11. Bölüm

11. Çelişki

Yalives Doğan
kambersizyazar

Beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin.

Okumadan önce Beğeni yapıp başlayalım 💞

______

Arabanın içinde gerilimle sarmalanmış bir sessizlik vardı. Murat sinirle direksiyona yapışmış, göz ucuyla Melek’e bakıyor, sanki o an orada olmasının bile hesabını soracakmış gibi hiddetle sabır çekiyordu. Melek ise onun aksine mutluluktan havalara uçacak gibi heyecanlıydı. Yanaklarına renk gelmişti. Gözleri ışıltılıydı. Kalbi tıpkı ilk kez tiyatro sahnesine çıkacak bir çocuğun heyecanı gibi pır pır atıyordu.

Salih’in gözlerinde göreceği takdiri ve yüzündeki gülümsemeyi hayal ettikçe içi içine sığmıyordu. Belki de ilk kez bir şey başarmış olacaktı. Üstelik bu başarısı, diğer sekreterler arasında alay konusu olmasını engelleyecekti. Onunla dalga geçmeye kalksalar bile Salih'in ona olan güveni hepsini susturmaya yeterdi. Bu ihtimali düşündükçe ağzının kenarındaki gülümsemeyi tutamıyordu.

Murat kaşlarını çatıp hiddetle gaza bastı. Ancak Melek korkmak yerine aksine daha da heyecanlandı. İçindeki adrenalin ona hayat veriyordu. Dışarıdaki rüzgâr hızla camlara çarpıyor, sanki onun içindeki neşeye tempo tutuyordu. Gözlerini kocaman açmış, hayretle ve hazla etrafı izliyordu. Murat onu korkutmak istemişti ama Melek’in içinden geçenleri bilseydi, frene basıp arabayı yol ortasında bırakır giderdi.

“Ya. Sen sekreter olamazsın. Olsan olsan virüs ya da reklam ajansının ürünü olursun. Seni nasıl kim başıma bela etti?” dedi Murat. Sözlerinde küçümseme, dudaklarında ise sinirli bir bükülme vardı. Gaza iyice yüklendi. “Vay be hız seven insanların kontrolsüzce araba kullanmalarının sebebi demek ki bu... Bayıldım. Lütfen böyle devam et. Hızını sakın düşürme saygıdeğer patronum.” dedi Melek, yüzünde ukala bir gülümsemeyle. Kendi tarafındaki camı sonuna kadar açtı. Rüzgâr yüzüne sertçe vuruyordu. Adeta tokat gibi çarpıyordu ama o bundan zevk alıyordu. Kulağında yankılanan şey rüzgârın uğultusu değil, Salih’in ‘Teşekkür ederim Melek hanım. Sayende kurtuldum.’ diyeceği andı.

Yanındaki adamın varlığını unutmak istiyordu. Murat’ın öfkesi, umursamazlığı, kibri… Bunların hiçbiri onun mutluluğunun önüne geçemezdi. Salih’in gözünde itibarlı bir yer edinmekti tek amacı. Murat ise hayatında böyle bir sekreterle ilk kez karşılaşıyordu. Ne korkuyordu, ne de susuyordu. Ağzına geleni söylüyor, gediğine tam yerleştiriyordu sözlerini. O kadar rahattı ki Murat’ın sinirlerinin üzerine basmakta ustalaşmış gibiydi. Kızın özgüveni hem sinir bozucu hem de tuhaftı. Ne yapacağını kestiremiyor, içinden “Acaba sorun mu var kafasında?” diye geçiriyordu.

Kısa süren bu gerilimli yolculuk, Holdingin önünde sona erdi. Murat frene aniden bastı. Araba keskin bir sesle durdu. Melek hafifçe öne savruldu ama hiç şikâyet etmedi. Murat ise arabanın içinde birkaç saniye daha bekledi. İnmemek için kendince direniyordu. Ama evinin önünde verdiği söz vardı. İçinden küfrederek kapıyı açtı. Dik bir duruşla dışarı çıktı. Kapıda bekleyen görevliye arabayı işaret etti. “Yarım saat içinde park yerinden kapıya geri getir. Sakın beni burada bekletme. Beklemekten nefret ederim.” dedi. Her kelimesi burun kıvıran bir aristokrat edasındaydı. Görevli başını sallayarak onayladı.

İçeriye hızlı adımlarla girdiler. Salih her yerde insanlar tarafından güleryüzle karşılanırken, Murat adeta buzdan bir heykel gibiydi. Yüzüne bakan yanar, selam veren kovulur korkusuyla kimse onu rahatsız etmeye cesaret edemiyordu. En üst kademeden en alt kademeye kadar herkes başını önüne eğmişti. Ne bir tebessüm ne de bir baş selamı. Bu korku onları taş kesilmeye itmişti.

Melek ise sanki bir yıldız gibi parlıyordu. Murat’ın selamlamadığı herkese hafif bir gülümsemeyle başını sallıyor, insanlara küçük ama içten jestlerle karşılık veriyordu. "Kolay gelsin. Size de kolay gelsin. Gününüz güzel geçsin." Yüzüne yerleşmiş kendinden emin tebessüm, onun ruhundaki heyecanı dışarıya taşıyordu.

Toplantı odasına vardıklarında Murat derin bir nefes aldı. Gergindi. Keyfi zaten yerinde değildi. İçeriye birlikte girdiler. Gözler Murat'a döndü. Herkes şaşkındı. Normalde toplantılara bile katılmazdı. Katılsa da beş dakika içinde sıkılıp çıkar giderdi. Salih gülümsedi. Melek’e doğru yaklaştı. Omzuna yumuşak bir dokunuşla destek verdi. “Sen mükemmelsin Melek hanım. Bunu bugün tekrar kanıtladın.” dedi.

Melek’in kalbi göğsünde duramıyordu. Tüyleri diken diken olmuştu. Az önceki rüzgâr bile bu sözün etkisi kadar güçlü değildi. Bakmamak için çaba harcıyordu. Gözlerini kaçırıyor, kafasını yere eğiyordu. Ama içinde bir sevinç patlaması vardı. Sanki uzun bir yolculuğa çıkmıştı da, bu ilk durakta yakıtı bitmemişti. Daha gidecek çok yolu vardı ama en zorlu adımı atlatmıştı. Tam o sırada Murat’ın sesi odayı yararcasına yükseldi. “Sekreter hanım. Arkanızdaki dosyaları verin.”

Melek hızla harekete geçti. Dosyaları el çabukluğuyla Murat’ın önüne bıraktı. Sonra cebinden küçük not kâğıdını çıkarıp arkasına geçti. Bilgileri yazmak için hazırlandı. Ciddiydi. Ama içindeki o savunmasız kuşlar hâlâ çırpınıyordu.
Salih, göz ucuyla Melek’e bakıyordu. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Aşırı doğaldı. Farklıydı. Konuşurken sanki kelimeleri değil, resimleri işliyordu. Varlığıyla odaya canlılık katıyordu. Melek ise Salih’in gözündeki memnuniyeti görmüş ve buna layık olmanın huzurunu yaşıyordu. Kendini Amazon ormanlarında yürüyüşe çıkan Tarzan'ın sevgilisi Jane gibi hissediyordu. Hem heyecanlı hem tedirgin hem de istekliydi.

Toplantı başlamıştı. Yabancı ortaklarla yapılacak görüşme son derece kritikti. Salih elinden geldiğince toplantıyı bilgi alışverişiyle zenginleştiriyor, projeleri tanıtıyor, yatırımcılara güven veriyordu. Murat ise masanın bir köşesinde sıkılmış, olayları dışarıdan izleyen bir sinema izleyicisi gibi davranıyordu. Birden yerinden kalkmadan sokak çocuğu ağzıyla konuştu. “Hışt. Buraya gel.”

Tüm oda sessizleşti. Gerginlik yine yükselmişti. Melek yavaşça ayağa kalktı. Üstünü düzeltti. Ciddi bir tavırla Murat’ın yanına yaklaştı. “Buyurun efendim?” dedi. Sahte bir tebessümle Murat’ın yüzüne baktı. Murat kahkahayla güldü. Odanın havası değişti. Sekreterine bakıp alay edercesine ortaklara döndü. “Bakın şimdi. Bu sekreter var ya…” Sözünü bitiremeden Salih ayağını Murat’ın ayağına bastı. Usulca yaklaşıp fısıldadı. “Murat. Ne yaptığını sanıyorsun? Ortaklara projeleri anlatsan daha iyi olmaz mı?”

“Salih. Sen anlatıyorsun. Yetmedi mi? Ben de mi anlatacağım? Adamlar bizden nefret etsin diye mi geldik buraya? Bırak. Ben daha eğlenceli bir şey söyleyeceğim. Bu sekreter… Babam tarafından başıma musallat edilen tam bir bela. Ama öyle böyle değil.” Salih dişlerinin arasından konuştu. “İçki içmeden sarhoş olma unvanın mı var? Kimsenin bunları duymak istediğini sanmıyorum. İş konuşmak için buradalar. Senin ukalalıklarını değil.”

“Canları cehenneme.” dedi Murat. Sandalyesine yaslandı. Umursamaz bir tavırla bacak bacak üstüne attı. Ortaklar hiçbir şey anlamamıştı. İngilizce dışındaki kelimeler onlara yabancıydı. Çevirmen durumu toparlamak için kafasına göre cümleler kurarak toplantıyı yumuşatmaya çalışıyordu. Salih de Murat da üst düzeyde İngilizce bilgileri olmasına rağmen yabancı misafirlerin yanında çevirmen bulunduruyorlardı. Salih misafirlere sorular sordu. Konuyu değiştirdi. Ortamı dengelemeyi başardı. Sohbet tekrar rayına oturmuştu. Murat ise hâlâ alaycı bir tavırla kenardan izliyordu.

Salih bir kez daha başını Murat’a çevirdi.
“Şanslı olduğumuzu şu an yine anladım. Yabancı olmaları ve bizim dilimizi bilmemeleri… Senin bu saçma sözleri sarf etme hakkını vermiyor.”

“Tamam. Pes ediyorum. Zaten bugün evde yaptığım antrenman beni yordu. Bir de senin çenen beynimi kemiriyor.” dedi Murat. Gözlerini devirdi. Melek içinden geleni tutamadı. Önündeki notlara bakarken başını yana eğdi.
“Allâh’ın cezası… Salata kafa.” diye mırıldandı. Bu kelimeler onun içindeki gerçek düşüncenin sadece bir kırıntısıydı. Murat duymamıştı ama yeterince rahatlatıcıydı.

Melek için özel hayatın bu denli açık edilmesi, hele de iş ortamında bir sohbet malzemesine dönüştürülmesi basitlikti. Ukala ve hoyratçaydı. Murat Arsel’in az önce söylediği her kelime onun gözünde itibarını biraz daha yıkmıştı. Derin bir nefes aldı. İçindeki öfkeyi, kırgınlığı, şaşkınlığı yutkunarak bastırdı. Bu adamın seviyesine inmeye niyeti yoktu. Sessizlikle cevap verdi. Sözlerle kirlenmeye değmeyecek bir an olduğunu düşünerek, yalnızca bakışlarını devreye soktu. Onunla tartışmak bir nevi kendine ihanet olurdu. Bu yüzden gözlerini hafifçe kısıp adamları izlemeye başladı.

Gözlerinin önünde ilerleyen bu toplantı sirkine uzaktan, yabancı bir ülkeye gelmiş gibi bakıyordu. Büyük şirketler. Büyük adamlar. Büyük işler. Ama her şey, işe yaramaz bir patronun elinde körü körüne mahvolmaya mahkumdu. Dev projeler. Milyon dolarlık yatırımlar. Saygın ortaklıklar. Ve tüm bunların merkezinde, bile isteye serseri gibi davranan, egosunun peşinden koşan bir adam. Melek iç geçirdi. Elindeki kalemi saçlarının arasına iliştirip, bir anlık kararsızlıktan sonra yeniden not defterine döndü. Ne olursa olsun, işini düzgün yapacaktı.

Şimdilik her şey yolunda görünüyordu. Murat, az önceki maskaralığından sıyrılmış gibi davranıyordu. Ciddiyetini takınmıştı. Önündeki dosyaları nizami şekilde inceliyor, maddeleri açıklıyor, yabancı ortaklara güven vermek için çaba harcıyordu. Ve ilginçti. Evet. Gerçekten ilginçti. Melek farkında olmadan, hayranlıkla ona bakarken buldu kendini. Bugün böyle davranmasını istiyordu sadece. Her zaman güçlü, ayakları yere basan, kendini ifade edebilen bir patron görmek istiyordu. İşini bilen, insanlara saygı duyan bir adam. Ve bunu şu anda çok iyi başarıyor gibiydi.

"İnşallah toplantı sonuna kadar böyle ilerler." Ama... Bu Murat Arsel için neredeyse imkânsız bir beklentiydi. Yine de o an... Dosyalardan bahsederken, gözlerini yerden kaldırmadan ciddi bir tavırla maddeleri anlatırken... Kulağının arkasına düşen tek bir saç teli bile onun çekici göründüğünü düşündürmeye yetti. Sadece bir anlığına. Hayran gözlerle izledi. İç geçirdi. Bu düşünceyle kendine kızmak üzereydi ki Salih Saraç’ın telefonu çaldı.

Salih, nazik bir şekilde tek tek herkesten özür diledi. Yerinden kalktı. Gömleğini hafifçe düzelterek dışarı çıktı. Telefonu kulağına götürürken bile hâlâ güler yüzlüydü. Ve… Murat Arsel için oyun başlamıştı. Onun gözlerinden geçen kıvılcımı Melek görememişti. Ama o kıvılcım, ukala bir gülüşle birleşmişti.
Murat, yavaşça başını kaldırdı. Gözlerini Melek’e dikti. Bugün hatalarını not eder gibi bakıyordu ona. Sözleriyle olmasa da bakışlarıyla bir ceza vermeye hazırlanıyordu. Melek, göz temasını yakalayınca yanlış anladı. Bir şey isteyeceğini sandı. Hemen ayağa kalktı. Fakat Murat eliyle “otur” işareti yaptı. Bu hareketle birlikte Melek tekrar yerine oturdu. Notlarına dönmek istese de zihni karışmıştı. Belli ki bir şey olacaktı. O an bunu anlamıştı ama ne olacağını kestirememişti.

Melek'in karşısında, onu düşman kampı gibi gören bir adamın oturduğunun tam farkında değildi. Eğer farkında olsaydı, en azından birkaç savunma geliştirir, kendini gelecek saldırıya karşı korurdu. Ama düşman fazlasıyla uğraşmayı seviyordu. Hem de en sinsi türden. Şımarıktı. Egoistti. Kendini merkeze alan bir adamdı. Ve başına gelecekleri yalnızca o biliyordu. “Ben mi söylemeliyim kahve getirmeni? Sekreter, bana kahve getir.” dedi Murat. Sesi odada yankılandı.

Melek bir an neye uğradığını şaşırdı. Oda içinde odaklandığı defteri köşeye koydu. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Yuvarlak masaya yöneldi. Amacı, sadece Murat’a değil, yabancı ortaklara da içecek isteyip istemediklerini sormaktı. Nezaket, onun doğasında vardı. Fakat Murat bunu da fırsat bildi. “Kahve getir dedim. Duymadın mı?” diye çıkıştı. Sesi bu kez daha keskin, daha yüksek, daha buyurgandı. “Herkesin ne içtiğini sorduğum gibi, getireceğim efendim.” dedi Melek. Önüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sesi sakin ama içinde büyüyen öfke vardı. Murat’ın amacı başkaydı ve bunu artık fark ediyordu.

Tam konuşacakken Murat ayağa kalktı. Melek’in karşısına geçti. Sanki onu baskılamak istiyordu. Göz göze geldiklerinde Melek burnunun direğinde bir yanma hissetti. “Onlar istemedi. Ben istedim. Ben. Onlar isterse getirirsin.” dedi Murat. “Zaten onlar istemeden biz ikram etmeliyiz. Adı üstünde misafir onlar. Ortaklarınıza kahve getirmezsem bunun sorun olacağını düşünüyorum.” diye karşılık verdi Melek. Sesi hâlâ kontrol altındaydı. Ama içinde bir yerler yanıyordu. “Sorun olacak tek şey sensin. Her şeye muhalefet olma artık. Beynin konuşmaktan nefes almıyor.” dedi Murat. Dudaklarında küçümseyen bir ifade vardı.

Melek derin bir nefes alıp döndü. Artık çıkması gerektiğini anlamıştı. Kapıya doğru yöneldi. Adımlarını saymadan yürümek istemediği bir andı. Ama Murat yine durmadı. Sesi arkadan geldi. Sinir bozucuydu. Ezici bir gürültü gibi kulaklarına çarptı. “Kopi Luvak.” dedi.
Melek durdu. Geri dönmeden konuştu.
“Ne, kop luv mu?” Murat sandalyesine geri oturdu. Gülümseyerek tekrar etti.
“Kahvenin ismi. Kopi Luvak. Başka kahve içmiyorum.”

Melek’in içinde buz gibi bir sessizlik oluştu. Tek düşündüğü şey, bu kahvenin ne olduğu bile değildi. Asıl düşündüğü, Salih’in neden şimdi burada olmadığıydı. Bu kadar kritik bir anda, neden yalnız kalmıştı? İçinden geçen “beni ancak o kurtarır” hissiyle baş başa kalmıştı. Ama yoktu. Ve Murat bu anı kollamıştı. Çok belliydi. Dudaklarını ısırdı. Direncini topladı. Derin bir nefes alarak dışarı çıktı. Alt kattaki kafeyi aradı. Telefonu açan kişi son derece kibardı. “Buyurun. Ne istemiştiniz?” Melek sesi titreyerek yanıt verdi. “Şey. Kopi Luvok. Bir tane. Üçüncü kata lütfen.”

Telefondaki ses bir an sessiz kaldı. Ardından şaşkınlıkla konuştu. “İyi de... Burada o kahve satılmaz.” Melek duraksadı. “Nasıl satılmaz? Kahve değil mi? Neden satılmıyor?”

“Çünkü o kahve... Dünyanın en pahalı kahvesi. Buraya getiremeyiz hanımefendi.” O an her şey yerine oturdu. Murat Arsel’in zihninde kurduğu küçük oyun ortaya çıkmıştı. Bugün olanlar yetmemişti. Onu daha da yormak, daha da yıldırmak istiyordu. Amacı onu vazgeçirmekti. Kırmak. Yıpratmak. İstifa ettirmek. Belki de çileden çıkarmak. Melek içinden bir dizi küfür saydı. Kendi kendine, “Bu çocukça oyunu nasıl bozarım?” diye sordu. Düşünmeye başladı. Hemen sekreter odasına koştu. Bilgisayarı açtı. Kahveyi araştırdı. Gözlerine inanamadı. Türkiye’de sadece bir yerde satılıyordu. Ve... Üretimi... Kedigillerden bir hayvanın dışkısından... Bir an yüzünü buruşturdu. Ardından gülmeye başladı. Kısa, sinsice bir kahkaha. “Tam hak ettiği şeyi içiyor.” dedi alayla. Sonra kendini toparladı.

Hemen yeniden aşağıdaki cafeyi aradı. Sesi bu sefer daha sertti. “Bir tane inanılmaz sert filtre kahve. Üç tane de kül kahvesi. Dördüncü kata lütfen.”
Beklemeye başladı. Bu kahve işini kendi lehine çevirecekti. Murat Arsel ne kadar yukarıdan bakarsa baksın... O ona, alttan alta savaşın kurallarını gösterecekti.

***

Fahri Bey odada elindeki dosyaların tamamını dikkatle inceleyen baş sekreterin söylediklerine kulak kabartmış halde dinliyordu. Gözlüğünü hafifçe burnunun ucuna indirerek kağıtların üzerindeki detaylara odaklanmıştı. Baş sekreterin sesi, hafif bir rüzgâr gibi odanın içinde yankılanıyordu. Her bir kelimesi titizlikle seçilmiş, kurumsal ciddiyetle söylenmişti. Fahri Bey gözlerini dosyadan kaldırmadan, zihninde sekreterin söylediklerini tartmaya çalıştı. Ancak o sırada duyduğu kapı sesi düşüncelerini böldü. Gözlerini kapıya çevirerek belirgin ve yüksek bir ses tonuyla, alışılmış kararlılıkla konuştu.
"Girin." dedi.

Kapı ağır bir şekilde açıldı. İçeri giren kişi, Salih Saraç’tan başkası değildi. Üzerinde koyu bir takım elbise vardı. Kravatı hafifçe yana kaymıştı ama bu gelişigüzellik onun üzerinde bile bir ciddiyet yaratıyordu. Yüzünde her zamanki o sakin ama tetikte ifade vardı. İçeri girerken başıyla saygılı bir selam verdi. Fahri Bey'in gözlerinde onu görünce bir anlık bir parıltı oluştu. Bu görüşme planlıydı. Aslında birkaç dakika önce Salih’i şahsen telefonla aramış, "Gel, bu işi seninle konuşmam lazım." demişti. Oğlu Murat’ın içinde bulunduğu kritik süreci birinci elden öğrenmek istiyordu. Ve bunu, en güvendiği isimle konuşarak yapmalıydı.

Fahri Bey, eliyle baş sekretere çıkmasını işaret etti. Sekreter sessizce dosyaları kapatarak odadan ayrıldı. Kapı kapanırken içeride hafif bir boşluk hissi oluştu. Bu boşluk, sadece iki ciddi adamın konuşmalarına sahne olacak bir atmosferin habercisiydi. Fahri Bey koltuğunda hafifçe geriye yaslanarak Salih'e döndü. Ciddiyetini bozmadı ama ses tonu alışılmıştan biraz daha yumuşaktı. "Nasıl gidiyor toplantı?" diye sordu. Salih fazla düşünmeden cevap verdi. Zaten gelmeden önce gelişmeleri titizlikle takip etmişti.

"Şimdilik iyi efendim. Yeni sekreterin inadı, sabrı ve stratejik yaklaşımı sayesinde Murat şu an ortaklarla doğrudan görüşüyor. Murat'ın mükemmel işleyen zihni var ve istediğinde rahatlıkla kullanıyor. Gerginlik başta yüksekti ama sekreter konuyu ustaca yönlendirdi. Murat’ın odaklanmasını sağladı. Ortaklar ilk başta mesafeliydi ama şimdi daha açık konuşuyorlar. Görüşmenin seyri olumlu yönde ilerliyor. Murat istediği zaman her işin altından kalkabileceğini açıkça gösteriyor. Bu Murat için ciddi bir sınav. Ama başarılı geçeceğine inanıyorum."

Fahri Bey, gözlerini Salih’ten ayırmadan başını hafifçe salladı. Dudaklarında belirsiz bir gülümseme oluştu. Kalbindeki sıkıntının bir parça azaldığı belliydi. "İyi. İyi. Çok sevindim." dedi. Sözleri kısa ama doluydu. "Bu kızın sağlam bir bünyesi, geri adım atmayan bir karakteri olduğunu daha ilk gün anlamıştım. Kafasını eğmedi, eğmeyeceğini de gösterdi. Duruşu net. Sert ama yerinde. Bazen düşündüğünü doğrudan söylüyor. Fakat bu şirkette artık o tür insanlara ihtiyacımız var. Samimiyetle söylüyorum. İlk defa bir sekretere boyun eğdi Murat. Bu bile başlı başına bir değişimin işareti."

Salih başını sallayarak onayladı. Düşünceleri Fahri Bey’inkine çok yakındı. "Murat, bu işi başarıyla tamamlarsa sadece bir projeyi değil, kendisine biçilen şımarık lider imajını da kıracak. Her işin üstesinden gelebileceğini açık bir şekilde hem dosta hem düşmana gösterecek. Biliyorsunuz, onun adı yaptığı eylemler yüzünden hep gölgede kaldı. Sizin sayenizde, soyadıyla iş yapacağı düşünüldü hep. Ama şimdi kendi kimliğiyle bir şeyler başarmanın eşiğinde." Fahri Bey derin bir nefes aldı. Göğsü hafifçe inip kalktı. Bir süre sessiz kaldı. Sanki içinde uzun zamandır tuttuğu cümleleri tartıyordu. Sonunda konuşmaya devam etti.

"Ben de bazen düşünüyorum. Acaba fazla mı korudum? Her düşüşünde sırtını mı tuttum? Onun kendi kendine düştüğünü ve sonra da kalktığını hiç görmedim. Belki de Murat şimdi ilk defa kendiyle yüzleşiyor. Gerçek bir lider böyle doğar. Tırnaklarıyla kazıyarak. Onun çok güçlü olduğunun farkındayım. Sadece göstermek istemiyor." Salih hafifçe gülümsedi. Gözlerinde hem saygı hem dostane bir sıcaklık vardı. Cümleleri ağır ama içtendi. "Doğru söylüyorsunuz. Ama bence Murat artık eski Murat olamayacak. Bu son olaylar, özellikle yeni sekreterin gelişi, şirketteki dengeyi değiştirdi. Sekreter sadece iş yapmıyor. Aynı zamanda Murat’ın üzerinde bir etki bırakıyor. Onu sorgulatıyor. Düşündürüp karar verdiriyor. Belki de Murat ilk defa bir kadın tarafından sadece duygusal değil, zihinsel olarak da yönlendiriliyor."

Fahri Bey'in gözleri derinleşti. Sanki geçmişe gitti. Gençliğini, kendi yükselme yıllarını hatırladı. Ardından tekrar Salih'e döndü. "Ne diyorsun Salih. Bu kız uzun vadede bizimle kalır mı? Böyle bir cevheri kaybetmek istemem. Ama gençlerin kalbi başka türlü atıyor. Tutmak zordur. Hele hele Murat gibi biri yakınındaysa." Salih kısa bir iç çekişle omuz silkti. "Zor bir soru bu. Ama içimde bir his var. Bu kız bu şirkette daha büyük izler bırakacak. Sadece bir sekreter olarak değil. Belki de Murat’ın kaderini belirleyecek biri olacak. Her başarı hikayesinin arkasında isimsiz bir kahraman olur. Belki bu sefer ismi de olacak."

Fahri Bey başını eğdi. Ceketinin düğmesini ilikleyip koltuğunda doğruldu. Gözleri Salih’in gözlerine takıldı. Ciddi ama umutlu bir bakışla konuştu. "O zaman izlemeye devam edelim. Bu hikaye yeni başlıyor Salih. Ve bu sefer, sayfaları oğlum Murat değil biz çevireceğiz."

***

Elindeki tepsinin içinde üç tane kül kahvesi ve bir tane sert filtre kahveyi taşırken yürüyüşü yavaş ama kararlıydı. Tepsinin ağırlığına rağmen elleri titremiyordu. Her adımında ayakkabısının topuk sesi koridor boyunca yankılanıyor, odaya yaklaştıkça nabzı daha da hızlanıyordu. Toplantı odasının kapısına geldiğinde, derin bir nefes aldı. Kalbindeki gerginliği susturmak istercesine başını dikleştirdi. Ne olursa olsun dimdik duracaktı. Sonra kapıyı çaldı.

Kapı açıldığında içerideki sessizlik bir an bozuldu. Murat’ın sesi hâlâ kulaklarda yankılanıyordu. Ortaklara stratejik bir maddeyi anlatırken bir anda sustu. Kapıdan içeri giren Melek’in topuk sesleri o kadar belirgindi ki bütün dikkat ona çevrildi. Murat, başını çevirdiğinde gözlerinde alışık olunan o buyurgan ifade vardı. "Dediğimi nasıl yaptın, görelim bakalım." der gibi bir bakış fırlatmaya hazırlanıyordu. Fakat gözleri tepsinin üstüne kaydığında ifadesi değişti. Beklediği kahve, o çok özel ve zor bulunan kopi luwak kahvesi orada değildi. Zaten o kahveyi bulması kısa zamanda imkansızdı. Uğraştırmak istemişti. Onun yerine sıradan, hatta damakta acı bir tat bırakan sert bir filtre kahve vardı. Bir de üç tane köpüklü kül kahvesi. Dudakları sinirle büküldü. Aniden sandalyesinden kalktı.

"Ben sana sadece bana kahve getir demedim mi?" diye bağırdı. Sesi tokat gibi odanın duvarlarına çarptı. Ortaklar kısa süreli bir şaşkınlık yaşarken gözlerini Murat’a çevirdiler. Kimse onun bu denli kontrolünü kaybettiğini daha önce görmemişti. Melek, başını bozmadan dimdik durdu. Tepsiyi elinden bırakmadan, yüzündeki ifade ne öfke ne de korkuydu. Sadece sabırlı bir soğukkanlılıkla konuştu. "Evet efendim. Dediniz. Zaten kahvenizi getirdim. En ağırından. Sert filtre kahve. Hem sizin söylediğiniz gibi misafirlere ne istediklerini sormadım. Şimdi müsaade ederseniz kahvelerin köpükleri sönmeden ikram edeyim. Sizde sakinleşin sinirden şişeceksiniz." dedi.

Murat bir anlık şaşkınlıkla durdu. Melek’in omuz darbesiyle kenara çekilmek zorunda kaldı. Kadının kendinden emin tavrı karşısında olduğu yerde bir taş gibi dikildi. Gözleriyle onun hareketlerini izledi. Ne kadar küçümsediğini, ne kadar sıradan gördüğünü hatırladı. Ama şimdi karşısında duran bu kadın, öylece boyun eğen biri değildi. Akıllıydı. Duruşluydu. Savaşçıydı.

Melek, kahveleri masaya teker teker bıraktı. Ortakların yüzünde beliren memnuniyet ifadesi Murat’ı daha da çileden çıkardı. Onun önüne konulan sert filtre kahveyi elinin tersiyle kenara itti. Gözleri, köpüklü kahvelerini keyifle içen ortaklarda takılı kaldı. Sonra kaşlarını çatarak tekrar Melek’e baktı. Kendisine karşı bir güç gösterisi yapıldığını düşünüyordu. Bu kabul edilemezdi. O, otoritesine meydan okunmasına alışkın değildi.

Aniden sandalyesinden kalktı. Gergin adımlarla odadan çıkarken ne ortakların bakışlarını umursadı ne de kendi masasının etrafındaki evrakları. Melek gözleriyle onu izledi. Ortaklar bir an afalladı. Ardından Melek hafifçe başını eğerek ortaklardan müsaade istedi ve hızla onun peşinden çıktı. "Murat Bey. Murat Bey, nereye gidiyorsunuz?" diyerek onun önüne geçmeye çalıştı. Ama Murat’ın gözleri alev alevdi. Siniri boğazına vurmuş, sesi keskinleşmişti.
"Ben sana ne dedim? Sadece bana kahve getireceksin. Sadece bana. Ama sen ne yaptın? Bana getirmemişsin. Üstelik hiç istemediğim bir kahveyi getirmişsin. Sen kimsin? Söyle sen kimsin ki benim kararlarımı sorguluyorsun? Hadi git. Şimdi hemen ortakların yanına git ve açıklamanı yap."

Melek'in gözleri bir an boşluğa daldı. Derin bir nefes aldı. Sesini yükseltmeden ama kararlılıkla konuştu. "Ne yani? Sadece size getirmediğim için mi bütün bu öfke? Sizin istediğiniz kahve, Türkiye’de neredeyse bulunmayan, hayvansal dışkıdan yapılan özel bir kahve. Benden isterken ne düşündünüz? İş ahlakına aykırı bir istekti. Ve ben, işimi doğru yapmak adına bunu kabul etmedim." Murat’ın gözleri sinirle daraldı. "Ahkâm kesecek yer burası değil. Senin gözünde her yaptığım iş ahlakına aykırı. Yeter. Artık bütün sorumluluk sende. Ben gidiyorum. Randevum var. Ve daha önemlisi senin bulunduğun yerde artık ben olmak istemiyorum sekreter hanım."

Arkasını döndü. Hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalıştı. Ancak Melek kararlıydı. Arkasından yürüyüp kolunu tuttu. "Vallahi bırakmam. Gidemezsin." dedi. Sesi çatallıydı ama kararlıydı. Gözleri dolu dolu değildi belki ama içinde patlamaya hazır bir volkan gibi duygular vardı. Bu kadar kolay pes etmesine izin veremezdi. "Ben toplantıya katılmayacağım. Artık beni burada görmeyeceksiniz. Bu fikir hoşuna gitti mi?" diye çıkıştı Melek. Bu toplantıda patronu ne olursa olsun bulunmalıydı. Murat bir adım daha yaklaştı. Gözlerinin içine baktı. "Ne yani? Birden bire. Bu kadar kolay. Sessizce çekip gidecek misin? Hiçbir açıklama yapmadan?"

"Evet." dedi Melek. "Bu toplantı holding için çok önemli. Ama benim için değil. Artık değil. Ve içeri girerseniz ben hemen giderim. Hatta asansörü bile beklemeyeceğim. Merdivenlerden koşar adım ineceğim." Murat başını hafifçe salladı. Mantıklı bir karardı. Toplantıya girerse sekreterden kurtulacaktı.
"Tamam." dedi alçak ama net bir sesle. "Defolmak için bu kadar ısrar ettiğine göre... Ben de isteğini kırmayacağım."

Murat arkasına bile bakmadan döndü. Toplantı odasına tekrar girdi. Kontrollüydü. Güçlüydü. Ortakların şaşkın bakışları altında sandalyeye oturdu. Önüne dökülen evrakları topladı. Ve toplantıya devam etti. Melek yoktu. Ama onun gölgesi hâlâ odadaydı.

***

Salih, Fahri Bey ile yarım saat süren sohbetin ardından dikkatle ayağa kalktı. Yüzünden, konuşmanın ardından oluşan karışık duygular okunuyordu. Merak ve kaygı birbirine karışmıştı. Yavaş adımlarla toplantı odasına doğru yürümeye başladı. Koridorda yankılanan ayak sesleri, içerideki sessizliğe karıştı. Kapıyı hafifçe araladı, içeri girdiğinde gözleri hemen Murat’ı buldu.

Murat tüm dikkatini misafirlere vermişti. Elinde bir dosya, karşısındaki adamlara bir şeyler anlatıyor, ifadelerinden ne kadar ikna edici olmaya çalıştığı okunuyordu. Salih, fazla dikkat çekmemeye özen göstererek izin istedi ve odadaki boş bir sandalyeye oturdu. Bakışları salonu dolaştı. Kahveler çoktan içilmiş, fincanlar boşalmıştı. Ortaklar hafifçe geriye yaslanmış, yüzlerinde tatmin olmuş bir ifade vardı.

Ama bir eksiklik hissediliyordu. Salih’in gözleri, farkına varmadan sekreter Melek’i arıyordu. O her zaman bir adım geride durur, ama varlığıyla ortamın düzenini sağlar, eksik bırakmazdı. Oysa şimdi orada değildi. Salih, gözlerini Murat’tan ayırmadan kaşlarını çattı. Bir şeyler ters gidiyordu. Toplantı kısa süre sonra sonlandı. Murat Arsel, kararsızlığından dolayı kendisine şüpheyle yaklaşan ortakların gözünde ilk kez sağlam bir izlenim bırakmış gibiydi. Ortaklar, toplantının sonunda Murat’la el sıkıştı. Gülümsemeleri daha içtendi. Sözleri daha rahattı. Kapının önünde veda sırasında, Salih ortaklarla birlikte yürüyen Murat’a yaklaşarak hafifçe eğildi. Konuşmalar bitmişti. Arabalar motorlarını çalıştırmış, misafirler ayrılmaya hazırlanıyordu.

Salih, Murat’a dönerek elini uzattı. Sert ve tok bir ses tonuyla konuştu. "Babanın güvenini boşa çıkarmadın. Tebrik ederim seni." Murat, adama dönerek hafifçe gülümsedi. Yüzünde alışılmış o kibirli ifade belirmişti. "Önemli değil. Babamın sadık yardımcısı olacak birinden bu tür övgüleri almak gururlandırdı beni." dedi. Ancak elini uzatmadı. O tokalaşma jestine karşılık vermeden Salih'in yanında yürümeye devam etti.
Salih için bu alışıldık bir durumdu. Murat’ın bazen farkında bile olmadan kırdığı insanlardan biri de yıllardır oydu. Boşta kalan elini yere indirdi. Başını yavaşça sallayarak iç geçirdi. "Ben babanın sadık adamı olmadan önce... Senin abin olmuştum. Unutmuş olmana üzüldüm."

Murat gözlerini kaçırdı. Bu tür duygusal cümlelerle karşılaşmak ona her zaman ağır gelirdi. Yüz ifadesini bozmadı. Alaycı bir edayla konuştu. "Eskimiş bir mevzu. Bugün sizi mutlu ettiğime göre odama gidip bir iki yere e-posta atar sonra da dışarı çıkabilirim değil mi?"
Salih dudaklarını hafifçe büktü. Gülümseyerek ama içinde buruklukla cevap verdi. "Benden izin aldığını duymak beni çok gururlandırdı." dedi. Ardından yüzündeki ifadeyi biraz yumuşatarak merakla asıl soruyu sordu. "Peki, sekreterini nereye yolladın?"

Murat başını hafifçe eğdi. Sanki soruyu çoktan bekliyormuş gibi yanıtladı.
"Yollamadım. Direkt kendisi istifa etti."
Salih, bir adım geride durdu. Gözlerini kısmıştı. Duyduğu şeyin doğru olup olmadığını anlamaya çalıştı.
"Ne. İstifa mı etti? Ne yaptın sen kıza?"

"Hiçbir şey yapmadım. Bana söz verdi. Gözümün içine bakarak, defolup gideceğini söyledi. Ve gitti. Babama söyle, daha inatçı bir sekreter bulsun." Salih başını salladı. Sabrı taşmak üzereydi. Murat’ın davranışları bazen gerçekten de akıl almaz oluyordu. "Sen gerçekten çocuk gibisin. İnanılmaz davranışlar sergiliyorsun. Aynı anda hem başarılı olup hem de felaket gibi davranıyorsun. Fahri Bey bu işten hiç hoşlanmayacak."
Aralarındaki mesafe gittikçe azaldı. Merdivenleri çıkarken hiç konuşmadılar. Salih’in içi içini yiyordu. Bir kadının duruşuna saygı göstermeyen Murat, kim bilir daha nelere zarar verecekti. Sadece iş değil, insan ilişkileri de onun için bir testti.

Ofisin kapısına geldiler. Mura kapıyı açtı. İçeriye ilk giren o oldu. Ardından Salih sessizce girdi. Sözleri hâlâ dilinin ucundaydı. Oda tertemizdi. Masanın üzerindeki evraklar düzgünce istiflenmişti. Kalemler hizalanmış. Sandalyeler yerli yerindeydi. Her şey nizam içindeydi. Bu bile Melek’in yokluğunu sorgulatıyordu. Çünkü bu düzenin mimarı oydu. Ama asıl şaşkınlık, Salih’in gözleri odayı tararken yaşandı. Masanın yanında, elinde toz beziyle duran Melek’i gördü. Başında saçları hafifçe dağılmış. Üzerindeki gömlek, çalışmaktan hafifçe buruşmuştu. Ama yüzündeki ifade netti. Kararlıydı. Buradaydı.

Salih gözlerine inanamadı. Gülmekten kendini alamadı. Sesli, kahkahalarla güldü. Dışarıya kadar ulaşabilecek bir kahkahaydı bu. Gözlerinden yaşlar gelene dek güldü. Murat ise çakılıp kalmıştı. Gözleri büyümüş, kaşları çatılmıştı. Yumruklarını sıktı. Bu kadar net bir meydan okumayı beklemiyordu. İçinden bir öfke dalgası yükseldi. Ama bu öfkenin altında ezilen başka bir şey vardı. Şaşkınlık. Hayranlık. Ve biraz da mahcubiyet.

Melek başını kaldırdı. Sadece Murat’ın gözlerine baktı. Hiçbir şey söylemedi. Gözleri her şeyi anlatıyordu. “Ben buradayım. Çünkü senin kontrol edemeyeceğin şeyler var.” der gibiydi.
O an odada zaman durdu. Üçü de farklı şeyler hissediyordu. Salih eğleniyor, Murat gururunun çizildiğini hissediyor, Melek ise kendi gücünü yeni keşfetmiş bir kadın gibi dimdik duruyordu.
Ve Murat, o an anladı. Melek, sandığı kadar kolay pes eden biri değildi. Ve bu, onu düşündüğünden çok daha tehlikeli ve değerli kılıyordu.

__________

Devamlılığı için beğeni ve yorum yapmayı unutmayın...

Bölüm : 12.10.2024 22:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 11. Çelişki
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...