3. Bölüm

3.Dost

Yalives Doğan
kambersizyazar


Beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin, lütfen...

Beğeni butonuna tıklayarak başlayalım olur mu 🫶

______

Aslında bu davranışa katlanmak zorunda değildi. İnsan neye alışırsa onu normal sayar ya, Melek de bazı kelimelere, bazı bakışlara, bazı soğukluklara alışmıştı artık. Lakin Melek için Sibel, çocukluklarının kahramanıydı. Doğruluğun, adaletin, sevginin timsaliydi gözünde. Onun ağzından çıkan her şey ilahi bir hüküm gibi gelirdi bir zamanlar. Şimdi içten içe sorgulasa da, her şeye balıklama atlayan Melek bile onun sözleri karşısında susuyor, içindeki küçük çocuğu susturup sadece dinliyordu. Belki bir anlam bulurum diye. Belki hak veririm diye. Belki sadece bir parça sıcaklık hissederim diye.

Titrek bir sesle, kısık bir tonda "Şey, son kez bir şey..." dedi Melek. Sanki ağzından çıkan her kelime biraz daha küçültüyordu onu. Omuzları düşüktü, bakışları kararsız, sesi bir yutkunma sonrası tekrar yankılandı odada. "Başka bir şey talep etmeyeceğim. Eve gitmeden..." Cümlesi tamamlanamadan Sibel derin bir iç çekti. Artık tahammülü kalmamıştı. Gözlerini Melek’e dikmeden, başını öne eğerek saçlarını koluna taktığı tokayla toplamaya başladı.

"Yine ne oldu, Melek? Yalvarıyorum yeter..." dedi. Sözleri sertti ama tınısında yorgunluk gizliydi. Sibel’in sesi o kadar keskin ve direkt gelmişti ki, Melek iyice bulunduğu yatağa sinmişti. Yatağın ucunda, omuzlarını içe kapatmış bir şekilde oturuyordu. Parmaklarını dizinin kenarına kenetlemiş, ellerini sıkmaktan boğum boğum olmuştu. Yüzü al aldı. Her zamanki esmer teninin sıcaklığına bu kez başka bir ısı daha eklenmişti. Alnından aşağıya boncuk boncuk ter akıyordu. Odanın havası bunaltıcı değildi. Ama Melek’in içi öyle değildi.

Bakışlarını yere indirerek, sesi neredeyse bir fısıltıya döndü. "Babamın beni bu halimle görmesini istemiyorum..." dedi. "Üzerimdeki şey kokusu, hemen anlar. Çok üzülür." Gözleri buğulanmıştı. Bir annenin yokluğunda, babasının gözlerinde gördüğü her kırgınlık onun canını yakıyordu. Küçüklüğünden beri onu üzmekten korkmuştu. Şimdi de aynı korkuyla kıvranıyordu.

"Duş alabilir miyim? Beş dakika... Banyo müsaitse?" dedi, sonra hiç olmayacak bir anda, gülümsedi. Sibel’in yüzündeki soğukluk karşısında bile, içinden eksik etmek istemediği bir gülümsemeydi bu. Belki de alışkanlıkla. Belki de dirençle. Belki de bir şeyler hâlâ güzelmiş gibi görünmek içindi. Sibel hışımla başını çevirdi ve parmaklarıyla sus işareti yaptı. "Melek..." dedi sadece. Ama bu tek kelime, ardında bir duvar gibi duruyordu. Melek’in tavırları, konuşma biçimi, sesi, bedeni... Sibel’in gözüne batmaya başlamıştı. Çünkü Melek artık tanıdığı o dengeli, güçlü kız değildi. Gözlerinin içindeki kırık dökük şeyleri görmek canını sıkıyordu. Ona ayna olmak istemiyordu.

Ama Sibel’in de sergilediği bu davranış biçiminin tek sorumlusu da o değildi. Ahmet... Her buluşmada ince ince, dantel gibi örüyordu Sibel’in içine kararsızlığı. Nefret yüklüyordu. Sibel o kadar kaptırmıştı ki kendini, aşkın saflığına inanmıştı sonuna kadar. Gözlerini kapayıp düşmüştü. Düşerken de yanında Melek’i tutacak gücü kalmamıştı. Artık Melek’in dertleri, ağlamaları, sözleri ona sadece birer yük gibi geliyordu.
"Sen ne diyorsun?" dedi birden, sesi yükseldi. "Bugün anlamadı diyorsun. Peki yarın? Ya ertesi gün? Aylar sonra? Hiç mi anlamayacak? Dünkü rezilliği ne çabuk hafızadan sildin sen, Melek? Ne çabuk resetliyorsun kendini?"

Melek, bir anda dondu. Başını kaldırdı ama gözlerini dikemedi. O an hiçbir kelime kurmasa da, bakışlarında "Ben zaten hiç unutmadım." diye bağıran bir sessizlik vardı. Sibel devam etti. "Adamlar biz gelmesek seni yiyeceklerdi! Mecazen söylemiyorum. Aç köpek gibilerdi. Nasıl orada oturabildin sen tek başına, nasıl kaldın? Sen de az değilsin ama... Ağzın çok bozuktu, küfürler havada uçuşuyordu. Ne yapmaya çalışıyorsun sen? Kendini yakmaya mı çalışıyorsun?" O anda Melek başını eğdi. Parmakları hafifçe titredi. Ellerini birleştirdi. Sonra, durduğu yerden küçük bir sesle, alayla karışık bir tebessümle konuştu. "Boğazlarında kalırım diye umut ediyordum."

Sözleri tıpkı gözyaşı gibi yumuşaktı. Kırılgan ama sivri. Hafif bir tebessüm geçti dudaklarından ama uzun sürmedi. Her defasında olduğu gibi, gülümsemesi yavaş yavaş soldu. Yüzü önce nötrleşti, sonra karardı. Sibel’in yüzünde hiçbir değişiklik yoktu. O sessiz, kızgın bakışlarına devam etti. Ve Melek o an anladı ki, bazı şeyler ne kadar anlatılsa da geçmiyor. Ve bazı arkadaşlıklar artık sadece bir alışkanlık gibi yaşatılıyordu. Kalpten değil, mecburiyetten. Oysa o gece sadece sıcak bir duş, sessiz bir köşe, kimsenin anlamaya çalışmadığı bir yorgunluğu dinlendirecek birkaç dakika istemişti. Ama bazen insan en çok da onu en iyi tanıdığını düşündüğü insanın yabancılığıyla üşüyordu.

“Daha halen şaka mı yapıyorsun? Melek… Ciddi olamazsın.” Sibel’in sesi yükseldi. Yorgun bir sabrın, tükenmiş bir dostluğun sınırında konuşuyordu. “Bu konu farkında olmasan da şakaya müsait değil.” diye devam etti. Sözlerinin sonunda gözlerini kapattı, sağ elini alnına götürüp sıkıca bastırdı. Parmaklarının ucuyla şakaklarını ovaladı, sonra başını iki yana salladı.
“İnanılmaz. Başım ağrıyor. Kimin yüzünden acaba?” Melek, Sibel'in bu halini izlerken içindeki o tanıdık sızı yine devreye girdi. Birinin daha ona tahammül edememesi. Yine sebep olanın kendisi olması. Usulca, bastırarak konuştu. Sanki her kelimeyi içine bastıra bastıra çıkarıyordu.

“Benim yüzümden olmalı.” dedi, sesi öylesine sakindi ki, yankısı bile çekingen çıktı odada. “Yine benden uzaklaşmanı sağlayacak ne yaptım? Ya da müstakbel eşin olacak adam benim için ne dedi?”
Sibel gözlerini kocaman açtı. Öfkesi bir anda büyüdü. Bunu Melek’in içkili olduğuna bağlamak istiyordu ama kalbini de kırıyordu bu söz. “O bir şey demedi.” dedi Sibel, net ve keskin. “Tam tersine, sen içkili olduğun halde onun için bir şeyler söyledin. Mesela…” Derin bir nefes aldı, sonra yüzünü buruşturdu. “Tehdit ettin. Başka ne yapacaksın merak ediyorum. 'Seninle arkadaş olmazsam Ahmet'in hayatı için tehlikeli olabilir' gibi saçma sapan şeyler söyledin.”

Sesindeki öfke bu kez yalnızca Melek’e değil, kendi yaşadığı hayal kırıklığına da yönelmişti. “Şimdi cevap ver, Ahmet’in üstünden nasıl tehdit edersin beni?”
Melek, gözlerini kaçırdı. Söyleyeceklerini toparlaması birkaç saniye sürdü ama o boşluğun içinde o kadar çok şey birikmişti ki, ağzından çıkan ilk cümle içten ama mahçuptu. “İçkinin iyi bir tarafı olmadığını yine anlamış oldum,” dedi ve gülümsemeye çalıştı. “Özür dilerim, canım… Kalbimden geçeni söylemişim yine.” Cümlesinin sonunda adım attı, her zamanki gibi sarılmak, kırılan ne varsa o sarılmayla onarmak istiyordu.

Ama Sibel bir adım geri çekildi. Omuzları kendini savunur gibi yukarı kalktı, kollarını göğsünde birleştirdi. “Lütfen… Sarılmak için yaklaşma.” Gözleri kısıldı, ağzının kenarları titredi. “Altı aydır içerek kendini ve seni seven insanların varlığına ihanet ediyorsun. Sabah olunca her şeyi eskisi gibi beklemenin bir manası yok.” O cümle, ihanet ediyorsun kısmı, Melek’in içine bir bıçak gibi saplandı. Yüzü düştü. Göz bebekleri hafif titredi. Ama bir şey söylemedi. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyi haklı çıkaramazdı.
Sibel yanından uzaklaştı. Ardında bıraktığı boşluk bile sessizce bağırıyordu. Melek bakakaldı.
“Hadi ama…” dedi, sesi artık o kadar inceydi ki, tavan arasındaki rüzgâr gibi geçici bir esinti gibiydi. “Biz dost değil miyiz?” Gülümsemek istemişti ama başaramadı. Dudaklarının kıvrılması gereken yer, gözlerinden akan bir sızıyla beraber boşlukta kaldı.

Sibel, arkasını dönerken sadece bir cümle bıraktı: “Değiliz. Anla artık… Biz dost olmayı beceremiyoruz. Ben eski seni istiyorum. Çılgın, akıllı, kendini seven.”
Sanki biri Melek’in içinde yıllardır ayakta kalan son duvarı yıkmıştı. Kendini yatağın üstüne bırakırken içinde bir yer çöküyordu. Başını öylesine eğmişti ki, boynu kasılmış gibiydi. Elleri dizlerinin arasında sıkışmıştı. Omuzları bir çocuk gibi titriyordu. “Beni herkes bıraktıktan sonra eskiye dön diyorsun.” Sesinde boğukluk vardı. “Kolay değil ki... Ben de uğraşıyorum.”

Gözleri yavaşça dolmaya başladı. Belki de uzun zamandır böyle açık açık ağlayamamıştı. Belki içinde kalmış ne kadar tortu varsa şimdi birer birer yukarı çıkıyordu. “İnanmazsın belki ama söz…” Dili bir an kekelendi. “Söz bir daha içmeyeceğim.” Bu söz öylesine içten ama öylesine zayıftı ki… Bir çocuğun duvara başını yaslayıp sessizce af dilemesi gibiydi.

Annesinden sonra ondan sonra en çok güvendiği, en çok inandığı insanın bu sözleri Melek’in içine oturdu. Akmakta ısrar eden yaşları, burnunu çekerek bastırmaya çalıştı. Fakat gözleri ona ihanet ediyordu. Dolu dolu olmuştu. Alnına damlayan ter mi gözyaşı mı belli değildi.

Nefes almak için bütün dikkatini babasına yoğunlaştırdı. Bu, onun sakin kalabilmek için kullandığı tek yöntemdi. Babasının sesi, yürüyüşü, kahvesine attığı fazla şekeri, oturduğu koltuğun yıpranmış kolçağı… Hepsi Melek için birer tutunma noktasıydı. Babası, onu her hâliyle kabul eden tek kişiydi. İçki içtiğini bilmiyor olabilir ama bilse bile, biliyordu ki, yine o aynı coşkuyla kızına sarılır, alnını öperdi. Çünkü o adam sevgisini koşullara bağlamamıştı. Hiçbir zaman “Sen şöyleysen sevilirsin, böyleysen dışlanırsın,” dememişti. Melek, babasının yanında bütün parçalarını bırakabilirdi. Kırılmışlarını da, yarım kalmışlarını da.

Ama şimdi o odada değildi. O güvenli limandan çok uzaktaydı. Şimdi sessizliğin içinde çığlık atan bir hâli vardı. Dışarıdan bakan biri, yalnızca boş boş oturan bir kızı görebilirdi. Ama içeride, ciğerlerine kadar daralan bir fırtına vardı. Sustukça büyüyen bir acı. Pişmandı. Hem de her zamankinden fazla. “Buraya gelmeyeceğim,” dediği günün üzerinden sadece bir hafta geçmişti. Ve işte şimdi, istemeden de olsa aynı döngünün ortasındaydı. Kırılan bir söz gibi kendi ağzından çıkan kelimenin kendisine batışı gibiydi buraya gelişi.

Oysa… Sibel böyle biri değildi. En son yapacağı şeydi Melek’i kırmak. Soğuk dururdu, evet. Zaman zaman kendini ulaşılmaz kılardı. Ama onun kalbinde Melek için çok büyük bir yer vardı. Çocukluktan gelen bir aidiyet, ortak anılara sinmiş bir sıcaklık. Melek’in gece yarısı aramalarına her zaman cevap veren, sınav çıkışı sokakta kola patlatan, babasının hastalığında günlerce yanında duran oydu. “İyi olsun istiyorum,” derdi hep. “Ne yaparsa yapsın ama iyi kalsın…”
Ama bu gece, Sibel hiç olmadığı kadar uzaktı. Yabancı gibiydi. Bir sokak lambasının altındaki gölge gibi tanıdık ama dokunulmaz.

Bu, sadece Sibel’in kararı değildi belki. Ahmet’in gölgesi her şeyi karartmıştı. Melek bunu görüyordu. Ahmet’in ince ince işlediği o bakış, o küçümseyici yorumlar, alttan alta yürüttüğü o zehirli fikirler, Sibel’i içten içe dönüştürmüştü. Onun duruşunu, kelimelerini, hatta dostluk algısını bile değiştirmişti. Ve ne yazık ki, Sibel bu değişimi görmüyordu.
Tam Melek, daha fazla incinmemek için kalkıp kapıya yönelmişti ki… O beklenmeyen cümle geldi. Sibel’in sesi, arkadan, kararlı ve duraksız.
“Yalvarıyorum… Aramıza mesafe koyalım.”

Melek, olduğu yerde durdu. Sırtı dönüktü ama ayakta kalmakta zorlanıyordu. Parmakları kapı koluna gitmedi. Sanki biri sırtından itmişti de donmuş gibi kalmıştı. Sibel devam etti. Her kelime Melek’in içinden bir tel koparıyordu. “Haksız olduğumu düşüneceksin belki, umurumda değil. Artık nişanlı bir insanım ve gerçekten Ahmet’i seviyorum. Onun istemediği insanlarla konuşmak, mümkün olmadıkça görüşmek istemiyorum. Anlamaya çalış…” dedi, sesi biraz titredi, ama durmadı. “Varlığını, geçmişini, geleceğini, düşünce tarzını sevmiyor. Herkesle, her şeyle kavga etme biçimini sevmiyor. Bencilce savrulmalarını, hayatını umarsızca tüketmeni… Biz bu değiliz artık.”

Gözlerini yumdu Sibel. Bu kadar ileri gitmek zorunda mıydı? Belki de değildi. Ama biri Melek’i sarsmalıydı. Birinin gerçekleri haykırması gerekiyordu. Ne yazık ki bu ona düşmüştü. En zor görev, en yakın olana verilirdi. “Ben de…” dedi, sesi inceldi ama sertliğini kaybetmedi. “Ben de Ahmet’in senin hakkındaki düşüncelerini destekliyorum.” Aslında desteklemiyordu. Öyle gösteriyordu ama bu açık destek değildi.

O an oda buz kesti. Zaman bile birkaç saniyeliğine durdu sanki. Sessizlik öylesine ağırlaştı ki, Melek’in nefes alması zorlaştı. Birkaç adım geri attı, sonra dengesini kaybetti. Dizleri artık onu taşımıyordu. Tüm vücudu, sanki içindeki her şey boşalmış gibi yere çöktü. Sertçe değil sessizce, ağır ağır. Sırtı kamburlaştı, gözleri kan çanağına dönmüştü. Yere oturduğu anda yalnızca beden değil, kalbi de çökmüştü.

Dizleri sızlıyordu ama o acı, kalbindeki yangının yanında önemsizdi. Herkesi, yavaş yavaş, adım adım kaybettiğini bilmek içten içe savaşan, zaten yorgun olan vücuduna fazla gelmişti. Omuzları titredi. Başını dizlerine yasladı. Saçları yana düştü, alnı terle karışık gözyaşına bulanmıştı. Sibel arkasını dönmüştü. Kalbi kırık ama kararlıydı. O da ağlıyordu ama göstermiyordu. Çünkü karar vermekle hissetmek arasında keskin uçurumlar vardı. Bazı kararlar en doğruydu ama en çok can yakan…
Ve Melek, işte o an anlamıştı. Hayatta bazen en çok seven insanlar, en sert vuruşu yapardı. Çünkü artık sevmek yetmezdi. Çünkü birilerini kurtarmaya çalışmak, kendini batırmak demekti.

Ama Melek için bu, sadece bir kavga değil, bir vedaydı. Bu gece, içinden geçen en sessiz veda buydu. Bir süre sonra Melek gözlerini kaldırdı. Yüzü solgundu, gözlerinin altı morarmış gibiydi. Ama ağlamıyordu artık. Ağlamak bile bir yere kadar dayanıyordu. Sonra o da susuyordu. Sessizce.

Sibel, gözleri kısık bir öfkeyle parlayan Melek’e baktı. Yüzünde ne acıma ne de yumuşama belirtisi vardı. Göz kapaklarının kenarında birikmiş kırgınlıklar vardı, ama hepsi sessizdi. Duvarda asılı duran, solmuş renklerine rağmen hâlâ bir aile sıcaklığı taşıyan o fotoğrafa çevirdi tekrar bakışlarını. Kendi annesi, babası ve çocukluğu oradaydı. Gülümseyen, gözleri parlayan bir küçük kız çocuğu. Sibel iç geçirdi. O fotoğrafın içindeki Sibel'le şimdiki Sibel arasında dağlar kadar fark vardı. O saf, içi umutla dolu kızı artık göremiyordu. Yerine geçmiş, hayata küsmüş, kendine düşman bir kadın vardı. Ve bu dönüşümün en acı verici tarafı da, buna tanık olmak zorunda kalmaktı.

Saçlarını düzeltti Sibel, bozuk olmamasına rağmen. Bu, bedenin kendi savunma refleksiydi. Uzak durmaya, toparlanmaya çalışıyordu. Yüzünü ifadesizleştirdi. “Lütfen git buradan,” dedi. Sesi titremedi. “Ahmet’le alışverişe çıkacağım. Seni burada görmesini istemiyorum. Bu davranışım yüzünden bana kızma, sakın. Karakterini ilk bozan sensin. İlk sen bu arkadaşlığı parçaladın. Ve artık bu durum utanç verici olmaya başladı.” Melek’in göz kapakları aralandı. Bakışları, sabit bir noktaya takıldı. İçinde bir şey kırıldı. Sessizce. Belki sesi dışarı yansımadı ama içerden öyle güçlü yankılandı ki, elleriyle dizlerini sıkıca kavradı. Tırnaklarını eteğine geçirdi. Son damlaydı bu sözler. Bardak artık taşmakla kalmamış, çoktan dağılmıştı.

"Yeter, anlıyor musun?” dedi, sesi kalınlaştı. “Yeter! Hep sustum. Senin karşında dostluğumuz bozulmasın diye, Ahmet beni aşağıladı, sustum. Sen nişanlına yaranmak için beni küçük gördün, yine sustum.” Derin bir nefes aldı, ciğerlerine acı dolu bir ağırlık çökmüş gibiydi. “Belki unutmuşsundur ama… Annem trafik kazasında öldü, Sibel. Benim kolay kolay atlatabileceğim bir karanlık değil bu. Babam’ın tek kolu felçli, hâlâ geçimini sağlamak için uğraşıyor. Ve ben? Evlenmeye bir ay kala, bana her şeyin güzel olacağını vaat eden Sabri… Hiçbir şey demeden çekip gitti. Hiç geri dönmedi. Şimdi sen de mi? Kaç acıyı daha göğüslemem gerek?”

Yavaşça dizlerinin üzerine kalktı Melek. Gözleri yaşla doluydu ama ağlamıyordu. O an ağlamaktan vazgeçmişti. Gözyaşı artık acısını anlatamıyordu. Ağlamak zayıflık değildi. Artık gereksizdi. Bu kadar çok insanı kaybetmiş birinin, yaş dökmeye lüksü bile kalmıyordu.
“Ben o kadar güçlü değilim, Sibel.” dedi, gözleri dalgın, boşluğa bakarcasına. “Senin sandığın kadar güçlü değilim. Herkesin yükünü omuzlayamam. Her gün başka bir şey kaybederken, hala ‘dik dur’ çağrısı yapan seslerden yoruldum.”
Sibel'in tepkisiz yüzü hâlâ yerindeydi. O an Melek’in tek istediği şey, “Yanlış anladım seni.” demesiydi. Küçük, samimi bir geri dönüş. Ama o gelmedi. Onun yerine Sibel’in kuru bir sesi duyuldu.
“Yanlış anlama beni…”

O küçücük cümle, Melek’in umutla beklediği o yumuşaklıkta değildi. Göz teması kurmamıştı Sibel. Ellerini oynuyordu, parmağındaki yüzüğe dokunuyor, gözlerini kaçırıyordu. İçtenlik bir çatırtıyla kırılmıştı.
“Hiç seni yanlış anlar mıyım?” dedi Melek, acı bir kahkahayla. Nefesi karışmıştı, sanki sözcükler çıkarken kendinden de bir parça kopuyordu. “Biz seninle dost değil miydik? Kardeştik biz. Kardeşim gibi seviyordum seni. O aptal sana ‘konuşma onunla’ dedi diye tavır mı alacaksın bana? Bu kadar mı kolay oldu senin için?” Sibel’in yüzünde ilk kez çatlak bir ifade belirdi. Ama hemen toparladı kendini. Sanki acıdığını göstermek istemiyordu. Güçlü durmak gerekiyordu. Melek'in düzelmesi için bu gerekliydi.

“Sürekli seni izliyorum, Melek,” dedi sonra. Sesi bu defa daha yumuşaktı. “Ve her gün biraz daha kaybolduğunu görüyorum. Gözünün içindeki ışık sönüyor, bunu fark etmiyor musun? Kendini tüketiyorsun. Bunu hak etmiyorsun. Bu kadar teslim olma. Kendine bu kadar düşman olma…”
Melek başını hafifçe salladı. Kızgındı, yorgundu ama en çok da kırgındı.
“Senin gördüğün gibi görmüyorum kendimi, çünkü sen çok uzaktasın artık. Oradan bakınca kolay her şey. Senin hayatın yolunda. Ahmet’in var. Gelecek planların, gideceğin yer belli. Ama ben hep kaybettim. Annemi kaybettim, nişanlımı kaybettim, şimdi seni de kaybediyorum. Geriye ne kaldı? Dostlarımı, benliğimi, umudumu yitirdim. Neden böyle davrandığımı biliyorsun. Ama anlamıyorsun.”

İçinden geçenleri odaya fırlatmıştı adeta. Yorgun sesi duvarlardan yankılandı. Odaya ağır bir sessizlik çöktü. Sibel, yüzük parmağında döndürdüğü alyansla oynamayı bıraktı. Gözleri Melek’in kırılmış, parçalanmış hâline ilişti. Kalbi sertleştiği yerde bir an titredi. Ama artık çok geçti. Melek bir adım geri çekildi. Son bir bakış attı odanın içine. Sanki geçmişin duvarlarda yankısını arıyordu. Sibel’in oyuncak ayısı, ortak çektirdikleri bir fotoğraf, çerçevesini astığı dua... Her şey olduğu yerde duruyordu. Ama dostluk yerinde değildi.

“Gidiyorum,” dedi Melek. “Ama bil ki, bugün sadece evden değil, senden de gidiyorum. Kalbimde başka bir yere koyuyorum seni. Eskiden kardeşimdin şimdi geçmişte kalan biri oluyorsun.”
Kapıya yöneldi. Kapı koluna dokunduğu an, tırnaklarının titrediğini fark etti. Derin bir nefes aldı, döndü. “Umarım mutlu olursun. Gerçekten. Çünkü ben, seni affetmeyi öğrendikçe, kendimi affedemiyorum. Herkesi kurtarmaya çalıştım ama kendimi hep unuttum. Bu son defa kendim için gideceğim.”

Sibel, Melek’in bu halini artık görmek istemiyordu. Melek'i öfkelendirmeden de düzelecek gibi durmuyordu. Yorulmuştu. Sadece fiziken değil, ruhen de. Oysa Melek’i ne çok sevmişti. Güçlü duruşunu, dik yürüyüşünü, ağladığında bile bir prensip dahilinde ağlamasını… Hepsini biliyordu. Ama artık karşısında yıllardır tanıdığı o kadın yoktu. Karşısında çökmüş, kırılmış, gözlerinin altı morarmış, dudağında bile yorgunluk taşıyan biri vardı. Üstelik bu haline alışmıştı sanki. Acıya tutunuyordu, onunla nefes alıyordu. Sibel bunu kaldıramıyordu.

"Sevgi mi? Melek, senin şu halinle sevgi istemen çok saçma. Kendinden başka kimse seni sürekli aşağıya çekemez. Kendine gel!” dedi sesi çatallı ve soğuk bir netlikle. İçindeki sevgi artık öfkeye bulanmıştı. "Bunu sana söyleyen biri olmam gerekse de, hayatını böyle sürdüremezsin! Beni de üzüyorsun. Herkesin hayatında zorluk var. Bunu sen de biliyorsun. Ama sen ne yapıyorsun? Hiçbir şey. Sadece oturuyorsun ve acına sarılıyorsun. Bunu kıyafet gibi üzerinden at artık. Ben seni seviyorum, ama seni bu halde görmek bana da zor geliyor. Ahmet'e karşı elle tutulur bir şey bırakmadın. Kendini toparla Melek. Kendini düzelt. Bu halinle kalamazsın.”

Melek’in gözlerinden yaşlar süzüldü. Sanki o an yalnızca ağlamanın doğru bir cevap olduğuna inanmış gibiydi. Sesinde bir titreme vardı. “Bunu anlamanı beklemiyorum,” dedi, dudaklarını neredeyse ısırarak. “Ama ben gerçekten sevgi istiyorum. Biraz yardım, biraz destek. Her şeyimi kaybettim, ama hâlâ buradayım. Yalnızım, çok yalnızım. Düzelmem için elimden geleni yapacağım. Biliyorsun söz verdim mi tutarım söz veriyorum.” sesi kırıldı, tekrar toparlamaya çalıştı, başaramadı. “Bu kadar acı çektiğimi anlamıyorsun. Ben senin kardeşliğini kaybetmek istemiyorum.”

Sibel bir süre sessiz kaldı. Yutkundu. İçinde öfke ile kırıklık dans ediyordu. Bazen birini sevmek, onu kurtaracağını kabullenmekti. Ne yaparsa yapsın Melek kendini boğduğu bu karanlık kuyudan çıkmak istiyordu. “Seninle her şeyimi paylaştım, ama sen artık kendine bile sahip değilsin. Seni seviyorum Melek, ama artık bu kadar düşmene izin veremem. Gerçekten yardım etmek istiyorum, sen bir şeyler yapmak zorundasın. Benim için değil, kendin için. Bu kadar düşüşü hak etmiyorsun. Seni izleye izleye kaybolmanı izleyemem.”

Melek başını eğdi, gözyaşları çenesine kadar indi. Sibel’in gözlerinde bir kırılma oldu. Dudakları bir şey söylemek ister gibi aralandı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Bir an için ona sarılmayı düşündü, ama bu sarılmanın geçici bir pansuman olacağını da biliyordu. Melek tekrar aynı hale gelecekti. Kıyamadığı kadının kendine acıma duvarına bu kadar sığınması, onu içten içe çürütüyordu. “Senin güçlü bir kadın olduğunu biliyorum. Ama bunu kendin yapmalısın. Ben seni her zaman seveceğim. Şimdi, kendine gel, Melek. Bunu senin için söylüyorum. Çünkü seni kaybetmek istemiyorum. Düzel ve öyle gel.” dedi, dimdik durmaya çalışarak. Gözyaşlarını içine gömdü. Melek’e değil, kendine verdiği bir sınav gibiydi bu.

"Ben neredeyse içkiyi bırakıyorum. Sadece zamana ihtiyacım var. Mucize değil, sadece bana vereceğin zaman. Çok mu zor senin için, artık bana dayanmak?" Melek’in sesi yırtılmış gibiydi. Cümlelerinin altına gizlediği yalvarış, tüm odayı kapladı. Gözlerinde yaşlar dökülüyor, kahverengi saçları o anları yeniden yaşıyormuşçasına titriyordu. Hıçkırıkları daha yeni yeni belli olmaya başlamıştı.

Sibel bir an duraksadı. Siyah eteğini düzeltti. Melek’in gözlerine bakmak istemedi. Göz göze gelirlerse belki kararından dönerdi. Bu yüzden kaçtı. Kaçmak bir zayıflık değildi bu sefer, kurtuluştu. Hem kendisi hem Melek için.
"Ahmet gelecek. Hemen gitsen iyi olur. Bayağı bir zaman da görüşmeyelim. İkimiz için de böylesi daha iyi olur. Kendine iyi bak." Sesi kısık ama kararlıydı. Kararlılığının ardında bir tür yas vardı.

Kelimeler birden Melek’in zihninde anlamını yitirdi. Her biri bir hançer gibi saplandı içine. “Ne demek git? Yani artık beni görmek istemiyor musun?” diye sordu. Gözleri acıyla kısıldı. Sibel’in tepkisiz yüzü karşında, Melek’in nefesi daraldı. “Gerçekten sana bravo. Bir erkek için dostunu iyi sattın. Hiçbir şey olmamış gibi susup gidebilirim. Ama o kadar sabırlı biri gibi davranmak istemiyorum. Sabrım doldu. Beni sevmeyen insanlara karşı tükendi.”

Sibel, derin bir nefes aldı. Omuzlarını gerdi. Bir duvar gibi dimdik durdu. “Tamam dök içini ve git…” dedi. Kollarını göğsünde birleştirdi. Bakışlarında buz vardı. “Hadi, seni bekliyorum. Konuş ve git…” Melek dişlerini sıktı. Dudaklarını titreyen bir öfkeyle araladı. “Nasıl istersen eski yakın, şimdi ki eski arkadaşım. O senin her şeyi kaset gibi ileri geri saran nişanlına söyle, aferin ona…” dedi ve iki elini alkışlamak üzere kaldırdı. Alkışladı. Sertçe. Acı dolu, ironik bir şekilde. “Üç kişilikli bir hikayede tabii ki biri mutsuz olmalı. Etrafıma bakıyorum da bu dostluk ve aşk temalı hikâyede en mutsuzu benim. Sayende. Sayenizde. Tebrikler!” Alkışları odada yankılandı. Kelimelerden çok sesi konuşuyordu artık.

Sibel gözlerini kapattı. İçinden “Dur” demek istedi. Ama demedi. Gözleri Melek’in üzerinden geçti. “Bitti mi?”

“Evet bitti... Hikayeniz mutlu sonla bitsin diye dua etmeyeceğim,” dedi Melek. Yalan söylüyordu. Sibel’in hep mutlu olmasını istiyordu. Ama kalbi kırıkken insan en çok yalanı kendine söylerdi.
“Beddua da etme…” dedi Sibel, sesi yorgundu.

"Etmem." Sessizlik. Uzun, delici bir sessizlik. Birbirlerine baktılar. Melek’in gözlerinden yaşlar akıyordu, Sibel’in içinden kan sızıyordu.

Sonra Sibel başını çevirdi. Gitme vakti geldiğini artık anlamıştı. Elinden bir şey gelmezdi. Her şeyi yaptıysa, gitmek gerekirdi. Odayı terk etti. Bu ikisi içinde bir milattı. Melek verdiği sözü tutmadan bu eve adım atmayacektı. Sibel ise sözleri gözleri ile tanık olmadan kapısını açmayacaktı.

_________

Yeni bölüm de görüşelim. Desteklerinizi esirgemeyin yıldıza basıp yeni bölüme geçelim.

Kendinize iyi bakın.

 

Bölüm : 06.10.2024 22:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 3.Dost
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...