34. Bölüm

33. Kalbe Şiddet Ağırdır

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar☺️ Yorum ve beğeni yapmayı sakın unutmayın, lütfen...

Başlamadan önce beğeni butonuna tıklayınız 🫶


_________

 

Saatine bakıp, bir buçuk olmasına beş dakika kaldığını görünce yüzüne yayılan keyifli ifade bir anda silindi. Elindeki dosyayı olduğu yere bıraktı. Masanın başında geçirdiği zamanın farkında bile değildi. Şimdi içini kemiren başka bir şey vardı. Ceketini koltuğun arkasına fırlattıktan sonra bir süredir saplantı haline getirdiği düşünceyle tekrar telefonun tuşlarına bastı. Aynı odayı onuncu kez arıyordu. Parmakları, öfkeyle aynı hızda hareket ediyordu.

İkinci çalmada telefon açıldı. Ama Murat, konuşmadan bekledi. Karşıdan Ayşe'nin sesi duyuldu. "Murat Bey, sekreter Melek Hanım hâlâ gelmedi. Gelince size bildireceğimi beş dakika önce de söylemiştim" dedi nazik kalmaya çalışarak ama sesinin altına sinen tedirginlik gizlenemiyordu. Murat, dişlerini sıkarak konuştu. "Uçmadığına göre, bir yere mi gönderildi?"

Aynı soruyu tekrar tekrar sorması sinirlerine hâkim olamadığını gösteriyordu. Ayşe, bir anlığına telefonun ahizesini eliyle kapatıp yanındaki Yaren’e dönerek kısık sesle homurdandı. "Offf... Vallahi bu sefer kesin kovacak beni. Melek bir yere mi gönderildi?"

Yaren gözlerini tavana kaldırıp bir süre düşündü. Hafızasını zorluyordu. "En son Murat Bey’in odasından çıktığını gördüm. Sonra merdivenlerin yanındaki kapıya yönelmişti sanırım... Ama emin değilim."

Gerçekten de bilmiyorlardı. Bilseler Murat’tan kurtulmak için çoktan söylerlerdi. Ayşe tekrar ahizeye dönüp sesini inceltti. Gerginliğini gizlemek ister gibi. "En son sizin odanızdan çıkarken gördük efendim" dedi.

"Neden bunu biraz önce söylemedin?" diye patladı Murat. Parmakları saçlarının arasına daldı. Tüm öfkesini saç tellerine hapsedecekmiş gibi bastırarak karıştırdı. "O kadarını ben de biliyordum. Tamam, kolay gelsin" dedi ve telefonu hızla kapattı. Hemen ardından baş sekreterin numarasını çevirdi. Bu defa sesi daha da gergindi.

"Melek Hanım’ı bir yere mi gönderdiniz?" Karşıdaki kadın, Murat’ın öfkesini hissetmişti. Cümlelerini toparlamakta zorlandı. "Hayır Murat Bey... Hiçbir yere göndermedim. Bir sorun mu var efendim? Yanlış bir şey mi yaptı?" Sesinde bariz bir korku vardı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Murat'ın sözleri ise daha da alaycıydı. "Siz de yanlış bir şey yapsın diye yer arıyorsunuz sanki. Beni ekmek dışında bir şey yapmadı."

Daha fazla uzatmadı. Kadının yüzüne kapattığı telefonu elinden bırakıp odasından dışarı çıktı. Bulamadığı için iyice bunalmıştı. Sekreter odasına doğru yürüdü. Gözleriyle çevreyi süzdü. Yoktu. Her yeri gözüyle taradıktan sonra sinirle saçlarını ellerinin arasına aldı. Parmaklarını başının iki yanına bastırıp bir an gözlerini kapadı.

Kendini toparlamaya çalışarak hızla yön değiştirdi ve bu sefer Esila’nın odasına yürümeye başladı. İçerideki sessizlik dikkat çekiciydi. Bilgisayar başında dikkatlice bir şeyler inceliyordu Esila. Konsantre olmuştu. Murat kapıdan içeri girer girmez koltuğa daha da yayıldı. Her zamanki rahat ve sarkastik haliyle konuştu. "Ekildin herhalde... Vallahi karnımı çoktan doyurdum. Bana sığınma."

Esila başını ekrandan kaldırmadan hafifçe gülümsedi. Ancak yüzündeki ciddiyetin gölgesi kolay dağılmıyordu.
"Murat, sana sormam gereken bir şey var" dedi. Murat onun sözünü kesti. Kararlı bir şekilde önüne geçip gözlerinin içine baktı. "Boş ver sorunu. Melek’e ne yaptın?"

Esila hafifçe kaşlarını kaldırdı. Gülmemek için kendini zor tuttu. Ardından yüzüne hafif bir sırıtış yayıldı.
"Ne yapacağım? Karnım çok açtı, öğle yemeği olarak yedim" dedi, ciddiyetten tamamen uzak, alaycı bir tavırla.
Sonra masasındaki dosyayı Murat’ın önüne indirdi. "Onu bunu bırak. Otantik tasarım fikri nereden çıktı? Bu fikri uzun bir dosyayla dayıma sen sunmuşsun."

Murat gözlerini kısmıştı. Yavaşça dosyaya baktı. Esila ise konuşmaya devam etti. Sesi daha ciddi, daha destekleyici bir tona bürünmüştü.
"Şimdi küçük bir araştırma yaptım. Hint motifleri, kumaşları, şaşası ve renkleri senin istediğin niteliklere sahip. Bu iş, birçok rakibimizin canını sıkacak. Üstelik senden beklenmeyecek kadar orijinal fikirler var o dosyada. Dayım da hayran kalmış."

Gözleri heyecanla parladı. Elini kaldırıp Murat'a doğru uzattı. "Çak bir beşlik, kuzen." Murat hiçbir şey demeden ona baktı. Ne yaptığını anlamamış gibi boş bir ifadeyle süzdü onu. Havada kalan eli her zamanki gibi cevapsız kaldı. Esila gülümseyip elini indirdi. Umursamıyordu artık. "Dayım ayrıntılı bir şekilde konuştu. İki hafta önce dünyaya açılmak için planlarını anlatmışsın. Hatırlamıyor musun?"

"Hatırladım veya hatırlamadım" dedi Murat, omuzlarını silkip. "Sen bana esas cevabı ver. Melek nerede? Beddua mı ettin suçsuz, günahsız kıza? Sırf Salih’ten hoşlanıyor diye kızın başına bela açtıysan..." Esila kahkahasını tutamadı. Gözleri yaşardı gülmekten.

"Manyak mısın kuzen? Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Ben bu holdingin başarılı tek kadın patronuyum. Beni iyice büyücü, üfürükçü, bedduacı yaptın gözünde." Dudaklarını ıslattı. Hâlâ hafifçe gülüyordu. "Hem Salih’le aralarında duygusal anlamda bir şey yok. Neden ona zarar vereyim ki?"

"İki saattir ortada yok." Murat tişörtüyle yüzünü sildi. Endişesi iyice yüzüne yansımıştı. "Görmeyeli hayvan gibi kas yapmışsın" dedi Esila, onu dikkatle süzerek. "O yüzden tembel olduğun halde kızlar hâlâ peşinde."

Murat’ın sıktığı yumruğu görünce ağzını eliyle kapattı. Gülmeye devam ederken geri adım attı. "Tamam tamam. Bir şey demedim. Melek’le mi yemeğe çıkacaktın?" Murat’ın yüzündeki endişeye bakınca sorusunun cevabını aldı. Gözleri bir anlığına yere kaydı. Gülümsedi. "Belli ki seninle yemeğe gitmek yerine ortadan kaybolmayı seçmiş. Çok mantıklı bir seçim. Ben de bazen senden ve şu diğer dağ ayısından kaçmak istiyorum."

Oturduğu yerden kıkırdadı. Murat cevap vermedi. Sessizliği onay gibiydi. Esila’nın sözleri, istemese de içini kemirmeye başlamıştı. Gözlerini odadan uzak bir noktaya dikti. Melek neredeydi? Nereye gitmişti? Neden haber vermemişti? Düşünceler beynini yavaşça sararken, kalbindeki o garip sıkışma hissi giderek artıyordu. İçindeki şüphe büyüyordu. Ve ne kadar bastırsa da, Melek’in başına kötü bir şey gelmiş olabileceği düşüncesi, tüm gerçeklerin önüne geçmeye başlamıştı.

Gerçekten de onunla yemek yememek için mi gitmişti? Bu düşünce beyninde dönüp duruyordu. Sanki biri içini kemiriyor, nefesini daraltıyordu. Kendine kızmaya başlamıştı. Bu kadar merak etmesinin tek sebebi yine kendisiydi belki de. Oflayarak burnundan soluyup odada bir ileri bir geri volta atmaya başladı. Yüz ifadesi gergindi, çenesindeki kaslar fark edilmeden sıkılıyordu. "Beni istemiyorsa yüzüme söyleyebilirdi. Bu kadar zor değil" diye söylendi kendi kendine. Adımları hızlandı.

"Mantıklı düşünelim" diye devam etti söze, sanki karşısında biri varmış gibi. "Benden kurtulmaya çalışıyorsa köşe bucak kaçacak biri değil. O aklına geleni diline vuran, pat diye söyleyen bir tip. Anormal ama dürüst. Offf Esila... Kafa karıştırma konusunda bir numarasın."

Saçlarını iki eliyle karıştırdı. Kafasının içi karmakarışıktı. Esila'nın söyledikleri, Melek'in ortadan kayboluşu, geçmişteki bazı anılar... Her şey üst üste biniyordu. Birden durmuş gibi oldu. Gözlerini kısıp Esila'ya döndü. "Sen bir şey yapmadıysan, Salih’in yanında olmasın? Yada babamın."

Esila, önündeki dosyayı bırakıp ellerini havaya kaldırdı. "Yaa Murat saçmalama artık. Defol git başımdan. Dayım üç ay sonra bana tekrar güvenerek iş emanet etti. Hem de senin sunduğun işi. Sevinerek beni tebrik edeceğine, hadi bunu yapmıyorsun, en azından ilk defa senin işin için şirket el birliği yapacak diye mutlu olmanı beklerdim. Ama yok. Sen beni üzmek için saçma sapan konuşmalar yapıyorsun. Sayende bu kafayla b...k edip işi bırakacağım."

Cümlesinin sonunda birden sustu. Aklına bir şey gelmiş gibi gözleri uzaklara kaydı. Alnına gelen perçemini geriye atarken fısıltı gibi söyledi. "Aaa... O kızın sırtında morluk vardı." Murat panikle ona döndü. Bakışlarındaki öfke bir anda yerini alarma bıraktı. "Ne?" Esila başını önüne eğdi. Utanıyordu. Konuşurken sesi kısıktı, kelimeler zor dökülüyordu.
"İstemeden gömleğini yırttığım anda gördüm. Sırtı tamamen morluk içindeydi. Yeni değildi. Mor ve yeşil arası bir renkti. Eski yaralar gibiydi."

Başını hâlâ kaldırmamıştı. Murat ise duyduklarını anlamlandırmakta zorlanıyordu. Yüzü donuklaştı. Çenesini sıktı. "Sakın Salih’e söyleme. Ne olur. Kötü biri olduğumu düşünür."

"Zaten kötüsün" dedi Murat, gözlerini ondan ayırmadan. "Sen niye gömleğini yırttın?"

"Ben... Bilmem. Elim takıldı. Kazayla oldu." Murat yerinde duramıyordu artık. Olduğu yerde sinirle volta atmaya devam etti. Elleri yumruk olmuştu. "Onun sırtında niye morluklar vardı?"
Esila yutkundu. Yüzü düşmüştü. Gözlerini kaçırıyordu. "Nereden bilebilirim? Tek bildiğim, yanlış hatırlamıyorsam ‘Canım yanmıyor, merak etme. Kadınlara nasıl davranacağını bilmeyen biri tarafından yapıldı. Şimdi daha iyiyim’ demesiydi. O yüzden sorun olmadığını düşündüm."

Bakışlarını Murat’ın gözlerine kaldırdı. Kuzeninin yüzü kıpkırmızı olmuştu. Dudaklarını bıçak gibi sıkmıştı. "Kuzen... Bana öyle bakma. O anda sessiz kalmak mantıklı geldi. Söylediği gibi sana koşup anlatmak... Bilmiyorum. Olmazdı gibi geldi." Haksızdı belki ama içinden geleni yapmıştı. Kendini savunma gereği duydu. Murat hiçbir şey söylemeden hızla dışarı çıktı. Yüzünde öyle bir öfke vardı ki, Esila'nın içini ürpertti.

Eğer içeride biraz daha kalsaydı, Esila ile kavga ederek kendini rahatlatacaktı. Ama bunu istemedi. Gerçeklerle baş başa kalmak zorundaydı. Sinirle sekreter odasına yöneldi. Kapıyı hızlıca açtı. İçerideki herkesi süzdü. Hacer, Yaren ve Ayşe oradaydı. Ama o, sadece birini arıyordu. Lanet olsun ki o kişi, Melek, orada değildi. Şu an en çok istediği şey onun bir gölgesi bile olsa... Sesi, kokusu... Onu bu kadar özlemesi sinirini daha da artırıyordu.

"Ayşe... Sekreter hanımı en son nerede gördüm demiştin?" dedi, sesindeki gerginlik herkesin tüylerini diken diken etti. Ayşe, hemen yanındaki masada duran Yaren’e bakıp kelimeleri telaşla sıraladı. "Aslında ben değil... Yaren görmüştü..." Yaren tedirginlikle ayağa kalktı. Elleri önünde birleşmişti. Yutkundu. "Sizin odanızdan çıktığı gibi merdivenlerin olduğu tarafa giderken gördüm. O kadar. Sonra ne yaptı, nereye gitti bilmiyorum."

Azar işitmeye hazır bir halde duruyordu. Murat, dişlerini sıkarak başını eğdi. Sonra hiçbir şey demeden odadan çıkıp merdivenlerin olduğu yöne ilerledi. Kollarını beline koyarak gri mermer duvara baktı. Kasvetli bir hava vardı o koridorda. Merdiven trabzanına tutundu. Başını yukarı kaldırdı. Yukarıdan gelen bir ses yoktu. Hareketsizdi her şey.

Sonra yavaşça başını eğdi. Gözlerini aşağıya çevirdi. Kimse yoktu. Zaten orası, öylece durmak için bile uygun değildi. Telefonunu cebinden çıkardı. Arkasını dönerek yürümeye başladı. Ama bir his... İçinden gelen bir dürtü onu tuttu. Ayakları istemsizce geri döndü. Merdivenlerden inmeye başladı. İlk katı geçti. İkinci kata inerken bir anda durdu. Gözleri son basamaktaki bir detaya takıldı. Birkaç damla kan. Dondu kaldı.

Dizlerinin üstüne çöktü. Elini kana sürdü. Islak ve koyu bir kırmızı. Yeni pıhtılaşmıştı. Hemen etrafa bakmaya başladı. Başını yukarı kaldırdı. Tam üzerinde bir kamera olduğunu fark etti.
"Bingo" dedi alçak sesle. Kollarını arkada birleştirerek yavaşça doğruldu. Yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. Ama bu, içini rahatlatan değil, daha da tetikleyen bir ifadeydi. Melek’in sayesinde burada daha önce bazı kavgaların yaşandığını biliyordu. Bu yüzden ilk düşündüğü şey bir tartışma veya çalışanlar arası bir sürtüşmeydi.

"Bakalım kimmiş burayı ringe çeviren?"
O kanın, aradığı kişiye, Melek’e ait olduğunu hiç tahmin etmiyordu. Ona göre bu, çalışanların arasında çıkan küçük bir tartışmanın sonucuydu. Mantıklı ve gerçekçi olan tek hareket, bunu kamera kayıtlarıyla izlemekti.
Hemen odasına döndü. Masasına oturduğu gibi güvenlik departmanını aradı. Direkt Muzaffer Bey’i istedi. On dakika sonra, kahverengi saçlarının arasına serpişmiş beyazlarla yaşını belli eden, yüzünde her daim bir tebessüm taşıyan, minyon yapılı, altmış iki yaşındaki güvenlik şefi içeriye girdi.

"Buyurun efendim. Beni istemişsiniz?" dedi. Bir ay öncesine kadar Murat’tan nefret edecek kadar öfke duyan bu adam, şimdi karşısında değişmiş bir patron buluyordu. Sorumluluk sahibi, kontrolcü ve detaycı biri. "Koridorun sonundaki merdivenlerin kamerası çalışıyor mu?"

Muzaffer hemen toparlandı.
"Birkaçı dünden beri arızalı ama diğerleri çalışıyor. Hemen tamire gelecekler zaten. Bir problem mi oldu?"
Murat yüzünü ciddi tuttu. "Bugünün kayıtlarını istiyorum. On bir ile bir buçuk arası. Merdivenlerde kavga eden birileri var. Diğer kameralar da yardımcı olur. Hepsini tarayın. Yarım saat içinde odamda olsun."

Kalktı. Birkaç adım attıktan sonra tekrar döndü. "Oraya temizlikçi gönderin. Kan var." Muzaffer’in kaşları kalktı. "Bir de çok önemli bir konu daha var. Yirmi gün önce Melek Hanım'ın, Suzan isimli sekreter tarafından hastanelik edildiğini biliyorsunuzdur. O olayın bir gün öncesinin görüntülerini de istiyorum."
Muzaffer sadece başını salladı. Yüzündeki ciddiyet, konunun derinliğini kavradığını gösteriyordu. "Bu konu hakkında kimseyle konuşmayın. Aramızda kalsın. Tamam mı?"

"Tamam efendim" dedi ve aceleyle odadan çıktı. Murat, içindeki sıkışmayı ancak bir yolla bastırabilirdi. Kum torbasının önüne geçip öfkesini yumruklarına yükleyerek vurmaya başladı. Her darbe, içinde tuttuğu sorulara bir cevaptı. Her vuruş, Melek’e ne olduğu sorusuna çığlıkla atılan bir darbeydi. Ama hiçbir vuruş, içindeki endişeyi susturmuyordu. Tam tersine, sorular daha da gürültülü hale geliyordu. Melek neredeydi? Ve o kan… ona ait olabilir miydi?

***

Melek titreyen vücuduna aldırmadan gözlerini araladı. Göz kapakları sanki kurşunla doluydu, kalkmamak için direniyordu. Başının sol yanına doğru yavaşça akan o tanıdık ıslaklık yine oradaydı. Ilık bir kan damlası, yanağına usulca süzülerek iniyordu. Ayhan hâlâ gelmemişti. İçinde ince bir kıvılcım gibi çakan o düşünce, her şeyi tetikledi. Kaçmak. Şimdi ya da asla. Belki de buradan çıkmak için son şansıydı. Bir daha bu kadar yalnız bırakılacak kadar "şanslı" olamayabilirdi.

Yutkundu. Boğazı kuruydu. Tükürüğü bile iğne gibi batıyordu. Altına serili olan ve vücudunun neredeyse her yerini ıslatmış soğuk su birikintisi, sadece derisini değil, iliklerini dahi donduruyordu. Su, giysilerinin içine sızmış, boğazlarına kadar yükselmişti. Konuşsa sesi çıkmayacaktı. Şimdiden yutkunmak bile bir işkence halini almıştı. Ciğerlerine sanki su değil, buz doluyordu. Her nefes, yakıcıydı.

"Nefes al. Sakin ol. Kaçacaksın. Kaçmak zorundasın," diye mırıldandı. Sesi öylesine kısıktı ki, sanki sadece aklının içinde yankılandı. Kulağının duyduğu tek şey, kendi nefesinin zayıf titreşimiydi.

"Bir. İki. Üç." Yerden aldığı güçle kendini kaldırmaya çalıştı. Dizlerini titreyerek kendine çekti. Bedenini yukarı itmek istedi. Ancak ilk denemesi tam anlamıyla hüsrandı. Vücudu, o ilk adımı atacak kadar bile hazır değildi. Gövdesi istemsizce tekrar yere düştü. Betona çarpan kemiği inledi. Dayanamadı, yüzünü yana çevirdi ve soğuk zemine küfretti. Boğazında bir öfke düğümü oluştu. Yenilgi, nefretle karışıyordu.

Bacaklarına iki eliyle bütün kuvvetini vererek vurdu. Şiddetle. Acı hissetmeye başlamıştı. Bu, iyiye işaretti. Ancak o acı, sadece kendi darbelerinin değil, Ayhan’ın şiddetinin de yeniden can bulmasına sebep oldu. Çekiçle vurulmuş gibi sızlayan kasları, sanki içinden yanıyordu. Etinin altındaki morluklar, her darbenin izini taşıyordu. Ama Melek için o acı bile bir umut kaynağıydı.

"Onun bunun çocuğu... Vicdansız pislik... Gebertip çöpe atmak lazım bu herifi. Adi herif," diye bağırmak istedi ama sesi hâlâ kısıktı. Hırıltı gibi çıkıyordu. Sadece nefesiyle mırıldanabildi bu sözleri.
Bacağını kaldırmaya çalıştı. Ancak kasları iflas etmiş gibiydi. Vücudu onunla iş birliği yapmıyordu. Yine de içindeki inat, kendine öfkesini körükledi.

"Aptallık bende. Bu haldeyken bile... Aldığım narkozun etkisi geçince... Yürüyerek bu lanet yerden kaçabileceğime inanıyorum. Gerçekten tam bir aptalım. Her zaman bir umut arıyorum. Her zaman. Her seferinde..." dedi, ağzının içindeki metallik tadı fark ederek dudaklarını yalamaya çalıştı. Tadı pas gibiydi. Belki de kendi kanıydı.

Acı, her geçen dakika daha katlanılmaz oluyordu. Ayak parmaklarını hissetmiyor, kollarını zorla kontrol ediyordu. Dişlerini sıktı. Hem de bütün gücüyle. Bağırmak... Onun için bir seçenek değildi. Nerede olduğunu bile bilmeyen biri için bağırmak sadece daha fazla tehlike çağırmaktı.

Kolunu dişleri arasına alarak ısırmaya başladı. Ama bu da işe yaramadı. Ne kendi verdiği acı, ne de sıkmaya çalıştığı duygular... Hiçbiri o tarifsiz sancının üstünü örtemedi. Saçlarını yoldu. Yumruklarıyla başını dövdü. Acı hafiflemesi gerekirken her saniyede daha da büyüdü. Artık beyninin içi bile ağrıyordu. Kulaklarında uğultular başlamıştı. Gözleri kararıyor, yavaş yavaş kapanmak istiyordu.

Başını elleri arasına geçirip sıktı. "Çok canım acıyor. İnsan olduğumu unuttu bu pislik. Yoksa... Yoksa bir insan bir insana bunu yapamaz," dedi. Sesi çatallaştı. Ağlamaya başladı. Hem de sessizce. Titreyerek. Ağlayarak ama hıçkırmadan. Çünkü sesi duyulmamalıydı. "Bir. İki. Üç." diye tekrar fısıldadı. Bu defa kıpırdayamadı bile. Vücudu cevap vermiyordu. Ama pes etmek yoktu. Pes etmek, buradan bir daha asla çıkamamak demekti. Yüz üstü döndü. Ağrılar içinde, titreyerek. Ayağa kalkamıyorsa, o zaman sürünerek gidecekti.

Kollarını ileri uzattı. Avuçlarını betona bastı. Vücudunu kollarına doğru çekti. Yavaşça. Sessizce. Sürünmeye başladı. Altı. Yedi adım. Belki daha fazla. Her adımda iç çamaşırı daha çok ıslanıyor, yaraları kirli zemine değdikçe inliyordu. Ama ilerliyordu. Her ilerleyişte kalbi daha da hızlı atıyordu. Belki kurtulacaktı.

Yanından geçtiği paslı kutunun üstünde iki adet çekiç gördü. Gözleri onlara kilitlendi. Umut gibi parlıyorlardı gözünde. Belki biriyle kilidi kırar, belki savunma için kullanırdı. Biri işe yarayabilirdi. Elini uzattı. Parmaklarını uzattığı sırada… Bir ses. Yavaşça yaklaşan ayak sesleri. Boşlukta yankılanan, metale çarpan bot adımları.

Vücudu yeniden dondu. Az önce alıştığını sandığı soğuk tekrar içini ele geçirdi. Hemen, paniğe kapılmadan, hızla kendini geri sürükledi. Çekiçleri arkasında bıraktı. Yerine, başına gelen o berbat noktaya geri döndü. Son gücüyle kendini yere bıraktı. Gözlerini sımsıkı kapattı. Uyuma numarası yapmalıydı.

Gözleri kapalıydı ama kulakları... Onlar, bir hayatta kalma refleksi gibi tetikteydi. Duyuyordu. Çekicin alındığını, metale çarpan sesi. Birinin o çekici aldığını çok net duymuştu. Ve adımlar... Ona doğru geliyordu. Her bir adım, kalbine birer mızrak gibi saplanıyordu. Koca, askeri üniformaya benzer bir şey giymiş bir ayak, geldi. Melek’in bacaklarına vurdu. Ayhan’dı. O alaycı sesiyle konuştu.

"Normale döndü mü bacakların?" dedi. Sesinde hem alay vardı, hem de bir çeşit tiksinti. Melek, kapalı dudaklarının arkasında dişlerini öylesine sıktı ki, çenesindeki kaslar kasılmaktan titriyordu. Tek gözünü hafifçe araladı. Ayhan başında durmuş, onu izliyordu. Telefonuna gömülmüştü ama bakışları ara ara ona dönüyordu. Gülüyordu. Mesajlaşıyordu. Hayat ona hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu.

"Uyanık olduğunu biliyorum." dedi. Telefonu cebine koydu. Adımlarını ağır ağır yaklaştırdı. Melek’in hemen yanına geldi. Eğildi. Ayakkabısının ucunu havaya kaldırdı. Melek’in baş hizasına doğrulttu. "Gözlerini aç. Yoksa başına inanılmaz derecede büyük bir darbe yersin." Melek, gözlerini kırpıştırdı. Ayakkabının ucunu görüyordu. Tam alnına nişan almıştı. Korktu. Gerçekten korktu. "Açtım. Lütfen vurma." dedi. Sesi çatallıydı. Yorgundu. Korkuyordu. Titriyordu. Yalvarmaya yakın bir tonla tekrar etti.

"Bacaklarım tutmuyor... Ne yaptın bana?" Ayhan eğildi. Göz hizasına geldi. Gülümsedi. Soğuk, donuk, içinde insanlık kırıntısı olmayan bir gülümseyişti. Cevap vermedi. Sadece yüzüne bakıp dudaklarını yavaşça yaladı.

Kendini toparlamak için güçsüz görünmek zorundaydı. Hayatta kalmak, bazen ayakta durmaktan değil, yere kapanıp nefes almayı başarabilmekten geçiyordu. Her şeye boyun eğen, çaresiz bir kadın rolü oynamalıydı şimdi. Güçsüzdü ama zayıf değildi. Farkı sadece o biliyordu. Ayhan’ın zihnindeki versiyonu ise onun tam tersiydi.

"Çok güçlü göründüğün halde güçsüz bir kadınsın. Dozu iyi ayarlamışım. Biraz daha dayan. Sonra biz sağ sen selamet." dedi. Yüzünde iğrenç bir memnuniyet vardı. Ayağını hafifçe kaldırarak Melek’in omzuna vurdu. O kadar hafifti ki bir yabancı bunu fark etmeyebilirdi. Ama Melek, bu temasın arkasındaki üstünlük kurma arzusunu iliklerine kadar hissetti. Ayhan'ın her hareketi bir mesaj taşıyordu. Senin hayatın bizim ellerimizde, diyordu her seferinde.

"Kenan Bey stres atmak için seni istedi. Adamı o gün çok üzdün. Diğer sekreterin tadına bakarken sen işine engel oldun. Bu tür zamanlarda insanların rahatsız edilmemesi lazım." Yüzüne eğildi. Gözlerini belerterek konuşuyordu. Dudaklarından dökülen kelimeler iğrençti. Ahlaktan uzaktı. İnsaniyetten kopmuştu. "Senin tadına bakarken de bakalım kim engel olacak. O istedi narkoz almanı fazla zorluk çıkarma diye. Malum elin ayağın durmuyor."

Kahkahası boğuk bir yankıyla duvara çarptı. Melek’in yüz hizasına kadar eğildi. Nefesi yüzüne değdi. Ağzı sigara, alkol ve iğrenç bir çürüklükle doluydu. Titreyen çenesini kavradı. Hırsla kendine çevirdi. Bu temasla Melek'in içi buz gibi oldu. Tiksintiyle irkildi. Bedenini geri çekmek istese de gücü kalmamıştı.

"Bu yüzden seni öldürme planlarımı çok az, bir saat daha erteledim. Birazdan burada olur. İşini hallettiği gibi daha fazla acı çekmemen için direkt şah damarından işini bitireceğim. Sonra da yakarım." Ayhan’ın sesi öyle rahattı ki, sanki sıradan bir evrak işi konuşuyordu. Sanki bir insanın hayatından bahsetmiyordu. Gözlerinde ölüm yoktu. Eğlence vardı.

Melek dayanamayıp sol elini kaldırdı. Tüm nefretini, tüm kırılmışlığını, tüm onurunu elinin içinde toplayarak Ayhan’ın suratına şiddetli bir tokat indirdi. Tokatın sesi yankı yaptı. Anlık bir sessizlik oluştu. Melek’in gözleri doldu. Hem korkudan hem de öfkeden.

"Sen nasıl bir insansın? Hiç mi değer yargın yok? Ben tecavüze maruz kalıp ölünce ne kazanacaksın? Vazgeç. Bu durumda her dakika herkes için kötüleşiyor. Kenan da, sen de normal değilsiniz." dedi. Kelimeleri öfkesini susturmak içindi. Belki işe yarar diye düşündü. Belki bir yerlerinde azıcık vicdan kalmıştır.

Ama Ayhan umursamıyordu. Yüzü kıpkırmızıydı. Ama acıdan değil. Gururundan. Küçük düşürülmüştü. Şimdi gözleri başka bir şeyle doluydu. Nefretle. Dişlerini sıktı. Gözlerinde Melek’i boğma arzusu vardı.

Aniden ileri atıldı. Melek’in boğazına yapıştı. Ellerini öyle sert bastırdı ki, Melek’in gözleri karardı. Tırnakları boğazına battı. Boğulmak bu kadar sessiz miydi? Birkaç saniye içinde hayatından vazgeçmeye hazır hale geldi Melek. Ama vazgeçmedi. "Sen kimsin ki bana akıl veriyorsun? Ne yaşadığımı nereden bileceksin? Kız aklınla bana akıl veriyor, yetmezmiş gibi kirli ellerinle bana vuruyorsun." Ayhan gözlerini açtı. Dişlerinin arasından konuşuyordu. Gözleri çılgın gibiydi. Boğazını sıkan elleri, çekiç gibi ağırlaşıyordu.

O sırada kapı aralandı. Kalın bir gölge içeri girdi. Melek göz ucuyla gördü. Ayhan da fark etti. Elindeki çekiçle Melek’in kafasına inmeye hazırlanıyordu ki, adamın gözlerinin içindeki ifade değişti. Dondu. Elini yarıda bıraktı. Gülümsedi. Tiksindirici bir teslimiyetle çekici yere indirdi.

Kapının ardında duran adam nihayet içeri girmişti. Kenan Bey. Geniş omuzları, göbekli bedeniyle içeri girerken ışık arkasında kaldı. Gölgesi bütün duvara yayıldı. Kıyafetleri ağır parfüm ve tütün kokuyordu. Sesi gür ama tembelceydi.
"Sana kızlarla nasıl konuşulması gerektiğini kaç yıl oldu öğretemedim." dedi. Ayhan’a yaklaşarak elini başına koydu. Parmaklarını saçlarında gezdirdi. Sevgi değil, tahakküm vardı bu harekette. Köpek sever gibi, ama sahibine itaat etmeyen köpeği hizaya getirir gibi.

Sonra Melek’e baktı. Melek’in yüzüne, göz altlarındaki morluklara, çatlamış dudaklarına, ıslak saçlarına baktı. Tiksindirici bir merakla gözlerini gezdirdi. "Nasıl bir sanattır bu?" dedi. Kahkaha attı. Göbeği sarsıldı. Kalın sesi odanın duvarlarını dövdü. "Neyse... Bu kızın yüzünü biraz suyla yıkarsak işe yarar. Ne hale getirmişsin bu sürtüğü." dedi. Ağzından dökülen her kelime Melek’in yüzüne kurşun gibi çarpıyordu. Kahkahasına devam etti. Melek afallamıştı. Midesi bulanıyordu. Tiksinti, utanç, öfke... Hepsi birbirine girmişti. Bu neydi? Bu nasıl bir dünyaydı?

Ayhan’ın Kenan’a bakışları tam bir tapınma gibiydi. Gözlerinde hayranlık vardı. İlah gibi görüyordu onu. Sanki o odada bulunan tek değerli şey Kenan’dı ve geri kalan herkes onun arzularının oyuncaklarıydı. Melek başını hafifçe eğdi. Düşünmeye başladı. İç sesi adeta fısıldıyordu. 'Ayhan... Bu yaşlı, azgın tekenin gözlerinin içine baka baka bana güven sözleri vermişti. Evet, evet. Bana güven, diye diye bağlanmıştı. Gözlerimin içine bakıp söz vermişti. Beni koruyacağına dair.' Gözlerini sıktı. Göz kapaklarının ardında bir mahkeme kurdu. 'Merve’ye tecavüz etmeye çalıştığı zaman... Ayhan gözcülük yapıyordu. Karısını dövmesini istediği zaman, eminim ki tereddütsüz görevi yerine getirmişti. Beni kaçırdı ama elini sürmedi. Neden? Güven mi? Sadakat mi? Yoksa kendi içindeki zavallı bir sevgi mi?'

Düşünceler hızla akıyordu zihninde.
'Ve şimdi... Sahibine sadık. Ya da sadece korkak. Çünkü Kenan Bey'in tek bir sözüyle beni öldürmekten vazgeçti. Önce ona sunmak için zaman kazandı. Belki de beni armağan ederek bu adamın onu terk etmemesini sağlayacaktı.' Gözlerini açtı. Tavana baktı. Nefesi zayıftı.
'Bu para için fazla. Bu fedakarlık, bu sadakat... Bir tetikçinin bile bir sınırı olurdu. Ama burada insan yok. Burada sadece hayvanlar var. Asıl soru şu: Ben bu iki insan kılıklı şeytanla nasıl baş edeceğim?'

Gözlerini yavaşça kapattı. Nefesini tuttu. Sakinleşmeye çalıştı. Çünkü biliyordu. Şimdi değilse bile, zamanı geldiğinde bu odadan ya onlar ölecek ya da o çıkacaktı. Başka yol yoktu.

***

Esila sayesinde Melek’in sırtındaki morluklar yalnızca onun değil, artık Salih’in de dikkatini çekmişti. O an kafasında oluşan düğümler Salih’e huzur vermiyordu. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu ve bu his, içini oyar gibi bir huzursuzluğa dönüşmüştü. Eğer bu morlukların Suzan’ın dayak yediği olayla bir bağlantısı varsa, Murat da bu hikâyenin bir yerindeydi. En azından bunu anlamak istiyordu. Anlamadan taraf olmak istemiyordu. Ama kalbi ona bir şeylerin ters gittiğini çoktan söylüyordu.

Salih önde, Esila ise arkasında hızlı adımlarla Murat’ın odasına ilerlediler. Esila, suskun ama burnundan soluyordu. Kalbinde pişmanlık ve endişe iç içe geçmişti. Salih kapıyı tek hareketle açtı.
"Haber var mı birader?" dedi nefesi kesilmiş gibi. Gözleri Murat’ın üstündeydi. “Sırtında oluşan morluklar kafamı kurcaladı,” diye ekledi. Gözleri sorguluydu. Sakin ama yargılamaya yakın bir tonla konuşuyordu.

Esila, kuzeninin yanına yaklaşıp söz almak için bir adım attı. Ama Murat bakışlarını ona dikti, eliyle konuşmadan dışarı çıkmasını işaret etti. Gözleri keskin, sesi taş gibi sertti. Ters bir şey vardı. Belli ki Melek hâlâ bulunamamıştı. Ve Murat sınırdaydı. "Şimdilik bekliyorum. İnşallah benimle yemeğe gitmemek için kaçmıştır," dedi dişlerini sıkarak. “Yoksa sonu hiç iyi olmayacak.”

Gözlerini hâlâ odada dikilen Esila’ya çevirdi. Sesi buz gibiydi. "Gitmen için yazılı celp mi bekliyorsun? Çık dışarı. Seni şu anda gözümün önünde görmek istemiyorum. Anladın mı? İştirak edebiliyor musun? Seni görmek istemiyorum."

Bu sözler Esila’nın kalbine keskin bir bıçak gibi saplandı. Göz kapakları kırılsa da yüzü düşmedi. Kurumuş dudaklarını yalamaya çalıştı. Adımını geri atmak yerine bir iki adım daha yaklaştı. Odanın ortasında durdu. Bütün beden dili "gitmeyeceğim" diyordu. Salih bir yandan Murat’ın öfkesini yatıştırmaya çalışıyor, bir yandan Esila’nın bu duruşunu anlamaya çalışıyordu. Murat’ın suratında kasılmalar vardı. Kaşları çatık, elleri sıkılıydı. Koltuğa zorla oturdu. Esila'nın gözlerinin içine baktı ama tek kelime etmedi.

Salih koltuğa yerleşti. Sakin ama kararlı bir sesle konuştu. “Sakin ol Murat. Şimdi Esila’ya bağırarak bir şeyleri değiştirebilecek değilsin. Bunların sebebi o değil. Bir düşün. Kafandaki öfkeyi bir kenara koy. Sakinleş önce.”

Bu cümle, Esila'nın omuzlarındaki yükü biraz hafifletti. Derin bir nefes alıp Murat’ın karşısında durdu. Dudaklarını kıpırdattı. Artık geri adım atmayacaktı.
"Gömleğinin yırtılması benim suçum olabilir ama tamamıyla suçlu değilim. Hem... Yırtılmasına minnacık katkım olmasa, nereden bilecektin Melek’in sırtının mor olduğunu? Teşekkür etmen gerek, bağırman değil," dedi. Gözlerini Murat’tan ayırmadan başını dikleştirdi. Gözlerinde, yanlış anlaşıldığına dair bir öfke vardı.

Murat sessiz kaldı. Sözleri anlamaya çalıştı. İçinde fırtınalar kopuyordu ama ağzından kelime çıkmadı. Sadece elini alnına götürdü. Salih, duydukları karşısında afallamıştı. Gözlerini kısıp Esila’ya baktı. Bu kız ne yapmaya çalışıyordu? Yine o dengesiz, öngörülemez haline bürünmüştü. Onu korumaya çalıştığına, bir kez daha pişman olmuştu. "Öyle bir duruma getirdin ki beni... Seni korumaktan korkuyorum artık. Hep suçlu sensin. Neden şirkete geri geldin? O iki aylık uzaklığında çok rahattım. O kadar mutluydum ki... Şimdi seni gördükçe başım ağrıyor. Tam bir baş ağrısısın. Şımarık, yapışkan tavırların yetmedi, şimdi bir de zorba olduğunu öğrendim!" dedi. Sesi acılıydı. Başını tutarak söyleniyordu.

Esila gözlerini devirdi. Umursamaz gibi yaptı ama aslında canı yanmıştı. Koltuğun diğer kenarına oturdu. Kollarını göğsünde kavuşturdu. Ve sonra alaycı bir cümleyle karşılık verdi. "Gözüne bu kadar batıyorsam nikahına al kurtul." dedi. Ardından dil çıkartarak Murat’a baktı.

Murat’ın gözleri irileşti. Dudakları bir şey söylemek ister gibi kıpırdadı ama yine sustu. Esila bir kez daha konuştu. Sesi bu sefer daha ciddiydi. "Bakma öyle. Melek’e yaptıklarımdan pişmanım. Yemin ederim. Gömleğinin yırtılması... Benim suçum olabilir ama... Aması yok işte. Özür dilerim."

Murat gözlerini kapattı. İçinde büyüyen karanlık bir şey vardı. Dizginleyemediği bir öfke. Ama konuşmadı. Tam o anda kapı aralandı. Sessiz geçen beş dakikanın ardından, güvenlik şefi başı önünde, mahçup bir şekilde içeri girdi. Elindeki klasörleri göğsüne bastırmıştı. Murat başını kaldırmadan konuştu. “Kayda değer bir şey buldun mu? Bugün ve Suzan’ın dayak yediği güne ait bütün her şey hazır mı? Kamera görüntüleri hemen önüme gelecekti. Nerede?”

Adam bir adım attı ama konuşmadı. Sanki dilini yutmuş gibiydi. Murat aniden ayağa kalktı. O anki enerjisiyle odayı yerle bir edebilirdi. “Bugün benim dediklerimi niye kimse anlamıyor?” diye bağırdı. Sesi çatladı. Damarları şişti. Yumruklarını sıktı. İçindeki çığlık, artık dışarı sızıyordu. Babasına yıllar önce yaptığı görmezden gelmeler, şimdi kendi başına dönmüş, tokat gibi çarpıyordu. Herkes ona kulaklarını kapatmış gibiydi.

Yaşlı güvenlik şefi titreyerek konuşmaya başladı. "Efendim... Affedin beni. Sekreteriniz yani Melek Hanım..." Gözlerini kaçırdı. Yutkundu. Murat öne doğru yürüdü. Gözlerini kısmıştı. Yüzü kıpkırmızıydı. Sesini zor bastırarak sordu. "Bir şey olmuş. Lanet olsun, ne oldu? Anlat!" O an herkes sustu. Sanki odanın içindeki oksijen çekilmişti. Salih nefes almayı unutmuştu. Esila kaskatı kesilmişti.

Güvenlik şefi sonunda tüm cesaretini toplayarak konuştu. "Melek Hanım’ın canı tehlikede. Görüntüleri o gün fark etmiş olsaydık, bunlar olmayacaktı. Tamamen bizim güvenlik zafiyetimiz... Affedin efendim." O anda Murat bir adım geri attı. Aldığı nefes boğazında kaldı. Sanki biri onu yumruklamıştı. Yutkunamadı. Gözbebekleri büyüdü. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, göğsü inip kalkmıyordu adeta. “Neden?” diye sordu. Sesi fısıltı gibiydi. Ardından içindeki öfke patladı. “KİM?! Kim hayatını tehlikeye atan o ŞEREFSİZ?!”

Kalemler düştü. Klasörler ellerden kaydı. Herkes kıpırdamadan donmuştu. Ve Murat artık sadece patron değil, savaş açmış bir adamdı. Melek’i ona kim dokunduysa... Onun yaşamına kast eden kişi, artık nefes almaya layık değildi.

_______

Beğeni ve yorum yapanlara teşekkür ederim.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle Allaha emanet olun.

Bölüm : 27.10.2024 14:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 33. Kalbe Şiddet Ağırdır
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...