27. Bölüm

27. Esila ve Sonsuz Aşk

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar☺️ İyi olduğunuzu düşünüyorum. İyi olmaya çalışın.

Yorum ve beğeni yaparak destek olursanız sevinirim.
_____
BULUTLARI PEMBEYE BOYARSAK YAGMUR PEMBE YAĞAR MI??
(Anonim)
________

Murat, sabahtan beri burnundan soluyordu. Allem etmiş, kallem etmiş, sonunda Salih’i de ikna edip otobüs terminaline kadar getirmeyi başarmıştı. Kalabalığın arasında bir ileri bir geri volta atıyor, geçen her otobüse düşmanca bakıyordu. Gelen her araca karşı içinde büyüyen öfkesini bastıramıyor, dudaklarının arasından küfürleri eksik etmiyordu. Oysa ki ortada küfür edecek bir durum da yoktu. Sadece beklemekten nefret ediyordu. Hele hele Esila’yı beklemekten daha kötü bir şey varsa, o da sabah ayazında ayakta dikilmekti.

Salih ise Murat’ın aksine sakin ve kontrollüydü. Onun asabiyetini paylaşmıyordu. Hatta göz ucuyla bakıldığında gayet meşgul ve kayıtsız görünüyordu. Elindeki telefona odaklanmış, sekreterin gönderdiği dosyaların kaba taslağını inceliyordu. Yarınki toplantı için hazırlıklı olması gerekiyordu ve Murat'ın bu saçma sapan kuzen seferberliği onun önceliği değildi. Şansı yaver gitmişti ki arkasındaki demir bankta boş bir yer bulmuş, oraya kıvrılıp bir şekilde zaman geçirmeye çalışıyordu.

Birkaç otobüs çoktan gelmişti. Yolcular tek tek inmiş, kimileri sarılmış, kimileri telaşla taksi aramaya koyulmuştu. Murat ise her inen yolcunun suratına tek tek bakıyor, içten içe “bu sefer o” diye umutlanıyor, sonra hayal kırıklığıyla tekrar beklemeye geçiyordu. Ayaklarının altı sızlamaya başlamıştı ama oturmamakta diretiyordu. Ayakta beklemenin bir anlamı olmalıydı. Belki de içini rahatlatan şey buydu. Oturursa, bu sefer gerçekten boşa beklemiş gibi hissedecekti.

“Yok artık. Nerede bu aptal kız.” dedi sonunda, hiddetle yere ayağını geçirerek. Sabrı taşmıştı. Zaten sabır denilen şey, Murat’ın doğasında hiç olmamıştı. Salih, bankta otururken sadece başını hafifçe kaldırdı. “Uçakla gelseydi zaten bayılırdı. Otobüsü seçmiş çünkü çile çekmek ve çektirmek onun ilgi alanı.” diye mırıldandı.

Murat, yarım saattir gelen otobüslere göz dikmekten oturmayı bile aklına getirmemişti. Kaşlarını çatmış, alnında biriken teri eliyle silip, saçlarını yolacakmış gibi ellerinin arasına almıştı. Başını öne eğdiği o anda, arkasından sertçe bir yumruk yedi omzuna. “Kuzenim. Canım kardeşim. İşte geldim. Buradayım.” dedi Esila, olabilecek en vıcık ses tonuyla. Ardından, suratında büyük bir sırıtmayla Murat’ın yanaklarına yapıştı. Islak ve sahte öpücükler peş peşe geldi. Murat’ın tüyleri diken diken olmuştu.

Bu kız, gerçekten karşı cinsi nasıl delirteceğini çok iyi biliyordu. Murat, genelde kadınların kendisini öpmesine ses çıkaracak bir adam değildi. Ama konu Esila olunca... İşte orada işler değişiyordu. Onun elini tutmak bile Murat için bir sınavdı. Eliyle kızı itip yanağını vakumdan kurtulmuş gibi sildi.

Esila ise aldırmadı bile. Arkasına bile bakmadan, ayakları yere vura vura Salih’e doğru yürümeye başladı. Salih’i görür görmez gülümsedi. Ona sarılırken içinden taşan heyecanı vücudundan fışkırıyordu. Murat, bu tabloyu geriden izlerken içinden bir küfür daha etti. Kendini kullanılıp atılmış eski bir mendil gibi hissediyordu. Bu his onu hem aşağılıyor hem de öfkelendiriyordu.

“Yine mi toplantı?” diye sordu Esila. “Beni almaya kuzenim olacak bay çapkınla gelmişsin. Tamam, onu anladım. Ama bu yaptığın nedir? Telefonla aşk yaşamak yerine ayakta beklemen gerekiyordu. Hem de çiçeklerle.”

Konuşurken, iplikleri açılmış ayakkabısına bakıp eğildi. Eğilirken eteğinin altından parlayan spor ayakkabıları göze çarptı. Esila hafifçe gülümsedi. “Offf, sevdiğim bütün spor ayakkabılar neden bağcıklı ki? Vallahi, sana güzel görünmek için topuklu ayakkabı giydim ama durulacak gibi değildi. İlk ihtiyaç molası verilen yerde bavulumu açtım. Çaresizce spor ayakkabımı giydim. Zorunlu gönderildiğim tatilde iki aydır ya çıplak ayak, ya da spor ayakkabıyla hayatımı devam ettiriyorum. Toprak, bütün kötü enerjimi aldı götürdü.”

Murat kaşlarını kaldırarak küçümseyici bir bakış attı. “Hiç sanmıyorum.” dedi, net ve duygusuz. “Sus be!” diye tersledi Esila, sonra elbisesini düzeltti. “Kıyafetim nasıl olmuş? Baksanıza!” dedi ve çocukların bayramlık kıyafetlerini gösterirken yaptıkları gibi kendi etrafında birkaç kez döndü. Kırmızı çiçekli elbisesi, hafif rüzgârda dalgalandı.

Sonra Salih’in yanına gelip onun güçlü kollarına sarıldı. Sarılışı içten ve uzun sürdü. Ardından yanağına yumuşak bir öpücük kondurdu. “Çok özledim ya. Sende beni özledin mi?” dedi neşeyle.
Salih, burnundan aldığı derin nefesi öfkeyle geri verdi. Gözlerini Esila’dan ayırmadan hoşnut olmayan bir yüzle bakınca genç kadın bir anlık duraksadı. Yutkundu. Cevabı duymak istemiyordu. “Söyleme boşver. Bence özledin ama sen yine de söyleme.” diye geçiştirdi. Her zamanki gibi gerçeklerden kaçmayı seçti.

Sonra yine Murat’a döndü. Kıyafetini bir kez daha gösterdi. Kırmızı elbisenin neden bu kadar önemli olduğunu anlamayan iki genç adam, şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Esila’nın ayaklarını yere vurarak sabırsızlandığını fark ettiklerinde ise hiçbir şey olmamış gibi arabayı park ettikleri yere doğru yürümeye başladılar.

Arabaya bindiklerinde, Esila koltuğa yayıldı. Yol yorgunluğuna rağmen hala konuşacak enerjisi vardı. Neden uçak yerine otobüsle geldiğini anlatmaya başladı. İsteği olmadan dinleyen, sıkılmış ve içinden saymaya başlamış iki adama rağmen coşkuyla anlatıyordu. “Uçak saatlerine baktım. Havalimanı uzak. Uçaktan indiğinde bile insan bir saat daha yol gidiyor. Ayrıca kimse bana kuru bir uçak biletiyle 'gel' diyemez. Otobüste en azından arada duruyoruz. Ayaklarımı açıyorum, çay içiyorum. Bir de şu ayakkabı mevzusu var ya... Onu uçakta yaşasaydım ölürdüm. Kaptan uçağı acil indirirdi. Spor ayakkabının kıymetini bilin. Moda diye topuklulara mahkûm olmayın. Özgür olun. Toprakla buluşun. Ruhunuzu doğaya emanet edin. Evet Murat, sana söylüyorum.”

Murat içinden kendini camdan atma isteğini bastırarak gözlerini yola çevirdi. Salih, hâlâ sekreterin notlarını inceliyordu. Esila ise arkada bir talk show sunucusu edasıyla konuşmaya devam ediyordu. Bu yolculuk uzun sürecekti. Ama asıl mesele yol değil, yanlarında getirdikleri hikâyeydi.

Bu deli kız, iki erkeğin her bakışına, her sözüne, her nefesine aldırmadan kendine has tavrını sürdürüyor, kelimenin tam anlamıyla kendi atmosferinde yaşıyordu. Ne derlerse desin, ne yaparlarsa yapsın umursamaz görünen o tavrıyla, yine susmadan, yine kendi iç dünyasını anlatmaya devam ediyordu. Yaşadığı her şeyi, bir romanın en heyecanlı bölümlerini okur gibi coşkuyla, kendine hayran bir şekilde anlatmada bir numaraydı. Ve ne ilginçti ki, bu anlatış tarzı onu itici değil, aksine büyüleyici yapıyordu. Kendi gerçekliğini, kendi filtresinden geçirip öyle servis eden insanlardan biriydi. Kalabalık da olsa yalnızlık da olsa onun anlatacak bir hikâyesi hep vardı.

“Karnın aç mı? Sizin de açlığınız varsa bir yerde durup yiyelim.” diye sordu Salih. Sesi hem yorgun hem de gergindi. Açlıkla birleşince sabrı daralmıştı. Esila, bu teklifin arkasında başka anlamlar aramayı ihmal etmedi. Gözleri birden parladı. Ön koltuğa doğru atlamak için içinden büyük bir istek duydu ama kontrolü kaybetmemek için yerinde kıpırdadı yalnızca. Yine de ipleri tamamen bırakmasın diye, her zaman olduğu gibi, umursamaz bir tonla cevap verdi.

“Yemeğe mi davet ediyorsun yani?” dedi, gözlerini kısarak. Ardından ince bir gülümsemeyle ekledi. “Olur. Her yere gelirim. Hele sen dersen, uçarım.”
Salih iç geçirdi. "Esila, yine başladın. Sabah kahvaltıda sadece poğaça yedim. Saat kaç olmuş bir baksana.” Kolundaki saati kaldırdı ve ön koltukta oturan kıza gösterdi. Gösterirken sesi sabırsız ama kontrollüydü. “Karnım aç olduğu için söyledim. Kendine pay çıkarma. Aç mısın değil misin?” diye ekledi. Netti. Açlık, duygularla oynanacak bir mesele değildi.

Esila, o an tuttuğu kolu sinirle yere indirdi. Burnunu kıvırdı. Dudaklarını hafifçe büküp, başını koltuğa iyice yasladı. Gözlerini kapattı, ama içinde dolanan cümleler peşini bırakmadı.
“Yağmur beni özledi mi?” dedi birden. Sesi hem yumuşak hem kaçak. Konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Salih’in kendisini istemediğini duymayı istemiyordu. Gerçek bazen çok ağır geliyordu. Sözlerin ne yönde geleceğini bilmek bile Esila’nın kalbinde karıncalanma yaratıyordu.

Salih cevap vermedi. Sessizlik, en doğru yanıt olmuştu belki de. Esila kendi penceresini açtı. Yüzüne vuran soğuk rüzgarın dans edercesine içeri doluşan uğultusu, onu biraz sakinleştirdi. Gözlerini kısarak dışarıyı izledi. Araçların farları, şehrin çürümüş gece sessizliğiyle birleşince her şey biraz daha anlamsız gelmeye başladı.

“Şoför koltuğunun yanında oturan, kalbime uğursuzluk yükleyen adamın evine gidelim kuzen.” dedi birden. Tonu keskin, kararlı ve emrediciydi. “İtiraz kabul etmiyorum. Yağmur’u çok özledim. İki aydır yanaklarını öpmedim. Orada yemek yeriz.” Murat başını hafifçe salladı. Bu kez tartışmak istemiyordu. Tartışırsa bu cadının arabada salya sümük ağlamaya başlayacağını biliyordu. Onu susturmak, nükleer reaktör kontrol etmeye benziyordu. Sabır, dikkat ve strateji gerekiyordu.

Yaklaşık kırk dakika sonra Salih’in apartmanının önüne arabayı çektiler. Yol boyunca Esila bir cümle bile etmedi. Gözlerini yoldan ayırmadan dışarıyı izlemiş, elindeki küçük aynayla dudaklarına hafif bir parlatıcı sürmüş, ama hiçbir şekilde konuşmamıştı. Murat bu sessizliği alışılmadık bulmuştu. Esila sustuğunda, ya bir şey planlıyor olurdu ya da duygularına yenilmiş olurdu.

Araç durur durmaz Esila sinirle kapıyı açtı, arabadan indi ve hışımla kapıyı geri kapattı. Kapının tok sesi arabanın içinde yankılandı. “Cüş deli. Salih’e olan sinirini arabadan çıkarma.” dedi Murat. Sesi uyarıcıydı ama boşa konuştuğunu biliyordu. Esila dönüp dil çıkarttı. Cevabını o çocukça hareketle vermişti bile. Ardından binaya doğru yürümeye başladı.

Merdivenlere geldiğinde bir an duraksadı. Asansör vardı. Hatta çalışır durumdaydı. Ama o basamakları ikişer ikişer çıkmayı seçti. Üçüncü kata kadar soluksuz çıktı. Nefes nefese kalmamıştı çünkü vücudu bu tempoya alışkındı. Spor salonundan çok merdivenleri severdi. Zayıf kalmanın en ekonomik yolu buydu. Siyah, eskitme görünümlü kapının önünde durdu. Kapının ince ve zarif tokmağına parmaklarını değdirdi. Bekledi. Bir dakika bile geçmemişti ki, kapı yavaşça açıldı. Karşısında, parlak siyah saçları omuzlarına dökülen, büyük yanaklarıyla yanaklarına kırmızı ruj gibi renk gelmiş, ışıl ışıl gözleriyle ona bakan küçücük bir kız vardı. Yağmur.

Yağmur, sevdiği adamın dünyadaki tek hazinesiydi. Altı yaşında, ölen annesinin geride bıraktığı nadide bir çiçek. Kalp hastalığı yüzünden vücudu çoğu zaman güçsüzdü ama yüzünde taşıdığı tebessüm, çiçekleri soldurmayacak kadar güçlüydü. Gülümsediği an bahar gelir, ağladığında kış çökerdi. “Eşila anneee.” diye bağırarak boynuna atladı. Küçük elleriyle Esila’nın boynunu sardı. Yanaklarını ıslatacak kadar coşkuyla öpmeye başladı.

Esila kahkaha attı. Gülüşü koridoru doldurdu. İçinde bir yerlere güneş doğmuş gibiydi. Anne demişti. Ona ‘anne’ demişti. Sesiyle, sarılışıyla, gözleriyle onun annesi olduğunu kabul etmişti.
Esila’nın kalbi ağzına gelmişti. İki ay boyunca bu sesi, bu kucaklamayı, bu küçük çiçeğin sıcaklığını beklemişti. Tam iki ay boyunca. Zamanında Yağmur’un oyunlarına gitmiş, öğretmenine kendini anne olarak tanıtmış, hatta diğer velilere bile yalan söylemişti. Çocuğun psikolojisi için olduğunu savunmuştu. Ama içten içe onun annesi olmaya çoktan hazır olduğunu biliyordu.

Yetmezmiş gibi, Yağmur’un “S” harflerini “Ş” diye söylemesiyle dalga geçen çocuklara karşı da savaş açmıştı. O minik yüreğin incinmesine asla izin vermemişti. Diğer çocukların aileleriyle konuşmuş, nezaketle ama kararlılıkla durumun ciddiyetini anlatmıştı. Kimse Esila gibi bir kadını ciddiye almamazlık edemezdi. Şimdi, o minik kollar boynunu sararken, Esila gözlerini sımsıkı kapattı. O anda ne Salih’i, ne Murat’ı, ne de içindeki kırgınlıkları düşündü. Yalnızca Yağmur’un “anne” deyişini duydu kulaklarında. Dünyadaki bütün yalanlar o an önemsizleşmişti. Çünkü bu küçük kız onun için her şeydi.

Salih ne yaparsa yapsın, Esila'nın kafasına taktığı konuların önüne hiçbir şekilde set çekemiyordu. Zaten Esila öyle biriydi ki bir şeyi kafaya koyduğunda, dünya dursa o durmazdı. Hele konu, abisi olarak gördüğü Murat, kalbinin tek sahibi Salih ve anne gibi sahip çıktığı Yağmur olunca, Esila'yı hiçbir kuvvet çıktığı yoldan geri çeviremezdi. Kalbindeki sevgi, öfkesiyle yarışacak kadar büyüktü. İçinde taşıdığı duygular; tutku, sadakat ve biraz da kaybetme korkusuyla harmanlanmıştı. Bu yüzden geri dönmek onun için yenilmekti. Esila yenilmeyi bilmezdi.

Yağmur’un gözleri parlıyordu. O kahverenginin en açık, en ışıltılı tonundaydı gözleri. Masumiyetin, çocuksu merakın ve sevginin bir araya geldiği o gözlerin içine bakınca Esila'nın içi titriyordu. Gözlerini bu minicik kızın gözlerine hapsetti. Sanki başka bir dünyaya açılan kapıydı bu bakış. Sanki sadece Yağmur’un gözleri vardı dünyada, başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Öptü o küçük yanakları, kokladı saçlarının arasını. Burnunu Yağmur’un boynuna gömdü. İçine çektiği koku, hayatın tüm kirini unutturacak kadar temizdi. Onunlayken başka bir Esila oluyordu. Normalde çocuklarla arası olmayan, bağ kurmakta zorlanan bu kadın, Yağmur’la bütün dünyaya meydan okuyacak gücü buluyordu içinde. Sanki Yağmur onun kalbini yıkayıp yeniden inşa etmişti.

Murat, merdivenlerin başında durmuş ikisini izliyordu. Gözlerinde tuhaf bir düşünceyle, dudaklarını dişleriyle bastırarak iç geçirdi. Gülümsemiyordu ama huzursuzluğu da çok belirgin değildi. Bu tabloyu izlerken içinde kıpırdayan duygular, yıllardır bastırdığı endişelere karışmıştı. Salih’in Melek’e karşı bir şey hissetmediğini biliyordu artık. Bu adam ölene kadar kimseye bir şey hissetmezdi.

Ama bu gerçeğin farkına varması çok geç olmuştu. Keşke daha önce anlatsaydı kardeşi gibi gördüğü Esila’ya. Keşke daha açık olsaydı. Çünkü şimdi işler çığırından çıkmak üzereydi. Esila, her zamanki gibi sevdiği adamın dibinden ayrılmayacak, her sözü, her dokunuşu, her suskunluğu farklı yorumlayacak ve sonunda Murat’ın öfkesini taşıracaktı. Dahası, Melek’in peşini bırakmayacaktı. Esila takıntılı ve bencil bir kadındı. Kendi çıkarlarını düşünürken kimseye nefes aldırmazdı. Murat için en büyük kabus buydu. Melek’in huzurunu korumak istiyordu. Ama Esila’nın bu kadar cesur, bu kadar umursamaz ve bir o kadar da aşık hali, işin rengini değiştiriyordu.

Derin bir nefes aldı ve basamakları ağır ağır çıkmaya başladı. Kalbindeki düşünceleri bastırarak sesine neşeli bir ton verdi. Esila'nın yanında Yağmur'u da gördüğünde gülümsedi.

“Seni cimcime, deli ablan gelince akıllı amcanı unuttun. Hadi bakalım, öp şu amcanı da barışalım.” dedi. Burnuna muzipçe dokundu. Gözlerinin içi parlıyordu ama içinde hâlâ o buruk his saklıydı. Yağmur kaşlarını çattı. Dudaklarını büzerek, kendinden emin bir şekilde konuştu. “O benim ablam değil. Annem bir kere. Rüyamda şadece onu görüyorum.” dedi.

Bu sözler Murat’ın yüzünü bir an donuklaştırdı. Esila köşede kıs kıs gülmeye başladı. Sesi tiz ama içtendi. Eğleniyordu, çünkü bu tür sahneleri seviyordu. Murat’ın ne kadar sarsıldığını bile bile onunla oynamayı seviyordu. Bu oyunda kazanan hep Esila’ydı. “Salih nereye kayboldu?” dedi aniden. Sesi gene o alaycı tonda yükseldi. “Yoksa her zaman ki gibi benden mi kaçıyor? Otuz yaşına gelmiş adam, hâlâ kaderine karşı koyuyor. Pes vallahi. Pehh.”

Murat başını iki yana salladı. Gülümsemeye çalıştı. “Adamın üstüne çok gidiyorsun. Bırak biraz nefes alsın. Yoksa ailesini de alır, senden köşe bucak kaçacak.” dedi. Ardından Yağmur’u kucağına alarak içeriye doğru yürüdü. İçerisi sıcacıktı. Hem havası hem de anılarıyla dolu duvarlarıyla.

Evin içinde Salih’in üç yıl önce kaybettiği eşi Yasemin’in annesi İkbal Hanım vardı. Bu yaşlı ama enerjik kadın, torunuyla aynı evde kalıyordu. Salih, onun varlığını hem bir sorumluluk hem de bir rahatlık olarak görüyordu. Çünkü İkbal Hanım sadece anneannelik yapmıyor, aynı zamanda Yasemin’in emanetine sahip çıkıyor, evin düzenini ayakta tutuyordu. Salih, onun başka bir yerde yaşamasını istemeyi bile düşünmemişti. O evin bir direğiydi. Her ne kadar içi hâlâ kanasa da, yüzündeki gülümsemeyi bırakmıyordu.

İkbal Hanım, kahverengi çenesine kadar uzanan kısa saçlarıyla, yaşına rağmen dinç görüntüsüyle gelenleri görünce adeta sevinçten havalara uçtu. Yüzündeki kırışıklıklar tebessüm ettikçe daha da derinleşiyor, ama o hiçbirine aldırmıyordu. “Oyy, benim inatçı, aşık kaplanım ve umarsız deli oğlum gelmiş.” dedi coşkuyla. Önce Esila’ya, sonra Murat’a sarıldı. Sonra yine kolları arasına Esila’yı aldı. Ona her zaman ‘kaplanım’ derdi. Çünkü onu ilk tanıdığı günden beri cesur bulmuştu. Esila’yla ilk karşılaştığı anı hatırladı. Yüreği sıkıştı ama bu anı unutmamıştı.

O gün kızının mezarına gitmek için hazırlanmıştı. Gözlerinde yaş, ellerinde dua. Ama orada mezarın hemen yanında, sinirle toprağı temizleyen bir genç kız görmüştü. Elinde kırmızı ve beyaz güller, üstünde dökülen yaprakların altında, elleriyle toprağı eşeleyen, ağlayan birini fark etmişti. Sessizce yaklaşmamış, hatta yanına gitmemişti. Ama merakına engel olamamıştı. Dua etme bahanesiyle bir mezarın yanına geçmiş, kızın söylediklerini dinlemeye başlamıştı.

"Sen benden izin almadın. Duydun mu beni? Sen benden izin almadın. Altı ay oldu. Koskoca altı ay ve sen hâlâ yatmaya devam ediyorsun, öyle mi?” dedi Esila. Sesi öfkeliydi ama içinde derin bir kırılganlık vardı. Mezar taşından destek alarak kendini ayakta tutmaya çalışıyordu. “Ben onu ilk gördüğüm andan itibaren herkesten, her şeyden çok sevdim. O kadar sevdim ki, gelip bana kalbim başkasına ait dediğinde bile peşini bırakmadım. Çünkü ben seviyordum. O yüzden gururum umurumda değildi.”

Gözyaşlarını koluyla sildi. Nefesi düzensizdi ama devam etti. “Ama seni gördüm. Kar yağarken onun ellerini ısıtmak için nefesinle üflediğini gördüm. Şefkatle, aşkla, sevgiyle... Oysa ben bir köşede yanıyordum. İçim kavruluyordu. Beni hiç fark etmedin. Onun gözünde hep bir hiçtim.” Mezarın mermerinin üzerine çöktü. Toprağa baktı. Küçük ellerini yüzüne kapatarak, kısık sesle ağlamaya devam etti.

“Ben iki sevenin arasına girmemek için ülkeyi terk ettim. Duydun mu beni? Burası bana zehir oldu. Ama kalmak demek, bu aşka teslim olmak demekti. Kendimden korktum. Gitmek en doğru yoldu.” Sonra mezarın üzerinden bir avuç toprak aldı. Ellerinin arasında ezdi. Sanki içindeki acıyı toprağa bastırır gibi.

“Sen hiç beni tanımadın. Ama ben seni de tanıdım, onu da tanıdım. Hamile olduğunu öğrendiğimde, nefesim kesildi. Evden yalın ayak kaçan çocuklar gibi sokaklarda koştum. Çünkü bu aşkın karşısında hep yalnızdım. Hep dışarıda bırakıldım. Ama ben de sevdim. Hem de delice. Hem de kimsenin sevemeyeceği kadar çok.” Soğuk havayı içine çekti. "Lanet olası bir hastalığa yakalandın. Ağladım günlerce. Haftalarca evden çıkmadım. Ne yemek yiyebildim ne uyuyabildim. Her dilde, her biçimde dua ettim. Yalvardım Allah’a, iyileş diye. Bir mucize olur, iyileşirsin diye. Benim ağzıma yakışmayan kelimeleri, senin yanında yakışan cümlelere dönüştürmeye çalıştım. Ne olur bırakma kocanı. Ne olur bırakma bebeğini. Ölüm sana yakışmaz, dedim. Sana, gülümsemek yakışıyor. Kahkahaların yankılanmalıydı bu evde, sessizlik değil. Ama sen beni duymadın. Sesim, soluğum, varlığım sana erişmedi. Ellerim uzanamadı ellerine. Hastalığının bir yılı dolmadan, bir sabah ansızın... bir anda... herkesin hayatından çıktın, gittin. Tıpkı gelişin gibi ani bir gidişti bu. Kimse hazır değildi. Ben hiç değildim.

Neden gittin? Söylesene neden? Ben onu sana emanet ederken içim öyle rahattı ki. Baktım yüzüne, o ışık vardı gözlerinde. O umut... O yaşam isteği... O zaman bu kadar mutluysanız, dedim, sizden iyisi yok. Oğlumu sana teslim ettim. Çocuğumuzu sana bıraktım. Sen gittin... Şimdi o yaşayan bir ölü. Ne gülüyor ne konuşuyor. Benimle göz göze bile gelmek istemiyor. Yağmur bile... O güzel yavrum bile annesinin yokluğunu kalbinde taşıyor. Kalk. Ne olur kalk. Çocuğuna sahip çık. Kocana sahip çık. Lütfen kalk. Yoksa... Yoksa senden onu almak için savaşırım. Elimden geleni yaparım. Kalk da bana engel ol. Ne olur yapma bunu bize. O çok üzgün. Ben çok üzgünüm."

Cümlesi bittiği gibi bağırarak ağlamaya başladı. Kalbinden kopan her kelime gözyaşıyla karışarak döküldü toprağa. Sanki yer bile acı çekti o anda. İkbal Hanım, sıktığı yumruğunu ağır ağır serbest bıraktı. Yutkundu. Gözleri doluydu ama tek damla yaş dökmedi. Yaşamıştı hepsini, o kadar çok ağlamıştı ki artık gözyaşlarının yerine içi sızlıyordu. Oradan sessizce ayrıldı. Kızının toprağına dokunmadan, mezar taşını bile okşamadan, zorda olsa, bugünlük gitmeyi seçti. Çünkü kalmak... kalmak delilikti. Çünkü kızının mezarı, onun için hala inanması zor bir gerçekti.

O an İkbal Hanım’ın yüreği parçalanmıştı. Mezarda yatan kızıyla tanışmamış bir kadının aşkına şahit olmuştu. O günden sonra Esila’nın cesaretine hayran kalmıştı. Çünkü bu kız, gerçek bir aşık ve gerçek bir anne adayıydı. Yasemin’in yerine değil, onun boşluğunu saygıyla taşıyabilecek bir kadındı.

Ve şimdi, yıllar sonra yine aynı evdeydiler. Yağmur’un kahkahası, Esila’nın gülümsemesi, Murat’ın endişesi ve İkbal Hanım’ın huzuruyla bir araya gelen bu kalabalık, belki de birbirlerine göründüklerinden çok daha bağlıydılar.

Bir ay sonra, İkbal Hanım elinde küçük bir poşet dolusu kurabiyeyle Salih’in çalıştığı şirkete gitti. Ziyareti, görünürde bir anne gibi görünse de kalbinde başka bir hesap vardı. O gün şirkete adım attığında, gözleriyle Esila’yı aradı. Esila, kahkaha atan bir grup çalışanın arasında, ama gözü Salih’ten başkasında değildi. İşte o anda, o bakışı yakaladı İkbal Hanım. O gözlerdeki ışığı... Aşkla bakan, sahiplenici ama çekingen o bakışı. Gördüğü an, içinde bir şeyler kıpırdadı. Bu bakış, yıllar önce kızının Salih’e baktığı bakışın aynısıydı. İçinden anlam veremediği bir mutluluk geçti. Fakat tek sorun vardı. Oğlu gibi gördüğü Salih, bu kıza dönüp birkez olsun bakmıyordu. Baktığı anlarda ise ya kızıyor ya da anlamsız şekilde azarlıyordu. Ama olsun. Eğer kızıyla mutlu olamadıysa, bu kızla olsun istiyordu. Ne var ki bunda? Kalbi kırık iki insan birbirini tamir edebilirdi belki.

O gün bu gündür Esila’nın yaptığı tüm yaramazlıklara, taşkınlıklara göz yumdu. Onun kabına sığmayan halini çocuk gibi değil, hayat dolu bir kadın gibi görmeye başladı. Çünkü istiyordu. Çünkü Esila’nın Yağmur’un annesi, Salih’in eşi olmasını tüm kalbiyle istiyordu.

"Ben oynamaya gidiyorum. Buraşı çok şıkıcı. Eşila anne şohbetin bitince mutlaka yanıma gel olur mu?" diyen Yağmur’un sesiyle o tatlı hayalden sıyrıldı. Küçük kız odasına doğru neşeyle yürürken Esila üstündeki yeşil kot ceketini çıkarttı. Kırmızı elbisesi yine öne çıktı. Koltuğa yayıldı. Sorular birikmişti. Cevaplar bu tonton kadında saklıydı.
"Eee ne var ne yok? Durumlar nasıl? Sen nasılsın? Buraya dişi biri geldi mi? Salih eve geç kalıyor mu? Yağmur'un hastalığıyla alakalı son durum nedir?" diyerek tüm merakıyla İkbal Hanım’a döndü. Dudaklarının kenarında alaycı bir tebessüm, gözlerinde ise kıskançlığın ürpertici kıvılcımı vardı. Murat, başını eliyle ovalayarak, ayağa kalktı. Yağmur’un yanına gitmeye karar verdi. Deli kuzeninin zavallı kadına yapacağı baskıyı izleyebilecek kadar güçlü değildi.

İkbal Hanım yerinden kıpırdamadan, sadece gülümsedi. Esila’nın oyunlarını biliyordu. Bu bir yoklamaydı. O da oyuna dâhildi. Ve deli etmek için kollarını sıvamaya hazırdı. Kızı gibi sevdiği için şakayı uzatmadan biraz sinir etmek istedi. "Öncelikle Yağmur çok şükür iyi. Diğer sorulara ise cevap versem mi bilemedim şimdi." dedi yüzünde zorla bastırdığı bir sır saklı gibi.

"Ver tabii ki." diye yanıtladı Esila sabırsızca. Gözleri merakla ışıldıyordu. İkbal Hanım elini çenesine götürdü. Sahte bir ciddiyetle başını dikleştirdi. Gözlerini Esila’nın içini okuyan bakışlarına sabitledi. "Geldi kızım. Hem de temiz yüzlü. Çok güzel bir kızdı. Sessiz ama tatlı bir havası vardı."

"Anlamadım. Bir kadın geldi ve sen bir şey yapmadın mı? Dövmedin, kovmadın, azarlamadın mı? En azından Salih’in sevdiği biri olduğunu söyleyebilirdin. Yalanda olsa işe yarardı." dedi dudaklarını ısırarak. Kızmak istese de, bu kadın ona annesi kadar yakındı. Kalbinde ona karşı büyüttüğü sevgi öfkesini bastırıyordu. "Nasıl yapayım kızım? Salih koluna takmış getirmiş. Kız da güler yüzlüydü. Oturduk, yemek yedik. Afiyetle yedi. Ardından Yağmur’la oynadı. Çocuklarla arası çok iyi maşallah."

Esila’nın dişleri birbirine kenetlendi. İçinde büyüyen kıskançlık bir kasırgaya dönüşüyordu. Yutkundu. Ama ağzı kuruydu. Ne su ne söz dökülüyordu. İkbal Hanım içten içe gülüyordu. Onun bakışlarını izlemek bir tiyatro oyununu seyretmek gibiydi. Ve tabii ki söyledikleri baştan sona yalandı. Esila’nın siniri geçecekti nasıl olsa. Sabun köpüğü gibiydi hepsi. "Yağmur ne yaptı? Mutlaka çığlık atmıştır. Kolu komşu eve dolmuştur." dedi dudakları titreyerek. Bu soruda sadece merak değil, korku da vardı. Korkuyordu. Acaba o kadın gerçekten Yağmur’un gönlünü mü çalmıştı?

İkbal Hanım başını yere eğdi. Bu sessizlik... İşte bu sessizlik Esila’yı darmadağın etti. Kalbi paramparça oldu. Bu ne demekti? Ne yani, bir kız gelmiş ve iki ay içinde Esila'nın yıllardır kurduğu düzeni, umudu, hayalini alıp götürmüş müydü? Çok saçmaydı. Aynı zamanda çok acıydı. Kabul edilemezdi. "Nerede tanışmışlar? İsmi nedir? Yoksa ismi Melek mi?" dedi birden. Kuzeni de bu ismi söylemişti. Dikkat et, demişti. Başka bir kız olamazdı. O olmalıydı.

İkbal Hanım tam şaka olduğunu söyleyecekti ki Salih, elinde sıcak ekmek poşetiyle içeri girdi. Yaşlı kadın, Melek kısmını açıklamayı unuttu. Belki yaşlılıktandı, belki de zamanlamanın bozduğu bir plandı bu.

Sonrasında ise akşam boyunca Esila’nın kafasında kurduğu Melek temalı ölüm senaryoları dönüp durdu. Yağmur neşeyle konuştu. Murat şakalar yaptı. Salih ciddi meselelerden bahsetti. Ama Esila... Sadece Melek’i düşündü. Konuşmadı. Gülmedi. Salih’in ona hiç bakmaması yüreğine bıçak gibi saplandı. Yarın... Evet, yarın şirkette Melek’i bulacaktı. Ve ona hayatı zindan edecekti. Bu kararı çoktan almıştı. Hesap vakti gelmişti.

___________

Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. 🤪

Bölüm : 23.10.2024 13:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 27. Esila ve Sonsuz Aşk
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...