2. Bölüm

2. Geri Dön

Yalives Doğan
kambersizyazar

Hoşgeldiniz 💞

Yeni bir hikaye yeni bir başlangıç. Emin ol bu hikayeyi seveceksin.

Okumadan önce Beğeni yapıp başlayalım olur mu 🫶

____________

Melek, dışarıdan bakıldığında güçlü, akıllı ve hayat dolu bir kadındı. İnsanlar onu hep dimdik, kendinden emin ve başarılı haliyle tanırdı. Ama kimse, geceleri neyle baş etmeye çalıştığını, içine çöken o derin sessizliği bilmezdi.

Annesinin kaybı, hayatındaki ilk büyük kırılmaydı. Diğer sarsıntı, yıllarını verdiği nişanlısının hiçbir açıklama yapmadan arkasını dönüp gitmesiyle geldi. Melek, nedenini bilmediği bir boşluğun içinde savrulurken, insanın ne kadar kırılgan olabileceğini acı bir biçimde öğrenmişti.

Bir zamanlar her şeyini paylaştığı en yakın arkadaşıysa, onun bu haline gözlerini kapatmayı seçmişti. Melek her geçen gün daha çok içine çekilirken, dost bildiği omuzlar yoktu artık. Bu da yalnızlığını daha da derinleştirdi.

Zamanla o güçlü ve kararlı genç kadın, bazı şeylerle tek başına baş edemez hale geldi. Kendi içindeki karanlıkla savaşırken, ara sıra sessizliğe karışmak için geceleri ayakta kaldığı olurdu. Dalgın bakışlarla evin içinde dolanır, bazen mutfağın ışığını hiç kapatmazdı. Bazen sadece elleri bir şey tutsun diye bardaklara, tabaklara dokunur, ama aslında ne içtiği ne yediği umurundaydı. İçinde kıramadığı bir uğultu vardı, neyle bastıracağını kendisi de tam bilmiyordu.

Geçici rahatlıklar aramıştı elbette. Kimi zaman unutmak için bir yol seçmişti. O anlar, zihnini susturduğu, yüreğini hafiflettiği anlardı belki. Ama sabahlar, her seferinde daha yorgun, daha kırık getiriyordu onu hayata.

Bazen her şeyin anlamını yitirdiğini hissediyor, içinde bir yere doğru çekildiğini fark ediyordu. Dışarıdan bakıldığında hâlâ o eski Melek gibi görünse de içindeki o güçlü kadın yavaş yavaş yok oluyordu.

İçinde bir yerlerde hâlâ bitmemiş bir umut vardı; belki de kendisinin bile farkında olmadığı, sönmemiş bir kıvılcım. Geçmişin acılarını geride bırakmak, bir yerlerden yeniden başlamak için henüz çok geç olmadığını düşünmek istiyordu. Ama ne yaparsa yapsın, içindeki boşluk her geçen gün biraz daha büyüyor, kayıplarıyla baş başa kalıyordu.

Zihnini susturmak, kalbini avutmak için zaman zaman şişelere sarılıyordu. Yalnızlık, Melek’in en sessiz misafiriydi. Büyük bir dünyanın içinde yapayalnız hissediyor, güçlü kalmaya çalıştıkça daha çok yoruluyordu. “Geri dön lütfen! Anne yemin ederim, inan… Çok canım acıyor!”
Çığlığı havada asılı kaldı. Dudaklarını dişleriyle sıktı, sustu. “Beni yanına al o zaman,” dedi, fısıltıya yakın bir sesle. Ama hemen ardından geri adım attı.
“Yok, yok… Babam yalnız kalır değil mi? O yüzden sesimi çıkarmadan bekliyorum. İçim şişti ama.” Derin bir nefes aldı, başını kaldırıp karanlık gökyüzüne baktı.
“Yoksa içki yüzünden mi şişti? Lanet girsin! Nerede o şişe? Beni sarhoş etmeye utanmıyor mu?” Ağzını sıkıca kapattı, ardından hafifçe kıkırdadı.
“Salak Melek... Annem duymasın. Duysa terlik değil, hortumla döver vallahi!”
Bir an güldü, ama gözleri dolmuştu. Burnunu çekti.

Sonra birden gözleri bir noktaya kilitlendi, sesi çatallandı. “Anneme çarpan o araba nerede? Benim güzel annemi nasıl öldürebilir?” Adeta hizaya geçti, dizlerini kırdı ve komut verir gibi konuştu. “İleri marş!”
Ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı. Gecenin serinliği yüzüne vuruyordu, rüzgâr saçlarını karıştırıyordu. Belki de içindeki boşluğa biraz olsun dokunur, biraz olsun hafifletir diye düşündü. Ama hayır... İçindeki ağırlık, rüzgârın taşıyamayacağı kadar keskindi.

Kaldırımlarda yalpalayarak yürürken, elleri hâlâ cebindeydi. Bir ara durdu, olduğu yerde hafifçe döndü. Sanki arkasından biri geliyormuş gibi bir his doldu içine. Ama sadece rüzgârdı. Uzaklardan gelen köpek havlaması ve bir arabanın uzaklaştıkça azalan motor sesi… Gece, alışılmış sessizliğini koruyordu. Dünya, onun yavaşlığını umursamıyor, kendi bildiği gibi dönmeye devam ediyordu.

Kafasının içinde bir uğultu vardı. Annesinin sesi mi, kendi iç sesi mi... ayırt edemiyordu. Bir gülümseme yerleşti dudaklarına, o gülümsemede hem sıcaklık hem hüzün vardı. “El salladım az önce sana anne,” dedi mırıldanarak. “Görmüşsündür değil mi? Ellerim buz gibi, ama içim yanıyor. Sabri beni terk etti biliyor musun anne?” Sabri çoktan gitmişti ama hatırladığı zaman canı yanıyordu.

Bir köşe başında durdu. Bir apartmanın girişine yaslandı, başını soğuk duvara dayadı. Sokak lambasının titreyen ışığı yüzüne vuruyordu. Gözleri nemliydi. Kendine söz vermenin bir anlamı olmadığını bilecek kadar çok defa kırılmıştı. Ama yine de deniyordu.
“Söz,” dedi tekrar, sesi bu kez neredeyse fısıltıydı. “Bir daha yapmayacağım. Bugün biraz sadece bugün senin doğum günün diye.”

Cebindeki telefon titredi. Sessizce çıkarıp ekranına baktı. Bildirim yoktu. Sadece boş bir ekran. Belki de hayal etmişti. Belki de artık hiçbir şey tam değildi.
Sonra, ağır adımlarla tekrar yürümeye başladı. Etrafına pek bakmadan, ne düşündüğünü bilmeden sadece yürüdü. Belki evine, belki bir köşeye, belki de içine doğru… Ama yürüdü. Ve gece... onun gibi kaçanları içine alan o uzun karanlığıyla onu sarmaya devam etti.

Melek, sade ama bir o kadar da dikkat çekici bir kadındı. Esmer teni, bol sütlü kahveyi andırırdı, sıcak, doğal ve samimi. Gözleri koyu kahverengiydi, içine uzun uzun bakınca insanı içine çeken, derinlikli bir bakışı vardı. Burnu küçüktü, dudaklarıysa ne ince ne kalın her şey olduğu gibiydi. Yüzü, yaşadığı zorlukların izlerini taşısa da hâlâ bir naiflik, bir yumuşaklık barındırıyordu.

Fiziksel olarak gösterişli sayılmazdı ama tam anlamıyla hoş bir dengesi vardı. 1.69 boyunda, 55 kilo civarındaydı. Öyle bir hali vardı ki, onu görenin yüzünde istemsiz bir gülümseme belirirdi. Hem güven verir hem de belli belirsiz bir hüzün taşırdı üzerinde. Her şey doğallığın içindeydi, abartıdan uzak ama yine de unutulmaz.

Henüz yirmi üç yaşındaydı ama yaşıtlarına göre çok daha olgundu. Kendi iç dünyasında yalnız bir kızdı artık. Annesinin ölümü ve sevdiği adamın onu terk etmesiyle birlikte, bambaşka biri olmuştu. Oysa sadece iki yıl önce, kendini dünyanın en mutlu, en güçlü kızı sanıyordu. Kimse kaderini böyle yazmak istemezdi. Eğer elinde olsaydı, bugün bir şirkette yönetici asistanı olarak çalışıyor olurdu.

Zamanında, küçük bir şirkette çalışan annesine ne çok özenirdi... Melek için annesi, kelimenin tam anlamıyla hem en güzel yerdi hem de en iyi patrona sahipti. Evdeki işlerini bitirir bitirmez, annesinin tüm uyarılarına rağmen yanına gider, yardım etmeye çalışırdı. Öğrenmek için çırpınır, annesine destek olmak için elinden geleni yapardı. Ama şimdi ne Melek eski Melek’ti, ne de o küçük şirkette onu bekleyen, her şeyiyle sarıp sarmalayan annesi vardı.

Oysa annesi hayattayken Melek bambaşkaydı. Parmakla gösterilen, azimli, sabırsız, çalışkan, inatçı, kurnaz ve zeki bir kızdı. Aklını, keçi gibi inadını ve o kıvrak zekâsını bazen annesini kızdırmak için bile kullanırdı. Ama tüm bu özellikleriyle bile sevilirdi çünkü içten ve gerçekti. Ama artık kimse ona “azimli kız Melek” demiyordu. Sahi, en son ne zaman biri onu takdir etti? Ne zaman biri ona “seninle gurur duyuyorum” dedi?
Zamanla hayattaki bütün sıfatlarını yitirmişti; çalışan, mücadele eden, hayal kuran, sevilen hepsi birer birer dökülmüştü üzerinden.

Annesinin yokluğuysa, sadece bir eksiklik değildi onun için. O, Melek’in hem pusulası, hem yoldaşıydı. Onun yokluğuyla sadece bir insanı değil, yönünü de kaybetmişti. Evde annesinin bıraktığı her eşya hâlâ aynı yerindeydi. O küçük çiçekli kahve fincanı, yazarken kullandığı dolma kalemi, çantasına asılı duran anahtarlık… Melek hepsini olduğu gibi bırakmıştı. Değiştirmeye kıyamıyordu. Sanki yerlerini değiştirse, annesinin hatırasını da dağıtmış gibi hissedecekti.

Bazen evde, odasının kapısını hafif aralık bırakır, mutfaktan annesinin sesi gelir mi diye kulak kesilirdi.
Zihni, geçmişle bugünün arasına sıkışmış gibiydi. Ne tam oradaydı, ne buradaydı.

İçinden geçirdiği kelimeleri artık yüksek sesle söylememeye başlamıştı.
Çünkü biliyordu; annesi gittiğinden beri, içinden konuştuğu herkes bir gün sessizliğe karışıyordu. Yirmi üç yaşında, dünyanın yükünü sırtında hissediyordu. Yaşıtları gezip tozarken, onun tek gezdiği yer anılar, tek çıktığı yol da geçmişe dönüşlerdi.

Hayatına dair kurduğu o basit hayal bir şirkette çalışmak, kendi ayakları üzerinde durmak, belki bir gün mutlu bir ev kurmak şimdi uzak bir masal gibiydi. Şirketlere başvurular yapıyordu ama ufukta bir aydınlık yok gibiydi.
Ama yine de bir yerlerde içini kıpırdatan bir şey vardı. Belki hâlâ yolun sonuna gelmediğini fısıldayan bir ses. Belki çok uzaklarda bir ihtimal. Her şeye rağmen, yeniden başlayabileceğini söyleyen o ince, titrek umut.

Tabii Melek’ten yaka silken, onu gördüğünde hoşnutsuz bakışlarla yolunu değiştiren birkaç kişiden bahsetmeden olmazdı. En yakın arkadaşı Sibel’in nişanlısı Ahmet… Çocukluklarında Melek onu az dövmemişti. Belki de o yüzden hep öfkeli, hep Melek’e karşı önyargılıydı. Zaman zaman herkesin içinde ona karşı söylediği kırıcı sözlerle küçük düşürmeye çalışması, çok da şaşırtıcı değildi. Melek’in hayatındaki ihanetler listesinde, Ahmet’in adı birkaç kişiden daha hafif gelirdi ama Sibel yüzünden öfkesini kontrol ediyordu.

Melek hiçbir zaman susarak sorun çözmeye çalışan biri olmadı. Kavga etmekten, lafını esirgemekten çekinen biri de değildi. Ama Sibel’in nişanlısı söz konusu olunca farklı davranıyordu. Sırf arkadaşlığı bozulmasın diye, onun sessizliğini sineye çekiyor, içten içe kırılıyordu. Yine de her konuda sessiz kalan bir dostun varlığı, Melek’in içinde günden güne büyüyen bir hayal kırıklığıydı. Ahmet’in yaptıklarına göz yuman Sibel, belki farkında bile olmadan Melek’in sabrını yavaş yavaş tüketiyordu.

O an yürürken adımları biraz zikzak çizdi, rüzgâr saçlarını savurdu. Eski günlerinden izler geçti içinden. Bir an kendine dışarıdan baktı. “Ben kimdim, şimdi ne oldum?” Altı aydır babasına yalan söylüyor, ayda bir yaptığı kaçamakları bir sır gibi saklıyordu. Arada bir içip, her şeyi unuttuğunu sanıyor, o anlar bitince her şeye yeniden sıfırdan başlayabileceğini varsayıyordu.

Ama unutmuyordu. Sadece erteliyordu.
Yine böyle sıradan bir gecede, sokaklarda dolaşıp kendiyle yüzleştiği dakikalardı. Karanlık sokağın bir ucunda, ellerindeki biraları paylaşan aşağılayıcı bir erkek grubunun önünden geçerken kendini buldu. Korkusu her halinden belli oluyordu. Yine de bu sokakları çok iyi tanıyordu. Zaman içinde sokakta yaşayan, yaşamak zorunda bırakılan birçok arkadaşı olmuştu. Ama bu çocukların sokakta yaşamadığı açıktı. Melek’in tedirginliği davranışlarına yansıyor, vücudu bir sağa bir sola tökezliyordu. Ayağına takılan taş yüzünden yere düştü. Kalçası kaldırımın bozuk taşlarına değmişti ve acı içindeydi.

Yanına doğru gelen adamlardan kaçmak zordu ama denemek için çaba sarf etti. Son bir gayretle düştüğü kaldırım kenarından kalktı. "Bir daha ağzıma sürmeyeceğim anne yardım et." Geldiği yöne döndü. Aç kurtlar gibi, biralarından son bir yudum aldıktan sonra hızlı adımlarla Melek’e yöneldiler. O gece içkinin kötü olduğunu bir kez daha anlamıştı.

Melek asla kolay lokma değildi. Ayakkabılarını eline aldı ve içinden “Aç köpekler, b...k yersiniz inşallah...” diye fısıldadı. Gerçekten de aç köpekler gibiydiler. Bu adamları lağam çukurunda hayal etmek hoşuna gitmişti. O gece Melek, onların gözünde eğlence amaçlı bir kurbandı. Ama bu kız, her zaman karşısındakini ters köşe yapmayı bilirdi. Rezil olmaktan da, rezil etmekten de korkmazdı.

Penguen gibi sendeleyerek, herkesin yataklarında uyuduğu evlerin önünde yürümeye devam etti. Peşinden gelmeleri yüzünden paniklese de, umursamıyordu. Evinin kapısına yaklaştığında, aklına babası geldi. Onu böyle görse kötü bir şey olabilirdi. Babasının gözünde hâlâ yaramaz, günahsız bir kızdı. Yaramazlığı devam ediyordu ama artık kimse günahsız değildi.

Dış kapının merdivenlerinden ikişer ikişer inip tekrar sokağa çıktı. Sarhoş olduğunu kimselere göstermek istemiyordu. Altı aydır babası görmeden bunu sürdürmüştü. Arkasına baktığında, hâlâ peşinden gelenleri görünce kaşlarını çatıp kısık bir sesle bağırdı.
“Döverim sizi haaa! Bak, getirmeyin beni oraya!” Kimse duymamıştı ama bu bağırış, içini hafifçe rahatlattı; az da olsa huzur buldu.

Gökyüzüne baktı. Zifiri karanlık sokakta, Melek ve kendilerini tatmin etmek için uğraş veren üç kişi dışında kimse yoktu. Peşinden, evinin iki sokak ötesine kadar takip ettiler. Arabaların arkasından sinsice ilerleyip Melek’in gücü tükenip düşmesini bekliyorlardı.

Birden duraksadı, semtin sisli kokusunu içine çekti. Yeşil boyalı apartmana bakarak avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Sibel! Sibel! Sibel!” Ellerini beline koydu, arkasına dönüp bağırmaya devam etti. “Kaybolun buradan! Annem polis, aptal herifler!” Yalanı öyle bir ciddiyetle söyledi ki, içinden kendisi bile buna inanmak istedi. “Beni koyduğunuz yere, kardeşinizi koymanız dileğiyle! Annemin polis olduğunu söylemiş miydim?”

Dört parmağını kapatıp, orta parmağını kaldırarak adamlara gösterdi.
“Son duanızı edin!” Balkondan saniyeler içinde, pembe fiyonklu pijamasıyla en yakın arkadaşı Sibel belirdi. Melek’in sarhoş olduğunu anlayıp sessizce balkonun kapısını kapattı. Adamlar, avcı edasıyla yanlarına yaklaşmaya başladı. Artık kafalarındaki planı uygulamaya koyacak olmanın verdiği hazzı, kahkahalar atarak paylaşıyorlardı.
Tam o anda dış kapı açıldı.
Melek, kurtarıcılarını görünce sesini biraz daha yükseltti. “Yandınız oğlum siz... Bu parmak size, anladınız siz onu!”

Üç delikanlı, başlarına bela gelmesin diye geri çekilirken, Melek kahkahalarla güldü. “Kaçmayın pislik herifler! Lağam fareleri! Tam dövecektim, siz geldiniz!”
Elini bir sağa bir sola sallayarak kahkahalarına devam etti.
Sibel, gözlerini devirerek yanına yaklaştı.
“Kapa çeneni lütfen... Şu elini de yere indir. Annem görse ağzına sıçar.”
Melek dudaklarını büküp en yakın arkadaşına sarıldı. “Benim arkadaşım olmasan, o ayı Ahmet’i çiğ çiğ yerim. Off, karnım çok açıktı.”

Sibel ve kardeşi Selim, koluna girip onu içeriye taşıdılar. Sibel, kimsenin görmesini istemiyordu. Deliler gibi sevdiği nişanlısı Ahmet’in yasaklarına rağmen, en yakın arkadaşına arkasını dönememiş, bu gece de yardımına koşmuştu. Melek’e üzülüyordu ama Ahmet’e de hak veriyordu. İki arada kalmıştı. Melek, adının tam tersine, Ahmet’in gözünde bir şeytan, belayı peşinde getiren yalancıydı. Ona hiçbir zaman güvenmiyordu. Sibel’i Melek'den uzak tutmak için elinden geleni yapması, Melek’in nefret edildiğini anlaması için yeterli bir sebepti.

Sibel, Melek’i odasındaki kanepeye beyaz bir çarşaf örttü ve yatması için yalnız bıraktı. İçkinin etkisiyle, Melek saniyeler içinde uyuya kaldı. Sabahın ilk ışıkları, güneş yüzüne adeta tokat gibi vuruyordu. Kendi evinde olduğunu zannetmesi bile içten değildi. Sibel odaya girene kadar hiçbir şeyi tam olarak hatırlamıyordu. Sarhoşluğun getirdiği halsizlik ve yorgunlukla etrafına göz gezdirdi.

Karşısında, üç ay öncesine kadar her gün gördüğü, şimdi ise haftada bir gün bile görüşmediği en yakın arkadaşının evi duruyordu. Bu durum, Melek’i daha da zorladı. Yüzü kıpkırmızı oldu, başını duvara döndü ve kendinden emin bir sesle, “Bir daha yaşanmayacak bu olay. Dün annemin doğum günüydü.”
diyerek istemeden de olsa gülümsedi.

Sibel, duvara yaslanmış, bakışları hesap sorar gibiydi. İsteksiz bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Kaçıncı söz bu? Kendini düzeltmek için hiç çaba sarf etmemen beni delirtiyor. Dünkü rezilliklerini saymıyorum bile. Senin yüzünden ne kadar zor durumda kaldığımı farkında mısın? Benim sana olan zaafımı kullanıyorsun. Biz seninle arkadaşız, hizmetçin değilim.” Bu sözler Melek’in canını yakmıyordu. Nefesini tutarak sadece, “Özür dilerim. Bir daha olursa, eve alma...” diyebildi.

“Seni eve almasam apartmanın önünde avazın çıktığı kadar bağırırsın, çok değişiksin Melek! Bir de eve alma diyorsun kızım seni eve almasam o adamların yapacaklarını ben bile düşünemiyorum.” Yaşamı boyunca, sevgiyle bağlandığı dört kişi vardı Melek’in, babası, vefat eden biricik annesi, çocukluk aşkı ve nişanlısı Sabri, ve yılların dostu Sibel. Babasına karşı hep koruyucu ve özenliydi, onun üzülmesini istemez, yanında yaşadığı zorlukları ona yansıtmazdı. Babasının gözünde güçlü, sorunlarını kendi başına halleden bir kız olmak isterdi. Annesi ise onun hayatındaki en değerli varlıktı, adeta baş tacıydı. Onu ansızın kaybetmenin acısı Melek’in dünyasını altüst etmişti.

Çocukluk aşkı ve nişanlısı Sabri ise ailesinin baskıları yüzünden onu terk etmişti. Bu terk ediliş, Melek’in hayatında derin yaralar açmıştı. Sabri’nin gidişi, beraberinde yalnızlık ve hayal kırıklığı getirmişti. Sibel ile aralarına gelince; onlar çocukluktan beri birbirlerine çok sıkı bağlıydılar. Uzun yıllar boyunca kardeşten öte, ruh arkadaşı gibiydiler. Fakat son üç ay içinde aralarında bir soğukluk belirmeye başlamıştı. Sibel’in nişanlısı Ahmet’le yaşananlar, bu mesafeyi daha da büyütmüştü. Melek, annesinin kaybının etkisiyle zaten sarsılmışken, bir de bu yeni kırgınlıklar hayatını zorlaştırıyordu.

Annesinin ölümünden sonra Melek, kendisine hiç yakışmayan kötü alışkanlıklara yönelmeye başlamıştı. Belki de yalnızlığın verdiği acıyla, kendi kendine bu yükü hafifletmeye çalışıyordu. Ahmet’in, Sibel’in hayatında giderek daha fazla yer edinmesi ve onunla daha çok vakit geçirmesi, Melek’in en zor anlarında bile kendisini dışlanmış ve çalınmış hissetmesine yol açıyordu.

Melek ve Sibel’in arasındaki bağ sağlamdı. Yılların getirdiği, birlikte geçirilen sayısız anı, paylaşılan mutluluklar ve acılar dostluklarını güçlü kılmıştı. Ama Ahmet’in bu dostluktan hiç hoşlanmadığı açıktı. Ne zaman Melek ve Sibel bir araya gelse, Ahmet’in bakışları soğuk ve mesafeli olur, neredeyse düşmanca bir hava yayardı.

İlk başlarda Sibel, Melek’le görüşmek istediğinde hep bir bahane bulur, Ahmet’in rahatsız olduğunu hissederdi. Bu durum zamanla netleşti. Artık Ahmet, Sibel’e “Melek ile görüşme” diyordu. Sibel’in üzerinde büyük bir baskı vardı ama o yine de Melek’le arasındaki dostluğu koparmak istemiyordu. Melek ise bu zor durumu anlayışla karşılıyor, daima sakin ve mesafeli kalmaya çalışıyordu. Onun tek isteği, Sibel’in hayatındaki ilişkiyi zor duruma düşürmemekti.

Bazen sadece bir kahve içmeye gitmek için bile, Melek, Ahmet’in onayını almak zorundaymış gibi hissediyordu. Oysa ki, yıllardır süren ve kökleri derinlere inen dostlukları, hiçbir dış etkiye yenik düşmeyecek kadar güçlüydü.

Sibel, Ahmet’in bu tavırlarını fark ettikçe içine sıkıntı düştü. Kendisini bir ikilemde buldu; ya dostluğunu riske atacak, Melek’le bağını koparacak ve Ahmet’i memnun edecekti; ya da yılların verdiği güvenle Melek’i savunacak ve ilişkisini zorlayacaktı.

Sonunda seçimini yaptı: Ahmet’in yanında olup onu memnun etmek, kendi iç huzurundan ve gerçek dostluktan vazgeçmek zorunda kaldı.
________

Yeni bölümde görüşelim mutlaka.

Bölüm : 05.10.2024 20:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 2. Geri Dön
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...