31. Bölüm

31.Başlangıç veya Bitiş

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Beğeni yaparak başlayalım olur mu 🫶
__________

 

Bütün olayların ardından iki hafta geçmişti. Zaman, sanki bu iki hafta boyunca hem ağırdan almış hem de koşar adım ilerlemişti. Melek içinse geçen her gün, duygularıyla gerçekler arasında gidip gelen karmaşık bir serüvene dönüşmüştü. Önlenemeyen bir güçle bağlandığı bu büyük holding, ilk başta sadece yeni bir iş kapısıydı onun için. Fakat şimdi, içinde adını bile koyamadığı bir bağ, tarif edemediği bir his oluşmaya başlamıştı. Her sabah aynı binanın kapısından içeri adım attığında, kalbinin biraz daha bu yere ait olduğunu hissediyordu. Belki de sadece bir iş yeri değil, bir dönüm noktasıydı burası. Hem ekmek kapısı olmuştu ona hem de ismini koyamadığı bir gönül kapısı.

 

Esila ile yaşanan her karşılaşma, küçük çaplı laf tokuşturma arbedesine dönüşse de, Melek için bu çatışmaların pek de bir önemi yoktu. Alaylı bakışlar, ince sözler, kıvılcımlı anlar. Bunların hepsi Melek’in iç dünyasında fazla yer kaplamıyordu. Zaten Salih ile kurulamamış olan bağ, Esila’nın tutarsız tavırları sayesinde bir kez daha ve bu kez kesin olarak kopmuştu. Artık ne Salih’in gülüşü ne de gözlerindeki dalgınlık Melek’in ruhuna ulaşabiliyordu. Tüm bu yaşananlar, Melek’in duvarlarını kalınlaştırıyor, yürüdüğü yolu biraz daha netleştiriyordu.

 

Masasındaki yeşil dosyayı eline alarak aceleyle Murat Arsel'in odasına yöneldi. Saat sabahın dokuzu olduğu için, patronu henüz gelmemişti. Odaya girdiğinde bir an duraksadı. Bu oda, Murat’tan önce de bir odaydı ama şimdi onun varlığıyla bir anlam kazanmıştı sanki. Etrafı toparladı. Masa üzerindeki dağınıklıkları düzeltti. Raflarda yerinden oynamış dosyaları hizaladı. Tozları aldı. Temizliği bitirdiğinde içi de biraz olsun ferahlamıştı. Masanın kenarına dosyayı bırakarak derin bir nefes aldı. On beş dakika sonra rahat bir şekilde kendi yerine geri döndü.

 

Murat, şirkete zarar veren alışkanlıklarını bitirmek için bazı köklü değişiklikler yapmaya başlamıştı. Artık her gün saat onda geliyor, akşam da bütün çalışanlar gibi altıda paydos ediyordu. Her gelen dosyayı okuyarak, geri çevirmeden, kimseyi peşinden koşturmadan imzalıyordu. Bir zamanlar disiplinsizliğin ve umursamazlığın simgesi olan adam, şimdi Fahri Bey’in gurur duyacağı bir evlat olmaya doğru ilerliyordu. Elbette her şey kusursuz değildi. Özellikle Mahir Bey’le yapılması gereken toplantıyı kendi başına rafa kaldırması, şirkette dalgalara neden olmuştu. Murat, Mahir Bey’in güven eksikliği sebebiyle şirkete karşı geliştirdiği mesafeli tavırları fark etmişti. Bu yüzden kimseye haber vermeden, kaldığı otele bizzat giderek toplantıyı üç hafta sonraya ertelemişti. Aceleye gelmemesi gerektiğini düşünmüş, Mahir Bey’i de bu durumdan bizzat haberdar etmişti.

 

Durum bir anda değişmişti. Mahir Bey, konuyu fazla uzatmamak adına İngiltere’ye gitmiş ve daha sonra dönmek üzere vedalaşmıştı. Yaşanılan bu ani gelişmeler sonrasında herkes Murat Arsel’in aldığı kararların şirket için ne gibi etkiler doğurduğunu tartmaya başlamıştı. Herkesin fikri vardı ama en çok ses çıkaran, her zaman olduğu gibi Murat’ın sevgili kuzeni Esila’ydı. Olayı duyar duymaz adeta Murat’ın başının etini yemeye başlamıştı. Altı gün önce bütün şirketin kulaklarını tıktığı o kavga da yine onun sayesinde patlak vermişti. Sebepsiz gibi görünen ama birikmiş ne varsa patlayan o kavga, ofisin duvarlarında yankılanmıştı. Tartışmanın sonunda Salih, araya girmek isterken dengesini kaybederek duvara başını çarpmıştı. Herkes şok içerisindeydi. Bu olay, hem gülünç hem de trajik bir şekilde hafızalara kazınmıştı.

 

Fakat Esila hiç vazgeçmiyordu. Rutin olarak yaptığı, sevdiği adamı deli et ve sonra kendini affettir oyununu yeniden devreye sokmuştu. İşe gelirken elinde iki latte ile Salih’in odasına girmişti. Fakat onu yerinde bulamayınca şaşkınlıkla etrafa göz gezdirdi. Elindeki içeceklerin boşa gitmesine gönlü razı olmadığından bu kez Murat’ın odasına yöneldi. Ancak orası da boştu. Nerede bu adamlar? Bu saatte şirketin önemli adamları nereye gitmişti?

 

Merakla sekreter odasına doğru yürüdü. Hiç kimseye aldırış etmeden doğruca Hacer’in masasının önüne geldi. Sert bir şekilde sandalyeye oturdu. Hacer, gülümseyerek genç ve güzel patronuna baktı. Ne kadar sabırlıysa o kadar da kibar olmaya çalışıyordu. "Bir isteğiniz mi var Esila Hanım?" diyerek ayağa kalktı. Ses tonu, alışkın olduğu bir ezberi tekrarlar gibiydi. "Evet canım, ne yazık ki bir isteğim var." dedi Esila, elindeki fincanla burnunun üstünü kaşıyarak. Gözlerinde yorgun ama kararlı bir ifade vardı. Dudaklarının kenarında alaycı bir kıvrım belirmişti.

 

"Murat nerede?" dediği anda Melek, başını kaldırmadan dosyaya gömülmüş şekilde cevap verdi. O an keşke hiç konuşmasaydı. "Toplantıya gitti." dedi. Sesi ne sertti ne de yumuşak. Sadece bilgi veriyordu. "Sana mı sordum? İşine bak sen." Esila'nın sesi bu kez net bir şekilde itici tondaydı. Oda bir anda buz kesmişti. Melek başını hafifçe sallayarak, tamam der gibi yeniden dosyasına döndü. Tepki vermemişti ama içten içe bu küçük düşürme çabasının ne kadar saçma olduğunu düşünüyordu.

 

Esila, onun bu tepkisizliğini umutsuz vaka olduğuna dair bir işaret olarak yorumladı. Zaten uzun süredir onunla ilgili kafasında tek bir yargı vardı. Ne yaparsa yapsın, Melek’in oralı olmayışı onu çıldırtmak için yeterliydi. Yine de pes etmeyip Hacer’e döndü. "Murat nerede? Hangi toplantıya gitti?" diye tekrarladı. Gözleri Hacer’in gözlerine sabitlenmişti. Beklediği cevabın gelmesi için nefesini tutuyordu adeta.

 

Hacer bu kez duraksadı. On saniye sessizlik oldu. Sonra dudaklarını aralayarak konuştu. "Bilmiyorum." dedi.
"Salih de odasında yok." diye ekledi Esila, bu kez dudaklarını bükerek. Ses tonu sinirliydi ama alttan alta endişeli bir merak taşıyordu.

 

"İnanın hiç bilmiyorum. Bana çıkarken haber vermediler." dedi Hacer, omuzlarını hafifçe silkerek. Esila, masadan sertçe kalktı. Ayak sesleri taş zemine vururken odada yankılandı. Kapıya yöneldi. Melek’in göz ucuyla bile bakmaması onu delirtmişti. Sanki orada hiç yokmuş gibi davranılması, her şeyden daha fazla canını yakıyordu.

 

Kapıdan çıkarken kendi kendine mırıldandı. Sözleri boğazına düğüm olmuştu ama içinde taşıdığı o öfke sessizliğe sığmayacak kadar büyüktü.

Aslında genç ve asi sekreterin yaptığı her şey, hatta varlığı bile Esila’yı deli ediyordu. O yürürken çıkardığı ayarsız topuk sesi, klavyeye vururkenki o rahat ritim, cevap verirken dudak kenarına yerleşen hafif alay... Her biri sinirlerini lime lime ediyordu. Esila için Melek yalnızca bir sekreter değildi. Tehditkar bir varlıktı. Gölge gibi sessiz ama zihin işgal eden bir tehdit.

 

Bardağı taşıran ise, bu sabah elinde kahveyle içeri girip Salih’i odasında bulamaması olmuştu. Üstelik Murat da yoktu. Hacer’in ağzından kelimeleri kerpetenle almaya çalışmak bile sabrını eritmişti. Damarları gerilmiş, iç sesi bağırarak Melek’in soğukkanlılığını kırmak için bin takla atar hâle gelmişti. Artık tahammülü kalmamıştı.

 

"Hacer, al şu kahveleri çöpe at." dedi. Sesi buğulu bir bıkkınlık taşıyordu. İki latteyi masanın üzerine bırakıp hızla odasına girdi. Gözlerinde fırtına vardı. Dudakları ince bir çizgiye dönüşmüş, yüzüne öfkeyle birlikte bir inat da yerleşmişti. İçeri girer girmez şirket telefonunu çevirdi. Parmakları, numaraları sanki karşısındaki yüzmüş gibi bastı. Hızlı, net ve sabırsızdı.

 

Sekreter masasındaki ışık yanar yanmaz, Melek istemsizce iç çekti. Ahizeyi kapatmadan önce gözlerini tavana çevirdi. “Başlıyoruz...” dedi içinden. Ardından bıkkın bir edayla yerinden kalktı. Ayaklarını yere sürerek yürüdü. Sanki zemindeki fayanslar onun ayak seslerine kulak kabartmış gibiydi. Adımlarında belaya gitmenin sessiz çığlığı vardı. Kapıyı tıklatmadan girdi. Odanın içindeki hava, Esila’nın sinirleriyle birlikte iyice ağırlaşmıştı. Esila, elindeki pahalı markalı kalemi parmakları arasında çeviriyor, boş bir A4 kağıdına anlamsız şekiller çiziyordu. Gözleri kaldırmadan konuştu. Ses tonu beklenenden daha sakindi. Ama içinde sinsi bir kıvılcım gizliydi.

 

“Ben bu holdingde ne yapıyorum?” diye sordu. O kadar sıradan ve sade bir cümleydi ki, ilk anda Melek'in kafasında yankılanmadan geçti. Ancak içindeki merak, cevaba olan açlık öyle yoğundu ki, Melek’in tepkisini gözlemlemek için bakışlarını sabitledi. Cevabı merak etmekten çok, kendi kurduğu oyunun nasıl işleyeceğini izlemek isteyen bir aktris gibiydi.

 

Melek başını hafifçe kaldırdı. Yüzüne sinsice bir tebessüm yayılırken dudaklarını kıpırdattı. “Gördüğüm kadarıyla Salih Bey’in hayatını karartmakla meşgulsünüz.” dedi. Sesi netti. “Ve peşinden koşmakla.” Gözlerini kıstı. “Ayrıca etrafınızda sizin için tehlike arz eden herkesi yok etmeye çalışıyorsunuz.” Gözlerinin içine baktı. Gözlerinde korku yoktu. Sadece haklılığın verdiği bir dik duruş.

 

Esila önce bir an dondu. Kalemi düşürmedi ama çizdiği şekil tamamlanamadı. Melek’in bu beklenmedik netliği karşısında yüzü gerildi. Ama alışık olduğu bir taktik vardı. Güçlü görünmek. Bu yüzden sandalyesinden sertçe doğruldu. Ardından kahkaha attı. Yapay, yüksek ve tiz bir kahkaha. Sinirlerini kontrol etmek için sesini abartmak zorunda kalmış gibiydi. “Senin düşüncen bu şekilde yani.” dedi. Başını hafif eğerek.

 

“Evet. Bu şekilde.” Melek dimdik ayakta duruyordu. Esila, dudaklarını kıvırarak sandalyesine geri döndü. Bacak bacak üstüne attı. Sağ elini destek alarak çenesine koydu. Gözleri hâlâ Melek’in üzerindeydi. Ardından kıkırdar gibi yaptı. “O zaman...” dedi, sesi sakince alaycıydı. “Ego yüklenmiş popona söyle. Canımı sıkmasın. Uslu bir çocuk gibi yerine otursun.”

 

Bu söz, odadaki havayı keskinleştirdi. Sanki cam bir bardağın içinde iki kedi kıpırdamadan birbirine bakıyordu. Melek duraksamadı. O da hafifçe başını eğdi. “Ağzımdan aldınız.” dedi. “Ben de sizin için aynısını diyecektim. Sit down plase butt...” Son kelimeyi özellikle bastıra bastıra söyledi. Sesi tıpkı Esila’nın bir dakika önceki tınısıyla aynıydı.

 

Esila bir anda ayağa fırladı. Gözlerinde öfke kıvılcımları çaktı. Masaya doğru bir adım attı ve masasındaki telefonu eline aldı. “Bana bak seni kovdururum. Bitiririm seni, sekreter!” dedi. Sesi tıpkı kaynar su gibi haşin, ani ve buharla doluydu. Ardından hiç tereddüt etmeden numaraları tuşladı. Telefonu kulağına götürürken gözlerini Melek’ten ayırmadı.

 

Melek, dışarıdan soğukkanlı görünse de içinde bir kasırga kopuyordu. Kovulma fikri, şimdiye kadar yaşadığı onca şeyin üzerine tuz basmak gibiydi. Bu şirkette kalmak için verdiği emek, çektiği stres, içine attığı gurur... Şimdi hepsi tehlikeye giriyordu. Ama yine de bedenine hükmetti. Sesini çıkarmadı. Elleri kenarlarında sabit, gözleri bir noktada donuk. Gurur denilen o eski ve köhne varlık, adeta onu zincirlemişti.

 

“Dayı. Bir sekreterin kovulması için senden izin istiyorum.” dedi Esila. Telefonun diğer ucundaki ses beklenenden farklıydı. “Kim benim güzel kızımı kızdırdı.” dedi Fahri Bey, yorgun ama sevecen bir tonda. Esila hemen duraksamadan cevap verdi. Dudaklarına sinsice bir gülümseme yerleşmişti. Melek’in gözlerinin içine baka baka konuştu. “Melek Kapya tabii ki. İş ile alakası yok. Kovmak için izin istiyorum, amcacığım.”

 

Fahri Bey birkaç saniye sessiz kaldı. Bu sessizlik, telefondaki tüm odayı sardı. Ardından ses yükseldi. “Sen aklını mı kaçırdın?” dedi. Tonunda kızgınlık değil, hayal kırıklığı vardı. “Melek Hanım kovulursa, Murat işe gelir mi sanıyorsun? Her gün şirkette senin de kovulman için rica ve teklifler sunuyorlar.”

 

Esila bir anda şaşırdı. Cevap veremedi. Gözleri Melek’le buluştu. Ama bu kez üstünlük onun değildi. Dudaklarını kıstı.
“Dayı...” dedi ama Fahri Bey sözünü kesti. “Az geldi tatil herhalde. Sen hiç çalışanların kovulması için çaba harcamazdın. Kuzenini mi örnek alıyorsun artık?” dedi. Sesindeki hayal kırıklığı netti. Esila elindeki kalemi masaya bıraktı. Nefesi düzensizdi.

 

“Dayı diyorum... Off ya, tamam kapatıyorum!” diyerek telefonu sinirle kapattı. Ahizeyi neredeyse yere çalacak şekilde yerine koydu. Parmakları beyazlaşıncaya kadar kenarına bastı. Dudakları sinirden titriyordu.

 

Odanın içine bir sessizlik çöktü. Savaş bitmemişti ama bu round, Melek’in lehine sonuçlanmıştı. Esila’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Melek ise sessizce geri döndü. Yavaşça kapıyı açtı ve kapatırken, göz ucuyla bir kez daha Esila’ya baktı. Artık korkusunu değil, kararlılığını taşıyordu. Geri adım yoktu. Bu savaş yeni başlıyordu. “Salih benim, anladın mı?” diye bağırdı Esila. Gözleri alev gibi parlıyor, kaşları çatılmış halde Melek’in üstüne doğru yürüyordu. Ayakları yere öfkeyle çarpıyor, sesi adeta duvarlara tırmanıyordu.

 

Melek derin bir nefes aldı. Gözlerini kıstı. Bu kadının bitmek bilmeyen kıskançlık nöbetlerine artık tahammülü kalmamıştı. Konuşurken sesi titremedi, hatta beklenmedik bir sakinlikle kelimeleri döktü.

 

“Yeter. Anladım. Salih senin. Sende yalvarıyorum şunu anla ben Salih Bey'i istemiyorum.” dedi, hafifçe başını eğerek. “Zaten ben ilgilenmiyorum sevdiğin adamla. Çocuk gibi ‘benim, benim’ demekten vazgeç. Ayy, on beş günde valla daraldım. Adamı öldürmemişsiniz, çok şükür.” Bir an durdu, gözlerinin içine baktı. “Sizi istemiyor. Daha nasıl anlatabilir? Yüz bile vermiyor. Demek ki kalbinde size yer yok.”

 

Sözleri keskin bir bıçak gibi Esila’nın kulaklarında çınladı. Gözleri büyüdü. Öfkesini bastıramadı. Yumruklarını sıktı.
“Ne dedin?” diye hırladı adeta. “Bana çocuk mu dedin? Hem sen ne anlarsın kalbinde bana yer olup olmadığını?”

Melek, dudaklarının kenarını hafifçe yukarı kaldırdı. Artık sabrının sınırındaydı. Elini yavaşça göğsünde bağladı. Başını hafifçe yana eğerek konuştu. “Evet. Çocuk dedim. Çünkü önümde itiraz kabul etmeyen bir hakikat var.” dedi. Ardından kararlı ve ölçülü adımlarla arkasını döndü. Sakin bir şekilde yürümeye başladı.

 

Esila’nın nefesi hızlandı. İçindeki öfke artık taşmak üzereydi. Kendisini durduramadı. Kontrolünü tamamen kaybetmişti. Melek’in arkasından hızla atıldı. Ardından geldiği gibi, hiç düşünmeden, Melek’in gömleğine arkadan asıldı. Kumaş, aniden yırtıldı. Parçalanan pamuklu gömlek, çıtırtı sesiyle birlikte omuzlardan sıyrıldı ve sırtını açıkta bıraktı.

 

“Lanet olsun. Sen ne yaptın?” dedi Melek, bir anda irkilerek. Sırtına eliyle dokunduğunda parçalanmış kumaşı hissetti. Şaşkınlık içindeydi ama gerçek anlamda şoka giren kendisi değil, Esila’ydı. “Sırtın... Neden o halde? Mosmor.” dedi Esila. Elleri istemsizce titriyordu. Gözlerini inanamayan bir bakışla Melek’in sırtına dikmişti. Nefesi kesilmiş gibiydi. “Ne???” dedi Melek. Ses tonu bu kez yükselmişti. “Parçaladın. Şimdi de neden o halde mi diyorsun? Gerçekten... Sen beni delirten insanlardan birisin. Kavga mı istiyorsun? Tamam!”

 

Esila bir adım geriye çekildi. Ellerini göğsünde birleştirdi. Şimdi kalbinin sesi baskın çıkmaya başlamıştı. Pişmandı. Bunu bu şekilde yapmak istememişti.

“Özür dilerim.” dedi yavaşça. “Ben böyle olsun istemedim.” Sesinde samimiyet vardı. Etrafına bakındı. Odadaki askılıkta asılı olan kendi ceketini aldı. Titreyen elleriyle Melek’in omuzlarına örttü. Gömlek yırtığı görünmesin diye özenle düzeltti. Ceket büyük gelmişti ama örtü olmuştu.

 

“Açıyor mu?” diye sordu kısık bir sesle. “Kim yaptı bunu sana? Aile şiddeti gibi bir durum varsa... Yani... Yardım edebilirim. Gerçekten. Bütün gücümle.”

Melek bir an durdu. Şaşkındı. Karşısındaki kız bir anda başka birine dönüşmüştü. O her şeye bağıran, burnundan kıl aldırmayan, bencil gitmiş, yerine empati yapmaya çalışan biri gelmişti. Ama Melek’in zihninde ilk beliren şey yardım değil, sırrın ifşa olması ihtimaliydi. Bu kız, Vasfiye Teyze gibi öğrenince anlatanlardan biriydi. Ağzında tutmazdı. Hele böyle bir şeyi asla saklamazdı.

 

Sırtında morluklar vardı evet ama acısı yok denecek kadar azdı. Asıl acı, her defasında susarak katlandığı çaresizliğiydi. Morluklar geçerdi ama konuştuğunda olacakların izleri daha derin olurdu. Dudaklarını ısırdı. Derin bir nefes aldı. Esila’nın gözlerinin içine baktı. Kararını vermişti. Yalanla değil, ama ölçülü bir doğrulukla konuşacaktı.

 

“Canım yanmıyor. Merak etme.” dedi sessizce. “Kadınlarla konuşmak yerine kavga eden biri tarafından yapıldı. Ama şimdi daha iyiyim. Sakın kimseye söyleme. Bu aileyle alakalı değil. Ve lütfen... Bu durumu kullanma.”

 

Kelime kelime konuştu. Her biri uyarıydı. Gözlerindeki keskinlik, sözlerine karışan tehdit gibiydi. Esila ise ağzı açık Melek’e bakıyordu. Sanki biri gelip kendisine tokat atmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. “Hadi ama.” dedi Melek, başını hafifçe sallayarak. “Bu şekilde donarak bana yardımcı olduğunu mu sanıyorsun? Sonrasını düşünmeyen bir sekreter için bu kadar ince davranış... Umursamaz karakterine hiç uymadı. Sadece acı vermeyen morluklar var.” diye ekledi. Gülümsedi. Yorgun ama sakin bir gülümsemeydi.

 

“Be-ben...” dedi Esila, kekeler gibi. “Tekrar tekrar özür dilerim. Ceketim sende kalsın. Söz veriyorum, sana yeni bir gömlek alacağım. Bu aramızda kalacak. Emin olabilirsin.” Gözlerinde hala şok vardı ama artık içine küçük bir suçluluk yerleşmişti. Dudaklarına, içten bir pişmanlıkla örtülü bir gülümseme yerleşti. “Bir durum varsa... Yani gerçekten varsa, bana anlatabilirsin. Yemin ederim seni desteklerim.” dedi.

 

Melek gözlerini kaçırdı. Az önceki çatışmanın ardından gelen bu ani empati, onu duygusal olarak zorlamıştı. Gözleri hafifçe doldu ama göstermek istemedi. Burnunu çekti, cümlelerini toparladı.

 

“İlla normal konuşmamız için gömleğimin yırtılması mı gerekiyordu?” dedi. Gülümsedi. “Kendimi sana yanlış aksettirdiysem... Kusura bakma. Salih Bey’e karşı tek hissettiğim şey... İyi kalpli biri olduğu.” Gözleri hafifçe yere kaydı. “İlk zamanlar... Küçük de olsa, duygusal anlamda bir şeyler hissettim. Belki de yeni bir ortama geldiğimde yaşadığım boşluktu. Çok yardımcı oluyordu. Aklım karıştı. Ama sonrası yok. Geldi ve gitti. Saçma duygular işte.”

 

Konuşurken sesi kararlıydı. Ama gözleri başka bir şey söylüyordu. “İnan ve peşimi bırak.” diyordu adeta. Esila'nın içinde bir taraf bu sözlere inandı. Diğer taraf ise hâlâ şüpheyle doluydu. Ama Melek’in bu kırılgan ve dürüst hali, bütün çocukça davranışları için özür dilemesi gerektiğini düşündürdü ona.

“Teşekkür ederim.” dedi sadece. Sesi yumuşaktı. Bu iki kelime şimdilik bir uzlaşma işaretiydi. Ama bu konuşma son değildi. Bir devamı olacaktı. Esila bu öğrendiği sırrı saklamak yerine, anlatmak için sabırsızlanmaya başlamıştı bile. Söz verdi ama içi kıpır kıpırdı. Sadece doğru kişiyi bulması gerekiyordu.

 

Omzundaki ceketin kollarından ellerini geçirdi. Fermuarı, gömleğin iki düğmesi gözükecek kadar çekti. Aynada kendine son bir kez baktı. Gözlerinin altındaki hafif kırmızılığı eliyle sildi. Ardından toparlanmış bir yüzle Esila'ya başını salladı. “Müsaadenle.” dedi. Ve kapıya doğru yöneldi. İçeri girdiği o öfkeli hâlinden eser kalmamıştı. Sessizce odadan çıktı. Geriye sadece ağırlaşmış bir hava ve Esila'nın yüzünde silinmeyen bir iz bırakarak.

 

Esila’ya güvenmiyordu. Yaptığı hareketten pişman olduğuna emindi. Gözlerindeki utanç, omuzlarındaki çökkünlük, ses tonundaki pişmanlık bunu açıkça gösteriyordu. Ama bir yerlerde, içinin derinliklerinde, Melek’in sesi yankılanıyordu: Bu kız bunu birilerine anlatacak. Susmaz. Susamaz. Böyle bir sırrı elinde tutacak biri değildi Esila. Dili kaşınır, içi şişer, sonunda yanlış zamanda, yanlış kişiye patlayıverirdi. Bu yüzden onunla ilgili şimdilik temkinli olmaya karar verdi. Sekreter odasına geçmeden önce bir şeyi kontrol etmeliydi.

 

Adımlarını hızlandırdı. Parmak uçlarında ilerleyerek, Murat Arsel’in odasının kapısına geldi. Bir an duraksadı ama sonra tereddüt etmeden kapıyı çaldı. Girdiği odada onu pencere önünde buldu. Adam dışarıda, bulutların griye çalan tonları arasında süzülen sisli manzaraya bakıyordu. Telefonu kulağındaydı. Sesini hafifçe yükselterek konuşuyordu. Melek bir an kulak kabarttı. Hakan’la konuşuyordu. En yakın arkadaşı, yıllardır hayatında olan o adam. Gülümseyerek birkaç kelime daha söyledi ve sonra kahkaha attı.

 

Melek bir an donakaldı. Karşısında bambaşka bir Murat vardı. Lacivert, dar kesim spor gömleği üzerine oturmuştu. Gri kumaş pantolonu, boyuna uygun ve şıklığından ödün vermeyecek şekilde dikilmişti. Omuzları geniş, duruşu dik, görünüşü dergilerdeki stil ikonu erkeklerden farksızdı. Saçları tam ense hizasında bitiyor, doğallığını kaybetmeden dalgalı ve kıvırcık bir şekilde alnının kenarına düşüyordu. Işığın geliş açısına göre gözlerinin içi parlıyor, ona bakan herkesi bir süreliğine dünyadan koparıyordu. Melek’in içi sıkıştı. Şimdiye kadar bu adamı nasıl fark etmediğine şaştı. Nasıl olur da bu kadar görmezden gelmişti? Tipsiz diye etiketlemişti. Kaba, soğuk, uzak. Oysa şimdi karşında duruyordu. Gerçek ve fazlasıyla etkileyici.

 

Kendisini toparlamaya çalıştı. Bir adım attı. Sonra bir adım daha. Ama Murat onu fark etmiyordu. Telefonda ne konuşuyorsa, dünyayla olan bağını kesmiş gibiydi. Melek biraz daha yaklaştı. Kısa ve kısık bir sesle seslendi.

“Efendim.” dedi. Hiçbir yanıt gelmedi. Murat dışarıya, uzaklara bakmaya devam etti. Melek sesini bir ton yükseltti.
“Efendim.” dedi tekrar. Ama yine bir yanıt yoktu. Her adımda adamın parfüm kokusu daha yoğunlaşıyor, burnuna çarpıyordu. Sert ve erkeksi bir kokuydu. Fazlasıyla baskın. Melek’in alerjisini tetikleyen bir koku türüydü. Bitkisel ve meyveli içerikli birçok bakım ürünü ona dokunuyordu. Bir haftadır da alerji ilaçlarını ihmal etmişti. Sonuç olarak, bu yoğun koku karşısında burnu kaşınmaya başladı. Hapşırmak üzereydi. Direndi ama dayanamadı.

 

Hapşırdı.

 

Murat irkildi. Yavaşça arkasını döndü. Gözleri, burnunu sağa sola kıpırdatarak burnunun üstünü kaşımaya çalışan Melek’in üzerinde gezindi. Bir an durdu. Sonra telefonu kapattı. Masanın üstünden bir peçete alıp sessizce ona uzattı. “Teşekkür ederim.” dedi Melek. Sesi kısık, hafif mahcup. O sırada yeniden hapşırdı. “Efendim. Saat üçte toplantı salonunda olmanız gerekiyor.” dedi ve hemen ardından tekrar hapşırdı. Bu kez Murat’ın yüzünde hafif bir gülümseme oluştu.

 

“Tamam gideriz. Sen önce bir sakin ol. Sonra yemek davetim için saat kaçta seni alacağımı söyle.” dedi. Muzipçe saçlarını kaşıdı. Gözleriyle onu süzüyor, yüzündeki şaşkınlığı izliyordu. “Bana kızgın olduğunu biliyorum.” dedi hafifçe sesini düşürerek. “Randevulaştığımız gün Esila için üzülmüş. Onun yemeğe gitme isteğini geri çeviremedim. Bir daha olmayacak.” Sözlerinin sonunda gözleriyle sıcak bir temas kurdu.

 

Melek başını hafifçe eğdi. Gözlerini kaçırdı. “Hiç de umurumda değil. Bana ne. İyi ki de seninle yemeğe gitmedim.” dedi. Söylediğiyle düşündüğü birbirini tutmuyordu ama sesi kendinden emindi. Ardından ekledi. “Siz iki hafta önce beni yemeğe davet ettiniz. Sonra da benim yerime Esila’yı götürdünüz. Hiç umurumda değil.”

 

Murat birkaç adım daha yaklaştı. Aralarındaki mesafe daraldı. Gözleri, Melek’in göz bebeklerine odaklandı. O tanıdık, çapkın gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. “Sanki ucundan kıskançlık alıyorum.” dedi. Elleri cebindeydi. Rahat ama dikkatliydi. “Bu durum mutlu etti beni. Hem de fazlasıyla.” dediği gibi parmağını uzattı ve Melek’in burnunun ucuna hafifçe dokundu. Melek’in yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Elini burnuna götürüp gözlerini kırpıştırdı. Gözlerinde şaşkınlık ve utanma vardı.

 

“Murat Bey. Düşünmek için bana zaman verin.” dedi. Dudağını ısırdı. Utangaçlıkla karışık bir cümle daha döküldü dudaklarından. “Yani yemek için sunduğunuz çıkma teklifini...” diye mırıldandı. Sonra toparladı. “Öncelikle açıklık getireyim. Ben sizi kıskanmadım. Bu yüzden normal seviyede, patron ve sekreter olarak, yemek teklifinizi kabul edeceğim. Belki de etmeyeceğim. O anki ruh halime bağlı. Başka bir şey yoksa ben gideyim.” Cümlesi daha yeni bitti ki Murat birden onun iki yanına geçti. Yüzünü elleri arasına aldı. Şefkatli ama kararlıydı.

 

Melek’in vücudu irkildi. Titredi. Yaprak gibi bir titremeydi bu. Ne yapacağını bilemedi. Heyecan doruktaydı. Bir adamın elleri arasında, bu kadar yakınında, hiç bu kadar savunmasız kalmamıştı. Ama bir o kadar da garip bir huzur hissediyordu. Hoşuna gitmiş miydi? Fazlasıyla.

 

“Şimdi cevap ver bakalım. Benimle yemeğe gelecek misin?” dedi. Gözlerinde çapkınca bir gülümseme vardı. Onu konuşturmak, utandırmak, yüzündeki o kızarıklığı görmek için soruyordu bunu. Ve bu halinden zevk alıyordu.

 

Melek gözlerini kaçırdı. Yutkundu. Kaçmak istiyordu ama Murat’ın elleri kaçış yollarını kesmişti. Adam bir adım bile geri atmıyordu. Melek, ellerini adamın göğsüne bastırıp uzaklaştırmak istedi ama Murat hiç kıpırdamadı.

“Rica ediyorken bırak yüzümü. Ahtapot olduğunu düşünmeye başlayacağım.” dedi. Sözlerinin ardında hafif bir kızgınlık saklıydı ama ses tonu hâlâ yumuşaktı.

 

Murat bu kez yanaklarına iki avucunu bastırdı. Melek’in yüzü şişmiş bir balon gibi olmuştu. Hafifçe gülümsedi.

“Kızların seksi olmak dışında, tatlı olabileceğini sayende öğrendim.” dedi. Sözleri sıcak, biraz da hayranlık doluydu. “Teşekkür ederim asi külkedisi.” dediği gibi başını eğdi. Kızın saçlarına hafif bir buse kondurdu. Sonra ellerini yavaşça bıraktı. Teslim olmuş gibi, gönüllü bir vazgeçişle yanından birkaç adım uzaklaştı.

 

Melek nefesini tuttu. Gözlerini kapattı. Kalbi deli gibi atıyordu. Ellerini yanlarına indirip kendini toparlamaya çalıştı. Aynı odada kalmak, şu an Murat’a yakın olmak bile onu sarsıyordu. İçinde büyüyen bu garip duygu, her zamankinden güçlüydü. Ve bir şekilde onu değiştiriyordu. Yavaş ama etkili bir şekilde.

 

Melek elini panikle başına koydu. Parmakları saçlarının arasına daldı, gözleri büyümüş, kalbi küt küt atarken sanki bulunduğu odayı tamamen unutmuş gibiydi. Sesindeki titremeyi bastırmaya çalışarak bağırdı. "Sen ne yaptın?" dedi, öfkeyle adama doğru yürürken. Hızlı adımları, topuklarının sert zemine çarpmasıyla yankı yaptı. Dizginlemeye çalıştığı siniri, gözlerinin içine yerleşmişti.

 

Murat bir adım geriye çekilmedi. Aksine, omuzlarını biraz daha geriye atarak kendinden emin bir şekilde dikildi. Dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. "Çok mu basit duruyorum karşında?" diye sordu Melek. Bu soru, aslında bir itiraf gibi yankılandı odada. Yaralanmış gururunun içinden fırlamış bir çığlık gibiydi.

 

Murat gözlerini Melek’in gözlerinden ayırmadan, başını hafifçe eğerek gülümsedi. "Tam tersine..." dedi yavaşça. "Basit gördüğüm hiçbir kadının saçlarını öpmem. Daha farklı yerleri varken, neden masum bir öpücük ile taçlandırayım." Sözleri bıçak gibi kesiciydi. Göz kırptı. Sanki her kelimesi, bir meydan okumaydı.

 

Melek'in yüzü bir an dondu. Sonra gözleri kısıldı. Bir adım geri çekilerek aralarındaki mesafeyi açtı. Gözleri, nefretle alev aldı. "Bir daha ağzını yerinde görmek istiyorsan. Her yerinin ayrı oynamamasına dikkat et. Çekirge misali iki kere zıplayıp üçüncüde tahtalı köyü boylarsın." dedi. Sesi çatallıydı, tehditkardı.

 

Nefes alışverişi hızlanmıştı. Bu adam, ciddi anlamda baş belası olabilecek bir potansiyele sahipti. Hatta belki de sadece potansiyel değil, doğrudan baş belasıydı.

"Bu aptal anı kafamdan sileceğim." dedi, kendine daha çok söyler gibi. Derin bir nefes aldı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Ama bu kolay olmayacaktı. İçinde bir şey, karmakarışık olmuştu.

 

"Lakin sen de kafandan sileceksin, anlaştık mı?" dedi, gözlerini Murat’ın gözlerinden ayırmadan. Sesi kesin, net, tartışmaya kapalıydı. Murat bir eliyle ensesini ovuşturdu. Ardından yine o gülümsemesini takınarak, umursamaz bir edayla cevap verdi. "Bana karışmana izin vermiyorum..." dedi. Sonra hafifçe eğildi. "Bana bak, kahverengi saçlarını öptüğüm asi külkedisi. Dudaklarını öptüğüm zaman bana hesap sor. Şimdi o hakka sahip değilsin..."

 

Melek’in sinir sistemi gerildi. Damarlarındaki kan ateş gibi dolaşmaya başladı. Dudağını ısırdı, gözlerini kısıp tehditkar bir ses tonuyla konuştu.

"Ne, ne, ne? Bir daha bana yaklaşırsan, seni en yakın mezarlığa gömerim. Kimse de bulamaz." Kaşlarını çatmıştı. Söylediklerinin doğruluğuna içtenlikle inanıyordu. Murat başını yana eğdi. Dudakları hafifçe aralandı. İçten içe eğleniyor gibiydi.

 

"Kulağa hoş geliyor. Üçüncü sayfa olarak gazetelerde çıkabilir. Flaş, flaş, flaş... Deli sekreter, yakışıklı patronunu öldürdü." Masaya vücudunu dayadı. Oyun devam ediyordu. "Yemeğe kaçta çıkalım? On iki mi, bir mi olsun?" dedi, sanki az önceki tehdit hiç yaşanmamış gibi.

 

Melek, gözlerini kısmış, sabrını sonuna kadar zorlayan bir sabitlikle adama baktı. "Dalga geçiyor olmalısınız. Sizinle yemeğe gelmiyorum." dedi, dudakları neredeyse titriyordu ama sesi kararlıydı.

 

Murat başını salladı, yüzündeki sırıtışı daha da derinleşti. "Ya güzel bir öğle yemeği yeriz. Ya da yakışıklılığıma aşık olmamak için yaptığın beyhude çabayı herkese anlatırım."

 

Sözleri gerçekten ciddiydi. Ve Melek bunu sezmişti. Kalbinde bir sarsıntı oluştu. Ama bunu göstermek istemiyordu. Dimdik durdu. Murat’ın önüne geçti.

 

"Yalan. Kimse senin yalanına inanmaz." dedi. Kaşını kaldırdı. Ardından hızla arkasını döndü. Bu odada kalmasının artık hiçbir anlamı yoktu. Murat ise ardı ardına gelen her tepkisine gülerek karşılık verdi. "Belki bana inanmazlar. Ama kafalarını kurcalamış olurum. Toplum dayatmasıyla benden hoşlanırsın."

 

Melek’in omuzları düştü. On beş gündür uğraştığı insanların bakışları, dedikodular, söylentiler... Her biri onun canını yakıyordu. Murat’ın bu tavrı, işleri daha da karmaşık hale getirebilirdi. Saatine baktı. Gözlerini bir kez daha Murat’a dikti. "Saat bir olunca yemeğe çıkarız. Şu anda saat on bir buçuk. Bir buçuk saat sonra şirket telefonundan arayarak, ayrı ayrı şirketten çıkarız. Sizinle birlikte görünmek istemiyorum. Görüşmek üzere, ucuz ve bayat tehditlerin patronu."

 

Ardını döndü ve hızlı adımlarla çıktı. Arkasından gelen sesi ise duymazdan geldi. "Ucuz ama çıkmayı kabul etmeni sağladı. Görüşmek üzere Bayan Kapya..."

Murat’ın kahkahası odayı doldururken, Melek kapıyı sertçe kapattı. İçinde patlamak üzere olan duyguları bastırmak için yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu ama bir an önce oradan uzaklaşmalıydı.

 

Kimsenin uğramadığı merdivenlere yöneldi. Burası sessizdi. Her katta üç asansör varken, bu köşedeki merdiven genelde unutulmuş olurdu. İlk defa bir erkeğin saçmalaması, kalbini bu kadar savunmasız hale getirmişti. Kalbi, sudan çıkmış balık gibi çırpınıyordu. Delilikti bu. Ama nedense hoşuna gidiyordu.

 

Elini cebine attı. Telefonunu çıkardı. Parmakları Sibel’in numarasını tuşladı. Üçüncü çalmada cevap geldi. "Sibel. İnanılmaz bir şey oldu. Hem çok sinirli, hem çok mutluyum. Hem dövmek istiyorum, hem de yanımda kalsın. Daha halen kalbim çok hızlı atıyor." Kalbine bastırdığı eliyle, onu yatıştırmaya çalışıyordu.

 

Diğer ucundaki ses yorgundu ama endişeliydi. "Yine ne oldu? Biriyle kavga mı ettin, ya da dövdün mü? Şu anda hiç iyi değilim. Beni heyecanlandıracak bir şeyler söyle." Melek, nefesini tuttu. Dudakları arasından dökülmek üzere olan kelimeleri seçmeye çalışıyordu.

"Galiba... Yani kalbim bana oyun oynamıyorsa. Ben..."

 

Tam o sırada duyduğu kapı sesiyle irkildi. Refleksle arkasına baktı. Ona doğru gelen adamı gördüğü an, telefonu elinden kaydı. Ekranı açık halde merdiven boşluğunda aşağı süzüldü.

 

Geriye bile bakmadan, bir kat aşağı koştu. Kalbi hızla atıyor, beyninde yankılanan tek şey “kaç” emriydi. Bağırmak istiyordu. Çığlık atmak. Ama sesi yok olmuştu. Boğazı düğümlenmişti. Korkudan, kasları kasılmıştı.

 

Arkasından sinsice yaklaşan adam, gülümseyerek yumruğunu sıktı. Sonra bir anda gevşetti. Dört basamak birden atlayarak Melek’in saçlarına hoyratça yapıştı ve bütün gücüyle onu geri savurdu. Omzuna gelen sert bir darbe sonucu Melek, on basamaklı merdivenden aşağıya yuvarlandı.

 

Yerde kıvranırken elini telefona doğru uzattı. Ama telefon yoktu. Sadece nefes alıyordu. Sesi vardı ama işe yaramıyordu. Karnına aldığı bir tekme, tüm vücudunun kasılmasına neden oldu. Yerde kıvrandı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

 

O sırada, yerde açık kalan telefon hâlâ bağlantıdaydı. Sibel, Melek’in sesini duyduğunu sanarak konuşmaya devam ediyordu. "Alo Melek. Orada mısın? Melek, seni tanıyorum. Beni korkutmak için sesler çıkarma. Çok korktum. Şimdi öleceğim. Hadi Melek. Ne diyeceksen çabuk söyle. İşim var."

 

Melek, saçlarından çekilerek yeniden basamaklara kadar sürüklendi. Ardından adam, onu ayağıyla hafifçe merdivene iterek ikinci kez yuvarlanışını izledi.

"Melek. Vallahi işim var. Söyleyeceğini söyle. Nedir seni bu kadar mutlu eden?"
On beş saniye sustu. Hiçbir ses duymadı. Devam etti. "Annem akşam için sarma sardırıyor. Akşam görüşürüz. Mutlaka yemeğe gel canım. Akşam uzun uzun konuşuruz. Şimdi sarmalara yardım edeyim diye beni çağırıyor. Kocaman öptüm."

 

Sesi kapandı. O sırada nasırlı bir el, telefonu aldı. Kapatıp cebine koydu. Ardından keyifle Melek’in hareketsiz bedenine doğru yürüdü. Ayak sesleri ağırdı. Acele etmiyordu. Zamanı varmış gibiydi. Her adımı bir sona yaklaşıyordu.

 

Saklanan gerçekler, artık karanlık bir gerçeğin parçası olmuştu. Belki Melek, bu oyunun nereye varacağını bilseydi çok daha önce konuşurdu. Haykırırdı. Direnirdi. Ama artık çok geçti.

 

______

 

Yorum ve beğeni yapmayı sakın unutmayın. :)

 

Bölüm : 25.10.2024 13:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 31.Başlangıç veya Bitiş
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...