
Tek istediğim lütfen beğeni yapmayı unutmayın lütfen...
Yorum yaparsanız da tadından yenmez.
______________
Kendi içinde büyük bir savaş veren Melek, içinde ukde kalan pişmanlığın ve inatla bastırmaya çalıştığı sorumluluk duygusunun ağırlığıyla harekete geçmek zorunda kaldı. Kendini affetmeye çalışıyordu belki ama bu görev onun için bir ceza gibiydi. Her şeyin başlangıcı olan Murat Arsel’i yeniden şirkete getirme fikri, zihninde çelişkilerle çarpışırken, istemeye istemeye de olsa görevi uygulamaya karar verdi. Sanki kalbinde biri itiyor, aklı ise geri çekiyordu. Bu kargaşanın içinde yürümeye çalışmak, incecik bir ipte dengesini bulmaya çalışmak gibiydi. Ama düşemezdi. Kendine izin veremezdi.
Öncelikle, onu ikna edebileceği mantıklı bir neden bulmalıydı. Çünkü Murat öyle kolay kolay ayağa kalkıp şirkete gelecek biri değildi. Hele Melek gibi biri tarafından çağrıldıysa, işin içinde ciddi bir şey olmalıydı. Bu yüzden her zamanki gibi Hacer’in yanına giderek, Murat’ın kaldığı evin adresini tekrardan aldı. Hacer bu tarz şeyleri bilirdi. Hafızası da güçlüydü. Melek ise buna minnettar olmalıydı ama dilinden tek bir teşekkür bile dökülmedi. Aklına gelmedi.
Saat on bir buçuk civarındaydı. Güneş çoktan yükselmiş, gökyüzü parlaklığını kaybetmeden sıcaklığını göstermeye başlamıştı. Melek, zamandan tasarruf etmek için danışmayı arayıp bir taksi çağırmasını istedi. O an ofisin o soğuk duvarları bile üzerine yıkılacak gibiydi. Kendine olan güveni sıfıra inmişti. Asansöre binip zemin kat düğmesine bastığında, gözleri yansımaya kaydı. Solgun bir yüz, uykusuzluktan morarmış gözaltları ve içinde kaybolmuş bir kadının yansımasıydı gördüğü. Ne zaman böyle olmuştu bilmiyordu ama bu tanıdık geliyordu artık.
Asansör kapısı açıldığında danışmadaki görevli onu gördüğü gibi tebessüm ederek seslendi. “Taksi dışarıda bekliyor.” Melek yorgun bir şekilde başını salladı. “Çok sağ ol. Bu kıyağını unutmayacağım.” dedi, ama sesi pek de inandırıcı değildi. Yine de gülümsedi. Her ne olursa olsun teşekkür etmenin bir yolunu bulmuştu. İçindeki boşlukları küçük küçük yamamaya çalışır gibiydi.
Taksiye binip kapıyı çektiğinde, camdan dışarıya baktı. Gözleri, binanın üst katındaki pencerede keyifle onu izleyen bir çift gözle karşılaştı. Fahri Bey oradaydı. Perdelerin ardından olan biteni izliyordu. Kadının onu fark ettiği anda içeriye çekildi. Ardından ağır adımlarla odasına geçti. Masasına oturduğu gibi baş sekreterin gelişini fark etti. Kadın elindeki dosyalarla gelmişti. Fahri Bey gözlerini dosyalara çevirdi.
“Onaylandı mı? İmza attığıma göre lehimize bir durum var herhalde.” dedi, kalemi eline alırken.
Baş sekreter hafifçe tebessüm etti.
“Evet efendim. Salih Bey sayesinde yabancı ortaklar öneriyi kabul ettiler. Şimdi de diğer toplantıyı organize etmeye çalışıyor.” Fahri Bey başını salladı. “Bugün üç toplantı var diye hatırlıyorum. Başka bir şey yoksa gidebilirsin. Unutmadan, Salih odasına geçince bana uğrasın.”
Baş sekreter, masasının üstüne bıraktığı yeni imzalanmış dosyaları toplarken sessiz bir şekilde başını eğdi.
“Tamam efendim. Hemen ararım.” diyerek kapıya yöneldi. Koridora çıkar çıkmaz hızlı adımlarla masasının başına geçti. El çabukluğuyla telefona sarıldığı sırada Salih, sanki senkronize bir şekilde beliriverdi. Elindeki dosyaları taşırken adımlarında özgüven, yüzünde ise sakin ama etkileyici bir ifade vardı. Giydiği takım elbise bile üstünde bir duruyor, herkesin dikkatini çekiyordu.
Sekreter, telefonu bırakıp doğruldu.
“Salih Bey. Patron da sizi çağırıyordu.”
Salih gülümsedi. “Tamam. Ben de zaten o yüzden geldim.” diyerek baş sekreterin koluna nazikçe dokundu. “Siz işinize dönün. Gerisini ben hallederim.”
Salih yanında geçip giderken baş sekreter koluna dokunduğu yere eliyle temas etti. Sessiz bir iç geçirdi. O an, sadece bir temas değil, bir etkiydi. Salih konuşurken ellerini çok kullanırdı. Mimikleriyle desteklediği konuşmaları anlaşılır kılar, göz teması kurarak muhatabını içine çekerdi. Onun cazibesi bağırmıyordu ama varlığını bastıra bastıra hissettiriyordu.
Kapının önüne geldiğinde bir adım geri çekilerek, kapıyı aralayıp başını uzattı.
“Girebilir miyim?” dedi. Fahri Bey başını kaldırdı. “Gel Salih. Zaten seni bekliyordum. Güzel haberler var gibi. Yanılıyor muyum?” Salih içeri girdi. Masaya doğru yürüyüp elindeki dosyayı dikkatlice bıraktı. “Evet. Güzel haberler var. Dün yeni sekreterin Murat Bey’den aldığı imza sayesinde işlerimiz fazlasıyla kolaylaştı. Görünüşe göre tamamen bizim istediğimiz doğrultuda ilerliyor. Fakat bir sorun var.”
Salih ciddiyetini bozmadan elindeki belgelerden birini ayırıp Fahri Bey’e uzattı. “Yabancı ortaklar öneriyi kabul ettiler ama önerinin başında duran kişiyle konuşmak istiyorlar. Bu yüzden toplantı başlamadan bitti. Bekliyorlar.”
Fahri Bey hafifçe arkasına yaslandı. Derin bir nefes aldı. “Tamam. O zaman yarın randevu ayarlayıp görüşürüz.”
Salih hafifçe başını eğdi.
“İşte mesele tam da burada. Bu işin başında Murat Arsel olduğu için, özellikle onunla görüşmek istiyorlar. Ne sizinle ne de benimle. İşin başındaki kişiye güven duymak istiyorlar. Bugün saat dört için görüşme talep ettiler. Diğer toplantıyı mecburen öne aldım. Bu görüşmeyi kabul ettim.”
Fahri Bey birden yerinden kalktı. Ses tonu yükseldi. “Sen bir bahane bulamadın mı? Murat iş yerinde yok ki. Nasıl böyle bir hata yaparsın?” Salih sakinliğini bozmadı. Bu tür çıkışlara alışmıştı. Murat yüzünden yediği azarlar artık canını acıtmıyordu. “On gündür oyalıyorum zaten.” dedi alçak bir sesle. Ardından koltuğundan kalkarak konuşmaya devam etti. “Sabırları taşma noktasına geldi. Murat Bey’e siz emrettiğiniz için öneriyi sundum. Ancak o umursamaz bir şekilde sadece ‘bakarım’ dedi. Dosyayı ise çöpe attı. Cesaretimi mazur görün ama bu dosyanın imza yetkisini Murat’a vermenizi siz istemiştiniz.”
Fahri Bey dişlerini sıkarak başını çevirdi.
“Keşke birkaç gün daha oyalasaydın.”
Salih başını salladı. “Bugün Murat’ın gelmesi için elimden geleni yapıyorum. Melek Hanım’ın görevi olmamasına rağmen onu getirmek için evine gitti. Lütfen artık Murat konusunda karşımda durmayın. Onun başarılı olmasını en az sizin kadar istiyorum.” Gerçekten istiyordu. Murat'a karşı bir kıskançlık hiç olmamıştı. Murat ne başarırsa basarsın en mutlu olacak kişilerden biri Salih olurdu.
Odada bir sessizlik oluştu. Fahri Bey düşünceli bir şekilde bakışlarını kaçırdı. Salih haklıydı. Eninde sonunda bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyordu. Murat, ne yazık ki onun planladığı gibi bir yönetici değildi. Bu işi ancak Melek gibi inatçı ve dik duran biri düzeltebilirdi.
Salih birkaç adım atıp kapıya yöneldi.
“İzninizle çıkmam gerekiyor.” dedi. Yüzünde her zamanki gibi küçük ama kararlı bir tebessüm vardı.
Koridora çıktığında ortam sessizdi. Dosyayı sımsıkı tutarak asansörün düğmesine bastı. Parmak uçlarıyla dosyanın köşelerini sıktı. İçinde bastırdığı öfke ve kaygı yüzüne yansımıyordu ama gözleri kıstı. Alçak sesle kendi kendine mırıldandı. “İş yerinin bekası için, Melek patronu olacak o maymunu buraya getirmesi gerekiyor.”
Asansör geldiğinde bir adım öne çıkıp içeri girdi. İç kapılar kapanırken, yüzüne yansıyan kararlılık, artık geri dönülmez bir yolun başladığını işaret ediyordu.
***
Melek, elindeki buruşmuş not kâğıdına son bir kez daha göz gezdirdi. Adresin yazılı olduğu kâğıt, biraz terlemiş avucunun içinde nemlenmiş, köşeleri kıvrılmıştı. Taksi, site girişinin önünde yavaşça durduğunda, içindeki gerginlik biraz daha arttı. Şoföre ücreti uzatırken dudakları kurumuştu, teşekkür etmeyi bile unuttu. Arka koltuğun kapısını çekip indiği anda gözleri otomatik kapılı güvenlik kulübesine yöneldi. Görevli kulübenin içinde oturuyordu. Melek birkaç adım attı ama adam onu fark etmemişti. Yüksek sesle “Pardon” demek istemedi. Bunun yerine hafifçe öksürdü. Bu yapmacık ama nazik hareketle kendini belli etti. İçinden geçen öfkeyi ve mahcubiyeti bastırmak zorundaydı.
Karşısındaki adam altmışlarına yaklaşmış, hafif göbekli, kısa boylu, düzgün traşlı ve yüzü kırışıklıklarla dolu, yılların ağırlığını taşıyan bir adamdı. Cildi temizdi, yüzünde yumuşak bir ifade vardı. Gözlüğünü burun kökünden yukarıya iterek ona baktı. Tam bir şey söyleyecekti ki Melek hemen lafa girdi. Aceleyle ve kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Selamün aleyküm bey amca.” dedi ve elindeki not kâğıdını adamın avuçlarına bıraktı. “Bu adrese gelmiştim. Yardım edebilir misiniz?”
Adam, gözlüğünü bir kez daha düzeltti. Titreyen parmaklarıyla kağıdı biraz daha yaklaştırıp yazılanlara dikkatlice baktı. Başını hafifçe eğerek mırıldandı. “Aleyküm selam kızım. Hımm. Murat Bey’in evi bu. Sen kimsin bakayım?”
Melek derin bir nefes alarak kendini tanıttı. “Sekreteriyim. İnanmıyorsanız holdingi arayabilirsiniz. Onaylama yaparlar. Ama lütfen çabuk olun. Toplantıya götürmek için geldim, geç kalacağız.” Kızın acelesi ve cümlelerindeki baskı, adamın aklındaki soruları sormasına bile fırsat vermedi. Başını sallayarak ikna oldu. “Tamam kızım. Aramaya gerek yok. Ben sana tarif edeyim. Ama dikkat et. Burası büyük bir site. İçeride yolun biraz karışık. Kafan karışmasın.”
Adam yerinden kalktı. Elini altındaki masa yüzeyine uzatıp bir düğmeye bastı. Büyük demir kapı yavaşça açıldı. Melek adamın yanına geçti. Adam içeriye nasıl gideceğini anlatmaya başladı. Parmaklarıyla yönleri çizerken gözleri hâlâ net görmek için kısıktı. “Şimdi bak kızım. İçeri girince üçüncü bloktan sonra villalar başlıyor. Murat Bey’in evi villa. Ama öyle hemen tanınmaz. Bir ipucu vereyim. Pembe bir villa var. Onu geç. Dümdüz git. Onun karşısındaki ev Murat Bey’in. Önünde köpek kulübesi olan tek evdir. Diğerlerinde kulübe falan yok. O yüzden oradan tanırsın.”
Melek başını salladı. “Çok teşekkür ederim.” dedi ve hızla siteye adım attı. Arkasından güvenlik görevlisi hâlâ tarif etmeye çalışıyordu ama Melek onu duymuyordu bile. Zihni karışıktı. Sadece gitmesi gereken yöne odaklanmıştı.
Blokları hızla geçti. Üçüncü bloğu geride bırakınca tek katlı, bahçeli, geniş yapılı villalar gözünün önüne serildi. Villalar oldukça şık görünüyordu. Her biri farklı bir mimari tasarıma sahipti. Kimisi klasik taş kaplamalıyken, kimisi modern cam detaylarla süslenmişti. Ancak Murat’ınki onlardan farklıydı. Ahşap duvarlarıyla diğerlerinden daha sıcak ama aynı zamanda biraz da eski görünüyordu. Ön bahçeden yola kadar uzanan kırmızı mermer taşlar modern bir hava katıyor, evi diğerlerinden ayıran özel bir detay oluşturuyordu.
Sonunda köpek kulübesini gördü. Derin bir iç geçirdi. Evet, burasıydı. Kulübe yerindeydi. Neyse ki içinde köpek yoktu. Melek köpeklerden korkmasa da tedirgin olurdu. Özellikle büyük olanlar gözlerine çok şey anlatırmış gibi bakardı. Kediler ona göre daha masumdu. Daha zararsız ve daha dost canlısı. Melek için hayvanlar bile fazlasıyla seçiciydi.
Üç basamaklı merdiveni ağır adımlarla çıktı. İçeri girmeye değil ama görevini tamamlamaya kararlıydı. Zile iki kez bastı. Beklemeye başladı. İçeriden ses gelmiyordu. Birkaç dakika geçti ama hâlâ yanıt yoktu. Zile yeniden bastı. Sonra kapıya vurmaya başladı. Yumruklarını hafifçe vuruyor, yine de ses getirmeye çalışıyordu. Sonunda evin içinden gevşek ve tembelce bir kadın sesi geldi. Cümleler uzatılıyordu. “Off. Tamam. Tamam. Çatlama. Kim oooo?”
Melek hemen karşılık verdi.
“Ben Murat Bey’in sekreteriyim.” Sözünü tamamlayamadan kapı sertçe ve hızlıca açıldı. Karşısında sarışın, uzun boylu, vücudunu saran mini bir gecelik giymiş genç bir kadın duruyordu. Yirmili yaşların başında olduğu belliydi. Gecelik neredeyse iç çamaşırından farksızdı. Kadın, kaşlarını çatarak Melek’e dik dik bakıyor, konuşmasını bekliyordu. Melek bu görüntü karşısında derin bir iç geçirdi. Midesi bulanmıştı. Burnunun direği sızladı. “Kusura bakmayın.” diyebildi.
Kadın saçlarını geriye savurdu. Gözlerini devirerek konuşmaya başladı. “Yarım saattir kapıyı kıracak gibi vuruyorsunuz. Tabii ki kusura bakarım. Özel hayat diye bir şey var değil mi?” Cümlesinin sonunda dudaklarını yavaşça yaladı. Bu, doğallıktan çok uzaktı. Dudakları o kadar çok yalanmıştı ki parlamaktan neredeyse morarmıştı. Melek gözlerini kaçırdı. Midesi bir kez daha zorlandı. İçinde yükselen dalgayı bastırmak için elini karnına koydu. “Tabii ki özel hayat diye bir şey var.” dedi kendini toparlamaya çalışarak. “Ama Murat Arsel’in şu an iş yerinde olması gerekiyor. Lütfen ona haber verir misiniz?”
Kadın gözlerini kısıp bir adım daha öne çıktı. “Bak bak. Şimdi de emir veriyor. Tatlım. Başka derdin var mı? Ayağına da terlik getireyim mi?” dedi, ardından abartılı bir kahkaha attı. Ellerini beline koydu, başını geriye attı ve konuşmasına devam etti. “Kusura bakma ama çağıramam.” Melek bu saygısızlığa daha fazla tahammül edemedi. Zaman yoktu. Dudaklarını sıkarak sakinliğini yitirmemeye çalıştı. Birkaç saniye kendini tuttu. Sonra gözlerini kadınınkine dikti. “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim. Çağırmazsan çağırma. Kibar olmakta bir işe yaramıyor. Önümden çekil. Belli ki seninle konuşmak yersiz. Yardımcı olmaya da niyetin yok. En azından ayak altında dolaşma.”
Kadının şaşkınlığına aldırmadan, elini hafifçe onun omzuna koyup kendisini kenara itti. Kapıdan içeriye adım attı. Artık içerideydi. Bu saatten sonra geri dönmek yoktu. Kapı arkasında kalan genç kadın bozulmuş bir halde baka kalmıştı. Melek ise içeriye girmişti ve Murat’ı bu evden çıkarana kadar da kolay kolay geri adım atmaya niyeti yoktu.
Evin içerisi oldukça düzenliydi, ama fazlasıyla sessizdi. Melek, birinci kata adım attığında gözleri hemen detaylara takıldı. Sağda genişçe bir mutfak yer alıyordu. Modern mutfak dolapları, paslanmaz çelikten yapılmış beyaz eşyalarla tamamlanmıştı. Tezgâhın üzerinde boş bir çay bardağı ve tabağı duruyordu. Belli ki biri kahvaltısını henüz tamamlamıştı ya da belki de hiç başlamamıştı. Sol tarafta ise büyük cam kapılarla bahçeye açılan oturma odası vardı. Oturma odası oldukça ferah ve şıktı. Açık renkli koltuklar, büyük bir televizyon ünitesi ve köşede yer alan yapay çiçek aranjmanları odaya hem sıcaklık hem de biraz da gösteriş katmıştı. Ancak bütün bu düzenin içinde başka bir oda görünmüyordu. Evin birinci katında yalnızca mutfak, oturma odası ve bahçeye açılan kapı vardı. Başka bir odanın izi bile yoktu.
Melek merdivenlere yöneldiği sırada, arkasından aniden gelen ayak sesleriyle irkildi. Daha yukarıya adım atamadan, gecelikli kadın birden önüne atladı. Genişçe açtığı kollarıyla, adeta bir duvar gibi merdiveni kapatmıştı. Duruşunda öfke değil, meydan okuma vardı. Sanki biraz daha beklese, ortalığı iyice karıştıracak gibiydi. Melek bir an kadının gözlerinin içine baktı. Sonra başını çevirdi ve kolundaki ucuz, pazardan aldığı ama ona göre değerli saatine göz attı. Zaman daralıyordu. O anda sabrının artık bittiğini hissetti. Sakinliğini kaybetmemek için içinden dua etti ama ağzından çıkan sözler artık sabır taşını çatlatacak cinsten olmuştu. “Gerçekten hiç zamanım yok. Yukarıda çamur gibi yatan biri uğruna birbirimizi tüketmeyelim. Sen kenara çekil, gerisini ben hallederim.”
Bunu söylerken sert bir tavırla tek parmağını kadının alnına dokundurdu. Parmak dokunuşu öylesineydi ama etkisi sertti. Kadın donup kaldı. Melek, gözlerini kadınınkinden ayırmadan konuşmaya devam etti. “Bak, hem o benim patronum. Kafan bastı mı şimdi? Şimdi ne yapıyorsun biliyor musun? O kendine güvendiğin vücudunu önümden çekeceksin. Yukarıdaki de o koca gövdesini yataktan kaldıracak ve iş yerine gidecek. Bu kadar basit. Lütfen daha da zorlaştırma. Akşam olunca kaldığınız yerden devam edersiniz.”
Kadının en ufak bir hareket bile yapmadığını görünce Melek sinirle derin bir nefes aldı. Sonra yumruk yaptığı ellerini göstererek sanki tehdit değil de hatırlatma yapar gibi konuştu. “Konuşmamayı düşünüyordum ama şart oldu. Yoksa bu merdivenin önünde böyle dikilmiş, çıplak bostan korkuluğu gibi duracaksın. Ve bu görüntü, ne sana yakışıyor ne bana sabır kazandırıyor.”
Yumruğunu hafifçe üfledi ve açtı. Sözlerine daha sakin ama daha sert bir tonda devam etti. “Seni dövmeyeceğim. Şiddet, sinirli insanların çözümüdür. Öncelikle rica ediyorum. Yanımda oyalanacağına, git üzerine düzgün bir şey giy. Şu gecelik, ne yazık ki misafir karşılamaya uygun değil.”
Kadın hâlâ sessizdi. Melek bu defa alaycı bir tebessümle kafasını yana eğdi ve bir adım daha öne çıktı. “İkinci olarak, annene ne dedin? Tuğçe’lerde mi kalıyorum dedin yoksa Esra, Meltem, Begüm, Merve gibi uydurma isimler mi uydurdun? Çünkü bu evden senin gibi biri çıktıysa, bu sabah evde olmadığını birine açıklamak gerekiyordu. Şimdi üçüncü soruma geçiyorum. Devam edeyim mi? Çünkü edersem artık bel altı konuşmaya başlarım. Senin açından pek hoş olmayabilir.” Bir an sustu. Gözleri kadının yüzünde dolaştı. Sonra cümlesini tamamladı. “Yani ya önümden çekil ya da sabrımın sınırlarını daha fazla zorlama. İki gündür içimde biriken öfkenin seninle ilgisi yok ama karşımda dikilerek sorunun bir parçası oluyorsun.”
Kadın gözlerini kaçırdı. Dudaklarını ısırdı. Sinirle burnundan soluyarak kapıdan çekildi. Ardına bile bakmadan mutfağa doğru yürümeye başladı.
“Tamam be. Deli midir nedir?” diye homurdandı. Melek, hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Sessizdi. Üzerinde bir ağırlık vardı ama artık geri dönüş yoktu. Merdivenin sonunda koridor boyunca uzanan kapılar vardı. İlk kapının önünde durdu. Kapının üzerinde büyükçe, parlak bir poster asılmıştı. Posterde yabancı bir erkek model yarı çıplak bir şekilde poz veriyordu. Kaslı vücudu, güneş ışığında parlıyormuş gibi görünüyordu. Modelin yüzü tam görünmüyordu çünkü başını yana çevirmişti. Yine de bakışları belli belirsiz hissediliyordu.
Melek gözlerini kısmıştı. Kaşlarını çatıp dikkatle postere baktı. “Bu kadar da yalan olmaz ki. Bu ne şimdi? Buradaki vücut nerede, Murat Bey’inki nerede? Herhalde bu posteri kendine hedef koydu. Hani her gün bakıp ‘ben de bir gün böyle olacağım’ mı diyor acaba?”
Kendi kendine mırıldanarak konuşurken bir yandan da şaşkınlıkla kapının önünde duruyordu. “O tiple erkek kadın herkese yürüyor zaten. Bu da üstüne tuz biber olmuş.”
Elini uzatıp posterdeki kaslara dokunmaya niyetlendiği sırada kapı aniden açıldı. Hiç beklemediği bir anda, kapı aralandı. Ardından Murat çıktı. Melek’in gözleri bir anda kocaman açıldı.
Karşısında Murat vardı. Belden aşağısı beyaz bir çarşafla sarılıydı. Vücudunun üst kısmı tamamen çıplaktı. Göğüs kasları belirgin, omuzları genişti. Üstelik kıvırcık saçları dağınık ama doğal bir şekilde yüzünü çevrelemişti. Göz kapakları hâlâ uykulu ama bakışları dikkatliydi. Melek istemsizce gözlerini ondan alamadı. O an göz bebekleri büyümüş, yanakları al al olmuştu. Başını hızla eğdi. Kalp atışları bir anda hızlandı. Ne yapacağını bilemeden fısıldar gibi konuşmaya başladı.
“Bismillah. Baklavaları varmış gerçekten. Kıvırcık saçları da ne kadar tatlı göstermiş. Ama yani, oha, böyle mi çıkılır dışarı? İnsan bir tişört falan giyer.” Kafasını kaldırmamaya çalışarak derin bir nefes aldı. Kalbinin gürültüsünü bastırmaya çalıştı. Şimdi bu adamla nasıl konuşacaktı? Az önce sinirden tırnaklarını sıkan elleri şimdi heyecandan titriyordu. İçinden geçirdiği düşüncelerle yüzleşmemek için kendine sessizce telkinde bulunurken Murat ona bakıyordu.
Murat, yüzünde öfke dolu bir ifadeyle kaşlarını çatarak hızla Melek’in yanına geldi. Sertçe Melek’in dirseğinden tutup onu merdivene doğru itti. O sırada beline sarılı olan beyaz çarşafın açılmaması için dikkatlice düzeltti. Yüzündeki sertlik hâlâ dağılmamıştı. Melek ise ne yapacağını bilemeden birkaç adım geri çekildi. Kafasını hafifçe öne eğmiş, dudaklarını ısırıyordu. İçinde bulunduğu durum fazlasıyla utanç vericiydi. Gözleri, istemsizce Murat’ın omuzlarına ve göğsüne kayıyordu ama hemen ardından suçlu bir çocuk gibi başını eğip ellerini yüzüne kapattı.
"Ben... Ben şey için geldim..." diyecek oldu ama kelimeler ağzından çıkmadan soluğunu tuttu. Sonunda utanmaktan dayanamayıp gözlerini kapattı. Sadece sesiyle var olmaya çalıştı. Ardından göz kapaklarının arasından bir parmağını kaldırarak sağ gözünün üstünden hafifçe baktı. "Lütfen... Lütfen üstünüze bir şeyler giyer misiniz?" dedi utancından sesi titreyerek. Murat’ın yüz ifadesi bir anda değişti. Gözleri öfkeyle büyüdü. Kapıya sinirle tekme attı. Yankılanan ses evin içinde adeta bir patlama gibi duyuldu. Ardından Melek’in kolunu daha sıkı tuttu.
"Sus. Sakın konuşma. Ne hakla evime girersin? Kimden izin aldın? Bu nasıl bir cüret? Polisi arayacağım. Ne bela çıktın sen başıma?" diye bağırdı. Ses tonu yükselmişti. Kontrolünü kaybetmiş gibiydi. Elleri saçlarına gitti, parmaklarını kıvırcık tellerin arasından geçirdi. O esnada kolları havaya kalkınca zaten çıplak olan üst bedeni daha belirgin hâle geldi. Karın kasları, Melek’in gözünün tam önündeydi. Melek’in bakışları bir an için iradesizce o kasa takılı kaldı. Gözleri yuvalarından çıkacak gibi oldu. Az önce kapıdaki resimde gördüğü erkek model, Murat’ın karşısında çocuk oyuncağı gibi kalıyordu. Bu görüntü, duvarda gördüğü sahte idealin çok ötesindeydi. Şaşkınlığını bastırmak için hızla yere baktı ama zihni çoktan etkilenmişti.
"Adam gibi sekreterlik yap. Benim özel hayatıma karışma. Hayatım sana ait değil, senin sınırında değil." dedi Murat. Sözleri kırıcıydı ama tonu daha da yıpratıcıydı. Melek kendini ondan uzaklaştırmak istese de Murat’ın eli hâlâ kolundaydı. Birkaç kez geri çekilmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Bu sırada avuç içlerini tırnaklarıyla sıktı. Canı acısa da sustu. Sadece dinliyordu. Tepki vermek istemiyordu çünkü işin büyümesini istemiyordu. Murat, lafını bitirmemişti. Dudaklarını burkarak, küçümser bir şekilde devam etti. "Ne oldu? Konuşsana. Dilini mi yuttun? Kimden izin aldın da geldin? Patronunun evine öyle elini kolunu sallayarak girmek kimin haddine?"
O an elindeki baskıyı fark etmiş olacak ki sıkışını hafifletti. Melek bu fırsatı değerlendirerek kendini hızla çekti. Kolunu kurtarmıştı. Birkaç adım geri attı. Nefes alışverişi hızlanmıştı. “Sözümü tamamlamama izin vermiyorsunuz ki. Beni dinlemiyorsunuz. Sizi şirkete getirmema söylendi. Toplantınız var. O yüzden buradayım. Zevkli yaşantınızı bir süreliğine kenara koysanız, gerçekten ölür müsünüz?” dedi. Sözlerinin sonunda ses tonu kararlıydı. Bu defa korkmuyordu.
Murat, öfkeyle bir adım attı. Yüzü Melek’in yüzüne iyice yaklaşmıştı. Her adımında Melek bir adım geri çekiliyordu. Geriye gidecek yeri kalmayana dek durmadı. “Yaşantım sana zevkli mi geldi?” diye sordu. Konuşurken gözlerini Melek’in dudaklarına odakladı. Bu tavır Melek’i daha da sinirlendirdi.
“Yok artık. Patronmuş, erkekmiş... Dinlemem. Vallahi öldürürüm seni.” dedi Melek ama daha fazla sesini çıkaramadı. Murat o sırada ellerini teslim olur gibi yukarı kaldırdı. Ardından kahkahasını bastı. Sesi koridor boyunca yankılandı.
"Çık dışarı. Çabuk. Benim sözümün üstüne söz söylemek sana düşmez." diye emretti.
Tam içeri girecekken Melek bir cesaretle kolunu tutarak onu durdurdu. Artık sabrı taşmıştı. "Bir dakika. Sakın alt kattaki kızın size olan ilgisini benim işime olan bağlılığımla karıştırmayın. Ben burada para için varım. Sizin mide bulandırıcı hayat tarzınıza hayran olduğumdan değil. Para için burada bulunuyorum. Ve yine para yüzünden büyük bir hazla yüzünüze geçirmem gereken yumruğu atmıyorum." dedi. Gözleri parlıyordu. Sesi netti. Murat bir anda döndü. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
"Ne dedin? Bir daha söyle." dedi, sesi alçalmış ama tehditkâr olmuştu.
"Hem konuş diyorsun hem sus diyorsun. Bir karar ver. İnsanı katil etmek için savaş vermekten vazgeç. Biraz önce söyledim bir daha söylemeyeceğim." dedi Melek. Sözlerinin ağırlığını fark ettiğinde birkaç adım geri gitti. Parmağını, az önce savurduğu yerden indirip yumruğunu sıktı. Artık kontrolü kaybetmek istemiyordu. Murat bir an sustu. Ne diyeceğini bilemedi. Ardından kafasını iki yana salladı. Ellerini yukarı kaldırıp ‘hayır’ dercesine salladı. "Sen beni tehdit mi ettin? Bu bir şaka mıydı? Ne bu şimdi? Bu ne cüret?" dedi.
Melek gülümsemeye çalıştı ama beceremedi. Ardından cümlesini toparlamaya çalıştı. "Yani efendim tehdit mehdit yok... Toplantı var ama sizin yüce varlığınız olmadan toplantı sadece masa başı sohbeti olur. Bu toplantı sadece siz ve diğer iş adamları arasında geçecekmiş. Ama siz olmazsanız, oradaki diğer insanların orada olmasının da pek anlamı kalmaz. Siz ve toplantı... Bunu anlatabildim mi?" dedi Melek, alaycı bir tebessümle.
Murat, yüzünü buruşturdu. Dudaklarının kenarı aşağıya çekildi.
"Bir ton laf sayıp sonra aptalı oynamakta üstüne yok. Çık dışarı. Çabuk. Hemen." dedi. Melek derin bir nefes aldı. "Aşağıda sizi bekleseydim, giyinip gelirdiniz. Bu kadarı fazla değil mi? Herkesin bir sınırı var. Patronsunuz bir an önce bu gerçeği kabul etseniz." dedi. Murat öfkeyle kolunu tekrar kavradı. Bu kez daha sertti. Melek’in bedenini sertçe merdivenlere yönlendirdi. Melek birkaç basamak tökezledi. Dengesini kaybetmemek için korkuluğa tutundu. Kalbi göğsüne sığmıyordu. Sonra ağır adımlarla merdivenleri indi.
Murat, hâlâ yukarıdan bağırıyordu.
"Fakir insanların beyinleri de fakir oluyormuş. Sadece cebin değil, aklın da yoksul. Bir gündür şu banel, fakir suratın canımı sıkıyor. Bu sabah da üstüne tuz biber oldu." Melek, merdivenin alt basamağında durdu. Derin bir nefes aldı. Yumruk yaptığı ellerini açtı. Başını kaldırmadan mutfağa doğru yürümeye başladı. Gözleri dolmuştu ama dökmemeye yeminliydi. Bu savaş yeni başlıyordu. Ne kadar zor da olsa kendini toparladı. Derin bir nefes aldı. Alt katta, kapının önünde bekleyen gecelikli genç kadının yüzünde ise sanki büyük bir zafer kazanmış bir gladyatörün ifadesi vardı. Dudaklarının kenarında alaycı bir kıvrım vardı. Kapının kolunu zarif ama bir o kadar da küstah bir tavırla tuttu. Başını hafifçe kaldırdı, bakışlarını Melek’in gözlerine dikti.
"Hiç güleceğim yoktu. Bak hele bak. Şu haline. Patronun sana nasıl da okkalı bir çifte attı." dedi ve kıkırdayarak kapıyı daha da araladı. "Kapı burada canım. Şimdi defol. Erkeğimle baş başa kalmak istiyorum." diye ekledi. Ses tonunda küçümseme vardı. Melek içten içe öfkesine hâkim olmaya çalıştı. Yine de gözlerini kaçırmadan, dimdik durarak kapıya yöneldi. Tam o sırada üst kattaki Murat, bir şarkıyı mırıldanarak sanki hiçbir şey olmamış gibi yatak odasına doğru geçti. Adımları rahattı, umursamazdı. Melek’in söylediklerini, gecelikli kadının tavırlarını ya da yaşanan gerilimi umursamamış gibiydi. Sanki bütün bunlar sabah rutininin bir parçasıydı. Odanın kapısını yavaşça kapattı. Melek ise onun gözden kaybolmasını bekledi. Gözlerini odanın kapısına dikip bir an durdu. Ardından içinden sayarak öfkesini bastırmaya çalıştı. Sonra, dışarı çıkmak üzere adım attı ama gecelikli kızın yüzündeki o kibirli ifadeye daha fazla dayanamadı.
Ellerini beline koydu. Adeta bir öğretmen edasıyla gecelikli kızın kulağına doğru eğildi. Sesini alçaltmıştı ama sözcükleri bıçak gibi keskin çıkıyordu. "Geyşa gibisin. Her erkeğin istediği kadın tavrı." dedi. Sesinde ironi vardı. Gecelikli kız bir an durdu. Ne dendiğini tam anlamamıştı ama üzerine alınmıştı. "Ne dedin sen? Bana şimdi küfür mü ediyorsun?" diye çıkıştı. Gözleri büyümüştü. Melek ise son derece masum bir ifadeyle başını hafifçe yana yatırdı ve tatlı bir tebessümle devam etti. "Sakın yanlış anlama. Ayak üstü tarih dersi gibi olacak ama... Geyşa, Japonya'nın kültürel figürlerinden biri. Erkekleri memnun etmek, onlara sanatsal ve duygusal haz vermek üzerine eğitilmiş kadınlar. Murat Bey’e onun geyşası olduğunu söylersen hoşuna gider. Sana daha da bağlanır. Daha fazla intisap eder." dedi.
Gecelikli kız anlamamıştı ama kelimelerin ritmi hoşuna gitmişti. Özellikle “Murat Bey’e hoş gelir” kısmı yüzünde bir tebessüm oluşturdu. Başını geriye attı. Güldü. Bu sözcüklerin içinde saklı olan hakareti fark edememişti. Aksine, bunu bir iltifat olarak almıştı. Melek’in aklı ise bu kadının cehaletine hayret etmekle meşguldü. İçinden "Bir şey bilmeden böbürlenmek ne kolay." diye geçirdi. Kız, Melek’in yüzüne sertçe baktı. Ardından aniden kapıyı onun suratına çarptı. Kapanan kapının sesi Melek’in göğsünde yankılandı. Fakat hiçbir tepki vermedi. Sadece sessizce döndü ve arkasını dönüp dışarı çıktı.
O sırada gecelikli kız, göğüslerini biraz daha ön plana çıkartarak adım adım salınarak Murat’ın odasına ilerledi. İçeri girmeden önce bir an durdu. Dudaklarına parmağını götürüp ısırdı. Ardından kapıyı aralayıp içeri girdi.
Murat yatağa uzanmış, tavana bakarken onun geldiğini hissetti. Kadının sesi odayı doldurdu. "Sana bir sır vereyim mi?" dedi kadınsı bir tonda. Sesi yumuşak, şehvetliydi. Murat, isteksiz bir şekilde gözlerini ona çevirdi. Tek kaşını kaldırdı. "Söyle bakalım. Sır neymiş?" dedi. Tonu ilgisizdi ama alaycıydı da.
Kadın yatağın kenarına yaklaştı. Dudaklarını yavaşça onun dudaklarına değdirdi. Hafifçe fısıldar gibi söyledi. "Ben senin geyşanım." Murat bir anda kahkahayı bastı. Yatağın içinden doğruldu. Gözleri parladı. Bu cümleyi tam duymamış gibi tekrar etti. "Ne? Ne dedin? Emin misin?" Kadın, gözlerini ondan ayırmadan başını salladı.
"Evet. Tam bana göre. İçimde hissedebiliyorum." Murat yeniden güldü. Kahkahası daha da yüksekti. "Geyşa or...pu demek. Bugün varsın. Yarın yoksun. Şimdi gerçekten bu şekilde anılmak istediğinden emin misin?" dedi.
Kadının yüzündeki ifade bir an duraksadı. Sonra göz bebekleri büyüdü. Kaşları çatıldı. Bozulduğunu belli etmese de kafasında soru işaretleri oluşmuştu.
"Ne yani? Sekreter olacak o kız bana hakaret mi etti?" dedi. Yatağın kenarına doğru çöktü. Yumruklarını sıkmaya başlamıştı. Kafasında dönüp duran sahte iltifatı çözmeye çalışıyordu.
Murat çoktan yataktan kalkmıştı. Üzerine beyaz, dar bir tişört giydi. Vücut hatları belirgindi. Ardından bir kot pantolon aldı ve üzerine geçirdi. Aynada kendine baktı. Boynunu geriye doğru kasarak birkaç kez çevirdi. Kasılmıştı. Sonra iç geçirdi. Gardıroptan parfümünü aldı. Tüm vücuduna fütursuzca sıktı. Kadının hâlâ orada olması umrunda değildi. "Akşama burada olma sakın. Artık bu iş oldu bitti. Karşıma bir daha çıkma." dedi. Soğuktu. Netti. Kadın bir adım öne çıktı. Gözleri dolmuştu. "Dün gece bu lafları etmiyordun. Yatakta kulağıma tatlı sözler fısıldıyordun. Beni nasıl kandırdın?"
Murat başını iki yana salladı. Gözleri küçüldü. Bıkkınlıkla kadına döndü.
"Klüpte peşime takılan sendin. Geliyorum dedin. Duymamazlıktan geldim, üç kere tekrar ettin. İstemiyorum dedim anlamadın. Ben de vakit öldürmek için gel dedim. Sen beni nikah masasına mı götüreceğimi sandın? Yatak odası dışında bir hayalim yoktu seninle ilgili. Komik olma. Hadi eyvallah." dedi. Sesinde ne öfke vardı ne de pişmanlık. Sadece umursamazlık.
Kadın donup kaldı. Gözleriyle Murat’ın odadan çıkışını izledi. Ardından çığlık atarak elleriyle yatağa vurdu. Ağlamaya başladı. Çocuk gibi, çaresizce... Ama bu ağlamanın Murat’ın umurunda olması mümkün değildi. Murat telefonunu eline aldı. Ana ekrana baktı. Ardından Hakan'a bir mesaj yazdı. “Gece kulübü sohbeti hâlâ geçerliyse geliyorum.” Mesajı yolladı. Ardından gülümsedi. Kapıyı çekip çıktı.
Melek dışarıda, bir umut belki çıkar diye, evin giriş kapısının ilerisinde, ağacın hemen ardına saklanmıştı. Sabah serinliği henüz dağılmamış, gökyüzü gri bir battaniye gibi üzerlerine çökmüştü. Kalbi hızlı hızlı atıyor, elleri heyecandan titriyordu. Bu bir oyun değildi. Bu, bir savaşın açılış hamlesiydi. Gözleri sabit şekilde kapıya odaklanmıştı. Her an açılabilir. Her an onun sesi duyulabilirdi. Ve işte... Kapı aniden açıldı. Önce tok bir menteşe sesi, ardından ayakkabının taş zemine basma tınısı. Murat dışarı çıkmıştı. Kibirli. Uykusuz. Ve fazlasıyla kendinden emin. Arabasına doğru yöneldi. Anahtarını çıkarıp uzaktan kumandayla kapıları açtı. Kapıdan gelen "çıt" sesi Melek için start düdüğü gibiydi. Bir anda ağacın ardından fırladı. Göz göze geldiler. Murat'ın kaşları çatıldı. Tepki vermesine fırsat kalmadan Melek birkaç adımda yanına vardı. "Efendim, holdinge mi gidiyorsunuz? Bende arabanın köşesine otursam... Aynı yere gidiyoruz zaten."
Murat şaşkınlıktan bir an dondu. Ama sonra klasik, iğneleyici ve aşağılayıcı tonuyla konuştu. "Sen. Gerçekten inanılmaz birisin. Bu azmini keşke işe yarar şeyler için kullansaydın. Son kez söylüyorum. Kaybol. Fakirlik akıyor her tarafından. Gözlerim kanıyor." Melek derin bir nefes aldı. Alay edilmesine, hor görülmesine, küçük düşürülmesine artık tahammülü kalmamıştı. İki gündür içinde biriken öfke, gurur kırıklığı, onca çaba... Bütün bu yaşananlara rağmen hâlâ buradaydı. "Ama yeter ya. Gerçekten yeter. İki lafından biri fakirlik. Hangi yüzyılda yaşıyoruz Murat?" İlk defa ismi ile seslenmişti. İğneleyici ve nefret edercesine çıkmıştı bu isim. "Sen zengin oldun da ne oldu? Sendeki durum benden daha vahim. Seninle tek ortak noktamız insan oluşumuz bile değil. Ben hâlâ utanabiliyorum. Sen utanmayı unutmuşsun. Ben hâlâ vicdanı olan biriyim. Senin içinden geçeni tahmin bile etmek istemiyorum."
Murat gülümseyip başını salladı. Umursamaz bir şekilde arabanın kapısını açtı. "Gelmiyorum. Toplantıya götür de göreyim. Hadi bakalım. Şimdi göster kendini." Bu meydan okumaya sessiz kalmak Melek’in doğasına aykırıydı. Gözleri bir an kısıldı. Dudakları titredi. Gözlerinde delicesine parlayan öfkeyi Murat net bir şekilde görebiliyordu. Ve o anda... Melek bir adım attı. Sonra bir adım daha. Kendini frenlemeden Murat’ın tam karşısına dikildi. Yüzü gökyüzüne dönüktü. Sesini yükseltti. Hayır. Yükseltmedi. Resmen bağırdı. Tüm site duydu. Bağırması ile kuşlar kanat çırptı. Camlar titredi. "Ne sen... GAY misin? Ne? Yaşlı komşunuzun oğlundan mı hoşlanıyorsunuz? İnanmıyorummmm."
O kadar yüksek sesle söylemişti ki birkaç sokak ötede oyun oynayan çocuklar bile sustu. Kediler durdu. Birkaç kuş aniden havalanıp kaçtı. Etrafa telaşlı gözlerle baktıktan sonra, çenesini yukarı kaldırıp bağırmaya devam etti. "Babanız... Babanız ne kadar üzülecek. Sizden nasıl umutluydu oysa. Onca yatırım. Onca emek. Bunca çaba. Ve sonuç... Mahalle dedikoduları. Bir CEO ve komşusunun oğlu. Vay be. Filmlere konu olursunuz. Vallahi bravo."
Murat’ın rengi bir anda attı. Önce göz bebekleri büyüdü. Ardından çenesi düştü. Sonra çevresine baktı. Bir teyze camdan başını uzatmıştı. Karşı apartmanın girişindeki adam elinde poşetle durmuş dinliyordu. Birkaç çocuk, Melek’in ne dediğini birbirine soruyordu. Daha fazla rezil olmamak... Şu an sadece bunu düşünüyordu. Bir adımda Melek’e yaklaştı. "Murat bey iş kötülüğe gelince en az sizin kadar çaba harcayıp sizi bu sitede rahat gezdirmem."
"Sen... Sen nasıl bir sekretersin?" diyerek Melek'in cevap vermesini beklemeden eliyle onun ağzını kapattı. Sıkıca. Nefesi Melek’in yanağında hissediliyordu. Dişlerini sıkmıştı. Gözleri öfke ve panikle parlıyordu. Eğilip kulağına doğru fısıldadı. Tiz ama bastırılmış bir tonla.
"Geleceğim. Tamam. Sus. Yeter. Ne istiyorsan tamam. Pes ediyorum. Sen kazandın. ALLAH’IN belası Melek isimli şeytan. Ne istiyorsan yapacağım. Yeter ki sus. Arabaya bin. Ama bir daha aynı numarayı yaparsan... Yemin ederim seni yok ederim."
"B*k yok edersin." dedi içinden. Melek gülümseyerek geri çekildi. Onun ağzını kapatan el yavaşça indi. Gözleriyle zaferini ilan eder gibi baktı. Gülümsedi. Gülümsedi ama bu bir mutluluk gülümsemesi değildi. Bu, “ben kazandım” gülümsemesiydi. Ardından arabanın ön koltuğuna geçip oturdu. Camdan başını uzattı. "Şaka yaptım. Kimse inanmasın." diye bağırdı. Sonra yanındaki Murat’a döndü. "Toplantıya geç kalmayalım Murat bey. Bugün mis gibi bir hava var." Murat ise elleri direksiyonda, kafasını yavaşça direksiyon simidine vuruyordu.
____
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Kitabı da beni de takip etmeyi unutmayın.
Yorum ve beğeni olursa mükemmel olur.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 129.84k Okunma |
11.31k Oy |
0 Takip |
132 Bölümlü Kitap |