47. Bölüm

39. Unutulmaz Teklif

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Başlamadan küçük kutucuğa dokunup beğeni yapalım sonra başlayalım. 💞
______

"Cevap verecek misin? Yoksa bir kez daha mı öpeyim?" dedi Murat. Şimdi de gözlerini içine çekerek öptü. Burnunu Melek'in burnuna değdirdi. Kadının bakışları nasıl ki yerdeyse, Murat'ın bakışları o derece üstündeydi. Melek’in sesi çıkmasa da içi ayakta duramayacak kadar çalkalanmıştı. Melek, zor olsa da kendine geldi. Boğazı düğümlenmişti ama kelimeler bir yolunu bulup çıktı.

"Rica ediyorum. Öteye kay. Cevap vermekte zorlanıyorum." dedi. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Murat’ın deniz gibi, fırtına öncesi sessizlik taşıyan gözlerine bakarken kelimeleri tek tek yutuyordu. "Ve sakın... Aklındaki o yanlış olan davranışı yapma."

"Bir şey mi yapmam gerekiyor? Şimdiye kadar doğaçlama olduğu için, unutmuş olduğum önemli bir şey mi var?" Murat dudaklarını bükerek baktı. Aklından geçen tabii ki Melek’in dudaklarına kapanmaktı ama yerine masum bir şey seçmişti. Ayaklarına yatmaya karar vermişti. Yapmak istediği şey, Melek tarafından "edepsiz bir fantezi" olarak bile yorumlanabilirdi. Ama o istemediği sürece hiçbir şey yapamazdı. "Hıı..." Melek şaşkınlıkla, çocuk gibi davranan bu adama baktı. İçinden kendiyle monolog halindeydi.

‘Beni ne sanıyor? Öpmesini istediğimi mi düşünüyor? Sinir bozucu. Kendini beğenmiş, ukala şey.’ Derin bir nefes aldı ve kendi düşüncelerine hafifçe gülümsedi.

Genç adamın bütün benliği, karşısında afallamış kadın için tutuşuyordu. Ama kendine sahip çıkmayı başarıyordu. Nasıl dudaklarını öpebilirdi ki? Burnunu öptüğünde bile kadın titremeye başlamıştı. Yaşadığı şey saf tutkuydu. Saf ve yakıcı. Sonra kendini tutamayarak gözlerine dudaklarını bastırmıştı. Hafifçe burnuna dokunmuştu. Bu fazlasıyla yeterliydi. En azından kendi için değilse bile Melek için durması gerekiyordu. Murat, birkaç adım uzaklaşması gerektiğini fark etti. Bu kadar yakın olmak, durum karşısında tehlikeli bir hâl alabilirdi. Hem kendi egemenliğini korumalıydı hem de karşısındaki kadının sınırlarını.

Ona sahip olmak için önce güvenini ve kalbini kazanmalıydı. Melek’in de istediğini biliyordu. Ama güvensizlik böcek gibi, sinsice kadının aklını kemiriyordu. Murat kendini toparlayarak duvara yaslandı. Sırtını taşa çivilemiş gibi dayadı. Sanki kaçarsa, içindeki dürtüler de serbest kalacaktı.

"Ciddi anlamda bir kıza teklif etmedim. Belki bilmek istersin diye şimdiden söylemek istedim. Bil işte... Dünya üzerindeki ilk resmi sevgilim olacaksın. Kabul edersen." Ne dediğinin tam farkında değildi. Ya da söylediği cümlenin nereye gideceğini hiç tahmin etmemişti.

Melek tek kaşını kaldırıp ona doğru bakarak konuştu. "Teklifin yüzünden bir an uzaylı olmak istedim. Lakin teklif etme hariç, kızlarla her haltı yapma özgürlüğünü kendine sunduğun için uzaylı şakası yapmıyorum. Kızlara teklif etmeden önce yatak muhabbetleri yapıyor olma ihtimalin de var tabii. Bana teklif ederken ne düşünüyordun?"

"Seni." Gözleriyle onu işaret etti. Duru, net ve yalansızdı. "Derin mevzulara geçiş yaptığın için uzay ve uzaylı şakasına girmiyorum. Kadınlar konusunda yüzde elli haklı olabilirsin. Lakin... Kendini benden uzaklaştırmayan bir kadına, kabaca yanımdan git demem. Demezdim. Onlar, istediğimi vermek için yarışırlar. Ben de alırım. Sonra en yakın kapıdan gitmeleri için telkinlerde bulunurum. Ama artık bu işlere tövbe ettim."

Melek, dudağını ıslatıp alay edercesine yüzüne baktı. Yüz ifadesi merhametsizceydi. "Tövbe... Yap. Yap. Yap. Sonra tövbe ettim. Yine de mide bulandırıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Konu bir anda bambaşka yerlere gidiyordu. Murat, başını bilerek yasladığı duvara birkaç kez vurdu. İçinden geçen “aptalca dürtüler”le kavga eder gibiydi. Şu an kavga etmek ne kadar doğruydu?

Teklif etmişti. Hiçbir kadına söylemediği bir cümleydi bu. Ama cevap vermekten kaçınan kıza baktı. On dakika önce Melek de, buraya neden geldiğini söylemekten kaçınmamış mıydı? "Onları hiçbir şey için zorlamadım." dedi. Gözlerini Melek’e dikti. "Hayır diye yanımdan uzaklaşan bir kadına arkamı dönüp bakmadım. Birçoğu, kendileri geceyi beraber geçirmemizi önerdi. Onlar onurlarını korumuş olsaydı, sabah kalktığımda yanımda değil, kendi yataklarında olurlardı."

"Sevmiş olabilecekleri hiç aklına gelmiyor mu?" Melek’in sesi titrekti ama bakışları sertti.

"Para içinse... Mutlaka âşık bile olmuşlardır. Beni ilk o gün görüyorlardı. Konuştuğum bile yoktu." dedi. Bu cümleyle merdiven köşesine sessizlik çöktü. Daracık, nefessiz bir yer gibi oldu ortam. Işık da sönmeye başlayınca, Murat hareket etti. Yavaşça başını yeniden duvara yasladı. Sonra yine vurdu. Sessizce.

Melek’in içi parçalanıyordu. Bir yanıyla onu anlamak istiyordu ama aklına Murat’ın telefon rehberindeki isimler geldi. Kayıtlı kız isimleri. Hangi birini görse siniri hopluyordu. Kıskançlık bir kıymık gibi beynine saplandı. Dayanamadı. Başını hafifçe duvara vurdu. "Seni anlamıyorum." dedi Melek. Gerçekten anlamakta güçlük çekiyordu.

Murat sesli güldü. Acıyla ama içten.
"Ben seni sanki anlıyorum." Melek başını duvardan çekip baktı. Gözleri dolu gibiydi ama ağlamıyordu. Sadece susuyordu. "Sen ne istiyorsun benden, Murat?"

"Her şeyini." dedi. "İçini. Dışını. Düşünceni. Gülüşünü. Suskunluğunu. Her şeyini."

"Senin dünyanla başa çıkamam ben."

"Ben seni dünyama alıştırırım. Yada ben senin dünyana geçerim." Murat bir adım attı. Bir tek adım. "Benden kaçma... İzin verirsem, sana her şeyi vermek için çabalarım. Yine de kaçmak istersen ve ben bulursam da, bir daha kaybolmana izin vermem." Melek gözlerini kaçırdı. Kalbi hem kırık hem kıpır kıpırdı. Gözlerinin içine baktı Murat’ın. "Sana güvenemem."

"Ben kendime güveniyorum. Senin de güvenmeni sağlarım. Kolay biri olmadığımı biliyorum ama kolaylaştırmak için elimden geleni yapacağım." Melek gözlerini yumdu. Başını yavaşça salladı. Ne evet dedi ne hayır. Murat sessizce elini uzattı. Elinin titrediği açıktı. Melek bakmadı. Ama elini tuttu. Hafifçe. Tereddütle. Ama tuttu.

Melek’in aklına birden kapının arkasındaki kişi geldi. Sibel. O da oradaydı. Ya da... Uyuya mı kalmıştı? Ya Serpil Hanım? Gözleri bir anlığına kapıya döndü. Sonra Murat’a. "Artık kapıyı açar mısın?" dedi. Murat başını hafifçe salladı. Onay verir gibi. Ama içinde dalga dalga gelen bir isteksizlik vardı. Yerinden yavaşça kalktı. Ellerini pantolonunun iki yanına sürüp gözlerini yere indirdi. Yutkundu.

"Başka çarem mi var?" dedi. Burnunu dikleştirip, Melek'i oturduğu yerden nazikçe kaldırdı. Elini tuttu. Sıcak ve sağlamdı o dokunuş. Ama Melek titrememeye yeminli gibiydi. Genç adam, cebinden anahtarı çıkardığı anda içeriden gelen bir sesle dondu kaldı. Serpil Hanım'ın sesi. Öylece kulaklarını delen bir tonda değildi ama içinde o kadar çok endişe vardı ki, kelimeler neredeyse ağlıyordu.

Murat panikle Melek'e döndü. O da aynı şekilde gözlerini büyütmüştü. Ne yapacaklarını bilemeden birbirlerine baktılar. Serpil Hanım Sibel’le hararetli bir şekilde tartışıyor, aynı anda kapının kulpuna yükleniyordu. Birkaç denemeden sonra durup içeriden seslendi. "Melek, kızım. Aç kapıyı. Bak bu da geçecek kuzum. Allah’ım sen koru. Kör olası depresyona mı girdin?" dedi. Kelimeleri bir annenin dua ile karışık feryadı gibiydi.

Sibel’in hüzünlü sesi, annesinin sesini bastırarak geldi ardından. "Melek. Lütfen aç kapıyı. Seni anlıyorum. Tek başına kalmak istiyorsun. Annem ve ben çok merak ediyoruz. Depresyona girdiysen... Yarın seni hocaya götürürüz. Yeter ki şimdi aç. Eğer etrafındaki birileri musallat olduysa... Üç İhlas, bir Fatiha oku. Kış kış de gitsin." Sibel’in sesi çatlamıştı. Melek’e her şeyi anlatmak istiyordu ama dili dönmüyordu. Çünkü annesi olan biteni öğrenirse, ikisini de ibreti alem için kıtır kıtır kesecekti. Kızının korkuları az değildi.

O an Murat, Melek’in panikten kızarmış gözlerini gördü. Hafifçe eğilip onu yanağından gülümseyerek öptü. Gözlerine hafifçe dokundu. "Sanırım arkadaşın beni koruyor." dedi usulca. Melek omuzlarını dikleştirip, tehditkâr bir tavırla Murat'ı merdiven boşluğuna doğru itti.

Murat refleksle trabzana tutunarak son anda dengesini sağladı. Yüzünde hafif bir gülümseme. "Genç, zengin ve yakışıklı olduğum hâlde bana yaptıklarına inanamıyorum. Ciddi ciddi öldürmek için elinden gelen her çabayı harcıyorsun. Kız arkadaşım olmadan hapislerde çürüme işini unut."

"Ölmemek için bir düzine nedenin olduğunu hatırla. Ve beni öpmekten vazgeç." Melek gözlerini ovuşturdu. Yorgunluğu yüzüne yerleşmişti. "Hem seni değil. Beni koruyor. Buradaki musallat olan üç harfli sensin. Davranışların yüzünden Sibel zor durumda kaldı. Şimdi gitmek için ne bekliyorsun?"

Murat iç geçirdi. Ellerini yukarı kaldırarak dramatik bir şekilde konuşmaya başladı. "Allah’ım. Bu kıza kapılacak nasıl bir günah işledim? Araba sürerken istemeden birini mi öldürdüm? Birisini işten mi attım? Bir kızı evlilik hayalleriyle oyalamak suretiyle terk mi ettim? Beni öldürmek isteyen birine neden bu kadar bağlandım?"

Ellerini saçlarının arasına geçirdi. Gülüyordu. Ama gözlerinde bir parıltı vardı. Ciddiyetin kıyısından dönüp şakayla harmanlanan bir ciddiyetti bu.
Melek, daha fazla sinirlenmemek için burnunu çekip arkasına döndü.
"Derdin ne senin? Benden ne bekliyorsun?"

"Beklentilerim fazla değil. Ama ölçülü olduğunu düşünüyorum. Teklifime cevap vermeni bekliyorum. Bana güvenmeni. Kalbinin içinde küçük de olsa yerim olmasının imkânsız olmadığını söylemeni." dedi. Sonra cebinden anahtarı çıkartıp Melek’in avucuna bıraktı. Kapıdan gelen sesler, yalvarmalar, tedirgin fısıltılar arasında Melek gözlerini yere dikti. Kulaklarını kapatmak istiyordu. Sadece bir dakika. Herkes sussa. Her şey dursa. Sadece Murat kalsa. Belki o zaman cevap verebilirdi.

Ama geçmiş vardı. Murat’ın geçmişi. Kadınlar. Anılar. Çarpık konuşmalar. Ve bir türlü silinmeyen güvensizlik.
Elini uzatıp Murat’ın elini tutsa bile, ilk yanlışta geri çekmekten korkuyordu. Ya da bırakılmaktan. Ona güvenmek... İlk defa içten bir şey söyleyen bir adama güvenmek... Zordu. Ama gözlerinin içine bakınca, içindeki bir yanı da “gitme” diye bağırıyordu. Yine de kalbini susturup, ağzından şu cümle döküldü. "Lütfen gider misin? Kapıyı açmam gerekiyor." Gözleri hâlâ onun üzerindeydi.

Murat gülümsedi. Kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı. Bu kız ne inatçıydı. Ne dediği dedikti. Akşama kadar yalvarsa cevap vermeyeceğini biliyordu. "Yarın seni görmeye geleyim mi?"

"Hayır."

"Ertesi gün?"

"Hayır." Melek kısık bir sesle cevap verdi.
Serpil Hanım hâlâ kapının arkasında, onu ikna ettiğini sanarak bir yandan dua ediyor, bir yandan ağlıyordu. "Bir hafta sonra görüşürüz o zaman."

"Hayır."

"İşe geldiğin gibi çaresiz benimle bol bol görüşeceksin. Dememe herhalde itiraz etmezsin..." Melek hiçbir şey söylemeden yüzünü kapıya döndürdü. "Sus pus durduğuna göre, git diyorsun. Hiçbir cevap vermeden nasıl git dersin? O kadar hukukumuz var. Kaç dakikadır diz dize oturuyorduk. Tutku dolu anlar yaşadık."

"Yalan söyleme. Kendi başına yaşadın. Üstüme atma."

"Burnunu öperken kuş gibi titriyordun. Dudağını öpeceğim o an geldiğinde, uzun bir süre kalmak istiyorum." Bu sözlerle merdivenden aşağı inmeye başladı. Melek gözlerini kapattı. "Öyle bir an olmayacak." dedi kararlı bir tonda.

Murat aniden geri dönüp hızla yukarı çıktı. Melek’in dudaklarına yaklaştı. Mesafe neredeyse sıfırdı. Sadece nefeslerinin sıcaklığı vardı aralarında. Göz göze. Melek kocaman açtığı gözleriyle onu izliyordu. Kımıldamıyordu. "Bak yine kuş gibi titriyorsun. Demek ki öyle bir an olacak. Belki yarın. Belki yarından da yakın. Ama olacak. Bu konuda sana söz veriyorum. Bu dünyada seni benden koparacak tek bir kişi bile tanımıyorum. Tanımayacağım."

Dudaklarına değmeden geri çekildi. İç çekti. "Gidiyorum bak... Yoksa kaçan kovalanır diye mi böyle davranıyorsun? Şimdiden çektirme işlemlerine başladın. Böyle giderse sevgilim olmadan yılın trip kraliçesi olacaksın." Sonra bir an durdu. Gözlerini ona dikti. "Son bir soru. Serpil Hanım mı ben mi? Lütfen bir karar ver."
İçten içe gülüyordu. Melek gözlerini devirdi. Düşüp bayılmadan nefesini dışarı bıraktı. Kollarını beline koyup konuştu. "Tabii ki Serpil teyze. Off ya. Nasıl kafamı hallaç pamuğu gibi karıştırıyorsun?"

Eliyle git işareti yaptı. "İşte şimdi keyfim yerine geldi. Kafanı karıştırıyorsam kalbinde de karışmaya başlamışımdır. Benim geçtiğim kademelerden geçmen sebebiyle, ödeştik o zaman." Murat kahkahasını bastırarak ikişer ikişer merdivenleri indi. Arkasına bir kere bile bakmadan gözden kayboldu.

Kapının diğer tarafından hâlâ Sibel’in sesi geliyordu. Melek başını duvara yasladı. Elinde hâlâ Murat’ın bıraktığı anahtar vardı. Elini yavaşça kalbine götürdü. Ve orada... O karmaşanın tam ortasında... Sessizce, içinden tek bir cümle geçti. "Ben ne yapacağım şimdi?"

Melek, için zorlu bir dönem başlamıştı. Elini kalbinin üstüne koydu. Savunmasız kalbi çok fazla hızlı, çok fazla korkak duruyordu. Sanki içindeki her şey, geçmişin yüküyle bir yumru hâlinde göğsüne oturmuştu. Aklını yitirmesine sebep olacak düşünceleri şimdilik kenara koydu. Sonradan delirmek üzere, diğer konuya odaklandı. Kapının önüne geldiğinde ayağındaki acıya rağmen direndi. Elini kapıya götürdü.

"Serpil teyze, iyiyim. Şimdi kapıyı açacağım." dedi. Anahtarı deliğe yerleştirdi. Metalin kilide oturuşundaki o tıkırtı, Melek için bir şeylerin açıldığını, ama bazı kapıların sonsuza dek kapanabileceğini de hatırlatıyordu.

Kapı açılır açılmaz Serpil hanım, Melek'i kendine doğru çekti. Kalbi telaşla çarpan kadının sarılışı annesel bir panik taşıyordu. "Sen tek başına ne yapıyordun kuzum." dedi endişeyle. Ardından hızla Sibel'e döndü. "Kız bir bardak su getir. Yavrum, gencecik yaşında neler çekti ki, tek başına kalmak için üzerimize kapıları kilitledi."

Melek başını Serpil hanımın omzuna eğerek çaktırmadan Sibel'e baktı. Sibel bir bardak suyu uzatırken, yüzünde hem korku hem eğlence vardı. Elini boğazına götürüp "Sen bittin" mimikleriyle tehditkâr bakışlar atarken, ardından tatlı bir gülümsemeyle öpücük gönderdi. Melek hafifçe başını sallayarak karşılık verdi. Aralarında sözsüz, yılların getirdiği dostluk dilinde bir iletişim başlamıştı bile. Yavaşça koluna girdiler. Koltuğa uzanmasına yardım edip nefes alması için alan açtılar.

"Ahh kuzum ter içinde kalmışsın. Saçların, yüzün, sırtın su içinde. Niye acı çektin merdiven köşesinde." Serpil hanım, merak ediyordu. Aslında sormak istediği yüzlerce soru vardı ama Melek’in daha da kötüleşmesini istemediği için üstünü şimdilik kapatmayı tercih etti.

On beş dakika sonra Serpil hanım, ıhlamur, anason, zencefil karışımı bitki çayıyla geldi. Buharı tüten çayı Melek'in önüne bıraktı. Melek, kulbundan tuttuğu bardağı, üfleyerek içmeye başladı. Bitki çayının kokusu, içindeki karmaşayı bir nebze yatıştırmış gibiydi. "Hadi sen git teyze. Yaptığım yanlıştı. Daha dışarı çıkmam." dedi. Esneyerek bir yudum daha aldı. "Şimdiden uykum geldi. Birazdan yatarım."

Serpil hanım, gözlerini Sibel'e dikerek "Gel bakayım buraya." dedi. İkisi birlikte Melek’in bulunduğu odadan çıkıp yan odaya geçtiler. "Bugün Melek’in yattığı koltuğun karşısındaki koltukta sen yat. Ne olur ne olmaz. Bir daha dışarı çıkarsa engel olursun." Sibel itiraz etti. "İyi de anne, o koltuk kırık açılmıyor. Ben de yedi yaşında değilim. Boy pos hepsi çok şükür bende var. Nasıl sığarım minnacık yere."

"Gören de sanacak ki mankensin. Boyun bir altmış bile yok. Üstüne tıknaz olmanı da annen olduğum için söylemiyorum."

"Allah razı olsun söylemediğin için. Şimdi yüzüme pat pat söyleyen cinler olmalı." dedi Sibel. Ardından Serpil hanım kızının kollarını cimciklemeye başladı. "Kız ben sana ne diyeyim. Üç harflileri evimize davet ediyorsun. İsmini bir daha sakın söyleme. Sana musallat olmazlar. Melek’in yakasına yapışırlar."

"Kollarım morardı. Vallahi billahi bir daha isimlerini anmam. Bırak." dedi Sibel, annesinin ellerinden kaçarken. Serpil hanım onu korkutmak için değil, içi daraldığı için böyle davranıyordu.
"Sanki üç harflilerin yakın tanıdığıyım ben."

"Sana zaten ismi mübarek, kendisi mendebur eski nişanlın musallat olmuş. Başka üç harfliye gerek yok. Seni es geçerler. Melek saf garibanın biri. Yanına gelse sarılalım diye yanaşır." dedi ve geceliğinin yakasını düzelterek pencerenin perdesini sonuna kadar açtı.
"Senle benim tanıdığım Melek çok farklı." dedi gülmeye başlamıştı ki annesi elini ağzına vurdu. "Anne ya. Her gün dayak yemekten salak olacağım. O koltukta yatmam. Sen yat."

"Merak etme. Demedim ki yatağı nüfusuna geçir. Bir günlük. Vücudunu sere serpe yatırma. Hadi git. Kız tek başına kalmasın." Sibel, baskın karakterli annesine her zamanki gibi ses çıkarmadan odadan çıktı. Annesi her şeye karışırdı. Yediği yemeğe, aldığı kiloya, gittiği arkadaşlarına, konuştuğu insanlara. Bir gün Sibel, annesinin karşısına geçerek mahallenin en atarlı gencine aşık olduğunu söylemişti. Serpil hanım, şaka yaptığını sanmıştı. Nasıl olabilirdi. Sibel aklı başında bir kızdı. Oysa Ahmet başka bir dünyaya aitti. Kötü biri değildi ama Melek'e karşı tavrını görmüştü.

İçten içe Sibel’in onunla mutlu olamayacağını biliyordu. Ne kadar hayır dediyse de bu sefer kızı sözünü dinlememişti. İsteme günü geldiğinde, Serpil hanım o güçlü duruşunu sergilemedi. Kocası Nimet Bey'e devretti tüm kararı. Kızı mutlu olduğu için, sustu. Ama Sibel’in bir gün nişanı bozması herkesi şok etmişti. Olayın arkasında yatan gerçeği yalnızca Sibel biliyordu. Melek’in hayatına dair korkunç bir detay. Ahmet'in, Melek’in ellerinden en sevdiği insanı aldığını öğrendiğinde bile içini kimseye açamamıştı.

Sibel derin bir iç geçirdikten sonra Melek’in yanına gitti. Kendini koltuğa zor sığdırdı. "Anlat bakalım. Teklifine ne yanıt verdin." dedi. Melek gözlerini kaçırdı. Dudakları kıvrılmıştı. Hafifçe gülümsedi. "Cevap vermedim. Tam boşluğuma geldi. Cevap verecektim. Son anda aklımı başıma topladım. Sinir olsun. Sürünsün diye sustum." dedi. Yanına yer açarak Sibel’in tam karşısına geçmesini istedi. Ardından aralarında başlayan kahkahalar salonun boşluğunu sardı. Ama hiçbir şeyin sesi, kalplerinde dönen fırtınalardan daha yüksek değildi.

Sibel birden ciddileşti. "Peki... Gerçekten hissettiklerin ne?" diye sordu. Melek kaşlarını çatıp başını eğdi. Cevap vermek istemiyordu. Belki de hâlâ içindeki karmaşayı kendi bile çözememişti.
"Ben onun içtenliğine güvenmeye başladım." dedi fısıltıyla. "Ama aynı zamanda en çok onun bırakmasından korkuyorum." Elini çay bardağına götürdü. Bardak artık soğumuştu. Ama elleri hâlâ yanıyordu.

Sibel, arkadaşının gözlerinin içine baktı. Onun ne kadar kırılgan, ne kadar güçlü olduğunu aynı anda hissediyordu.
"Seviyorsan bırakma." dedi. "Ama sakın kendini kaybetme. Murat sana fazla güzel bakıyordu." Melek gülümsedi. "Sen anne olunca kesin kitap yazarsın."

"Kesin. İlk bölümü de sana ithaf ederim. Kafası karışık, gönlü kırık, dudağı titrek kıza notlar." dedi ve ikisi birlikte sessiz bir kahkaha attılar.

Gece ilerledikçe, dışarının karanlığı içeriye sızıyor, hayatın gerçekleri kahramanlarımızın üzerine yavaşça örtü seriyordu. Sessizlik, bazen huzur verirken, bazen de en derin gürültüyü fısıldar. O gece, o evde, her ikisi de vardı. Sessizlik de vardı. Gürültü de. Sevda da vardı. Korku da. Ama her şeyden öte, birlikte olmanın verdiği bir direnç vardı. Ve o dirençle, Melek sabaha ulaşacaktı.

"Annen nasıl kalktı?" diye sordu Melek, Sibel’in yanına iyice sokularak. "Tuvalete gitmek için kalktı. Nasılsın diye hatrını da sormak isteyince İndiana Jones maceramız başladı. Sen kayıp kristal kafatasıydın. Annem seni arayan Jones. Ben ise Mac ya da bütün azarı yiyen figüran oldum." Sibel omzunu ovaladı. "Yemin ederim kolum hâlâ ağrıyor. Merdiven köşelerinde kur yaptığını anlamasın diye tek başına kalmak istediğini söyledim. Bu yüzden işkenceye tabii tutuldum." Melek başını salladı. “Çok mantıklı.”

“Bir de bana sor. Sana sahip çıkmadım diye tuvalet ihtiyacını ağzımda giderecekti. Kadın öyle bir bağırdı ki banyo fayansları titreşti. Korkudan gözümden yaş geldi.” diye çemkirirken Melek, kollarını açtı. Yüzünde suçlu ama sevecen bir ifade vardı. “Teyzem benim yüzümden seni mi harcadı?” dedi, ona doğru eğilip sarıldı. Sibel de arkadaşının omzuna başını yasladı.

"Oyy. Oy yazık benim arkadaşıma..." dedi içli bir sesle. Sözde şikâyet ediyor gibi görünse de, içten içe sevgiyle gülümsüyordu. Kısa bir sessizliğin ardından Sibel kendini hafifçe uzaklaştırdı. Melek’in yanağından bir makas aldı. Gözlerinde hafif bir merak parıltısı belirdi. "Benim çektiğim acıyı geç. Oran kaç oldu şimdi?" diye sordu, Melek’in göğsüne doğru işaret ederek.

Melek elini kalbinin üstüne koydu. Gözlerini biraz kısıp tavana baktı. “Beni soracak olursan. Yüzde kırk dokuz. Nokta dokuz.” "Baya yükselmiş.” dedi Sibel, başını yana eğerek. “Patronun kaç oldu tahminen?"

“Yüzde yüz.” dedi Melek, hiç düşünmeden. Tonu netti. Sesinde bir kararlılık vardı. "Eskiden yüz kızartıcı davranışlar yapmış olabilir. İnkar etmiyor. Etmediği için düzelme ihtimali var. Bana bakarken... Kimseye bakmadığı gibi bakıyordu. Şefkatle. Sevgiyle. Aşkla... Öpücükleri bile inanılmaz derecede masumdu.” Eli hâlâ kalbinin üzerindeydi. Parmak uçları titriyordu sanki.

Sibel’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Şüpheyle kaşlarını çattı. “Adam seni öptü mü? Ne hakla? Sen nasıl vurmadın? Üstüne üstlük bir de iyi halt yemişsin gibi ballandıra ballandıra anlatıyorsun?” Melek’i şaşkınlıkla süzdü.

Melek utançla gülümsedi. Kollarını birbirine dolayarak başını koltuğun kenarına yasladı. “Kızdım. Kızmam mı? Hem de çok kızdım.” Göz göre göre yalan söylemeye devam etti. Sesindeki ton, söylediklerinin tam aksine düşmüştü.
“O da zaten uzaktan öpücük kondurdu. Temas yok. Olamaz. Zaten güvenmiyorum.” Yalanın çamuru iyice derinleşmişti.

Sibel, kafasının altındaki yastığı hızla kavrayıp Melek’in yüzüne fırlattı. Melek buna hazırlıksız yakalanınca dudaklarını bükerek sitemkâr bir bakış attı. “Ya. Doğru söylüyorum. Sen beni tanımıyor musun?” Sibel kısık sesle, “Daha fazla konuşma bence. Biraz önce s*çtın. Şimdi sıvadın.” dedi net bir tonda. Ardından ayağa kalktı. Yavaşça, acele etmeden odasına geçti. Yastığını ve battaniyesini alarak geri döndü.

“Annem, psikolojin bozulmasın diye beni bu bozuk koltuğa mahkum etti. Sende anlatma artık.” dedi. Sibel, kendi boyuna göre oldukça dar olan koltuğa kendini yerleştirmeye çalıştı. Battaniyeyi kafasına kadar çekip hareketsiz bir şekilde kaldı. Melek başını ona çevirdi. “Yemin ederim ama etmiyorum. En sonunda her şeye yemin edilmez. Sakın seni kandırdığımı da düşünme. Ciddiyim. Öpmedi. İnan bana. Gerçekten öpüşme yok.”

“Uyu.” dedi Sibel kısık bir sesle. Ama sesindeki alay gizlenemeyecek kadar barizdi. “Masum olduğuma inanmadığın halde nasıl uyurum?” Melek’in sesi alçaldı. Hıçkırmayla karışık bir nefesle konuştu.

Sibel battaniyenin altından ayağını çıkarıp yere koydu. Sonra o ayağıyla battaniyeyi Melek’in üstüne fırlattı. Hızla kalktı. Tuvalete doğru yürüdü. İki dakika sonra banyoya geçti. İşlerini hallettikten sonra Melek’in yanına geri döndü. Yavaşça yaklaştı. “Öpmedi yani.” dedi gülümseyerek. Gözlerinde bir kıvılcım vardı. Eğleniyordu ama merak da ediyordu.

Melek yerinden doğrulup sevinçle kendisine inanan arkadaşına baktı. “Tabii ki. Öpmek gibi yakın temas olmadı.” dedi ama cümlesinin sonuna kadar her harfinden yalan damlıyordu. Gözlerini kaçırdı. Dudaklarını ısırdı.

Melek yalan konusunda neredeyse lisans yapmıştı ama Sibel’i kandırmak, öyle kolay iş değildi. Sibel, sinsice gülümsedi. O gülümseme, “ben her şeyi anladım” gülümsemesiydi. Sonra annesinin vitrine yerleştirdiği tülbentlerden birini başına geçirdi. Gidip vitrinin üstünde duran Kuran’ı Kerim’i aldı. Üç kez alnına değdirip Melek’e doğru yürüdü.
“Kuran’a el bas.” dedi. Sesi ciddi ve kararlıydı. “Ne???” Melek’in sesi çatallandı. Birkaç defa göz kırptı. Ne yapacağını bilemedi.

“Bu kadar masum olduğunu düşünmemi istiyorsan, isteğim makul olsa gerek.” dedi Sibel. Kuran’ı iki eliyle ileri uzattı.

“Allah’ım... Söylediğim yalan için beni affet.” Melek başını eğdi. Dudağını ısırdı. Sessizce fısıldadı. “Vallahi saçımı... Alnımı... Bir de gözümden öptü. Bir de yanağımı.” Sibel Kuran’ı yerine koydu. Sessizce Melek’in yanına yürüdü. Onun saçlarından bir tutam aldı ve kendine doğru çekti.

“O çapkın kıvırcık seninle evlenecek. O kadar.” dedi ve koltuğun üstüne çıktı. Kollarını yukarı kaldırarak dua eder gibi yapıp, ardından pat diye Melek’in yanına düştü. Kahkahalar odanın tavanına çarpıp yankılandı.

Sibel bir anda ciddileşti. Mutfağa koşup tahta kaşık ile geri döndü. Sanki elinde bir mikrofon varmış gibi ağzına götürdü. Sesini inceltti, ciddi bir sunucu havasına büründü. “Saygıdeğer Kapya ve...” burada durdu, bakışlarını Melek'e çevirdi. "Melek, kıvırcığın soy ismi neydi?"

“Arsel.” dedi Melek, hafifçe kaşlarını kaldırarak. Gözlerinde merakla karışık bir eğlence vardı. “Öhö öhö. Kusura bakmayın sayın konuklar. Küçük bir teknik aksaklık yaşadık. Tekrar ediyorum. Saygıdeğer Kapya ve Arsel ailesi için bir büyük alkış alalım.” Melek, gerçek alkış sesi çıkmasın diye sadece iki parmağını birbirine vurdu. Sessiz ama alaycı bir ritimdi bu.

Sibel devam etti. “Evlenmeniz için bir mani olmadığını üzülerek söylemek isterim.” Melek’e dil çıkardı. Göz kırptı.
“Sevinçle söylemen gerekiyor.” dedi Melek, hafifçe somurtarak. “Gelin hanım, kır dizini otur. Zaten kırmışsın.” dedi Sibel, yalandan kahkahalar atarak. Melek başını yastığa gömüp hafifçe gülümsedi.

“Nerede kalmıştık. Ha, evet.” Dedi Sibel, sesini tekrar ciddileştirerek. “Siz, Melek Kapya. Eviniz her gün kızlar tarafından basılacak olsa da. Zengin, şımarık, ve sinir bozucu Arsel beyefendiyi kocalığa kabul ediyor musunuz?” Sibel hayali mikrofonunu koltuktan inip Melek’e doğru uzattı.

Melek, ağzını büzüp gülmemeye çalıştı ama başaramadı. “Evet. Aptal gibi kabul ediyorum.” dedi. Sonra kendi kendini parmak uçlarıyla sessizce alkışladı. Sibel bir anda Melek’in saçını tekrar çekti. “İyi bok yedin. Öhö öhö. Ağzımdan kaçtı sayın misafirler.” dedi, sonra başını dikleştirip salonun boş bir köşesine, sanki biri oturuyormuş gibi bakarak devam etti.

“Siz, çapkın Arsel bey. Hiçbir tesir altında kalmadan. Etrafınızda altmış yaş altı, akraba harici tüm kadınları dövmek için bekleyen. Onları doğduklarına pişman ettikten sonra, sizi de dövebilecek potansiyele sahip olan kadını, yani evcilleşmiş ev çitası Melek Kapya’yı. Her şeyi eline yüzüne bulaştırsa da, karılığa kabul ediyor musunuz?”

Boşluğa mikrofonu uzattı. “Cevap vermiyor.” dedi muzip bir ifadeyle. Sonra gözlerini Melek’e dikti. “Sibel, senin yüzünden evde kalacağım. İkna et. Benimle evlenmezse hem onu hem holdingi yakarım.” Yan tarafına bakarak konuştu. Sanki gerçekten biri oradaydı.
“Sayın Kapya sizi ve holdingi yakarım diye tehdit etti. Siz bu konuda ne derseniz kabulümüzdür.” dedi. Sonra birkaç saniye sessiz kaldı, başını hafifçe yana eğip ciddiyetle Melek’e döndü.

“Vazgeçmiş. Hadi geçmiş olsun.” dedi ve koltuğa doğru yürüdü. Kendini yavaşça bıraktı. Battaniyeyi üzerine çekti. “Beni istemeyeni ben de istemem. Vazgeçtim.”
Bir süre sessizlik oldu. Sadece odanın içinde rüzgarın camda oluşturduğu hafif tını duyuluyordu. Sibel usulca konuştu.
“Seni kaç kere öptü?” Melek birden irkildi. Sorunun geldiğini biliyordu ama yine de hazırlıksız yakalanmıştı. Başını hafifçe çevirdi. “Öpmek yok. Karıştırma.” Masanın üstündeki boş bardağa uzandı. Elinde çevirmeye başladı. Parmakları camın etrafında dönüyor, sorudan kaçan gözleri yere bakıyordu.

Sibel bakışlarını arkadaşından ayırmadı. “Cevap ver. Hiç dudağından öptü mü?”
Melek bir an durdu. Omuzları düştü. Bardak elinde dönerken gözlerini kaldırmadan yanıtladı. “Hiç dudağımdan öpmedi. Öpmek istedi ama yapamadı.” dedi. Sesi neredeyse fısıltıydı ama içten ve doğruydu. İşte bu gerçekti. Bu defa yalan yoktu.

Sibel yerinden doğruldu. “Bir erkek. Özellikle çapkın. Zengin. Etrafında senden kat be kat güzel kadınlarla çevrili bir erkek. Senin dudaklarından öpmüyorsa. Gerçek manada hisler vardır. Kendini eminim çok zor tutmuştur. Çünkü dudaktan öpmek tutkunun göstergesidir bence.” dedi. Sonra küçük koltuktan bir bacağını aşağı sarkıttı. Dizini hafifçe sallayarak devam etti. “O kadar güzel kıza rağmen seni seçmesi şaka gibi.” Melek başını kaldırdı. Gözleriyle adeta Sibel’i yakmak ister gibi baktı. “Sibel. Kafanı kırmak istiyorum. Ben de çirkin değilim.”

“Mutlaka öyle düşünmen gerekiyor.” dedi Sibel, kaşlarını kaldırarak. Alaycılığı dozundaydı. “Sibel. Onlar badana fırçası ile süsleniyor. Ben makyaj fırçasıyla. Aramızda fark var. Doğallık denen bir şey var. Ben kendimi her halimle seviyorum.” Sibel kısa bir kahkaha attı. “Boşver onu. Bak şu gerçek. Patron sana bağlanmış. Belki de senin dediğin gibi yüzde yüz aşık olmuştur.”

Melek yatağına sırtüstü uzandı. Tavanı izliyordu. “Biliyor musun? Onun bana gerçekten aşık olması korkutuyor. Çünkü fazla ısrarcı ve bu ısrar beni ona bağlayabilir.”

“Ne yani?” dedi Sibel, başını eğerek.
“Yani. Ben ona inanırsam. Geri dönüşü olmayan bir yola girerim. Ve o yol biterse... Ben de biterim. Bu yüzden temkinli davranıyorum.”

Sibel koltuktan yere indi. Sessizce Melek’in yanına yaklaştı. Yanına oturdu. “Seni bu kadar ciddi görmek komik geldi. Normalde çemkirir, küfredersin. Şimdi tavanla flört ediyorsun.”

“Büyüdüm galiba. Ya da aşk dediğimiz şey bazı yerleri törpülüyor.” dedi Melek.
“Sen törpülendiysen, dünya sona yaklaşıyor olabilir.”

“Dalga geçme.”

“Dalga geçmiyorum.” dedi Sibel. “Ama şunu da bil. Eğer bu adam gerçekten doğru kişi ise... Senin o manyak, huysuz ve deli taraflarına rağmen seni seviyorsan... Onu kaçırma.” Melek gözlerini kapattı. “Belki de artık kaçmak istemiyorum.” Sibel başını hafifçe salladı. “İyi. Ama unutma. Yalanla, inkarla, kafanla değil. Kalbinle karar ver. Kalp bazı şeyleri daha iyi anlıyor.”

Melek sessizce yorganı boynuna kadar çekti. “Kalbim zaten onun yanında atıyor. Fazlasıyla hızlı.” dedi. Sibel gözlerini kırptı. “O zaman bu filmde mutlu son olabilir.”

____

Beğeni ve yorum yapmadan gitmeyin.

Bana destek olan herkese teşekkür ederim...

Bölüm : 01.11.2024 14:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 39. Unutulmaz Teklif
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...