Para, insanlara bir zehirli sarmaşık misali dolanabilirdi. O zehrini örten çiçeklere benzerdi para.

“Kendisiyle tanışma şerefine nail oldum, Ertan bey. İşin aslı, tam da kendisine bir yemek teklifi sunuyordum.” diye konuştu Bülent. Derin bir nefes daha çekti Gece, bu sefer kafasını çevirdiğinde camların ardındaki fuaye alanından onu dikkatle izleyen şefi gördü. Bakışları yumuşadı, ona: Gel kurtar beni, demek isterdi fakat bunu yapamazdı.

Oysa Ateş her şeyin farkındaydı, kadının dudakları dümdüz bir çizgi olsa da gözleri ona seslenmişti adeta. Ateş, fuaye alanından çıktı. Oraya gidip ne yapacaktı bilmiyordu, hatta gram fikri bile yoktu. Sadece onun yardıma ihtiyacı olduğunu bildiği için onlara doğru yürümeye başladı.

İçinde onunla konuşmaya çalışan iki ses vardı: Biri Gece’den uzak durmasını söyleyen, ona güvenmemesi gerektiğini bağıran sesti. Bir diğeri ise sesini dahi çıkarmayan fakan aklına hükmedendi. Ateş, yine o duymadığı sesi dinleyecekti.

“Bülent Bey, lütfen görüşelim. Sizleri daha da güzel bir şekilde ağırlamak isteriz. İzninizle.” dedi müdür, merdivenlere doğru ilerledi.

“Size bir sır vereyim mi Gece hanım?” dedi Bülent yüzünde asla silmediği kibirli gülüşüyle.

Gece, yanıt olarak tek kaşını kaldırmış, öfkesini kuşanmıştı:

“Bana sır vereceğiniz kadar yakın olduğumuzu sanmıyorum. Şayet, saklamaya enerji ayıracağım son şey sizin sırrınız.”

Güldü Bülent. “Sır versem tutmaz mısın yani?” diye kibirli bir nidayla fısıldadı. Aynı sakinlikte cevap verdi Gece:

“Kermeste asıl gösteriyi şef değil, ben yaparım. Duymayan kulak kalmaz, Bülent bey.”

Bu sefer eğlendiğini belli edercesine güldü Bülent, hatta kısık bir kahkaha attı. Oysa Gece, ciddi ifadesi ile bakıyordu Bülent’e.

Ateş, yavaş adımlar ve kuşkulu bakışlarla onlara doğru ilerlerken Kevser’in seslenmesiyle duraksadı:

“Ateş bey! Ateş be- Oh, buradasınız. Vermeniz gereken kısa bir röportaj var.”

Ateş gözlerini Bülent’ten çekmeden konuştu:

“Acil mi?”

Yani dercesine başını eğdi Kevser. İkisi birlikte el mahkum geri dönerken Gece ondan uzaklaşan adamı gizlice izledi.

“Meraklı bir adam değilimdir...” dedi Bülent aniden, Gece bakışlarını tekrar karşısında dikilen adama çevirdi. Yeşil gözlerindeki ormanlar adeta ateş altındaydı, alevler sarmıştı her bir yanı. “Fakat benden istediğiniz o dosyadaki kız çocuğunun kim olduğunu gerçekten merak ettim.”

Gece’nin bakışları öfkesinden arınmış, merağa sarınmıştı:

“Sizi ilgilendirir mi, Bülent bey? Çok merak zehirler diyen siz değil miydiniz?”

Dikenlerini batırmak için çıkarmıştı Gece, nefretini korkmadan saplayacaktı. Konuşurken dişlerini sıkıyor, Bülent'in aksine sakin kalamıyordu fakat kontrolü hala kaybetmemişti.

“Bilmeden, tanımadan, sorgulamadan ne dediysek yaptın, sırf o dosya için… Kim o?”

Çenesini yukarı dikti Gece:

“Eski egonuz zarar gördü sanırım, yoksa bu sorunun cevabını araştırarak kolaylıkla bulabilecek biri olduğunuzu söylerdiniz. Şimdi cevabı benden mi dileniyorsunuz?”

“Yine bulurum, senden duymak güzel olurdu. Uğraşmayı pek sevmem.” dedi Bülent.

Bir adım daha attı Gece, fısıldadı:

“O zaman beni de uğraştırmayın, sizin sorularınızı cevaplamakla vakit kaybetmek istemem.”

Hafifçe güldü Bülent, Gece onun yanından ayrılmak için dönmüşken yine Bülent’in sesiyle duraksadı:

“Çok güzel bir kadınsınız, Gece hanım. Etkilenmemek elde değil.”

Sorgulayıcı bakışlarıyla olduğu yerde döndü Gece, Bülent’in yüzüne boş boş baktı. Bülent konuşmasına devam etti:

“Fakat beni size çeken tek bu değil, amansız cesaretiniz. Çok cesaret iyi değildir.” dedi Bülent.

“Şu zamana kadar bir zararını görmedim.” diye net bir cevap verdi Gece.

“Korkusuzluk, cesaret iyidir ama doğru kişilerde kullanılması gerekir. Amansız cesaretiniz sonunuz olmasın, Gece hanım. Tanışacağınız herkes benim kadar iyi niyetli olmaz.”

“Bundan sonra tanışacağım kimse senin gibi olmayacak, Bülent. Dert etme.”

Gece, hışımla arkasını döndü, etrafına bakmadan ilerlemeye devam etti. Sinirlenmişti lakin herkesin ortasında patlamayacak kadar deneyimliydi. Kendi odasına girdiğinde önlüğünü çıkardı, kendini koltuğuna attı. Şakaklarını sıvazlarken düşündü: Bülent kimdi bilmiyordu, belki bir mafya bozuntusuydu veya bir iş adamı. Önemi yoktu. Önemi olan tek şey de boş çıkmıştı, dosya gerçek olamazdı. Biliyordu: O ameliyat bu kadar sorunsuz geçmemişti.

Çok geçmeden kapısı tıklatıldı, kim olduğuna bakmadı. Kapı açıldığında konuştu:

“Şu an müsait değilim. Hasta randevularım bugünlük bitti. Sonra gel hemşire.”

O sırada kapıda duran Ateş, siyah saçları ona dönük olan kadına baktı, konuşmadı. Koridora son bir bakış atarak kapıyı kapattı. Gece hala dönmemiş, alnını sıvazlamaya devam etmişti. Yeşil bakışları hala camdan dışarıya odaklıydı. Gece, adım seslerini duyduğunda sinirle döndü:

“Yeşim hemşire çık-“

İfadesi, şef önlüğünü giymiş, saçları dağılmış olan adamı görünce dağıldı. Ateş, yumuşak bir bakışla kapının orada duruyordu. Sanki istenmeyen bir misafir, odada olan tek fazlalıkmış gibi duruyordu: Hemen çıkışın yanında.

İkisi de konuşmadı, sadece birbirlerinin gözlerine baktılar. Ateş’in söyleyecek bir şeyi yoktu: Nasılsın diye sormaya geldim diyecek bir yakınlıkları yoktu, odaya gelmek ve seni görmek istedim diyecek bir samimiyetleri de aynı şekilde bulunmuyordu. Sadece gelmişti işte, buradaydı. Röportajı bittiği gibi alana çıkmış ve hızla yürüyen kadının peşine takılmıştı. Aklını dinlememişti, sadece içindeki ses ona onu takip et demişti ve işte buradaydı.

Gece, oturduğu koltuktan şaşkınlıkla adama bakıyordu, onun da diyecek bir şeyi yoktu. Gece, soğuktu. Etrafında insanların olmasına alışık değildi; Yansı, Dilruba ve Haziran’dan başka arkadaşı da yoktu. Böyle şeylere alışık değildi o, hele isim koyamadığı ve şey demekle yetindiği bu tür duygulara hiç alışık değildi…Neydi ki bu? Kalbi ısınıyordu mesela, arada hafiften midesi kasılıyordu. Ya da dikenlerini çıkardığında tekrar uçlarını biliyordu. Oysa o, hep kanatmaya alışıktı.

Ateş, kadının yemyeşil gözlerine bakmaya devam ederken durumu kurtarmak adına sandalyeye doğru ilerledi:

“Oturabilir miyim?” dedi sessizce. Gece, şaşkınlığından mütevellit başını sallamakla yetindi. O da kendini sandalyeye doğru çevirdi. Ateş, uzandığı sandalyeyi Gece’nin oturduğu koltuğa yanaştırdı, oturdu.

Şimdi ne olacaktı? Hangi biri konuşacaktı? İlk gelen Ateş’ti ama ne diyecekti ki? Bir istihbarat ajanı olarak pratik ve kıvrak bir zekaya sahipti fakat bu kadının yanındayken aldığı bütün eğitimlerin boşa çıktığını hissediyordu.

“Bir şey mi oldu?” dedi Gece merakla. Sesi istemediği bir şekilde kesik ve mırıltı halinde çıkmıştı.

“Yok…Aşağıda göremeyince bir şey oldu sandım.”

Bülent’te olanın aksine yumuşak bir ifadeyle baktı Ateş’e, bakışlarına merak tohumları da ekilmişti:

“Neden? Ne olsun ki?”

“Bülent’in yanında rahatsız görünüyordun.”

Şaşırdı Gece:

“Onu tanıyor musun?”

Bu sefer şaşıran Ateş’ti. Aslında Bülent’i tanımıyor olması gerekirdi. Ne diye böyle amatörce bir hata yapmıştı ki?

“İsmini duydum.” dedi Ateş soğukkanlılıkla, “Asistanım söyledi. Adı Bülent’miş.”

Baş salladı Gece onu onaylarcasına.

Kısa bir sessizliğin ardından yine konuştu Ateş:

“Ne konuştu seninle? Bana baktığında adeta kurtar beni diye ağıt yakıyordu gözlerin.”3

“Hiç, öyle bir iki bir şey işte. İş, güç.” diye yanıtladı Gece, “Ayrıca, ne diyormuş gözlerim?”

Ateş minik bir gülümseme ile yanıtladı kadını:

“Bana yardım et.”

Şuh bir gülüş saldı Gece, bacak bacak üstüne attı:

“Yalan söylemiş gözlerim. Genelde yardım istemem.”

“Neden?” diye sordu Ateş.

“Ne neden?”

“Neden yalan söylesin ki gözlerin?”

Bilmem dercesine dudak büzdü Gece, “Belki de sadece seni yanımda görmek istemişlerdir.”

Adeta dondu kaldı Ateş, kor gibi yanan ruhu buz kesti. Aynı saniyelerde Gece çaktırmasada kendi dediğine şaşırdı. Normalde asla bu denli flörtöz bir kadın değildi.

Ateş, bocalayan ifadesini gizlemeye çalıştı, oturduğu sandalyeye daha da yerleşti. Kendinden emin bir tavırla konuştu:

“Ne dedi de sıktı canını bu kadar?”

“Dedim ya, iş güç. Öyle normal şeyler.”

“Siz nereden tanışıyorsunuz?” diye sordu Ateş. Aslında az çok biliyordu lakin Bülent’in gerçekte Gece’den ne istediğini öğrenmek için ağız araması gerekiyordu.

Bu sefer bocalayan Gece idi. Birkaç saniyeliğine ne diyeceğini bilemedi lakin bu belirsizliği ifadesine yansıtmadı:

“Bir hastamın raporu VIP’e alınmıştı. Ona ulaşmak için Bülent bey ile görüşmem gerekti.”

Anladım dercesine baş salladı Ateş.

Oturduğu yerden ayaklandı Gece:

“Şefim, sizin gösteriniz yok mu? Odamın paparazzi ile dolmasını hiç istemem.” Gülümsedi.

İlerleyecekken kolundan tutulmasıyla durdu, kolunu tutan adama şaşkınlıkla baktı:

“Sevgili misiniz?” diye sordu Ateş birdenbire. Ateş kendi sorduğu soruya, Gece ise ona sorulan bu soruya hazırlıksız yakalandı.

“Hayır. Nereden çıkardın?”

Ateş, meraklı bakışların altındayken tuttuğu kolu fark etti, yavaşça bıraktı. Kadınla beraber o da ayaklandı:

“Hiç, öyle. Lüzumsuz bir soruydu, kusura bakma.” Yavaşça öksürdü, odadan çıkmak için hareketlendi, ardından ona şaşkınlıkla bakan kadını odada bıraktı, kendine söverek odadan ayrıldı.

Oğlum, ben senin dilininin ayarını… Sana ne sana ne! Salak, salak!”

Giden adamın ardından bakakaldı Gece, nedendir bilinmez, yüreğindeki çöllere hafiften bir yaz yağmuru yağdı.

 

Bölüm : 03.02.2025 21:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...