18. Bölüm

18. Melek Ve Yalancı Aşk

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam arkadaşlar yorum ve beğeni yapmayı unutmayın.

Okumadan evvel BEĞENİ butonuna tıklayarak başlayalım olur mu 🫶
______

Melek arka arkaya saçlarını yolarak gerçek olmuş gibi veryansın edip ağlarken, Mahir Bey kızının eski günlerini hatırladı. O genç, deli dolu, içine attıkça patlayan ve bir kere sustu mu haftalarca konuşmayan kız çocuğu gözlerinin önünde tekrar canlandı. O haliyle bile canından bir parça gibi hissettiği kızı hatırlamak, yüreğinde tarifsiz bir sızı yarattı. Bu yüzden paniğe kapılarak ağır adımlarla, ama kararlı bir hızla Melek’in yanına gitti. Melek, adımların ona doğru geldiğini duyar duymaz, gözyaşları arasında etrafı göremese de yaklaşanı sezmişti. Derin bir iç çekti. Karanlık bir karar gibi, birden dizlerinin üzerine çöktü. Nefesi kesilir gibi oldu, sesi titredi ama durmadı.

Ve o an...
Drama kraliçesi için oyun sahnede başladı. "Kimse artık bana yardım edemez. Hiç kimse. Ölmek istiyorum. Bedenim, kalbim, ruhum... Bu yükü artık kaldıramıyor. Allahım, ya o bana geri dönsün ya da al canımı, herkes kurtulsun. Yeter artık. Kalbim paramparça oldu, tarumar oldu. Gözlerim günlerdir sel gibi akıyor, saçlarımı yolmaktan keçe yaptım. Sinir sistemim düğüm oldu, kalbim hasarlı bir eşya gibi. Daha ne kadar acı çekeceğim? Daha ne kadar sınanacağım? Dayanamıyorum artık.” Mahir Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Önce kızı gibi ağlayan bu genç kadına uzaktan baktı. Sonra içinden bir sızı yükseldi. “Sakin ol kızım. Bu kadar kendini dağıtma. Ne olursa olsun, hayat devam ediyor. Kendimi şimdi suçlu hissettim. Gerçekten. Ağlama bak, kızların ağlamasına dayanamam. Benim de senin yaşlarında bir kızım var. Ağladığında içim parçalanıyor. Ne oldu, anlat bana. Rahatla biraz.”

Melek ağlamaktan yorgun düşmüş gibiydi ama yine de gözyaşları kurumuyordu. Burnunu çekerek ve ağlamayı daha da abartarak devam etti.
"Sevdiğim adam..." Dişlerini sıktı. Cümleyi tamamlayıp tamamlamayacağına karar veremedi. O adam için bu kadar risk almaya değer miydi gerçekten? Ona göre asla değmezdi. Onun tek bir gülümsemesi için bu kadar çırpınmak, bu kadar küçük düşmek saçmaydı ama... yine de insanların gözünde patronunun küçük düşmesini istemiyordu. Bu karmaşayla birlikte devam etti konuşmaya. “Sizinle konuşmak için kaç gündür savaş verdiğini biliyor musunuz? Kendi gururunu ezip sizinle yüz yüze gelmeye çalıştı. Ama siz... Siz umursamadınız bile.”

“Tamam kızım. Sakinleş. Sakince anlat bana. Nedir bu yaşadığınız sıkıntı?” dedi Mahir Bey, Melek’in sırtını sıvazlayarak. İçinde bir baba şefkati doğmuştu bir anda. Ama Melek o anda bile her ihtimale karşı hazırlıklıydı. Gözyaşlarının arasından kaşlarını çatıp, gözlerini kısmıştı. Aniden, ses tonu değişti. “İnşallah karı kız hastası değilsindir. Ağlıyorum diye eğer bana sulanıyorsan, valla yaşlı başlı demem seni en yakın hastaneye postalarım. Hiç acımam.” Mahir Bey donakaldı. Ağzı açık bir şekilde baktı genç kıza. Ne diyeceğini bilemedi. Bir eliyle ağzını kapatırken ötekiyle eli titreyerek hayır anlamında salladı. Öksürmeye başladı. Nefesi kesilmiş gibiydi. Bu sözleri hiç beklemiyordu. Üstelik karşısındaki ağlayan bir genç kadındı. Ama bir anda sertleşmiş, suçlamıştı.

Biraz korkmuştu. Ağlarken birden suçlamaya geçen bu genç kızın aklından geçenleri anlayamıyordu. Ama bir nebze de olsa hak vermeden edemedi. Çünkü yaşıtı olan nice koca koca adamların genç kızların üstünde ne denli kötü etkiler bıraktığını kendi gözleriyle görmüştü. Kimi mahkeme dosyalarında, kimi sokakta karşılaştığı hikayelerde... Bu ülkede kız çocuğu olmak kolay değildi. Hele ki yalnız, çaresiz bir genç kadınsan... Melek de durumu yanlış anladığını fark ettiği gibi başını eğdi. Ses tonu tekrar değişti. Ağlamaya devam etti ama sesi bu kez daha yumuşaktı. “Özür dilerim efendim. Gerçekten... Çok özür dilerim.”

“Sorun yok kızım. Sen korkma. Hakkını savunman bile güzel bir şey aslında. Ama sakin ol biraz. Anlat ne oldu?”

“Ahhh, ahhh... Ne derseniz deyin, farkında değilsiniz yaşattığınız şeyin. Gözlerim geceler boyu ağladı. Geceleri battaniyeme sarılıp hüngür hüngür ağladım. Tam evleneceğim, hayatım düzene girecek derken... Sen kovdun sevdiğim adamı yanından. Şimdi ben hangi taşa adını kazıyayım? Hangi ağaca adını yazayım? Hangi oduna sevdiğim adamın yontulmamış hali diyeyim? Her şeyim elimden gitti. Susma. Zengin oldun diye bizi hor mu görüyorsun? Yoksa gururumuzu cebimize koyup seni dinlediğimiz için mi susturuyorsun bizi?”bMahir Bey çaresizce ellerini açtı. Gözlerinde gerçek bir üzüntü vardı. “İyi de kızım, benimle iş yapmak istediğinize göre... Sizin de az çok zengin olmanız lazım, değil mi? Bu kadar istekli gelmiştiniz. İkna edici konuşmalar yapmıştınız.”

Melek gözyaşlarıyla karışık bir hırsla Mahir Bey’e baktı. Kaşlarını acıların çocuğu gibi büzüp, içinde bulunduğu planın artık pisliğe battığını, çamura saplandığını, ama bu saatten sonra da geri dönemeyeceğini fark etti. Bu yüzden gözlerinin içini doldurup yavaşça başka bir senaryo uydurmaya başladı. “Onu bunu bırak, sen patron olmuşsun ama insan olamamışsın. Sevenleri ayırdın. Hayatları mahvettin. Bizim umutlarımızla oynadın. Biz sana iş getirdik. Sana kazanç getirdik. Ama sen ne yaptın?”

“Anlamadım. Ne yaptım ki?”

“Belli anlamadığın. Bir elin yağda bir elin balda. Ne anlarsın ki bir kadının çaresizliğinden? Sen şimdi diyorsun ki bize, hoşlanmadığım bir kelime söyleyeni, anında silerim. Hiç konuşmam, dinlemem. Hani nerede vicdan? Belki ben özür dileyecektim. Belki hatamı anlayıp yüzüne diyecektim. Ama sen... Sen daha ilk kelimede kapıyı gösterdin.” Mahir Bey, içine dolan pişmanlıkla yere bakıyordu. Ağzından bir kelime çıkmadan önce defalarca yutkunmuştu. Sonunda zorla sordu.
“Anladım da evladım... Benden ne istiyorsun? Ne yapmam lazım?” Melek gözlerini kapattı. Sessizce içinden saydı. Bir. İki. Üç. Derin bir nefes aldı. Gözyaşları arasında yüzünü yukarı kaldırdı. Gözleriyle Mahir Bey’in gözlerine baktı. Dudakları titreyerek, ağır ağır konuştu.

“Bizi dinleyin. Anlamaya çalışın. Her insanın bir sebebi vardır. Belki senin için küçük bir mesele, benim hayatımın tamamıydı. Sevdiğim adamı kaybettim. Belki bir daha asla onunla aynı odada bile olamayacağım. Ama sen onunla konuşmak yerine, onu susturdun. Beni de mahvettin. Bir kez olsun... Bize kulak vermen lazımdı.”

"Seni dinliyorum kızım." Melek, içinden iki el havai fişek sonrası çat pat bir coşku hissetti. En sonunda da sanki gökten üzerine konfeti yağmış gibi oldu. Hayalinde alkış sesleri, fonda müzik, uzaktan bağıran "bravo" sesleri duydu. Gözyaşlarını aceleyle silerek ayağa kalktı. Kalçasını hafifçe geriye atarak kendine bir sahne havası verdi. Omuzlarını silkeledi, saçını düzeltti, göz pınarlarına parmak uçlarıyla dokunarak ağlamaktan şişmiş gözlerine dikkat çekti. Sanki dünyaca ünlü bir tiyatro sahnesinde, başrol oyuncusuymuş gibi durdu. Ve gözlerini kararlı bir ifadeyle, dünyanın en zenginleri arasında büyük bir yer edinmiş Mahir Bey’e dikti. Derin bir nefes aldı. İçinde büyüttüğü senaryoyu sahnelemek için son hazırlıklarını yapmıştı.

“Bizim çıtı pıtı, el bebek gül bebek büyüttüğümüz, üzerine titrediğimiz, çiçek gibi misafir ettiğimiz yabancı ortaklarla iş yapacakmışsınız. Yapmayın. Ne olur, yalvarıyorum. Bakın, hemen yüzüme bakın. Şu gözlerime bakın. Ağlamaktan ne hale gelmiş. Gözlerimin altı torba oldu. Gözyaşlarımda boğulacak hale geldim.” Mahir Bey ne olduğunu anlamaya çalışarak gözlüklerini düzeltti. Gözlük camlarının arkasından kısık gözlerle Melek’e bakarken kaşlarını çattı. Bir yandan da göz ucuyla sekreterini arayıp bu kızın hangi departmandan olduğunu çözmeye çalıştı. Ama Melek devam etti. “Siz nereden geldiniz? Ortaklar kim? Vallahi kafam iyice karıştı. Yani yabancı ortaklar mı, sevgiliniz mi, benim saçlarım mı, yoksa bu otelin havası mı şu an anlamıyorum.”

Melek gülümseyerek kafasını salladı. Kendi kafasında tasarladığı o karmaşık ama hedef odaklı planın tam ortasındaydı. Adımlarını dikkatle atıyordu. Ama bu dikkat içinde bolca doğaçlama, bolca dram ve biraz da maskaralık vardı. Ellerini birleştirip çenesinin altına koyarak, başını hafif yana eğdi. “Bak bey amca. Ayy pardon, patron Mahir Bey demek istedim. Sürçü lisan oldu. Biz Arsel Holding’den geliyoruz. Hani şu adını duyunca toplantı takvimlerinde yer açtığınız, yatırımcıların uğruna çiğ börek yediği, gül gibi holding. Bizim büyütüp beslediğimiz, şirketimizde baklava ikram edip semaverle çay sunduğumuz o nazlı yabancı ortaklar var ya... Onlar evleneceğim adama güvenmedikleri için sizin kapınızı çalmışlar. Ama biz onları size vermek istemiyoruz. Yani kelimenin tam anlamıyla, sizin onları kucaklamanıza dayanamıyoruz. Lütfen onları bizden almayın.”

Bu sözleri söylerken gözyaşlarını tekrar çağırdı. Gözlerini yaşartmak için birkaç kez burnunu çekti, dudaklarını titretti. Sahneye duyguyu vermek gerekiyordu. Elini kalbinin üzerine koyarak bir an için olduğu yerde sabit durdu. Mahir bey ne diyeceğini şaşırmıştı. Ama bir yandan da gözünün önüne kızı gelmişti. Onun da böyle gözyaşları olurdu. Böyle ağlarken haksız görünse bile, masumiyetini kaybetmezdi. Kalbinde ince bir sızı hissetti. Karşısında ağlayan bu genç kadının kendi yöntemleriyle bir derdi çözmeye çalıştığını görmek, ona insanî bir hayranlık duygusu getirdi. İç geçirdi. Derin bir nefes aldı. Sonra ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardı. Arkasını dönerek uzaklaştı.

Melek, onun telefonda yabancı ortaklarla konuştuğunu anlamıştı. Kulağına birkaç kelime çalındı. “Anlaşma... geri çekme... bizden çıkmak isterseniz...” gibi kelimeler havada asılı kaldı. Umutla gözlerini ovuşturdu. Yüreği kıpır kıpırdı. Bir mucize gerçekleşmiş olabilirdi. Mahir Bey sonunda telefonu kapattı. Arkasını döndü. Melek’e doğru yaklaştı. Ancak gözlerindeki bakış yumuşak ya da sevgi dolu değildi. Aksine üzgün, bitkin ve hatta biraz da suçlu görünüyordu.
Melek’in yüzünde bir gülümseme vardı ama gözleri temkinliydi. İçten içe bir şüphe kaplamıştı içini. Yine de kendine güveni zirvedeydi. Her an bir şeyleri toparlayabileceğine inanıyordu. Ne de olsa krizi yönetmek onun iç güdüsünde vardı. Ama Mahir Bey pat diye söyledi.
“Ortaklarınız biraz önce Arsel holding ile fes etmişler ortaklığı. Geç kaldık herhalde. Özür dilerim.”

Bu sözlerin yankısı duvarda çarptı, tavanda döndü, Melek’in yüreğine saplandı. Sanki biri gelip elindeki son umudu da almıştı. Bir anda nefesi daraldı. Aklına binlerce düşünce hücum etti. Yüzü buruştu, çenesini sıktı. Gözleri bir anda büyüdü. Kaşlarını yukarı kaldırdı. Ardından bir çığlık gibi patladı.
“Maaşım gitti o zaman. Maaşım gitti! Ben şimdi maaşımı nasıl alacağım? İşsiz kaldım! Param içeride kaldı yaa. İçerde kaldı. O pislik paramı almamam için bir sürü oyun oynar. Artık ciddi ciddi ölmek istiyorum. Allahım beni al. Gerçekten. Bu dünya bana dar geliyor. Bir ay boyunca kıçımdan ter aktı. Patronla boğuşmaktan, laf çarpıştırmaktan, psikolojik baskıdan harap oldum. Odun bir patronla savaştım. Şimdi elimde iş yerinden aldığım bir simit parası bile yok.”

Yavaş yavaş dizlerinin üstüne çöktü. Kollarını yana açtı. Gözlerini tavana dikti.Gerçekten veryansın ediyordu.
“Kuytu köşelere kaçıp bendeki şanssızlığa yanayım. Bu nedir ya? Bu nedir? Hep mi isabetsiz olur bu şutlar? Penaltı bile paklamıyor. Allah benim belamı versin. Tamam versin, alsın ne varsa benden. Ne uğur, ne kısmet. Hiçbir şey yok bende.” Bir an duraksadı. Nefes nefese kalmıştı. Terlemişti. Sonra kendine niye beddua ettiğini düşündü. Kaşlarını çattı. Başını iki yana salladı. Ellerini yıkarmış gibi sallayarak bağırdı.
“Ne diyorum ben? Tövbe yarabbim. Tövbe. Tövbe. Ben daha genç bir kadınım. Ayaklarımın üzerinde durmayı bilirim. Patronumun belasını versin. Ben bunları da hallederim kesinlikle. Ama önce biri bana soğuk su getirsin çünkü içim yandı.” Mahir Bey kahkaha atmadı ama başını eğerek hafifçe gülümsedi. Bu genç kadının deliliğiyle karışık zekasına bir kez daha şaştı.

“İlk defa iş ortamında hiçbir şey anlayamadım. Yani sen şimdi sevgilini mi kötüledin? Patronu mu suçladın? Kendine mi üzüldün? Maaşa mı ağladın? Kafam karıştı. Ama bir şey söyleyeceğim. O ortaklarla devam etmeniz saçma olurdu. Sizi şimdiden sattılar. Onlardan hayır gelmezdi zaten.” Melek bir anda kesildi. Başını yere eğdi. Sesi inceldi. Fısıltı gibi çıktı ağzından. “Onların da suçu yok. Biz iyi insanlar olsaydık, onlar bizden kaçıp size sokulmazlardı. Bizde bir eksik var. Belki dürüstlükten şaştık. Belki onlara güven vermedik. Ama ben... Benim acılar içinde geçen bir aylığım gitti. O parayı ben alın terimle hak ettim. Şimdi ne yapacağım? Hakkımı aramam lazım. Dava mı açsam? Yoksa bela mı olsam başlarına? Bir şekilde bana paramı vermeleri lazım. Çünkü ben emek verdim. Kandırılmış olabilirim ama kazıklanmış değilim. Kazıklanmayı kabul etmiyorum.” Derin bir nefes aldı. Elleriyle havaya çizgiler çizer gibi yaptı.
“Ne yapacağım ben? İşten çıktıktan sonra sevgilim olsa ne fayda? Aşk da sizin yüzünüzden bitti zaten. Kalbim de gitti, maaşım da gitti. Sonunda elimde bir dosya, bir de kuru dram kaldı.”

Mahir Bey başını sallayarak iç geçirdi. “Kızım senin adın Melek mi gerçekten?” diye sordu. Melek gözlerini kocaman açtı. Bir anda umutlandı. “Yoksa bana iş teklif mi ediyorsunuz? Vallahi bak ağlamayacağım. Çok da çalışkanım. Yalnız bazen fazla duygusal olabiliyorum ama onu da yönetirim. Siz yeter ki bana bir masa verin.” Mahir Bey’in göz kırpmaya başladığını gören Melek, önce bunun bir iletişim yöntemi mi yoksa bir sinyal mi olduğunu anlamaya çalıştı. Gözünü kırpan adamı dikkatle, hatta biraz paranoyakça izliyordu. Yumruklarını sıkmıştı. Zenginliği suratından akan bu kendinden emin adam ne yapmaya çalışıyordu? Kafasında kıyamet gibi düşünceler çarpışıyor, biri diğerinin üzerine çıkıyor, sonra tekrar geri düşüyordu. İçsel diyaloğu çığ gibi büyüyordu.

“Sakin ol Melek. Sakin. Bu yaşlı kurt seni kırmızı başlıklı kız olarak görüyor olamaz. Değil mi? Yani sıfır ihtimal. Ya da sıfır değil. Bir dakika. Yine kırptı. Gözünü toprak doyursun mu desem acaba. Olur mu öyle şey. Belki yanlış anlıyorumdur. Belki sadece alerjisi vardır. Yoksa ağzını burnunu kırmakla mı tehdit etsem. Ama belki başka bir anlamı vardır. Belki bana mesaj veriyor. Gözünü seveyim bir daha yapma. Aman Allahım. Çüş. Bir daha yaptı. Aaa yine yaptı. Bu artık çok fazla olmaya başladı. Cidden çok olmaya başladı. Bir daha yaparsa gözüne indireceğim. Bak, bir daha yaparsa... Aaa yine yaptı. Yine. Yine. Bu yaşlı teke... Yok artık. Köşede kanepe minderi gibi oturan zayıf ve şişman adamlar da niye buraya geliyor şimdi. Ne alaka. Bu nedir. Kafamı toplayamıyorum. Ne biçim ofis burası.”

Kendi içinde çarpıp böldü. Topladı, çıkardı. Ama elde kalan tek şey hiddetli bir karar oldu. Sağ elini yumruk yaptı. Derin bir nefes aldı. Gözlerini kıstı. Ve bir anda, ansızın, sanki hiç düşünmeden ama günlerdir planlamış gibi Mahir Bey’in sol gözüne yumruğu geçirdi. Yani düpedüz geçirdi. Hani "hafifçe itti" ya da "dokundu" değil. Bildiğin oturttu. Mahir Bey’in gözlükleri havaya fırladı. Adamın kafası geriye savruldu. Dengesini sağlayamadığı için yere yığıldı.

Yanlarına doğru ilerlemekte olan adamlar, yaşlı patronlarının bir anda yerde yatarken gördüklerinde dona kaldılar. Paniklediler. Nefesleri kesildi. İlk tepkiyi veremediler. Sonra birden kargaşa başladı. Birisi “patron!” diye bağırdı. Diğeri hemen Mahir Bey’in nabzını yokladı. Telefonlar açıldı. Su isteyen oldu. Buz isteyen oldu. Melek, avuç içi yanmaya başlamış sağ elini sallarken, yüzünü buruşturdu. Yaptığının ciddiyetini anlamıştı ama bunu kendine bile itiraf edemiyordu. “Çekip gitmem lazımdı. Ne diye bunu yaptım ki. Niye? Niye ben böyleyim?” diye içinden konuştu. Ama göz ucuyla yerde yavaş yavaş kendine gelmeye çalışan Mahir Bey’e baktı. İçini bir panik kapladı. Birkaç dakika içinde toplantı salonuna ilk yardım eğitimi almış oldukları belli olan birkaç kişi daha geldi. Adamın göz altına buz torbası bastırıyorlardı.

Melek, hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gitmeye çalıştı. Ama öyle olmadı. Önüne geçen, koca göbekli bir adam, dağ gibi vücuduyla yolu kapattı. Güçlü kollarıyla Melek’i tuttu. Kadıncağız bir yandan çırpınarak bağırmaya başladı. “Bırakın beni. Ben bir şey yapmadım. Refleks bu. Tamamen iç güdüsel. Yemin ederim. Şaka gibiydi ama gerçek oldu. Allah kahretsin. Neden her şey benim başıma geliyor.” Ama kimse umurunda değildi. Böyle çatlak bir sekreterin zaten kimsenin umurunda olmayacağı gibi. Melek, köşedeki bir sandalyeye, gelişi güzel bir çöp poşeti gibi bırakıldı. Orada öylece, boynu bükük kaldı. Etrafta koşuşturan takım elbiseliler, telefonla konuşan yöneticiler, diz çöküp Mahir Bey’e su veren asistanlar arasında kendi dünyasına döndü. Uzaylı görmüş masum köylü gibi etrafa bakıyordu. Gözleri doldu. Ama artık ağlamıyordu. İçinden, kendisine olabilecek en uzun, en detaylı, en yaratıcı küfürleri etmeye başladı. Kendine hakaret etti. Kendini aşağıladı. Sonra küfürleri daha soyut hale getirdi. “Sen var ya, sen... Senin ben iç sesini bile sevmiyorum Melek.”

Yaklaşık on dakika sonra, Mahir Bey başını doğrulttu. Gözünün altı morarmıştı. Dudaklarında hafif bir çizik vardı. Biraz başı dönüyor gibiydi ama çevresindekilerin yardımıyla ayağa kalktı. Göz ucuyla Melek’e baktı. Kız gerçekten de perişan haldeydi. Üzerindeki gömlek buruşmuştu. Saçları dağınıktı. Gözlerinde pişmanlıkla karışık bir çaresizlik vardı. Ama yine de kendine özgü bir inatçılıkla dik dik bakıyordu.
Mahir Bey, köşeye yöneldi. Yardımcıları bir şey söylemek istediler ama eliyle durdurdu. Sessizce, Melek’in yanına oturdu. Gözünün kenarına eliyle hafifçe bastırırken inledi. Melek ise ellerini dizine koymuş, dudağını ısırıyordu.
“Yaptığın hareketin sebebi nedir?” dedi Mahir Bey. Sesi yorgundu. “Bu kadar genç birisi olman ve bu denli şiddet eğilimi beni tedirgin ediyor. Yardım alıyor musun?”

Bu cümle üzerine Melek’in gözleri büyüdü. Deli olduğunu, üstüne basa basa söyleyen bu adama inanamıyordu. Kendi kendine “Ne dedim ki şimdi?” dercesine bir yüz ifadesi takındı. Ama yine de cevap verdi. “Deli olmamla ne alakası var? Gözünüz çok oynuyordu. Bir insan, başka bir insana beş dakika içinde on dört kere göz kırpar mı?” Hafif hiddetliydi. “Üstelik kızınızın benim yaşlarımda olduğunu bile bile. Ayıp değil mi sizce de?” Mahir Bey şaşırmıştı. Kaşlarını kaldırdı. “Nasıl yani?”

Melek dişlerini sıkarak, sinirli ama pişman bir edayla söylendi. “Göz kırptığınızı ne çabuk unuttunuz? Sürekli gözünüzle bir şeyler anlatmaya çalıştınız. Yani en azından ben öyle sandım. Ne yapabilirdim ki başka? Bir kadın olarak saygı bekliyorum. Ama siz...” Adam bu kez elini gözünün kenarına götürdü. Bastırınca acıyla kıvrıldı. O an her şey yerli yerine oturdu. Düşünceler birleşti. Parçalar tamamlandı. “Ayy,” dedi. “Ahh. Tövbe yarabbim. Sen ciddi ciddi... Sen ciddi ciddi beni sapık mı sandın?” Melek cevap veremedi. Gözlerini kaçırdı.

Mahir Bey bir an durdu. “Ben göz kırptığımda seni taciz ettiğimi falan mı sandın? Bu... Bu bende bir tik. Yani böyle sinirli, üzgün ya da kafam karışık olduğunda başlıyor. Gözüm seğiriyor. Göz kapağım atıyor. Gözümü kırpıyorum ama istemsiz. Kontrol edemiyorum. O bir hareket değil yani. Bir... Bir... refleks gibi bir şey.” Melek başını öne eğdi. Yutkundu. “Vallahi bilmiyordum,” dedi. “Gerçekten bilmiyordum. Öyle olduğunu bilsem asla... Yani... Böyle düşünmezdim. Çok pişmanım. Yani ben zaten pek sağlıklı biri değilim. Duygularımı yönetemiyorum. Ama yumruk... Yani... Bu kadarını da... Çok özür dilerim.”

Mahir Bey dudaklarını büktü. Gözlüklerinin tek camı kırılmıştı. Hafifçe güldü. “Seninle uğraşacak halim yok ama şunu bil. Bu dünyada gördüğün her şeyi üzerine alınma. Bazen biri sadece göz seğirmesi yaşıyordur. Bazen biri sadece öksürüyordur. Bazen biri sadece kendi derdindedir. Her şey seninle ilgili olmayabilir. Ama...” Gözlerini dikti.
“Sen aklı başında olmayan cici bir kızsın. Etrafımda senin gibi bir asistanım olsa her halde daha günler çekilebilir olur.”

Melek’in gözleri parladı. İçinden, “Ben ne diyorum, bu adam ne diyor?” diye düşündü ama susmayı tercih etti. Kafasını yavaşça salladı. Elini uzattı.
“Barışalım mı?” dedi. “Ama sol gözünüz biraz şişmiş. Onu buzla ovar mısınız önce? Yoksa ikinciyi de... Neyse, şaka şaka.” İkisi de yorgun bir kahkaha attı.
Kendini dünyanın en kötü yanlış anlayan yaratığı gibi hissediyordu. Hatta yaratık olmak bile kulağa daha az utanç verici gelirdi. Başını öne eğdiği yerden şimdi yukarı bile kaldıramıyordu. Gözlerini yerden ayırmak istemiyor, adeta yerin dibine geçmeyi istiyordu. İç sesi bir kez daha dile geldi. Üstelik her kelimesi hançer gibiydi. “Ben yine yanlış anladım. Her zamanki gibi. Yine kendi kafamda yazdığım senaryoya inandım. Herkesi bir rolün içine koyup, başrolü kendime verdim." Direk Mahir Bey'in yüzüne baktı. Gözünün halini görünce başını eğdi. "Çalışma arkadaşlarınızdan biri bana yumruk atsın lütfen. Hatta sen vur. Yetmezse burada başında bekleyen zebaniler var, rica ederim onlar da sıra sıra dövsün. Olmadı, ben kendimi döveyim. Aynada kendime bakarak. Ya da daha iyisi, bir işkence yöntemi bul yaptıklarıma uygun. Sonunu da sen yaz. Sen karar ver. Acısız olanlar kabulümdür. Canımın çıkmaması tek şart.”

Mahir Bey hala gözünün kenarını ovuşturuyordu. Hafifçe inleyerek başını salladı. Ardından küçük bir tebessüm belirdi dudaklarında. “Olur mu öyle şey?” dedi yavaşça. “Sadece bir yanlış anlaşılma oldu. Keşke gözüme vurmak yerine ayağıma tekme atsaydın. Daha az morluk olurdu. Ama neyse. Fazla hasar yok. Görmem gerekeni gördüm diyelim.”
Bunu derken gülümsedi. Gerçekten, gülüyordu. Melek gözlerine inanamadı. O an, bu adamın akıl sağlığından şüphe etmeye bile vakit bulamadan, bir kez daha yüzü utançla kızardı. Hafifçe doğrulup, ürkekçe yanıt verdi.

“Keşke hiç vurmasaydım. Gerçekten. Şimdi ben gideyim. Daha fazla size zarar vermek istemiyorum. Şu an burada bulunmam bile tehlike arz ediyor olabilir. Kendime bile tahammülüm yokken başkalarına sabır diler oldum.”
Mahir Bey tam o sırada, yüzünde garip bir ciddiyetle konuşmaya başladı.
“Gitmeden önce bir ricam olacak. Erkek arkadaşın seninle gelen kişi sanırım." Hayır demek istedi ama yalanı devam etsin diye onaylamak için başını salladı. Zaten bu adamı daha görmeyecekti. "Murat Arsel’in telefonunu verir misin?”
Melek’in tüm bedeni dondu. Gözleri açıldı. İçinden bir “hayır” haykırdı ama dışa çıkamadı. Vücut dili çırpındı ama dudakları teslim oldu. Ne kadar vermek istemese de, çaresizliğin içinde bir çözülüşle telefonu uzattı. Ruhsuz bir şekilde, sanki içinde kendisi yokmuş gibi, Mahir Bey’in avucuna bıraktı.

Kendine içinden 'aramasın aramasın' dedi. En azından dakikalar önce, bir daha görüşülmeyecek diye ona sanki geçici bir özgürlük sunmuştu. Şimdi ise ufak bir içsel alkış koptu. Kendi aklında kendine sahte bir reverans yaparak, bu absürd sahneden usulca çıkmak istedi.
Ama işler öyle kolay olmayacaktı. Sandalyeden kalktığı anda Mahir Bey elini kaldırdı. “Bir saniye” dedi sadece. Ve o kısa işaretle, önceden aldığı güvenlik önlemi devreye girdi. İki adam aniden önüne geçti. Kibar ama kesin bir ifadeyle onu durdurdular. Melek istemsizce tekrar geri oturdu. Artık kafasının içinde değil, olayların tam ortasındaydı. Bir kademe daha bataklığa çekilmişti. Çamur boyunu aşmıştı.

Mahir Bey telefonu aradı. İlk arama yanıt bulmadı. Göz ucuyla Melek’e baktı. İkinci aramada, telefon açıldı. Bu kez sinirli bir ses karşıdan geldi. “Buyurun. Kimsiniz?”

“Merhaba. Kusura bakmayın. Murat Arsel siz misiniz?”

“Evet. Buyurun. Hızlı olun. İşim var.”

“Ben Mahir Atak. Sevgiliniz.” Kısa bir sessizlik oldu. Ardından ses tonunda net bir şaşkınlık duyuldu. “Pardon. Pardon. Ne dediniz? Kim dediniz? Mahir Bey siz misiniz? Sonraki cümleniz neydi? Sevgilim mi dediniz? Sevgilim de kim oluyor?” Mahir Bey duraksamadan devam etti. “Toplantı odasında gözü yaşlı bıraktığınız. Sevgilisi tarafından bütün gelinlik hayalleri yıkılan kız arkadaşınız demek istedim. Eğer onunla konuşur, durumu düzeltirseniz. İş konusunda sizinle görüşmeye açık olabilirim. Yabancı ortaklardan daha fazla yarar sağlarım.” Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik daha oldu. Murat’ın sesi bu kez daha netti. Daha ağır. “Size zahmet olmazsa, sevgilim olacak kişiye telefonu verir misiniz? Onunla konuşmam lazım. Ayrıca sizinle iş konuşmak, tartışmak ve uzlaşmak için elbette çok fazla görüşmek isterim.”

Mahir Bey bir şey söylemek için iki basamak yukarı çıkarken, Melek’e telefonu uzattı. Kız titreyen elleriyle aldı. Henüz bir şey diyemeden Murat konuşmaya başladı. Üstelik hızla ve sinirle. “Ne yaptın orada? Hemen cevap ver.” Melek gözlerini yere dikip iç çekti.
“Ben de aynı şeyi soruyorum Murat. Ne yaptım ben burada? Gerçekten bilmiyorum. Bir girdaba düştüm. Çıkamıyorum.”

“Başımı ağrıttın Melek. Ne işler çeviriyorsun bilmiyorum ama bu yaptığın son olsun. Kovulmak için bu kadar mı heveslisin? Kendine yılanlı bir mezar ara. Mezarlıkta bile sorun çıkarırsın sen. Ne demek sevgili... Kafan alıyor mu?” Mahir Bey uzaktan dikkatle Melek’i izliyordu. Melek'in yüzündeki ifade, telefonda duyduğu sözlere rağmen kendini tutmaya çalışan birinin ifadesiydi. Ama Melek bu kez daha farklıydı. Daha inatçıydı. Sert sözlere karşılık veremedi. Onun yerine sakin ama tehditkâr bir tonla konuşmaya başladı. “Tamam sevgilim. İçten cümlelerini tüm kalbimle sana iade ediyorum. Şimdi holding'e geliyoruz. Ben geldiğimde...” Kısa bir yutkunma. Sonra gözleriyle köşeyi yokladı. Sessiz bir yere ilerleyip sesi düşürdü. “Şimdi iyi dinle patron müsvettesi. Yılanlı mezar aramama gerek yok çünkü kanlı canlı yılan şu an telefonun diğer ucunda. Benim hatamı affetti. Senin hatanı affetmesi için de benimle olan durumunu düzeltmen gerekiyor. Oraya geldiğimizde tavana çıkmış egonu cebine koy. Etrafı kirletme. Beni utandırma. Kendi imajını da yerle bir etme. İyi geçin benimle. Benden söylemesi. Kovulma meselesine gelince... Rüyanda görürsün. Hem de kabus gibi.”

Murat sinirle bağırdı. “Bu yalanı söylediğin için seni pişman edeceğim. Kendini beğenmiş. Sekreter bozuntusu. Bitmemiş ego topu. İftiracı.” Bu sözler Melek’in içinde öfkeyi kabarttı. Ama yüzünde sertlik değil, yalnızca bir donuk tebessüm belirdi. Dişlerini sıkarak, Mahir Bey’in yüzüne baktı. O da ona tebessümle karşılık verdi. Telefon hâlâ kulağındaydı ama Murat konuşmayı bitirmemişti. Melek dayanamadı. Telefondaki sesin üstüne yüzüne kapattı. Ardından Mahir Bey’e yaklaşıp gözlerinin içine baktı. “Bizi dört gözle bekliyor.” dedi. Sesinde hafif alaycı, hafif kırılmış ama son derece kararlı bir tını vardı.

Mahir Bey başını salladı. Gülümsedi.
“Bekliyorsa, bekletmeyelim o zaman.” dedi. O an, yeni bir hikâyenin kapısı aralanmıştı. Belki bir iş ortaklığı. Belki bir yüzleşme. Belki büyük bir fırtına. Ama kesin olan bir şey vardı. Melek artık sadece yanlış anlayan biri değildi. O, yanlış anlamanın ötesine geçen bir karakterdi. Ve hikâyesi daha yeni başlıyordu.

_____

Yeni bölümde görüşmek üzere.

Bölüm : 17.10.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 18. Melek Ve Yalancı Aşk
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...