32. Bölüm

32. Ölüm Kalım

Yalives Doğan
kambersizyazar

Yorum ve beğeni yapmayı lütfen es geçmeyin.


Başlayalım

______

Murat Arsel için bugün farklı bir gündü. Her zaman onu sinir eden kuzenini şimdi kendisi ziyaret ederek sinir edebilirdi. Onun mantığında mutlu olmak, bir başkasının sinir olacağı şeyleri yapmak için ele geçirilen bir fırsattı. İnsanlar mutlu ve üzgün olduğu anlarda sadece yaptıklarını ölçüp, tartamaz diye düşünürdü. Duyguların aklı perdelediğine inanırdı. Bu yüzden mantıkla değil, iç güdüyle hareket etmeyi severdi. Hele ki karşısındaki Esila ise ve sevdiklerini kendi zevkleri için üzüyorsa, onların sınırlarını zorlamak Murat için bir tür sanat haline gelirdi.

Telefonunun ön kamerasını açtı. Oturduğu yerden saçlarını parmak uçlarıyla dağıttı. Zaten dalgalı ve kıvırcık olan saçları şimdi daha bir hacimli ve dağınık görünüyordu. Gözleri kamerada kendi yansımasına kilitlenmişti. Dudaklarında sinsice yayılan gülümseme, bugünün onun için eğlenceli geçeceğini müjdeliyordu. Ceketinin yakasını düzeltti. Ellerini kumaş pantolonunun ceplerine sokarak ıslık çalmaya başladı. Omuzlarını hafifçe oynatarak, sahneye çıkmak üzere olan bir oyuncunun özgüveniyle odadan çıktı.

Adımlarını fazla hızlı atmıyordu. Keyfini kaçıracak bir durum yoktu çünkü. Etrafından geçen çalışanların başlarını kaldırmadan el pençe divan durmasını izlemek ayrı bir tat veriyordu ona. Özellikle göz teması kurmaktan kaçınan stajyer çocukların panik hali... Hele ki birinin elindeki dosyayı düşürüp hızlıca toparlamaya çalışması... Küçük jestlerin büyük etkileri vardı. Bu ofiste, her bir köşe Murat Arsel’in alanıydı ve o, hükümranlığını kahkahalarla ilan edebilirdi.

Islık çalarak yürümeye devam etti. Esila'nın odasına yöneldi. Pembe tonlarında, çiçek desenin bol olduğu odası her zamanki gibi abartılı derecede sevimliydi. İçeride kimseyi bulamayınca ıslık tonunu değiştirdi. Bu kez alaycı ve dalga geçer gibi çalıyordu. Koridorda yürümeye devam etti. Her adımında temposunu biraz daha yavaşlatıyor, iz bıraktığını hissederek ilerliyordu. Ardından Salih'in odasına vardı. Kapının önünde kısa bir duraksama yaptı. İçeriden gelen sesleri bir süre dinledi. Gülmemek için dudaklarını ısırdı. Sonra yavaşça kapıyı araladı. Salih'in sinirden kulaklarının kızardığını görmek, gününün ilk ödülü gibiydi.

İçeri girerken fark edilmedi. Bu da işini daha da keyifli hale getirmişti. Sinsice içeri süzüldü ve odadaki boş koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Omzunu gevşetti. Yüzünde memnun bir ifadeyle, olan biteni izlemeye koyuldu.

Esila her zamanki gibi hakkı olmayan bir şeyde Salih'e diş bilemişti. "Seni ne zaman bu holdingde arasam, yoksun. Buhar ya da duman gibi, hayalet gibi etrafta geziyorsun. Seni oda oda aramama rağmen bulamıyorum." dedi Esila. Sinirliydi. Ama aynı zamanda üzgündü. Salih’in yokluğu, onun için eksiklik değil, adeta bir ceza gibiydi.

Bir adım daha yaklaştı. Salih’in oturduğu koltuğun arkasına kadar geldi. Konuştuğu adamın cevap vermeyeceğini bile bile konuşmak zorunda hissetmişti kendini. Bu durum, onu daha da öfkelendiriyordu. Cevap alamamak, susturulmaktan bile beterdir bazen.
"Nedense, bir kez bile evine davet etmedin beni. İki hafta oldu. Ne bekliyorsun?" dedi. Kollarını beline bağladı. Ayağını yere vurarak sabırsızlığını tehditkâr bir şekilde ortaya koydu.

Salih, koltuğu yavaşça arkasına döndürdü. Gözlerini manzaraya dikmiş, konuşmak istemiyor gibiydi. Ağzından çıkan ilk kelime homurtuya benziyordu. İlgisizliğiyle onu çıldırtmak istiyordu sanki. "Cevap ver. Cevap vermek istemiyor musun? İyi. Benden günah gitti. Hayatına gülle gibi beter biri dert olsun. Tabi cinsiyetinin erkek olacağını söylememe gerek yok. Sana aşık olsun. Hem de deli gibi peşinden koşsun. Evlenmek istesin. Amin." dedi. Masaya sertçe vurdu. Eli acıdı ama içi ferahladı.

"Off Esila. Çık git odana. İki günde bir saçma sapan bahanelerle, davet etmeden eve geliyorsun zaten. Davet bekliyorsan, evime gelme ki davet edeyim. Bir de suçlu benmişim gibi beddua ediyorsun. Senin bedduaların yüzünden bir köşede ölüp gideceğim." dedi Salih. Omuzlarını silkerek, umursamaz bir şekilde konuşuyordu. Bu umursamazlık, Esila’nın kalbinde çizikler açıyordu.

"Ama öyle deme." dedi Esila. Şımarık çocuklar gibi masaya daha fazla eğildi. Yüzü neredeyse masaya yapışacaktı. Dengesiz olduğunu, duygularını kontrol edemediğini her halinden belli ediyordu. Ama bunu saklama gereği de duymuyordu. "Benim sana olan aşkım seni korur. İçimden tövbe ediyorum." dedi. Gözleri dolmuştu. Ama bu gözyaşlarını göstermemek için kendini sıktı.

"Evladına beddua ettikten sonra sütüm seni korur diyen anne gibisin. Fazla dramatik. Fazla sinir bozucu." diyerek ayağa kalktı Salih. "Birisine ettiğin beddualar dua saatlerine denk gelirse çok üzülürsün." Alnına hafifçe vurdu Esila’nın. O tokat gibi değil, daha çok itekler gibiydi. "Hadi hayallerini al ve git." dedi. Gözleri yere değil, doğrudan onun kalbine bakıyordu. Sözleri, sevgiyle değil, bıkkınlıkla yoğrulmuştu.

"Sinir ediyorsun beni. İnşallah tuvalet tıkanır. Senin olduğun anda patlar. İnşallah yüz gün kabız olursun. Yüz birinci gün bütün tuvalet kapıları dışarda kalman için kilitli olur." dedi Esila. Dişlerini sıkarak, lanet okur gibi konuşmuştu.

Salih sinirle kızın ağzını tuttu. “Yeter. Bu ofis artık sana yasak. Çık dışarı bakalım.” dedi. Kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru sürüklemeye başladı. Kız itiraz etmeye kalktı ama gücü yetmedi. Çığlık atmıyordu. Çünkü böyle sahnelerde duygularını abartmayı değil, inatla susmayı tercih ederdi.

İşte o anda Murat’ın kahkahaları odayı çınlattı. İkisi birden durdu. Gözleri Murat’a çevrildi. Onun orada olduğunu o ana kadar fark etmemişlerdi. Salih hızla Esila’nın kolunu bıraktı. Suçüstü yakalanmış gibi arkasına döndü. Murat’ın yanındaki koltuğa yığıldı. Ellerini saçlarında gezdirdi. Çaresizlik içindeydi. "Vallahi elimden bir kaza çıkacak. Kuzenine bu bölgenin yasak olduğunu, Fahri Bey'e ben söylemeden sen söyle. Vallahi çok ciddiyim Murat. Bu kız aklımı alıyor." dedi.

Murat hâlâ gülüyordu. Ama aynı zamanda kaşlarını çatmaya da çalışıyordu. Durumun ne kadar komik olduğu ile ne kadar ciddi olduğu arasında gidip geliyordu. "Ben seni anlamıyorum Salih. Hem seviyormuş gibi bakıyorsun, hem Esila'yı kovuyorsun. Bu kızın aklı senin gibi dengesiz biri yüzünden yerle bir oldu zaten." dedi.

Esila’nın gözleri doldu. Ama bu sefer ağlamadı. Ağlamak yerine başını dik tuttu. Kalbi kırık olsa da, ruhu hâlâ savaşmaya hazırdı. "Ben de anlamıyorum Murat. İnsan hem birini çok sever hem de ondan kurtulmak ister mi? İstemez. Anlamalı artık onu sevmiyorum." dedi Salih. Sesi kısıktı. Sanki içindeki bir şey çatırdamıştı.

Ofis bir an sessizliğe gömüldü. Dışarıdan gelen koridor sesleri bile azalmış gibiydi. Bu üç insanın arasında, konuşulmamış cümleler, yarım kalmış duygular, bastırılmış çığlıklar asılı kalmıştı. Ve Murat, yine ilk konuşan oldu. "Ben kahve alıp yerime geçeyim. Siz bu arada birbirinizi yemeye devam edin. Ama lütfen kan lekesi halıya damlamasın." dedi. Ardından ayağa kalktı ve ıslık çalarak kapıya yürüdü. Bu defa ıslık melodisi, az önce duyduğu kavgayı ezip geçen bir neşeyle doluydu.

"Esila. On beş gündür buradasın. Dört gün babam ya da benle yemek yemişsindir. Diğer günler hep Salihlerde yemek yiyorsun. Çağırmayı beklemeden giden sensin." Murat, yerinden kıpırdamadan Esila’ya baktı. Gözlerinde ne acıma vardı ne de teselli. Sadece net bir gerçeklik. Herkesi kendi aynasında seyreden bir adamın ifadesi vardı yüzünde. "Hadi çiçekli böcekli odana git. Kış. Kış. Burası iş yeri. Yağmur ile oyun alanın değil." Gözlerini onun buğulanmaya başlayan gözlerine dikip konuşmaya devam etti. Sertti. Ama amacı kırmak değil, kendine getirmekti.

"Şimdi ağlayacağım dersen gülerim." dedi. Tonu ciddiydi. Ama kalbinin içinde bir köşede, göz yaşına katlanamayan, kardeşi gibi gördüğü bu kadına kıyamayan Murat da vardı. Göz ucuyla Salih’e baktı. Kafasını çevirirken, Esila’nın arkasında ellerini sıkarak ağlamamak için kendisiyle savaş verdiğini biliyordu. İnce dudaklarını bastırıyor. Nefesini yutuyor. Gözlerini kırpmamaya çalışıyordu. Çünkü gözlerini kıpsa, yaşlar çağlayacaktı.

Salih ise beş dakika önce hırçın bir deniz gibi kabaran bu kızın şimdi gözleri dolmuş haline bakarken kendi içindeki dalgaları susturamıyordu. İçinde bir sızı vardı. Adını koyamadığı ama inkar da edemediği bir sızı. Sevmediğini biliyordu hemde çok net. İki ay yoktu ve hiç özlememişti. Ama ona üzülüyordu. Murat’ın sesiyle irkildi. "Sakın ağlama Esila." demişti. Gözlerine hâlâ bakmıyordu. Ama kalbi Esila’nın kalbine dokunmuştu.

Salih dişlerini sıktı. Gözlerini kısıp Murat’a baktı. Onun varlığı bile içindeki suçluluğu katlamıştı. "Sen niye geldin?" dedi. Sesi kısık ama hiddetliydi. "Esila’yı arıyordum." Murat hiç istifini bozmadı. Tekrar koltuğa oturup ayak ayak üstüne attı. Duruşu bir kral edasındaydı. Öylece oturdu ve odayı yönetti. Salih ayağa kalktı. Gömleğinin kollarını sıvadı. Elini saçlarının arasından geçirdi. "Buldun. Al git. Toplantı için hazırlanmam lazım. Bugün bu odaya gelmesin diye peşinden ayrılma kuzeninin." dedi. Sesi yorgundu. Ama kararlılığı yerindeydi.

Esila, yanağından süzülen yaşları aceleyle silmeye çalıştı. Sesi çatallandı ama kendine hâkim olmaya çalıştı.
"Cehenneme git lanet olası Salih Saraç." dedi. Sesi sertti. Öfke, kırgınlık ve utanç tek bir cümlede buluşmuştu. Salih’in kaşları çatıldı. "Senin yüzünden oradayım zaten. Cennetime cehennem otu dikiyor varlığın." dedi. Kelimeleri bıçak gibi kesti havayı.

Yutkundu Esila. O an kelimeler boğazında düğüm düğüm oldu. Elini nereye koyacağını şaşırdı. Cehennem demişti az önce. Cennet saydığı adamın varlığına cehennem diyebilmişti. Bu çelişki onu darmadağın etti. Ama gururunu yutmadı. Başını dikleştirdi. Gözlerinde hâlâ yaş vardı ama bakışlarında isyan. "Kalbim senden nefret edene kadar bana sabret." dedi. Ardından ekledi. "Akşam iznin olursa Yağmur’u görmeye geleceğim."

Salih başını çevirdi. Sırtını tamamen dönerek duvara baktı. "İznim yok." dedi. Kısa ve kesindi. "Sana sorduğum kabahat. Sen hariç ailen beni yemeğe davet etti. Akşam evinde görüşürüz." dedi Esila. Umursamaz görünmeye çalışıyordu ama sesi titriyordu. Salih hemen karşılık verdi. "Kimse seni davet etmiyor. Sen zaten her gün geliyorsun. Anla artık istenmediğini. Kendine başka birini bul."

Murat olanları sessizce izledi. Bu iki yarım aklın, yaralı kalbin ve inatçı ruhun ne yaptığını artık çözemiyordu. İkisinin de gözleri dolu. İkisinin de sözleri zehirli. Araya girmezse bu işin sonu kötü bitecekti. "Hadi ama. Birbirlerine düşman gibi oldunuz. Salih kahve söyle. İçelim." dedi. Sesi, gerginliği dağıtmak içindi ama bir işe yaramadı. "Ben Salih’in elinden zıkkım içtim. Birkaç saat başka bir şey canım çekmez." dedi Esila. Ardından Murat’ın koluna girip onu zorla kaldırdı. "Hadi kalk gidelim. Bu adamın yanında kuzenim dahi kalamaz. Anlasın ben olmazsam kimse yanında olmayacağını."

"Saçmalama. Sen git. Bana ne senden?" Salih hâlâ öfkeliydi. Ama içinde, Esila’yı susturup sarılmak isteyen bir adam da vardı. Anlamasını istiyordu bir kadın olarak görmediğini istemediğini. Murat koluna yapışan kızı silkeleyip durdurdu. "Bırak kolumu. Tamam geldim ama böyle zamanlarda beni deli ediyorsun. Seni ne zaman korumak istesem pişman ettiğini hiç söyledim mi?"

Esila sustu. Dudakları titredi. Gözlerini yere indirdi. Murat iç geçirdi. Sonra kolunu uzatıp onu sımsıkı sardı. Kız bir anda onun göğsüne başını yasladı. "Başkasını bulsan olmaz mı? Salih seni sevmiyor. Gözümün önünde kedi köpek gibi tartışıyorsunuz. Bu tartışma flörtleşen bir çiftin tartışması değil. Daha halen nasıl umut bağlıyorsun anlamıyorum." dedi. Gözlerini kapattı. Sözleri acıydı ama sevgiydi aynı zamanda.

Esila başını yasladığı omuzdan kaldırdı. Hafifçe gülümsedi. "Şapşik. Aşk böyle bir şey. Önce kedi köpek olursun. Sonra karı koca. Bu da benim imtihanım." dedi. Göz kırptı. "Anladın mı?"

"Anladım artık. Salih senin ağzına sıçsın. Sen de gül ve geç. Böyle olmaz. Sende o da en iyilerini hak ediyorsunuz. Belki başkalarında mutlu olacaksınız." dedi Murat. Esila hemen elleriyle kulaklarını kapattı. "Bozuk ağızlı koca dana. Sus. Hadi karnım acıktı. Yemeğe gidelim. Yemek yerken daha güçlü oluyorum." dedi. Elini yumruk yapıp Murat’ın omzuna hafifçe vurdu.

Murat gözlerini devirerek güldü. "Şansına küs. Senden daha asi ve senden daha belalı birisini davet ettim." Esila durdu. Kaşlarını çattı. "İptal et. Lütfen iptal et. Bir kere benimle yemek ye. Lütfen Murat. Bu konuda bana kıyma."

"İptal etmem imkansız. Kısmetini kapatmana da izin vermeyeceğim."

"Kim?" dedi Esila. Bu sefer sesi cılızdı.
"Kim diyorum. Hadi söyle. Meraktan çatlarım. Murat kaçma. Kim bu?" Murat, kızın panikle atan kalbini duyacak kadar yakındaydı ona. Hafifçe eğildi. Dudaklarını yanağına yaklaştırdı.
"Sürpriz. Hazırlıklı ol. Bu akşam evdeyiz. Öğle yemeğini yedikten sonra akşam yemeğini de babam sen o ve ben yiyeceğiz."

Esila gözlerini büyüttü. "Murat yemin ederim çatlarım. Kimi çağırdın? Dayım ile görüşmek demek sen ciddi düşünüyorsun. Hangi ara oldu? Ben nasıl fark etmedim." Murat sırtını döndü. Ellerini cebine koydu. Islık çalarak yürümeye başladı. "Şanslı olanlar, kimle karşılaşacaklarını bilmez. Bu akşam, kalbinin dayanıklılığını test edeceğiz güzel kuzen." dedi.

Esila’nın yüzü allak bullaktı. Kalbi, hem Salih’le yaşadığı kavganın yarasıyla, hem yaklaşan belirsiz akşamın tedirginliğiyle çarpıyordu. "Şaka yapıyorsun. Değil mi? Murat? Murat cevap ver. Ciddi misin?" diyerek peşinden koşturdu. Ama cevabı sadece uzaklaşan bir ıslık melodisiydi.

Ve o melodinin içinde, aşk, öfke, gurur ve belirsiz bir kader gizliydi.

***

Melek’in bilinci, karanlık ve nemli bodrumun soğuk zemininde kaybolmuş gibiydi. Yüzüstü yattığı su birikintisinin içinde, alnından sızan kanın ılıklığı, yanağına doğru akarken ona hâlâ hayatta olduğunu hatırlatıyordu. Ancak bu hayat, her geçen saniye daha da dayanılmaz bir kâbusa dönüşüyordu. Etrafı saran karton kutuların rutubet kokusu, kan kokusuyla birleşerek genzini yakıyordu. Ayhan’ın iğrenç gülümsemesi, onun ruhunu bir hançer gibi delip geçiyordu.

Şırıngayı elinde tutarken, ilacın onda ikisini Melek’in omuriliğine enjekte etmişti. O an, Melek’in belden aşağısı hissizleşmeye başlamıştı. Vücudunun yarısı ona ihanet etmiş, sanki bir başkasına aitmiş gibi hareketsiz kalmıştı.
Ayhan, Melek’i sırtüstü çevirdiğinde, kızın yüzüne birkaç sert tokat attı. “Hadi, uyan bakalım prenses,” dedi alaycı bir tonla. Kanlı elleriyle Melek’in yüzüne dokundu, alnından akan kanı kızın yanaklarına, dudaklarına bulaştırdı.

Melek’in güzel, kahverengi saçları kanla sırılsıklam olmuş, bir zamanlar pırıl pırıl parlayan bukleler şimdi mat bir kâbusa dönüşmüştü. Ayhan, bu manzaraya birkaç dakika boyunca keyifle baktı. Onun gözlerinde, Melek’in çaresizliği ve korkusu bir sanat eseri gibiydi. “Bak,” dedi yavaşça, “bu senin ne kadar kırılgan olduğunu anlaman için bir ders. Ölüme ne kadar yakınsın, hissediyor musun?”

Melek’in bilinci yavaşça yerine geliyordu, ama zihni bulanık bir sisle kaplıydı. Neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Merdivenlerden yuvarlanmıştı, evet. Ayhan’ın öfkeli yüzünü, ona attığı tekmeleri, saçlarından tutarak merdiven boyunca sürüklemesini hatırlıyordu. Saç diplerindeki ağrı, sanki her bir tel koparılmış gibi zonkluyordu. Bayılmış olmalıydı. Buraya, bu iğrenç yere nasıl getirildiğini bilmiyordu. Tek bildiği, vücudunun artık ona itaat etmediğiydi.

Bacağını hareket ettirmeye çalıştı, parmaklarını oynatmak için tüm gücünü topladı, ama hiçbir şey olmadı. Belden aşağısı tamamen hissizdi. Acı ve korku, göğsünde bir yumru gibi büyüyor, nefes almasını zorlaştırıyordu. Ayhan, Melek’in çaresizce debelenmesini izlerken kahkahalarla güldü. “Ne oldu, prenses? Bacakların mı tutmuyor?” dedi, alaycı bir şekilde kızın bacağına hafifçe vurarak. Melek’in gözlerinden akan yaşlar, kanla karışarak yanağından süzüldü. “Bana ne yaptın?” diye fısıldadı, sesi titriyordu. Ayhan, dizini Melek’in bacağına bastırarak üzerine oturdu. “Epidural anestezi, tatlım,” dedi, sesinde iğrenç bir neşe vardı. “Prensesler gibi öleceksin, merak etme. Acısız, sakin… Tabii, benim canım ne kadar isterse.”

Melek’in kalbi deli gibi çarpıyordu. Ayhan’ın sözleri, her biri bir hançer gibi saplanıyordu. “İkinci defa tıbbi bir yöntem kullanıyorum,” dedi Ayhan, cebinden bir çekiç çıkararak. “İlkinde de işe yaramıştı, ama senin için üzülüyorum, biliyor musun?” Çekici yavaşça Melek’in sağ bacağına vurdu. Melek, hissetmese de, çekicin soğuk metalinin derisine değdiğini hayal etti ve bu bile tüylerini diken diken etmeye yetti. Çığlık atmak istedi, ama Ayhan onun ağzını sıkıca kapattı. “Sus,” dedi, sesi şimdi daha sertti. “Şimdiye kadar yirmi kadına işkence ettim. Ama sen… Sen farklısın. Kimsenin etkisi altında kalmadan, seni öldürmek istiyorum. İlk defa bu kadar hevesliyim.”

Melek’in gözyaşları, Ayhan’ın elinin altında süzülüyordu. Adam, sinirle gözyaşlarını sildi. “Korkma,” dedi, sesinde sahte bir şefkat vardı. “Sonunda öleceksin, o yüzden bu darbeler sadece küçük çaplı acılar. Gerçek acıyı, seni yakarken yaşayacaksın. Bunlar sadece bir ön gösteri.” Ayağa kalktı, çekici elinde sallandırarak Melek’in etrafında dolaşmaya başladı. “Aslında bu ilacı enjekte etmek gibi bir planım yoktu,” dedi, düşünceli bir şekilde. “Ama biri senin hareketsiz kalmanı çok istedi. Para konuşur, değil mi? Yoksa seni şuracıkta boğmak için sabırsızlanıyorum. Sonra da yakmak.”

Melek, titreyen eliyle bacağına dokundu. Ayak parmaklarını oynatmaya çalıştı, ama hiçbir hareket yoktu. Vücudunu zorladı, tüm gücünü topladı, ama nafile. Çaresizlik, onun ruhunu kemiriyordu. Ayhan, Melek’in bu çabalarını izlerken keyiflenmişti. “Telefonunda ses kaydı yoktu,” dedi birden, sesi şimdi daha ciddiydi. “Beni asansörde tehdit etmiştin, ses kaydını aldım demiştin. Telefonu parçaladım, ama yine de… Aptallık yapıp birine göndermiş olma ihtimalin var. Değil mi?” Melek’in saçlarını sertçe çekti, eline doladı ve ağzını tekrar kapattı. Kızın çığlıkları, boğazında hapsolmuştu.
Ayhan’ın gözlerinde delice bir parıltı vardı. Melek’in korkudan büyümüş gözlerine bakarken, onun çaresizliğini, öleceğini bilen bakışlarını seyretmekten zevk alıyordu. Şiddet, onun için bir uyuşturucu gibiydi. Melek’in saçlarını bırakıp elini ağzından çekti. “Konuş,” dedi, sesi tehditkârdı. “Ama çığlık atmaya kalkarsan, bu alanı sana dar ederim. Uslu bir kız gibi konuş.”

Melek, hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı. “Öy-öyle bir şey y-yok… Yemin ed-ederim, kimseye bir şey göndermedim. Za-zaten kayıt yapmadım…” Sesi, korkudan ve ağlamaktan boğuktu. “Yalvarıyorum, bırak beni… Kimseye bir şey söylemem, lütfen…” Ayhan, Melek’in çenesine sert bir tokat attı ve çenesini sıkıca kavradı. “Yalancı,” dedi, dişlerinin arasından. “O gün senin nasıl biri olduğunu anladım. O kadar dayak yedin, ama gördüklerini inkâr ettin. Şikâyet etmek için beni ve Kenan Bey’i tehdit ettin. Şimdi pişman olduğunu gözlerinden görüyorum. Belki o güne dönsek, o aptal kızın Kenan Bey’in altında kıvranmasına izin verirdin. Değil mi? Böylece bu halde olmazdın.”

Melek’in zihni, geçmişe gitti. O gün… Asansörde Ayhan’la karşılaşmıştı. Kenan Bey’in odasında gördüklerini, o iğrenç sahneyi, asla unutamazdı. Bir kadının çaresiz çığlıkları, Kenan Bey’in iğrenç gülüşü… Melek, aptallık etmişti. Onları tehdit etmişti, ses kaydı aldığını söylemişti. Ama aslında hiçbir kaydı yoktu. Sadece korkutmak istemişti. Şimdi, o anın bedelini en ağır şekilde ödüyordu. “Asla,” dedi Melek, sesi kısık ama keskin bir tonda. “Asla, bir kadının gözlerindeki korkuyu kendi korkularımla yer değiştirmem. Yine olsa, yine yaparım. Tek farkla: O şerefsiz Kenan Bey’i ve onun it gibi pis işlerinde çalıştırdığı seni o gün polise şikâyet ederdim.”

Sözleri, bodrumun soğuk duvarlarında yankılandı. Melek, işleri zora soktuğunun farkındaydı. Ölecekse, korkudan titreyen bir fare gibi değil, savaşarak ölmeliydi. Ayhan’ın gözleri öfkeyle parladı. Melek’in omzuna sert bir tekme attı, sonra sağ elini ayağının altında tüm gücüyle ezdi ve tekrar kızın dizinin üstüne oturdu.
“Ölmeden önce ne yapmak istersin?” dedi Ayhan, sesinde iğrenç bir alay vardı. “Canımı fazla sıktın. Çığlıklarını duymaktan, işkence yapmaktan vazgeçtim. Biraz eğlenip sonra gebertip seninle işimi bitirmek istiyorum.” Melek, korkuyordu. Hem de çok. Ayhan’ın son isteğini sorduğuna göre, gerçekten ölmek üzere olduğunu anlamıştı.

Babasını son kez görmek istedi. Annesi, bir trafik kazasında aniden ölmüştü. Melek de aynı şekilde, bir anda ölecekti. Babası bu haberi duyarsa nasıl dayanırdı? Kimse yanında olmayacaktı. Tek başına nasıl ayakta kalırdı? Melek, dayanmak için savaş vermiş miydi? Hayır. O zaman sonuna kadar savaşmalıydı. Bir umut, belki babasına kavuşurdu. “Senin belirlediğin dalda bir yarışma yapalım,” dedi Melek, acı içinde elini yanağına koyarak. Canı tahmin ettiğinden çok daha fazla yanıyordu. “Her bilinen soruda bir istek gerçekleşsin.” Ayhan, ayağa kalktı ve yere tükürdü. “Saçma. Akıl oyunları sevmem!”

Melek, onu ikna etmek için devam etti. “Korkma, akıllı olduğum söylenemez.” Aslında kendine güveni tamdı. Belden aşağısı hissiz, üstü ağrıdan kıvransa bile, son şansını yalvarmak yerine savaşmak için kullanacaktı. Film sahnelerindeki klişe son istekler bir sigara, bir içki, bir yemek kurtulmasına yardımcı olmazdı.
“Bu halde, yarım bir insan olarak bana meydan okuyorsun,” dedi Ayhan, alaycı bir şekilde. “Sonra da akıllı olmadığını söylüyorsun. Bence fazla akıllısın.” Melek, gözlerini Ayhan’a dikti. “İyi o zaman, senden akıllı olmadığımı göster,” dedi, aptal cesaretiyle.

Ayhan kahkaha attı. “Kime? Ölmek üzere olan sana mı?” Melek, dişlerini sıktı. “Evet, bana. Ölmek üzere de olsam, seninle yarışmadan seni yenmiş olacağım.” Ayhan, boynunu çıtlatıp Melek’in göğsüne ayağını koydu ve nefes almasını zorlaştırmak için bastırdı. Melek, yerden aldığı güçle direnmeye çalıştı, ama nafile. Yüzü yavaşça morarmaya başladı. Ayhan, sonunda ayağını çekti ve öfkeyle bağırdı, “Lanet olsun, seni öldürürken bile bana keyif vermiyorsun!”

Ayhan, yerinde volta atmaya başladı. “Tamam, yarışalım,” dedi, ama hemen fikrini değiştirdi. “Hayır, yarışma yok. Soru soracağım, sen de bana soru soracaksın, o kadar.” Melek, nefesini zorlukla toplayarak, “Tamam, lütfen adil olacağın konusunda söz ver,” dedi. Zaman kazanmalıydı. Belki biri yokluğunu fark eder, onu bulur, kurtarırdı. Ayhan, alaycı bir şekilde gülümsedi. “Senin makul isteklerini gerçekleştirebilirim. Şimdi, en iyi olduğun ne var, düşünmeye başla. Sen de ölmek için ne kadar çaba harcadığını düşün.”

Ayhan, arkasını döndü ve en iyi olduğu alanı bulmak için düşünmeye başladı. Bir süre sonra, “Bulldum,” dedi, iğrenç bir sırıtışla. “İşime yaramasa da hayatını anlat. Seni seven insanları dinlemek istiyorum.” Parmaklarıyla tırnak işareti yaparak, “Bakalım, pislik konusunda ailen benim ailemi geçebilir mi?” dedi. Melek, nefesini zorlukla verip konuşmaya başladı. “Babam ve ben birlikte yaşıyoruz. Annem trafik kazasında öldü. Bu kadar…” Ayhan’ın sıktığı yumruğunu görüyordu, ama soğukkanlı olmaya çalıştı. “Lütfen, söz verdin. Oturmam için bana yardım et. Suyun içinde donmaya başladım. Sen öldürmeden öleceğim.”

Ayhan, homurdanarak Melek’in kollarından tuttu ve onu köşeye bıraktı. “Ne biçim kaçırılma bu?” dedi öfkeyle. “Seni korkutmuyorum bile. Lanet olsun, benden korkman, öleceğin için yalvarman gerekiyor. Bana emir vermen değil!” Melek, başını yere eğdi, daha fazla sinirlenmemesi için dua ediyordu. Korkmadığını mı sanıyordu bu aptal adam? Bacakları hareket etse, zangır zangır titrerdi. Şu an üst bölgesi zaten titriyordu. Çaresizdi, ama korkudan ölmek yerine savaşarak ölmeyi seçmişti.

“Tamam, artık soru yok,” dedi Ayhan, sesinde otoriter bir ton. “Acı çekmeni istiyorum. Beni sinir etmenin ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, seni öldürmek istiyorum.” Melek’in omuzlarına düşen saçlarına elini koydu. “Saçlarından sızan kan nihayet bitmiş. Yeni acılar yaşamak için hazırsın.” Cebinden çekici tekrar çıkardı ve acımadan Melek’in bacağına vurdu. Melek, acı içinde bağırarak yere düştü. Ayhan, omuzlarını kaldırıp kızın yüzüne dökülen saçları kaldırdı. Melek, yerden güç alarak içli içli ağlıyordu.

Ayhan, onun yanına sırtüstü uzandı. Kısık ve çaresiz ağlaması umurunda bile değildi. “Merak etme,” dedi Ayhan, gözlerini karanlık tavana dikerek. “Vücudunda ölürken kırık olmayacak. Vurduğum her tekme, yumruk yüzeysel morluğa yol açar.” Melek’in ağrıdan kapanmış gözünü eliyle açtı. “Sana yaşadığım tecrübeleri anlatmak istiyorum. Kenan Bey’in eşini her gördüğümde sadece konuşuyordu. O niye öyle, bu niye böyle, ben buyum, sen busun, ben güzelim, sen yaşlısın… Şimdiye kadar o kadını nasıl öldürmedi, anlamıyorum.”

Melek’in gözlerini zorla açık tutarak devam etti. “Hâlâ yalvarmaları kulağımda. ‘Öldürme beni, istediğin kadar para veririm,’ diye kendini parçalıyordu. Pis sürtük, ağzını kapatmayı öğrenemediği için ölmeyi hak etti. Kaç gündür yoğun bakımda, bugün-yarın morluklarla dolu vücudu toprağa girer. Aynı senin gireceğin gibi.”
Ayhan, ayağa kalktı ve saçlarını karıştırdı. “Neyse, biraz sakinleşip kaldığımız yerden devam ederiz.” Eliyle sus işareti yaparak, “Oyunumuzun kimse tarafından bilinmesini istemeyiz. Hadi, sen son kez biraz dinlen. Birkaç saat sonra ebedi istirahat yapacaksın.” Melek’in ağzını bantladı. “Ses çıkarırsan, birkaç saat bile nefes almak için mühlet vermem.”

Karnına sıkı bir tekme attı. Melek’in bilinci, acıyla kayboldu. Bayıldığında, zihni karanlık bir girdaba sürüklendi. Rüyasında babasını gördü. Onun sıcak gülümsemesi, Melek’e güç veriyordu. Ama bu rüya, Ayhan’ın iğrenç kahkahasıyla kesildi. Melek, kendine geldiğinde, ağzındaki bant hâlâ yerindeydi. Nefes almakta zorlanıyordu. Ayhan, odanın köşesinde bir sandalyeye oturmuş, çekici elinde sallandırıyordu. Melek’in uyandığını fark edince, yavaşça ayağa kalktı. “Demek uyandın,” dedi, sesinde iğrenç bir tatmin vardı. “Dinlendin mi, prenses? Çünkü şimdi işler daha da eğlenceli olacak.”

Melek, gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındı. Hâlâ aynı soğuk, nemli bodrumdaydı. Vücudu ağrılar içindeydi, ama zihni hâlâ direniyordu. Ayhan, Melek’in yanına yaklaştı ve bantı ağzından çekti. “Konuş,” dedi, “ama bu sefer aptallık yapma.” Melek, nefesini topladı ve sesini çıkarmadan Ayhan’a baktı. Onun gözlerinde, sadece delilik değil, aynı zamanda bir tür saplantı görüyordu. Bu adam, onun acısından besleniyordu.

“Ne istiyorsun benden?” dedi Melek, sesi zayıf ama kararlı. Ayhan, gülümsedi. “Ne mi istiyorum? Senin çığlıklarını, korkunu, çaresizliğini… Ama en çok, senin kırılmanı istiyorum. O aptal cesaretini, o dik başlılığını… Hepsini yok edeceğim.” Melek, dişlerini sıktı. “O zaman boşuna uğraşıyorsun,” dedi. “Beni öldürebilirsin, ama kırılmam. Asla.”
Ayhan’ın yüzü bir an için öfkeyle gerildi, ama sonra sakinleşti. “Güzel,” dedi. “Bu, oyunu daha eğlenceli yapacak.” Cebinden bıçağı çıkardı ve Melek’in yanağına yaklaştırdı. “Şimdi, tekrar soruyorum. O gün ne gördün? Kime söyledin?” Melek, bıçağın soğuk ucunu yanağında hissediyordu. Ama bu kez, korkusunu bastırmaya kararlıydı.

“Sana her şeyi anlattım,” dedi, sesi titremeden. “Kimseye bir şey söylemedim. Ama istersen, tekrar anlatırım. Kenan Bey’in odasında bir kadını zorluyordu. Sen de oradaydın. Onun pis işlerini yapıyordun. Ve evet, seni tehdit ettim. Ama keşke o gün polise gitseydim. Keşke hepinizi ifşa etseydim. Sustum ve çok pişmanım.” Ayhan, Melek’in sözleriyle bir an duraksadı. Sonra, yavaşça gülümsedi. “Cesaretine hayranım,” dedi. “Ama bu, seni kurtarmayacak.” Bıçağı Melek’in yanağında hafifçe gezdirirken, “Şimdi,” dedi, “Seni öldürmemek için uyuman lazım. Gözünü bana diktiğin her an seni dilimlere ayırıp yok etmek istiyorum." Kafasına sertçe vurup ayağa kalktı. Melek'in canı acımıştı gözleri tekrar kapanıyordu. "Kalktığında ölmen için bütün zaman dolacak."

__________

Yorum ve beğeni yaptıysan çok teşekkür ederim. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle.

Bölüm : 26.10.2024 19:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 32. Ölüm Kalım
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...