29. Bölüm

29. Sabır

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar. Kafa dağıtmak için hikaye okumak çok iyi bir fikir.

Beğeni yapmadan başlamayın ☺️

______________

Melek, son iki saattir bedeninin sınırlarını aştığını hissediyordu. Her adımında kaslarına saplanan sızı, ayaklarının altındaki ince cam kıymıkları gibi zonklayan damarlar, ona durup bir nefes alması gerektiğini fısıldıyordu. Ama duramazdı. Çünkü durmak, Esila'nın oyununa gelmekti. Çünkü durmak, güçsüz olduğunu kabul etmekti. Ve Melek, hiçbir zaman zayıf görünmek istememişti. Özellikle de o kıza. Oturduğu yerden, hiçbir fiziksel çaba göstermeden, dudaklarından düşen her kelimeyle Melek’i küçücük bir böcek gibi ezmeye çalışan o kıza karşı dimdik durmak zorundaydı. Bu haksızlığa tahammül edemiyordu. İçinde bir yerde büyüyen öfkeyi bastırmaya çalışıyordu ama ne yazık ki her yeni görevle birlikte bu öfke biraz daha can buluyordu. Melek, kelimenin tam anlamıyla nefret etmişti ondan.

Kahverengi ahşap panelli uzun koridorda, duvarlarda asılı duran tablolara dalgın gözlerle bakan Hacer, sessiz adımlarla yürüyordu. Ünlü ressamların resimleri değildi. Daha canlı daha anlatılmayan şeyler vardı çizgilerde ismi bilinmeyen ressamların resimleri arasında ilerlerken, karşıdan gelen Melek’i fark etti. Yorgunluğuna ve uykusuzluktan düşmüş göz kapaklarına rağmen hâlâ etrafa gülümseyerek yürüyordu Melek. Bu gülümseme, yorgun bedenin taşıdığı son zafer bayrağı gibiydi. Ayakta kalmanın, pes etmemenin küçük ama gururlu simgesiydi.

Hacer birkaç adım kala durdu. Elindeki telefona mesaj yazarken başını kaldırmadan konuştu. “Nasıl gidiyor yeni patronunla?” Melek derin bir nefes aldı. Omuzları istemsizce düştü. Cevap vermeden önce yutkundu. Gözleri, koridorun sonunda hâlâ kapanmayan kahve odasına kaydı. Az önce orada geçirdiği on dakikayı hatırladı. Hiçbir işi yokmuş gibi saatlerce kahve beğenmeyen kadının sabırsız nefes alışları hâlâ kulaklarındaydı.

“Anlamadığım bir şekilde benden nefret ediyor. Saçma sapan işler verip beni cezalandırıyor.” dedi. Sesi kırgındı. Öylece döküldü kelimeler. Tutmaya çalışmadı. Hacer telefonu elindeki dosyaların üstüne bıraktı. Hareketi biraz sertti. Sonra başını kaldırdı. “Esila Hanım bu kadar mı zorluyor seni?” dedi. Şaşkınlık ses tonuna yerleşmişti.

“Aslında Salih Bey ve Esila Hanım, çalışanlara karşı en nazik davranan insanlardır.” diye ekledi. “Esila Hanım’ın dili biraz sivridir, evet ama davranış olarak kötülüğü yoktur. Herkes onun sekreteri olmak ister. Geldiği gibi bir insanın sabrını zorlayacak birisi değil.” Bu cümleyi söylerken gerçekten inandığını sanıyordu. Esila’yı yıllardır tanıyordu. Ama Melek’in söyledikleriyle, tanıdığı kişi arasında bir çelişki vardı.

Melek, başını hafifçe salladı. “Bana yapmasa ben de öyle düşünebilirdim. Ama gördüğün gibi.” dedi. Parmaklarıyla gömleğinin kolunu çekiştirdi. “Kahve zafiyeti geçirecek beni uğraştırmak için.” Ardından içini çekti. Dudaklarının kenarı seğirdi. Gülümsemeye çalıştı ama çıkmadı. “Hiçbir suçum yokken nefret etti.” diye fısıldar gibi söyledi. O an gözleri, duvarda asılı duran bir manzara resmine takıldı. Dağların eteklerinde yer alan küçük bir kasaba. Ne kadar uzak, ne kadar sessizdi. O anda o tablonun içinde olmayı diledi.

Konuşma bir süre duraksadı. Sonra konu Merve’ye geldi. Hacer, Merve’nin dün akşam onu aradığını söylediğinde Melek yüzünü hemen toparladı. Bu haberi yeni almıştı ama şaşırmamış gibi yaptı. Doğal davranmak için kendini kontrol etti. Merve’nin sessizliğini ve kayboluşunu haklı bulmuyordu. Fakat onu yargılamak da istemiyordu. Herkes korkularıyla aynı anda yüzleşemezdi. Bazı insanlar için zaman, cesareti doğuran tek ilaçtı. Yine de kızmadan edemiyordu. İçinde hafif bir kırgınlık vardı. Ama bunu belli etmedi. Yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirip Hacer’in anlattıklarını dinledi.

İçinde karmaşık bir duygu yumağı büyüyordu. Bir yandan yorgunluk. Bir yandan öfke. Bir yandan da kırılmış bir sabır. Ama hepsini bastırdı. Konuyu değiştirdi. “Üç saat içinde beş tane espresso içtikten sonra şimdi de yetmemiş olacak ki, filtre kahve istedi.” dedi. Kaşlarını kaldırdı. “Neresine gömüyor bu kadar kahveyi anlamadım. Hadi görüşürüz.” dedi ve bir tebessümle Hacer’in yanından ayrıldı.

Koşar adımlarla sekreter odasına geçti. Çantasını masaya koydu. Fermuarını açtı. İçinden telefonunu çıkardı. Parmakları hâlâ titriyordu. Ekranını açtı ama bildirimlere göz atmadan önce başını kaldırdı. Ofisin genel durumuna bakmak istemişti.

Suzan ve Merve’nin masası boştu. Sandalyeler öylece duruyordu. Masa üzerindeki kalemlikler bile terk edilmiş gibiydi. Ayşe ve Yaren ise başlarını dosyaların içine gömmüşlerdi. Sanki biri onları “göz teması kurarsanız yanarsınız” diye tehdit etmişti. Vücut dilleri korkuyla doluydu. Ellerindeki belgeleri sıkıyorlardı. Sessizliğin içindeki tek ses klavye tıkırtılarıydı ama o bile gergindi.

Melek, derin bir iç çekti. Aslında içinden geçen tek şey, bu gerilimi birilerine kusmaktı. Ayşe’ye ya da Yaren’e bağırmak. Kalemi fırlatmak. Çay bardağını masaya çarpıp dağıtmak. Ama yapamazdı. Çünkü onu bekleyen biri vardı. Onunla savaşmak için enerjisini harcaması gerekiyordu. Ve o kişi, şu anda acil durum listesinin başında yer alıyordu. Esila.

Kendini toparladı. Saçlarını eliyle düzeltti. Sanki biraz daha dik durursa daha az ezilirmiş gibi hissetti. Telefonu eline aldı. Kahve makinesinden çıkan sesi duydu. Esila’nın beğenip beğenmeyeceğini bile bilmeden yeni bir bardağı hazırlamaya koyuldu. Normalde patronlar alt katta sipariş verirlerdi kahve çay ama Esila sekreter odasındaki makinadan istiyordu.

İşlerini büyük bir dikkatle ve hiç hata yapmadan tamamladığı gibi, elindeki dosyaları düzgünce masasına bıraktı. Her şeyi bırakırken bir savaşçının zırhını kuşanması gibi kendini içten içe hazırladı. Adımlarını hızlandırdı. Koridorda yankılanan topuk sesleri, içindeki öfkenin ritmine eşlik eder gibiydi. Düzgün bir nefes alarak Murat Bey’in odasının önünden geçti. Sonra Salih’in odasını. Hiçbirine bakmadan ilerledi. Yüzünde tek bir ifade yoktu ama içi alev almış gibiydi. Esila Hanım’ın odasının önünde durduğunda, derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp kısa bir dua mırıldandı. Ayakta beklerken yandaki asansörün kapısı açıldı. Kafenin genç çalışanı, elinde gümüş rengi bir tepsiyle çıktı. Üzerinde köpüğü özenle yapılmış filtre kahve vardı. Yanında minik bir kurabiye. Kaş çatacak bir şey kalmamış gibi görünüyordu ama yine de Melek her detayın mükemmel olmasını istiyordu. İki sipariş vermişti. Onu beğenmezse bunu verecekti.

“Kusura bakma.” dedi genç çocuğa. Sesi ne yorgun ne de kırgındı. Gözleri mağrur bir şekilde bakarken tepsiyi aldı ve döndü. Ardını dönerken kelimeleri, dudaklarından hafifçe döküldü. “Beş kere aşağıya indim. Bir kerede siz getirmenizi istedim.” Gülümsedi. Her kahve istediğinde bir tane de alt kattan istiyordu. Bu gülümseme bir teşekkür değil, bir iç dökme biçimiydi. Birazcık rahatlama, birazcık nefes.

Çocuk da bu gülümsemeye karşılık olarak başını salladı. “Sorun değil.” der gibi tebessüm edip sessizce geldiği asansöre yöneldi. Melek, elinde tepsiyle kapının önüne döndü. İçinden ayakta, gözleri kapalı Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Dua ederken ses çıkarmıyordu ama dudakları kıpırdıyordu. Kendini bir nebze olsun güçlendirmek, zihnini toparlamak zorundaydı. Odaya girmeden önce son bir kez derin nefes aldı. Sonra kapıya iki nazik tıklama. Elindeki tepsiyi sabit tutarak içeri girdi.

Odaya girdiğinde, loş bir ışık karşıladı onu. Esila başını masaya gömmüş, avuç içiyle karnını ovalıyordu. Karın ağrısıyla savaşıyordu. Gözlerini kısmış, yüzünü buruşturmuştu. O kadar çok kahve içmişti ki, midesi artık isyan bayrağını çekmişti. Ama asıl zoruna giden şey, sabrını taşırmak için elinden geleni yaptığı sekreterin, onun tüm oyunlarını sessizce karşılamış olmasıydı. Daha kötüsü, bu sessizlik soğuk bir gülümsemeyle birleşiyordu. Bir insanın sinirini bu kadar ustalıkla bozan başka bir yöntem olamazdı. Melek'e ne dediyse yapmıştı. Ne kadar çirkin laf ettiyse hiçbiri karşılık bulmamıştı. Bu kadarıyla baş edemiyordu.

Başını masaya yavaşça vururken düşündüğü tek şey, Melek’in neden bu kadar suskun kaldığıydı. Şirkete adım atmadan önce hakkında söylenenleri unutamıyordu. Duyduklarına göre, Melek öfkeli biriydi. Kolay sinirlenir, kolay kavga ederdi. Şiddet eğilimliydi hatta. Ama şimdi karşısında sanki başka birini görüyordu. Bu sessizlik başka bir planın habercisi miydi? Esila bu soruların cevabını bulamıyordu.

Melek içeri girdiğinde, Esila saçlarını geriye doğru düzeltti. Gözlerini kısarak dikildiği yerden ayağa kalktı. Üzerine çeki düzen verip, kaldığı yerden yukarıdan bakmaya devam etti. Elini beline koydu. Bacaklarını omuz hizasında açtı. Karşısında dikilen genç kadına bir heykel gibi durdu. Sert, mesafeli, meydan okuyan.

“Benimle çalışmaya başlamış olman ne kadar güzel değil mi?” dedi. Alaycıydı. Bu cümlenin içinde kin, öfke ve bir parça da güvensizlik vardı. Güzellikle alakalı hiçbir şey yoktu ortada ama bunu söylemek, Melek’in sabrını sınamak içindi. Gözleri Melek’in gözlerinde bir cevap aradı.

Melek ise cevap vermedi. Gözlerini yere indirdi. Kahveleri dikkatle masanın üzerine koydu. Tek kelime etmeden. İçindeki öfkeyi parmak uçlarına kadar bastırdı. Bedeni titriyordu ama gözleri sakindi. Esila dudaklarını büzdü. Kaşlarını hafifçe kaldırarak bir adım daha attı.

“Ailen, başkasına ait bir erkeğin etrafında dolaşmanın ayıp olduğunu öğretmemiş anlaşılan. Ama patronuna karşı yasak olan aşkını sessiz durarak öğretmiş.” dedi. Her kelime zehir gibi döküldü ağzından. Gözlerini kısmış, dudaklarını aşağı doğru çekmişti. Zehrini kusuyordu. Acıtmak istiyordu.

Melek başını hafifçe kaldırdı. Artık susmayacaktı. “Abartıyor olabilir misiniz? Ailemi saçma sapan kaprislerinize malzeme yapıp ağzınıza almayın.” dedi. Sesi sabit, net ve kontrollüydü. Ardından kahveyi tam Esila’nın önüne koydu. Bardak masasanın üstünde sabit kaldı. Kahvenin yüzeyi bile dalgalanmadı.

Esila bir adım daha yaklaştı. Dudaklarının kenarı kıvrıldı.
“Konuştun. Demek ki bam telini bulmak lazım. Patronlar. Yok, yok. Erkekler. Ya da bir ihtimal ailen. Hangisi bam telin?” dedi. Şimdi Melek’in burnunun dibindeydi. Aralarındaki mesafe yok denecek kadar azdı. Sesini alçalttı ama kelimeleri daha sert oldu.

Melek bir an gözlerini onun gözlerinde tuttu. Ardından geri adım atmadan konuştu. “Tartışma istemiyorum. Bam teli aramaktan vazgeçin.” dedi. Sesi hala sabırlıydı ama içindeki öfke, gözlerinin kenarındaki kaslarda titriyordu. Esila elini beline koydu. Bacaklarını biraz daha açtı. Ayağını zemine vurdu. Vuruş hafifti ama anlamı büyüktü. Güç gösterisiydi. Duruşunu tehditkâr yaptı. Gözleri kısılmıştı.

“Artık çok geç sekreter bozması. Beni ikna etmeden bu şirketten ve bu odadan çıkamazsın.” dedi. Sözleri meydan okumadan fazlasıydı. Bu artık doğrudan bir çatışma teklifiydi. Melek, ona uzun uzun baktı. Dudağını hafifçe ısırdı. Ama bu bir korku emaresi değil, kendi sabrını test eden bir hareketti. Hafifçe gülümsedi. Kırıcı olmayan, küçük ama kendinden emin bir gülümseme.

Kendisinden daha uzun olduğu halde, bu kadının karşısında hiç de küçük hissetmiyordu. Hatta aksine, bir dağın eteğinde durmuş dağın üstündeki rüzgarı izliyor gibiydi. Rüzgar her ne kadar yüksekten esse de, kendisini yerinden oynatamıyordu.

İçinden bir ses yükseldi. “Bu kadın gerçekten delirmiş. Kafayı yemiş ve belasını arıyor.” dedi. Karşısındaki kadına son kez baktı. Göz göze geldiklerinde Melek’in içindeki sessizlik öyle güçlüydü ki, Esila bu defa gerçekten ne yapacağını bilemedi. Ses çıkmadı. Kahve hala masadaydı. Ve kahvenin üzerindeki köpük, hala bozulmamıştı.

Sessiz kalmak, gerçekten işe yarar mıydı? Melek’in zihni bunu sorgularken yüreği boğazına düğümlenmişti. Eğer şimdi burada bir kavga çıkarsa, savunma hakkı olmadan, tek kelime edilmeden, hiçbir açıklama yapmasına izin verilmeden kapı gösterilecekti. Kurallar buydu. Fahri bey bunu açıkça belirtmişti. Bu şirkette kriz çıkaranın, isterse şirketin sahibi olsun, kalacak yeri yoktu. Melek ise işini seviyordu. Hayatında ilk defa bir yere ait hissediyordu. Ama bazen, bazı insanlar, susmayı da suç haline getiriyordu.

Masadaki filtre kahve göz ucuna ilişti. Esila'nın hâlâ gözlerini dikmiş şekilde kendisini izlediğini hissediyordu ama umurunda değildi. Yanından kararlı adımlarla uzaklaştı. Patroniçenin gözlerini, öfkesini, bakışlarındaki küçümsemeyi hiçe sayarak kahveyi aldı. Düşünmeden. Tereddüt etmeden. Dudaklarını bardağa dayayıp kahveyi mideye indirdi. İçerken gözlerini bir an bile kaçırmadı. Esila’nın bakışlarında alevler yükseliyordu. Ama Melek’in bakışlarında sadece “artık yeter” vardı.

“Şimdi daha iyiyim.” dedi kahve fincanını yavaşça masaya bırakırken. Sanki içtiği kahve değil, öfkesiydi. Geri adımlarla başladığı yere döndü. "İsterseniz diğerini de siz için." Yerini alırken durdu. Gözlerini kıstı. Her zamanki soğukkanlılığıyla konuştu.
“Nerede kalmıştık? Bakın, şiddet ya da acı çektirmek gibi hastalıklarınız varsa, bir klinikte müşahede altında olmanız gerekir. Ben kavga istemiyorum.” dedi. Dudağının kenarında kalan kahve telvesi, bu cümleye absürt ama etkileyici bir detay ekledi. Diliyle hızlıca temizledi. Telve de midede yerini aldı. Esila bu beklenmedik rahatlığa anlam veremedi. Şaşkınlığı yüzüne yansımıştı. Sanki Melek'in bu cüreti karşısında bir an dili tutuldu.

“Sen bana deli mi diyorsun?” dedi Esila, sesi daha tizleşmişti. Burnu seğirdi. “Bana ait olan kahveyi izinsiz içen sensin. Deli olan ben miyim? Komik olduğunu mu düşünüyorsun?” diye bağırdı. Sinirle bir adım attı ve Melek’i hafifçe itti. Bu bir testti. Sınır denemesiydi. Ama Melek yerinden kımıldamadı. “Bana deli mi dedin, diyorum?” diye tekrar sordu ve bir kez daha itti. Bu sefer daha sertti. Melek’in gözleri karardı. Son bir nefes aldı. Yutkundu.

“Cevap ver.” dediği gibi bir daha itmek üzereydi ki, Melek aniden Esila’nın kolunu bilek hizasından kavradı. Hızlı ve dengeli bir hareketle vücudunu çevirdi ve Esila’nın yüzünü duvara yapıştırdı. Bunu yaparken tek bir kelime etmedi. Gücünü gösterdiği yer ses değil, eylemdi.
“Evet. Delisin.” dedi kulağına doğru eğilerek. Sesi buz gibiydi. “Ve sesin çok kulak tırmalıyor. Etrafındaki insanları deli etmekten, ekmekleriyle oynamaktan, bu şekilde bağırmaktan vazgeç. Bu tarz oyunlar başka kadınlarla işe yaramış olabilir. Ama ben başka biriyim.” dedi. Ardından kolunu serbest bıraktı. Esila ağrıyla kolunu salladı. Teni yanmış gibi kıpkırmızıydı.

“Sende başkasına ait adamla uğraşma.” dedi Esila, dişlerini sıkarak. Ardından sağ kaşını yukarı kaldırıp kendinden emin bir tavırla arkasını döndü. Bu bir geri çekilme değil, yeni bir atak öncesiydi. Melek, saçlarını sinirle karıştırdı. Nefesini düzene sokmaya çalıştı. Bu kadının ne yaptığını, neden yaptığını anlamaya çalışıyordu. “Allah aşkına, senin sevgilin kim?” dedi. Sesi bu defa ciddi ve meraklıydı. “Salih Saraç.” dedi Esila. Masaya yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirdi. Gözleri kararlıydı.

“Allah senin belanı versin.” dedi Esila, nefesini tutarak. “Ben onun kalbine küçükken hükmettim.” diye devam etti. Bu sefer dizlerini hafifçe kırdı ve ayaklarını küçük çocuklar gibi yere vurmaya başladı. Tüm frapan, kusursuz görüntüsünden bir anda uzaklaşmıştı. Geride içindeki öfkeli, kaprisli küçük kız kalmıştı. “Beddua niye ettin şimdi? Kafayı mı yedin?” Melek gözlerini devirdi. On beş saniye. Kendine sakinleşmesi için bu kadar zaman verdi. Derin bir nefes aldı. “Lütfen. Bir dakika. Beni dinler misin?” dedi yumuşak bir ses tonuyla. Yavaşça yaklaştı Esila’ya. Artık tehditkâr değil, samimiydi. Bir anlık.

“Normalde, senin yaptıklarını başkası yapsa, sonuçları ağır olurdu. Ama senin iyi biri olduğunu duydum. Buradaki insanlar, bana yaptıklarını duyduğunda inanamadı. Senin yaptığını senin yaptığınla bağdaştıramadılar.” dedi. Hafifçe gülümsedi. “Yaptığın aptallıkları unutabilirim.” Esila gözlerini kaçırdı. Melek bunu fark etti. Devam etti.
“Şimdi tekrar eder misin? Derdin ne?”

“Salih. Tabii ki aptal.” dedi Esila. Bu sözle birlikte bir sessizlik çöktü. İkisi de bir an göz göze geldi. Gözlerinde nefret yoktu ama savaş hâlâ oradaydı. Melek yutkundu. O ilk zamanki hoşlanmanın tekrar canlandığını hissetmese de, kalbinin bir köşesinde az da olsa bir sızı oluştu. O adamın başkasının kalbine bu kadar derin işlemiş olması canını yakmamıştı. Umurunda bile olmamıştı.

Omuzlarını dikleştirdi. Başını yukarı kaldırdı. Kararlıydı. “Bir kez söyleyeceğim. Bir daha tekrar etmemi isteme.” dedi. Gözleri Esila’nın gözlerinde. “Salih’ten hoşlanıyordum. İlk zamanlar şimdi bu durumu hatırlamıyorum bile.” dedi. Esila'nın tepkisini ölçmek için duraksadı. Ama beklediği, kırıcı bir tepki gelmeyince devam etti.

“Ama sadece hoşlanıyordum. Bu kadar.” dedi. Kaşını kaldırdı. Sözlerine son noktayı koymak ister gibiydi. “Ne hakla? Kimden aldın bu izni?” diye çıkıştı Esila. Artık sabrının sonuna gelmiş gibiydi.
“Niye bunun için izin alayım?” dedi Melek. “Hem ben neden size hesap veriyorum? Duygusal ve özel olarak yaşadığım hiçbir şey sizi ilgilendirmiyor. Yaşamadım da zaten. Manyak mısın nesin?”

Esila ellerini masaya bastı. Parmaklarıyla yüzeyi döver gibi kenetledi. Yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. Dişlerini sıktı. Melek ise, tüm bu sinir halinin ortasında neredeyse rahat bir şekilde onu izliyordu. Sabrın, bir kadını ne kadar güçlü kıldığını fark ediyordu. Kendi sessizliğini ilk defa bir güç olarak görüyordu. Ancak sessizlik fazla uzun sürmedi. Esila ayağını yere sürüyerek yaklaştı. Melek’in önünde durdu. Kolundan itti. “Artık hoşlandığın insanları iyi seç.” dedi öfkeyle. “Yoksa ben seçmene yardımcı olurum.” Sesi bu sefer bağırmaya dönmüştü.

“Bir daha beni itme.” dedi Melek, sesi kalınlaşmıştı. “Yoksa sonuçları kötü olur.” Tam bu sözlerin üzerine Esila bir kez daha itti. Bu defa gözdağı değil, fiili saldırıydı. Melek için bu sondu.
Yanlış zamandı.
Yanlış hareketti.
Ve yanlış insana yapılmıştı. Melek bir anda Esila'nın bileğini kavradı. Döndürerek sırtına götürdü. Esila’nın çığlığı odayı doldurdu. Melek gözlerinin içine baktı.

“Sana dedim. Sabrımla alakalı hareketlere girme.” Kolunu biraz daha büktü. Esila bu acıyla topuklu ayakkabısıyla Melek’in ayağına hızla bastırdı. Melek bir an acıyla geri çekilse de kolunu bırakmadı. Esila tek ayağı üzerinde zıpladı. “Salih’ten hoşlanıyorsam sana ne?” dedi. Bunu sırf sinir etmek için söylemişti. Sesi titriyordu ama hâlâ dik durmaya çalışıyordu.

“Kavga istiyorsanız. Buyurun sizi önden alalım.” dedi Melek. Nefesi hâlâ sabit. “Lakin yapılan kavganın mantıklı bir nedeni olmalı. Ben sizin hoşlandığınız kişiden hoşlanıyorum diye bana düşman olmaya hakkınız yok.” dedi. Esila’nın yüzüne dikkatle baktı. Terlemişti. Saçları dağılmıştı. Nefes nefeseydi.

Tek cümle bile etmeden, sadece gözleriyle birbirlerini süzerek durmuşlardı. O an zaman durmuş gibiydi, kelimelerin ağırlığına gerek yoktu. Melek, dağılmış saçlarını elleriyle karıştıra karıştıra düzeltmeye çalıştı. Bu hareket, içindeki fırtınayı dışa vurmak için yaptığı nafile bir çabaydı aslında. Ardından derin bir nefes aldı ve adeta sözde izin isteyerek yavaşça arkasını döndü. Dışarı çıkması gerekiyordu. Yoksa içeride kalması onun için imkansızdı. Zira o anda kimse onun elinden bu pozisyonu alamazdı.

Kendi kendine mırıldandı: “Eskiden söylediklerim, artık tamamen yalan.” Her cümlesinde, söylediklerinde birer yalan saklıydı. Salih’den hoşlanmıyordu artık. O küçük kıvılcım, o minicik umut kırıntısı bile tamamen sönmüştü. Ama Esila bunu kabul etmekte zorlanıyordu. Yalanı kötü bildiği halde, Esila’nın aşağılayıcı tavırları karşısında başkaldırmıştı. Gerçek duygularını saklamış, kendini kandırmıştı.

'Lanet olsun. Umarım Salih bey, en çok da Murat bu yalanı duymaz.' dedi içinden, bir yandan da kendine veryansın ediyordu. Sekreter odasının kapısını açtığında, gözlerine Yaren ile Ayşe’nin endişeli bakışları ilişti. İki genç kız, aralarındaki gerilimi hissetmiş ve sessizce onu izliyordu.b“Ne bakıyorsunuz?” dedi, sesinde tıslayan bir öfke vardı. Ayşe hafifçe gülümsedi, yanında duran Yaren ise başını sallayarak destek verdi. “Hiç, hiçbir şey yoktu. Kahve ister misin diye soracaktık sadece.” dedi sakinleştirici bir sesle.

Melek saçlarını ellerinin arasına aldı, yüzüne hafifçe bastırdı. “Benimle ilgilenmeyin. İşiniz yok mu sizin? Gidin artık dosyalara dalın, eskisi gibi bekar erkeklerin dedikodusunu yapmaya devam edin.” Sesi keskin ve kesinleşmişti. Sohbete kapalı, itiraz kabul etmeyen bir ifadeyle konuşmuştu. İki genç kız korkuyla başlarını öne eğdi. Sessizce yerlerine döndüler, gün boyunca sürecek olan dosyalara kendilerini kaptırdılar.

Bir saat geçti. Saatin tıklaması bile duyuluyordu sanki. Oda derin bir sessizliğe bürünmüştü. Melek’in bakışları kapı ile önündeki dosyalar arasında gidip geliyordu. Düşünceleri Esila’nın sonraki hamlesinde takılı kalmıştı. Onun ne yapacağını, ne tür bir tuzak kuracağını kestiremiyordu.

Birden kendinden emin bir şekilde ayağa kalktı. Harekete geçme zamanıydı. Hacer’in oturduğu masaya doğru yürüdü ve sandalyesine oturdu. Gözleri merakla doluydu. “Esila hanım ile Salih bey sevgililer mi?” diye sordu, cevabı bekleyerek.

Hacer hafifçe gülümsedi, elindeki mavi dosyayı arkasındaki dolaba yerleştirirken anlattı: “Esila hanım çok seviyor onu. Ama bu Leyla, Şirin, Aslı gibi karşılıklı bir aşk değil. Karşılıksız ama gerçek bir sevgi bu. Salih bey ise bambaşka biri. Duygusal anlamda ona bir şey hissettiğini düşünmüyorum. Yine de Esila hanım yıllardır bu yolda.”

Hacer gözlerini Melek’in yüzüne dikerek, tebessüm etti. “Erkek kaçıyor, kadın tüm kalbiyle kovalıyor işte.” dedi. Melek derin bir nefes aldı. “Keşke ağzımı tutsaydım. Keşke hoşlandığımı söylemeseydim.” diye kendi kendine kızıyordu. Sandalyeden kalktı, yerine geçti. Ne yapmalıydı? Nasıl davranmalıydı? Ne yaparsa karşısındakinin damarına basmazdı?

Birkaç saniye düşündükten sonra ayağa kalktı ve Esila’nın odasına doğru yürümeye başladı. İçindeki karışıklığı bastırmaya çalışarak, kendine son bir şans verdi. Kapıya yaklaştığında, Salih tam o anda odasından çıktı. Melek’i görünce tebessüm etti ve başıyla selam verdi. “Nasıl gidiyor, Melek hanım?” dedi. Sesi sıcak ve soğuktu aynı anda. Karmaşık bir tondaydı.

“İyi, fazlasıyla iyi.” diyerek mecburi bir gülümseme takındı. Bu gülümseme, içinde yaşadığı kaosu saklamak için kullandığı bir kılıftı. Kısa bir sohbetten sonra Salih’i orada bırakıp, bugünü zehir eden kadının kapısını çaldı. Cevap beklemeden kapıyı açtı ve içeriye girdi.
“Rahatsız etmiyorum umarım?” dedi, alçak sesle. Odasının ortasında, Esila’ya doğru birkaç adım attı ve gözlerinin içine baktı. “Ben Salih bey’den hoşlanmıyorum.” dedi, kararlı ve net.

Esila kaşlarını çattı. “Kendini aklamak için mantıklı bir hamle değil bu. Sana inanmıyorum. Bir saat önce ondan hoşlandığını söyledin.” diye karşılık verdi. Tam o anda Murat aramış ve “Oraya geliyorum, Melek’in kılına zarar dahi verme.” demişti. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Melek'e bakışlarını nefretle çevirmemesi gerektiği söylenmişti.

“Evet, Salih bey’den hoşlandığımı kabul ediyorum.” dedi Melek, sesi kırılgandı. “Ama bu çok geride kaldı.” Sözünü bitiremeden, arkasında kalan kapının ağır bir şekilde kapanma sesi duyuldu. Korkuyla irkildi. Arkasına dönüp bakmaktan çekiniyordu. “Salih bey için duygusal anlamda…” cümlesini tamamlayamadan arkada beliren ses, konuşmalarını kesti.

“Hoş geldin bayan çok bilmiş.” diye alaycı ve soğuk bir ses duyuldu. Vücudu aniden kaskatı kesildi ve olduğu yere saplandı. O sesi tanıyordu elbette.
Neden sadece bu cümleleri söylemişti? Birkaç kelime daha ekleyip, durumu daha da netleştirmek zor muydu? Yoksa konuşulanların yanlış anlaşıldığını ima mı etmek istiyordu?

Melek kendini toparladı. Başını dikleştirdi. Devam etmek istedi. Daha önce Salih için içinde minik bir umut taşıyordu. Artık yoktu o umut. Başkalarının bakışları altında, o küçük umut yerle bir olmuştu. Titreyen dudaklarına aldırmadı.
“Esila hanım, ben Salih bey’den kesinlikle…” dedi.

“Hoşlanıyorsun.” dedi arkasındaki adam.
Melek, dönüp arkasındaki kişiye baktı. Murat, beyaz tişörtünün üstüne giydiği lacivert blazer ceketinin iki düğmesinden birini açmış, sinirle katılaşmış gözlerine bakıyor, ardından Esila’ya döndü. “Benim sekreterim neden burada?” diye sordu, sert ve sorgulayıcı.

Melek’in yanından geçerek Esila’nın ayak ucuna indi. “Artık benim sekreterim olduğu için olabilir mi?” dedi.
“Olmaz. İmkansız. Melek Kapya bu şirkette sadece bana asistanlık yapar ve para kazanır.” diyerek Melek’e baktı.

“Öyle değil mi, Melek hanım?” dedi, bütün gösterişiyle, az önce hiç bu kadar güzel gülmediği bir gülümsemeyle.
Melek başını öne eğdi. Kekeliyerek, “Öyle.” dedi. Murat, aldığı cevaptan memnun ve tatmin olmuştu. Gözlerindeki ışık, karanlıkta parlayan bir yıldız gibiydi.

Biraz önce duyduklarının ardından, yanında kalmayı en azından istemesi Melek’in içini garip bir mutlulukla doldurmuştu. Salih’den hoşlanıyor olması Murat için önemli değildi. Önemli olan, içinde bir kalbin atıyor olmasıydı; bir gün o kalbin kendi için atma şansı vardı. Bu düşünce onu bir an olsun rahatlatmıştı. Esila’ya hafifçe göz kırparak elini cebine koydu. “Kuzen, sakın arkamdan beddua etme.” dedi alaycı ama samimi bir tavırla. Ardından Melek’in titreyen elini nazikçe tuttu ve birlikte dışarı çıktılar. Ellerini sıkıca tutmuş, kimseye aldırmadan yürüdüler. O an ikisi için bir anlık dünya durmuştu. Bu küçük birliktelik, Murat’ın zihninde hiç de beklemediği duygular uyandırıyordu.

Ama Murat için bu an sadece bir saniye bile sürmedi. İçinden geçirdi: “Keşke alt katta veya üst katta olsaydı odam.” Dudaklarının arasından sessizce, sinirli bir tıslamayla çıktı bu sözler. Kadının eli, soğuktu. Ne kadar dokunsa, hiçbir kızın elinde bulacağı sıcaklığı vermiyordu. Ama yine de ilk defa, karşı cinsin elini tutarken kalbi çocuklar gibi heyecanla çarpıyordu. Zaten yıllardır kızları yatağa götürürken bile elini tutmayan, duygusallıktan uzak, katı bir adam için bu, hiç beklenmedik bir değişimdi.

Murat, gözlerinde beliren o deliliği sevdiği bu kadının ailesiyle tanışmaya gittiğini hayal etti. Birkaç saniye içinde o hayaller kuruldu, yıkıldı, tekrar kuruldu. Salih’den hoşlandığını dile getirmişti belki ama Murat, o hayallerden vazgeçmek istemiyordu. Melek’in güzel gözlerinin tek odağı olmak istiyordu. Başkasına ait, başka bir erkeği düşünen bu kızı nasıl kendine ait hissettirebilirdi? Ait olmak, ona bu kadar uzak bir kelimeyken, Murat ne çabuk kabul etmişti bunu. Kendine şaşırıyordu.

Odasına geçtiği gibi, Melek elini yumuşakça Murat’ın elinden çekti. “Bir daha elimi tutmayın.” dedi, kendiyle mücadele ederken bile bu cümleyi söylemek zorundaymış gibi hissediyordu. Hem içten hem dıştan bir savaş veriyordu. “İnsanlara patronun kim olduğunu göstermem gerekiyordu.” dedi, sesini alçaltarak. “Elini tutarak kendimi ne kadar dibe batırdım bilemezsin. Islak mendil var mı etrafta? Ellerin nedense çok ıslak ve cıvıktı.” Yalan söylüyordu ama bunu kendine bile itiraf etmekten çekiniyordu. Yavaşça pencerenin önüne geçip dışarıya baktı. Salih’den hoşlandığını söylediği için onu sinirlendirmek istiyordu.

Melek gülümsedi. “Elimi tutan sizsiniz, mutsuz olan yine siz. Eğer elimi tutmak bu kadar iğrenmenize sebep olduysa, ceketinizin üstüne elinizi sürtüp silin gitsin.” dedi, kollarını göğsünde bağladı. Murat kaşlarını çatarak Melek’e baktı ve kıkırdayarak, “Ne belasın sen öyle.” dedi.

Esila gerçekten de bela konusunda bir numaraydı. Ama Melek de bu konuda ondan hiç geri kalmazdı. Herkes Melek’in de çok tehlikeli olduğunu bilirdi. “Bu arada sana hediye aldım.” dedi aniden Murat. Bu söz Melek’in gözlerini doldurdu, beklemediği bir şeydi bu. “Nerde?” dedi, alışık olmadığı bir hevesle Murat’a baktı. Aslında aklından “Ne alaka şimdi?” diye de geçiriyordu ama bu düşünceyi hemen bastırdı.

“Birazdan gelir, o zaman görürsün.” dedi Murat, dudaklarını diliyle ıslatarak hafifçe gülümsedi. Bu hareket, Melek’in gözlerinin istemsizce adamın dudaklarına kaymasına neden oldu. İlk defa bir erkeğin dudaklarını böylesine dikkatle incelemeye başlamıştı. Dudaklar doğal bir kırmızılığa sahipti, ıslatıldığı için biraz daha kızarmıştı. Gülümsemenin en güzel durduğu yerdi orası. Melek, kıvırcık kahverengi saçlarıyla, maviliklere sahip gözleriyle, o kırmızı dudakların sahibi olan adama baktı. Aralarında aniden değişen havayı hissedebiliyordu.

Tam bu düşüncelere dalmışken, Murat’ın sesi onu gerçekliğe geri çağırdı. “Şimdi şu dosyayı alıp faksla gönder.” Melek, gözlerini hızla Murat’dan ayırıp elindeki dosyaya yöneltti. “Tamam.” dedi, başını onaylar biçimde salladı. Dosyayı alıp faks cihazına doğru ilerledi. “Ben gidip hemen bunu yolluyorum. Ondan sonra ne yapayım?” diye sordu biraz şaşkın.

Murat oyun konsolunun önüne geçip otururken, “Her zaman ne yapıyorsan onu yap.” dedi rahat bir tavırla. Oyun kolunu eline aldı, ekrana baktı.
Melek omuzlarını düşürdü. Oflayarak odadan çıktı.

Faks işini bitirdikten sonra önünde duran diğer dosyalara bakmaya başladı. “Önce mavi dosyaya mı bakayım, yoksa kırmızıya mı?” diye kendi kendine düşündü. Elini çenesinin altına koydu ve konsantre olmaya çalıştı. Tam o sırada iki adamın elinde kocaman bir paket geçti. Bunu fark etmek, Melek için şu anda yapacağı en saçma işti. Bir süre daha düşünerek karar verdi. Kırmızı dosyaya bakmaya başladı.

Yarım saat sonra adamlar aynı yoldan çıktılar. Ofis telefonunun çalmasıyla bir anlık şaşkınlık ve boşluğa düşmüş gibi bir korku yaşadı. Telefonu açtı. “Buyrun, Murat Bey.” dedi dikkatle.

“Odama gelir misin? Çabuk, derhal gel.” dedi karşıdan gelen ses. Rica mı, yoksa emir mi, anlamak zordu. Melek, dağılan saçlarını toparladı, derin bir nefes aldı ve odaya doğru yürüdü. Kapıyı çalarak içeriden ses gelmesini bekledi.
“Melek Kapya, isen içeri gel. Yoksa çabuk kapının önünü boşalt.” dedi sert bir ses.

Melek gülümsedi, içine sinecek bir şeyler vardı bu sözlerde. İçeriye adımını attı ve karşısında gördükleri karşısında ağzı açık kalacağını hiç düşünmemişti. Böyle bir hediyeyi ancak Murat Arsel gibi bir adamın verebileceğini hatırlayıp bıkkın bir halde yanına yaklaştı.

_______

Yeni bölümde buluşmak dileğiyle yorumlarınızı eksik etmeyin beğenileri de. Görüşürüz canlar 🫶💞

Bölüm : 24.10.2024 13:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 29. Sabır
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...