21. Bölüm

21. Saldırı

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam arkadaşlar yorum ve beğeni yaparak destek olursanız sevinirim.

Okumadan evvel BEĞENİ butonuna tıklayarak başlayalım olur mu 🫶
________________

Karşısındaki manzara, ömür boyu zihnine kazınacak bir kabustu. Kenan Bey, öfke ve şehvetle karışmış bir delilik hâlinde Merve’ye tokat atıyor, aynı anda eteğini indirmeye çalışıyordu. Hışımla başındaki eşarbı çekip almaya çalışırken, Merve korku içinde yalvarıyordu. O narin, saf, hiçbir kötülüğü hak etmeyen beden titriyor, acı içinde kıvranıyordu. Eliyle eteğini kapatmaya çalışıyor, diğer eliyle çaresizce adamı itmeye uğraşıyordu. Gözleri korkudan büyümüş, dudakları dua edercesine kıpırdıyordu. Yalnızdı. Çok yalnızdı.

Neden kimse yardıma gelmiyordu. Bu kadar büyük bir şirketin güvenliği yok muydu. Yoksa sesini duymamak mı işlerine geliyordu. Melek’in içindeki bütün vicdan telleri bir anda koptu. Yüreğinde patlayan öfke ve korku seli, bedenini harekete geçirdi. Koşarak içeri daldı. Kenan Bey’i Merve’nin üzerinden tuttuğu gibi fırlattı. Kilolu, yaşlı ve pis bir adamdı. Nefsi kadar karakteri de zayıftı. Boş bir yağ tabakasıydı sadece. Hiçbir gerçek ağırlığı yoktu. Sadece ağırlığını masalara, kadınların üzerine, odalardaki korkuya basarak var olmaya çalışıyordu.

Melek’i karşısında görünce pişkin bir sırıtışla dudaklarını kıvırdı. Gömleğinin düğmeleri açık, arkasından taşan göbeği sarkmıştı. Eliyle karnını kaşırken keyifle ayağa kalktı. Bu hâliyle bile üstün olduğunu sanıyor, hâlâ bir kadını korkutabileceğini düşünüyordu. Melek’in gözlerindeki öfkeyi göremeyecek kadar kördü. Onu karşısında görünce tiksinç bir şekilde kahkaha attı. Melek, onun bu rahatlığına daha da sinirlendi. Yumruklarını sıktı ama önce Merve’ye dönmesi gerekiyordu.

Merve, ağlayarak eteğini düzeltmeye çalışıyordu. Utançtan yerin dibine geçmişti. Yanağında Kenan’ın tokadından kalan kırmızı iz vardı. Gömleği yırtılmış, eşarbı çözülmüş, başında sadece boneden kalma bir parça kalmıştı. Saçlarının yarısı açığa çıkmıştı. Elleriyle üstünü kapatmaya çalışıyor, aynı anda ağlamaya devam ediyordu. Gözyaşları sicim gibi akıyor, sesi titriyordu. Dudakları dua okur gibiydi. Melek, kendini zor tuttu. Bu iğrençliğin yaşanmasına engel olabildiği için bir nebze olsun şükretti. Fiziksel olarak tecavüz gerçekleşmemişti. Ama ruhta olanlar tarifsizdi. Bu da ağır bir şiddetti. Bu da bir tecavüzdü. Ruhu parçalanmıştı. Korku, utanç, dehşet, öfke ve güvensizlik birbirine karışmıştı.

Usulca Merve'nin yanına yaklaştı. Yanağındaki tokat izine dokundu. Sanki eliyle acısını alabilecekmiş gibi, parmaklarını nazikçe yüzüne sürdü. Merve başını eğdi. Gözlerini bile kaldıracak gücü yoktu. Melek, yerde ki ceketi Merve'nin omuzlarına örttü. O an bütün vicdanıyla, bütün insanlığıyla oradaydı. Kızın başını göğsüne yasladı, birkaç saniye sarıldı. Sonra yavaşça ayağa kalktı. Elini uzattı. Merve, tereddütle ama güvendiği birini bulmanın verdiği kırık bir cesaretle onun elini tuttu.

İkisi birlikte kapıya yöneldiler. Tam o anda Kenan Bey’in o tiksinti uyandıran sesi arkalarından geldi. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, sanki burada olanlar onun en doğal hakkıymış gibi konuşuyordu. "Nereye gidiyorsun. Öyle kolay mı benden izinsiz çıkmak. Ben bu işyerinin patronlarından biriyim." dedi, gömleğinin eteğini düzelterek.

Melek, Merve'nin koluna tekrar girdi. Onu arkasındaki koltuğa usulca oturttu. Sonra hiç düşünmeden adamın karşısına dikildi. Bu kadar rahat, bu kadar pişkin olması... Gülümsüyor oluşu... O an her şeyin fitilini ateşledi. Yumruğunu sıktı. İçindeki öfke artık bir zehir gibi damarlarına dolmuştu. Kenan’ın gözünün tam ortasına bir yumruk indirdi. Adam sendeledi. Ardından sırtına bir tekme geçirdi. Adam diz çökerken, Melek dizini onun yüzüne doğru savurdu. Kenan yere iki seksen uzanmıştı. Artık onun için tehdit olmaktan çıkmıştı. Ama Melek’in içindeki öfke, adam yere düştüğü hâlde durmadı. Karnına bir tekme daha attı. Adam inledi. Yüzü yere sürtüldü. Sırtını döndü. Bu kez sırtına tekme yedi. Nereye dönerse dönsün darbe almaktan kurtulamıyordu.

Kenan artık yalvarmaya başlamıştı. "Yapma... Ne olur..." diyordu. Az önce korku içinde yalvaran Merve’nin karşısında, şimdi aynı hâle düşmüştü. Şiddet uygularken korku nedir bilmeyen adam, şimdi şiddete maruz kalınca zavallı bir çocuğa dönmüştü. Melek, ağzından kan geldiğini görünce durdu. Nefes nefese kalmıştı. Elleri titriyordu. Hıncı bitmemişti ama onun ölmesi kurtuluş olurdu. Oysa bu adam yaşamalı, cezaevinde rezilliğiyle yüzleşmeliydi. Melek kendini zor tuttu. Yüzüne tükürdü. Sonra arkasını dönüp Merve’ye yürüdü.

Merve sessizdi. Titriyordu. Odanın köşesinde, elleriyle kapı kolunu tutmuş öylece duruyordu. Gözleri hâlâ korku içindeydi. Melek yanına gitti. "Gittik. Bitti." dedi yavaşça. Ama ikisi de biliyordu. Hiçbir şey bitmemişti. Bu olay, her ikisinin hayatında silinmeyecek bir iz bırakmıştı. Merve'nin içindeki kırık, asla tam anlamıyla onarılamayacaktı. Melek ise bir daha hiçbir adamın rahatça konuşmasına tahammül edemeyecekti. Bu gün, artık başka bir güne geçilmişti. Her şeyin eskisi gibi olması imkansızdı. Ama en azından artık yalnız değillerdi. Ve belki, bu başlangıçtı.

"Hapiste ölmen dileğiyle." dedi adama.
Daha küçük bir kızken, yemek masasının başında otururken, annesiyle babası haberleri izlerken konuşurlardı böyle vakaları. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini sessizce dinlerdi. Kimi zaman annesi “Bu adamlar yaşamasın. Kızın hayatını mahvetmiş. İdam edilsin” derdi öfkeyle. Gözleri ekranın içinden çıkacakmış gibi sinirle parlar, ellerini yumruk yapar, dualar ederdi. Babasıysa daha farklı bir tonda konuşurdu. Sesi alayla karışık, acı dolu olurdu. “İdam kurtuluş. Atsınlar içeriye, gör o zaman ne işkenceler, ne rezaletler yaşatılıyor. Onlara da tecavüz ediyorlar. Sonra bir gün ölüp gidiyorlar. Kim vurduya giden bir leş gibi kalıyorlar geride.” Melek, o konuşmalarda hiç araya girmezdi. Ama kulakları her kelimeyi saklar, hafızasının duvarına asardı. Şimdi o sözler birer birer kafasında yankılanıyordu. O adam, Kenan denen o pislik, cezaevinde hayatının hesabını verecekti.

Melek, yüzünde hafif ama hoşnut bir ifadeyle gülümsedi. Merve’nin koluna yeniden girdi. O yırtık gömlek, parçalanmış eşarp, gözyaşıyla ıslanmış yanaklar hepsi unutulmayacak izlerdi ama onu yalnız bırakmamaya kararlıydı. Kapıya doğru yöneldiler. Elini uzattı, kapıyı açacaktı ki... İçeriye üniformalı biri girdi. Üzerindeki rozette adı “Ayhan” yazıyordu. Gözleri bir an Melek’in gözlerine takıldı. Sonra hızla içeride yatan Kenan’a doğru döndü.

Melek birkaç adım geri çekilerek kenara geçti. Adamın yerdeki pisliği net bir şekilde görmesini istiyordu. Dudaklarını aralayıp ne olduğunu anlatmaya başlayacaktı ki, Ayhan ona değil, doğrudan yerde yatan Kenan’ın yanına ilerledi. Yüzü ifadesizdi. Cebinden bir şey çıkarmadı. Not almadı. Endişelenmedi. Bunun yerine Kenan’ın kulağına eğildi. Birkaç kelime fısıldadı. Ne söylediği anlaşılmıyordu ama Melek’in sinirleri artık zapt edilemez noktaya gelmişti. Gözleri kısıldı. Kaşları çatıldı. Damarları zonkluyordu.

"Polisi arayın lütfen. Yoksa sizden de şüphe etmeye başlayacağım." dedi. Sesi yüksekti. Her kelime sertti. Bu bir rica değildi. Emirdi. Ayhan başını eğdi, ‘tamam’ anlamında bir hareket yaptı. Sonra sessizce kızlara doğru yöneldi. Bir an için Melek rahatlamıştı. Belki de herkesi aynı kefeye koymamak gerekiyordu. Belki bu adam gerçekten iyi biriydi. Belki yalnız olmadıklarını gösterecekti. Tam bu düşüncelerin içinde kısa bir minnet duygusu büyürken... Ayhan birden gömleğinden tuttuğu Melek’i sertçe kenara itti. Ardından Merve’yi savurur gibi bir kenara fırlattı.

Düşünceler çatır çatır kırıldı. O an anladı. Bu adam güvenlik görevlisi değil. Bu adam sadakati olmayan, kendi iradesi olmayan bir kuklaydı. Kenan gibilerin pisliğini temizleyen, onlara köle olmuş bir yaratık. Yardım etmek için değil, örtbas etmek için buradaydı. Melek yerdeki Merve’ye bakarken içi sızladı. Kızcağız hem bedeniyle hem ruhuyla kırılmıştı. Ayhan, hiç durmadan yanına yaklaştı. "Bugün burada olanlar burada kalacak. Anlaştık mı?" dedi. Kelimeleri buz gibiydi. Yavaş konuşuyordu ama içinde öyle bir tehdit vardı ki, her hecesi kulağa hançer gibi saplanıyordu. Sonra Merve’nin başındaki boneden taşan saçlarını tuttu. İncecik saç tellerini kavradı ve sertçe çekmeye başladı. Merve acıdan çığlık attı. Direnmedi. Yapamazdı. Başını sağa sola çevirdi ama nafile.

"Anlaştık mı dedim. Konuşsana. Konuş." dedi, bu sefer sesi yükselmişti. Öfkesi değil, şiddete alışıklığı yükselmişti. Saç telleri elinde kaldı. Kopardığı saçları yere fırlattı. Merve dizlerinin üstüne çöktü. Ağlıyordu. Hıçkıra hıçkıra, kendisini yok etmek ister gibi. Sesi kısılmıştı. "Tamam. Kimseye hiçbir şey söylemeyeceğim. Yalvarıyorum. Bırakın gidelim." dedi. Gözlerinde korkunun en çıplak hâli vardı. Varlığını inkâr eder gibiydi.

Melek’in gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu. Yüreğinde oluşan boşluk daha büyüktü. Nefretle Ayhan’a baktı. O pisliği, Kenan’ı, şimdi de bu adamı. Hep aynı karanlık. Hep aynı sessizlik. Ayhan şimdi ona dönmüştü. Sıra Melek’teydi. Yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Göz göze geldiler. Melek korkmamak için gözlerindeki kaygıyı yok etti. Kendini boşluğa teslim eder gibi, anlamsız ve düz bir bakışla karşıladı adamı. Korku varsa da, ona yer kalmamıştı. Dili, yutkunmaları geçmişti artık. Sessizliği boğan bir nefret vardı sadece.

Adamın eli havadaydı ama konuşuyordu. "Bugün olanları görmedin. Tamam mı?" dedi. Gülümsüyordu. Tıpkı Kenan gibi. Aynı pişkinlik. Aynı kibir. Aynı iğrençlik. Melek dişlerini sıktı. "Sen görmedin. Orası tamam ama ben gayet net gördüm. Şimdi bir şey daha gördüm. Sen iş birlikçisin. Seni de polise şikayet edeceğim." dedi. Bu sözle birlikte adamın yüzü sertleşti. Elini kaldırdı. Bu sefer sadece havada kalmadı. Melek’in çenesini yakaladı. Parmağıyla sıkmaya başladı. Dudakları acı içinde gerildi. Gözleri doldu ama yine de bakışlarını kaçırmadı.

“Bir daha ağzını açarsan seni burada yok ederim.” dedi Ayhan, kısık bir sesle. “Ne patronum kalır, ne adaletin. Hiçbiri seni kurtaramaz.” O an, gözleriyle tehdit etmeyi denedi. Ama Melek geri adım atmadı. "Beni susturamazsın." dedi dişlerinin arasından. “Bu yaşananların hesabı sorulacak. Bu pisliğin üzeri örtülmeyecek. Ne sen, ne o yerde yatan embesil patronun, hiçbiriniz bunu kapatamayacaksınız.” Ayhan’ın eli sertçe çenesinden ayrıldı. Gözleri bir anlığına korktu. Melek’in bakışlarında yanan kararlılık, onun bütün ezberini bozmuştu. Bu kadın susmazdı. Susarsa o zaman korkmalıydı. Ama şimdi sadece öfkeliydi. Ters döndü, Kenan’a baktı.

Kenan Bey, arka planda olup biten her şeyi büyük bir hazla izliyordu. Yüzünde iğrenç bir sırıtış vardı. Sağı solu belli olmayan o sekreter yüzünden aldığı yumruk ve tekmeler hâlâ canını yakıyordu. Kaburgası acıyordu, dudağı patlamıştı, dişi yerinden oynamıştı belki. Ama fiziksel acısı, ruhundaki pislik kadar derin değildi. Çünkü bir başka adam eliyle, iki genç kadına yapılan şiddeti izlemek, onun için bir seyir zevkiydi. Evet, gururu zedelenmişti. Evet, yerde iki seksen yattı. Ama şimdi en has adamı Ayhan tarafından, gözlerinin önünde yapılan her şeye sanki bir tiyatro izliyormuş gibi bakıyordu. Sahne onun, oyuncular onun. Kurbanlar zaten susturulmuştu. Kazanan belliydi. Böyle sanıyordu.

“Şimdi de gördüğünü düşünüyor musun?” dedi Ayhan, Melek’in çenesini sıktıktan sonra onu bir paçavra gibi masanın üzerine fırlatarak. Melek’in sırtı masaya çarptığında ağzından kesik bir inleme çıktı. Vücudu, aldığı darbelerle zonkluyordu. Gözleri kararmıştı. Birkaç saniye hiçbir şey görmedi. Sadece içerideki pisliklerin kahkahası yankılanıyordu kulaklarında. Ama pes etmek yoktu. Göğsünde taşıdığı öfke, acının üzerine siper olmuştu.

Başını kaldırdı. Gözleri, o köşeye itilmiş Merve’nin üzerine kaydı. Merve, hâlâ korkudan titriyordu. Dizlerini göğsüne çekmiş, gözlerini kapatmış, içindeki karanlıkla savaşıyordu. Melek onun bu hâlini gördü ve kalbi bir kez daha kırıldı. Bu yapılanların üstü örtülemezdi. Bu yaşananların üzeri hiçbir tehdit, hiçbir susturma çabasıyla kapatılamazdı. Gözlerini tekrar Ayhan’a çevirdi.
“Canım acısa da, karşımda hayatı bittiğini düşünen bir kıza arkamı dönmeyeceğim.” dedi, sesi netti. “Yapılan iğrençliği görmemek için kör olmam lazım.” Cümlesi bittiği anda, yine saçlarından tutuldu. Güçlü bir el onu tekrar yerden kaldırdı. Hızla çarpan kalbi, bedenin dayanamayacağı bir ritme girmişti. Ayhan’dan gelen tokat yüzünü yana savurdu. Gözünden yaş değil, öfke aktı. Bu acı sıradan bir fiziksel acı değildi.

Yere düştü. Ellerini yere dayadı. Tüm vücudu titriyordu. Ama o titreme korkudan değil, harekete geçme zamanının geldiğini hissetmesindendi. Gözleri bir an yerdeki çantasına kaydı. Her ihtimale karşı, babasının yıllar önce “Yanında taşı, kendini koru.” diyerek verdiği küçük biber gazı şişesi hâlâ oradaydı. Sanki babasının sesi kulağında yankılandı. “İnsanlar hep iyi olmaz. Bunu unutma.” O sesin yankısıyla, elleri titreyerek çantayı yokladı. Parmakları biber gazına değdiğinde içindeki bütün korkular sustu. Artık başka bir ruhla hareket ediyordu.

O an saçlarından bir kez daha tutuldu. Ayhan onu yukarı çekmeye çalışırken Melek direnmiyordu. Bedeni gevşemişti ama eli sımsıkı şişeyi kavrıyordu. Gözlerini kaçırmadan, dudaklarını hafifçe araladı. “Şişko patronuna bir şey söyleyeceğim.” dedi. Gözleri Ayhan’ın gözlerinde sabitlendi. Bu cümle, bir sinyaldi. Aynı anda Merve’ye eliyle “kalk” işareti yaptı. Göz ucuyla izliyordu. Merve yavaşça doğruluyordu.

Ayhan, Melek’in saçından tuttuğu gibi onu Kenan’ın önüne doğru sürükledi. “Al bak, işte getirdim sana. Derdini konuş, sonra ikinizin de sesini keselim.” diyordu. Merve, dizlerinin üzerine çökmüştü. Başını eğmişti. Sadece yaşamak istiyordu. Sadece gitmek. Bu iki adamın gölgesinden bile uzaklaşmak istiyordu. Ama Melek’in duruşu başka bir şey söylüyordu.

Tam beklediği an gelmişti. Ayhan, Melek’in omzuna elini koyup “Sen orada ne bekliyorsun, konuşsana” dediği anda, Melek artık tereddütsüz şekilde şişeyi Ayhan’ın yüzüne bastı. Tüm gücüyle biber gazını boca etti. Ayhan çığlık attı. Ellerini yüzüne götürdü. Gözleri yandı, derisi kavruldu. Boğazı düğümlendi. Sendeleyerek geriye düştü. Aynı hızla döndü ve şişeyi Kenan’ın yüzüne de sıktı. Kenan’ın çığlığı daha tizdi. Gözlerini ovuşturdu, ama daha çok yanmasına sebep oldu. Melek ayakta olan Merve’ye döndü. “Şimdi koş.” dedi. Sesi kararlıydı. Merve birkaç saniye duraksadı ama Melek onun elini tutunca ayakları kendiliğinden hareket etti. Koşmaya başladılar. Odanın kapısını hızla açıp dışarı fırladılar. Koridor boyunca ilerlediler.

Yangın merdivenine ulaştıklarında Melek’in nefesi kesilmişti. Ama durmadı. Koşmaya devam ettiler. Merdiven basamaklarını hızla indiler. Adımları sertti. Kalpleri göğüs kafesinden çıkacak gibiydi. Ayakları yanıyordu ama acıyı hissetmiyorlardı. O an tek hissettikleri şey kurtulma arzusuydu. En sonunda bina dışına çıktılar. Temiz hava yüzlerine vurdu. Merve durdu. Kollarını göğsüne sardı. Başındaki bonenin yarısı çıkmıştı. Saçlarının bir kısmı açıktaydı. Üstündeki ceket kaymış, vücudunun birçok yeri görünüyordu. Panikle üstünü düzeltmeye çalıştı. Bonesini sıkıca bağladı. Başörtüsünü geniş şekilde bağladı. Melek arkasından geldi. Elini hafifçe tuttu. “Çok bakma, haydi gidelim.” dedi. Merve başını salladı. Gözlerinde hâlâ yaş vardı. Ama o yaşlar bu sefer sadece korkuya ait değildi. Bir parça inanç, bir parça minnet de vardı içinde.

Önlerinden geçen ilk taksiyi büyük bir umutla durdurmaya çalıştılar. Melek elini havaya kaldırdı, Merve ise seslenmeye çalıştı ama sesi yetersizdi. Taksi yavaşlar gibi oldu, hatta sinyali bile yaktı. Ama tam kapılarına yaklaştığında, içerideki şoför, iki genç kızın dağılmış halini görür görmez bir anlık tereddüt geçirdi. Göz göze gelmeden, bakışlarını kaçırarak aniden gaza bastı ve uzaklaştı. Tekerleklerin kaldırıma değip sekişiyle birlikte arkalarında bir toz bulutu kaldı. Merve olduğu yere çöktü. Melek onun koluna girdi. Düşmemesi için ayakta tutmaya çalıştı. Gözleri sokakta dolandı. El kaldıracak gücü kalmasa da yoldan geçen başka bir araca umutla baktı.

İkinci taksi ileriden yaklaştı. Bu sefer Melek öne doğru birkaç adım atarak vücudunu yola biraz daha yakınlaştırdı. Taksici arabayı yavaşlattı. Penceresini araladı. Gözleri kızların halini süzdü. Melek bir şey söylemeden başını eğdi. Taksici ise şaşırtıcı şekilde kapıyı açtı. Hemen dışarı çıktı. Merve'nin yürüyemediğini fark edince koluna girdi, arabaya oturmasına yardım etti. Sonra Melek için aynı şekilde arka kapıyı açtı. Kızların her biri oturduktan sonra direksiyona geçti. Aynadan bakmadan, hiç soru sormadan motoru çalıştırdı ve hızla uzaklaştılar.

Arabada sessizlik vardı. Sadece taksinin tekerleklerinin asfalta sürtünme sesi duyuluyordu. Merve cam kenarında oturuyordu. Dirseğini cama dayamış, başını yaslamıştı. Gözleri donuktu. Yaşadığı şeyin hala etkisinden çıkamamıştı. O an Melek sessizliği bozdu. “En yakın polis karakoluna gidelim.” dedi. Sesi sakindi ama içindeki öfke hâlâ diri, hâlâ canlıydı. Merve bu söz üzerine refleksle kolunu tuttu. Sımsıkı sıktı. “Hayır.” dedi panikle. Başını iki yana sallıyordu. “Yapamam gerçekten yapamam. Korkudan ölmek üzereyim.” Melek ona döndü. Yüzüne korkutmadan baktı. Gözlerinde anlayış vardı. Öfkesini Merve’ye yönlendirmemesi gerektiğini biliyordu. Korkunun geçmesinin zaman alacağını da. Bir yerden başlamak gerekiyordu ama zorlamadan.

“Tamam.” dedi yavaşça. “O zaman ilk önce seni bırakalım. Evin nerede?” Merve cevap vermedi. Gözleri doldu. Başını tekrar salladı. Yanağından bir damla yaş süzüldü. Dudaklarını ısırdı. “Aslında ben de gidemem eve...” dedi boğuk bir sesle. “Babam beni bu halde görürse, alim Allah kötü bir şey olur. Bir yandan beni korumak ister, bir yandan ne olup bittiğini öğrenmeye çalışır ama eminim olan benim aileme olur. Babamın bu pisliği öldürüp katil olmasını istemiyorum.” dedi. Gözlerinden yaşlar hızlandı. Ağlamamak için çabalasa da artık durduramıyordu.

Melek başını öne eğdi. Yaşadığı onca şeye rağmen, dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Aklına hemen Sibel geldi. Telefona uzandı. Hızlıca arama listesinden numarayı bulup tuşladı. Telefon daha ilk çalmada açıldı. Karşıdan Sibel’in tanıdık ama sinirli sesi geldi.
“Melek nerdesin sen. Saat kaç oldu haber bile vermiyorsun.” Melek boğazını temizledi. Cevap verdi. “Sen nerdesin asıl?” dedi alakasızca. Kafasında söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyordu. “Ben şimdi sizden çıktım. Saat dokuz oldu bir saattir bekliyorum.” Sibel’in sesi huysuzdu. Yorgundu. Ama daha çok kızgındı.

“Damdan düşer gibi olacak ama açıklamaya vaktim yok. Bugün sende kalabilir miyim?” dedi Melek doğrudan. Sibel bir an sessiz kaldı. “Yine mi Melek. Yine mi. Her şey iyi giderken, sırf istifa edeceksin diye nasıl içki kullanırsın anlamıyorum.” dedi suçlayıcı bir ses tonuyla. Melek iç çekti. Gözlerini yumdu. “Delirme kızım ya. Yemin ettim diyorum bir daha içmem. Düşündüğün gibi değil. Durum fazla karışık. Gelince anlatırım. Aslında anlatmama da gerek yok. Bizi gördüğünde zaten anlayacaksın. Beş dakikaya sendeyiz.” dedi hızlıca.

“Biz? Biz ne? Neden çoğul kullandın?” dedi Sibel ama cevabını alamadı çünkü Melek telefonu kapatmıştı bile. Sibel sinirle telefonu çantasına fırlattı. Ardından hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı. İçinde garip bir his vardı. Kötü bir şeyler olduğunu seziyordu ama ne olduğunu anlamıyordu.

Evin kapısını açtığı sırada, taksi sokağın köşesinden dönüp tam kapının önünde durdu. Taksici hemen dışarı çıktı. Arka kapıyı açtı. Önce Merve’ye yardım etti. Kız yürümekte zorlanıyordu. Sonra Melek indi. Sibel’in gözleri dondu. Gördüğü manzara karşısında nefesi kesildi. Birkaç saniye olduğu yere çakılı kaldı. Ardından refleksle kapıya yöneldi. Anahtarı deliğe soktu. Hızla çevirdi. Kapıyı açtı. Önüne kapanmasın diye taş koydu. Taksicinin yardım ettiği Merve’yi elinden aldı. Hiç konuşmadan içeri soktu. Melek’i süzmedi bile. Ama onunda kötü durumda olduğunu anlamıştı. Melek yürüyordu ama her adımında vücudu titriyordu.

Sibel, Merve’yi odasına götürdü. Sessizce yatağa uzattı. Battaniyeyi üzerine örttü. Kız gözlerini kapatmıyordu ama konuşmaya da mecali yoktu. Birkaç saniye yanında durduktan sonra dışarı çıktı. Kapıyı sessizce kapattı. Koridorda Melek’le karşılaştı. Göz göze geldiler. Sibel ağlamaklı bir sesle “Ne oldu?” dedi. Ve Melek’e sarıldı. Ama sarıldığı anda Melek acı içinde inledi. “Ayy.” diye çıkardı sesi. Sibel hemen geri çekildi. O an Melek konuşmaya başladı.

“Bir defa anlatacağım.” dedi. Sesi netti. Sakin ama yorgundu. “Dayak yemekten de dayak atmaktan da çok yoruldum. O yüzden iyi dinle.” dedi. Gözleri boşluğa dalmıştı. “Oda da yatan kız, bizim şirkette çalışıyor. Tecavüze uğramak üzereyken çığlığı sayesinde onu gördüm. Onu kurtarmak için iki şerefsizi geçmek zorundaydım. Geçerken biraz sırtıma, yüzüme darbe aldım. Yüzüme sadece ağır bir tokat attı. Asıl çalışmasını sırtıma yaptı o şerefsiz. Yarına mosmor olur. Vicdansız embesilin yaptığı işte bu. Ama ben yine de şanslıyım. Merve kadar acı bir durumda değilim.”

Dedi ve mutfağın köşesindeki koltuğa oturdu. Ellerini dizlerine koydu. Gözlerini kapattı. Sanki vücudu ruhunu taşımakta zorlanıyordu. Belli etmiyordu ama canı çok yanıyordu. Kaburgası sızlıyordu. Boynu tutulmuştu. Belki de bir yeri çatlamıştı. Ama hiçbirini önemsemiyordu. Çünkü Merve’nin yaşadığı yanında, kendi acısı ona anlamsız geliyordu. Kendine karşı gaddardı. Acısını hissetmeye izin vermiyordu. Merve’nin acısını görüp onun için üzülmek daha kolaydı. O yüzden sustu. Oturduğu yerde gözlerini tekrar açtı. Derin bir nefes aldı. Önündeki gecenin ne getireceğini bilmiyordu ama bildiği tek şey vardı. Bu gece geri dönüşü olmayan bir yolun ilk gecesiydi.

***

Murat, kulübün en arka köşesinde loş ışığın altında bulunan yüksek masalardan birine oturmuş, Hakan’ı bekliyordu. Etraf gürültüyle çalkalanırken, o şimdiden iki shot bardağını devirmişti. İki küçük bardak ama içindeki alkol midede yangın çıkarmaya yetmişti. Ne fazla hızlıydı ne de tamamen yavaş. Dostu gelince nasıl olsa dibine vuracaklarını biliyordu. Şimdilik kendini oyalamaya çalışıyordu. Hakan’ın gelmemesi sinirini bozmuştu ama bunu bastırmak için şimdilik bir “of” çekip başını çevirerek dans pistine odaklandı.

Pistin ortasında dönen ışıklar, dans eden kadınların saçlarına, tenine, elbiselerine binbir renk yansıtıyordu. Biri diğerinden daha güzel gibi görünüyordu ama Murat’ın bakışlarında bir kararsızlık vardı. Derinlerde bir yerde, kimsenin dolduramayacağı bir boşluk taşıyordu sanki. Yine de bir kadını gözüne kestirdi. Tek bir el hareketiyle onu yanına çağırdı. Kadın fazla düşünmeden geldi. Hiçbir şey sormadan masada yarım bırakılmış shot bardağını kaptı. Bir yudumda içip masaya bıraktı. Sonra Murat’ın koluna girdi. Gözleri hafifçe kayıyordu, adımları tam net değildi. Çoktan uçmuş gibiydi.

Murat bir an başını çevirip başka kızlara bakarken kendini sorguladı. Yanındaki kadının gözleri ona hiç hitap etmiyordu. Belli belirsiz bir rahatsızlık duydu. “Mavi göz de neyin nesi?” diye içinden geçirdi. Oysa yıllar boyunca mavi gözlere hayran olduğunu sanmıştı. Şimdi, kendiyle çelişiyor gibiydi. Kadının kokusu bile yabancıydı ona. Yumuşakça kolunu kadının elinden kurtardı. “Dışarı çıkıp biraz hava al kusuruma bakma.” dedi ama kadın onun ne demek istediğini anlamıştı. Suratında kırık bir gülümsemeyle uzaklaştı.

Sonra başka birini çağırdı. Yine olmadı. Gözleri bu sefer bal rengi olan kadının içinde bir sıcaklık aradı. Yoktu. O da gitti. Ardından bir başkası geldi, sonra bir diğeri. Beşinci kadını da yolladıktan sonra artık bu küçük oyundan sıkıldığını fark etti. Her biri birbirinden güzel görünse de hiçbiri gözlerinde aradığı anlamı taşımıyordu. Siyah gözler soğuk, kahverengi olanlar boş geliyordu. Oysa onun istediği... Sinirlendiği zaman bile gözleri masum bir çiçek gibi açan o yüzdü. Her bakışta başka bir derinliği gösteren, her göz kırpışta bir roman yazan gözler...

O kızı düşündü. Şimdi ne yapıyordu acaba? Belki arkadaşlarıyla bir kafede oturmuş, ellerinde kahve fincanı, yüzünde sıcacık bir tebessümle sohbet ediyordu. Belki bir kitapçıda gezinirken sayfaların kokusunu içine çekiyordu. Ya da yalnızca evinde, battaniyesine sarılıp sevdiği bir diziyi izliyordu. Murat, her şekilde mutlu olduğunu hayal etti. Çünkü o kız, en kötü zamanda bile gülümsemeyi bilen nadir insanlardandı. Gülümsemesiyle başkasının karanlığını aydınlatabilen biri.

Geçen yarım saatte Murat, yanına çağırdığı bütün kadınları aynı hızda göndermişti. Artık kalkmak istiyordu. Eğlenmek için geldiği yerde içi daha da sıkılmıştı. Hesabı istedi. Cüzdanını hazırlarken bir el omzuna dokundu.
“Yazdığım mesajın neresini anlamadın?” dedi tanıdık bir ses. Kulübün kapısından giren Hakan, kalabalığın içinden geçip masaya yaklaşırken, Murat’ın kalkma hamlesini fark edip koltuğa gömülmesini engellemişti. Gülümsüyordu ama içinde biraz da şaşkınlık vardı.

“Nerdesin oğlum? Kimseyi beklemediğim kadar seni bekledim.” dedi Murat hafif yorgun bir tonla. Bardağına uzandı ama içkisini tamamlamadan masaya bıraktı. Hakan çapkınca gözlerini kıstı. “Oğlum, sekreterinin dedikleri doğru mu yoksa? Bana trip mi atıyorsun sen? Yerim senin tribini çapkın.” dedi ve barmenle göz göze geldi. Brandysi sipariş etti. Barmen tanıdık sahneyi görünce gülümsedi. Baş parmağını yukarı kaldırarak şakayla karışık destek verdi. Bu hareket Hakan’ın daha da gülmesine sebep oldu. Omzunu silkti.

“Baksana. Barmen bile bizim aramızdaki elektriği aldı.” dedi Hakan. O an Murat kaşlarını kaldırdı. Dirseğini Hakan’ın göğsüne geçirdi. “Manyak mısın oğlum sen?” dedi gülerek. Ama gülüşü kısa sürdü. İçindeki dalga bir anda durulmuştu. Bardağı aldı ve son kalan yudumu da içti. “Sus be oğlum. Sadece onu görmek istiyorum. Nefret etmemem lazımdı. Nefret etmeye başladığım an belayı sorgusuz sualsiz kendime çekmiş oldum.” dedi aniden. Ses tonu bir anda değişmişti. Hafif titrek, içten ama yorgundu. Hakan bir an sustu. Neşeli tavırları yerini kısa süreli bir duraksamaya bıraktı. Çünkü Murat bu şekilde bir şey söylediğinde, altında ciddi bir şey olduğunu bilirdi.

Kızlarla ilgili konuşmalarda çoğu zaman Murat’ı ciddiye almazdı. Onun da, kendisinin de bu konuda defterleri kalındı. Ama o an... Alakasız bir şekilde gelen cümle, kalabalığın ortasında bomboş kalan bir sandalye gibiydi. Sarsıcıydı. Murat başını eğdi. Parmaklarını bardağın kenarında gezdirdi. İçinden geçen her düşünce, gözlerinde görünüyordu artık. Eğlenmeye çalıştıkça daha da sıkışan, unuttukça daha çok hatırlayan biri gibiydi. Kulüpteki müzik yükselmişti. Kalabalık coşkuluydu. Ama Murat’ın içi o kadar sessizdi ki... Belki de gerçek yalnızlık, en kalabalık anlarda başlıyordu.

Önüne gelen brandyi bir dikişte içip boğazından geçen yanmayı hissederken konuşmaya başladı Murat. İçindeki kararsızlıkla boğuşuyor gibiydi. Söylediği her kelime, içinde taşıdığı duyguların dökülmeye hazır kırıntılarıydı.
"Kimi görmek istiyorsun?" dedi Hakan, koltukta biraz daha arkasına yaslanıp, sanki uzun bir sohbetin başında olduklarını anlayarak daha rahat bir pozisyon aldı. Gözlerini dostunun yüzüne dikmişti. Onun içinde dönen fırtınayı anlamaya çalışıyordu. "Onu" dedi Murat basit ama tonlamasıyla derin anlamlar taşıyan bir şekilde.

"O kim işte oğlum? Şifreli konuşma. Serap mı? Hani geçen akşam tanıştığın... O sarışın. Kolunda kendi gözünün dövmesi olan." Murat başını hafifçe yana eğip dudağını büktü. "O sinirlendiği anda ağzına geleni sayar mı?" dedi sorgular bir edayla. Ardından cevapladı kendini. "Hayır. Serap köle gibi. Sadece yanında durmak istiyor. Onu istemiyorum. Çok itaatkâr. Ruhu yok."

Hakan bu sefer biraz daha eğildi masaya doğru. Gözleri merakla açılmıştı. “Betül mü? Çok konuşkan demiştin. Seni yoran konuşmalar yapan kız vardı ya hani.”
Murat alaycı bir gülümseme ile başını salladı. “Benim görmek istediğim kız arada boş konuşuyor. Lakin bazen açık ve net de konuşuyor. Betül sadece fiyasko. Tamamen boş konuşuyor. Onun cümlelerinden bir tane bile hayatıma tutunacak anlam çıkmaz.”

“Tamam tamam. Anladım dostum. Şu geçen ay çıktığın, sosyetik güzel Nesrin o zaman?” Murat kaşlarını çatarak hemen reddetti. “Nesrin? Yok be. Benden uzak olsun o. Nesrin direk küfürle konuşuyor. Kendini ağır zanneden ama içi boş bir kadından başka bir şey değil. BENİM Kİ önce edepli konuşuyor. Eğer anlamazsa karşıdaki, açıyor ağzını. Bildiğin taramalı gibi sayıyor. Şahit oldum. Ağzı bozuk ama istediği zaman tatlı dilli de oluyor.”
Murat bu son cümlesini kurarken aptal bir gülümseme yerleşti yüzüne. Gözleri uzağa, kalabalık pistin üstüne takılı kaldı. Hafifçe başını salladı. Gözlerinin içi bir anlık parladı. Hakan bu sırada Murat’ın tek bir kelimesine takılmıştı. “Benimki” demişti. Hakan kekeleyerek konuşmaya başladı.

"Be...nim ki dedin lan. O kim? Benimki mi? Şaka mısın sen?" Gülerek devam etti. “Valla meraktan dilim tutuldu. Sen en son bebekken demişsindir ‘benimki’ diye. O da babana anneni sevdiğini ispatlamak içindir. Konuşsana kardeşim. Yazılı celp mi bekliyorsun?” Murat cevap vermek yerine sadece tek kaşını kaldırıp ona baktı. Cevap vermek istemediğini belli ediyordu ama içindeki taşmak üzere olan duygular kelimelere zorlanıyordu. Sonunda başını iki yana sallayıp hafifçe gülümsedi.

“İsim vermem ağa. Sadece şunu bil. Akıllı. Aşırı konuşkan. Sevimli. Güzel. Çok bilmiş. Şiddet eğilimli. Ağzı bozuk. Çatlak. Ama bir de gözleri var dostum. Ömre bedel. O gözleri yatak odanın duvarına asarsın. Akşam yatmadan bakarsın. Gözlerini görünce iç huzuruyla uyursun. Sabah kalktığında karşısında kahvaltı yaparsın. O kadar net, o kadar tanıdık ama bir o kadar da ulaşılmaz.”
Hakan birkaç saniye sessiz kaldı. Ne diyeceğini bilemeden pistteki kızlara baktı. Dans eden kızlardan biri, tahminen yirmi iki yaşını geçmemişti. Hakan’ın bakışlarını fark etti. Murat’tan alamadığı ilgiyi Hakan’da bulabileceğini düşünen kız, dans ederek yavaşça onlara doğru yaklaşmaya başladı. Hakan elini kaldırıp tek bir hareket yaptı. “İstemiyorum” der gibi parmaklarını sağa doğru oynattı. Kız daha gelmeden geri döndü. Sinirli adımlarla pistten uzaklaştı. Klübün ışıkları arasında kayboldu.

Hakan derin bir nefes aldı. Yanındaki dostunun sözleri, eğlenceli akşam planını bozan kasvetli bir hava gibi oturmuştu üzerine. Bir anda ciddi bir havaya büründü. “Valla Murat seni pistte yanarlı dönerli döverim. Yarım eksik kelimelerle konuşunca gizemli mi oluyorsun birader?” dedi gözlerini devire devire.

“Olmuyor muyum birader?” dedi Murat. Gülerek göz kırptı. O eski Murat havası birkaç saniyeliğine geri dönmüştü.
“Valla oluyorsun. Öyle bir oluyorsun ki. Dişlerimin arasında dümdüz gidiyorum sana. Bak senin sekreter müneccim demedi deme. Senin yamuk olacağını kız önceden bildi. Baksana haline. Bana bile göz kırpıp kayıyorsun artık.”

“Tövbe. Allah korusun. Ne kayması oğlum. Etrafta kız mı kalmadı? Hem sen niye sekreterimi ağzına alıp tekrar onu düşünmemi sağlıyorsun? Bak şimdi yaptığına. Hiçbir bahanem yok ki buraya çağırayım.” Murat bu sözleriyle birlikte önündeki bardağı fondip yaptı. Ardından cebinden telefonunu çıkardı. Bezgin bir halde ekranına bakmaya başladı.
Hakan kahkaha attı. “Yanlış mı duydum birader? Sen sekreterini görmek için bahane mi arıyorsun? Daha geçen gün nefret ettiğini söylüyordun. Hani senin için delinin tekiydi. Yürüyen bela. Renkli şiddet tabelası. Yoksa... BENİM Kİ dediğin mümtaz şahsiyet Melek mi? Oğlum gerçekten de nefret etmemeliydin. Nasıl bir kader seninki.”

Murat elindeki telefondan gözünü ayırmadan cevap verdi. “Görmek için bahane üretmeye çalışıyorsam, bir de sen aptal değilsen... Şimdiye kadar olgun bir yetişkin olarak anlaman lazımdı. Söylediğim bütün cümlelerin yarısını yuttuğumu.” Saçlarını parmaklarıyla karıştırdı. Yorgun bir sesle devam etti.
“Yalan yok. Hakkını veriyor gözlerinin. Alengirli değil. Renkli de değil. Ama göz var hacı, valla ömür boyu o anlamlı gözlere bakılır. Tabii duvara asıp ağzını koli bandıyla bağlayacaksın. Yoksa bir yılda çenesinden yanında yaşlanırsın.”

Hakan donup kalmıştı. Gözleriyle Murat’ı inceledi. Sonra bir kahkaha attı ama bu kahkaha, biraz da dostunun düştüğü hale acımaktan gelen bir kahkahaydı. Murat ise pisti izlemeye devam etti. Kalabalığın içinde, ışıkların ortasında dans eden onlarca kadın vardı ama onun gözünde hepsi aynıydı. Hiçbiri O değildi.
Çünkü Murat'ın gözünde bir kişi vardı. Ve o, ne kulüpteydi, ne de çağırabileceği bir telefon kadar yakındı. O, Murat’ın bütün duvarlarının ardında bir yerdeydi.

______

Beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin lütfen...

Bölüm : 19.10.2024 22:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 21. Saldırı
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...