
Selam Canlar ☺️
Yorum ve beğeni yapmayı sakın unutmayın lütfen.
______________
Hemşire hanım seruma bir cc'lik ağrı kesici katın, ağrıları azalsın." Altmış yaşlarında ki kır saçlı doktor. Hemşire ile tedavi sohbetini bitirdikten sonra Melek'e dönerek, burnunun üstündeki gözlüğünü düzeltti.
"Geçirdiğiniz hastalık veya ameliyat gibi öykünüz var mı?" diyerek Melek'i markajına aldı. Yaşlı doktorun arkasında, öğrenmeye meraklı stajyer kadın doktor. Gece mesaisinde yorulmuş yüzünü bir yandan düzeltmeye çalışıyor Elinde ki not defterine doktorun söylediği, işine yarayacak her bilgiyi yazarak gözlemlemeyi de unutmuyordu.
"Alerjik rinit hastasıyım. Bildiğim başka bir hastalığım yok." Yanıtı kısa ve özdü.
"Sabit kullandığınız bir ilaç varmı?"
"Var, alerji için günlük hap ve sprey kullanıyorum. İsimlerini sorarsanız unuttum." Hemşirenin damar yolu açmak için geldiğini görünce isteksizliğini belli edercesine.
"Evde dinlensem daha iyi olur. Serum gibi işlere kalkışmaya gerek yok. Sadece baş ağrısı ve bacaklarım sızlıyor." diyerek doktora yalvaran bakışlar gönderdi. Doktor hastaya uygulanacak tedaviyi yazarken ters bir bakış atarak hemşireye uzattı. Yanında ki stajyer kıza elindeki hastanın dosyalarını gösterdi.
"Sağ kolunuzu açar mısınız?" Hemşirenin nazikçe bakan yüzüne, tamam dercesine isteksiz gülümsedi. Esila'nın verdiği hırkayı çıkarttı. Elbisenin altındaki morluk hemşirenin dikkatini çekmişti. Sırtına yıllara meydan okuyan elini koyup morluklara uzun süre baktı. Nedeni belliydi şiddet ile darp edilmiş eskimeye yüz tutmuş morluklar.
"Bu ne zaman oldu?" dedi profesyonel şekilde bakmaya devam ediyordu.
"On beş gün önce dayak yedim. Önemli bir şey değil, geçti." Melek'in bu kadar kolay lanse etmesine kızmıştı her üçü de. Stajyer kız sarı kahküllerini yana kaydırıp sessizliğini korumayı seçti. Doktorun gözünde hiçbir konuda kızgın bir davranış sergilemeye gözü kesmiyordu. Hemşire hanım ise yaşının verdiği olgunlukla gözlerini devirerek.
"Sizin gibiler yüzünden erkekler elini kolunu sallayarak sokaklarda geziyor. Dayak raporu almış olmanı umuyorum. Polise ihbar ettiniz mi?"
Görmüş, geçirmişti, hastane koridorlarında bu tür vakalar her gün oluyordu. Kocamdır yapar diyen, her hafta dayağa maruz kalan ve sükut içinde kabul eden kişilerle karşılaşıyordu. Melek omuzlarını aşağı, yukarı kaldırıp. "Birinci, elini kolunu sallayarak gezeceklerini sanmıyorum." dedi. "İkinci, iki adamın başına gelecek en kötü kabus oldum zaten. Üçüncü, erkeklerin, kadınlara nazaran daha güçlü olduğu için dayak yemem çok normal. Ama sindirmiş, sessiz kalmış vaziyette değilim."
Doktor gözlüklerini gözünden çıkartıp kareli gömleğinin üstüne bıraktı.
"Sonuç önemli biz doktorlar için. Siz vücudunuzda morluklarla buradasınız, onlar nerde?" Yargılayıcı konuşuyordu.
"En son bir tanesinin koluna sonra bacağına diğerinin de bacağına anestezi yaptım. Bir, iki tekme ile de çeşit kattım. Aramızda kalsın daha dayak yiyeceklerini düşünüyorum." Gülümseyerek devam etti.
"Arkamı sağlama aldım. İki erkek patronum ve çılgın bayan patronum benim yanımda."
Orta yaşlarında doktor ve hemşire şaşkın halde birbirlerine bakıp aynı ağızdan çıkmışcasına. "Nasıl anestezi yaptın? Bu yasak değil mi?" dediler. "Bence de yasak olmalı ama adam beş şırınga benim için alırken yasağa takılmamış. Ben canımı kurtarırken mi yasak?" Kendine güveni tamdı. "Valla ameliyat malzemesi getirse birçok insana hayat verecek organlarını bile çalardım. Onların işine yaramaz, vücudunda, murdar olmuştur."
Damar yolu açılması için kolunu hemşireye doğru uzattı. "Keşke yapmak nasip olsaydı." Kıkırdadı. Doktor, hasta geldiği gibi ayağının filmini çektiği için odasına gönderilen dosyaya bakmaya muayenesine geçti. Stajyer kız da panikle arkasından odaya girdi. Sarı saçlı, uzun kahküllü stajyer, etrafında sert kişilikli, rütbe olarak yüksek insanlar olmasına rağmen bu hastaya kanı ısınmıştı. Birçok kadın dayak yediğini bu kadar rahat konuşmazdı. Bu kızın umurunda dahi değildi karşı tarafın tavrı. Dayak yemişti lakin o iki adama hayatı zindan etmek içinde uğraşmış ve kazanmıştı.
Melek çabucak bulunan damardan enjekte edilen serumdaki ilaca baktı. Katılan ilaçla, berraklık yerine sarımtırak bir renge bürünen bir kiloluk cam şişe 'Seni bugün sinir edercesine minik minik akıtarak yiyeceğim' der gibi bakıyordu. Hemşire damar yolu açarken dağıttığı malzemeleri çöpe atmak için topladı.
Melek dudaklarını büzüp. "Yarım kiloluk yada ikiyüz elli gramlık yok muydu? Bu ömrü billah bitmez. Bari ayarını biraz aç, su gibi gitsin." Hemşire, Melek'in homurdanmasına tebessüm ederek.
"Sakın hızlandırma ayarı, küçük hanım. Biraz uyu, dört saat içinde biter. Bir daha da dayak yeme, öyle bir durum olduysa da en yakın güvenlik birimine ilet." Horoz gibi kaldırdığı başını hemşirenin gülerek yastığına indirmesiyle gözlerini yumdu sinirle söylenmeye devam etti.
"Serum için cinnet geçiren insanlar var, şu hayatta. İşkence çektirmenin manası yok. Dökün bardağa hemen içerim. En sonunda idrar yoluyla gidiyor. Ha damardan yemişim, ha bardakla içmişim. Gideceği yer tuvalet deliği değil mi? "
"Olmaz dedim on dakikada bir gelip ayara bakacağım."
"Siz biliyor musunuz? Seruma bakıp damlaları saymanın zulmünü."
"Melek hanım iki adamı halt eden sabrınız." Serum şişesini gösterdi.
"Bu biçare şişe içinde geçerli olsun. Şimdi başka hastalara bakmam gerek." Tebessüm etti. "Bari birkaç damla daha hızlanmasını sağla. Fizan dan bile gelmiyor gibi akıyor. Lütfen..." Hemşire, başını tamam dercesine salladı. Serum'u milim hızlandırıp yanından ayrıldı. Arada gözlerini kırpıştırıp damlayan serum tanelerine bakıp tekrar kapatıyordu. Bacağının ağrısı, seruma katılan ilaç sayesinde yok denecek kadar azalmıştı. Gözlerini birkaç dakika rahatlaması için yumdu.
Kaç dakikadır uyuduğunu bilmiyordu yanındaki sandalyenin çıkardığı sesle, gözlerini açıp etrafa baktı. Serum yüz gram kadarı bitmiş. Yatması ve kalkması bir olmuştu. Esila'nın sandalye ile kavga edişini izledi. Bir elin alnına dokunmasıyla diğer tarafına döndü.
"İyi misin?" Murat'ın naif sesi kulağına doldu. İyi misin demişti. İyi olduğunu onun ağzından duymak istiyordu.
"Burada ne yapıyorsun? Gittiğini düşünüyordum kesinlikle gittiğine emindim. Hem niye elin yüzüme dokunuyor, isteğim dışında?" diyerek cemkirdi. Sinir olurken bir yandan da hoşuna gitmişti. Tabii ki belli etmedi...
"Atar yaptığına göre turp gibisin. Ateşine bakmak için alnına dokundum. Ne kızıyorsun?" Melek'in küçük burnuna dokundu. "Senin gibi birini ilk defa tanıyorum. Hem güzel, hem dengesiz, hem tatlı, hemde her şey." Göz kırptı.
Sevdiği kadının sinirden kızarmış yanaklarına şefkatle dokundu. "Senin bu tipin şeklin ne? Bazen tepetaklak ediyorsun beni." Bir nefes kalacak kadar yaklaştı Melek'in yüzüne. "Her şeyin ayrı ayrı güzel."
"Öteye kay, nefes alamıyorum." Melek'in söylediği cümleyle gülümsedi Murat.
"Tabii ki öteye kayarım. Yeter ki böyle tatlı söyle." Çapkın bir gülüş atarak, ayağa kalktı. Esila'nın oturduğu sandalyeye kendisini dayadı.
"Ayağın incinmiş, birazda aldığın darbe ve morluklar birkaç gün işe gelmeni zorlaştırır canım. Doktor, rapor verip on beş günlük fizik tedavi ile zamanı doldurmanın doğru olduğuna karar verdi." Melek beyaz pikeyi serum aldığı kolu dışarıda bırakacak şekilde üstüne çekip konuşmamayı seçti. Canım demesine kırılmıştı herkese canım dediğini düşündü. Bir anlam olmasına isterken anlamsız olma ihtimali yüzünden konuşmak istemedi.
Duygusal çöküntünün verdiği kötümser bir hava mevcuttu vücudunun her zerresinde. Murat daha fazla üzerine gitmeyi göze alamadı. Onunla kavga etmek güzeldi ama bu haldeyken olmazdı. "Hadi hanımlar ben gidiyorum. Siz ikiniz dedikodunun canını çıkartın." diyerek Esila'nın yanağından makas aldı.
"Sekreterime iyi bak. Benim işlerim var, çıkış işlemleri başlamadan gelirim." Melek'in pikenin altından titreyen vücuduna baktı. Murat, korktuğunu belli etmese de korkuyordu. Melek üzülmesin diye korkusunun üstüne sed çekmişti sadece. Melek'i yalnız bıraktığı zaman başına bela açacağı her daim açıktı.
Gitmeden evvel yatağın yanına yaklaşıp, eğildi. "Kendini üzme, birkaç haftadır akıttığın yaşların hesabını alıp geleceğim." Murat yanından uzaklaşıp giderken nefese muhtaç kalmıştı. Cigerlerine gitmeyen oksijen değildi, nefessiz kalmasının sebebi. Onun gidişi terketmiş gibi sarsmıştı. Bu durumdan çektiği ağrılar kadar nefret etti. Murat ona göre değildi her zerresi bunu haykırıyordu.
Genç adam gittikten sonra Esila, kıpırdanarak sağa sola dönen kızın üstündeki pikeyi atıp. "İki b...kun elinde ölmedin, şimdi suçsuz bez parçasından mı bekliyorsun kötü sonu? Gitti Murat artık nefes al." Söylendi Esila. "Hıı."
"Helvanı yerim inşallah senin şarkısını son ses söyleme mi ister misin?" dedi.
"Arada Salih, Murat'a da söylüyorum. İlk defa seninle bütünlük kazanacak."
"İşin yok mu senin? Patronların çalışanları için bu şekilde harap olması yerine dosyaları imzalayarak şirkete para kazandırması daha mantıklı." diyerek yataktan doğruldu. "Telefonun ile birisini aramam gerek." Esila saşkınlığını üzerinden atamadan şimdi de telefon istemesi sinir etmişti. Çantasından çıkardığı telefonu yatağa bırakıp gözlerini kıstı. "Müsade eder misin?"
"Şimdi sen bana git mi diyorsun?" Ofladı, acil bölümünde olduğu için birkaç hasta daha etrafta vardı. Sesini biraz azaltıp.
"Ben kendi isteğimle gelmedim. Murat ve Salih rica etti. Hem özür de diledim." Melek konuşmaya devam etmekte olan Esila'yı takmadan aradığı telefona cevap verdi. "Serpil teyze çabuk gel hastanedeyim."
Esila oturduğu yerde sinirden kurdeşen dökmüştü. Yanakları dinlenmediği için ateş gibi yanması yetmezmiş gibi yeni manikür yaptırdığı tırnaklarını ağzında kemirerek midesine indirdi. "Teşekkür ederim." Telefonu yatağın üstüne geri koydu. Terden laçkası çıkan saçlarını karıştırdı Melek. "Senin yüzünden iki doktor bir hemşire tarafından az kala şiddetten haz duyan birisi gibi görünüyordum." Esila, yediği tırnağını harap olmuş şekilde bırakıp. "Ben ne yaptım? Acaba, kaçırıldın diye şizofreni hastalığına mı yakalandın? Öyle bir etki yapıyor mu? Şimdi senin yanında kimsenin görmediği bir arkadaşın da vardır." dedi.
"Gömleğimin yırtılması, sırtımda ki morluğun hayırsız evlat gibi başıma iş açmasına sebep oldu. Elbise altında güneş gibi morluklar parlıyordu." Anladım der gibi baktı. "Bu yüzden mi, davranışların döverim ayağını denk al gibi sürdürüyordun."
"Haksız sayılmam. Kaç saat boyunca şiddet gördüm. Daha halen herkese açıklama yapmam gerekiyor. Size ne yaparsam yapayım demeniz gereken tek cümle haklısın olmalı." Birkaç kere öksürerek nefes aldı. "Kaçırılma kolay değil, anlayış beklemeyin benden. Siz patron ben işçi değilim. En azından birkaç gün bu şekilde düşünmek istiyorum."
"Ben mi dedim sana dayak yedikten sonra sineye çek. İnsan şiddet gördü mü susarsa bu hale gelir."
"Esila, yataktan doğru düzgün doğrulamıyorum yanımdan defol git."
"Esila mı? Yakın arkadaşın mıyım?"
"Değilsin. Birkaç gün patronum da değilsin. Depresyondayım beni bi sal." Kolundaki serum şişesine baktı eline alıp kırmak istedi. Serum, serum, serum etrafta ki herkesin kolunda serum vardı. Üstüne birde hastanenin kendine has kokusu, hasta olmayan insanı da yatağa düşürürdü. Melek'in yanındaki yatakta ki amcanın mazereti, elinin ayağının boşalmasıydı. Teşhis tamemen grip yönünde olsada, amca başında toplanan evlatlarına kalp krizi ihtimali yüksek diyerek ilgi, alaka bekliyordu.
Diğer tarafta ki sekiz aylık bebek iki gündür yüksek ateşle birlikte kusma nedeniyle ailesi tarafından buraya getirilmişti. Bebek kolundaki serum hortumunu koparmak için ağlayarak bağırırken annesi çaresiz yalvaran gözlerle çocuğunun kolunu tutuyordu.
Acil de ki yaşlı hemşire haricindeki kızıl saçlı, genç hemşire bebeğin damar yolunu çıkarmaması için nutuk çektikten sonra yerine geçerek diğer işlerine devam ediyordu. Diğer hasta yarı baygın yatakta yatan sara nöbeti geçirmiş on beş yaşlarında ki kız, başında rutin bir davranış olduğunu iştirak eden anne babası bekliyordu.
Eliyle başını sert hareketlerle ovaladı. Aldığı serum bile gördüğü manzara karşısında ağrı kesici etkisini bitirmişti.
"Delirmek üzereyim."
***
Murat arabasını şirketin özel garajına bıraktığında motor hâlâ sıcaktı. Kontağı kapatmadan önce direksiyonu sıkıca kavradı. Derin bir nefes aldı. Ardından hızla inip asansörü beklemeden merdivenlerden inmeye başladı. Aşağıya indikçe içindeki öfke daha da büyüyor, adımları sertleşiyordu. Ayakkabılarının topukları beton zemine her çarptığında çıkan ses garajın soğuk duvarlarında yankılanıyordu.
Depoya yaklaştığında içeriden gelen boğuk sesler kulağına çalındı. Ağır metal kapıyı iterek açtı. Gözleri karanlığa alışırken ortamda bir hareketlilik olduğunu fark etti. Deponun loş ışıkları, köşelerde kümelenmiş güvenilir adamlarının yüz hatlarını zar zor belli ediyordu. Kimi sigarasını içiyor, kimi kendi arasında fısıltılı bir şekilde sohbet ediyordu. Ortadaki büyük metal kancalara takılmış, ayaklarından baş aşağı sarkıtılmış iki adam deponun merkezini işgal ediyordu. Onlarca yıldır burada yapılan işlemler arasında belki de en sessizi buydu.
Ayak bileklerinden tavana zincirlenmiş bu iki adamdan akan kan, zemine damla damla değil şapırtıyla düşüyordu. Beton, kana doymuştu. Ayhan ve yanındaki Kenan'ın yüzü neredeyse tanınmaz haldeydi, baygın bir şekilde sallanıyor, bedenleri her rüzgârda ileri geri savruluyordu. Murat, bu manzara karşısında bir an durdu. Yumruklarını sıktı. Gözlerini kırpmadan izledi. Her ne kadar hak ettiklerine inansa da, ilk darbeyi indirmek isteyen kendisiydi. Bu onların cezasını kendi elleriyle vermek istediği bir hesaplaşmaydı. Ama bu görüntü onun elinden alınmış gibiydi. Tüm planı bozulmuştu. Burnunun direği sızladı.
"Kim bu adamları bu hale getirdi?" diye tısladı. Sesi öfkesini gizlemeye çalışsa da damarlarında zonklayan nefreti bastıramıyordu. "Şimdi uyanmalarını mı bekleyeceğim?" diye sordu, sesi giderek yükseliyordu. Köşede ayakta dikilen Salih, hızla öne atıldı. Üzerindeki beyaz gömleğin yakası gevşemiş, alnındaki ter boncukları aşağı süzülüyordu. Yüzü ciddi görünüyordu ama gözlerinin içi gülmeye hazırdı.
"Baban geldi, dövdü. Elinden zor aldık. Bu kadarla kurtulduklarına şükret." dedi. Sonra istemsizce güldü. "En son Kenan'ın kafasını ısırıyordu."
Murat önce şaşkınlıkla sonra öfkeyle başını çevirdi. Ayhan'ın yüzüne daha yakından baktı. Burnu yana kaymıştı. Ağzı neredeyse yoktu. Dişlerinin bir kısmı etrafına dağılmıştı. Göz kapağı şişmişti. Sol kulağının yarısı eksikti. Derisi parçalanmıştı. Burnunun kenarından kuru kan sarkıyordu. Baygın olmasına rağmen vücudu hâlâ titriyordu. Bu halde olmasına rağmen hâlâ yaşadığına inanmak zordu. Murat elini adamın yüzünden çekti. Dişlerini sıkarak Salih'e döndü.
"Babamın nasıl haberi oldu?" diye sordu. Sesi karanlık bir kuyudan yükseliyor gibiydi. Ayakta durmakta zorlanıyor, öfkesini bastıramıyordu. "Gizli bir iş yapmak neden bu kadar zor oldu?" diye ekledi. Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Salih başını iki yana salladı. Gömleğinin üç düğmesini birden açarak iç çekti.
"Esila’yı babanın yanına gönderdim. O da yememiş içmemiş, gitmiş ne varsa bir bir anlatmış. Burada olduklarını da söylemiş. Sanki görev edindi kendine. Gizli iş, Esila varsa artık gizli değil." dedi. Bu konuda haklıydı. Esila hiçbir zaman ağzını tutmazdı.
Murat yumruklarını havaya kaldırıp indirmek istediği bir duvar aradı. Dişlerini gıcırdatıyordu. Bütün planı çökmüştü. Salih, rahatlamaya çalışan bir ifadeyle omuzlarını silkti. "Baban kırmızı görmüş boğa gibi geldi depoya. Ne yaş ne de insan tanıdı. Arka arkaya vurdu, kırdı, geçti. Yumrukları bizden daha hızlıydı. Onun ağzından ilk kez 'ana' ile başlayan ve tüm vücut parçalarını gezen küfürler duydum. Bir ara Ayhan'ın kulağını kopardı. Ağzından koca bir parça çıkardım. Midem kaldırmadı. O yaşta hâlâ nasıl bu kadar güçlü bilmiyorum. Fahri amca gerçekten iyi dövüyor. Gerçekten. Bu kadarını beklemiyordum." dedi. Dudaklarında gülmemeye çalışan bir kıvrım vardı.
"Adamlar bağlı bile değildi. Biri kaçmaya çalışınca kenara uçtu, ben de araya girince beni bile yere fırlattı. Sağ omzum hâlâ ağrıyor. Düşerken başımı paletin köşesine çarptım. Öldüm sandım."
Murat başını iki yana salladı. "Bu bizim işimizdi." dedi. "Onların cezası benim elimden çıkmalıydı. Babamın değil."
Salih ellerini havaya kaldırdı. "Ben de öyle düşündüm. Ama olaylar o kadar hızlı gelişti ki... Sonra toplantım vardı, babanı rica minnet benim yerime gönderdim. Zor ikna ettim. Ama bir şart koştu."
"Neymiş?" diye sordu Murat.
"Her kırılan kemik için muhtaç bir ailenin aylık erzağını karşılayacakmış. Parmakla saydı. Yirmi üç yer kırılmış. Yirmi üç aileye erzak gönderilecek. Bu çocuklar da dağıtımı üstlendi. Heyecanlılar. Sanki hayır işine değil de yarışmaya gidiyorlar. Ödül varmış gibi davranıyorlar." dedi. Parmağıyla köşede bekleyen genç adamları işaret etti. Gözlerinin içi parlıyordu. Ellerinde listeler vardı. Her biri kendine görev seçmişti. Biri minibüsle sevkiyatı yapacaktı, diğeri koli taşıyacaktı, biri fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşacaktı.
Salih, son cümlesini söylerken başını iki yana salladı. "İçinden çıkamadığımız bir trajedi, herkes için farklı bir anlam taşıyor. Kimine iyilik, kimine ceza. Ama bu kadar karmaşa içinde tek net olan şey, babanın hâlâ genç delikanlılar gibi kavga edebildiği."
Murat, derin bir nefes aldı. Gözleri hâlâ Ayhan’ın kanlı yüzündeydi. "Benim elim değmeden bayıldılar. Bu vicdanımı rahatlatmaz." dedi. İçinde bir şey eksik kalmış gibiydi. O hesaplaşmanın en büyük parçası babasının gölgesinde kalmıştı. Konuşmalar biterken depoya bir sessizlik çöktü. Sadece zincirlerin hafifçe sallanma sesi duyuluyordu. Ve kan hâlâ şapırtıyla zemine düşüyordu.
Murat, köşede duran plastik bir kiloluk su şişesini kavrayarak ağzına dikti. İçindeki suyu tek yudumda içer gibi boşalttı. Son damlasına kadar mideye indirdikten sonra şişeyi yavaşça masaya bıraktı. Nefes alırken göğsü inip kalktı. Dudaklarını kurulayarak arkasındaki beton duvara yaslandı. Soluklanmadan gözlerini sallanan ceset gibi adamların üzerinde gezdirdi. "Kaldırın şu iki uyuyan armutu" dedi, sesi kalın ve sertti. "Burası masallar alemi değil. Onlara gerçek hayatın ne demek olduğunu göstereceğim."
Tam o sırada deponun kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Gözler kapıya döndü. İçeriye giren adamın sesi herkesin dikkatini çekti. "Dur hele. Dur. Ben gelmeden dövmeye kalkma. Bismillahirrahmanirrahim. Bir nefes alayım" dedi adam. Sesi gür, yüzü tanıdıktı. Hakan'dı bu. Murat’ın yıllardır hem kardeşi hem sırdaşı hem de en büyük yoldaşıydı. Üzerindeki kot ceket biraz toz içindeydi. Saçları dağınık, gözleri öfkeyle parlıyordu.
Deponun ortasına ilerledi. Ayaklarından asılı halde sarkıtılmış adamlara baktı. Yavaşça yanlarına gelip inceledi. Yüzünde hem tiksinti hem de merak vardı. "La beni çağırmadan ne yapıyorsunuz burada" diye çıkıştı. "Karadeniz damarım kabardı. Güneydoğu içimde fokurdamaya başladı. İki yandan da deliyim şimdi."
Annesi Trabzonlu, babası ise Kilisliydi. İki bölgenin ateşi de damarlarında akıyordu. Bir haksızlık gördüğünde gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Hele bir de karşısındakiler adamlıktan çıkmışlarsa, Hakan için artık yolun sonu gelmişti.
Murat adım attı, kardeşim dediği bu adama yaklaştı. Omzuna dokundu.
"Sana kim haber verdi kardeşim" diye sordu, ama cevabı tahmin ediyordu. Dayanamadı. "Esila deme sakın" dedi kaşlarını çatıp.
Hakan gülümsedi. "Alise diyeyim o zaman. Belki ismi tersten söyleyince kızın mezarını kazmak zorunda hissetmezsin kendini" dedi. Alaycı ama haklıydı. Murat başını yana çevirdi. Yüzünde öfkeyle karışık yorgunluk vardı.
"Mezarlığa beni gömer o şeytan. Buraya getirip sonra kovmak için ekstra çaba sarf etmeyi düşünüyorum. Lanet olsun yazlık evde çekirdek yiyerek yaşlanmasına mani olduğum için" dedi. Kendi sözünden sonra sinirle güldü. Ardından tekrar ciddileşti. Hızlıca adamlara döndü.
"Ayıltın şu teşhirci domuzları" dedi. Dişlerini sıkıyordu. Yumrukları çoktan hazırdı. Tokatlar indi. Bir kova buz gibi su başlarından aşağı boca edildi. Vücutları titredi. Göz kapakları ağır ağır aralandı. Kısa sürede ayıldılar. Kendilerine gelmeleri için yarım saat tanındı. Sessizlik çöktü. Adamlar nefes nefese kalmıştı.
Murat elini kaldırdı. "Açılın" dedi. Herkes kenara çekildi. Ayhan ve Kenan'ı karşısına aldı. Kenan’ın gözleri büyümüştü. Dişleri birbirine vuruyordu. Altına işemişti. Hıçkırıkları deponun duvarlarında yankılanıyordu.
Ayhan ise farklıydı. Sanki her şeyi izlemiş, hiçbir şeyden etkilenmemiş gibiydi. Gözleri tek tek herkesin üzerinde gezdi. Sonra sinsice gülümsedi. Bu adam hâlâ bir şeylere güveniyordu. Belki de ölümün gelmeyeceğini sanıyordu. Belki de, geldiğinde bile onu umursamayacak kadar bozuktu.
Murat, gözlerini kısarak sordu. "Bu durum hoşuna mı gitti Ayhan" dedi.
Ayhan’ın gülümsemesi daha da genişledi. Dudakları kuruydu. Kanlıydı. Ama o umursamadan konuştu. "Ezici çoğunluk ile beni halt edeceğinize gülüyorum. Teke tek savaşmak işine gelmedi mi Murat Arsel" dedi. Kahkaha attı. Dili dişlerinin arasından kanlı şekilde fırlıyordu. "Ulan salak babam seni dövmüş. Daha ne konuşuyorsun. Kulağın ısırılmış kulağın."
"Babanın da seninde o sürtük Me......" devamını getiremedi. Murat tereddüt etmeden yumruğu Ayhan’ın suratına geçirdi. Kemik sesiyle birlikte havada bir diş fırladı. Diş yere düşmeden önce Ayhan’ın başı yana savruldu. Burnu ikinci kez patladı. Dudakları paramparça olmuştu. "Bu fena geldi" dedi Ayhan gülerek. Tuhaf bir zevk vardı sesinde. "Melek'i her yakaladığımda, tek başına bana karşı koyuyordu. Şimdi düşünüyorum da... Ağzını tutup duvardan duvara attığımda bile bana karşı koymak için korkunun arkasına saklanmıyordu. Güçlü kızmış. Tam dişime göreymiş."
Bu söz Murat’ın içine zehir gibi aktı. Ayhan’ın yüzüne bir yumruk daha indirdi. Bu kez daha sertti. Çenesinden gelen çatırtı herkesin içini titretti. Ayhan’ın kafası yana düştü. Dişleri dökülmeye devam etti. "Dişlerin de senin gibi işe yaramaz" dedi Murat. Ayhan kafasını kaldırdı. Kan akan ağzıyla, eliyle yere düşmüş çekiç'i gösterdi. "Bununla bacaklarına vurdum. Hiç acımadan yüzüne yumruk attım" dedi. Gözlerinde hastalıklı bir gurur vardı. Kahkahası daha da sertleşti. Delirmiş gibiydi.
Murat, sıktığı yumruğu yavaşça açtı. Elini havaya kaldırdı. O an herkes geri çekildi. "Kapa çeneni lan" diye bağırdı. Sesi boğuktu ama öfke yüklüydü.
"Biriniz bile Ayhan’a dokunursa bozuşuruz" dedi ardından. Omzundaki yeleği çıkardı, yere attı. Ceketini yavaşça çıkardı. Kollarını sıvadı. "Şimdi eşit olduk patron" dedi Ayhan. Gülümsemesi kanlıydı. "Eşitlikten yana olmadığını Melek'le kavga ederek gösterdin. Seni eşit muamele içinde döveceğim" dedi Murat. Cümlesi biter bitmez Ayhan’ın üzerine atıldı.
İlk yumruk midesine indi. Ayhan nefesi kesilmiş gibi büküldü. Ardından gelen tekmeyi savuşturdu. Murat sol eliyle Ayhan’ın yakasını kavradı. Ayhan sağ yumruğuyla Murat’ın burnuna vurdu. Burnundan kan fışkırdı. Sendeledi ama düşmedi. Hemen toparlandı. Sol diziyle Ayhan’ın kaburgasına vurdu.
İkili yerde yuvarlanırken, kimse müdahale etmiyordu. Her yumruk başka bir hesaplaşmanın sesi gibiydi. Murat’ın gözleri kararmıştı. İçinde büyüyen öfke artık sadece Ayhan’a değil, ona bu kadar zarar verebilmesine, Melek’e yaşattıklarına, babasının elinden ilk dayağı onun atamamasına, hatta Esila’nın her şeyi berbat edebilmesine karşı da doluydu.
Ayhan yere düşünce Murat onun üstüne çıktı. Yumruklar arka arkaya gelmeye başladı. Çene, kaş, yanak, kulak. Kan fışkırıyordu. Ayhan’ın sesi çıkmıyordu. Ama hâlâ gülümsüyordu. Dudaklarının kenarında, kırık dişlerinin arasında hâlâ bir alay vardı. Murat, onun bu gülüşünü gördü. Yumruğunu havaya kaldırdı. Durmadı. Hiç durmadı. Kanın sıcaklığı, adrenalinle birleşmişti. Hakan bile yerinden kıpırdamıyordu. Gözleri gölgede kalan Murat’ın üstündeydi. Onun içindeki başka bir Murat, şimdi ortaya çıkmıştı.
Depoda yalnızca nefes sesleri ve etin kemiğe çarpma sesi kalmıştı. Her darbe, geçmişin bir parçasını siliyor, yerine başka bir parça koyuyordu. Ve her yeni parça, daha da karanlıktı. "Kenan beni arayarak ne dedi biliyor musunuz?" Ayhan’ın sesi gırtlağından zorlukla çıkıyordu. Yüzü darmadağın olmuş, göz kapakları morarmış, dudağı yarılmıştı. Yine de çenesini tutamıyordu. Bütün bedeninin acı içinde olmasına rağmen konuşacak gücü buluyordu. Kanlı dişlerinin arasından her kelime sızarken hâlâ sırıtmaya çalışıyordu. Murat öfkeyle kolunu burnuna götürüp akan kanı sildi. Nefesi düzensizdi. Yumruk atmaktan elleri uyuşmuştu ama yine de durmaya niyeti yoktu.
Ayhan konuşmaya devam etti. "Melek’in elimde olduğunu duyunca Kenan beni yana yakıla aradı. Sesinde bir telaş vardı. Nefes nefeseydi. O kadar heyecanlıydı ki, neredeyse ağzından salyalar akacaktı. Buraya gelmek için sabırsızlanıyordu. Sırf koynuma alırım, biraz da ateşli dakikalar yaşarım diye geldi. Kadını sen sahipleniyorsun ama arkasında sıraya girmiş adamlar var. O da onlardan biri. Melek sandığın kadar kutsal değilmiş demek ki." Kenan'ın gözleri yuvalarında çıktı. Dehşet içinde titriyordu. "Ne söylediyse yalan. Ben o sekreter için hiçbir şey düşünmedim."
Sözler mide bulandırıcıydı. Murat’ın gözleri öfkeyle karardı. Elleri titremeye başladı. Bu adam hâlâ sevdiği kadına, hayatındaki tek insana laf edebilecek cesareti kendinde buluyordu. Gözlerinde bir parıltı oluştu. Kalbi hızla çarpmaya başladı. "Ağzına alma lan sevdiğim kadını" diye haykırdı. Sesinin gücü depoyu doldurdu. "Sen bunları söyleyince ben ona farklı gözle bakacağımı düşündün sanırım. Ama yanlış düşündün. Ben daha fazla yanında olurum. Senin gibi ibne göz ucuyla bakmasın diye." Cümle ağzından döküldüğü gibi üstüne atladı. Yumruklar yağmur gibi indi. Her biri Ayhan’ın kafasına, göğsüne, omzuna, çenesine indi.
Salih ile Hakan, bu sözleri duyduklarında bir anlığına olduğu yerde donup kaldılar. Şok içinde birbirlerine döndüler. Hakan, kafasını hafif yana eğdi, yüzünde şaşkın ama eğlenmiş bir gülümseme vardı. "Ne dedi, duydun mu?" diye sordu.
"Sende mi duydun?" dedi Salih. "Ben gürültü, dövüş sesi falan zannettim. Yanılsama gibi geçti üstümden."
Murat hâlâ Ayhan’ın üzerine çökmüş halde delirmiş gibi yumruk atıyordu. Her darbe biraz daha vahşileşiyor, Ayhan’ın yüzü her geçen saniye daha tanınmaz hale geliyordu. Yine de adam gülmeye çalışıyor, ağzındaki kanı tükürüp alaycı bakışlarını eksik etmiyordu.
Hakan gözlerini kırpmadan dövüşü izlerken dudaklarını ısırdı. "Kullandığı cümlenin farkında değil sanırım" dedi. Sesinde hem eğlence hem de şaşkınlık vardı. Salih başını salladı. "Bak şu sapığın suratını dağıtırken nasıl da huşu içinde. Resmen mutlulukla dövüyor herif. Mutluluktan uçacak birazdan." dedi. O an ikisi de kahkaha attılar. Sanki yaşanan her şey trajikomik bir tiyatro sahnesiydi.
Murat, onların kahkahasını duymadı bile. Yumruklar hızlı, sert ve ritmik şekilde inmeye devam ediyordu. Salih araya girip zorla Murat’ı Ayhan’ın üzerinden çekti. "Polisler öldürün demedi. Tecavüz ve kadına şiddet var diye tanınmaz hale getirin dedi. O yüzden biraz nefes alalım" dedi.
Murat gözlerini Ayhan’dan çekmeden Salih’e döndü. Nefes nefese kalmıştı. "İyi ya. Hâlâ yüzlerine bakınca tanıyorum. O zaman dövmeye devam edeceğim." dedi. Yumruk atmaya çalışırken yeniden üzerine yürüdü ama Salih onu tutup geri çekti.
Bu sırada Hakan da öfkesini Kenan’dan çıkarıyordu. Ayakta zar zor duran Kenan’ın suratına indirdiği sert yumruk, adamın birkaç dişini gevşetti. Kenan yere düşmedi ama titremeye başladı. Hakan, sağ elini hızla sallarken elinin Kenan’ın dişine çarptığını fark etti. Yumruk atarken elinin tarak kısmı kesilmişti. Şaşkınlıkla eline baktı. Kan akıyordu.
"Lan elim acıdı şerefsiz ib*e." dedi ve öfkeyle üfleyerek kanı temizlemeye çalıştı. Sonra Murat ve Salih’e döndü.
"Boşver elini" dedi Salih. "İyi geçirdin adamın dişine. Gayet havalı yumruktu. Sızlanma şimdi." Salih sonra başını çevirdi. Köşede bekleyen adamlara döndü. Elini havaya kaldırdı. "Hadi. Öldürmemek şartıyla kol ve bacaklarını kırın. Muhtaç olan insanlar için. Her kırık, bir ailenin sofrasına ekmek olacak." dedi.
Adamlar yerlerinden kalktılar. Yüzlerinde ne korku ne de merhamet vardı. İçlerinden ikisi Ayhan’a doğru yürüdü. Gözlerinde karanlık bir kararlılık parlıyordu. Diğeri ise Kenan’a yöneldi. Elindeki kalın sopayı omzuna almıştı.
Ayhan, gelen adamları görünce başını kaldırdı. Yüzü parçalanmıştı ama yine de sırıtıyordu. Dişleri kanlıydı. Burnu yamulmuş, bir gözü neredeyse kapanmıştı. Sesi çatallaşmıştı ama kendince hâlâ meydan okuyordu.
"Ne oldu Murat Arsel? Yumruk yetmedi mi? Şimdi çakalları mı salıyorsun üstüme?" dedi.
Murat ona yaklaşmadı bile. Sadece göz göze geldi. Soğuk ve sert bir ifadeyle cevap verdi. "Yumruk yetti ama cezanın tamamı bu değil. Acıyı yalnızca ben değil, hayat da tattıracak sana. Her kırılan kemiğin arkasında doyacak bir çocuk olacak. Bu da senin sadakan. Yani sen bile işe yaradın sonunda. İlk kez."
Ayhan cevap vermek istedi ama biri, sopayı hızla dizine indirdi. Çığlığı tüm depoya yayıldı. Ardından bir darbe daha geldi. Bu kez koluna. Kenan da benzer şekilde yerde kıvranıyordu. Ayak bileklerine inen darbelerle bağıramaz hale gelmişti.
Salih kollarını bağladı. Sessizce izledi. Hakan, yeniden eline baktı. Kanın durduğunu görünce ceketinin ucuyla sildi. Sonra cebinden sigara çıkardı. Yakarken Murat’a döndü. "Çay söyleyeyim mi?" dedi. Murat yere oturdu. Elinde Ayhan’dan gelen kana bulanmış bir mendil vardı. Birkaç saniye düşündü. Sonra omuz silkti. "Söyle."
"Buradaki işimiz bitti."
"Bugün antrenman yok."
İki adam birbirlerine bakarak konuştular. Sesleri soğuktu. Ne bir tereddüt ne de bir duygu izi vardı. Arkalarında bıraktıkları şeyin insani boyutunu düşünmüyorlardı bile. Burası onlar için bir iş yeri gibiydi. Her gün gelen bir talimat ve tamamlanan görevler.
Murat bu sırada sessizce Ayhan ve Kenan’ı izliyordu. İkisinin de durumu içler acısıydı. Yerde kıvranıyorlardı. Ayhan'ın ağzı kan doluydu. Konuşmakta zorlanıyordu ama hâlâ yalan yanlış kelimeler mırıldanıyordu. Kenan ise sadece inliyordu. Sesinde acı vardı ama gurur yoktu. İkisinin de gözlerinde korku berrak bir şekilde okunuyordu.
Murat başını hafifçe sağa eğdi. Yüzünde neredeyse zevkle karışık, tiksinti dolu bir gülümseme oluştu. Dudaklarının kenarına kıvrılan o gülüş, o an orada bulunan herkesin tüylerini diken diken etti.
"İşiniz bitince..." dedi Murat, sesi kesik kesik ama net. "...iki tane göz korneası bekleyen hasta için mesaj atacağım. Hastaneye götürün. Küçük de olsa bir işe yarasınlar. Organ bağışlasınlar. Doktorun özel olarak istediği başka organlar varsa onları da alın. Özellikle ellerindeki sinirleri işe yaramaz hale getirin. Parmaklarını oynatamasınlar. Sadece nefes alsınlar, yaşamsal fonksiyonları sürsün. Ama o nefes, her saniye acı çektirsin. Gözleri görüyorken iyi bir hayatları yoktu. Bir de görmeden devam etsinler. Karanlığın içinde çürüsünler."
Adamlar başlarını hafifçe eğip onayladılar. “Tamamdır Murat Bey” der gibi bir ifadeyle sessizce uzaklaştılar.
Ayhan, Murat’ın sözlerini duyar duymaz bağırmaya başladı. Sesi çatallaşmıştı. Nefes almakta zorlanıyordu ama yine de konuşmak için tüm enerjisini kullanıyordu. "Murat Arsel, bunu yapamazsın. Yaptığımızın bedeli bu olmamalıydı. Biz sadece... Bu kadar ileri gitmen gerekmiyordu. Sen başkası için bu kadarını yapmazdın. Bu kadar vahşileşmezdin. Bu Melek için değil mi?"
Cümleleri toparlayamıyordu. Cümleler eksikti. Ama Murat için yeterliydi. Adını söylemesi bile öfkesini geri çağırmaya yetiyordu. Murat yavaş adımlarla Ayhan’a doğru yürüdü. Ayhan’ın yüzüne gölge gibi çöktü. Ayhan gözlerini kırpmadan ona baktı. Korkuyordu ama bunu bastırmaya çalışıyordu. Murat eğildi. Göz göze geldiler. "Pişmanım. Bir daha elimi bir kadına sürmeyeceğim. Yemin ederim. Affet beni. Ne olur yapma..."
Murat, başını yana eğdi. Gülümsemesini hiç bozmadı. Hâlâ yüzünde o donuk ifade vardı. "Zavallı şey. Zaten elindeki sinirlere bu yüzden hasar vereceğiz. Bundan sonra kimseye ne gözünüzle bakacaksınız ne de elinizi süreceksiniz. Elleriniz olacak ama dokunamayacaksınız. Parmaklarınız olacak ama hiçbir şeye tutunamayacaksınız. Tüm ömrünüz karanlık ve çaresizlik içinde geçecek."
"Bunu yapamazsın. İki insanın hayatını böyle toz duman edemezsin. Bu kadar ileri gitmek... Bu kadar acımasız olmak..."
Murat, hiç cevap vermedi. Gülümsemesini bozmadı. Ayhan’ın gözlerinin içine baktı. Sonra sırtını dönüp yürümeye başladı. Ayhan çığlık attı. "Murat Arsel! Pişmanım. Duydun mu beni? Pişmanım!"
Murat yürürken başını azıcık sola çevirdi. Yüzünde hâlâ o uğursuz ifade vardı. "Firavun da pişman olmuştu. Ama onun taş gibi kesilmesine engel olmadı."
Ayhan’ın sesi kesildi. Çaresizlik duvara çarpıp sessizliğe dönüştü.
Bu saatten sonra yapılanlar artık bir intikam değil, bir mesajdı. Fahri Bey’in her yıl dağıttığı erzakların üzerine yazılması gereken bir manifesto gibiydi. O fakirlik sınırındaki ailelere ulaşacak paketlerin içinde sadece mercimek, pirinç ve yağ olmayacaktı. Bu gece o yardım kolilerinin içine düşmanların paramparça edilmiş gururları da girecekti. "Onlara söylemedim ama..." dedi Murat. Geriye dönmeden konuşuyordu. "...doktor penislerini de alacak. Son sürprizim bu."
Salih durdu. Başını çevirip baktı. "Ne? Sanki bu biraz acımasız oldu."
"Adamlarda bir şey bırakmadın. Kemiklerini, sinirlerini, gözlerini, ellerini... şimdi de..." dedi Hakan gülümsüyordu.
Murat cevap vermedi. Salih devam etti.
"Haklısın ama acımasızlığı önce onlar yaptı. Murat’ı tebrik ederim. ‘Kısasta hayat vardır’ demiş Peygamberimiz. Bu sözün ne demek olduğunu bugün gördüm. Bugün, şiddete uğrayan kadınların içine biraz olsun su serpildi. Şu adamlara yaptığımız şey... Vay be... Eğer bu görüntüler tüm ülkede yayınlansa, hiç kimse kadına el uzatmaya cesaret edemezdi. Murat, penis fikri mükemmel. Gerçekten. Bu fikre bayıldım. Kırt kırt kesip atacaksın. Ülke için büyük bir adım."
Üç arkadaş, arkadan gelen çığlıklara kulaklarını tıkayarak ağır adımlarla yürümeye devam ettiler. Onlar sırtlarını döndükçe arka taraftan daha fazla acı sesi yükseliyordu. Ayhan’ın sesi artık bağırmıyor, inliyordu. Kenan konuşamıyordu bile. Sadece boğuk bir hırıltı duyuluyordu.
Arabaların yanına geldiklerinde üçü de sustu. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Hakan konuştu. "Oğlum ne oluyor sana?"
"Ne diyorsun Hakan?"
"Farkında mı değilsin? Sen hiç normal değilsin. Fazlasıyla hoşlanıyor gibisin."
Murat gülümsedi. Garaj bölgesini inletecek kadar büyük bir kahkaha attı.
"Manyak mısın oğlum? Dediğin çoktan oldu. Ben çoktan düştüm. Şimdi de Melek’in başını bana bağlayacağım."
Salih güldü. “Senin aşık halin vallahi çekilmez. Minnoş gibi bir şey olursun.”
"Bence de." dedi Hakan. Salih ellerini cebine koydu. Islık çalarak yukarı çıktı. Omzunu silkti. "Bu çocuğu da dövmek lazım." dedi Murat.
"Bir ara kaçırıp dövelim." Gülüştüler.
"Sonra da zorla Esila ile evlendiririm. Onun da en büyük cezası o olur."
_______
Yorum ve beğeni yapmayı unutmayınız. Yeni bölümde görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 129.84k Okunma |
11.31k Oy |
0 Takip |
132 Bölümlü Kitap |