
Selam Canlar ☺️
Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın.
______
Murat, mızıkçılığa maruz kalmış masum bir çocuk gibi ellerini önünde bağlamış, başını hafif eğerek olduğundan daha masum görünmeye çalışıyordu. Dudaklarının kenarındaki suçlu gülümseme, kendini savunmak yerine kabullenmeyi seçen biri gibiydi. O sırada Esila, gözünü kırpmadan arabadan inmiş, sert adımlarla Melek’in olduğu yere doğru yürüyordu. Gözlerinde adeta yangın vardı. Her adımında toprağı yakıyordu sanki.
“Yerin dibine az soktuğunu mu düşündün?” diye hırladı. Sesi, içine bastırılmış öfkenin ürkütücü yankısıyla Melek’in kulaklarında çınladı. Bir adım daha yaklaştı. “Herkesin önünde kibirli olduğumu söyledin. Şimdi de ağaçlara mı haykıracaksın bunu?” dedi Esila.
Melek başını çevirmeden konuştu. Yüzünde en ufak bir pişmanlık yoktu. “İnkar etme. Sen başlattın. Bu yaptığın çok saçmaydı. Kabul et.” Parmağıyla ormanın içini işaret etti. Gözlerinde, kıyısından köşesinden dalga geçmeye hazır bir alaycılık vardı. “Serpil teyze dedi ki...” diye devam etti Melek, sesine komik bir ton vererek. “Uyuz patronice, bana yardıma gelsin. Yoksa zift döker, onu yol diye döşerim dedi. Artık bilmem, tehdit midir şaka mıdır, karar senin.” Kıkırdayarak son cümlesini bitirdi. Yine de gözlerinde kalan tedirginlik fark ediliyordu.
Melek, dudaklarını sıkıp gülmemeye çalıştı. Esila’nın tehdit edildiği halde bile gururunu ön plana koymaya çalışmasını anlamıştı. “Ne cevap vermemi istersin?” diye sordu. Esila, ormanın içine baktı. Derin bir nefes aldı. Kibirli olmadığını göstermek için iyi bir fırsattı bu. Yine de tehdit edilmiş olmak, adımlarını yavaşlatıyordu. Göz ucuyla Murat’a baktı. Murat ise hâlâ suçsuz bir çocuk gibi kımıldamadan bekliyordu. O bakışlar arasında bir karar verdi.
“Tamam. Ben yardıma gideyim.” dedi. Omuzlarını silkerek konuştu. “Ben ne uyuzum ne de kibirli. Tehdit edildiğim halde gidiyorum. Demek ki iyi bir insanım.” Elini cebine atarak ıslık çalmaya başladı ve hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Melek, arkasına bakmadan ters yöne döndü. Yürümeye devam ederken başını her birkaç adımda bir çeviriyor, ayak seslerini duymak için kulak kabartıyordu. Ancak arkasında hiçbir ses yoktu. Kaşlarını çatarak yürüyüşünü yavaşlattı.
“Banane. Hem suçsuz yere adamı döver, hem de yüz vermez. Haksız benmişim gibi yanına mı gideceğim? Pehh. Başka derdim yoktu zaten.” dedi kendi kendine. Ayağını istemeden çimenlerle örtülmüş taşa vurdu. Dengesini kaybedip birkaç adım sendeledi. Düşmekten son anda ağacın gövdesine tutunarak kurtuldu. Olduğu yerde dikilerek, sinirle söylenmeye devam etti.
“Tövbe Allah’ım. İki seksen yere düşmediğim eksikti. Aman bari o kalsın. Arabanın önünden çok mu uzaklaştım acaba? Arkaya bakmaya da korkar oldum.” dediği sırada kolundan sıkıca bir el tarafından tutuldu. Ne olduğunu anlayamadan, kendini bir anda Murat’ın göğsüne sertçe çarpılmış buldu. Murat kollarını Melek’in etrafına sardı. Güçlü ve kararlı bir sarılıştı bu. Melek ne kadar debelense de Murat onu bırakmaya niyetli değildi. Hatta sarılışı daha da sıkılaştı.
“Yakından fark ettim. Yüzün kocaman olduğuna göre kalbin de kocaman olmalı.” dedi Murat usulca. “Yine de beni kalbine almamak için direniyorsun. Öyle mi?” Sesi yumuşaktı ama alaycı dokunuşlarını da taşıyordu.
Melek gözlerini kırpıştırdı. Zor da olsa başını kaldırıp Murat’a baktı. Bu adam niye böyleydi? Her durumda laf yetiştirmeyi, kalbini açmaya çalışırken bile alay etmeyi başarıyordu. “Ben şimdi sana bir şey derdim de neyse. Bıraksana beni. Zamp gibi yapıştın.” Gözleri Murat’ın mavi gözlerine kilitlendi. Kafası gerçekten büyük müydü? Bu detay şimdi mi takıldı aklına?
“Bırak dedim. Normal bir kafa bu. Hem sen kendi kafana bak. Saçların benim kafamın iki katı duruyor.” Melek’in sözleri Murat’ı güldürdü. Ellerini yavaşça kaldırdı, havada teslim oluyormuş gibi salladı. Masumiyetin oyun haline geldiği anlardan biriydi.
“Bir daha sakın böyle davranma.” dedi Melek, sinirli ve kontrollü bir tonla. Ardından arkasını dönüp yürümeye niyetlendi. Ancak adımını henüz atmıştı ki, Murat onun titreyen vücudunu bir kez daha kendine çekti. Bu kez daha dikkatli, daha içgüdüsel bir sarılıştı bu.
“Bak güzelim.” dedi. Sesini kısarak, kulağına doğru eğildi. Konuşurken kelimeleri uzatıyor, her birini derin bir etkiyle bırakıyordu.
“Bir. Güzel kıyafetler giymiyorsun. İki. Resmini gösterdiğim birçok kadına göre, sen standartların altındasın.” Melek’in gözleri bir anda kocaman açıldı. “Ama...” diye devam etti Murat. “Benim gözümde dünyanın en güzel kadını sensin.”
“Sen var ya. Tam dayaklıksın.” Melek’in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Öfkeyle kollarını itmeye çalıştı. “Resmimi mi gösterdin? Gizlice mi çektin? Lanet olsun. Bırak beni. Kimmiş onlar? Söyle isimlerini. Kimmiş beni güzel görmeyen muşmula suratlılar?” Dudaklarını ısırıyordu. Elinin tersiyle Murat’ın göğsüne hafifçe vurdu.
“Huysuzluk yapmaya devam edeceksen, başka yollara başvurmayı düşünebilirim.” dedi Murat. Gözlerini kısmış, dudaklarında sinsice yayılan bir sırıtışla Melek’in yüzüne bakıyordu. “Mesela... Her cümlede öpmek gibi yollar.” Bu söz, Melek’i bir anlığına susturdu. Başını yana çevirdi. Yere bakarken debelenmeyi de yavaşlattı. Nefesi boğazına düğümlenmişti. Ne yapacağını bilemediği anlardan biriydi bu. Kalbi hızla atıyor, aklı öfkeden çok utanmaya kayıyordu.
“Devam edebilir miyim?” diye sordu Murat. Melek, sahte bir gülüşle başını yavaşça salladı. “Murat bey farkında değilsin ama seni parçalayabilirim.” Melek bu anın bitmesini istiyordu. Saçma sapan konuşmaların da, sarılmanın da, bu kadar yakından gelen sıcak nefesin de hemen sona ermesini...
Ama vücudu kendine ihanet ediyordu. Omuzlarındaki titreşim, boynuna çarpan solukla birleşince ayakta zor duruyordu. Kadınlık hormonları mıydı bu? Yoksa Murat’ın sesi miydi etkili olan? Ya da belki bu adama duyduğu tüm inkar ettiği şeylerin birleşimi? “Sende farkında değilsin ama...” dedi Murat, başını Melek’in saçlarının arasına gömerek. “Seni her an öpebilirim.”
Cümle bitmişti ama hava hâlâ o cümlenin içinde çırpınıyordu. Murat gözlerini kapattı. Nefesini tuttu. İçgüdüleri ona başka şeyler fısıldıyordu. Ama kendini zor tuttu. Melek’in saçlarını avuçlarının içine alıp koklamak, dudaklarını tenine bastırmak istiyordu. Bu kadın onu altüst ediyordu. Ama biliyordu. Eğer şimdi öperse, belki her şey daha da karışacaktı.
Bir adım geri çekildi. Derin bir nefes aldı. Gözlerini açtı. Dudaklarında hala Melek’in kokusu vardı. Melek ise olduğu yerde öylece kalmıştı. Dudakları aralık, bakışları buğulu. Sadece yutkundu. Ne kaçabildi ne kalabildi. Ortada, hem Murat’ın kollarında hem de kendi kalbinin çırpınışlarında asılı kalmıştı.
“Kıyafet ve birçok insana göre kanıtlanmış çirkinliğini söyledim.” Murat, Melek’in saçlarına eğildi. Dudaklarını hafifçe kıpırdattı. Tam saçlarını öpecekti ki, Melek başını yana çevirdi. Gözlerinde öfke vardı, dudaklarında homurtu. “Öpme. Vallahi döverim. Bir de utanmadan çirkin diyor. Ayı seni.”
Murat hafifçe gülümsedi. Kızmasına rağmen onun yanında kalıyor olması içini rahatlatıyordu. Ama konuşmasına devam etmekten de geri durmadı. Sanki içinde birikmiş ne varsa şimdi, bu anda çıkmalıydı. Sanki susarsa bir daha hiçbirini söyleyemeyecek gibiydi.
“Geriye kalanları da sıralayalım.” dedi, ses tonu alaycılıktan uzak, ciddi ve kendine has bir şefkat taşıyordu. “Üç, romantik bir kadın hiç değilsin. Bir adam sana kalbini açacak olsa, sen açtığı kalbe direkt tekmeyi basarsın. Dört, konuşmak yerine ilk tercihin kavga. Küfür, ikinci dilin gibi. Beş, benden biraz fakir değilsin. Çok çok çok fakirsin. Öyle böyle değil. Gerçekten başka bir ekonomik çağda yaşıyor gibisin. Daha da kötüsü, benim seviyeme gelebilecek bir potansiyelin dahi yok. Açıkça söylüyorum, araştırma yaptım. Sana miras bırakacak birisi var mı diye baktım. Çünkü böyle bir gelecek planı yaparken her şeyi hesaba katmak gerekir.”
Melek gözlerini kocaman açtı. Kalbinin bir köşesinden bir şeyler kırılırken Murat devam etti. Durmak bilmiyordu.
“Annem bu konuda çok katıdır. Aile mirasına bakması için bir dedektif tuttum. Ciddi söylüyorum. Aile eşrafınızın bir kısmının mezar yeri alacak parası bile yok. Üstelik bunların üstüne... Altıncı madde. Bütün erkekleri kendine çeken, bir şekilde çevrende olmayı isteyen bir şeytan tüyün var. Bunu kabul etmek istemiyorum ama gerçek. Erkek olarak tasvip etmiyorum. Çünkü o tüy bende yok. Kıskanıyorum. Diğerleri neyse de bu sıkıntı güzelim. Hal çaresine bakalım. Ama annemi düşünme. Ben senin önünde siper olurum. Gerekirse soyadımı da silerim. Ama seni öylece bırakmam.”
Murat gözlerini kapattı. Elleri titriyordu ama sesi hâlâ sakindi. “İnanılmaz derecede miyop olduğumu düşünüyorum. Gerçekten istemediğim tüm özelliklere sahipsin. Ve ben, beni sevmen için çırpınıyorum. Belki de büyü yaptın bana. Belki farkında olmadan ruhuma dokundun.”
Melek’in başı yavaşça öne eğildi. Dudakları kenetlenmişti. Yumruklarını sıktı. Bedeninin her zerresi öfkeyle titriyordu. Kalbi paramparça olmuştu. Gözlerini kaçırmak istese de, kaçacak bir yer bulamıyordu. Yüzüne çarpan her kelime onu olduğundan daha da küçük hissettirmişti. Gözleri doldu. Ama ağlamadı. Boğazı düğüm düğüm oldu ama ağlamadı.
Sadece derin bir nefes aldı. Ardından yavaşça başını kaldırdı. Bakışlarında yorgunluk, kırgınlık ve inanılmaz bir hayal kırıklığı vardı. “Su, kendini bilmeden bencilce kum tanesine akarsa...” diye başladı. Sesi çatallıydı ama kararlıydı. “Kum tanesinin çamur olmaktan başka çaresi olmaz. O yüzden kendi yaşantına uygun birisinin hayatına su misali akmayı dene. Ben göz göre göre beni ben olduğum için kabullenmeyen bir erkek uğruna çamur olmak istemiyorum.”
Sözleri Murat’ı çarpmıştı. Ama yüzünde bir alay belirdi. Gözleri parladı. Dudaklarında hafif bir kahkaha yayıldı. Gözlerinin içine bakarak, alay edercesine güldü. “Sanırım burada çamur olmamak için çırpınan kum tanesi sen oluyorsun?” dedi. Sözleri tokat gibiydi. Kollarına sardığı kadını bir çırpıda bıraktı. Gözleri kararmıştı. “Ben de acımadan seni çamur yapmaya çalışan bencil su. Vay be.”
Arkasına döndü. Birkaç adım attı. Ellerini cebine soktu. Melek’e bakmamak için kendisiyle savaşıyordu. Gözleri dolmuştu ama dökülmüyordu. Gözyaşları öfkeye karıştığında en çok can yakan hale gelirdi. İşte o haldeydi.
Melek, Murat’ın kendisini bıraktığı an hızla dönüp koşmaya başladı. Ayaklarını duymayacak kadar hızlıydı. Kalbi güm güm atıyor, nefesi yetmiyordu. Arkasında kalan sesi, kırık hayalleriyle yarışıyordu. Murat, onun hâlâ arkasında olduğunu sanarak konuşmaya devam etti.
“Allah kahretsin.” dedi. Ellerini saçlarına geçirdi. “Deli gibi hoşlandığım kadının isteksizliği karşısında ölüyorum. Ben seni her şekilde seviyorum. Her halinle, her kusurunla. Paran mı yok s*ktir et. Benim param ikimize de yeter. Bu kadar mı gözünde değersiz duruyorum? Bu kadar mı seninle bütünlük kazanmış huylarını nefret ettiğimi sanıyorsun? Seni hayatımda bütün kalbimle istemiş olmamın neresi yanlış?”
Boğazı düğümlenmişti. Gözleri boşluğa bakıyordu. “Seni araştırdım çünkü seni korumam gerekiyordu. Kimseye güvenmiyorum. Ama sana güvenmek istedim. Kahretsin. Seni hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum. Kalbim yanında can çekişiyor gibi atıyor. Ben seni her halinle kabul ederken, sen neden beni kabul etmiyorsun? Düzelmem mi gerekiyor? Dibine kadar düzelirim.”
Hemen arkasına döndü. Umutla. Tüm varlığıyla. Ama etraf bomboştu. Sadece birkaç kurumuş yaprak havada savruluyor, çıplak ağaçlar sessizce izliyordu onu. Melek çoktan gitmişti.
“Melek, duydun mu? Seni bütün kalbimle seviyorum.” diye bağırdı. Ormanın sessizliği ona cevap vermedi. “Benden kaçmak için kılı kırk yarsan da seni seviyorum. Beni sevmen için elimden geleni yapacağım. Ne gerekiyorsa yapacağım.”
Melek, ormandan son sürat kaçarken ayakları nereye bastığını bile fark etmiyordu. Kalbinin ağırlığı, ciğerlerini ezmişti. Koştu. Ağlamadı. Ama içinden geçenleri taşırmamak için dişlerini sıktı. Kalabalığın içine girdiğinde gözleri hemen Sibel’i aradı. Masanın başında, Esila ve diğer kızlarla ince ince doğranmış soğan ve biberleri kurutuyorlardı. Hayat, tüm sıradanlığıyla devam ediyordu.
Yanlarına yaklaşırken kimse fark etmese de hafifçe gülümsedi. “Kolay gelsin.” dedi, sesi hâlâ hafif titriyordu. “Bak Melek abla.” dedi Sibel'in komşularının kızı Elif, ellerini kollarını sallayarak. “Esila abla ile ne kadar soğan dilimledik. Şunlara bak.” Esila başını kaldırıp gözlerini kısıp Elif'e sarıldı.
“Yardım edemedim, kusura bakmayın.” dedi Melek. Gözlerinde yorgunluk, dilinde suçluluk vardı. “Başka iş var mı?” diye sordu. Sibel sadece kaşlarını kaldırarak yok anlamında işaret etti.
“Bu çöpleri götürebilirsin.” dedi Esila, elindeki çöp torbasını uzatarak. Melek yorgun ama yalancı bir gülümsemeyle başını salladı.
“Tamam.” dedi. Torbayı aldı. Ardından yavaşça etrafı süzdü. Mahalleli, masaları açmıştı. Gençler mangalların başındaydı. Tavuklar çevriliyor, köfteler şişlere diziliyordu. Futbol sohbetleri koyulaşmış, kahkahalar havada çarpışıyordu.
Murat da on beş dakika sonra oradaydı. Hakan’ın yanında ağaca yaslanmış, sessizce etrafı izliyordu. O an kararını vermişti. Melek’in yanında olmak için savaşmayacaktı. Ne zaman isterse, ne zaman hazır olursa, o zaman girmesine izin verecekti hayatına. Kapılar sonuna kadar açık kalacaktı. Ama anahtarı sadece Melek taşıyacaktı.
Hakan, mangalın başında yelpazeyle ateşi körüklerken bir yandan da fıkralar anlatıyordu. Çocuklar, gençler gülmekten kırılıyor, arada sırada “Bir tane daha anlat!” diye bağırıyorlardı. Hakan, kendisini izleyen Esila’ya göz kırptı. Göz kırpması flört değil, sadece tanıdık bir dostluğun içten selamıydı.
Esila da farkındaydı. Salih’ten başkasına kalbi kapalıydı. Ama yine de Hakan’ın gözlerindeki ışıltı ona iyi hissettirmişti. Hakan onun gerçek dostuydu. Gülümsedi. “Bir tane daha anlatayım mı?” dedi Hakan. Sesi kalabalığı sarınca gençler hep bir ağızdan cevap verdi.
“Anlat kardeşim.”
Hakan nefes aldı. Gülümsedi. Sonra başladı. “Temel babasına sorar. Babacuğum, gözünde benim değerum nedur? Babası cevaplar. Dünyalar kadar uşağum. Temel sevinir. Peçi Dünya'nun değeru nedur? Baba cevap verir. Beş para etmez.”
Gülüşmeler arttı. Genç kızların yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kalpler hızlı atıyor, evlilik hayalleri mangal dumanına karışıyordu.
Esila uçuşan saçlarını tutarak kulaklarının arkasına koydu. Rüzgarla beraber havalanan saçlarıyla uğraşırken, çevresindeki genç kızlara kısa ama anlamlı bir bakış attı. On sekiz yaşlarında olmayan kızlara göz ucuyla bakıp, avazı çıktığı kadar Hakan’a seslendi. “Fıkra anlatmaktan vazgeç. Kendi halindeki kızlara yaklaştığın yetmiyor gibi, şimdi bir de beni delirtmek mi istiyorsun?”
Ellerini beline koyup hızla kızlara döndü. Gözlerindeki öfke ve sesiyle birlikte aldığı ciddi duruş, o anlık bile olsa ortamda bir ciddiyet havası yarattı. “Siz de küçücük yaşınıza bakmadan bekar adamlara sulanmayın. Hayal kuracağınız tek olgu okul ve edineceğiniz meslek olsun. Yoksa bütün akrabalarınıza, hatta komşularınıza kadar şikayet ederim. Yüzünüzü görmek istemem.”
Gençlerin tamamı aynı alanda olduğu için, bu sözleri duymayan neredeyse kalmamıştı. Bir kısmı utançtan başını eğdi, diğerleri ise fısıldaşarak konuyu çözmeye çalıştı. Gerginliğin, şaşkınlığın ve biraz da alaycılığın hâkim olduğu bu atmosferde, Murat gözlerini kısarak önce kuzenine, sonra göz ucuyla Hakan’a baktı. Sanki olan biteni anlamlandırmaya çalışıyor, anlamlandırdıkça da sıkıntısı artıyordu. Dudaklarını sıktı.
Esila ise küçük kızların önünde zafer kazanmış gibi ağzı kulaklarında gülüyordu. Burnunu havaya dikmiş, adeta bir kraliçe gibi yürüyordu. Kısa süreli bir sessizlik oluştu. “Yok daha neler... Esila seni mi korudu?” dedi Murat, tamamen Hakan’a dönerek.
Bakışları hâlâ kuzeninin üzerinde, gözlerinde ise ciddiyetin içinde gizli bir gülümseme vardı. “Bak nasıl da gülüyor. Bedduakolik yine senin üzerine oynuyor. Hakan onun yanında gardını düşürme. Seni kullanmaktan geri durmaz.” diyerek gülümsedi. Hakan’dan Esila’ya karşı herhangi bir tepki cümlesi beklerken, Hakan’ın yalnızca karşılık vererek sırıtması, Murat’ın canını sıkmıştı. Hakan, Esila'ya karşı çok fazla vericiydi. Duygusal olarak bir şey düşündüklerini hiç sanmıyordu ama yine de Esila'yı çok iyi tanıyordu.
“Kuzenim olacak cadıya sinirlendiğini belli edersen sevinirim. Yine oyun oynamayın.” dedi ve yerdeki kurumuş bir yaprağı eline alarak un ufak etti. Yaprağın sesi, düşüncelerinin içinde kopan fırtınanın yankısı gibiydi.
Hakan hafiften Murat’ın birkaç adım yanından uzaklaştı. Ellerini pantolonunun ceplerine koydu. Omuzlarını silkti ve ona doğru baktı.
“Kız kardeşini, birilerini kıskandırmak için yalandan sevgililik mertebesine izninle yükseltmek istiyorum.” dedi, oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle. Sanki sıradan bir şey söylüyormuş gibi rahattı.
Murat başını yana eğdi, kaşlarını çattı. Gözlerinde hem merak hem de sinir vardı. “Yine mi bayan kibirlinin göz yaşlarına kanıp kıskandırma sözü verdin? Bir gün çıkıyorsunuz, ertesi gün oyunu bitiriyorsunuz. Bu kaçıncı sahte aşkınız sayamadım artık. Salih ile evlenmeden seninle evlenecek.”
"Allah korusun birader." dedi Hakan fısıldayarak sonra şakacıktan sesini yükselterek devam etti. “Birbirimizi ölesiye seviyoruz. Karışma bizim sanatsal aşkımıza.” dedi Hakan, dudaklarında geniş bir gülümsemeyle. Bu seferki cümlesi daha da eğlenceliydi. Ardından Esila yanlarına gelip eşlik etti. Kahkahaları yükseldi, sanki ortamın sahibi onlarmış gibi davranıyorlardı.
Çevrede toplanan gençlerin tamamı ne olup bittiğini tam olarak anlayamasa da heyecanla izliyordu. Kızların yüzde altmışı “vov” diye sesler çıkarırken yüzde otuz beşi “benim de böyle korkusuzca abimle konuşan sevgilim olsun” diye içinden geçirdi. Hayranlıkla ve kıskanarak bakıyorlardı. Kalan yüzde beşlik kısım ise Melek ve Sibel’di. Onlar olan bitene kuşkuyla, hatta biraz da endişeyle yaklaşıyordu.
Sibel ıslattığı ellerini peçeteyle silip Melek’in yanına geçti. Dudaklarında ironik bir ifade vardı. “İtiraf üstüne itiraf. Dizi seti gibi. Birazdan Murat beline koyduğu silahını çıkartıp ‘Ahbap, kafan vücuduna ağır geliyor.’ diye bilinen bir replikle Hakan’ın alnına silahın kabzasıyla vuracak. Sonra Esila’yı aldığı gibi yüksek güvenlikli bir eve hapsedecek. Hakan kurtarmaya geldiğinde korkutmak için getirdiği silahla yanlışlıkla sevdiği kadını vuracak. Etraf kan gölü olunca Murat nasıl olduğu bilinmez ama vampir dişlerini çıkartıp hepsinin kanını içecek. Esila ve Hakan pert olunca Murat da bir mağarada yaşamını sürdürecek.” Tüm bu sözleri sanki yaşanmış gibi ciddi bir tonla söylemişti.
Sonra dediklerinin gerçekleşmiş olabileceğine inanmış gibi Melek’in koluna yapıştı. “Klişe film ve kitap okumaktan ne hale geldim. Beynim yanmış olacak ki, vahşice öldürüleceğim diye çok korkuyorum.” dedi. İç çekti, gözlerini ovuşturdu.
Melek gözlerini kısarak ne diyeceğini şaşırmıştı. Dudaklarını ıslatıp arkasına döndü. “Burası bildiğin Dallas oldu. Esila en son Salih için beni öldürecekti. Ne çabuk adamı unuttu. Beynim yandı, biz gidelim mi? Serpil teyze yardıma ihtiyacı olabilir.” dedi. Gözlerini birkaç kez kırptı, baş ağrısı geliyor gibiydi.
“Kavga ne olacak? Yani her an kavga olabilir.” dedi Sibel, temkinliydi.
“Bir düzine meraklı seyirci var. Murat olacak kıvırcık salatası bir araba dayak atsa kaç yazar. Zaten kavga çıktığı gibi ayırırlar.” diyerek oradan uzaklaştılar. Yol boyunca olanları sessizce sindirmeye çalıştılar. İşler kalmamıştı. Yarım saatlik bir boşlukta herkes kendi kabuğuna çekilmişti.
Serpil Hanım’ın kocasıyla el ele gezdiklerini görünce yanlarına gitmek yerine bir ağacın altına oturdular. Rüzgar hafif hafif esiyor, yapraklar yavaşça savruluyordu. Hışırtılar kulaklarına sakinleştirici bir müzik gibi çarpıyordu. “Annem daha halen aşık. Babam da öyle, hakkını yemek olmaz.” dedi Sibel, ayaklarını uzattı. Derin bir nefes aldı. “Ben de öyle olmak isterdim.” diye devam etti.. Pişmanlıkla ayaklarını çırptı. Yapraklar bir o tarafa, bir bu tarafa uçuştu. Esen rüzgarın eşliğinde adeta dans ediyor, huzurun resmini çiziyordu.
“Ahmet ile konuşmanı istiyorum. Sebep ne olursa olsun böyle ayrılık olmaz. Bir de bir zamana kadar ikiniz de deli gibi aşıktınız. Daha halen aşıksınız.” dedi Melek. Sibel’in omzundan destek alıp ayağa kalktı.
“Ben Ahmet’i çağıracağım. Sen burada bekle.” dedi kararlı bir şekilde. “Melek, çağırma.” Sesindeki tını tamamen tedirgindi. Gözlerinde bir şeyleri durdurmak isteyen bir çocuk vardı. Yerden aldığı güçle kendini kaldırmaya çalıştı. Olmayınca Melek’in elini hafifçe tutarak kalktı. “Ahmet’in sana karşı işlediği günah yüzünden sen onu affetmeden ben affedemem.” dedi. Bu söz, içinde taşıdığı kırgınlıkları sanki bir çivi gibi yere çaktı.
“Sibel, o bir şeyler zırvaladı. Bana ne yaptı bilmiyorum ama gördüğün gibi çok güçlüyüm. Ne yaptıysa eline yüzüne bulaştırmıştır. Affet, lütfen.” dedi, dudakları titredi. Sesi sanki bir yerlerden kırılıp dökülmüştü.
“Melek, onun yüzünden hayatın değişti. Sana yaptıkları yüzünden nefret etmediğim için şükrediyor olması lazım.” dedi ve en yakın arkadaşına sarıldı. Bu sarılış bir dostluğun, bir yoldaşlığın, yıllara meydan okuyan sevginin ifadesiydi. Melek de kollarını Sibel’e doladı. Sımsıkı, içinden gelen tüm hisleriyle. “En fazla ne yapmış olabilir? Bir şey yaptı diyorsunuz ama ne yaptığı belli değil.” dedi Melek ve gülümsedi. Gülümsemesi hüzünle karışmış bir kabullenişti. Dudaklarında geçmişin izi vardı.
Bu sohbete kahkahalarıyla teşrif eden, gürültücü sesiyle her ortamı yankılayan Sima da katılmıştı. Tüm dikkatleri üzerine çeken, dur durak bilmeyen cümleleriyle yine ortaya düşmüştü.
“Melek tatlım. Beni evlatlık alır mısın? Vallahi billahi ciddi soruyorum. Çünkü entrika desen sende, heyecan desen bolca var. Aşk mı dedin, nefret mi, kalp kırıklığı mı? Hepsi senin etrafında dönüp duruyor. Sabahın köründe bile drama servisin açık maşallah. En yakın arkadaşının eski nişanlısını, mahallenin en sinirli erkeğini şaklabana çevirdin. Daha üzerinden bir saat geçmedi. Ahmet ve o yakışıklı çocuk birbirine girdi. Yumruklar havada uçuştu. Sonra... Sonra o yakışıklı çocuk, dizleri üstüne çökerek sana ilanı aşk etti. Öyle basma kalıp sözlerle değil. Bildiğin içini döktü. Aşkına sahip çıkacağını, yanında olacağını söyledi. Hem de öyle cümlelerle ki... insanın içi titrer. Yuh sana Melek. Senin yerinde ben olacaktım, o sahne var ya masalları utandırırdı. Ama sen tepki bile vermeden oradan kaçtın. Ben olsaydım, yemin ederim ömrümün sonuna kadar o diz çöküşü rüyamda izlerdim.”
"Ne etti!!!" diye bağırdı Sibel. Elini ağzına götürmüş, yerinde zıplayarak şaşkınlığını gizleyememişti. Öyle bir coşkuyla sormuştu ki, birkaç çocuk dönüp onlara baktı ama o çoktan başka bir evrende yaşıyordu. Melek ise duydukları karşısında afallamış, ne diyeceğini bilemez haldeydi. İçinden geçenleri anlamaya çalışıyor, hafızasında geri sarma tuşuna basar gibi son saatleri tekrar tekrar düşünüyordu.
“Bana aşık olduğunu söyleyerek söz mü verdi?” dedi kendi kendine. O kadar sessiz söylemişti ki, sesi havaya karışmıştı. Cümlesini tekrarladı ama bu sefer sadece dudakları oynadı. “Bana... aşık olduğunu mu söyledi? Ben yanındayken, beni yerin dibine sokarken mi etti bunu? Ne ara etti? Ne zaman etti?” Şaşkınlıkla etrafına baktı. Sanki cümlelerin içinde kaybolmuştu. Ardından hızlı bir kararla arkasına dönüp Murat’ın yanına gitmek üzere bir adım attı ama Sibel’in sesiyle olduğu yerde durdu ve tekrar önüne döndü.
"Kalabalık ağızlı Sima. Niye oradaydın? Niye seni hiç ilgilendirmeyen lakırdıları dinliyorsun? Senin kulağın niye bu kadar keskin?" Sibel’in sesi kararlıydı. "Üstüme iyilik sağlık, ne dinleyeceğim? O çocuk Melek diye seslenince ister istemez kulak kabarttım. Merak ettim yahu. Melek yine kimin başına iş açtı diye düşündüm. Olmaz mı böyle şey?"
"Hayır, olamaz. Senin bu merakın hastalık. Anası kılıklı tellal. Allah bilir adamı takip edip, pusu kurup dinlemeye çalışıyordun. Ama boşuna çabalama. O adam sana dönüp bakmaz. G*tün açık gezsen bile bakmaz." Sibel sinirle Sima’nın kolunu yakaladı ve hızla kendine doğru çekip onu çevirdi. Gözleri öfkeyle parlıyordu. "Nesin sen? Neyin peşindesin? Önce Sabri’ye yanaştın. Çocuk yüz vermedi. Şimdi de Murat’a mı kancayı atmaya çalışıyorsun? Zor olmuyor mu senin için? Melek’in etrafında kim varsa gözünü dikmen takıntıya dönüştü. İnsan biraz onurlu olur."
Melek, bir ileri bir geri hareket eden bu sahneyi bastırmaya çalıştı ama kafasında dönen cümleler, kalbindeki çarpıntı buna izin vermedi. Derin bir nefes alarak iki kızı süzdü ve sonunda kendine hâkim olmaya çalışarak adım attı. “Boşver Sibel. Hadi gidelim.” dedi. Sibel’in omzuna nazikçe dokundu. Sonra Sima’ya döndü. Gözleri ciddiydi. “Murat benim. Bunu kafana sok. Benim olmasa bile, bir daha onun çevresinde görürsem... Anan bile seni elimden alamaz. Sabri’de olduğu gibi bu sefer alttan almam. Uyarmadı deme.”
Sima bir şeyler söylese de Melek ve Sibel, arkasından gelen söylenmeleri umursamadan yürümeye başladılar.
“Kızım, kalbin buz mu bağladı? Tepki vermedin. Benim kalbim var ya... Yemin ederim pır pır etti.” Sibel gülerken Melek’e dönüp onu omzundan dürttü.
“Vallahi bana değişik cümleler kuruyordu. Ben, Hindistan’da kaplan gören masum hintli gibi kaçarken, fukara beni sevdiğini söylemiş.”
“Ben sana sadece şunu demek istiyorum. Are you crazy? Fukara nedir ya? Cool, seksi, yakışıklı, adam gibi adam, donjuvan gibi kelimeler dağarcığında yok mu senin?” Sibel, Melek’in hayır, yapma çırpınışlarına aldırmadan saçlarını karıştırdı. “Şimdi ben Murat’ın yanına gidiyorum. Senin işini halledeceğim.”
“Niye ben değil de sen gidiyorsun? Dayak yediğim için veli mi gönderiyormuşum gibi hissettiriyor. Sakın gitme. Daha fazla adamın gözünde düşemem. Zaten benimle çok dalga geçiyor. Kafama bildiğin ‘koca kafa’ dedi.”
Melek dudaklarını büküp yerdeki yapraklara tekme savurdu.
“Sakince ve mantıklı davranacağım. Unutma. Bir kere itiraf eden, bir kez daha edebilir. O anı bekleyeceğiz. Sonra duruma göre bakarız.”
“Mantıklı hareket bu mu? Tabii canım. Zaten burası da dizi seti. Sen on bölüm boyunca adama sinir ol. Sonra hoşlanmaya başla. Adam aşkını itiraf edince de ayı görmüş fok balığı gibi kaç.”
“Kızım duymadım. Duysam farklı olurdu.”
“Ormanda ceylan mısın sen? Ne o öyle habire sekerek kaçıyorsun? Sonra Sima’nın anlatmasıyla neden kıvırcıktan kaçtım diye başını ağaçtan ağaca vur. Sonra da sezon finali gibi, ‘Ben beklerim’ diyerek bitir. Şunu unutma. Her erkek bu kadar sabır göstermez. Çok belli adamın içi sana karşı kaynıyor.” Sibel bir kez daha Melek’in saçlarını karıştırdı.
“O yüzden beklemek... Olmaz. Olmaz. Olmaz. Şimdi sen, geldiğimiz yoldan değil de diğer taraftan beş dakika yürü ve bir yere saklan. Ben de kıvırcık enişteye giderek...”
Melek kahkaha atarak Sibel’in ağzını tuttu. “Enişte mi dedin? Ayy... Ağzına çok yakıştı. Yine de bir daha deme. Şimdilik deme. Belki birkaç gün sonra bir şeyler olursa dersin. Ya da enişte kelimesini unut. Evet evet. Unut gitsin. Onun gibi erkekler bu kelimelerden hoşlanmazlar. Zengin ve yakışıklı olduğunun farkında. Enişte ağır gelir bu tiplere.”
“Ağzomo borak döli...” Melek gözlerini kırpıştırıp hızla elini Sibel’in ağzından çekti. “Deli kız. Beni öldürmek için genç olduğumu düşünmüyor musun? Heyecanla ağzıma asıldın. Nefesim kesildi.” Ağzına değişik şekiller yaparak çenesini ovuşturdu.
“Kusura bakma. Panik halindeyken yanımda kim varsa onun başına bela açıyorum. Nefesin ciğerine intikal ettiyse... Ne yapmam gerektiğini düşünelim.”
“Benim aklımdaki fikri fırına atacağız. Ya taptaze bir ilişki çıkacak. Ya da boşver diyerek adamın yedi ceddine üç kulhu bir elham okuyup amin diyeceğiz.”
Birbirlerine bakarak kahkahalar attılar.
Beş dakika sonra plan yaparak Melek, Sibel'in gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladı. Sibel de koşarak piknik alanına geçti. Sibel göz ucuyla önce top oynayanlara baktı. Ahmet onu gördüğü gibi el yordamıyla yaptıkları sahanın ortasında durdu. Sibel bakmamak için kendisiyle savaşıyordu.
Gözlerini kısarak etrafı kontrol etmeye devam etti. Önce Hakan'ın şen sesiyle dile getirdiği fıkrayı duydu. Daha halen fıkra atlatmasına şaşırmıştı. Bitmeyen fıkraları vardı anlatırken de çok eğleniyordu. Esila da yanında telefonla arka arkaya öz çekim yapıyordu. Yanlarında Murat olmadığını görünce etrafa bakmaya devam etti. Serpil hanım birkaç kızla birlikte çocukların yemeklerini yediriyordu.
Murat tek başına ağaca yaslanmış bir Esila'ya bir Hakan'a birde etrafa bakıyor. Melek'i belli etmeden aradığı belliydi. Sibel gülümseyerek arkadan Murat'ın yanına yaklaştı. Büyük ağacın arkasına saklanıp Murat'a seslendi. "Hışt, hışt arkandayım." Murat bakışlarını hayretle kıza dikip "hayırdır" der gibi yüzünü salladı. "Melek ormanda kayboldu." demesiyle Murat'ın önüne dönmesi bir olmuştu. "Hışt kayboldu diyorum. Nerdeyse yemek saati olacak eğer bulamazsam annem beni de Melek'i de öldürür."
Murat'ın kendisine bakmasını bir süre bekledi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi ağacın arkasından ormanın içine doğru söylenerek yürüdü. "Kıvırcık salatası ne olacak. Allah bilir koca delisi Sima'nın uydurmasına kurban edildik. Nasıl olur kazık kadar adam bir kız kayboldu dediğim de ilgilenmez. İnsani kurallara tamamen aykırı." Arka tarafından çıtırtı duyduğu gibi irkilerek etrafına baktı.
"Kim var orada? Çabuk çık ortaya." dedi yavaşça geldiği yöne döndü. "Gerçekten de seni gizlice izleyen birinin 'kim var orada' dediğinde çıkacağını mı düşünüyorsun?"
"Bismillah, aaaaaa..."
"Dikkat et!" Murat, Sibel'in kolundan tutmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Sibel sırt üstü yere düşmüş acı çekiyormuş gibi etrafa bakıyordu. "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" dedi Murat, gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Ciğer arayan kedi gibi etrafta gezindiğinizi bilmediğimden dolayı ödüm bir yerime karıştı." Sibel dilini ısırıp düştüğü yerden kalktı. Argo konuşmayı hem beceremezdi hemde bir genç kızın ağzına yakışmadığını düşünürdü.
"Yüreğim ağzıma geldi. Aklım çıktı... Kalbim bir an atmayı unuttu. Ayaklarım ters döndü." Düştüğü için karışan saçlarını eliyle düzeltti. "Bu yüzden iyi olduğumu Melek'i bulana kadar sorma. Kaba konuşma tarzımıda duymadın farzederek devam edelim."
"Ben bir şey duymadım. Şimdi iyi misin? Düşüş şeklin dehşet'ül vahşetti." Kahkahalar atarak gülmeye başladı.
"Kusura bakma, iyi olduğuna emin misin?" Sibel söylenilen sözleri, atılan kahkahayı umursamadan burnunu dikleştirip ellerini önünde bağladı. "Aramaya nereden başlayalım." dedi. Konuyu değiştirmek istiyordu. Kendi haline gülünse de artık bir şeyleri ciddiye alması gerekiyordu.
Murat ağaçlarla çevrili alana bakarak yüzünü ciddileştirdi. "Kara kız burada kaybolması normal değil. Bir yerde dinleniyor olmasın."
"Yok kayboldu. Dinlense bilirim." dedi Sibel. Artık konu değişmişti. Sessiz bir mutabakatla aramaya başladılar.
"On dakika önce senin yanındaydı. Hangi ara kayboldu."
"Bulunca sorarsın. Ben de anlamadım. Diğer adı hızlı Gonzalez. Pır diye kayboldu."
"Ne değişik takma isimler buluyorsunuz. Bana da toraman demişti. Bulalım da hızlı Gonzalez’i. Çantasına bir dahakine çip takarım." Murat’ın kalbi Melek’i görmek isterken. Mantığı görmek istemiyordu. Kalbi başka söylüyordu. Ama aklı bir yerlerde tehlike seziyordu. İçindeki bu çelişkiyle mücadele ederek yürümeye devam etti.
Sibel ise acı iniltiler eşliğinde yürümeye çalışıyordu. Her adımında biraz daha dramatize ediyor. İşi biraz daha inandırıcı kılmak istiyordu. Murat homurdanarak bir anda durdu. Sibel’e dönerek yüzeysel olarak haline baktı.
"Neyin var. Kocaman orman seni dinliyor. İnliyorsun."
"Bacağım burkulmuş. Yürümekte zorluk çekiyorum. Ahhh. Kolum."
"Bacağın mı. Kolun mu acıyor. Bildiğin lap diye düştün. O kadar acı verdiğini düşünmemiştim." Sibel gözlerini belertip yere baktı. ‘Şimdi foyam ortaya çıkacak’ diye içinden mırıldandı. Melek’le plan yaparken Sibel kendini işten sıyırması için bir bahaneyle kenara çekilecekti. Düşme işi gerçekten olmuştu. Ama düşme beklenenden daha hafif gerçekleşince. Yaralanmış gibi davranmak zorunda kaldı.
Sibel başını yerden kaldırıp birkaç adım Murat’a yaklaştı. "Düştüğüme göre hem kolum hem bacağım yara almış olabilir. Neyse. Melek’in arkadaşıyım diye davranışlarınızı hoş görüyorum. Aramaya devam edelim." Topallayarak yürümeye başladı. Ama topallama o kadar yapaydı ki Murat’ın kaşları hafifçe havaya kalktı. "Topal halinle aramayı mı düşünüyorsun."
"Haklısın. Sen tek başına ara. Ben de insanları oyalamak işiyle uğraşacağım."
Sibel söyledikten hemen sonra bir anda topallamasını unutup koşarak uzaklaştı.
Murat bir süre olduğu yerde durdu. Sibel’in koşuşuna bakıp içinden bir kahkaha attı. Sonra ciddileşti. İçindeki endişe yeniden filizlendi.
Tek başına aramaya başlayalı beş dakika olmuştu. Güneş tepede parlıyor. Rüzgar ağaçların dallarını hafifçe sallıyordu. Kuşlar ötüyor. Ama içi rahat etmiyordu.
Adımlarını ormanın içine doğru götürdü. Ağaçların gölgeleri yerde dans ediyor. Her adımı biraz daha gölgelerin içine çekiyordu. "Bayan Kapya nerdesin. Hadi çık. Bak ben buradayım."
Cevap yoktu. Rüzgar ve kuş sesleri haricinde etrafta kimse yoktu.
"Melek güzelim. Neredesin." Nefesi hızlandı. Kalbi göğsünü yumruklamaya başladı. Kaybolma ihtimali yoktu. Bu alan baştan sona güvenlikle çevriliydi. Ama yine de ihtimaller vardı. Düşmüş olabilir. Birine rastlamış olabilir. Ya da saklanıyor da olabilirdi.
"Melek. Ses ver. Yanına gelirim. Polisi aramak durumunda kalacağım. Lütfen ses ver." Gözlerini sıkıca kapatıp ellerini saçlarına geçirdi. Birkaç saniye durdu. İçindeki kaygı boğazına oturmuştu. Sonra tekrar bağırdı. "Melek. Neredesin."
Tam o anda. Sıcak. Tatlı. Tanıdık bir nefes yüzüne dokundu.
Sanki biri ciğerlerine taze dağ havası üflemişti. Gözleri aniden açıldı. Karşısında Melek. Elini Murat’ın yanağına koymuş. Hafifçe gülümsüyordu. "Ben buradayım. En yakınında. Olmak istediğim yerde."
Murat bir an konuşamadı. Gözleri Melek’in gözlerine kilitlenmişti. Sanki az önceki tüm korkular, kaygılar bir anda çözüldü.
______
Görüşürüz. Desteklerini bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 129.84k Okunma |
11.31k Oy |
0 Takip |
132 Bölümlü Kitap |