45. Bölüm

38. Benimle Çıkar Mısın?

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Yorum ve beğeni yapmayı sakın unutmayın. Parmakları görelim.👌😘

____________

Murat, elinde çiçekle beş dakika önce yüzüne kapanan kapının önünde hâlâ bekliyordu. İçinde büyüyen sabırsızlık, yavaş yavaş yerini meraka ve ardından hafif bir öfkeye bırakıyordu. Ne yaptığını tam olarak kestiremiyor, bu tepkinin ardındaki sebebi anlamaya çalışıyordu. Her kadın, yaşı kaç olursa olsun çiçeklerle şımartılmayı severdi. Aklı karışmıştı. Belki yanlış bir zamanda gelmişti.

Hastaneden çıktığında, hemen Hacer’i aramıştı. Melek’in adresini istemişti. Hacer, tereddütlü bir sesle de olsa, adresi mesajla yollamıştı. Murat, gelen mesajdaki sokak ismini girer girmez navigasyona, birkaç dönemeç sonra Melek’in kaldığı mahalleye varmıştı. Arabasını kenara çekip, hafif eğimli sokakta etrafı incelemeye başladı. Camı yarıya kadar indirip dışarıya başını uzattı. Sokak garip bir şekilde sakindi. Binalar en fazla dört katlıydı ve çoğu eski yapılardan oluşuyordu. Fakat buna rağmen, mahallede bir sadelik ve düzen vardı. Her kapının önünde en az bir ağaç dikiliydi. Kimi kuru, kimi budanmış, çıplak dalları gökyüzüne uzanmış vaziyetteydi. Bahçelerde, balkon demirlerinde asılı duran çamaşırlar, kış güneşine rağmen kurumayı bekliyordu. Belli ki burası o klasik sıcak mahalle havasını hâlâ içinde barındıran bir yerdi. Çocuk sesleri uzaktan yankılanıyor, bazen bir köpek havlaması bu sessizliğe eşlik ediyordu.

Murat, gözlerini sokakta gezdirdi. Pencerelerden yayılan loş sarı ışıklara bakarak hangi evin Melek’in evi olabileceğini anlamaya çalıştı. Bir ipucu yakalamaya çalışır gibi gözlerini kısarak bakıyor, ama içgüdülerinden başka yol gösteren bir şey yoktu. Tam o sırada, ayıcıklı pijamalarıyla dokuz, belki on yaşlarında, elinde iki ekmekle koşarak evine giden bir çocuk gördü. Çocuğun burnu akıyor, sol elinde tuttuğu ekmek poşetini sarkıtarak dengesiz adımlarla yürüyordu. O an Murat, arabasının penceresini sonuna kadar açıp çocuğa seslendi. "Melek Kapya'nın evi burası mı?" diye sordu net bir sesle.

Çocuk durdu. Burnunu koluyla silip, Murat’a anlamlı bir bakış attı. Ardından, sert ve alaycı bir dille cevap verdi. "Sen kimsin? Neden Melek ablayı arıyorsun? Zaten ben Melek diye bir abla tanımıyorum." Yalan söylediği her hâlinden belliydi. Murat bunu anladı. Küçücük yaşına rağmen, mahallenin delikanlılarından öğrendiği raconları uygulamaya çalışan bir çocuktu karşısındaki. Muhtemelen annesinden, ablasından ya da mahalledeki diğer kadınlardan ‘dışarıdan gelen adamlara güvenmemesi’ gerektiğini duymuştu. Ve şimdi, kendince mahalle kızlarını koruma görevine soyunmuştu.

Murat cebinden iki adet iki yüz lirayı çıkarıp, çocuğun görebileceği şekilde havaya kaldırdı. Para paraydı neticede. Hele ki çocuk yaşında, bu miktar bir servet sayılırdı. "Cevap verirsen sana bu parayı veririm." dedi sakin ve net bir tonla.

Çocuk, parayı görür görmez biraz önceki yalanını unuttu. Gözleri parladı. Dudaklarında heyecanlı bir gülümseme belirdi. Mahallenin raconları bir yana, iki, iki yüz liraya bir sürü misket, abur cubur, hatta yeni bir telefon kılıfı alınabilirdi. Üstelik annesinden gizli.
"Burası abi. Hadi ver parayı." dedi aceleyle. Elini arabanın içine uzattı.

Çocuk parayı aldı, pijamasının ön cebine sıkıştırdı ve sanki anlaşmayı tamamlamış bir iş adamı gibi memnuniyetle uzaklaştı. Murat ise, çocuğun gösterdiği yere dikkat kesildi. İki katlı, fazla büyük olmayan, eski ama bakımlı bir dubleks evdi bu. Etrafında birkaç saksı, kapının yanında küçük bir paspas ve pencere önünde çiçekler vardı. O kadar basit ama bir o kadar da davetkârdı.

"Şimdi o cadı burada mı kalıyor?" diye geçirdi içinden. Elleri biraz terlemişti. Çiçek buketini pantolonunun üzerine sürerek kuruladı. Ardından arabanın kapısını kapatıp, yavaş adımlarla evin önüne geldi. Basamaklara çıktı. Derin bir nefes aldı ve kapıya üç kez nazikçe vurdu. Ses yoktu. Biraz bekledi. Tekrar vurdu. Bu kez biraz daha sert. Yine bir yanıt gelmedi. Kapıya kulağını dayadı. İçeriden tıkırtı, fısıltı ya da herhangi bir yaşam belirtisi var mı diye anlamaya çalıştı. Ama duyduğu tek şey kendi nefesiydi.

Açmıyordu. Belki bilerek açmıyordu. Belki de evde yoktu. Her ihtimal vardı. O sırada arkasından nazikçe bir el omzuna dokundu. Murat irkildi. Hızla arkasını döndü. Omzundaki elin sahibi, yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirmiş, kızıl saçlı bir genç kadındı. "Elinizde bu mükemmel çiçeklerle birini mi aramıştınız?" dedi gözlerini kısarak. Sesi kadife gibi yumuşaktı ama bakışları başka bir hikâyenin içinden fırlamış gibiydi. Cezbedici. Meraklı. Ve fazlasıyla davetkâr.

Murat bir adım geriye çekildi. Bakışlarını genç kadının yüzüne odakladı. Gözlerinde bir şeyler arar gibiydi. Sonra başını hafifçe yukarı kaldırarak kadını süzdü. Onu tanımamıştı ama mahalledeki tipik bir karakter olduğu belliydi. Gösterişli duruşu, abartılı kıyafetleri ve kendine güvenli haliyle dikkat çekiyordu. Bu, mahalledeki herkesin dedikodusunu yaptığı o kadınlardan biriydi.

Kadının adı Sima’ydı. Mahallenin dedikodu kraliçesi Nezaket Hanım’ın kızıydı. Daha bakkaldan dönerken önce kırmızı arabayı fark etmişti. Sonra da arabanın önünde, elinde çiçekle eve odaklanmış, karizmatik bir adamı.

Kar yağsa taneleri sessizce yere düşerken, onun yürüyüşü adeta iz bırakırdı. Karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden olduğu belliydi. Yirmili yaşların ortasındaydı ama bakışları, otuzunu geçmiş kadınların tecrübesine sahipti. Giydiği kabanın önünü biraz daha açarak, yakasını hafifçe düzeltip dudaklarını diliyle ıslattı. Ve Murat’a yeniden yaklaştı. "İstersen yardımcı olabilirim. Mahallede kim nerede kalır, hepsini bilirim." dedi. Gözlerinin içine bakarak.

Murat, içinden “Bu da eksikti.” dedi. Ama yüzünde belli etmedi. Karşısındaki kadınla polemiğe girmek istemiyordu.
Murat, gözünün önünden ayrılmayan kadına isteksizce baktı. Kadının gösterdiği yöne hafifçe başıyla işaret ederek konuştu. "Ben bu evin sahiplerini arıyordum." Sima, karşısındaki adamın dikkatini üzerine çekemediğini fark ettiğinde hayal kırıklığını belli etmemeye çalışarak saçını kulak arkasına itti.

"Hayri amcanın evi. Tanıdığı mı oluyorsun?" diye sordu, sesi bir miktar kısıldı. "Yoo ama olmayı planlıyorum." dedi Murat, gözlerini kaçırarak Melek’in evine tekrar baktı. "Tanıdık diyelim."

Genç adamın sıkılmış bakışları altında eziliyor ama ilgisini kaybetmemek için kelimeleri peş peşe diziyordu. "Kızıysa her zamanki gibi arka sokaktaki arkadaşının evindedir. Genelde orada oyalanır. Sokağın sonunda bakkala gidip ‘Serpil hanım nerede oturuyor’ derseniz, binasını gösterir. Gerisi kolay. İsterseniz ben de eşlik edebilirim." Sesi daha bir inceldi. Ardından Murat’ın koluna dokunarak gülümsedi. "Evim şurada isterseniz buyurun bir kahvemizi için. Annem sizi görünce çok mutlu olur."

Murat, kadının gözlerindeki beklentiyle karşı karşıya kalınca gözlerini kıstı. Kaşlarını kaldırıp hafifçe başını sağa eğdi. Ardından hafif bir öfkeyle konuştu.
"Ne alaka? Hırsız, arsız, sapık olma ihtimalimi düşünmek yerine evine mi davet ediyorsun? Hem beni niye gözüne kestirdin? Elimde çiçek var, bu da demek oluyor ki başım bağlı. Azıcık düşün be kadın."

Kıza doğru eğildi. "Bunaldım. Öteye kaysan ağzıma gireceksin. Kandırılmaya müsait yüzüm olduğunu düşünmüş olman da oldukça ucuz bir hareket. Çekil önümden." Sima’nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dudaklarını araladı ama bir kelime bile dökülmedi. Gözlerinin içine dolan yaşları göstermek istemediğinden hızla arkasını döndü. Çığlık atmak istiyordu ama bu mahallede adı çıkacak korkusuyla bastırdı kendini. Annesi her zaman tembihlemişti: "Her şeyi yap ama ismini kirletme." Bu yüzden sessizce, hiçbir şey olmamış gibi yürüdü. Kalçalarını sallamadan, başını eğmeden. Bir kadın gibi değil, sanki cezalandırılmış bir çocuk gibi evine döndü.

Murat ise, bu tatsız karşılaşmanın ardından, bakkalın tarif ettiği evin önüne geldi. Bu kez ışıklar yanıyordu. İçinde bir umut filizlenmişti. Elindeki çiçekleri düzeltti, üzerindeki kırık yaprakları koparıp yoldu. Derin bir nefes aldı ve kapıya vurdu. Saniyeler geçtikçe, vurma aralığını daralttı. Bekledikçe sabrı tükeniyor, elleri soğuktan uyuşuyordu. İçeriden ayak sesleri gelmişti. Biri homurdanıyordu. Sonunda ses kapının ardından geldi. "Patlama, patlama açıyorum." dedi orta yaşlarda bir kadın sesi. Ardından kapı aralandı ve Serpil Hanım belirdi.

Başında hafifçe kaymış, çiçekli tülbenti vardı. Üzerinde örgü yeleği, elleri ıslaktı. Kapının eşiğinde durup Murat’a yukarıdan aşağıya bakarak kaşlarını çattı. "Hayırdır oğlum? Elinde çiçekle çalıyorsun kapımı?" dedi şüpheyle.
Murat gülümsedi. Kibarca çiçeği uzattı.
"Uzun yoldan geldim. İçeri davet ederseniz konuşuruz. Hem hava da çok soğuk. Sıcak bir cappuccino vermek zor olmasa gerek."

Serpil Hanım gözlerini kısıp, onun elindeki çiçeğe baktı. Ardından çiçeği almadan, sert bir bakışla cevap verdi.
"Bu çiçekleri en içten duygularımla size aldım." dedi Murat, tatlı bir alayla.
Serpil Hanım başını iki yana salladı. Dudaklarını büzüştürerek homurdandı.
"Tövbe estağfurullah. Yanlış adrese mi geldin evladım? Kimlerdensin? Anan kim baban kim?"

"Doğru adrese geldim. İçeriye buyur edin de bir dinleyin."

"Emrin olur paşam." dedi Serpil Hanım, hafif alayla. Ardından Murat’ı baştan aşağı süzdü. Kalın gözlüklerinin ardından gözleri şimşek gibi çaktı.
"Karşındaki koca karıyı ayartmaya çalıştığına göre yürek yedin oğlum. De get. Oklavayı elime aldırmadan yoluna git." Çiçeğe dahi bakmadan eliyle kapıyı itti.

Murat, şokla bakakaldı. Çiçek bir elinde, diğer eli ceketinin cebinde, ne yapacağını bilemeden kadına baktı. "Hadi yoluna git. Bir de yüzüme baka baka capumino mudur nedir onu istiyor. Züppe misin nesin!" dedi Serpil Hanım ve kapıyı yüzüne sertçe kapattı. Murat, öylece kapının önünde kaldı. Gözlerini kırpıştırarak sersem bir halde saçlarını karıştırdı. Gerçekten ne yaşadığını anlamamıştı. "Kadın beni Robinson Crusoe sandı herhalde. Yıllardır Cuma’yla bir adada ip, sabun olmadan yaşamışım da şimdi her gördüğüm kadına yürüyecek durumdayım sanki."

Dişlerini sıktı. Soğuğun içini üşüttüğünü ancak şimdi fark etti. Merdivenin basamağına yavaşça oturdu. Çiçeğe baktı. Orkideydi. Sapsarı, narin ama gösterişli. "Acaba çiçeği mi beğenmedi? Keşke orkide yerine Juliet gülü alsaydım. Kadın ruhundan bu kadar mı anlamam ben ya?" dedi iç çekerek. Elindeki çiçeği kaldırıp uzun uzun baktı. Titrek bir gülümsemeyle iç geçirdi.

"Dünyanın parasını versem de çiçeği beğenecek insan da lazım. Melek de bu evde mi değil mi, hâlâ belli değil. Ya evde yoksa? Ya evdeyse ve yine kapıyı açmayacaksa?" Yüzünü ellerinin arasına aldı. Yorgundu. Hem beden olarak hem de ruhen. Mahallede geçen her dakika, kendi gururunu biraz daha törpülüyor ama Melek’in bir tebessümü için hepsini sineye çekmeye razıydı.

O an, içeriden bir cam açılma sesi geldi. Başını kaldırdı. Gözleri umutla pencereye kilitlendi.

***

Melek, bacağındaki ateli usulca gevşetmeye başladı. Parmakları, uzun süredir alıştığı bu sıkı düzene yabancı gibiydi. Yavaşça, dikkatle ateli çözdü. Bacağını koltuktan aşağıya sarkıttığında, yorgun bir rahatlama soluğu bıraktı.
"Ne yapıyorsun Melek?" Sibel’in sesi mutfaktan yükseldi. Elinde bir tabak dolusu nar vardı. Kaşığını tabağa vurduğunda çıkan ses, evin sessizliğini kırdı.

Melek, başını hafifçe kaldırdı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Murat gelmiş." dedi sade ve kesin bir ifadeyle. Sibel, elindekileri bırakıp hızla oturma odasına geçti. Melek’e kuşkuyla baktı. "Murat mı? Hani şu senin sevimsiz, çapkın, egolu, dayaklık dediğin patronun Murat mı? Öyle mi?" Ses tonunu özellikle vurguladı.

Melek, başını onaylar biçimde salladı. Gözlerini yere dikti. Sibel bir an afalladı, ardından kaşlarını kaldırıp şaşkınlıkla baktı. "İyi de, neden ateli çıkartıyorsun? Bu heyecan da neyin nesi? Allah aşkına sakat ayağınla kim için ayağa kalkıyorsun? Sen az önce anneme 'ayağa kalkacak halim yok' diyordun."

Melek, bir an duraksayıp Serpil Hanım’ın odasına göz attı. Kadının sesi gelmiyordu. Demek ki hâlâ telefonla konuşuyordu ya da televizyonun başında uyukluyordu. "Vallahi annem bu hâlini görürse, seni köylerdeki cami avlularında düğün yemekleri pişen kazanlarda kaynatır. O derece." Sibel ciddi bir ifadeyle söyledi bunu ama sesi hafif titriyordu. Gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Bir kere bakıp geleceğim. Emin olmam lazım." dedi Melek. Saçları dağılmıştı. Ellerini başına götürüp sağa sola savurdu. Saçlarını düzelttiğini zannediyordu ama aslında daha çok karıştırıyordu. "Nasıl görünüyorum?" diye sordu. Gözleri heyecanla parlıyordu. Sibel onu baştan aşağı süzdü. Üzerindeki yumuşak pijamalar, dizlerinde çıkmış dizlik izi, alnındaki ter, ama gözlerindeki heyecan... Gülümsedi.
"Dayak yemiş, aptal aşık gibi." dedi kahkahasını bastırarak.

Melek gözlerini devirdi. "Mükemmel..." dedi alayla. Koltuktan destek alarak yavaşça ayağa kalktı. Ayağı hala titriyordu ama umurunda değildi. Bir anlık gözü karalık, belki bir saniyelik bakış... "Sen düşman olarak gördüğün adama... âşık mısın yoksa?" Sibel ciddi bir ses tonuyla sordu bunu. Elindeki narı unutmuştu. "Yüzde yirmi, olabilir..." dedi Melek sessizce. Gözleri hâlâ kapıya kilitlenmişti. Sibel’in sesi onun iç dünyasını delip geçememişti.

"Peki ya o?" dedi Sibel, şimdi gerçekten endişeleniyordu. Melek, gözlerini kısmıştı. Murat’ın davranışları kafasında dönüp duruyordu. Onun bakışları, sabrı, sessiz kalışı, her şeye rağmen yanında oluşu... "Murat’ın tavırlarını düşününce yüzde elli beş, olabilir." dedi. Ardından sehpanın üzerindeki bardakta kalan suyu hızla içti. Sanki içinde yanan ateşi bastırmak istiyordu.

Sibel başını iki yana salladı. "O kıvırcık seni yatağa atmak için mi âşık etti? O tür erkeklerin tek istediği belli. Onunla aynı odada çalışan sekreterleri sen bile eleştiriyordun." Melek, dudağını hata yapmış bir çocuk gibi ısırdı. O an içinden geçenleri kendine bile itiraf edemeyecek haldeydi. Murat’la yaşadıkları birkaç özel an, birkaç cümle, birkaç bakış... Zihninde bir film şeridi gibi geçip gitti.

Ne kadar kötü davransa da, Murat hep yanında olmuştu. Ne zaman düşse, bir şekilde elini uzatmıştı. Onun gidişlerinde bile bir sahipleniş vardı. Melek bu ilgiyi önce küçümsemişti ama şimdi ruhuna sızan bir şey vardı. Sabrı, anlayışı, gözlerinin içindeki o sessiz sevgi... başka nasıl açıklanırdı? Omuzları düştü. Bakışları silikleşti. "Haklı olabilirsin." dedi usulca. "Belki de koyun sürüsü gibi yatağına attığı kızların listesi var. Beni de o listeye yazmak istiyor, herhalde."

Yavaşça oturduğu koltuğa geri çöktü. Gözleri duvara sabitlenmişti. Elini tekrar ateline uzattı. "Zaten ben o çam ağacına yüzde yirmi aşık değilim. Şaka yapmak istedim. Ciddiye alma." dedi ama sesi boğuktu. Sibel fark etmişti. Melek’in şaka yaptığı falan yoktu. İçten içe kendini kullanılmış hissediyordu. Ateli tekrar bacağına sardı. Ardından başına battaniyeyi çekti. Yorgan gibi değil, siper gibi. Gözleri doldu. Dudaklarını ısırdı, sonra gözyaşlarıyla birlikte bir düzine küfür fısıldadı. Küfürler Murat’a mı, kendine mi, yoksa bu duygulara mıydı, bilinmez.

Ne bekliyordu ki? Kendine hayrı olmayan bir adamdan aşk mı? Sevgisini parayla ölçen bir adamdan sadakat mi? Sekreterleri bile onun için duyguları yok diyordu. Böyle bir adam, sabır sınırlarını zorlayan isteklerde bulunmaz mıydı?

Sibel, Melek’in battaniyenin altına gizlendiğini görünce bir şey söylemeden odadan çıkıp kapıya doğru yöneldi. Ayak seslerini yumuşattı. Kapının önünde durdu. Kimseler yoktu. Gözlerini kırpıştırdı. Belki de Melek yanlış düşünüyordu? Sonra balkona geçti. Yavaşça kapıyı açtı, yine aynı dikkatle kapattı. Demirlere tutundu. Aşağıya doğru sarktı. Gözleri sokağın köşesini taradı. Sonra bir hareketlenme fark etti.

Sokakta, kapının önünde, düzgün giyimli, kıvırcık saçlı bir adam tek başına dikiliyordu. Elinde solmuş bir orkide vardı. Başını yere eğmiş, kendi kendine konuşuyordu. Sibel aşağıya eğildi. Mesafe yüzünden sesi net gelmiyordu ama adamın sinirli olduğu belliydi. Saçlarını karıştırıyor, burnunu çekiyor, çiçeğe bakıp surat asıyordu.

Sibel, biraz daha demire yaslandı. Adamın spor tarzı, düzgün duruşu ve mahallenin diğer erkeklerinden farklı oluşu hemen dikkatini çekmişti. Bu çocuk o çürük sokakların değil, başka bir dünyanın adamıydı. Ve belli ki, onun tek düşündüğü kişi, içeriye battaniyenin altına sinmiş halde yatan Melek’ti.

Balkondan içeriye döndü. Yavaşça kapıyı kapattı. Derin bir nefes aldı. İçeriye girip Melek’in yanına oturdu. Melek, battaniyenin altındaydı hâlâ. Gözleri kapalıydı ama uyumuyordu. Nefesi belli ediyordu. Sibel başını salladı. "Adam hâlâ kapının önünde. Elinde çiçek. Kendi kendine konuşup duruyor. Gitmeye de niyeti yok."

Melek battaniyeyi hafifçe araladı. Sesi titriyordu. "Gerçekten mi?" Sibel başını salladı. "Gerçekten. Ve şunu söyleyeyim Melek. Bu mahallede hiçbir erkek, bir kızın kapısında elinde orkideyle bu kadar uzun süre dikilmez. Bu çocuk, sadece yatağa atmak isteyenlerden olsaydı çoktan gitmişti."

Melek, gözlerini battaniyenin altından çıkarıp tavana dikti. "Yüzde elli değil belki de yüzde yetmiş." Sibel gülümsedi. "Ben zaten adamı merdivende görünce yüzde doksan demiştim içimden. Hadi artık ne yapacağız bu Murat işini?"

Melek’ten yine ses çıkmadı. Battaniyenin altındaki varlığı sadece nefes alışıyla hissediliyordu. Dışarıdan gelen rüzgarın sesi, evin içinde gerilimi artırıyordu. Sibel, usulca devam etti. "Belki yatağa atmak meselesinde abartıyor olabilirim. Belki de seni gerçekten seviyor. Ne dersin?" Yine bir cevap yoktu. Sanki Melek nefesini tutmuştu. "Yani şöyle düşün. Sadece vücudun için peşindeyse, bu soğukta annemin bakışlarından, senin kasvetli halinden korkup çoktan kaçardı. Ama az da olsa seviyorsa bir umutla seni görmek için hâlâ oradadır."

O an battaniye yere düştü. Melek bir anda fırlamıştı. Yüzü aydınlanmış, gözleri kıvılcım gibi parlıyordu. Sibel’e heyecanla döndü. "Sana söylemiştim. Beni cinsel obje gibi görmüyor. Bak, bu yüzden farklı. Bu yüzden kafam karışıyor. Yoksa ben kime bakarım?"
Saçlarını karıştırdı yine. Sibel hemen yaklaştı, onun saçlarını düzeltmeye başladı. Gözlerinin kenarındaki buğulu bakışı fark etmişti. Kalbi yeniden umuda açılmış gibiydi.

"İyi de ben merdivenden birkaç gün inemem ki..." dedi Melek. "Yani inerim ama zor inerim. Yukarı çıkarken senin belini, Serpil teyzenin omzunu kırıyordum az daha. Ne yapacağım ben şimdi? En iyisi hiç bir şey yapmamak. Evet, evet hiç bir şey yapmadan uyumak en iyisi." Sibel kahkahasını tutamadı. Melek’in ne yapacağını bilmez hâli, gerçek bir aşkın içinde kaybolmuş gibiydi. "Sakin ol Melek. Balkona çıkar, oradan eve davet ederim. Mis gibi olur." dedi.

Melek kaşlarını kaldırarak Sibel’e baktı. "İkimize yetecek kadar büyük kazan kaynamak için, kendini de mi feda ediyorsun?" Sibel iç çekerek güldü. "Biraz öyle oluyor galiba." Sonra yerinden kalkıp göz kırptı. Annesinin odasına doğru yürüdü. Sessizce kapıyı aralayıp içeriye süzüldü. Melek, içeriden gelen fısıltılara kulak kesilmişti. Yatağın yay sesleri, birkaç hışırtı... Sonra kapı tekrar açıldı ve Sibel yüzünde zafer gülümsemesiyle geri döndü. "Annem hararetten bayılmış gibi. Buradaki pencereyi açamıyor diye odasınınkini aralamış. Serin serin daha iyi uyuyorum deyip yatağa geçmiş. Bu gece kalkmaz artık. Kafasını yastığa koyduysa, sabaha kadar yerinden oynamaz."

Melek, kulaklarına inanamamış gibi koltuktan destek alarak ayağa kalktı. Sağ bacağını uzattı. Hafifçe dizini kıvırdı.
Boynunu ovuşturdu. Kaslarındaki gerginliği fark etmişti. Aynada kendine bakmak istedi ama önce pencereden dışarıya göz gezdirdi. "Yarım saat oldu. Gitmiş olabilir mi?" dedi bir an. Sesi kaygılıydı.

Sibel balkona çıkıp tekrar etrafı kontrol etti. Sokak bomboştu. Sessizlik, gecenin soğuk uğultusuyla birleşmişti. Sokak lambasının altında rüzgarla uçuşan birkaç gazete parçasından başka bir hareket yoktu. "Görünürde kimse yok. Herhalde beklemekten yoruldu." dedi Sibel üzgün bir sesle.

Melek’in omuzları düştü. Gözlerini yere dikti. Dudaklarını kıstı, iç geçirdi. "Gitti mi?" dedi, kelimeler yüreğine saplanan iğneler gibiydi. "Yediğim dayakların acısını o adamdan çıkarmak istiyorum. Ne bekledim ki Allah aşkına? Gerçekten beni beklemeye devam edeceğini mi sandım?"

Bir anda pencereye doğru yürüdü. Camı açtı. İçeriye buz gibi hava doldu. Yüzüne çarpan soğuk onu kendine getirdi. Derin bir nefes aldı. Dudaklarının kenarı titredi. Gözlerini karşı apartmanın siluetine dikti.

---

Murat titriyordu. Elleri, ayakları, dizlerinin arası artık hiçbir yeri vücuduna ait değilmiş gibi hissediyordu. Uzun süre hareketsiz kalmaktan parmak uçları uyuşmuştu. Biraz daha kalırsa, donmaktan başka bir seçenek kalmayacaktı. Saçlarını avuçları arasına alıp, usulca ayağa kalktı.

Karşısında duran binaya baktı. Perdeler kapalıydı. Işıkların çoğu sönmüştü. Belki de artık yatmışlardı. Belki de hiç fark edilmemişti bile. Üzerine sinen sabırsızlıkla iç çekti. Elleri cebinde, sokaktan uzaklaşırken ıslık çalmaya başladı. Ama o ıslık, neşeyle değil; sabrını yitirmiş bir bekleyenin kendini avutma çabasıydı.

Köşeyi dönerek arabasına yürüdü. Mahallenin diğer ucuna park etmişti. Aracın kapısını açar açmaz sıcaklıkla yüzleşti. Koltuğa oturduğunda içindeki donukluk biraz azalmıştı. Kontağı çevirdi. Araba çalıştı. Isıtmayı açtı. Elleriyle direksiyonu ovuşturarak ısındı.

Ama gitmedi. Direksiyona yaslandı. Derin bir nefes aldı. Sonra tekrar geri döndü. Arka sokağa girdi. Serpil hanımın apartmanının tam karşısındaki boş yere park etti. Koltuğu geriye yatırdı. Gözlerini apartmana dikti. Pencereler hâlâ karanlıktı. Ama sabrının ödülünü az sonra alacaktı. Bir pencere açıldı. Melek’ti. Yüzü rüzgarla dalgalanıyordu. Gözlerinde öfke ve hayal kırıklığı vardı. Murat, onu sadece bir an görebilmek için bu kadar uzun beklemişti. Ve işte o an... göz göze geldiler.

Murat kendini toparlayıp arabadan çıktı. Ellerini cebine soktu. Soğuktan kıpkırmızı olmuş burnuna rağmen gülümsedi. Melek’in onu fark ettiğini biliyordu. Elini kaldırdı. Geniş bir hareketle salladı. "Hışt. Güzellik. Buradayım. Burada." diye bağırdı. Sesini bastırmak istemedi. Mahalle uyanacak gibi oldu. Ama umurunda değildi.

Melek, pencere kenarından gözlerini kısmış halde ona baktı. Dudakları aralandı. İçinde bir şey kıpırdadı. Soğuk geceyi delen o sıcak ses, kalbinin tam ortasına dokunmuştu. Aralarında artık sadece bir bina vardı.

Melek en sonunda Murat'ın zıplayıp, el sallayan vücudunu görmüştü. Bir süre inanamadı. Gözlerini ovuşturdu. Evet, hâlâ oradaydı. Çocuk gibi neşeyle oradan oraya zıplıyor, büyük bir heyecanla ona el sallıyordu. Soğuktan elleri kıpkırmızı olmuştu ama yüzünde güneş gibi bir gülümseme vardı. Melek gözlerini kısıp tekrar baktı. Evet, Murat'tı bu. Gitmemişti. Üstelik beklemekten ne yorgun görünüyordu ne de öfkeli. Aksine sanki yeni gelmiş gibi, enerjik bir hali vardı.

Sibel'e döndü. Dudaklarında hafif bir gülümsemeyle. "Gitmemiş. Çocuk gibi şen hareketlerle aşağıda bana bakıyor."
Sibel hemen pencereye yöneldi. Başını uzatıp aşağıya baktı. Sonra Melek'e döndü. "Kapıyı açayım mı?" Melek gözlerini Murat’tan ayırmadan cevap verdi. "Bilmem. Sence açalım mı?"

İçinden "Evet" demek geçiyordu. Hatta çoktan "Evet" demişti ama ağzından dökülmesine izin vermedi. Olası bir pişmanlığa karşı arkasını kollayan gururu hâlâ oradaydı. Sibel onun bu hâlini okumuş gibiydi. Bir cevap beklemeden otomatiğin düğmesine bastı.

Alt kattaki kapı açılır açılmaz Murat’ın yüzünde bir sevinç patlaması yaşandı. Arabaya koşar adımlarla gidip koltuğun üstünden çiçeği aldı. Ardından merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladı. Sırtı ıslaktı, elleri buz gibiydi ama içi yanıyordu. Nihayet üçüncü kata vardığında, kapının önünde derin bir nefes aldı. Sonra tıklattı.

Kapı aralandı. Karşısına çıkan esmer tenli, minyon tipli kız önce afalladı. Sibel’di. Murat’ın gözleriyle göz göze gelince hafif bir hayranlıkla durakladı. Yakından çok daha etkileyici görünüyordu. Maviye çalan gözleri, ışıkta daha da belirginleşmişti. Melek bu adama gerçekten "kıvırcık salatası" mı demişti? İçinden gülmemek için kendini zor tuttu.

Sibel, kendini toparlayarak kapıyı sonuna kadar açtı. "Hoş geldiniz."
Murat hafif bir tebessümle çiçeği arkasında tutarak konuştu. "Hoş buldum kara kız. Melek için gelmiştim." Sibel kapıyı iyice açıp usulca bir adım geri çekildi. "Buyurun lütfen. Annem uyudu. Sessiz olursanız sevinirim. Bizi öldürüp sizi de ortadan ikiye ayırmasın."

Murat, bir adım atmak üzereyken Sibel’in ayaklarına göz attı. Ayakkabı yoktu. Sadece kalın çorap giymişti. İçeriye ayakkabıyla girmek üzere olduğunu fark edip hemen geri çıktı. Ayakkabılarını çıkardı. Bu küçük detay bile onun iç dünyasında bir ağırlık bıraktı. Küçük görgü hatalarının bile yeri yoktu bu evde.

Binanın dış cephesi yorgun ve eskiydi ama içerisi bambaşka bir dünyaydı. Ferah, sade ve tertipliydi. Her eşya kullanılmış ama temizdi. Fazla süs yoktu ama evde huzurlu bir hava vardı. İçeriye utangaç adımlarla girdi. Kendini tutarak değil, saygıyla geri planda kalarak ilerledi. Oturma odasına geçerken gözleriyle Melek’i aradı.

Melek ise içeride Murat'ın sesini duyunca koltuğun kenarına oturmuş, ellerini dizlerine koymuş bekliyordu. Ne yapmalıydı? Çok mu hasta gibi görünmeliydi? Yoksa "Ben güçlüyüm" mesajı mı vermeliydi? Zihni bu iki uç arasında gidip geliyordu.

Tam o anda önce bir koku geldi odaya. Çiçekçi çiçeklerinin üzerine sıkılmış yapay, tatlı bir parfüm kokusu. Ardından Murat’ın ağır ve pahalı parfümü. Melek’in burnu birden hassaslaştı. Burnu kaşındı. Hapşırmaya başladı.
Arka arkaya üç kez hapşırınca Murat hemen yaklaştı. Çiçekleri uzattı.
"Geçmiş olsuna geldim." Melek burnunu çekti. Gülümsemeye çalıştı ama bu koku onu fena çarpmıştı. "Lütfen çiçeği burnumun dibinden kaldırır mısın?"

Murat utanarak çiçeği kenara koydu.
"Kusura bakma. Alerjin mi var? Bilmiyordum." İçinden Melek’in burnunu öpmemek için kendini zor tuttu. Öyle hassas, öyle gerçek bir andı ki bu. Belki de ilk kez ona bu kadar yaklaşmıştı. Ama kendi varlığının bile Melek’te rahatsızlık yaratmaması için dikkatliydi. Parfüm kokusunun üstüne düşündü birden. Dolabındaki pahalı markalar, sevdiği kokular... Hepsi bir anda düşman kesilmişti ona. Belki de çöpe atmalıydı hepsini. "Canın yanıyor mu?" diye sordu sonra. Sesi biraz daha ciddiydi.

"Neden bana haber vermeden hastaneden çıktın?" Melek gözlerini kısarak cevap verdi. "Neden mi? Çünkü hastaneleri sevmem. Çünkü serumun damla damla aktığı o saatlerde, sizin telefonunuz bile çalmadı. Çünkü... Çünkü ben orada yalnızdım." Bir anlık sessizlik oldu. Bu sessizlikte ne çok şey anlatılmıştı. Murat gözlerini kaçırdı. Sonra toparlanarak sordu.

"Siz neden bu kadar zaman dışarıda, hem de bu soğukta bekliyordunuz?"
Bu soru Murat’ın boğazında düğümlenmişti. Hemen cevap vermedi. Sustu. Sustu çünkü söyleyecekleri Melek’in sinirini artırabilirdi. Ama konuşmadan da içindeki hisler görünmüyordu.

Gözlerini Sibel’e çevirdi. "Sizinle tanışmadım sanırım." diyerek ayağa kalktı. Sibel’e yaklaşarak nazikçe elini sıktı. "Murat Arsel. Sizinle tanışmak büyük bir zevk."

"Bana biraz önce Kara kız mı dedin?"

"Evet..." Elini hafifçe bırakıp yerine oturmaya yönelmişti ki, Melek tatlı bir sesle konuştu. "Dosyaların içindeki raporu getirir misin?" dedi Sibel'e doğru.
Sibel hiçbir şey demeden annesinin çantasına yöneldi. Dosyaları karıştırıp raporu buldu ve Melek’e uzattı. Melek elini uzatmadı. "Bana verme. Patronuna ver canım."

Sibel hafif tereddütle Murat’a yaklaştı. Elindeki raporu uzattı. Murat şaşkındı. Ne yapacağını bilemiyordu. Kaşlarını çattı. "Bilmeden bir şey mi yaptım?"
Sibel omuzlarını silkti. Gözleri yere inmişti. Murat, uzatılan raporu aldı. Birkaç saniye kâğıda baktı. Sonra tekrar Melek’e döndü. "Beni gördünüz bu da raporum. Geldiğiniz gibi giderseniz sevinirim." dedi Melek. Sesi kırılganlığını bastırmak istercesine güçlü çıkmıştı.

Murat ayağa kalktı. Bir şey daha söyleyecek gibiydi. Ama sonra sustu. Gözlerini Melek’ten kaçırmadan kapıya yöneldi. Sibel onunla birlikte kapıya kadar geldi. Murat tam kapının önünde durdu. Bir kez daha dönüp Melek’e baktı. Ama Melek arkasını dönmüştü. Koltuğun arkasında gözleri buğulu şekilde oturuyordu.

Çapkın olduğu çok belliydi. Melek'e tamamen kur yapıyordu. Bakışları öyle göstermese de, konuşması her kızı ağına düşürme yetisine sahipti. Lafları sanki ezberlenmişti. Ne zaman gülümsese, hangi kelimeyi hangi tonda söylese, ne zaman susup sadece baksaydı etkileyici olurdu, hepsini biliyor gibiydi. Bu doğallık altında gizli bir oyun yattığını hissediyordu Melek. Ama yine de gözlerini ondan alamıyordu.

“Beni dışarıya kadar yolcu edersen sevinirim.” dedi Murat, raporu cebine koyarak birkaç adım uzaklaştı. Sanki bu ev onun değilmiş gibi rahat davranıyor, çıkışta Melek'in ardından bakacağına emindi. Melek, Sibel’e bakarak bugün kaçıncı kez kalktığını düşünerek derin bir nefes aldı. Gözlerini devirdi. Gururunu hiçe sayarak, istemese de peşinden gitti. Sibel’in kıkırdamasını duymazdan gelmeye çalıştı. Aralarında geçen bu garip gerilimi eğlenceye çevirmesi Sibel’e özgüydü zaten.

Murat ayakkabısının bağcıklarını oflayarak bağlarken Melek, tek ayağı çıplak, diğer ayağında fosforlu pembe renkte, balıklı çorabıyla öylece bekliyordu. Görüntüsü oldukça tuhaftı ama umurunda değildi. Yorulmuştu. Odadan kapıya kadar gelmek bile yormuştu. İyi de şimdi, sevdiği adamı yolcu eden kız profili neden çiziyordu? Gururunu çiğneyip neden peşinden gidiyordu? İşte bu sorunun cevabını Melek de bilmiyordu.

Murat bir adım yaklaşıp Melek’in belini kavrayarak, onu kapının iç tarafından dışarı doğru kaldırıp bıraktı. Melek, panikle Murat’ın göğsüne hapsolmuş vaziyette durdu. Bir anlık şaşkınlıkla nefesini tuttu. Murat, kapının anahtarını alıp dışarıdan çevirdi ve kapıyı kilitledi. İçeriyle bağını tamamen kopardı. Melek, Murat’ın ağır parfüm kokusunun baş döndürücü etkisini hissederek elini göğsüne bastırdı. Baş dönmesi mi, öfke mi daha ağırdı bilmiyordu. Sonra elini yumruk yaparak Murat’ın göğsüne vurdu.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırdı. Sert sesinin ardından aniden ayağı tökezledi ve dengesini kaybederek poposunun üstüne düştü. Yüzü acıyla buruştu. Murat, kahkahasını zor bastırıyordu. Üstüne bir de içeriden gelen Sibel’in tiz ama bastırılmış sesi, “Kapıyı açın.” şeklinde çığlık atması işin içinden çıkılmaz hale getirmişti.

Murat, yerde debelenen Melek’in yüzüne baktı. Her baktığında kalbi daha da hızlanıyor, heyecanı artıyordu. Yanına çömeldi. Melek’in elini tutarak, kendi göğsüne bastırdı. Kalbinin olduğu yere. “Çok hızlı anlatacağım, iyi dinle.” dedi gözlerini ondan ayırmadan. “Kalbim inanılmaz hızlı atıyor. Özellikle senin olduğun zamanlarda. Davul gibi. Diğer organlarımın çalışmasına engel oluyor. Nefes alamıyorum. Bazen aklım çalışmıyor. Bazen de tüm gün, gece uyumadan seni düşünüyorum. Sence sorun ne?”

Melek gözlerini devirdi. Elini çekti. “Doktora görün. Bana ne?” dedi kayıtsız bir ses tonuyla. Murat durmadı. Gülümsedi. “Nasıl sana ne? Seninle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bak, kalbim ne halde.” diyerek tekrar Melek’in elini tuttu ve kalbinin üzerine koydu. İçten gelen bir dürtüyle Melek’in gözlerinin içine baktı. “Seninki de benim için atıyor mu?” dediği gibi kızın sol göğsüne doğru elini uzattı ama Melek’in, bir hırsızla karşılaşmış gibi korkuyla açılan gözlerini görünce elini hemen geri çekti. Doğru bir hamle olmadığını anlamıştı. Hatanın eşiğinden dönmek, onu yapmaktan iyiydi. En azından hâlâ saygı sınırını koruyordu.

“En iyisi sen sadece elini kalbimde tut.” dedi gülümseyerek. “Bir ara ben de seninkine bakarım.” Bu sözle birlikte Melek’in elini yeniden kalbinin üzerine bastırdı. “Ne hissediyorsun?” Melek bir süre sessiz kaldı. Sonra alaycı bir ifadeyle cevap verdi. “Atan bir kalp. Fazla anlam yükleme. Hem sen bir ara neye bakacaksın? Murat bey, nasıl bir üsluba sahipsiniz böyle?”

Murat ciddileşti. Gözlerini kaçırmadı. “Hoşuna gitmeyen ne söylediysem unut. Ve sadece bana odaklan.” dedi. Sesi yumuşaktı ama bir o kadar da kararlı. Melek, gözlerini kıstı. Gözlerinin altında kalbinin atışını hissediyordu. Sert cümlelerine rağmen gözleri, söylediklerinin tam tersini söylüyordu. Samimi. İçten. Belki de masum. “Sen yanımda olduğunda bu kadar hızlı atıyor. Sağlığıma zararlısın.” dedi Murat gülerek. Elini tuttuğu anda çekti Melek.

“O zaman git.” dedi sertçe. “Sanki seni tutan var burada.” Başını sağa kaydırdı. Sibel’in hâlâ usanmadan kapıyı zorlayan sesiyle istemsizce tebessüm etti. Bu kadar karmaşık bir anda bile Sibel’in sesi, biraz gülümsetiyordu. “Arkadaşımı niye kilitledin? Anahtarı ver.” diye çemkiren sesi net bir şekilde duyuluyordu artık.

Murat başını geriye yasladı. “Zaten evde değil miydi? Hem bana kapıyı açarken de kilitliydi. Arkadaşın neden hiçbir şey olmamış gibi içeri gidip kitap, film, müzik etkinlikleri yapmıyor? Aldığım çiçeği vazoya koyabilir, mesela.” Melek, hâlâ düştüğü yerden kalkmadığını fark etti. Duruşu kırılmıştı. Sessizce söylendi.
“Yardım et şuradan kalkayım.” Yardım isterken bile gözlerine bakmıyordu. Yüzü hafifçe kızarmıştı.

Murat, hiç tereddüt etmeden elini uzattı. Melek’i tutup kaldırdı. Kıza daha da yaklaşarak, gözlerinin içine bakarak konuştu. “Benimle çıkar mısın?” Konu birden değişmişti. Melek’in gözleri büyüdü. Yok artık, der gibi baktı Murat’a. Sibel’in sesi de kesilmişti. Büyük ihtimalle kapıya yapışmış, içeriden olan biteni dinliyordu. Cevabı bekliyordu.
“Seninle ne zaman yemek için çıkma konusu açılsa…” dedi Melek, iç çekerek. “Başıma bir iş geliyor. Üzgünüm. Başka biriyle yemeğe çıkman gere…”

Murat daha fazla beklemedi. Melek konuşmasına devam ederken hafifçe eğilip onun saçlarına küçük bir öpücük kondurdu. Ardından yanağını okşadı. Yumuşak. Nazik. Tüm ciddiyetine rağmen içinde bir haylazlık gizliydi. Sözleri, bakışlarıyla birleştiğinde tehlikeli derecede etkileyici oluyordu.

“Demek istediğim yemek için çıkma teklifi değil. Benim hayatımda olur musun? Ben günlerdir senin hayatına dahil olmak istiyorum. İzin verirsen. İzin vermezsen de bir günlük anlayışlı olup, diğer gün seni kendime âşık etmek için çabalamaya başlarım. Benimle çıkar mısın?” Cümlesini bitirdiği anda, Melek’in burnuna bir öpücük kondurdu. Kokuya hassas burnunu sıkar gibi öptü. O an zaman durdu sanki. Ne Sibel’in sesi kaldı, ne kapının gıcırtısı. Melek’in kalbinde çakan yıldırımın sesi dışında hiçbir şey işitilmedi.

Melek, o anda zamanın durduğunu hissetti. Murat'ın sözleri havada asılı kaldı. Ses yoktu, nefes yoktu. Sadece göğsünün ortasında yükselen bir ısı. Bedeninin içinden geçen bir titreme. Kalbinin içinde, yıllardır ilk kez bir şey kıpırdamış gibiydi.

Murat, hâlâ onun burnuna kondurduğu öpücüğün ardından gözlerini ayırmadan bakıyordu. Öylece kalmıştı. Dudaklarında ciddiyet, gözlerinde umut. Biraz korku da vardı. Reddedilme korkusu. Ama vazgeçmeye niyeti yoktu. Onun gülümsemesinin gölgesinde bile kalmaya razıydı. Yeter ki yanında olsundu.

Melek birkaç saniye, belki birkaç yıl suskun kaldı. Zihni konuşmak istiyor, dili dur diyordu. Kalbi, çoktan evet demişti. Ama dili... Dili her zaman geç kalırdı. Tam konuşacakken, Murat eğildi. Bu kez hiçbir şey söylemeden alnına nazikçe bir öpücük bıraktı. Sessizdi. Bu öpücük bir söz yerine geçiyordu. Bir sözden bile çoktu.

Sibel kapının arkasında artık nefesini tutmuş bekliyordu. Duyduğu her şeyin anlamını kavramaya çalışıyor ama işin içinden çıkamıyordu. Melek’se kalbinin sesini nihayet duymaya başlamıştı. O kadar yüksek atıyordu ki artık onunla savaşmak yerine, sadece dinledi.
____________

Yorum ve beğeni yapmadan lütfen geçmeyin.

Bölüm : 31.10.2024 14:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 38. Benimle Çıkar Mısın?
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...