36. Bölüm

34.Seni Kimler Aldı

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. Hadi başlayalım okumaya.

_____________

"Kayda değer bir şey buldun mu? Bugün ve Suzan'ın dayak yediği güne ait bütün her şey hazır mı? Kamera görüntüleri hemen önüme gelecekti. Nerede?" Murat aniden yerinden fırladı. Parmaklarını masaya bastırarak karşısındaki adama doğru bir adım attı. Gözleri sertti. Soluk alışı hızlanmış, ses tonunda tehditkâr bir gerginlik vardı. Adamın yüzüne dik dik bakıyordu.

Adam, cevap vermeden önce yutkundu. Kelimeler boğazına düğümlenmiş gibiydi. Murat bir şey demedi. Olduğu yerde dikildi. Sadece nefes alışverişi duyuluyordu. Odadaki herkes buz kesmişti. "Bugün benim dediklerimi niye kimse anlamıyor." diye bağırdı Murat. Bu bir cümle değil, patlamaydı. Sadece ses tonu değil, gözbebekleri de öfke kusuyordu. Sorduğu soruların cevapsız kalması sinirini daha da artırmıştı. Murat dünyanın gördüğü en rahat insan olabilirdi. Ama şu anda o rahatlık buhar olup uçmuştu. .

Karşısındaki yaşlı adam, utanç içinde yere bakarak kekeledi. "Efendim affedin beni... Lütfen..." Gözlerini kaçırdı. Ellerini önünde birleştirmişti. Bir savunma değil, bir teslim oluştu bu.
"Sekreteriniz... Yani Melek Hanım... Biz... yani... İşimizi düzgün yapmadığımız için..." diye devam etti boğuk bir sesle.
Murat’ın gözleri büyüdü. Derin bir nefes aldı, sonra öfkeyle sordu. "Bir şey olmuş... Lanet olsun... Ne oldu? Doğru düzgün anlat..." Sesi ilk kez bu kadar netti. Öfkesini bastırmıyordu artık. Bastırmıyordu çünkü bastırılacak şey kalmamıştı. İçindeki her şey kabına sığmıyordu. Her zaman alaycı, umursamaz tavırlarıyla tanınan adam şimdi öfke püskürtüyordu. Dizginlenemeyen bir hayvan gibi.

Yaşlı adam kelimeleri seçmekte zorlanarak konuştu. "Melek Hanım’ın canı tehlikede efendim... Eğer görüntüleri o gün görmüş olsaydık, bunlar olmazdı... Bu tamamen bir güvenlik zafiyeti. Affedin... Ne deseniz haklısınız..." Ortam buz kesmişti. Bir anda... Herkes sustu. Saat durmuş gibi. Havadaki oksijen çekilmişti sanki. Herkes birbirine baktı ama kimse göz göze gelmeye cesaret edemedi. Sadece Murat vardı, ayakta, nefes almakta zorlanan, kelimeleri içinde bir volkan gibi tutmaya çalışan Murat.

"Neden... Ve kim?" dedi. Kısık ama derin bir sesle. Bir an için gözlerini kapattı. Nefes aldı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Sonra bütün gücüyle bağırdı. "Kim... Hayatını tehlikeye atan o şerefsiz kim!" Sanki boğazına biri yumruk atmıştı da nefes alamıyordu. Göz kapakları ağırlaşmıştı. Kalbi sıkışıyordu. O an... kelimeler bile onu taşıyamıyordu. Yumruk gibi dizilmişti cümleler.

Lanet etti içinden. Lanet olsun. Neden başına iş açmak için sanki savaş veriyor gibiydi bu kız? Neden her defasında kaybetmesi gereken yerlerde kazanıyordu? Melek’i düşününce içinden geçen hiçbir duygu tek başına yetmiyordu. Öfke, hayranlık, korku, endişe, kıskançlık... Hepsi iç içe geçmişti.

Murat yutkundu. Kendini toparlaması gerekiyordu. Ayakta bile zor duruyordu. Derin bir nefes aldı. Konuşmak zorundaydı. "Ne buldun..." dedi zor nefes alan dudakları arasında. Artık sesinde bir ölüm sessizliği vardı. Gözleri donuktu. Soğukkanlılığını kaybetmeden, dimdik durdu. Karşısındaki adama baktı. Bekledi.

Yaşlı adam, Murat’ın gözlerindeki karanlıkla göz göze gelemeyerek hızla bilgisayarın arkasına geçti. Parmakları titreyerek masaüstünü açtı. Ayarlar kısmına girdi. Birkaç güvenli siteye yönlendirme yaptı. Şirketin özel şifresini yazdı. Giriş sağlandıktan sonra başını kaldırmadan konuştu. "Efendim... Görmenizi istediğim bir şeyler var..." dedi. Sesi kibar ama telaşlıydı.

Salih ve Esila, bir an bile düşünmeden masanın diğer tarafına geçtiler. Ne olduğunu anlamak istiyorlardı. Ellerini kenetlemişlerdi. Dudakları kıpırdamıyordu. Gözleri ekranın içindeydi. Murat ise hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. Sadece uzaktan izliyordu. Bir heykel gibi. Ama içi yanıyordu. Sanki beyninin içinde binlerce çığlık yankılanıyordu.

"Murat Bey... Murat Bey... Murat Bey..." diye seslendi yaşlı adam, titreyerek. Ama Murat’ta hiçbir kıpırdama olmadı. Gözünü dahi kırpmıyordu. Kulaklarında uğultular vardı. Melek’in başına gelen her şey birer hayalet gibi gelip geçiyordu zihninden. Neredeydi şimdi? Ne haldeydi? Korkmuş muydu? Acı çekmiş miydi? Esila, Salih’in gözünün içine baktı. Bir şeyler yapmalı mıydı? Müdahale etmeli miydi? Murat... Kuzeni ilk kez bu kadar tükenmişti. İlk kez gözünün önünde eziliyordu. Bu görüntü canını acıttı. O güçlü, kibirli, herkese yukarıdan bakan adam şimdi nefes alamıyordu.

Ve henüz kimse videoyu açmamıştı bile.
Murat, çok küçükken Moldova’ya dönen dadısının arkasından böylesine üzülmüştü. Ne çocuk aklıyla bunu anlatabilmişti ne de kimse onun bu kadar etkilenmiş olabileceğini düşünmüştü. Oysa o, sadece bir bakıcının gidişini izlememişti. İlk defa birini gerçekten kaybetmişti. Sessizce sevdiği, gözlerine baka baka özlem duyduğu bir kadının... Hayatında ilk defa kalbinde ağırlık hissedip ağlamıştı.

Yengesi komik bir şey gibi Esila'ya anlattığında o da gülmüş bu durumla dalga geçmişti. Ama sonra Murat’ın o yaşlardaki bakışlarını fark ettiğinde, içinden bir tuhaflık geçmişti. Henüz boyu beline zor gelen bir çocuğun gözleriyle kadına nasıl baktığını, o fotoğraflarda açıkça görebiliyordu. Kur yapar gibiydi. O yaşta bile... On yaşındayken bile... Bir yetişkin gibi bakıyordu. O fotoğraflardaki gülümseme, normal bir çocuk sevinci değildi. Daha başka, daha hesaplı bir şey vardı o yüz ifadelerinde. Hayranlıkla bakıyordu. Annesi hiç Murat ile ilgilenmediği için bu dadı onun tek koruyucusu ve ilk aşkı olmuştu. Bu, o yaşta biri için çok normaldi.

Dadısı gittikten sonra Murat değişmişti. Ne gelen başka bakıcılara alışabildi ne de evin neşeli atmosferine. Dört yaşından on yaşına kadar o dadısı yanındaydı. Babası, yani Fahri Bey, onu oyalamak için her yolu denemişti ama bir çözüm bulamamıştı. Annesi Ulviye hanımda evde vakit geçiren biri değildi. Oğlunun bu haline komik bir durum olarak güler geçerdi. Murat, ya camdan dışarı bakarak saatlerce susuyor ya da evin içinde sebepsizce öfke patlamaları yaşıyordu. Zamanla bu hâlleri yaramazlığa dönüştü. Kaçma girişimleri başladı. Sokakta bulunduğu birkaç olaydan sonra, Fahri Bey, Ulviye hanımın baskısıyla oğlunu yatılı okula göndermek zorunda kaldı. Henüz on iki yaşındayken evinden uzaklaştırıldı. Yani çocukluktan gençliğe geçerken, yanında kimse yoktu.

On beş yaşına geldiğinde artık Türkiye’de kalmak istemediğini net bir şekilde söylemişti. Hayatı burada değildi. Bu ülkeye ait olmadığını düşündü hep. Güney Amerika’da özel bir kolej buldular onun için. Ailesinin ekonomik gücü sayesinde, kolej bünyesinde yer alan ve sadece üst düzey aile çocuklarının barındığı yüksek güvenlikli yurtta kalmaya başladı. Murat’ın oradaki günleri görünüşte parlak, içerikte ise karmaşıktı.

Dışarıdan bakıldığında karizmatik, sportif, özgüvenli bir gençti. Ama içten içe huzursuzdu. Ne kadar popüler olsa da, kendini hiç bir yere ait hissedemiyordu. Gözleri sürekli sorguluyordu. İnsanların samimiyetine inanmıyor, kurduğu hiçbir arkadaşlığa tam olarak güvenemiyordu.

On dokuz yaşına bastığında, hayatının kırılma noktalarından biri yaşandı. Beatrice olayı. Müdürün kızıydı. Herkesin ulaşmak istediği, güzel, alımlı ve kibirli bir genç kız. Murat’la aralarında haftalarca süren bir yakınlaşma olmuştu. Gizli buluşmalar, flörtleşmeler, yarım kalmış cümleler... Sonra Murat ayrılmak istemiş zorda olsa ayrılmıştı. Ama bir gece, her şey farklıydı. Beatrice gizlice erkek yurduna girdi. Murat, onunla birlikte olmak istemediğini söyledi. Belki başka bir gün, belki hiç... Ama o gece onu açıkça reddetti. Beatrice reddedilmeye alışık değildi. Özellikle Murat gibi herkesin dikkatini çeken biri tarafından.

Olay, gecenin bir yarısı patladı. Beatrice’nin üstü başı yırtık bir halde erkek yurdunun koridorunda ağlayarak görülmesi, herkesin zihnine tek bir cümle yazdı: "Murat ona zarar verdi." Rimeli yanaklarına akmıştı. Saçları darmadağınıktı. Ayakları çıplaktı. Gözlerinde korku vardı, öfke vardı, ama en çok da gurur kırıklığı. Murat sustu. Söylediği "Ben yapmadım" cümlesi kimseyi ikna etmedi. Tüm gece hesap soran herkese yapmadığı için dil döktü. Kimse inanmayınca sessizliğe büründü. Ama onun gibi bir çocuğun sessizliği suç olarak algılandı.

Fahri Bey, büyük paralar ödeyerek konuyu örtbas etti. Ama bu olay Murat’ın ruhunda kapanmayan bir yara açtı. İlk defa gerçekten haksızlığa uğradığını hissetti. Ve ilk defa herkesin onun hakkında ne düşündüğünü bu kadar net gördü. Babası bile ona inanmak yerine para vererek herkesi susturmayı seçmişti. Oysa babasının ayaklarına kapanıp inanması için yalvarmış, Beatrice elini bile sürmediğini söylemiş olmasına rağmen babası bunu yapmıştı. Anladığı bir şey vardı: kimse seni gerçekten tanımıyorsa, sana inanmaya da yeltenmez.

O günden sonra Murat da bu yalanı kabullendi. Çevresindekilerin gözünde suçluydu. Madem öyleydi, onlara göre biri gibi yaşamayı öğrendi. Duygusal tarafını gömdü. Güvenmeyi unuttu. Kadınlara yaklaşımı değişti. Artık sadece bedene bakan, hiçbir hissi önemsemeyen biri olmuştu. Sadakat anlamsızdı. Sevgi saçmalıktı. Herkesin bir fiyatı vardı. Bu onun gerçeğiydi.

Altı yıl önce Amerika’dan geldiğinde içi hâlâ yara içindeydi. Ama bunu kimse anlamıyordu. Onu tanımayanlar, onun bir “batı zihniyetiyle yetişmiş”, medeni, özgüvenli, zevk sahibi bir adam olduğunu düşünüyordu. Oysa Murat, Amerika’nın her şeyinden nefret ediyordu. İnsanından, sokaklarından, kültüründen... Gülümsüyordu ama içinde bir çöl vardı. Konuşuyordu ama söylediği hiçbir şey içten değildi. Kadınlarla birlikte oluyordu ama sabah hiçbirinin adını hatırlamıyordu.

Ve şimdi... Yıllar sonra ilk kez bu kadar korkuyordu. Ne yaşadıkları ne öğrendikleri ne de bastırdıkları işe yaramıyordu. Ailesi dışında, ilk defa biri için gerçekten endişeleniyordu. Ve bu kız... Ona hiçbir açıdan hitap etmeyen, onun dünyasından uzak, farklı, çelişkili biriydi. Melek. Sessiz değildi, soğuktu, kavgacıydı ama dürüsttü. Güvensizlik taşımıyordu, göstermeye de çalışmıyordu. Belki de en çok bu yüzden tehlikeliydi.

Esila o an, karşısında oturan kuzenine baktı. Murat’ın yüzü donuktu. Gözleri ekrana bakıyor ama odaklanmıyordu. Dudakları kımıldamıyordu ama içinde fırtınalar kopuyordu. Bu adam... Yıllardır kendini kimseye açmayan, herkese belli mesafede duran bu adam... Şimdi Melek için parçalanıyordu. Murat’ın Melek’te ne bulduğunu tam olarak kestiremiyordu.

Salih, hala sessiz kalan Murat’ın omzuna sakinleştirici bir dokunuş yaptı. Parmaklarını yavaşça bastırdı. “Sakinleş. Melek hanım hakkında bir şeyler öğrenebiliriz. Düşünme işini şimdilik ertele. Öfkeni de” dedi. Sesi ne yargılayıcıydı ne de yumuşak. Tam kararındaydı. Uyum sağlayan bir tonla değil, sanki Murat’ın sesine yerleşmiş kırıklıkları görmüşçesine konuştu.

Murat başını sertçe, ama bir onaylamayla sallayıp masanın diğer tarafına geçti. İçindeki kaynayan öfkeyi bastırmak için dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri kararmış gibiydi. Gözbebekleri büyümüş, alnının ortasında sabit bir çizgi derinleşmişti. Elleri istemsizce yumruk haline gelmişti ama farkında değildi.

Yaşlı güvenlik şefi derin bir nefes alarak titrek elleriyle bilgisayarın “tamam” tuşuna bastı. Ekran kararınca herkes bir anlığına durdu. Sessizlik öyle yoğunlaştı ki, birinin nefesi kesse duyulacaktı. Sonra görüntü açıldı. Kamera açıktı ama seste hiçbir şey yoktu. Boş koridorda, elindeki dosyalarla yürüyen bir kadın belirdi. Merve. Düğün hazırlıkları nedeniyle haftalardır ortalıkta görünmeyen sekreter. Yüzünde yorgun ama mutlu bir ifade vardı. Koridoru yürüyüp Kenan Bey’in odasına yöneldi.

Esila kaşlarını kaldırıp ekrana baktı. Sonra gözlerini yaşlı adama çevirdi.
“Eee... Neden çalışan insanları izliyoruz?” Sesi biraz sabırsız, biraz da şaşkındı. Adam yanıt vermedi. Sadece işaret parmağını kaldırarak ‘bir dakika’ der gibi yaptı. Yaşlı elleriyle zaman çubuğunu on beş dakika ileri sardı. Yeniden oynattı. Bu defa merdivenlerin başında Melek belirdi.

Murat’ın kalbi bir anda bir cümleyle delinmiş gibi oldu. Gözleri kısıldı. Nefesi bir an durdu. İçinde bir şey düştü.
Melek’in yüzü ekranda göründüğü anda, dünyadaki her şey arka plana çekildi.
Melek, homurdanarak sekreter odasına girdi. Masasının başına oturdu. Bilgisayarda bir şeyler yazdı. Elleri klavyede hızlı ama dikkatliydi. Masasını düzeltti. Her şey olması gerektiği gibiydi. Sonra ağır adımlarla Murat'ın odasına yöneldi.

Dakikalar sonra geri döndü. Çantasını alıp sessizce yangın merdivenine doğru yürümeye başladı. Tam çıkış kapısına yaklaşmıştı ki… Bir şey oldu. Bir ses.
Aniden başını arkaya çevirdi. Gözleri irileşti. Nefesi durdu. Tedirgin bir yüz ifadesiyle, ağır ama dikkatli adımlarla, sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladı.

Murat bu anı gördüğü anda sinirle videoyu durdurdu. Gözleri ateş gibi parlıyordu. Gözlerinin altı gerilmişti. Sesini boğazının en derininden çıkardı.
“Mahir Bey’le toplantı yaptığımız gün mü bu?” Gözlerini yaşlı adama dikti. Kaşları çatılıydı. Damarları şakaklarında belirginleşmişti. “Evet efendim...” dedi güvenlik şefi çekinerek. Sesi yaşına rağmen incelmişti. “Neyi duydu da bu kadar korkmuş?”

Murat tekrar ekrana döndü. Melek’in korku içindeki yüzüne baktı. İçindeki karmaşa bedenine yayılmıştı. Gözbebekleri titriyordu. “Odalardaki kameralar için özel güvenlik şifresi var. Şifreleri sizler koydunuz...”

“Muzaffer abi, bunları ben biliyorum. Bilmediğim şeyleri anlat. Mesela Melek neden korkarak yürüyor?” Gözlerini yaşlı adamın yüzüne bile çevirmeden konuşuyordu. Kendi sesinden rahatsızdı ama durduramıyordu. Sanki başka biri konuşuyordu ağzından. “Neden bu kadar korkmuş diye soruyorum?” Son kelimesinde sesini yükseltti. Kelimeler keskinleşti.

Karşısındaki güvenlik şefi panikledi. Elini ayağına dolamaya başladı. Sanki ayakta durmak bile istemediği bir sorgunun içindeydi. Esila adım atarak Murat’ın yanına yaklaştı. “Sakin ol kuzen... Adamı bakışlarınla öldüreceksin. Adam müneccim değil.” Murat gözlerini Esila’ya çevirdi. Gözlerinde sadece öfke değil, ağlamamak için bastırılan bir doluluk vardı. “Kapa çeneni Esila. Zahmet olacak ama bugünlük kapalı tut çeneni. Gerçekten hiç günümde değilim. Bazen susmayı bil.”

Sesindeki keskinlik odanın duvarlarına çarptı. Hava buz kesti. Tam o sırada Salih, Esila’nın konuşmak üzere açılan ağzına parmağını götürüp sus işareti yaptı. Esila önce bir an durdu. Sonra bakışlarını Salih’e çevirdi. Parmağı itti.
“Sana ne? İster ağzımı açarım ister açmam. Kocam mısın sevgilim mi? Eğer bu iki kontenjanı dolduracaksan seni dinlerim.”

Murat bir adım geri çekildi. Boynunu sağ eliyle tutup bastırdı. Yüzü öfkeyle değil acıyla gerildi. “Esila an itibariyle Salih’e kur yapmaktan vazgeç. Anlamıyor musun durumu? Bir bardak veya bir kaşık suda boğarım seni. Kendini tutamayacaksan odadan defol git.”
Sesi artık sadece sinirli değildi. Tükenmişti. Esila gözleri dolarak yanındaki sandalyeye sinerek oturdu.
“Tamam artık konuşmayacağım.”
Eliyle ağzına fermuar çeker gibi yaptı.

Tam o sırada yaşlı güvenlik şefinin telefonu çaldı. Melodisi çınladı. O an iki genç adam da kafalarını çevirdi.
Sinirli bakışlarını kadından nihayet çektiler. Murat, birkaç dakika boyunca telefonda hararetle konuşan yaşlı adamı izledi. Sonra bir anda hızla elini uzatıp telefonu kaptı. Konuşmayı yarıda keserek kapattı.

Bugün Murat’ın yaptığı her davranış, her söz olması gerekenden daha sertti.
“Benim sorularıma cevap vermek yerine sohbet mi ediyorsun?” Bağırmıyordu ama sesi baştan sona tehdit içeriyordu.
Başını tavana dikti. Gözlerini kapattı.
“Delireceğim bu gidişle. Muzaffer abi, kovulmak mı istiyorsun?”

“Efen... Efendim. Bilişim departmanından aradılar. Birazdan odaların içindeki kamera sistemlerini açık hale getirecekler. Onu konuştuğum için uzun sürdü. Kusura bakmayın.”
Yaşlı adam başını eğdi. O kadar eğdi ki, neredeyse göğsüne yapıştı. Bu utanç, bu yük sadece ona aitti. Kendini affedemiyordu. Bu ihmalkarlık bir kadının hayatına mal olmuş olabilir miydi? İçinden geçen tek şey buydu.
Kontrol etseydi. Biraz daha dikkatli olsaydı.

Murat telefonu adamın eline sertçe geri verdi. Sonra kolunu kaldırmadan sadece gözleriyle videonun devam etmesini istedi. Az önce ettiği sözler zihninde yankılandı. Kırıcıydı. Gereksizdi. Ama geri alınamazdı. Dilin kemiği yoktu. Özellikle insan acı çekerken kelimeler kılıç gibi saplanıyordu. Yine de pişmanlığını bastırdı. Bu an, vicdan zamanı değildi. Melek’in neden korktuğunu bulması gerekiyordu.
Ve artık gözlerini ekrandan bir saniye bile ayırmamaya kararlıydı.

Melek’in adımları tedirgindi. Ayakları yere basarken vücudu neredeyse o adımlarla savaş veriyor gibiydi. Omuzları hafifçe titriyordu. Gözleri endişeyle etrafı tarıyordu. Koridor boyunca yürürken her kapıya tek tek bakıyor, içeriyi görmek istermiş gibi kafasını hafifçe yana eğerek camlara yöneliyordu. Her odada bir şeyler arıyor gibiydi. Belki birini. Belki bir sesin sahibini. Belki de sadece korkusunu bastırmaya çalışıyordu.

Sonra birden, olduğun yerde durdu. Vücudu ani bir elektriklenmeyle irkildi. Kamera sesi kaydetmiyordu ama ekranda onun ürperdiğini anlamamak imkansızdı. Omuzları yukarı sıçradı, ardından hızla döndü. Bir şey duymuştu. Murat’ın kalbi o an bir an durdu. Gözleri Melek’in yüzündeki o bozulmuş ifadeye, panik ve şaşkınlığın karışımına kilitlenmişti.

Hiçbir şey söylemeden, koşar adımlarla Kenan Bey’in odasının kapısına gitti. Bir anlığına durdu. Elini kapıya uzattı ama tereddüt etti. O an içeride neyle karşılaşacağından emin değildi. Fakat birkaç saniyelik bir duraksamadan sonra, kapıyı açtı ve içeriye koşarak girdi. Kamera açısı burada sona eriyordu. Kenan Bey’in odası koridorun sonundaki kör noktadaydı ve içerideki kamera sistemine henüz ulaşılamamıştı. Görüntü kesilmişti. Sessizliğin içindeki bu an, en az patlayan bir bomba kadar ağırdı.

Murat masaya dayandı. Yumruklarını sıktı. Gözleriyle ekranı delip geçmek ister gibi bakıyordu. Sonra bastırılmış öfkesini patlattı. “Devamı nerede bu lanet olası kameranın? Neden üç adımda bir kamera yok bu koridorda? Bu kadar mı değersiziz bu şirkette?” Odanın sessizliği bir bıçak gibi kesildi. “Lanet olsun. Saçmalık dolu bu şirketin her zerresine.”

Yaşlı güvenlik şefi, başını eğdi. Söylenecek söz yoktu. Sessizce odadan çıkmak için izin istedi. Murat elini havada bir jestle sallayarak ona yolu gösterdi. Adam arkasına bile bakmadan çıktı. Kapı ardından kapandı. Ekran hala devam ediyordu. Fakat sadece boş bir koridor gösteriyordu. Zaman sanki ağırlaşmıştı. Her saniye, izleyenler için bir saat gibiydi.

“Tamam. Derin nefes al birader.” Salih’in sesi alçak, sakinleştirici bir tondaydı. Ama nafileydi. “Nefes mi? Salih, ne nefesinden bahsediyorsun? Delirmek üzereyim. Neden yanında değildim? Neden onun yanında ben yoktum? O yüz neden bu kadar panik içinde? Neden o odada gördüğü şey yüzünden dondu kaldı? Neden, neden, neden?” Murat odada bir baştan bir başa yürümeye başladı. Ayak sesleri tahtaya vuran ritmik darbeler gibiydi. Saçlarını yolacak gibi kafasını tutuyordu. Yumruklarını sıkmıştı ama kendine hâkim olmaya çalışıyordu.

Esila, hâlâ boş koridoru gösteren ekrana bakıyordu. Gözleri Melek’i arıyordu. Odanın içinde bir tartışma yaşandığını düşünmeye başlamıştı. Belki de Merve’yle tartışmıştı. Belki biri bağırmış, diğeri cevap vermişti. Kenan Bey’in odasında iki kadın. Biri masum, biri cadı. Belki de sıradan bir kadın kavgasıydı. Belki. Ama kalbinde bir ağırlık vardı.

O sırada ekrana biri daha girdi. Esila gözlerini kısıp dikkatle baktı. Gördüğü şey kalbini hızlandırdı. “Çabuk gelin buraya.” Salih ve Murat hızla yanına koştular. Gözlerini ekrana kilitlediler. Koridorda yürüyen adamın adımları ağırdı. Üzerindeki kıyafetten güvenlik personeli olduğu anlaşılıyordu. Ancak yüzündeki ifade, bir güvenlik görevlisine ait değildi. Pis bir sırıtma yerleşmişti dudaklarına. Sanki ne yaptığını, ne yapacağını çok iyi bilen biriydi. Düşünmüyordu. Hesaplıydı. Planlıydı.

Adam Kenan Bey’in odasına doğru ilerledi. Hiç durmadı. Kapıyı çaldı mı? Açık mıydı? Görüntüde o yoktu ama net olan şey içeri girdiğiydi. Murat dişlerini öyle sıkıyordu ki çenesindeki kaslar belirginleşmişti. Zor da olsa konuşabildi.
“Kahretsin. Bu şişman Kenan’ın odasında ne var? Neredeyse bütün şirket oraya sığacak.” Masaya doğru eğildi. Elleriyle destek alarak yere kapanmak ister gibiydi. “Bakalım başka kim girecek? Kim daha var?”

Sonra bir an durdu. “Salih, ara bilişimi. Olmadı mı daha odaların sistem çöküşü? İlla hacker mı getireyim buraya? Çıldırmak üzereyim.” Yumruğu masaya indi. “Yemin ederim. Eğer Melek’e bir yanlış yapan varsa, onu ölümle yaşam arasında öyle bir yere sıkıştırırım ki... Ne dua edebilir ne lanet okuyabilir.”

“Saçmalama kuzen.” dedi Esila.
“Eminim Melek, Merve’yi dövüyordur. Güvenlik de kurtarmaya gelmiştir. Abartıyorsun.” Hafifçe gülümsedi.
“Murat, sen de böyle düşündüğüne eminim.” Odaya biraz gülümseme getirmek istiyordu ama nafileydi.
“Boş konuşma.” dedi Murat sert bir sesle.

“Şaka yapmıyor musun? Gerçekten Melek’in başının belada olduğunu mu düşünüyorsun?” Murat gözlerini devirip masadan uzaklaştı. Kollarını kavuşturdu.
“Şaka yaptığımı nereden çıkardın?”

“Yapmadın mı? Olsun. Gerçek konuşurken bile şaka yapabiliyor gibi bir halin var. Şimdi sakinleş. Zor gelse de gülümse.” Elini Murat’ın elinin üstüne koydu. Diğer eliyle Salih’i gösterdi.
“Bu odun bana her kızdığında belli ediyor. Şaka yaptığını söylediğinde ise öyle yapmasa inanılmayacak bir yüz takıyor. Konuşmaya gelince senden beter durumda.”

İki adam bir anda başlarını ellerine alıp saçlarını tuttular. “Sus artık Esila.”
O tanıdık hareketi yine yaptı. Elini ağzına götürdü ve fermuar çeker gibi yaptı.
Sonra... Görüntü değişti. Kapı açıldı. Hışımla dışarı fırlayan iki kadın vardı. Merve ve Melek. Merve’nin üstü başı yırtılmıştı. Başında beyaz bir bone vardı. Gözleri dehşet içindeydi. Melek, kızın elini sımsıkı tutmuştu. Saçları darmadağındı. Nefes nefeseydiler. Birbirlerine sarılarak, koşar adımlarla yangın merdivenine doğru ilerlediler.

Görüntü kesilmedi. İki dakika sonra, gözlerini ovuşturarak çıkan iki adam kadraja girdi. Yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Sanki her şey normalmiş gibi. Sanki biraz önce içeride yaşananlar onlar için sıradanmış gibi. Odadaki üç kişi donmuş halde bilgisayara bakıyordu. Sanki biri kumandayı durdurmuş ve zaman akmayı unutmuştu.

Esila birden nefes almakta zorlanarak ağlamaya başladı. Ellerini yüzüne kapadı. Dizlerinin titrediğini hissetti.
“Ne oldu orada? Neden iki kızın hali bu kadar kötü hissettirdi bana? Görüntü mü bozuk acaba? Yoksa... Yoksa hiç mi mantıklı değil bu yaşananlar?” Kimse cevap veremedi. Çünkü bu sorunun cevabını kimse bilmiyordu.
Henüz. Bilgisayarın klavyesine bastıkça elleri titriyordu. Her tuş, Melek’in görüntüsünü bir adım daha yaklaştırıyordu ama aynı zamanda her tuş darbesi, içinde bir yerleri daha fazla paramparça ediyordu. Esila ağlamaya devam ediyordu. Gözyaşları kontrolsüzce yanaklarından süzülüyor, çenesine ulaşıp oradan kıyafetine damlıyordu. Sesini bastırmaya çalışsa da içten gelen sarsıntılar, hıçkırıklarla birleşiyordu.

Salih onun yanına çömeldi. Yavaşça elini uzattı ve titreyen omzunu tuttu. Diğer eliyle de genç kadının yanaklarındaki yaşları nazikçe sildi. Onun o haline bakarken boğazına bir yumru oturmuştu. "Sen dayının yanına git istersen. Sinirlerin daha fazla gerilmiş olmaz. Gerekirse ben seni sonra çağırırım. Lütfen." Sesi yumuşaktı. İkna etmeye çalışmıyordu. Sadece korumaya çalışıyordu.

Esila başını salladı. Ayağa kalktı ama yürümek zor geliyordu. Dışarı çıkarken son bir kez ekrana baktı. Melek’in yokluğu, o boş koridorun verdiği huzursuzluk, gözlerinin içine saplandı. Ardından arkasını dönüp kapıyı sessizce kapattı. O sırada Murat’ın olduğu yerde oturuşu değişmedi. Sanki nefes almıyordu. Sanki kalbi durmuştu. Kaskatıydı. Bir bıçakla hareketi kesilmiş bir heykel gibiydi. Yüzünde bir damla ter yoktu ama içi cehennem gibiydi.

Derken masanın üzerindeki telefon çalmaya başladı. Keskin, tiz, rahatsız edici bir sesti bu. Sanki odanın içinde değil, doğrudan insanın sinir uçlarına çarpıyordu. Murat sadece gözünü kırptı. Vücudu hâlâ hareketsizdi.

Salih hızlıca telefonu aldı. Konuştuğu kişiyle sadece birkaç kelime alışverişinde bulundu. "Tamam. Çabuk olun." diyerek telefonu kapattı. Ardından gözleriyle Murat’a döndü. "İzlememiz gereken videolar hazırlanmış. Bilgisayara yollandı. Açıyorum."

Murat, gözlerini sıkıca yumdu. Nefesini burundan aldı. Burnunun ucundan çıkan sıcak hava göz kapaklarını ıslattı.
"Aç. O odada ne olduğunu bul ve söyle. Ben görmek istemiyorum. Gözüm o görüntüleri taşıyamaz. Ama kulaklarım nefrete alışık."

Salih başını salladı. Dosyayı açmadan önce ekranı kontrol etti. Ardından Esila’yı çıkardığından emin olarak kulaklık takmadı. Sesi orta seviyeye ayarladı. Murat da duysun istiyordu. Ardından ilk videoyu açtı.

Görüntü başlıyordu. Merve, elinde dosyalarla Kenan Bey’in odasına girmişti. Her şey normaldi. Belki fazla normaldi. Merve ayakta duruyordu. Kenan Bey sandalyesinde, elinde kalem vardı. Başını sallayarak genç kadını dinliyordu. Merve ertesi gün yapılacak olan toplantının saatini, katılımcı listesini ve değişiklikleri anlatıyordu.

Sade, rutin bir iş görüşmesi gibiydi. Hatta Kenan Bey konuşurken arada gülümsüyordu. Görüntüde tek bir tuhaflık yoktu. Masum, sıradan, hatta sıkıcıydı. Sonra Merve dosyaları masaya koydu. Başını eğdi. Teşekkür etti.
"İzninizle." dedi.

Kenan Bey başını salladı. Yavaşça ayağa kalktı. Eliyle kapıyı gösterdi. Gülümsüyordu. Tam bir centilmen edası.
Ama sadece edaydı. Çünkü o an Merve arkasını dönüp yürümeye başladığında...
O ana kadar odayı bir tiyatro sahnesi gibi izleyen iki adam, gerçekliğin yumruğunu tam göğüslerine yedi. Kenan Bey, bir yılan gibi beline sarıldı genç kadının. Onu tüm gücüyle geri içeri sürükledi. Merve bağırmaya başlamıştı. Kafasındaki eşarbı çekmeye çalışıyor, kendine alan açmak için direnirken neredeyse düşecek gibi oluyordu.

"Yardım edin. Lütfen. Allah rızası için yardım edin." sesi çığlıktan çok bir feryattı artık. Salih gözlerini büyüttü. Elleri ekranın kenarına kenetlendi.
Murat gözlerini sıkıca kapatsa da sesler kulaklarında yankılanıyordu. Her tokat sesi, her çığlık, onun içinde öyle bir boşluk açıyordu ki... O karanlığa kendisini bırakmak istiyordu. İçinden geçen tek cümle, tek dua, tek çığlık vardı.
"Keşke orada olsaydım. Keşke orada olsaydım."

Kenan Bey, Merve'yi yere düşürmüştü. Üzerine çıkmıştı. Tokatlar, küfürler, bağırmalar bir aradaydı. Adamın ağzından çıkan her kelime nefretin en kokuşmuş halini taşıyordu. Salih ekranı izlerken elleriyle ağzını kapattı. Gözleri cam gibi olmuştu. O sırada görüntüde bir hareket oldu. Kapı aralandı. Melek odaya girdi. Donmuştu. Elleri titriyor, nefesi daralıyordu. Ama gözlerindeki ifade değişti. Öfke. O an anladı. Artık korkunun yerini başka bir şey almıştı.

Melek, Kenan’a doğru yürüdü. Onu omzundan tuttu. Tüm gücüyle adamı köşeye fırlattı. Merve’yi ayağa kaldırdı. Kıyafetleri yırtılmıştı. Saçları dağınıktı. Gözleri yaşla doluydu. Tam çıkmak üzereydiler ki... Kenan arkasından bir şeyler söyledi. Salih o an başını çevirip Murat’a döndü. "Melek geldi." dedi.
Murat hâlâ gözlerini kapalı tutuyordu ama kulakları artık odaya sığmıyordu. Her ses bir hançer gibiydi.

Görüntü devam etti. Melek, Merve’yi sakinleştirdi. Üzerini toparladı.
"Polisi arayın lütfen. Yoksa sizden de şüphe etmeye başlarım." dediğini net bir şekilde duydu Salih. O sırada Murat ayağa fırladı. Nefesi kesilmişti. Yumrukları cebindeydi. Çenesi sıkılmıştı.
Tam her şey bitti diye düşünülürken... yeni biri sahneye girdi. Adını bilmedikleri güvenlik görevlisi. İri, yapılı, sinsi bakışlı bir adamdı. Kameradan net seçiliyordu. Merve ve Melek’in önünü kesti. İkisini de neredeyse birer mendil gibi yere fırlattı. Kadınların yere düşme sesi ekranda yankılandı.

Murat’ın gözleri büyüdü. Kalbi göğsüne sığmadı. "Ne demek sevdiğim kadını yere atmak? Ne hakla? Ne cesaretle? Sen kim oluyorsun?" İçindeki canavar uyanmıştı artık. O adamı boğmak istiyordu. Göz göze gelmek. Diz çöktürmek. Nefesini almak. Görüntüde güvenlikçi, Merve’yi susturmak için yüzüne tokat atıyordu. Melek’in çığlıkları duyuluyordu.

O sırada telefon yeniden çaldı.
Murat gözünü ekrandan ayırmadan telefonu cebinden çıkardı. Kulaklığına götürdü. "Evet. Nerede olduğunu öğrendiniz mi?" dedi.

Kulağındaki sesi neredeyse duyamıyordu. Zihni ekranla dolmuştu.
"Çıkmadılar mı? Yani doğruluk, cesaret oynadı bu aptal adam. Doğruluk yolunda sekteye uğradıysa... Cesaret yolunda b...ku yedireceğim ona." Sözü yarıda kesildi. Gözleri, Melek’e doğru yürüyen adamın görüntüsüne kilitlendi. "Adım atma. Sakın Melek’in canını yakma. Sakın... Sakın."

Sesi yavaş yavaş çatallaşmaya başladı. Sanki ekranın içine girecek, o adamı orada yok edecekmiş gibiydi. Salih onun yanında sadece sessiz kalabiliyordu. Çünkü o da ne yapacağını bilmiyordu.
Ve video hâlâ bitmemişti. Ayhan, Melek’in zaten paramparça olmuş bedenini acımasızca kavrayarak, soğuk metal masanın üstüne adeta bir çöp torbası gibi fırlattı. Melek’in vücudu sert yüzeye çarptığında çıkan ses, o odadaki insanlığı çoktan terk etmiş tüm varlıklar için sıradan bir yankıydı. Fakat ekran başında olan Murat için öyle değildi. Sırtındaki morlukların sebebini iki adamda anladı.

Görüntü titreyerek devam ederken, Murat’ın göz bebekleri büyüdü. Nefesi sıklaşmaya başladı. Kalbi, görüntüdeki her çığlıkta biraz daha sıkışıyor, her darbede daha da küçülüyordu. Dayanamadı. Bilgisayarı bir anda kucağından kaldırarak, tüm gücüyle yere çarptı. Ekran patlayarak dağıldı. Her yere yayılan parçalar arasında Murat’ın yumruklarını sıktığı elleri titriyordu.

"Bu kadar yeter. Kalbim... Sandığımın aksine... Hiç olmadığı kadar acı çekiyor." dedi. Boğazı düğüm düğümdü. Cümle ağzından parça parça döküldü. Ayağa kalkarak pencereye yöneldi. Camı iki eliyle kavrayıp yukarı doğru itti ve pencereyi sonuna kadar açtı. Dışarıdan esen rüzgar, yüzüne kırbaç gibi çarptı ama Murat hiçbirini hissetmedi. Yalnızca gözlerini uzaklara dikmişti. Boğazı kuruydu. Yutkundu. "Melek o adamın elinde... Ve biz burada sadece izliyoruz. O hâlâ şirketteymiş. Hâlâ burnumuzun dibindeymiş..." diye ekledi. Sesi hırıltılıydı.

Salih bir anda ayağa kalktı. Yumruklarını sıkarak, gözleri alev alev yanan bir adam gibi. "Ciddi anlamda ellerim kaşınıyor, birader. Kan istiyor ellerim." dedi. Dişlerinin arasından konuşuyordu, öfke sesini tıslatmıştı adeta. Murat, gözlerini yavaşça Salih’e çevirdi. “Ben dövmeden sen elini dahi süremezsin.” dedi. Sesi netti. Kararlıydı. Bir hüküm gibiydi. Pencerenin önünden çekildi. Salih onun gözlerinin içindeki karanlığı gördü. İtiraz etmedi. Kafalarının içinde sadece tek bir görüntü dönüp duruyordu. Melek’in yüzü. Onun çığlıkları. Onun hâli. O kız, bir kadından çok daha fazlasıydı. Bir sırdaş. Bir geçmiş. Belki bir gelecek. Belki de kefaret.

Yangın merdiveninin kapısını sessizce açtılar. Basamakları tek tek indiler. Her adım, altlarında patlayan sessiz bir intikam yeminine benziyordu. Büyük garaja ulaştıklarında çevreyi dikkatlice taradılar. Her gölge, her köşe, onlar için bir ipucu barındırıyor olabilirdi. Garajın loş ışıkları arasında ilerlerken, gözleri bir köşeden diğerine zıplıyor, nefes alışverişleri birbirine karışıyordu.

*******

Yaklaşık on beş dakika önce...

“Ne yaptın bu kıza? Anlat bakalım.” dedi Kenan Bey, duvara dayanmış siluetiyle Ayhan’a doğru bakarak. Gözleri kırmızıydı, gece kadar tehlikeliydi.
Ayhan, ellerini cebine soktu. Umursamaz bir tavırla başını iki yana salladı. “Çekiçle birkaç darbe. Birkaç tokat. Bir tekme. Şimdilik kayda değer bir şey yok.” dedi. Omzunu silkerek boynunu çıtlattı. Kenan’a dik dik baktı. “İlacın etkisi geçse kaçar. O yüzden biraz daha tutacağım. Sen ne yaptın? Lanet olası polisler benimle ilgili bir şey buldular mı?” diye sordu. Cevap beklemeden yere tükürdü. “Şimdiden senin başına bela açacaklarını düşünmeye başladım.”

Kenan Bey yüzünde zorlama bir tebessümle yaklaştı. “Benim başıma değil, senin başına açılacak. Karımı döven sensin. Emri ben vermiş olabilirim ama uygulayan sensin. Bu yüzden kaçan ben değil, hapis yatacak olan sensin. İşini düzgün yapmadığın için ben şimdi kaçak bir hayat yaşıyorum.” dedi. Bu sözlerin ardından Ayhan’ın omzunu sıkıca kavradı. Gülümsemesinin altındaki öfke, göz bebeklerine taşmıştı. “Şimdi git, gözcülük yap. Ben de yerde beni bekleyen kızla ilgilenmeye başlayayım. Fazla vaktim yok.” diye ekledi.

Ayhan bakışlarını kaçırmadan, Kenan’ın gözlerinin içine dikti. “Beni satacak mısın?” dedi. Sesindeki tedirginlik bastırılmamış bir şüpheydi. Elini beline götürmekle götürmemek arasında kaldı.

Kenan Bey iç çekti. “Öyle bir şey yok.” dedi. Yüzündeki ifade değişmişti. “Biz seninle üç yıldır tanışıyoruz. Lütfen yanlış anlama. Ben kızın yanına geçiyorum. Sen etrafı kontrol et.”
Yürümeye başlayınca Ayhan önüne geçti. Ellerini silkeledi. Gözleri alev alevdi.
“Şimdiye kadar dost olduğumuzu söylüyordun. Şimdi ise sadece tanıştığın bir insan mıyım?” dedi. Ve tam o anda, Kenan Bey’in boğazına atıldı. İki eliyle kavrayıp boynunu sıktı. Nefes almakta zorlanan Kenan Bey, bir anda cebindeki susturuculu silahı çıkarıp Ayhan’ın baldırına sıktı.

Patlayan ses yankılanmadı bile. Susturucunun görevini yaptığı barizdi. Ayhan acı içinde yere düştü. Çığlığı, loş odanın duvarlarında yankılanırken Kenan Bey zorlukla nefes aldı. Elini boğazına götürdü, boğazını ovdu. Gözleri alev alevdi. “Sen ve ben farklıyız. Sana işlerimi yaptırırken bana bu şekilde davranacağını biliyordum. İt herif... Önüne kemiğini atmadım diye mi hırlıyorsun?” dedi. “Kahretsin. Bir gün daha bekleseydin, sen hapise girerdin, ben de yurtdışına çıkardım.”

Ayhan kanlar içinde yerde kıvranıyordu. “Beni kandırdın. Sana güvenmekle en büyük hatayı yaptım.” dedi. Nefesi zor çıkıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama Kenan önünde durarak silahı yeniden doğrulttu. “Otur. Oturduğun yerde. Yoksa ikinci kurşun kafana isabet eder.” dedi. Sesi sanki bir mezarın kapağını kapatan bir tokmak gibiydi.

“Ben sana güvendim... Bana bunu nasıl yaptın?” Ayhan tekrar etti. Defalarca. Aynı cümleyi. Aynı tonda. Kanla ıslanmış dilinden acı akıyordu. Kenan Bey gözlerini kısarak konuştu. “Sen kimseye tam güvenmedin. Sadece güvendiğini sandın. Bu ikisi farklı şeyler.” dedi. Silahı başına götürdü. Bir an kaşıdı, sonra yeniden doğrulttu. “Sen hastasın. Karımı dövdüğün gün evine saklanmak için gittiğimizde dosyalarını gördüm. Paranoid bozukluk. Hem de yedi yıldır. Bir manyağı beslemişim.”

O sırada Melek. Vücudunun her bir parçası ağrırken, gözlerini hafifçe araladı. Hâlâ tam net göremiyordu. Ama kulakları açıktı. Ayhan'ın inlemelerini duydu. Silah sesi kulaklarında yankılandı. Konuşmalar çok sessizdi ama ortam da sessizdi. Bu yüzden her cümle kulağına tokat gibi çarpıyordu.

Bu sessizlikte bir tek şeyi anladı.
“Bu sapık yağ tulumu psikopatı mı vurdu?” dedi kendi kendine. Gözleri merakla etrafı taradı. Nefesini tuttu. Duvardan destek alarak zorla ayağa kalktı. Ayaklarını yere tam basmıyordu. Parmak uçlarında yürümeye dikkat ediyordu. Çıkış yolu aramaya başladı.
“Allah aşkına beni nereye getirdi bu adam?” dedi, dişlerini sıkarak. Öfkesi taze, yorgunluğu yerleşikti.

Adımlarını sürerken nihayet yerde yatan Ayhan’ı ve karşısında ayakta, volta atan Kenan’ı gördü. Sinsice saklandı. Ama çıkış yönünü de fark etti. Maalesef önlerinden geçmek zorundaydı. Dişlerini sıktı. Kalbini susturdu. Aklını toparladı.
Ve çıkışa doğru bir gölge gibi ilerlemeye başladı. Her adımı yeni bir hayata atılmış gibi. Her nefesi, içinde kalan azıcık umudun yankısıydı. Melek’in artık kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.

Ama kazanacak çok fazla şeyi vardı.
Koşmaya gücü yetseydi, belki kaçmayı başarabilirdi. Ama yürümekte bile zorlanan biri için bu, imkansız bir istekten başka bir şey değildi. Bacağına aldığı darbelerin morlukları, derisinin altında birer kara iz gibi yayılıyordu. Kırık değildi bacağı, yoksa yürümek ölümcül bir hal alabilirdi. Fakat attığı her adımda içine yayılan keskin ağrı, bir çıkık ya da incinmenin kesin olduğunun işaretiydi. Vücudu feryat ediyor, ama o buna rağmen idare etmeyi öğrenmişti. İdare etmek zorundaydı. Hayatta kalmak için.

Büyük kolonun soğuk arkasına gizlenerek saklandı. Buradan kaçmak için en ufak bir fırsat aramaya başladı. Gözleri, karanlık garajda hızla hareket eden gölgeleri taradı. Her an tetikteydi. Kalbi kulaklarında atıyordu. Bedeninin ağrısını bir kenara bırakıp, sadece fırsatı kolladı. O esnada Kenan Bey’in keskin sesi kulaklarına çalındı. Başını hafifçe o yöne çevirdi. Gözleri, karanlıkta parlayan adamın siluetine takıldı.

"Üzgünüm, tedavi olman gerekiyordu." dedi Kenan Bey ağır ağır. "O zaman belki daha akıllı, uslu bir çocuk olur, şiddet eğiliminde olmazdın. Ama benim için bu durum daha iyi oldu." Sesi tuhaf bir sakinlikle karışmıştı. "Bazen birilerinin hayatının yok oluşu, bazılarının özgürlüğü demektir. Sen de bana bunu anlamama yardım ettin. Seni kendim öldüreceğimi hiç düşünmedim. Arkadaki kızı da öldürmeyi hesap etmedim."

Melek, kulaklarında çınlayan bu sözleri dinlerken, kulaklarında klise canı gibi tiz sesler duyulmaya başladı. Kafası karışmış, yorgun ve acı doluydu.
“Arkadaki kızı da, yani beni de mi öldürmek istiyor?” dedi iç sesinin kırılan tonuyla. Kalbi küt küt atıyor, vücudu bir an önce bu zulümden kurtulmayı hayal ediyordu. “Ben ne yaptım ki?” diye sordu kendi kendine, sessizce.

“Amerikan filmleri gibi neden olmaz ki?” dedi hafif bir ironiyle. “Burası set çalışanları tarafından yapılmış bir plato olsaydı, yakışıklı bir adam ya da polis hangisi olursa, silahını çekip, ‘Ellerini kaldır, kıza sakın dokunma!’ diyecekti. İşte şu anda ihtiyacım olan tek replik bu.” Başını ellerinin arasına aldı. Gözleri doldu. “Kendi kendimin kahramanı olmak zorundayım.” dedi kararlılıkla. “Evet evet, etrafta yakışıklı bir kahraman yoksa, kendi paçamı kurtarmak bana düşüyor.”

Elini cebine attı, boş kutunun üzerinde duran içi dolu.bütün şırıngaları tek tek aldı. Cebine koyarken başını dikleştirdi. İki adamın olduğu tarafa tekrar baktı. Öfkesinin ve korkusunun ateşi sönmemişti. Kenan Bey, sürgüyü geri çekti. Namluyu yavaşça Ayhan’ın alnına yaklaştırdı. Parmakları tetiğin üzerindeydi ama henüz basmadı.
“Son isteğin var mı?” diye sordu. Sesi alaycıydı. “Ne de olsa birçok isteğimi geri çevirmeden yaptın.”

Melek bu fırsatı kaçırmak istemedi. Sessizce ve yavaşça Kenan Bey’in arkasına geçti. Ayhan’ı öldürdükten sonra namlu kendisine dönmeden önce adamı etkisiz hale getirmeyi planlıyordu.
“Bana sormadım ama var.” dedi Melek soğukkanlılıkla. “İkinizin de hapiste çürümenizi istiyorum.”

Elindeki enjeksiyon aletini çekti. Kenan Bey’in sağ koluna hızla ve kararlı bir şekilde batırdı. Adamın vücudu aniden titredi. Narkozun etkisi hemen başladı. Kenan arkasına döndüğü anda Melek, yumruğunu adamın yağlı göbeğine sertçe geçirdi. Ses çıktı.

Adamın kolu uyuşmaya başladı. Silah elinden kaydı ve Melek’in ayağına düştü. Hızla silahı ayağıyla köşeye fırlattı. Eli ve ayağı korkudan titriyordu ama dudağını ısırdı, korkusunu bastırdı. Yaşamak için o anı kullanmalıydı. Ayhan’ın yanına sessizce yaklaştı. Elini beline koydu. Güçlü olmak zorundaydı, zayıflığını belli etmemeliydi. “Eee Ayhan Bey, nasılsınız?” dedi, gözlerini kısarak. Sesi hafif bir alayla karışmıştı. “Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayıları ... derler, doğru mu?” dedi. Elindeki şırıngaları gösterdi. Ayhan, söylediklerinin anlamını düşünemeyecek kadar tedirgindi.

“Dört tane şırınga benim için ayarlamışsın. Kime niyet, kime kısmet.” dedi Melek, sağ bacağı zaten yaralıydı. Sol bacağına hızla bir şırınga daha batırdı. Hızla uyuşması için ayağından uzaklaştı. Sonra Kenan Bey’in yanına doğru yürümeye başladı. Adam hâlâ uyuşuyordu. “Yazık size. Şimdi kölenizin bana yaptığı ilacı bacağınıza batıralım.” dedi sertçe. Ayağa kalktı. Sırtındaki kasların kasılması rahatlaması için ayaklarını sağlam yere bastı. Bir sağa, bir sola döndü. “İkiniz de, çok zor olsada, uslu adamlar gibi yerinizde kıpırdamadan durun. Ben de sizi alması için polislere haber vereyim.”

Ayhan, nefret dolu gözlerle Melek’e baktı. “Nasıl kalktın oradan?” diye sordu acı içinde inleyerek. Melek saçlarının arasına elini götürüp kendini yana çevirdi. “Çekiçle vurduğun için yüksek ihtimal bacaklarım incindi. Topallıyorum ama önemli değil. Bir hafta olmadan geçer. Sırtımda açtığın yaralar gibi.” dedi. Su üstünde katılaşmış, soğumuş vücuduna on saniye baktıktan sonra devam etti. “İlacın etkisi, vücuda enjekte ettiğin kadardır. Sen hemen öldürmek istediğin için az kullandın. Kenan senin işine engel oldu. Çok yazık. Bir yandan da teşekkürler.” dedi.

Yanlarından yavaşça uzaklaştı. Başarmıştı. Korkuları önüne set çekemediği için şükretti. Tam kapının önüne geldiği anda, dış kapı açıldı.
Murat’ı gördü. Yanında gelen insanların sesleri duyuluyordu. Yutkundu. Murat ona doğru yaklaşırken, gözlerini kırpmadan Murat’a baktı.

Tam o anda Kenan Bey sürünerek silaha ulaşmaya çalıştı. Susturucuyu çıkardı ve Melek’in sırtını nişan aldı. Herkesin bu sesi duymasını istiyordu. Sağ kolu ilacın etkisiyle işlevsizdi. Sol koluyla titreyerek silahı tuttu. Elini namluya koyup sinsi bir öfkeyle hedeflediği tarafa doğru ateş etti.

________

Yeni bölümde görüşmek üzere canlar. Beni sakın desteksiz bırakmayın.

Bölüm : 27.10.2024 23:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 34.Seni Kimler Aldı
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...