15. Bölüm

15. Çapkın

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Arkadaşlar

Desteğinizi esirgemeyin.

Okumadan evvel BEĞENİ butonuna tıklayarak başlayalım olur mu 🫶

___________

Kalemiyle son cümleyi bitirdikten sonra iç geçirdi. Gözleri masadaki dosyada durdu birkaç saniye. Sanki içindekiler elinde patlayacak bir bomba gibiydi. Ama artık saklayamazdı. O dosya Murat Arsel'in önüne konmalıydı. Gözlerini bir kez daha kapatıp açtı, ayağa kalktı. Belki birkaç saniye durdu kapının önünde. Kararını verdiği gibi dosyayı sıkıca kavradı. Hızlı adımlarla, sert bir rüzgâr gibi koridoru yürüyüp Murat Arsel’in odasına doğru ilerledi.

Derin bir nefes aldı, ciğerlerine dolan havayla kendini hazırlamaya çalıştı. Kapının önüne geldiğinde bütün ihtimalleri kafasında sıralamıştı. Odadan kovulabilirdi. Bağırabilirdi. Hakaret edebilirdi. Belki kağıdı yüzüne bile fırlatırdı. Ama artık umursamıyordu. Ne olacaksa olsun diyordu içinde. “Gir” diye gelen tok sesle irkildi ve refleksle kapıyı açtı.

Ama gördükleri… Hiçbir senaryosunda bu yoktu. Hiçbir tahmininde bu ihtimali düşünmemişti. Odaya girerken beklediği o soğuk ve gerilimli ortam yoktu. Masada bir oyun konsolu vardı. Ekranda iki dijital araba yarışıyor, motor sesleri ve çarpışma efektleri odayı dolduruyordu. Ama asıl şok edici olan, Murat Arsel’in yanında oturan kadındı. Yaren. Holdingin sekreteri. Hem de düğün tarihi alınmış, nişanlı bir kadın.

Yaren, Murat’ın kucağına yayılmış şekilde oturuyordu. Gömleğinin üst düğmeleri tamamen açılmış, sütyen hizasına kadar inmişti. Zaten kısa olan eteği neredeyse beline kadar çıkmıştı. Saçları dağınıktı. O şık, o “örnek” görünen kadın gitmiş, yerine sabaha karşı bir gece kulübünden çıkmış havasında biri gelmişti. Gülüşüyorlar, kahkahalar atıyor, birbirlerine dokunuyorlardı. Gözlerinde ne utanma ne tedirginlik vardı. Sanki kendi evlerindeydi. Sanki içeriden gelen biri değilmişti Melek. Sanki odanın içinde görünmezdi.

Melek, neye uğradığını şaşırmıştı. Elinde dosya, kapının hemen birkaç adım içinde durmuş, nutku tutulmuş haldeydi. Birkaç saniye onları izledi. Gözleri onların kahkahalarına, el hareketlerine, Murat’ın Yaren’in dizine koyduğu ele takıldı. İçinde bir şey kabardı. Midede yukarı doğru tırmanan bir kusma hissi gibi. Yaren evlilik hazırlığında değil miydi? Murat Arsel bilmiyor muydu onun nişanlı olduğunu? Ve... Kusmak için yüzlerini mi hedef almalıydı?

Çıkmak istedi önce kapıyı bile tuttu ama sonra vazgeçti. Kendini hatırlatmak için önce küçük bir öksürük sesi çıkardı. Ama duymadılar. Duymamış olamazlardı. O kadar yüksek sesle öksürmüştü ki, camın dışındaki serçeler bile irkilmişti. Ama bu ikili hiç oralı olmadı. Kendi kurdukları utanç verici hayal dünyasında, oyun konsolu ekranına kilitlenmişlerdi. O an geldi. İçindeki o sabırlı, sessiz, suskun kadın artık susmak istemedi. Her defasında içine attığı ne varsa, boğazına kadar dayandı. Ve sonunda içindeki balon patladı. Sinirle, hayal kırıklığıyla ve biraz da tiksintiyle dolu sesiyle bağırdı. "Yeter. Bu nedir? Murat Bey, burası eviniz veya kerhane değil."

Murat, birden başını çevirdi. Sanki o ana kadar Melek'in orada olduğunu fark etmemiş gibiydi. Gözleri, bağıran bu kadının kararlı duruşunda takıldı. Bu kadının kelimeleri doğrudan, filtresizdi. Ne düşüneceğini bilemedi. Şaşırdı ama aynı anda tuhaf bir hayranlık da hissetti. Bu kadının bu kadar korkusuzca bağırması... Ona meydan okurcasına karşısında dikilmesi... Aslında içten içe hoşuna gitmişti. Dudaklarının kenarında istemsiz bir tebessüm belirdi. Ama Melek için bu tebessüm, yangına benzin dökmekten farksızdı.

Gözlerinde alev gibi büyüyen öfke vardı. Bir adım attı. Sonra bir adım daha. Murat’ın kucağındaki Yaren’in kolunu ani bir hamleyle tuttu ve onu bir çırpıda kenara itti. Yaren dengesini kaybedip sandalye ucuna düştü. Melek, ellerini beline koydu. Ayaklarını yere sertçe vurarak, dizlerini kırmadan dimdik durdu. Artık olacaklardan Melek sorumlu değildi. O konuşacaktı. İçindekileri kusacaktı. Ve umursamayacaktı. "Sen evleneceksin be. Nasıl bir miden var senin? Ben içeriye giriyorum, kucak kucağasınız. Gömleğin açık, etek desen kalkmış. Hiç mi utanman yok? Hiç mi saygın kalmadı? Bırakın Murat Bey’i… O zaten uzay boşluğunda yaşıyor. Senin düğününe bir ay kaldı. Damadın yüzüne nasıl bakacaksın?"

Yaren saçlarını toparlamaya çalıştı. Göz ucuyla Murat’a bakarken dudaklarını sinsice ısırdı. Bir yandan toparlanıyor gibi görünse de, gözlerinde pişmanlık yerine ukalalık vardı. Kendinden emin bakışlarla Melek’e küçümseyerek döndü.
"Bu seni ilgilendirmez Melek Hanım. Biz kendi aramızda yaşıyoruz." Melek dişlerini sıktı. Burnundan soluyarak tekrar Murat’a döndü. "Ve siz Murat Bey. Gerçekten bu kadar mı düştünüz? Şirkette herkesin gözü sizin üzerinizdeyken, babanız odasında hâlâ belirsiz bir sağlık raporuyla yatarken... Siz burada oyun oynuyorsunuz. Üstelik bir sekreterin... Nişanlı bir sekreterin kucağında. Sizin onurunuzu geçtim, benim göz zevkime bile hakaret bu tablo."

Elindeki dosyayı masanın üzerine bıraktı. Fakat ses tonu hâlâ düşmemişti.
"Size saygı duymaya çalıştım. Ne kadar zor biri olsanız da... Ama artık bunun adı zor olmak değil. Bu, rezillik." Odaya kısa bir sessizlik çöktü. Murat gülümsemeyi bırakmıştı ama hâlâ tek kelime etmemişti. Melek, dosyaya bakarak iç geçirdi. Sanki elindekiler artık önemli değildi. O görüntü, o sahne her şeyin önüne geçmişti. Başını yavaşça kaldırdı. Bir daha konuşmadan dönüp kapıya yöneldi. Ama kapı koluna dokunduğu anda bir ses duydu. "Sekreter hanım..."

Yavaşça başını çevirdi. Murat'ın sesi yumuşaktı. Ne savunma yapıyordu ne özür. Sadece ismini söylemişti. Melek, o an göz göze geldiklerinde onun da bir şeyleri fark ettiğini düşündü. Ama bunu dile getirmeyeceğini biliyordu. Çünkü Murat Arsel, duygularını söylemek yerine susturmayı tercih edenlerdendi.
Melek ise artık susmayı düşünmüyordu. "Murat bey, pişman olsa'nda yedin mi bu haltı, yedin." Yaren'e döndü. Gözlerinde artık bir kadın dayanıklılığı değil, bir savaşçının soğuk öfkesi vardı. Sesi, ince ama tehdit doluydu. Öyle bir netlikte konuştu ki, odadaki hava bile birkaç derece düştü sanki.

"Bir daha patronumun yanında seni görürsem, kimseye aldırış etmem. Seni evire çevire holdingin koridorlarında döverim. Unutmadan, benim dövdüğüm hiçbir insan hastanede dört gün yatmadan düzelmez. Üçe kadar sayıyorum. Ya gidersin ya da ambulans gelir seni götürür. Mahalle yanarken bir şey saçını tararmış. Aklıma geliyor da, dilime gelmiyor." Yaren bir anda taş kesildi. O ukala ve kendine güvenli hali gitmiş, yerine gözbebekleri titreyen, soluğu kesilmiş bir kadın gelmişti. Ne yapacağını bilemedi. Melek’in duruşunda öyle bir kararlılık vardı ki, bir saniye daha beklerse gerçekten kendini yerde bulacağını anlamıştı. Topuklu ayakkabılarının sesini bastırmak istercesine yumuşak adımlarla kapıya yöneldi. Gözlerini yere dikmiş, başını çevirmeden, adeta sürünerek odayı terk etti.

Kapı kapanır kapanmaz Murat başını hafifçe geri yasladı. Gülümsedi. İç çekti. Gözleri hâlâ Melek’in yüzündeydi. Sinirliydi, evet. Ama aynı zamanda büyüleyiciydi. Karşısında lafını esirgemeyen bir kadın vardı. Oyunun tam ortasında, yarışın en heyecanlı anında içeri dalmış, her şeyi altüst etmişti. Ama buna rağmen o kıza şu anda kızamıyordu. Kendisini toparladı. Bakışlarını Melek’in gözlerinden ayırmadan muzipçe konuştu. "Sekreter. Sen her güzel ana çomak sokar mısın? Yarışmanın en güzel anıydı. Beş dakika sonra gelemedin mi?" Gözlerini hafifçe yukarı kaldırdı. Yüzünde dalga geçer gibi bir gülümseme vardı.

Melek ise kollarını göğsünde birleştirip başını hafifçe sola eğdi. Artık karşısındakinin ağırlığını önemsemiyor gibiydi. Sesi net ve alaycıydı. "Efendim. Kendinizi mutlu etmek istiyorsanız. Yani bu kadar hız yarışlarına meraklıysanız, size başka bir önerim olacak." Murat gözlerini kısmıştı. İlgiyle, hafif bir merakla eğildi. "Nedir bayan çok bilmiş? Can kulağıyla seni dinliyorum." Ellerini iki yana açtı, sonra birini kulak hizasına getirdi.

"Size ait olmayan kadınlardan uzak durun mesela. Evliler, evlenmek üzere olanlar... Sizin paranıza kansalar bile, sizin bir erkek olarak onlara kucağınızı değil, kapıyı göstermeniz gerekiyor. Zaten dünyada aptal insandan fazla ne var? Siz farkında değilsiniz ama o kadına yaptığınız sizin için keyif, nişanlısı için utançtır." Murat başını hafifçe eğdi. Alaycı ama sakince mırıldandı. "Onun bileceği iş." Melek durmadı. Sözleri doğrudan, netti. "Sizin de bileceğiniz bir şey bu. Ahlak kuralları herkes için geçerli. Güç sahibi olmak, vicdanı susturmaz. Kime ne zaman dokunduğunuz değil, neye ne kadar saygı duyduğunuz konuşulmalı aslında."

Murat dudaklarını büzdü. Gözlerini gözlerine dikti. Sonra ses tonunu düşürerek konuştu. "Yani diyorsun bekar ve aptal kızlarla takıl." Elini çenesinin altına yerleştirdi. Başını eğdi. Hafif bir sırıtış belirdi dudaklarında. "Tamam. Nerede, ne zaman, saat kaçta?" Bir adım yaklaştı. "Yemeğe çıkartayım seni?"
Melek bir adım geri çekildi. Gözlerini kısmıştı. Kafasında “şaka mı yapıyor, gerçekten mi söylüyor” sorusu dönüyordu. Burnundan kesik bir nefes verdi. "Nefesiniz size fazla geliyor herhalde. Bana kaydığınıza göre. Sizinle en fazla topluluk halinde şirket yemeğine çıkarım. Belki beni anlamadınız. Ben size beş beden büyük gelirim. Başka kapıya. Burada size ekmek yok."

Murat’ın yüz ifadesi bir anda değişti. Gülümsemesi silindi. Gözlerinde ince bir kıvılcım belirdi ama hiddet değil, daha çok hayranlıkla karışık şaşkınlıktı. Omuz silkti. "Ciddiye alıp bir de cevap mı verdin? Şimdi söyleyeceğin bir şey yoksa dışarıya çıkabilirsin." Melek bir an kala kaldı. Hayır. Bunu beklemiyordu. Karşısında duran adam, ne alındı, ne mahcup oldu. Hatta yüz ifadesinde en ufak bir pişmanlık bile yoktu. Tam tersine... Keyif alıyordu. Tüm bu sözleri sanki bir tiyatro izler gibi takip ediyordu.

İçinden bütün küfürleri sıralamaya başladı. “Salak. Dengesiz. Ego yumağı. Kendini ne sanıyor.” O an göz göze geldiklerinde Murat’ın bakışları dalga geçer gibiydi. Ama aynı zamanda dikkatle izliyordu. Melek’in hangi an sinirlenip hangi anda susacağını ezberler gibi bir hali vardı. Melek kağıdı, yüzüncü kez sapıklığına şahit olduğu patronunun uzattığı eline doğru bıraktı. Murat gülerek aldı. Göz ucuyla Melek’e baktıktan sonra üstünkörü okumaya başladı. Ardından kâğıdı masanın üzerine fırlatır gibi bıraktı ve hiç vakit kaybetmeden oyun konsolunun kumandasını yeniden eline aldı.

Ekranda hâlâ yarış arabaları dönüyordu. Murat kaldığı yerden, hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam ediyordu. Melek gözlerini devirdi. Bu adam onun için, yüz kat daha fazla dengesizdi. Baş belasıydı.
Umursamazdı. Yerin dibine batsın diye dua etmekten dilinde nasır oluşmuştu ama hâlâ karşındaydı. İçinden geçirdiği son düşünce ise şu oldu. “Allah'ım bu adamla aynı dünyada olduğum için bile bana maaş bağlaman gerek.” Ama ağzından bir kelime daha çıkarmadı. Arkasını döndü. Kapıya doğru yürüdü.

“Okudunuz mu kağıdı?” diyerek, sessizlik içinde oyuna dönen patronuna baktı Melek. Sesi netti ama içinde ince bir kırgınlık gizliydi. Hiçbir tepki alamayınca, daha yüksek sesle tekrar etti. “Okudunuz mu dedim efendim?”
Murat, gözünü ekrandan ayırmadan elindeki kumandaya bir komut daha gönderdi. Ardından nihayet başını çevirdi. “Okudum. Beğenmedim. Yazdıkların bana hitap etmiyor.”
Melek bir an duraksadı. Gözleri büyüdü. Dudakları aralandı ama konuşamadı. Birkaç saniye önce umutla beklediği tepki şimdi soğuk bir tokat gibi yüzüne çarpmıştı.

Ama durmadı. Kendini toparlayarak bir adım attı ileri. “İyi de, size hitap etmesi için vermedim ki. Adres Mahir Bey'in kaldığı otel. Çok zor buldum. On tane otelde kayıt yapmış. Kafa karıştırmak için. Adam ortadan kaybolmuştu. Ayak izlerini takip eder gibi buldum. Bu bir oyun değil. Babanızın size olan güveni geri gelir.”

Tam o an Murat bir anda oyunu durdurdu. Kumandayı masanın üzerine koydu. Ayağa kalktı. Adımlarını kararlı ama öfke yüklü atarak Melek’in tam karşısına geçti. Aralarında artık ne masa ne sandalye vardı. Sadece tek nefeslik bir mesafe. Melek başını kaldırmak zorunda kaldı. Aralarındaki boy farkı, o an gözdağı gibi büyüyordu ama geri adım atmıyordu. Murat boğazını temizledikten sonra, daha sert ve tok bir ses tonuyla konuştu. “Tamam. Aramızda sözde bir barış sağladık. Ama şimdiden pişman oldum. Beni yönetme gibi bir sevdan mı var? Sen sadece bir sekretersin. Fazlası olmak için şansın yok. Sınırını bil. Şimdi çık dışarı. Senin yüzünden tek başıma oynamak zorundayım yarışı.”

Bu sözler... O kadar ağırdı ki...
Bir an Melek’in göz bebeklerinde ince bir titreşim oluştu. Kalbi tekledi. Evet, bu söz bir kavga sebebiydi. Evet, bu söz bir istifa sebebiydi. Ve evet, bu söz insanın içini ezip geçen cinsten kırıcıydı. Zor ikna olan patronu, bu adamı, Murat Arsel’i nasıl hizaya sokabilirdi?
Kafasında deli sorular birbirini boğarken, beyninin sağ köşesinde küçük bir kıvılcım çaktı. Sanki biri sigortaya bir çakmak çakmıştı da motor yeni çalışmıştı. Boş bakan gözlerinin yerini, kendinden emin bir çift göz aldı.

Bu adamda bulunan özgüven neydi?
Hiçbir şey yapmadığı halde kendisini bir numara sanması. Dünyayı umursamayan tavırlarının ardındaki tehlikeli kayıtsızlık. Melek, karşısında çocuktan farksız duran bu adama bağırmamak için kendini zor tuttu. Ses telleri titriyordu. Ama sesini yükseltmedi.
Söylenilen bütün kelimeleri duymamış gibi yapmaya karar verdi.
Belli ki, patron-sekreter ilişkisi bu ikilinin arasında asla kurulamayacaktı.

Farkında olmadan, hırsla yoğrulmuş bir hamurun iki ucu olmuşlardı.
Aralarında bir nefret vardı evet.
Ama hırs... O çok daha önce yerleşmişti kalplerine. “Benimle yarışır mısın?”
Murat’ın yüzünde önce bir şaşkınlık oluştu. Ardından, dudaklarında alaycı bir kıvrım belirdi. Gözlerini kısmış, başını hafifçe yana eğmişti. “Sen... Benimle yarışmak mı istiyorsun? Mutlaka bir şey için şart koyacaksın. Şartın ne olacak? Ona göre kabul edip etmeyeceğime karar vereyim.” Melek bir adım daha yaklaştı. Artık göz göze, neredeyse nefes nefese konuşuyorlardı.

“Sadece sayfada yazılan adrese gitmek. Tek şart bu. Başka şart koymuyorum. Sen kazanırsan, bu konu hakkında tek kelime etmeyeceğim. Ne Mahir Bey, ne otel, ne iz. Hepsi kapanır. Ama ben kazanırsam... o adrese gideceksin.” Murat gözlerini gözlerine dikti. Sanki kızın kalbini okumaya çalışıyor gibiydi. Birkaç saniye süren sessizlik içinde sadece saat tıkırtısı duyuluyordu. Sonunda tebessüm etti.
“Tamam. Ama yenilmek gibi bir söz yoktur bende. Kaybetmeyi sevmem. Kazanırsam da lafımı dinlersin.” Melek gözlerini kırpmadan baktı. İçinde büyüyen, geçmişten gelen bir güvenle konuştu. Karşısında duran bu kız...
Onun için sadece dik başlı bir sekreter değildi artık. O, başka bir dil konuşuyordu. Ve belki de… Onun hiç bilmediği, hiç tanımadığı bir hayatın meydan okuyuşuydu bu.

Yarış başlıyordu. Ama bu yarış sadece arabalarla ilgili değildi. İki farklı dünyanın. İki farklı karakterin. Ve iki inatçı kalbin... İlk turuydu.
İkili, koltuğa geçtikten sonra sessizlik içinde oyun kollarını ellerine aldı. Odadaki atmosfer, görünmez bir gerilimle doluydu. Murat göz ucuyla Melek’e bakarken alaycı ama içinde garip bir merak barındıran bir gülümseme vardı yüzünde. Kumandayı tuttuğu eli rahattı. Parmağını start tuşuna bastığında, gözlerinde çocukça bir heyecan belirmişti.

Murat bu dünyada kendini en iyi hissettiği yerdeydi. PlayStation oyunlarında çok iyiydi. Adeta bir yarış tutkunu gibi, oyunların en yeni sürümlerini takip eder, bitirir, yorumlar, hatta oyun forumlarında analiz bile yapardı. Zamanının büyük bir kısmını yarış simülasyonlarıyla geçirir, en küçük detayları bile ezbere bilirdi. Onun için oyun sadece eğlence değil, aynı zamanda bir özgüven alanıydı. Melek ise onun tam tersiydi. En son iki yıl önce oynamıştı bu oyunu. O da sadece eski versiyonuydu. Ne grafikler böyleydi ne de kontroller bu kadar karışıktı. Hatırladığı kadarıyla direksiyon sağdaydı, fren yavaşlatıyordu, gaz hızlandırıyordu. Gerisi bulanıktı. Ama şimdi bu bulanıklığın içinde berrak bir hedef vardı. Kazanmak. Ne olursa olsun kazanmak zorundaydı. Çünkü başka bir yol kalmamıştı. Patronunu başka türlü ikna edemezdi.

Oyun başladığında, Melek elindeki kolu sıkı sıkı tuttu. İlk virajı dönerken, arabasını kontrol etmekte zorlandı. Duvara çarptı. Sonra bir daha. Ve bir daha. Ekranda hızla düşen sıralamasına rağmen oyundan kopmadı. Bütün dikkatiyle odaklandı. Ama her şey o kadar hızlıydı ki... Murat ise gözlerini bile kırpmadan oynuyordu. Dönüşlerde arabanın ağırlık merkezini hissediyor gibi ustalıkla manevra yapıyor, hızla şerit değiştiriyor, yokuşlarda mükemmel zamanlamayla vites atıyordu. Onun için bu sadece bir oyun değil, kendini gösterme şekliydi. Bir güç gösterisiydi.
Yarış bittiğinde Melek, nefesini tutarak ekrana baktı. Birinci Murat’tı. Beşinci sırada ise Melek’in adı vardı.

Koltuğa gömüldü. Elindeki kumandayı hâlâ bırakmamıştı. Parmakları kolun kenarına gömülmüştü. Sinirinden elleri terlemişti. Gözlerini kapatıp dişlerini sıktı. Kalbinde bir ağırlık, boğazında bir düğüm oluşmuştu. Yenilmek onun için sorun değildi. Gerçek sorun, kazanamayarak birini bir yere götürememekti. O adama ulaşmak için elindeki tek fırsat buydu. Kazanamadığı için elindeki kalan tek güçte gitmişti. Artık zorlama yapamazdı. Söz verilmişti.
Dudaklarını ısırarak, gözlerini Murat’a çevirmeden ayağa kalktı. Patronunun arkasından kahkahaları duydu. Onun için oyun bir eğlenceydi. Ama Melek için bu bir hayal kırıklığıydı.

Odasına döndü. Sekreter masasına oturdu. Masasının kenarına dirseklerini koyup başını iki avucunun içine aldı. İçinden bir volkan gibi yükselen öfkeyi bastırmak istiyordu ama olmuyordu. Kalbi patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Tam o sırada, göz göze geldiği kişi, Yaren oldu. Sanki az önce patronun kucağında oturup, kahkahalarla oyunun bir parçası olmuş olan kendisi değilmiş gibi, yürüyüşüne özgüvenle, hatta hafifçe salınarak yaklaştı Melek’e. Gözlerinde kibir, dudaklarında küçümseyen bir tebessüm vardı. “Canım” dedi. Sesi yumuşak ama içinde iğneler vardı. “Senden önce aldım diye zoruna mı gitti?”

Melek başını kaldırmadan, derin bir nefes aldı. Kalbinden geçenleri diline dökmemek için çaba gösteriyordu. Elini masanın altına koydu. Avuçlarını sıktı. Parmak boğumları beyazladı. Yaren, kahverengi saçlarına dokundu Melek’in. Parmaklarının ucuyla, sanki onun sınırlarını test edercesine... “Geç kaldın. Ben sen yokken de onun kucağında oturuyordum. Şimdi çıkıp namus bekçisi gibi davranman bana komik geliyor. Benim onunla ne yaşadığım seni ilgilendirmez. İşinin başına dön. Beni rahatsız etme.”

Sözleri alakasız zehir gibiydi. Diğer sekreterler başlarını çevirip bakmaya başlamışlardı. Sessizlik içinde tanıklık edilen bu sözler, odanın havasını boğucu bir hâle getirmişti. Melek, sonunda dayanamayıp başını kaldırdı. Gözlerinde ateş vardı. Yüzü kasılmıştı. Dişlerinin kenarından sözcükleri fısıltıyla ama keskin bir biçimde sıraladı. “Kasap et derdinde koyun can. Nişanlı bir kadının, en son yapmaması gereken şeyi sen ilk başta yaptın. Eğer nişanlına bağlı değilsen, o yüzüğü parmağından çıkar. Ardından sevgi mi dersin, tutku mu, ne dersen de. Ama şu hâlinle biz buna gevşeklik diyoruz. Sen ne dersen de... İstediğin adamın kucağına oturabilirsin. Ama bu seni güçlü değil, aşağılık yapar.”

Yaren bir an durdu. Yüzünde rahatsız edici bir gülümsemeyle başını eğdi. Sanki her şey planladığı gibiydi. “Ah Melek. Ne kadar da ahlaklı konuşuyorsun. Ama unutma, bu şirkette sadece ahlaklılar değil, cesur olanlar da kazanır. Sen susarsın. Ben yaşarım. Sen izlersin. Ben alırım.” Bu cümleyle birlikte arkasını döndü. Kendinden emin adımlarla uzaklaştı. Melek, derin bir nefes aldı. Gözlerini birkaç saniye kapattı. Bu insanlara nasıl tahammül edecekti?
Ne yaparsa yapsın, hangi doğruyu savunursa savunsun, onların gözünde hep kaybedendi o. Ama bu, her zaman böyle kalmayacaktı.

Bilgisayarda yabancı ortaklarla yapılacak anlaşma feshini dair son hazırlıkları incelerken Melek her zamanki dikkatli haliyle odayı gözlemliyordu. Notlarını almış, detaylara odaklanmıştı. Ancak bir eksiklik hissetti. Bilgisayar ekranına yeniden bakarak emin olmaya çalıştı ama evrakta yer almayan küçük bir detayın bile büyük sorunlara yol açabileceğini biliyordu. Bu yüzden yeniden kontrol etmek istedi. Hemen ayağa kalktı. Gözleri Salih’i aradı. Çünkü bu tür konularda ona güveniyordu. Murat bu detayları umursamaz, üzerinden geçmeden dosyaları imzalayabilirdi. Ama Salih... O her zaman temkinliydi. O her zaman yanında olurdu.

Kararlı adımlarla Merve'nin masasına yaklaştı. Sesini alçaltarak ama heyecanını gizleyemeden. "Salih bey odasında mı?" diye sordu. Merve başını kaldırdı. Onunla göz göze geldi. İçten bir gülümsemeyle başını salladı. "Evet odasında... Sakın üzülme. Seni gerçekten tebrik ederim. Yaren'e verdiğin ders, senin ne kadar dik durduğunu gösterdi" dedi. Melek, bu sözlere karşılık bir an durdu. Merve’nin gözleri parlıyordu. İçten, samimi ve destek doluydu. Sonra göz ucuyla Hacer'e baktı. O da aynı sıcaklıkla onu izliyordu. İçten bir tebessümle başını eğdi. İkisine de teşekkür etmişti sessizce.

Derin bir nefes aldı. Artık Salih'in kapısına gitme zamanıydı. Az önceki kararlılığıyla yürüdü. Kapının önünde durduğunda elini kaldırdı. Tam kapıyı çalacakken içeriden gelen sesle irkildi.
Salih’in kahkahası, gülüşü, sanki onun yüreğine saplanan bir kıymık gibi içeriye işliyordu. Melek dondu. Neşeyle gülen bir Salih hayal etmemişti. Hele ki o kahkahaların başka bir kadına ait olduğunu duymak... Bu çok başkaydı. Salih'in sesi bir kez daha yükseldi.
"Tamam Yağmur. Söyle bakalım aşkım. Akşam eve gelince ne istersin." dedi.

Aşkım... Bu kelime, Melek'in yüreğinde küçük bir boşluk oluşturdu. İçini acıtmıyordu ama öylece bırakmıyordu da. Salih’in içtenliğini ilk kez bir başkasına duyuyordu. Bir başkasına ait bir sevgiyi paylaşmasına tanık olmak... Onu kendisiyle ilgili hayal kırıklığına uğratmıştı. Daha az önce Murat ve Yaren'e kendini ezdirmemiş, doğru olanı yapmıştı. Gururunu ayakta tutmuştu. Ama şimdi... İşte şimdi, gurur bile yeterli olmuyordu. Bu kırılmayı, bu ani boşluğu hiçbir söz düzeltemezdi. İçinde beliren boşluk, dalga dalga yayıldı. Elini geri çekti. Sessizce kapıdan uzaklaştı. Kalbi hızla çarpıyordu ama bu aşk değildi. Bu, sadece anlam veremediği bir düşüştü. Salih'i beğenmişti gerisi yoktu bundan sonra da olamazdı.

Koridordan geçerken gözleri hiçbir şeyi görmüyordu. Kafasını öne eğmişti. O kadar dalgındı ki, bir anda biriyle çarpıştı. Omzu sertçe sarsıldı. Başını kaldırdığında Murat’ın sert ve şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Ne olduğunu anlamamıştı Murat. Melek ise hiçbir şey demeden, özür bile dilemeden koşarak uzaklaştı. Ayakkabılarının sesi koridorda yankılandı. Gözleri dolmuştu ama hızla yürümeye devam etti. Sanki koşarsa kaçabilecekti bu hislerden. Sanki kimse görmezse, bu yaşadığı da hiç yaşanmamış olacaktı.

Murat, donup kaldı. Çarpmanın etkisiyle birkaç adım gerilemişti ama gözleri hâlâ Melek’i takip ediyordu. Koşarak uzaklaşan o küçük, güçlü kadın... Nereye gittiğini bilmese de, onu bu kadar sarsacak ne olmuştu? İçinde garip bir his belirdi. Takip etmeliydi. Adımları onu farkında olmadan yönlendirdi. Melek’in gittiği yöne ilerledi. Sessiz, merak dolu ama aynı zamanda endişeliydi. Asansörün köşesine geldiğinde bir an duraksadı. Orada, duvarın dibine sinmiş halde bir silüet vardı. Gözlerine inanamadı. Melek, ellerini yüzüne kapamış, dizlerini karnına çekmiş, sessizce ağlıyordu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "O masum, kırılgan biri miydi?" dedi Murat mırıldanarak. Hep dik durduğunu hep savaştığını görmüştü. Şimdi ağlıyordu. Ne olursa olsun, bu kadarını hak etmemişti.

Murat, onu öyle görünce kalbi sıkıştı. Belki de ilk defa bu kadar net görüyordu onun ne kadar hassas olduğunu. Ağlamak istemeyen ama artık tutamayan biri gibiydi. İçinde yıllarca bastırılmış duygular var gibiydi. Murat’ın kendine itiraf edemediği duygular, o sahneyle birlikte tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmıştı.
Geri çekildi. Melek’in fark etmemesi için sessizce birkaç adım geriye gitti. Orada öylece durmak, dokunmamak ama anlamak zorundaydı. Çünkü Melek, artık sadece bir sekreter değildi onun gözünde. Melek, kırılganlığıyla bile güçlü duran bir kadındı. Ve o kadının iç dünyasını anlamak... Murat için her şeyin başlangıcı olacaktı.

Neden ağladığını dahi bilmediği bu kızın yanına gitmek istiyor ama saçma bir tepki vereceğinden çekiniyordu. Herkesin karşısında kendinden emin, sınır tanımaz ve sert tavırları olan bu kız şimdi sessizce ağlıyordu. Bu kadar güçlü görünen birinin böyle çaresiz olması Murat'ı içten içe rahatsız etmişti. Onun düşmanlık dolu sözlerini, gözlerini kısarak savurduğu bakışlarını, inatla karşısında dimdik duruşunu görmüştü. Ama şimdi... Önünde dizlerini kendine çekmiş, titreyen elleriyle gözyaşlarını silmeye çalışan bir kadın vardı.

Yanına oturdu. Sessizce. Temas etmeden, sadece varlığıyla yanında olduğunu hissettirmek ister gibi. Yavaşça elini uzattı. Tereddüt ederek de olsa kızın kahverengi dalgalı saçlarına dokundu. İçi ısındı. Gözleri onun yüzüne odaklandı. Kaçırmak istemediği bir tablo gibi bakıyordu Melek’e. Sormak istiyordu ne olduğunu. Ne olmuştu da bu kadar dağılmıştı. Ama kelimeler boğazında düğümlendi. Belki anlatmak isterse anlatır diye düşündü. Beklemeye koyuldu. Kız başını kaldırdığında Murat'ı gördü. Onun şaşkın, ama saklamaya çalıştığı sıcak bakışlarıyla karşılaştı. Utandı. Yanakları daha da kızardı. Gözlerinden yaşlar tekrar süzüldü. Bu sefer acıdan değil. Belki utanmaktan. Belki de kendini onun önünde bu kadar zayıf gördüğü için.

"Yaşadıklarıma inanamıyorum." dedi. Sesi titrek ve yorgundu. Murat başını yana eğdi. Eliyle kızın küçük çenesine dokundu. Başını çevirdi. Gözlerinin içine bakarak yavaşça kendine döndürdü. İkisi de bir anlık boşlukta yakalanmış gibiydi. Murat bu gözyaşlarında bir şey görmüştü. Acıdan çok derinlik vardı. Masumiyet vardı. Anlatılamayan bir yalnızlık. Belki de kendine benzeyen bir yan. Elini usulca kızın yanaklarına götürdü. Pembe yanaklarında süzülen yaşları okşadı. Ardından hiç düşünmeden alnına hafif, masum bir öpücük bıraktı. Kızın gözleri bir anlık dondu. Şaşırdı. Karşılık veremedi. Sadece o anın içinde kayboldu. Gözleri onun gözlerine kenetlendi. Zindan gibi. Karanlık ama sıcak bir yer. Tuhaf bir histi.

Melek birden kendine geldi. Anlık bir boşlukta, içini kaplayan duyguların onu esir aldığını fark etti. Gözleri büyüdü. Kalbi hızlandı. Öfkeyle ayağa kalktı. Murat’ın yüzüne tokadı indirdi. Sertti. Sesi koridorda yankılandı. "Sen kimsin ki benim alnımdan öpersin. Aptal şey yararlanmaya çalışıyorsun." diye bağırdı. Murat’ın göğsüne art arda vurmaya başladı. İçindeki utancı, hayal kırıklığını, kızgınlığı yumruklarına yüklemişti. Ağlaması bitmişti ama siniri dinmemişti. O an tek isteği bu adamı yere sermekti. Murat ise tokadın acısına rağmen yüzünü buruşturmadı. Hafifçe gülerek başını çevirdi. Kızın gözlerine bakarak konuşmaya çalıştı. "Abartma. Bir şeyden yararlanmak istesem bu alnın olmazdı. Pembe sinirden buruşmuş dudakların olurdu." dedi.

Sözleri daha da sinirlendirdi Melek’i. Hiç düşünmeden, ayağını Murat'ın bacağına geçirdi. Murat Arsel bir anda dengesini kaybedip yere kapaklandı. Yine gülüyordu. Acıyla değil, sanki bu kaosun içindeki garip dengeye kahkaha atar gibi.
"Sana saldırmışım gibi davranma. Böyle devam edersen dudaklarından öperim. Boşuna dayak yemeği kaldıramam." dedi. Gözleri hafif kısılmıştı. Meydan okur gibiydi.

Melek şaşkınlıkla geri adım attı. Bu adam tehdit mi ediyordu. Yoksa oyuna mı çeviriyordu yaşadıklarını. Ne yapacağına karar veremedi. Aklı karmakarışıktı. Kalbi öfke, utanç ve kırgınlıkla doluydu. Geri çekilmek, bu ortamdan uzaklaşmak istedi. Ama daha adım atamadan arkasında bir elin kendisine dokunduğunu hissetti. Dönüp baktığında Salih'i gördü. "Melek iyi misin? Murat, sen niye yerdesin?" dedi şaşkınlıkla. Bakışları ikisini de sorguluyordu. Koridorda yaşanan bu sahneye tanık olmak istememişti ama buradaydı.

Melek hiçbir şey söylemeden gözlerini yere indirdi. Gözyaşları tekrar süzülmeye başladı. Sözleri bitmişti. Yalnızca kalbi konuşuyordu şimdi. Ve o kalp paramparçaydı. Murat yerde otururken, başını kaldırdı. Salih’e gülümsedi. Saçlarıyla oynadı. Ardından Melek’e baktı. Bu hikâyede kazanan olmayacağını ilk kez o an hissetti. Ama anlamadığı biçimde hoşuna gitmişti. Ve savaş daha yeni başlıyordu.

___________

Yorum ve beğeni yapmadan lütfen çıkmayın. ❤❤❤

Yeni bölümde görüşmek üzere...

Bölüm : 15.10.2024 23:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 15. Çapkın
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...