42. Bölüm

37. O olabilir miydi?

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar

Yorum ve beğeni yapmayı unutmayınız.

Hadi başlayalım...
____________

Melek'in biten serumunun ardından doktor fizik tedavi ile ilgili bilgiler vererek, odasına tekrar döndü. Esila, rahatsız edici sandalyenin üstünde uyuya kalmıştı. Gözlerini aralayıp bebeğin çığlıklarını duymamazlıktan gelmek için yarım saat önce hemşireden aldığı pamuğu iki kulağına tıkadı. Artık sesten çok kulağı tırmalayan uğultu vardı.

Melek ilaçların verdiği rahatlamanın hissiyle kolunu sallayarak gülümsedi. Yediği bir araba dayağa rağmen vücuduna kalıcı zarar vermemişti. Doktor ilaç tedavisini beş kere söylediği için aklında kalan tek bilgi buydu. Göz ucuyla baktı ağlayan bebeğe, nasıl da içli, içli ağlıyordu! Etrafta doktor veya hemşire görmeyince bebeğin olduğu tarafa yataktan destek alıp topallayarak geçti. Bebeğin annesi dayanılmaz ağlama krizleri eşliğinde, kısık sesli ninniler okuyarak rahatlatmak istese de bu mümkün değildi.

Annenin omzunda yatışmaya çalışan bebeğe tatlı hareketler yaparak güldürmek istedi. Bu iş beklediğinden daha zor olmuştu ama bebek gülümsemeye başlayınca izin alarak bebeği kucağına aldı.

Bebek farklı bir kucakta olduğunun farkına varmıştı. Kocaman gözlerini açmış şaşkınlıkla Melek'e bakıyordu. "Evet küçük adam artık sakinleşmenin vakti geldi." Sırtına minik dokunuşlar ile ovaladı. "İşte böyle. Tatlı bebek."

"Delirmek üzereydim... Teşekkür ederim." Melek, kadını anladığını göstermek için bütün vücudunu adamıştı. Bebeğin yattığı yatağın yanına yaklaştı. İki kaşın arasına işaret parmağıyla gel, git hararetleriyle masaj yapmaya başladı. Sakinleştirmek için kulağına doğru annesinin ağlamaktan yarım bıraktığı ninniyi söyledi.
"Uyu yavrum yine sabah oluyor.
Uyumazsan güzel yüzün soluyor.
Babası da gelmiş bize bakıyor.
Uyu yavrum yine sabah oluyor." Bu arada bütün hastaların hatırlarını sorarak Serpil hanım ve Sibel iki dakika önce acil bölümüne girmişlerdi.

Melek'in canını, dişine takmış haline baktılar. Yara, bere içindeyken bile bebeği düşünmesi tam ona göreydi.
"Başına bela açmasa, kendine biraz çeki düzen verse, huyu biraz tatlı olsa, işve, cilve, naz yapmasını bilse tam evlenmeye hazır bu kız." diyerek gülümsedi Serpil hanım. "Anne daha ne kaldı? Kızın felsefesi didişmek, erkek tarafı bunları kabul ederek gelmeli." dedi, daha halen dikkatle Melek'i izliyorlardı. "Evladım kör müsün? Bebekleri seven kızın talibi çok olur. Melek'im de zengin biri ile evlenip çocukları olacak."

Melek, kollarına sardığı bebeğin az da olsa ağlama krizleri geçirmişti. Boynuna küçük bir öpücük kondurup karşısında aglamaktan hitap düşmüş kadını çağırdı.
"Buyrun paşa şimdilik sustu. Biraz uyur." dedi kadının ağlamaklı gözlerine bakarak. "Teşekkür ederim." Kadının sesi bile yaşadığı sıkıntı yüzünden bitkin düşmüştü. "Önemli değil. Yanına uzanın ikinizde dinlenmiş olursunuz." dediği gibi Serpil hanım ve yakın arkadaşını gördü.

"Hoşgeldiniz..." diyerek, birkaç dakika önce tanıştığı, genç yaşına rağmen beyaz saçlarla dolu, hüznünü saklayamayan bebeğin annesine veda edip, topallayarak heyecanla digerlerinin yanına geçti. "Sen bize hastanenin acil bölümünde misafir perverlik mi yapıyorsun? Ahh kuzum ne çekilmez cilen varmış." Serpil hanım kuzum lafını fazla uzatmıştı. Herkes sevgiyle kucaklaşan, aile gibi görünen, lakin gerçek hayatta aile dostu olan insanlara imrenerek bakıp önlerine döndü.

"Yok be Serpil teyze, bakma halime iyiyim. O kadar iyi durumdayım ki yatakta kalamadım." diyerek yattığı tarafa götürdü. Esila gelenleri görünce geldiğinden beri uyumuş olmasına rağmen, sanki hiç uyumamış gibi gözlerinden akan uykuyla ayağa kalkıp, ne kadar isteksiz olsa da konuşmak için dudaklarını yaladı. "Hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyisinizdir inşallah?" diyerek elini uzattı. Zengin bir balo'da hemcinsine el uzatır gibiydi. Soğuk ve kendini beğenmiş.

"İyidir kızım, sen kimsin?" dedi Serpil hanım baştan aşağı süzdü elini isteksiz sıkarak. "Ben mi? Ben patronuyum." Kasılarak söylemişti. "Arkadaşı olsan, sandalye'ye yapışmak yerine yanında olurdun zaten. Belli patron olduğun..." Duyduğu cümleler üzerine Esila gözlerini devirerek Melek'e baktı. "Offf! Hayatına dair herkes ile bağım felaket olmak zorunda mı?" Ellerini giydiği pembe deri ceketine koydu. "Neyse laf dalaşına giremeyecek kadar yorgunum. Ailen geldiğine ve burada durmaktan daha önemli işlerim olduğuna göre ben gidiyorum." dediği gibi Murat geldi aklına.

Eve giderse kesinlikle öldürülürdü onun tarafından. "Neyse gitmesem de olur." Yalancı bir gülüş savurup telefonuna baktı. Serpil hanım gözlerini devirerek kızın yüzüne bakmadan konuşmaya başladı. "Hadi kızım boş boş konuşacağına bize iki çay al. Uzun yoldan geldik."

"Ben mi???" Dudaklarını yaladı.
"Kendinizle gelen kişiye söyleyin lütfen." dedi Sibel'i işaret ederek. Esila soğuk havaya rağmen, ceketinin altında askılı pembe diz üstünde biten elbisenin kırışmış tarafını düzeltmeye çalışıyordu. dediği kelimelere pişman olmayacaktı. Zaten pişman olması için karşısında ki yaşlı kadının şekli, şemali'de izin vermiyordu.

Serpil hanım, Melek bu haldeyken, buranın hastane olması sebebiyle tabi ki ağız dalaşına girmeyecekti. "Patron olmuşsun ama yüzünde birçok godamanın yüzünde oluşan maşrapa duruşu var. Seni hiç sevmedim." diyerek acilden sorumlu hemşirenin yanına gidip üç kızı arkasında bıraktı. "O kadın bana ne demek istedi? " Melek başını hafifçe kaldırıp. "Hiç bilmiyorum." dedi. Konuşma uzamasın diye Sibel sıkıca sarıldı arkadaşına. Öptü morarmış yanaklarını, ne çok acı çekmişti Allah bilir.

"Nasılsın?" dedi Melek'e bakarak.
"Aynı..." Gözleri buğulanmıştı.
"Sen nasılsın?" Sibel arkadaşının burnunu çekti. "Bu haldeyken bile hatrımı soruyorsun? Aptalsın kızım sen, aptal." Gülmeye başladılar. Esila gözlerini devirerek sandalyeye geri oturdu. "Melek, ailen geldiğine göre ben dışarıdan yemek yemeye gideceğim. Bir saat içinde gelirim."

Çantasında taşıdığı küçük not kağıdına kendi telefonunu yazdı. "Misafirlerin gitmeden beni aramaya kalkma." Yerinden kalktı, saçlarını toparlayıp notu Melek'in eline uzattı. Sonra kulaklarına koyduğu pamuğu cebine koyup, acil kapısından çıktı. "Tam dayaklık bir kadın bu. Melek bu kimdi Allah aşkına?" dedi Sibel. Melek yakasını silkerek.
"Dedi ya, kasım kasım kasılarak. Saygı değer patronice." Dalga geçer tarzda dil çıkardı. "Tuvalet kağıdı gibi koparıp, koparıp suyun içinde yumuşatıcı etki ile kaybolmasını istiyorum."

Yatağına tekrar oturdu kahkaha atarak, kaldıkları yerden sohbete devam ettiler. Serpil hanım bu arada doktor ile konuşup, doktorun bütün itirazlara rağmen çıkış işlemlerini halletmişti. Serum ve yapılan müdahale için ödenecek parayı şirketin ödeyeceğini duyunca biraz tartışma çıkarsa da, bu konuyu fazla uzatmanın önemli olmadığına karar verdi. Doktor Melek'in bacağına yarım atel takıp iki hafta boyunca geceli, gündüzlü takacağını ve şişkinlik olmasın diye birkaç gün aralıklarla soğuk kompres yapması gerektiğini anlatmıştı.

Atel ayak bileğinden başlayarak dizine kadar gidiyordu. Doktorlar bu şekilde acıyı en aza indirgemek istemişlerdi. Melek bir kolunda Serpil hanım, bir kolunda Sibel ile, topallayarak taksiye bindi. Hastane macerasının sonuna nihayet gelmişlerdi. Bindiği taksi ne kadar hızlı gitmeye çalışmış olsa da, akmayan trafik yüzünden dakika başı frene basarak eve getirmişti. "Dur kardeş, dur..." Serpil hanım homurdanarak çantasına uzandı.
"Valla oradan, buraya kadar, nasıl bu kadar para tuttu, anlamadım." diyerek cüzdanından taksimetre de yazan parayı adamın eline uzattı. "Ben eve geçince borcumu veririm."

"Kız ne diyorsun birde ben mi seni döveyim. Kızım gibi gördüm diye öyle dedim. Sana harcadığım her para helal hoş olsun." Kapıyı açıp Melek'in elini hafifçe tutarak dışarıya doğru çekti. Nihayetinde eve gelince üçü bir ağızdan çıkmışcasına 'şükür' etti. Sibel, Melek'i oturma odasına götürürken Serpil hanım bir bahane bulmak için Hayri bey'i aradı.
Bahane hazırdı. Yüksek ihtimal Sibel'in nişanı attığından haberi olmadığını düşündüğü için, teselli, dayanak olsun diye Melek'in yanında kalmasını rica edecekti. Zaten arada kalıyorlardı sorun etmezdi.

***

Murat, son model arabasını hastanenin garaj bölümüne bırakırken aynadan kendine son bir kez daha baktı. Aracın içinde kalan ceketini koltuktan alıp gelişigüzel omzuna attı. Arabanın kapısını sertçe kapatarak hastanenin soğuk ve steril havasına doğru yürümeye başladı. Peşinden gelen motor seslerinden Hakan ve Salih’in de geldiğini anladı. İkisi de arabalarını kalabalık garajın en uygun yerlerine park edip, sanki az önce birbirlerini uyarmamış gibi rahat adımlarla dışarı çıktılar.

Salih, Murat'ın omzuna dostça bir dokunuş yaparak, güneşli gökyüzüne göz ucuyla baktıktan sonra yüzünde rahat bir ifadeyle konuştu.“Daha halen güzel bir gün,” dedi. Gözlerinde hafif bir tebessüm vardı. “Ve Melek…” diye ekledi ardından. “Aldığı tüm darbelere rağmen çok güçlü. O kız kolay kolay yıkılmaz.”

Öfkesini belli etmeden kısa ama sert bir cümleyle geri püskürttü. “Sen git şirkete. Evet evet şirkete git. Hani işin vardı ya. Hastane adını duyar duymaz ceylan gibi seke seke peşimden geldin.” Konuşmasını bitirmeden arkasını döndü. Salih’e bir bakış bile atmadan Hakan’la birlikte hastanenin acil servis kapısından içeriye girdi. Salih, omzunu silkti ve olduğu yerde kısa bir iç çekti. “Saçma sapan konuşma. Kızın haline bak, senin derdine bak...”

Murat şu an, Salih’in Melek’e duyduğu ilgiyi taşıyabilecek ruh hâlinde değildi. Özellikle sekreterinin Salih’e karşı beslediği saçma hisleri fark ettikten sonra, bu ilgiyi daha da tehlikeli görmeye başlamıştı. Öncelikle Salih'i Esila’ya aşık etmesi gerekiyordu. Sonra da onun gözünde Salih’in sadece zararsız bir erkek sinek olduğuna ikna etmeliydi. Aksi takdirde bu işin sonu akıl sağlığını yitirmek olabilirdi.

Koridorda ilerlerken gözüne elinde karton bardakla kahve içen Esila çarptı. Oturduğu sandalyede bacak bacak üstüne atmış, bir yandan telefonuna bakıyor bir yandan da sıkılmış bir yüz ifadesiyle etrafı izliyordu. Murat uzaktan seslendi. “Hişt! Melek nerede?”
Esila, başını kaldırdı. Göz ucuyla Murat ve Hakan'a baktıktan sonra hızla ayağa kalktı. “Vallahi almış götürmüş koca karı,” dedi. Sesi umursamaz ama içten içe suçluluk taşıyan bir tondaydı.

Sonra gözleri Hakan’a kaydı. Sanki olanları unutturmak istercesine neşeyle konuyu değiştirdi. “Aaa Hakan, nasılsın?” dedi ve ona doğru yürümeye başladı. Hakan'a sıkıca sarıldıktan sonra çantasını omzuna geçirip çıkışa doğru yöneldi. “İşler nasıl gidiyor? Sevgilin var mı? Ne zaman elimi öpmeye gelecek? Bakalım önce sen mi ben mi evleneceğiz.” Yavaş yavaş arayı açmaya başlamıştı. Ya da en azından öyle zannediyordu. Murat onu gözleriyle takip etti. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirmişti. Hızlı adımlarla Esila’ya doğru yürüyüp saçlarından tuttu. Saçını çekmiyordu ama elinde tutarak onun gitmesine engel oldu.

“Sen bana hesap vermeden nereye kaçıyorsun?” dedi. Sesi tehditkâr ama hâlâ sakinliğini koruyordu. Esila, saçlarını Murat’ın elinden kurtarmaya çalışarak homurdandı. “Bırak saçımı dengesiz. Burası bir hastane. Benim suçum yok. Geldiğimde akrabası mı komşusu mu bilmiyorum, bir kadınla gitmişlerdi.” Murat kaşlarını kaldırdı.
“Kim götürdü? Hem sen neredeydin? O kadın elini kolunu sallayarak götürürken sen ne yapıyordun?”

Esila geri adım attı. Savunmaya geçti.
“Yemek yiyordum. Oldu mu? Tek suçlu ben değilim ki. Zaten her yaptığımda bir kusur buluyorsun. Çok bile kaldım yanında.” Murat elini saçlarından aniden çekip Esila’yı Hakan’a doğru itti.
“Götür şunu ameliyata. Beyin nakli yapsınlar. Belki bir nebze normalleşir,” diyerek koridorun diğer tarafına döndü.

Bu sırada Esila, Murat’ın arkasından dilini çıkardı. Ardından hızla Hakan’ın yanına sokuldu. Onun geniş omzuna kendini yaslayarak mırıldandı. “Dengesiz valla benim kuzenim. Bir an önce sevgili yapmam lazım.” Yavaşça sinsi bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Sonra ilk iş olarak Murat’ı dövdüreceğim,” diyerek kahkaha attı.

Tam o sırada Salih hastane koridoruna girdi. Elinde bir çanta vardı. Gözlerinde yorgunluk ama yüzünde belli belirsiz bir tebessüm... “Kolay gelsin,” dedi, hafif alaycı bir tonda. Esila, bir anda kendini güvende hissettiği Hakan’ın kollarından çekip aldı. Salih’in yanına doğru yürüdü.
“Sen niye buradasın? Yani... Kimi görmeye geldin? Yoksa beni almaya mı geldin? Mükemmel. Ben hazırım. Biliyor musun, biraz önce Allah'tan bana bir sevgili yollamasını istedim Allah seni gönderdi.” dedi ve başını Salih’in omzuna indirdi.

Salih, neredeyse otomatikleşmiş bir refleksle bir adım geri çekildi. Esila’nın başı havada kaldı. Alışkın olduğu bu reddediliş bile artık onu etkilemiyor gibiydi. Gözlerini kısarak arkasına döndü. “Allah’ın cezası herif. Biraz kibarlık öğrenmesi lazım hemcinslerinden. Yoksa ondan vazgeçebilirim,” dedi kendi kendine.

Ama Salih duymuştu. Duyduğu hâlde umursamamış gibi arkasını döndü. Sadece kısa ve net bir cümle kurdu.
“İyi olur. Başıma bela olmaktan çıkarsın. Hatta başka biriyle evlen, senden kurtulayım.” Arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Esila’nın dudakları bir an açık kaldı. Şaşkındı ama hemen toparlandı. Gözlerini devirdi. Hakan koluna girdi.
“Hadi boş ver. Gel biraz kafanı dağıtalım. Hastanenin kafesinde güzel bir çay olacağına eminim,” dedi.

Beraber boş koridordan yürümeye başladılar. Esila, Hakan’a yaslanmış gülümseyerek yürürken içten içe hâlâ Salih’i düşünüyordu. Salih, acil kapısının önüne gelmişti. Aniden sinirle duvara bir yumruk attı. Eli acıdı ama umursamadı. Gözleri hâlâ Esila'nın arkasından yürüyüşüne takılmıştı. Onun peşinden koşmasına alışmıştı. Bu fazlasıyla sinir bozucuydu ama alışkanlık haline gelmişti.

Murat, hastanenin koridorunda bir ileri bir geri yürüyerek elindeki kırık telefon ekranına baktı. Tekrar tekrar Melek’in numarasını tuşladı. Bir umutla tekrar denedi. Bir daha. Sonra bir kez daha. Sonunda telefonun kapanmış olduğunu kabullenmek zorunda kaldı. Elinde o kadar fazla sıktı ki telefon birden çatladı. Kırık bir cihazın, tüm çaresizliğiyle sessizliğe gömülme özgürlüğü olduğunu o an anladı. Sinirle dişlerini sıktı.

Ayağındaki mavi spor ayakkabının altıyla, gri tonlarındaki mat zemin döşemesine kuvvetlice bastı. İnce bir "tak" sesi çıkmıştı ama onu rahatlatmadı. Bu yer döşemesi, binlerce ayağın değdiği ve binlerce acının geçtiği bir zemin olmalıydı. Eskimişti. Koridorun boğuk havası bir anda gözünün önünde somutlaştı. Bütün ışıklar yansa bile aydınlanmayan bir yerdi burası.

Duvarlara göz gezdirdi. Boyaların arasından ince çizgiler halinde çatlaklar sarkıyordu. Zamanın, duvarları da insan gibi yaşlandırdığını fark etti. Duvarlardaki çatlaklar, aslında içeride yaşanan acıların bir yansıması gibiydi. Biriken bekleyişler, sessiz ağlamalar, sevdiklerinin adını fısıldayan titrek dudaklar... Her şey, bu duvarlara işlemişti.

Bu kadar yorgun ve yıpranmış bir hastanenin hâlâ faaliyette olması Murat’ı ürkütüyordu. İnsana güven vermesi gereken bir yerin kendisi bile artık bir hasta gibiydi. Yine de, burada olmak zorundaydılar. Rakip hastanelere göre daha eski olsa da, uzman doktorları ve araştırma hastanesi olması nedeniyle herkesin tercihiydi. Ama Murat kendi kendine dürüst olmayı seçti.

Hayır, tek neden bu değildi. Asıl neden yakın oluşuydu. Evlerine, şirkete, şehre yakın bir noktadaydı bu hastane. Pratikti. Kafasını öfkeyle sağa sola salladı.

Cebinden telefonun artık işe yaramayan gövdesini çıkarıp bir kez daha baktı. Sonra aniden aklına gelen bir fikirle mesaj yazmak üzere cihazı eline aldı ama ekrana dokununca sadece çatlak camın altında kalan donmuş bir görüntüyle karşılaştı. Sadece kızgın değil, çaresizdi de.

Derin bir iç çekti. Ardından Hakan’a mesaj atmak için hastanenin danışmasındaki görevlinin izniyle sabit telefondan arama yaptı. Esila’ya göz kulak olmasını söyledi. “Gözün onda olsun. Ne benle gelsin, ne hastanede başına iş alsın,” dedi.

Ardından ilaç kokularının ve solgun floresan ışıklarının baş ağrısını tetiklediği o koridordan hızla çıktı. Kendini dışarı attığında derin bir nefes aldı. Havanın kirli ama serin akışı bile hastanenin havasından daha temiz gelmişti. Arabasına doğru yürüdü. Aracına bindiği gibi kapısını kapattı ve sol eliyle kontağı çevirdi.

Motor homurdanarak çalıştı. Radyonun düğmesine bastı. Nostalji FM’in tanıdık melodileri hoparlörlerden yükseldi. İçini bir nebze olsun rahatlatan eski şarkılar çalıyordu. Direksiyonun başında dik oturdu.

Gaza bastığında yolun başındaki trafik lambaları bir an gözlerini aldı. Akşam saat yediye yaklaşmıştı ama kış aylarının karanlık hükmü, gökyüzünü çoktan geceye teslim etmişti. Yol boyunca uzanan sokak lambaları, kırık kaldırımların kenarında birer hayalet gibi sıralanmıştı. Araba farlarının yansımasıyla birlikte, şehirdeki bütün gürültü başının içinde yankılanıyordu.

Gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Sonra aniden radyodaki müziğe kulak kesildi. Şarkının melodisi tanıdıktı. Dudakları hafifçe kıpırdadı.

"Aklım kaldı yolunda.
Uykularım da onunla.
Kararlıyım en sonunda.
Gelecez, alacaz vallahi..."

Murat gözlerini yola dikti.

"Evlere şenlik, kızınız var.
Bizim de onda gözümüz var.
Belki biraz da nazımız var.
Almaya gelecez vallahi..."

Sözler, diline dolandı ama kalbine daha çok oturdu. Kalbinden geçen, yalnızca şarkının eğlenceli melodisi değildi. Asıl taşıdığı duygu, birilerinin ‘alınacak’ olması değil, birilerinin kaybedilme korkusuydu.

---

Melek, diğer tarafta koltukta yan uzanmıştı. Üzerine ince bir battaniye çekmişti ama içini ısıtmıyordu. Gözleri ekrandaydı ama bilinçli olarak bakmıyordu. Kanal değiştirmek için elindeki kumandanın tuşlarına bastı. Ama hangi kanala gitse, bir reklam zinciri karşılıyordu. Sanki tüm televizyon kanalları iş birliği yapmış, onu ekrana zincirlemek istercesine arka arkaya reklamlar yayımlıyordu.

İçinde sabırdan çok, yorgunluk vardı.
Sonunda kumandayı koltuğun kenarına bıraktı. “Sibel. İlaç içmem lazım. Şu getirir misin?” dedi. Sibel, yemek masasındaki peçeteleri yerleştiriyordu. Hemen işini bırakıp mutfağa geçti. Kupa bardağına taze su doldurdu. Sonra ilacın kutusunu eline alıp üzerinde yazılanları okudu. Ağrıyı dindirmesi gereken bir şeydi bu. Ama Melek’in acısı yalnızca fiziksel değildi.

Sibel bardağı ve ilacı getirip koltuğun kenarına oturdu. “Ağrın var mı?” diye sordu. Melek başını hafifçe sağa çevirdi.
“Damardan verilen ilaçların etkisi geçiyor olmalı,” dedi. “Bacaklarımda ve kollarımda çıkan morluklar iyi görünmediğimi söylüyorlar zaten.”

Dudaklarını büzdü. Sonra istemsizce gülümsedi. “Ya canım çok tatlı. Ya da eşek sudan gelinceye kadar dayak yediğim için canım çok yanıyor.” Aç karnına içilmesi gereken ilacı, suyla birlikte yuttu. Yutkunurken boğazı hafif yandı ama gıkı çıkmadı. Birkaç saniye sonra derin bir nefes aldı.

Yemek saati geldiğinde, evin içinde mutfaktan yayılan koku her şeyi değiştirmişti. Sıcaklık, huzur ve iyilik hâliyle dolmuştu odalar. Fırında çubuk makarnası nar gibi kızarmıştı. Kereviz, limonlu suyun içinde hafifçe yumuşamış, bol kemik suyunda pişirilen mercimek çorbası ise buram buram kokuyordu.

Melek sofraya oturdu. Önüne konulan kaseyi önce kokladı. Sonra çorbasını yavaş yavaş içmeye başladı. İki kase çorbayı içtikten sonra çatalıyla makarnaya geçti. Her lokmada biraz daha rahatladı. Karnı doymaya başladıkça vücudu da kendini daha az savunur hale geldi. Yemeğin sonuna geldiğinde başını masanın üzerine yavaşça koydu. Karnını ovuşturdu.
“Çok iyi geldi,” dedi neredeyse fısıltıyla. “Mideme, ruhuma.”

Serpil Hanım, ocakta kaynayan yemeğin buharı ve evin havasızlığından bunalmış bir şekilde yakasını çekiştirip gevşetti. Teri alnına kadar çıkmıştı. Elinin tersiyle silip Melek’in saçlarına şefkatle dokundu. Parmakları, Melek’in dağınık ve yastık izleri kalmış saçlarında kısa bir süre gezinip, ardından kızların yüzüne baktı. "İki hafta sonra pikniğe gidelim diyorum." dedi hafifçe tebessüm ederek, bir umut bekleyerek.

Sibel içtiği suyu bir anda geri püskürtüp şaşkınlıkla başını kaldırdı. "Anne bu kışın ortası pikniğe mi gidilir?" dedi, gözlerini devirerek. "Mahalleli öyle istedi." Serpil Hanım'ın bulunduğu Çiçek Mahallesi her yaz kolu komşu pikniğe gitmeyi adet edinmişti. Kalabalık sofralar, mangalda pişen etler, kadınların yere serdiği kilimler, çocukların plastik toplarla oynadığı çimenler, her yazı anlamlı kılıyordu. Ancak bu defa kış biterken böyle bir etkinlik yapma fikri, Serpil Hanım’ın başını çektiği kadın grubu tarafından kararlaştırılmıştı. Üç yıldır Melek’i de yanında götürürdü. Melek’in mahcup tebessümü, o sofralara başka bir sıcaklık katardı.

İlk defa kış mevsiminin sonuna denk gelen bir piknik fikrini duyunca Melek başını masadan kaldırdı. Yorgun ama oyunbaz bir gülümseme belirdi yüzünde.
"Soğukta güzel olur. Donar geliriz." dedi, göz kırpar gibi gülümseyerek. Sibel kolunu uzatıp Melek’in dirseğine vurdu hafifçe. "Senin tuzun kuru Serpil teyze. Zaten her gördüğümde yanıyorsun. Soğuk sana işlemez. Bizim gibilerden de ancak kardan adam olur." dediği gibi Sibel'le beraber kahkahalara boğuldular.

Serpil Hanım kararlıydı. Dudaklarını büzüp sandalyesine yaslandı. "Vallahi ne derseniz deyin, pikniğe gidilecek. Komşularla bu yıl birini kışın sonunda, diğerini de yaz ayının ortasında yapmaya karar verdik."

"Kim karar verdi?" dedi Sibel, kaşlarını kaldırarak. "Tövbe Allah’ım. Kim olacak? Komşularla karar aldık diyorum ya." Serpil Hanım’ın bu net çıkışıyla konu kapanmış sayıldı.

Melek, sandalyeden destek alarak ayağa kalktı. Hâlâ zayıf düşmüş bedeni titriyordu ama toparlanmaya çalışıyordu. Serpil Hanım kolundan tutarak ona yardımcı oldu. Melek yerine geçince bir süre gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sırada tok karnına içeceği ilaçlar vardı. Önce hapını bir bardak suyla yuttu, ardından kaşığa dökülen koyu kıvamlı şurubu içti. Geriye yalnızca vücuduna süreceği krem kalmıştı. Bacaklarına kadar kendisi sürebiliyordu ama sırtı ve diğer kısımlar için mutlaka yardım gerekiyordu.

Sibel’in mutfakta işlerini bitirmesini bekledi. Bu arada, dizlerinin üstüne kadar olan bölgeye kremi yavaşça sürdü. Her dokunuşta biraz daha rahatladığını hissediyordu. Sibel geldiğinde kremi alıp Melek’in sırtına özenle yedirmeye başladı. Parmak uçları nazikti, çünkü biliyordu ki Melek’in vücudu hâlâ hassastı. Son olarak kalan bölgeleri de tamamlayıp banyoya gitmesine yardım etti.

Melek, ilaçların etkisiyle hafifleyen acısını fırsat bilerek, yatağa uzandı. Kafasını yumuşak yastığa gömüp gözlerini kapattı. Uykuya teslim olmadan önce içinden dua etti. Biraz olsun huzur dileyerek... Tam o sırada, kapının tokmağı hızlı hızlı çalındı. "Kapı çalıyor. Kız açsana kapıyı, ellerim köpüklü." diye seslendi Serpil Hanım, mutfakta kalan tencereleri ovalarken. Gürültülü vuruşlar arttı. Tokmağın sesi bu defa alacaklı gibi acımasızdı. Serpil Hanım, elindeki köpüklü cam bardağı düşürdü.

"Lan kıracaksın kapıyı. Kırıldı güzelim çeyizlik bardak, öff!" dedi dişlerini sıkarak. Sesini daha da yükseltti.
"Sibel aç şu kapıyı. Kör olasıca bardağı kırdım." dedi ama cevap gelmedi. Her zaman olduğu gibi kız ya banyodaydı ya da müzik dinleyip dünyadan kopmuştu.

Kapı çalmaya devam edince Serpil Hanım ellerini çeşmenin önünde yıkadı. Aceleyle kenarda duran süpürge ve faraşı alarak yerdeki cam kırıklarını toparladı. Ardından ellerini peçeteyle silip, sinirle homurdanarak kapıya doğru koştu. "Patlama, patlama. Açıyorum." diye söylendi. Kilidi çevirdi, kapıyı açtı.

Elinde büyük, kocaman bir kırmızı buketle duran genç adama çatılmış kaşlarla baktı. "Hayırdır oğlum? Elinde çiçekle çalıyorsun kapımı?" dedi, boş zamanlarında işlediği oyalı tülbentini omzundan yukarı doğru çekerek.
Adam gülümsedi. "Uzun yoldan geldim. İçeriye davet ederseniz konuşuruz. Hem hava çok soğuk. Sıcak bir cappuccino vermek zor olmasa gerek." Elindeki çiçeği ona uzattı. "Bu çiçekleri en içten duygularımla size aldım."

Serpil Hanım gözlerini devirip alnını sıvazladı. "Tövbe estağfurullah. Yanlış adrese mi geldin? Anan kim, baban kim?" Adam ciddiyetini bozmadı.
"Doğru adrese geldim. İçeriye buyur edin de konuşalım." Serpil Hanım’ın gözleri faltaşı gibi açıldı. Alaycı bir şekilde süzdü adamı baştan aşağı. "Karşındaki koca karıyı ayartmaya çalıştığına göre yürek yedin oğlum. De get. Oklavayla peşinden koşturma beni." dedi, çiçeği almadan. Omuzlarını birbirine çarpıp içeriye döndü. "Hadi yoluna git. Bir de yüzüme baka baka capumino mudur nedir onu istiyor züppe." diyerek kapıyı sertçe çarpıp adamın suratına kapattı.

İçeriye döndüğünde Melek uyanmış, televizyonun karşısında bir programa göz gezdiriyordu. Sibel ise banyodan çıkmış, kulaklıkla müzik dinliyordu. Serpil Hanım Sibel’in kulağındaki kulaklığı ani bir hareketle çıkarttı. Ardından koltuğa oturup derin bir nefes aldı. "Menopoz beni çok zorluyor. Yetmiyor bir de sen zorluyorsun kızım." dedi. Söze bu şekilde girmesi, hem Melek’in hem de Sibel’in dikkatini çekti.
"Sorun ne anne?" dedi Sibel.

"Bir şey mi oldu Serpil teyze?" Melek merakla yaklaştı. "Dışarıda kıvırcık saçlı, hamsi tipli, deniz gözlü, garip konuşan bir adam, elinde buketle kapıma geldi. Capimino istiyormuş da Allah’ım."
Sibel hemen lafa karıştı. "Eee nerede bu balık? Kim acaba, merak ettim. Yakışıklı mı bari?" Pencereye yönelmek için bir adım attı ama annesinden yiyeceği azar aklına gelince geri oturdu.

"Bugünlerde kimse kimseye çiçek almıyor. Bizde çiçek getiren erkek şansı yok. Kesinlikle yanlış adrestir." dedi Melek. Ardından Sibel’le birlikte yapmacık bir iç çekerek gülüştüler.
Serpil Hanım koltuğun kenarındaki iki yastıktan birini Melek’e, diğerini Sibel’e fırlattı. "Buyur dedim. Evde koca bekleyen iki turşum var. Seç beğen al. Turşu sevmediği için kaçtı gitti. Capimino seviyormuş." dediğinde, koltuğa yaslanmıştı bile. "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim. Kapımdan kovdum. Davet edecek değildim ya." dediğinde gözlerini kapattı, başını geriye yasladı.

Melek bir anda duraksadı. Saçlarını karıştırmaya başladı. Kıvırcık saç, mavi göz, garip konuşma tarzı. Aklına bir kişi gelmişti. Gözleri büyüdü, yüzünde belli belirsiz bir kahkaha yükseldi. "O olabilir miydi?" diye düşündü. Yüreği bir anlığına hızlandı. "İmkansız." diye mırıldandı kendi kendine. Gözlerini kıstı.
"Sebep yok. Niye gelsin ki?" Yutkundu. Kalbinin derinliklerinde bir ihtimali kabul etmek istemedi ama bu düşünce zihnine kök salmıştı bile.

_____________

Yorum ve beğeni yapmayı unutmayınız ☺️🥹

Bölüm : 30.10.2024 14:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 37. O olabilir miydi?
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...