69. Bölüm

46. Tek Kıvılcım

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ❤

Okumadan evvel BEĞENİ butonuna tıklayınız.

Başlayalım

_________

“Melek, nerdesin?” Murat’ın sesi sabırsız ama aynı zamanda endişeliydi. Ağacın gövdesine yaslanmış, etrafı tararken birden sıcak, tatlı bir nefes yüzüne doğru yayıldı. Gözleri istemsizce kısıldı. Bir adım geriye çekilmek isterken yanağına yumuşak bir elin dokunuşunu hissetti. Melek’in eli, hafifçe titreyen parmaklarıyla Murat’ın yanağını okşuyordu. Yumuşaktı, sıcak ve ilk kez bu kadar yakın hissediyordu onu.

"Ben buradayım. En yakınında. Olmak istediğim yerde." dedi Melek, sesi fısıltı gibi ama içinde kırılgan bir güven vardı.
Murat bir anda gözlerini açtı. Şaşkınlıkla irkilmişti. Aynı hızla gözlerini tekrar kapatıp birkaç adım geri çekildi. Bu hareketi yaparken dal parçasına takılıp sendelemiş, sonra toparlanıp ayakta kalmıştı.

Melek’in gözleri büyüdü. Yüzündeki ifade bir anda değişti. Sanki kalbinden bir şey kopup yere düşmüştü. O an, Murat’ın geri çekilişi onun gözünde bir reddediş gibi görünmüştü. Gözlerini kaçırdı. Sima'nın dedikleri yalan mıydı? Boğazı düğümlendi. Yutkunmak istedi ama tükürüğü bile geçmiyordu.
“Özür dilerim. Seni korkutmak istemedim.” dedi. Kelimeleri seçerek, yavaşça konuşuyordu. “Sadece seninle konuşmak istedim.”

Murat bir süre cevap vermedi. Gözlerini kısmış, Melek’e dikkatle bakıyordu. Nefes alışverişi hızlanmıştı. Kalbindeki karmaşayla yüzleşmeye çalışıyor gibiydi. Ardından konuştu. “Özür dilemen için zamanlamanın önemli olduğunu bilmiyor musun?” dedi. Sesi soğuk ve keskin çıkmıştı. “O anda özür dileyecektin. O an geçtikten sonra özrün pek bir şey ifade etmiyor.”

Melek, içindeki tüm cesareti toparlamaya çalıştı. Dudaklarını ısırdı. Sonra sesini yükseltti. “Aman be. Niye geldim ki buraya? Asıl sen niye benim olduğum pikniğe geldin?” Sözleri Murat’ın damarına basmıştı. Aniden arkasındaki ağaca yumruğunu geçirdi. Ağaç gövdesinden sert bir ses geldi. Kuşlar havalanırken, Melek gözleri büyümüş şekilde öylece kalakaldı. Murat acıyla eline bakıp üflemeye başladı.

“Lanet olsun. Senin yüzünden kafayı yemek üzereyim.” dedi. Elini hâlâ acıyla ovuşturuyordu. “Melek, kafandaki düşünce ne?” diye devam etti. “Sana içimi açtıktan sonra ne yanlışımı gördün? Hangi kusurum, hangi sözüm seni benden uzaklaştıracak kadar itekledi? Bana hiç mi güvenmiyorsun?”

Melek nefes aldı. Gözlerini kaçırmadan, açık yüreklilikle cevapladı. “Evet.” Bir an sessizlik oldu. Bu tek kelime Murat’ı sarsmıştı. “İyi misin?” dedi Melek, ani bir ton değişikliğiyle. Murat’ın elinin kızardığını görünce artık öfkesine değil, onun eline odaklanmıştı. Hemen birkaç adımda yanına gelip eline baktı.

“Ağaca yumruk atılır mı? Ayy... Elin çok kötü olmuş.” Murat kaşlarını çattı. Elini çekmeye çalıştı ama Melek bırakmadı.
“Ben iyiyim.” dedi. Sesi kısıktı. “Ne özür dileyeceksen dile de buradan gidelim. Bana güvenmemeni anlarım. Hakkın da var belki ama sen denemeye bile çalışmadın. Bizden olur mu, olmaz mı merak bile etmedin.”

Cebinden diğer elini çıkarıp içine baktı. Orada bir not, ya da bir umut arıyormuş gibiydi ama eli boştaydı. Acısını belli etmeden cebine geri koydu. “Seni dinliyorum. Özür dosyan kabarık olduğu için, nereden başlayacağını mı düşünüyorsun?” Melek gözlerini devirip başını iki yana salladı. “Diş bileyerek mi geldin buraya?” dedi. “Kendi kendine mahkeme kurmuşsun. Hükmü vermişsin bile. Ben sadece konuşmak istedim. Başka ne bekliyorsun ki? Zaten seni korkuttuğum için özür diledim. Yetmedi mi?”

“Yetmedi.” dedi Murat. Ardından bir adım daha yaklaştı. “Ben normalde aptal bir adam değilim. Ama senin yanındayken ne bileyim, öyle oluyorum işte. Ve sen bana bunu yapamazsın.” Bir süre sustu. Sonra kelimelerini özenle seçerek devam etti. “Kalbin beni görmediği için özür dilemelisin. Başka erkeklere gülüşünü, sarılmanı pervasızca sunarken içimin yandığını fark etmediğin için özür dilemelisin. Ben sana içimi açtığımda sessiz kalıp beni yalnız bıraktığın için özür dilemelisin. Günlerdir rüyalarımda dizlerime yattığın için özür dilemelisin. Her yerde seni görmek zorunda kaldığım için de özür dilemelisin.”

Parmağını kaldırdı ve Melek’in alnına nazikçe dayadı. “Yanlış anlamanı istemem. Ben değil, kalbim seni çok sevdi. O yüzden kalbimden de özür dilemelisin.”

Melek’in dudakları aralandı. Gözleri hafifçe dolmuştu ama hemen toparlandı.
“Sende özür dile o zaman.” dedi Melek. “Ben de seni her yerde görüyorum. Durmadan. Her sabah, her akşam. Benim yanımda, odamda, zihnimde, kalbimde. Hep oradasın. Nereye baksam sen varsın. Ve senin yüzünden hayatımın dengesi bozuldu.”

Birden gökyüzü karardı. Gök gürledi ve birkaç saniye sonra yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Damlalar hızla yere düşerken Murat başını gökyüzüne kaldırdı. Yüzüne vuran yağmura aldırmadan konuştu. “Şu yağan yağmur şahit olsun.” dedi. “Benim aklım sana düştükten sonra başka hiçbir kadının hayali bile kalmadı. Hepsinin cenaze namazını kıldım. Artık tek bir kişi var. Sen. Bana az da olsa güven. Seni yormam, üzmem. Yeter ki bir şans ver.”

Başını eğdi. Gözleri yine Melek’e çevrilmişti. Elini uzattı. Melek’in elini tutmak istiyordu. Yağmurdan korunmak için ağacın gövdesine sığınmasını istemişti ama Melek geri adım attı. Kolunu kendine doğru çekip arkasına döndü.

“Kahretsin.” dedi Murat dişlerini sıkarak. “Beni istemediğini söyledikten sonra nasıl olur da farklı bir anlamla elini tutabileceğimi düşünürsün? Tek derdim seni yağmurdan korumaktı. Gövdesi kalın bir ağacın altına alacaktım seni. Üşümeni istemedim.”

Yutkundu. Nefesi düzensizleşmişti.
“Ne desem haksız oluyorum. Seni tanımadan önceki Murat ile şimdiki Murat arasında fark var ama sen hâlâ geçmişte yaşıyorsun.” Melek sessizce arkasını döndü. Yağmurun altında kalan saçları yüzüne yapışmıştı. Gözlerini yere dikti. “Murat, seni yanlış ya da haksız bulmuyorum. Sadece özür dilemek için güç topluyorum. Konuşmak için önce kendimle savaşmam gerekiyor. Eğer önce özür dilemem gerekiyorsa seve seve dilerim.”

Murat başını iki yana salladı. Islak kirpiklerinin arasından bakarak konuştu.
“Yağmur altında olmak zorunda değilsin. Lütfen hasta olma.” Melek bir süre cevap vermedi. Ağaçlardan süzülen yağmur damlalarına baktı. Sanki her biri içinde biriken duyguları temsil ediyordu. Ardından yavaşça Murat’a yaklaştı. Yağmurun sesinin bastırdığı ortamda sesini yükselterek bağırdı. “Benden çok fazla bir şey bekleme.” dedi. Sonra Murat’ın kalbinin üzerine elini koydu. Elinin altında attığını hissettiği kalp, kendi kalbiyle senkron gibi atıyordu.

"Kalbim seni gördüğü halde sessiz kaldığı için özür dilerim. Çıkma teklifine kalpten evet dediğim halde hayır naraları attığım için özür dilerim. Rüyalarında dizlerine zarar verdiğim için özür dilerim. Her yerde benim hayalimi görerek bunaldığın için özür dilerim."

Melek, bütün içtenliğiyle konuşmuştu. Sesinde pişmanlık, yüzünde ise yılların ağırlığını taşıyan bir yorgunluk vardı. Kendini Murat’a doğru yaklaştırdı. Aralarındaki mesafe artık nefes kadar kısa hale geldiğinde yanağına küçük, tedirgin ama sevgi dolu bir buse kondurdu. Ardından hafifçe geri çekildi.

Murat, karşısındaki kızın ıslak saçlarına baktı. Yağmurun ağırlaştırdığı bukleler, yanaklarına yapışmıştı. Kirpiklerinin ucunda yağmur taneleri titriyordu. Kahverengi gözleri buğulanmıştı ama hala parlıyordu. Onlara baktıkça kalbinde tanımlayamadığı bir sızı, bir sevinç ve garip bir sükûnet aynı anda yankılandı.

Elini yavaşça yanağına götürdü. Az önce Melek’in öptüğü noktaya dokundu. Bu yaşadığı an gerçek miydi? Eğer gerçekse hiç bitmesin, eğer bir rüyaysa uyanmasın istiyordu. "Sen şimdi beni öptün mü? Sonra hatırlamadım demek yok." Melek, gözlerini kıstı. O anın kaçamayacak kadar kıymetli olduğunu biliyordu. Cebinden telefonunu çıkardı. Yeniden yanağından öptü ve bir selfie çekti. "Artık aramıza öpücük girdi. Beni bırakamazsın."

Murat, gülümsedi ama gözlerinin içi ciddiydi. "Melek Kapya. Elinde büyük bir delil var artık. Seni bırakmam imkansız."
Ses tonu farklıydı. Bu bir şaka değildi. Bu bir yemin gibiydi. Bir teslimiyetti.
Melek gülümsedi. "Güzellik. O delili bana da yolla. Ayrılmamız daha da imkansız olsun."

Murat hala aynı ciddiyetle bakıyordu. Sadece gözlerinin kenarında beliren ufak çizgiler onun içten güldüğünün işaretiydi. Melek’in kahkaha atmasıyla Murat’ın zihninde bir konu çakıldı. Gülüş kesildiğinde kalbini yokladı. "İyi de o adama biraz önce sen sarılıyordun. Dayak yemesin diye önüme bile geçtin. Daha önceden de Salih’i benim yerime tercih etmiştin." Kaşlarını çattı. "Senin kalbinde benim değerim var mı?"

Bu soru, Melek’in içinde bir yeri titretti. O an canı yandı. Ayağını Murat’ın dizine vurdu. Sertçe değil ama hissedilecek kadar netti. "Görüyorum ki sen de bana güvenmiyorsun."

Bu cümleyle birlikte Murat’ın göğsüne iki elini koydu ve itti. Murat birkaç adım sendeleyerek geri çekildi.

"O sarıldığım erkek var ya. Sibel’in eski nişanlısı. Bana sarılması en fazla abi kardeş gibi olur. Aralarını bulmaya çalışıyordum. Ve Salih… İlk iki hafta boyunca kısa süreli hoşlandım. Hepsi o kadar. Ama sonra kalbime senin gibi kıvırcık hükmetti. Öylesine bir erkeği öpeceğimi nasıl düşünürsün? Şu anda senden hoşlanan kalbime ceza vermediğim için pişmanım."

Sözlerini bitirdiğinde nefes nefeseydi. Yağmur hızlanmıştı. Islak tişörtü bedenine yapışmıştı ama umrunda bile değildi. Murat heyecanla bir adım yaklaştı. "Özür dilerim." Ellerini Melek’in omuzlarına yerleştirdi. Gülümsüyordu. Bu gülümseme bir zaferin, bir kabullenişin gülümsemesiydi.

"Güzelim birbirimize güvenmeyi öğreneceğiz. Sen ve ben değiliz artık. Biz olduk." Melek gözlerini kaçırmadı. Ama sesi kırılgandı. "Bu konuşmadan sonra olmalı mıyız? Biz olursak pişman olmaz mısın? Veya ben pişman olmaz mıyım?"

Murat’ın bütün mimikleri yumuşadı. Yüzü bir şiir gibi açıldı. Omuzlarını yavaşça kendine doğru çekti. "Pişman olmaman için elimden geleni yapacağımı söylesem. Bana umut verir misin?"
Melek’in gözlerinin içine baktı. Artık sadece kalpleri değil, gözleri de birbirine kenetlenmişti. Melek aldığı cesaretle elini Murat’ın kalbinin üzerine koydu.
"Çok güzel atıyor."

Murat göz kırpmadan bakmaya devam etti. "Eminim seninki de öyle güzel atıyordur." Sözlerinden sonra beş dakikalık bir sessizlik çöktü. Yağmur sonunda gökyüzünü terk etti. Ağaçlardan damlayan suların sesi kaldı geriye. Üzerlerindeki kıyafetler sırılsıklamdı. Ayakkabıları suyla dolmuş, saçları boyunlarına yapışmıştı. Yine de birbirlerine baktılar ve kahkahalarla gülmeye başladılar.

O kahkaha, içlerindeki bütün kırgınlıkları bir süreliğine de olsa silmişti. Melek dudağını ısırarak birkaç adım geri çekildi. "Şimdiden bu konuyu konuşalım. Bazı konularda yakınlaşma gibi benden beklentin olmasın. Öyle bir şey yapmam imkansız." Bu cümleyi söylemek onun için kolay değildi. Sesi ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da titriyordu. Murat’ın ne tepki vereceğini kestiremiyordu.

"Cinsellik olarak beklenti mi?" Melek başıyla onayladı. "Hiçbir zaman mı?"
Murat’ın sesi şaşkınlıkla karışıktı. "Evlendikten sonra da mı olmaz?"

Melek’in yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Başını yere eğdi. Ayaklarıyla çimenleri eşeliyordu. "Hayır ya. O zaman başka bir seviye oluyor. Başka kurallarım da var. Sonra konuşalım onları."

Utancından ne diyeceğini bilemedi. Gözlerini kaçırdı. Elleriyle saçlarını karıştırdı. Konuyu dağıtmak istercesine başını sağa sola çevirdi. "Öperim ama ona karışmak yok. Ben temas bağımlısıyım." Sırıttı.

"Hele bir öp. Tokadı yersin." Murat kahkaha attı. "Her öpücük için bir tokat. Güzel anlaşma." Melek daha fazla dayanamadı. "Konuyu kapatır mısın!"
Ellerini Murat’ın ağzına kapatacak gibi yaptı. "Yeter. Zaten şu an içim karmakarışık. Bu saçma konularla daha fazla rezil olmak istemiyorum."

Murat başını salladı. Gülümsemesi kaybolmamıştı. "Tamam. Söz. Ama bil ki, sana sadece temas için değil, hayatım için de bağlandım. Bu kalp artık seninle atıyor. Eğer bir gün sınırlarını ihlal edecek olursam, hatırlat. Çünkü seni kaybetmek istemem." Melek başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Sessizlik bu kez bir cevaptı. Onaylayan, kabullenen, bağlanan bir cevaptı.

"Murat ya... Piknik alanını fazlasıyla merak ediyorum. Bayadır ortalıkta yoktuk." demesiyle Murat, artık kendini daha fazla tutamadan Melek’in yüzünü elleri arasına aldı. Bu temas, içindeki bütün yangınları gün yüzüne çıkardı. Kalbinin hızla atmasına engel olamıyordu. Parmakları, kızın yüzünde hafifçe titredi. Gözleri, Melek'in gözlerinin içine baktığında sadece bir şey söyledi. "Atacağın tokatı kabul ediyorum." Ardından dudaklarına sıkıca yapıştı. Ne olacağını düşünmeden, kalbinin peşinden gitti.

Aniden alev alan bir kıvılcım gibi Melek dudağına değen o sıcaklığı hissettiğinde, içi tutuştu. Gözlerini kıstı. Gözbebekleri Murat’ın gözlerine kenetlendi. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Kıpırdayamıyordu. Karşılık vermeli miydi, yoksa geriye mi kaçmalıydı. Kararsızlıkla donup kaldı. Dudakları kıpırdamadı. Hareketsizdi. Ama Murat da bu hareketsizliği anlamış olacak ki o da dudaklarını Melek'inkilerden ayırdı. Yüzünde pişmanlıkla karışık bir burukluk vardı. "İzin almalıydım." dedi alçak bir sesle.

"Öyle yapmalıydın." Melek, yaşadığı şoku üzerinden atmaya çalışırken bir yandan kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi oluşuna engel olmaya çalışıyordu. Aklı karmakarışıktı. Yüz erkeğin içinde olsa birine bile bakmazken, bu adamın onu böylesine allak bullak etmesine akıl erdiremiyordu. Sabri de hiç böyle bir etki yaratmamıştı. Onu hiç arzulamamıştı. Belki de arzulamıştı ama fark etmemişti. Ama Murat... Murat her fırsatta ne kadar arzuladığını belli ediyordu. Sessiz kalmak, bu kadar his doluyken zorlaşıyordu. Kalbi, mantığına rest çekiyordu. İçinden gelen tokadı atmalıydı ama düşünceleri tokatla değil başka türlü cevap vermek istiyordu.

"Kafamın içinde davul zurna ekibi var. Ayarlarımla oynuyorsun Murat Arsel. Ve bu hiç hoşuma gitmiyor." Sesini titrek çıkarmıştı. Bu sözleri söylerken bile gözleri Murat’a dalıp gidiyordu. Dudakları az önce yaşadığı teması hâlâ hissediyordu. İlk defa bir erkeğin dudaklarına bu kadar yakındı. İlk defa böyle bir temasta, kendini tamamen bırakmıştı. Kalbi göğsüne sığmayacak kadar büyümüş gibiydi. Göğsünde çırpınan bir kuş gibiydi adeta.

Murat, sanki dalından koparmaya kıyamadığı bir gül gibi narince geri çekildi. Elleriyle Melek’in yüzünü usulca okşadı. Sonra üç dört minik öpücükle bu temasın izlerini dudaklarıyla mühürledi. Melek gözlerini kapattı. Gülümsüyordu. Utançla karışık bir teslimiyet vardı gülümseyişinde. Bu, ona ait bir duyguydu. İlk kez birini bu kadar derin hissediyordu. Alnına yerleştirilen bir öpücükle zaman durmuş gibiydi.

"Ben saatlerce öperim de seni merak ederler." dedi Murat, sesi kısık ama içten bir tonla. "Evet... Merak ederler." Melek kekeliyerek konuşmuştu. Dili dönmüyordu. Kalbi hâlâ kontrolsüzce atıyordu. İleri geri birkaç adım yürüdü. Elleriyle saçlarını karıştırdı. Parmakları ıslanmış saç tellerine takıldı. Nereye bakacağını bilmiyor gibiydi. Murat ise birkaç adım arkasından yürüyordu. Genç adam onun şaşkın hallerine bakarken sırıtmaktan kendini alamıyordu. Öptüğüne hâlâ inanamıyordu. Bir de üstüne karşılık almıştı. Bu, onun için mucize gibiydi. Melek’in üzerine yapışan pembe badisi, ıslanmış olduğu için siyah sütyenini belirginleştirmişti. Kot pantolonu da bedenine biraz daha yapışmıştı. Tüm bu görüntü Murat’ı büyülemişti.

"Beni her yerde gördüğünü söylemiştin. Bunu bir ara uzunca konuşalım." dedi genç adam. Melek duymuştu ama cevap vermedi. Cevap verecek halde değildi. Dilini yutmuş gibiydi. Gözlerini yere dikmişti. Kendiyle kavga eder gibiydi. Piknik alanına on beş, yirmi adım kala Murat, kadının üzerindeki badiye bir kez daha baktı. Ardından kendi üzerindeki deri ceketini çıkardı. Usulca Melek'in yanına yaklaştı. Şaşkın bakışlara aldırmadan ceketi omuzlarına yerleştirdi.

"Bu omzunda kalsa iyi olur." dedi. Gözlerini kaçırarak başka bir yöne döndü. Gülmeye devam etti. Melek, tedirginlikle kalçasına elini götürdü. Badisine baktı. Her şey ortadaydı. "Niye baştan söylemiyorsun?" diye sordu gözlerini kısarak.

"Neden kendimi bundan mahrum edeyim ki?" Melek, sanki üstünü kapatmakla bu utancı silmeye çalışıyordu. Burnunu çekti. Utançla Murat’ın koluna yumruk attı. "Ya hala ne bakıyorsun?" Murat, muzipçe saçlarına dokundu. "Sen de bana bak. Böyle bir hakkın var. Sevdiğim kadına doyasıya bakmayacaksam, bunu suç sayarım." dedi.

Ceketi üzerine geçirdikten sonra yüzüne yapışan saç tellerini geriye attı. Ardından bağırdı. "Seni gerçekten döverim."

"Seksi vücut hatlarının olmaması çok iyi. Düşünsene... Çok seksi bir kadın olduğunu." demesiyle birlikte Murat, kahkaha atarak Melek’in yanından uzaklaştı. Aslında Murat'ın gözünde Melek'den daha güzel bir kadın yoktu ama kafası karışsın istiyordu.

"Ne... Ne!!! Seni öldüreceğim." diyerek Melek onun arkasından koştu. Murat önde, Melek arkasında, çocuk gibi kahkahalar atarak piknik alanına doğru koştular.

********

"Baba... Ölecek miyim?" Hastane odasının çocuklar için özel tasarlanmış modern mobilyaları, renkli perdeleri, oyuncak köşesi, neşeli duvar kağıtları küçük kızın gözünde hiçbiri bir anlam taşımıyordu. Kafasında yalnızca tek bir soru vardı. Cevabını babasından bekliyordu. Salih’in yutkunarak başını yere eğmesiyle kız yeniden konuştu. Bu kez başını anneannesine çevirdi. Gözleri buğuluydu. "Nine... Ölecek miyim?"

İkbal Hanım elindeki peçeteyle gözlerine hücum eden yaşları silmeye çalıştı. Sesi titriyordu. Fakat torununun yanında güçlü durmaya çalıştı. "Torun filan dinlemem. Basarım kalçana beş parmağı. Beş yaşındasın sen. Benim gibi altmış beş değil. Hadi uyu. Böyle büyük cümleler senin gibi küçük bir kızın ağzına hiç yakışmıyor." dedi. Ardından odadan çıktı. Ama kapının kapanmasıyla birlikte duygularına hâkim olamadı. Koridorun ortasına kadar zorla yürüdü. Sonra yaşlı vücudu daha fazla dayanamadı. Bir sandalyeye çöküp hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

Tam o sırada çocuk hemşiresi Belkıs Hanım onu gördü. Koşarak yanına geldi.
"İkbal Hanım... İyi misiniz?" dedi endişeyle. "Bir sorun mu var?" İkbal Hanım başını yavaşça salladı. Gözyaşları akmaya devam ediyordu. Kırık dökük bir sesle konuştu. "Kızım gibi torunum da ölüyor. Kızımın iki yadigarından birini kaybediyorum." Gözyaşları boğazına düğümlenmişti. Elleriyle gözlerini sildi ama ağlaması şiddetlenmişti.

Belkıs Hanım, hafifçe onun omzuna dokundu. "Merak etmeyin. Yağmur güçlü bir çocuk. Üç yıldır bu hastalıkla mücadele ediyor. Şimdi de mücadele edecektir."

Bu sözlerle umutlanmak istese de İkbal Hanım artık dayanacak gücü kalmamış bir kadındı. Ne tutunacağı bir umut kalmıştı ne de doktorlardan duyacağı iyi bir haber. Çünkü Yağmur doğuştan kalp hastası olarak dünyaya gelmişti. Üç buçuk yaşına kadar doktorların umursamazlığı yüzünden hastalığı fark edilmemişti. Dört yaşında kalp pili takılmıştı ama bu da çözüm olmamıştı. Kalp nakli gerekiyordu. Ailenin elinden hiçbir şey gelmiyordu. Her geçen gün biraz daha düşüyor, biraz daha sönüyordu Yağmur’un hayat ışığı.

Salih, sabah küçük kızını baygın halde yatağında bulduğu an dünyası başına yıkılmıştı. Vakit kaybetmeden hastaneye getirmişti. Grip bile olsa ölümcül sonuç doğurabileceğini bildiği için kızını pamuklara sarar gibi koruyordu. Ama şimdi pamuklar delinmiş, savunmasız kalmışlardı. Ve Yağmur'un o küçük bedeniyle verdiği savaş, artık zamanla yarış haline gelmişti...

Çocuk kardiyoloji uzmanı, Yağmur’un dosyasını inceledikten sonra ciddiyetini bozmadan konuşmuştu. Küçük kızın kalp ritminde düzensizlikler baş göstermişti. O nedenle birkaç hafta boyunca hastanede misafir edeceklerini söylemişti. Bunu duyduğunda ilk itiraz eden Yağmur olmuştu. “Ben burada şıkılırım. Doktor amca, burada kalmak iştemiyorum.” demişti. Kelimeler ağzında şekil değiştirirken gözlerinin içi dolmuştu. Göz pınarlarında asılı duran yaşlar, tüm kararlılığına rağmen düşmemek için direniyordu. Bu tatlı itiraz karşısında doktor gülümsemişti. Ama gülümsemenin arkasında, saklamaya çalıştığı büyük bir ciddiyet vardı.

Salih’i özel olarak konuşmak için muayenehanesine davet etmişti. Odanın kapısını açarak eliyle Salih’e buyur etti. Salih içeri girerken adımlarında bir yavaşlık vardı. Sanki her adımı, kızı için geleceğe doğru atılmış ağır bir adımdı. Yerlerine oturduklarında doktor bilgisayarında Yağmur’un dosyasını ararken Salih sabırsız ama sessizdi. Nefesini tutmuştu adeta. Sadece gözleri hareket ediyordu. Parmakları dizlerinde kenetli, sımsıkı kapanmıştı.

Doktor dosyayı açtıktan sonra birkaç saniye ekrana baktı. Ardından gözlerini Salih’e çevirdi. “Nasıl söylenir bilmiyorum.” dedi. Sesi ağırlaşmıştı. Her kelime dudaklarından çıkmadan önce içinden geçiyordu sanki. “Yağmur’un durumu ciddi. Kalp ritmi düzensiz. Nakil olması gerekiyor. Ve bu süre içinde hastanede gözetim altında olursa çok daha iyi olur.”

Salih’in başı yavaşça öne eğildi. Gözleri doldu. Boğazındaki düğüm yutkunmasını zorlaştırdı. Bu sözleri ilk defa duymuyordu ama sanki her defasında daha derine işliyordu. Elleri hâlâ birbirine kenetliydi. Bu kez daha da sıkmıştı. “Kalp nakli mi dediniz?” dedi gözleri yaşlarla dolarken. Gözlerinden bir damla düştü. Dudakları titredi. O an duygularını kontrol etmek imkânsızdı.

Doktor üzgün olduğunu belli eden bir tavırla ayağa kalktı. Masanın etrafından dolaşıp Salih’in yanına geldi. Elini dostane bir şekilde Salih’in omzuna koydu. “İyi olması için savaşacağım. Kendi kızım da bu yaşlarda. Sizi çok iyi anlıyorum. Elimden geleni yapacağız. Hastane olarak her şeyi sağlamak için buradayız.” dedi.

Salih başını hafifçe sallayarak ayağa kalktı. Teşekkür edecek gücü bile kalmamıştı. Ayakta zor duruyordu. Odayı sessizce terk etti. Kapıyı açtığında gözleri hâlâ buğuluydu. Kalbi sızlıyor, içinden geçen binlerce kelimeye rağmen tek bir şey söyleyemiyordu.

Koridoru geçip yeniden odasına yöneldi. Kapının aralığından içeriyi izlediğinde, Yağmur’un yatağın üstünde oyuncaklarıyla oynadığını gördü. Küçük elleriyle peluş ayısını kavramıştı. Kolundaki seruma hiç aldırış etmiyordu. Salih odadaki sandalyeye kendini bıraktı. Bütün ağırlığını ona yüklemişti. Göz kapaklarını indirdi. Gözyaşları bir kez daha serbest kalmıştı. Sessizce akıyordu.

Yağmur bir anda elindeki ayıyı fırlattı. Dudaklarını büktü. Gözlerinde sitem vardı. “Annem neden gelmedi? Aldığı oyuncakla oynamak yetmiyor. Annemi kovduğun için gelmiyor.” dedi. Sesi yumuşak ama dokunaklıydı. İçinde kırgınlık taşıyordu.

Salih, derin bir nefes aldı. Ellerini başına götürüp saçlarının arasından geçirdi. Gözlerini kapattı. “Yağmur... Annen öldü. Yalvarıyorum. Bildiğin soruları bir daha sorma.” dedi. Sesi titrekti. Dudaklarının arasından dökülen her kelime yıkıcıydı. Kızının her sorduğu soru onu bir kez daha öldürüyordu.

Yağmur, peluş ayıya kısa bir bakış attıktan sonra kolundaki serumu tutarak çekmeye başladı. Salih bunu fark ettiğinde hızla ayağa kalktı. “Yağmur ne yaptın?” Şefkatle söylemek istemişti bu sözleri ama korku sesine hâkim olmuştu. Kelimeler ağzından sert çıkmıştı. Kızına ulaşmaya çalışırken kapıya yöneldi. Bağırmaya başladı.

“Hemşire hanım. Hemşire hanım. Acilen gelir misiniz?” Kan yavaşça akıyordu. Salih hemen yakındaki masadan pamuk alarak kızının koluna bastırdı. Yağmur’un bedeni bir uçtan diğerine ağlayarak savruluyordu. “Benim annem Eşila. Annem nerede diye şoruyorum. Anneciğimi, ilk annemi daha çok şevdiğin için mi iştemiyorşun? Öldü demedin mi? Öldüyşe neden yaşayan annemi benden alıyorşun?” dedi. Küçücük yüreğiyle büyük hesaplar soruyordu.

O anda hemşire odaya koşarak girdi. Yaşananları görünce hızlıca durumu kavradı. Çocuk hastalarında bu tür krizlere alışkındı. Hele ki anne konusundaki boşluklar çocuklarda derin yaralar bırakıyordu. “Küçük hanımı kim sinirlendirdi? Yoksa baban mı bu hatayı yaptı?” dedi hemşire. Yağmur’un gözyaşları bir anda durmuş gibiydi. Kocaman açılmış gözlerini hemşireye çevirdi. “Babam annemi getirmiyor.” dedi. Gözlerinde tekrar umut belirmişti. Annesinin gelebileceğini düşündü.

Hemşire, Salih’e dönerek muzipçe el salladı. “Babası, lütfen prensesin annesini getirin.” dedi hafif bir tebessümle. “Annesi öldü...” Salih’in bu sözleri hemşirenin yüzündeki tebessümü sildi. Yüzü ciddileşti. Gözleri doldu. Üzgünce Salih’e baktı.

Yağmur, yatağında doğruldu. “Annem ölmedi. Şen onu evden kovdun. O hep ağlıyor şenin yüzünden.” dedi. Kolunu çarşafın altına sakladı. Serum yeniden takılmasın istiyordu. Küçük aklıyla büyük bir savaş veriyordu.

Hemşire onun saçlarını okşadı.
“Zaten serum bitmiş. Sana yeni bir şey takmak istemiyorum. Sadece koluna bakmak istiyorum. Koluma bakmama izin verir misin?” dedi. Tam o sırada kapı açıldı. İkbal Hanım içeri girdi. Yüzü ıslaktı. Gözaltları çökmüştü. Yorgunluğu her halinden belliydi.

“Yağmur. Naz yapma kızım.” dedi. Yatağın kenarına oturdu. Geniş kalçaları yatağın kenarını biraz bastırdı. Gözleri torununda ama sözleri Salih’e dönüktü.
“Neden böyle davranıyor?” diye sordu. Salih cevap vermedi. Sadece başını eğdi. Suçlu gibi görünmek istemiyordu ama sessizliği her şeyi anlatıyordu.

Yağmur gözlerini büyükannesiyle buluşturdu. “Nine. Annemi iştiyorum.” dedi. Sesi ağlamaklıydı. İkbal Hanım yavaşça başını salladı. “Prenses. Anneni istediğin için mi bu kadar dalavere yapıyorsun?” diye sordu. Çarşafa damlayan kanı fark ettiğinde ciddiyeti arttı. Kolunu usulca çekti. Hafifçe görünmesini sağladı.

“Bu ne hal? Salih. Bunu neden görmedin?” dedi. Yağmur, başını yana çevirdi. “Nine. Annemi vermiyor.” dedi.
İkbal Hanım ayağa kalktı. Gözlerini damadına dikti. “Salih. Esila’yı ara. Kızın hastanede. Sen neredesin de? Gelsin. Kızının yanında dursun.” dedi. Ardından sesi yükseldi. “Şu yaşlı halime acı. Ben Esila’yı hiçbir zaman Yasemin’den ayırmadım. Yağmur ‘annem’ diyorsa. Annesi olduğunu neden kabul etmiyorsun? Ben çoktan kabul ettim. Çabuk ara. Hadi. Yalvarmamı mı bekliyorsun? Torunum için onu da yaparım.”

Salih, annesinin sözlerine karşı koymadı. Ayağa kalktı. Cebindeki telefonu çıkardı. Nefesini tutarak ‘Esila Hanım’ yazan isme tıkladı. Telefonu kulağına götürdü. İlk aramada açılmadı. Bir kez daha denedi. “Alo. Salih... Nerede olduğumu tahmin et. Piknikte... Şimdi bir yağmur yağdı sorma. Çok eğlendik. Mutlaka hepimiz gelmeliyiz. İkbal anne, Yağmur, sen buraya bayılırsınız.” dedi Esila. Sesi sevinçliydi. Dakikalardır bu sesi bekliyor gibiydi.

Salih konuşmadan birkaç saniye bekledi. Gözleri yerdeydi. “Şey... Yanlışlıkla seni aradım. Kusura bakma.” dedi. Sesinde utanç vardı. Yutkunarak konuşmuştu.
Esila, gülümseyerek devam etti. “Önemli değil ne kusuru çok mutlu oldum. Ara sıra istemeden beni araman beni mutlu eder."dedi. Salih sinirle tepki verdi.
“Saçma sapan konuşma. Zaten işim başımdan aşkın. Yağmur’u hastaneye getirdik. Kalp nakli olması...”

Esila’nın sesi panik doluydu. “Hangi hastane? Salih. Bir şey söyle. Hangi hastane?” dedi aceleyle. “Her zaman getirdiğimiz hastane.” diyerek telefonu kapattı.

Ardından koridorda yer alan sandalyelerden birine oturdu. Başını ellerinin arasına alıp sustu. Kalbi hâlâ ağır atıyordu. Belki de her atışta biraz daha kırılıyordu... Kimseler yoktu etrafta. Gözlerini sıkarak yumdu. Kalbi boğazına gelmiş gibi atıyor, sessizliği yalnızca içindeki yankılar bozuyordu.

"Salih, bu mektuplar ne?" Duyduğu sesle birlikte gözlerini hızla açtı, dişlerini sıktı. Vücudu, sanki bir ağırlık üstüne çökmüş gibi titreyerek bulunduğu yerde debelenmeye başladı. Duymak istemediği, yıllar öncesine ait o sesler rüzgar gibi kulağında dolanıyordu. Tekrar gözlerini kapattı ama sesler susmak bilmiyordu.

[ "Ben bu haldeyken yaptığın doğru mu? Ben ve Yağmur senin için neyiz? Sana yırt at demedim mi? Nefret ediyorum, hiç görmediğim halde Esila denilen o küçük kızdan. Seni sadece ben severim. Ölecek olsam bile sadece ben severim. O kız değil. Bana bunu yapamazsın."

"Hiçbirine cevap yazmadım. Bu kadar takılacağın biri değil. Senden önce atılan mektuplar. Sevgi kırıntısı bile hissetmiyorum. Hayatımın tek aşkı sensin. Hepsini şimdi çöpe at. Önemli değil, yeter ki üzülme."

"Nefret ediyorum o kızdan. Mektupta yazanlar aşkından deli olmuş birisinin sözleri. O kızdan nefret ediyorum." ]

Salih yutkunarak gözlerini yavaşça açtı. Göğsü sıkışıyor, nefes almak gitgide daha da zorlaşıyordu. Hatırladığı cümleler boğazında bir yumruya dönüşmüş, konuşmasını imkânsız kılacak kadar büyümüştü. Sandalyeden ayağa kalktı. Etrafına tekrar göz ucuyla baktı. Her şey, her köşe tanıdık ama soğuktu.

"Yasemin, sana ettiğim yemini tutmak ne zormuş." dedi fısıltıya yakın bir tonda. Nefes aldı, ciğerlerini doldurmak istercesine derin bir iç çekti. "Özür dilerim Yasemin. Hastalığın, hayatın, küçük kızımın üstüne ettirdiğin yeminlerin, kalbim dinlemekte zorlandığı için özür dilerim."

Ellerini ceplerine soktu. Koridorun başında birisi onu izliyor gibiydi. O an bir ses duysa, bir omza dokunulsa ağlamaya başlayacak gibiydi. Ama yalnızdı. Bu yalnızlık çok tanıdıktı.
"Özür dilerim..." dedi tekrar, içinden değil, dışından, tüm hüznüyle.

*******

Murat hâlâ koşuyordu. Melek de hâlâ onu yakalamaya çalışıyordu. Yaklaşık on dakikadır kahkahalar, ağacın yapraklarına kadar ulaşmıştı. Rüzgarla birlikte her kahkaha dallarda asılı kalıyor, sonra tekrar yere düşüyordu. Ağaçlar gülümsüyor, yapraklar huşuyla dans ediyordu.

Aşkın rengi pembe diyenler yanılıyordu. Aşk, kahverengiyle yeşilin arasında bir yerdeydi. İlkbaharda yemyeşil ağaçlar açan çiçekleriyle umut verir, sonra yeşil daha da yeşerirdi. Sonbahar geldiğinde ayrılığı getirir gibi yapraklar dökülür, ardından gelen kışla birlikte her şey kahverengiye dönerdi. Kahverengi olmuştu dallar, gövdeler ve düşen yapraklar. Toprak bile yeşili yutmuş, kahverengiyi kabul etmişti. Ama şimdi, yeniden yeşermek için çırpınan iki kalp vardı orada. İkisi de deli gibi atıyordu.
"Murat, kaçmak seni elimden kurtarmaz. Kaçma." dedi Melek, gülüşüne yorgunluk bulaşmadan.

"Kaçmıyorum ki. Peşimden koşman hoşuma gidiyor." dedi Murat ve aniden durdu. Melek, bu ani duruşu beklememişti. Tüm hızıyla Murat’a çarptı ve birlikte yere düştüler. Artık kaçan da yoktu, kovalayan da. Nefes mesafesi bile yoktu aralarında. Dudakları biraz uzansa birbirine değecek gibiydi. Dudaktan kalbe mi inecekti bu temas, yoksa beyne nefret mi yükleyecekti, ikisi de bilmiyordu. Sadece bakıyorlardı.

"Yapacağım şey için özür dilerim." dedi Murat. Melek kaşlarını çattı, Murat’ın öpme ihtimaline karşı dudaklarını düzleştirip içeri çekti. Ancak Murat gözlerini ondan ayırdı ve kendini zorlayarak geri çekildi. Melek’in belinden tuttu, onu usulca yanına itti.

Toprakla haşır neşir olmuş saçlarını karıştırarak ayağa kalktı. Ellerini yüzüne götürüp derin bir nefes aldı. Ne öpmüştü ne de sarılmıştı. Belki pişmandı ama içinde bir yerde de kendini tebrik ediyordu. Öpmüş olsaydı, aşk başlamadan bitecekti. "Şey... Bizi merak edecekler." dedi Melek. Yerden kalktı. Saçları dağılmış, yüzü biraz topraklanmıştı. Kalbi kırık ama gözleri gülümsüyordu. Murat elini cebine koydu. Sevdiği kadının utanmış, yanakları kızarmış haline baktı ve kendini tutamayıp tebessüm etti.

"Şimdi biz, biz olduğumuza göre kuralların olacaktır. Yani Melek Hanım, beni zorlamayacak bütün kurallarınızı şimdiden kabul ediyorum. Makul olmasa bile kabul ediyorum." dedi ve güldü. Melek de ona gülümseyerek karşılık verdi. "Evet fazlasıyla kuralım var. Ama dinleyen yok." dedi, sonra ciddiyetle ekledi.

"Mesela benimle alakalı, hayal veya gerçek alemde bel altı saçma düşünceler kurmak yok."

"Rüyalarıma karışamazsın. Başka?"

"Eski kız arkadaşların, eski de kalmalı. Görmediğim sürece susarım ama sonrasını affetmem. Bundan sonrası için dikkatli ol."

"O en kolayı. Tamam."

"Yakınlaşmak yok. Beklentilerin varsa bile karşılık bulmayacak. Bu konuda da hayale kapılma."

Murat bir adım yaklaştı. Elini Melek’in eline aldı. "Bayan Kapya ellerin, ben yanındayken benimdir. Tutmak istemiyorum deme. Bu cümle yasaktır. Seni haftada iki gün yemeğe çıkarırım. Öğle yemeklerini zaten birlikte yeriz. Sabah kahvaltısı mı? Her gün olur. Hafta sonları da gezeriz."

Sol eliyle Melek’in ellerini okşarken gülümsüyordu. Melek ise buna inanamıyordu. Hiçbir erkek bu kadar şeyi aynı anda istemezdi. Hele ki Murat gibi biri. "Hadi Murat, çok geç kaldık." dedi, elini çekerek arkasına döndü. Murat da dediklerini kabul ettirmiş bir adamın huzuruyla yanına koştu. Elini tekrar tutup yürümeye başladı.

"Güzellik, ellerin neden bu kadar soğuk?" dedi ve Melek’in avuçlarını öptü. "Hasta mısın yoksa hep böyle mi?"

"Kendimi bildim bileli soğuk. Ellerin soğuk olduğu için tutmak istemiyorsan sen bilirsin." dedi Melek, başını başka yöne çevirdi. Murat ise ona hayranlıkla bakmaya devam etti. "Tam tersi. Ellerinin soğukluğu en sevdiğim şey. Lütfen ellerinden beni mahrum etme." Elini uzattı. "Küçüklükten beri tek hayalim, elleri buz gibi ama gülüşü sıcacık bir kızın ellerini tutmaktı. Şimdi gerçek oldu. Lütfen, elini ait olduğu yere koy." dedi.

Melek hafifçe gülümsedi. "Yine laf kalabalığı yapıp kafamı karıştırdın. Bu konuda master yapmışsın." Elini tekrar uzattı. "Bugün bana güzel sözler söyledin ama yarın olmayacakmışsın gibi hissediyorum. Çabuk sevip, çabuk bırakacaksın diye korkuyorum. Beni yavaş sev. Gıdım gıdım. Böylece benden bıkman da yavaş olur. Ben öyle yapacağım."

Murat bu sözleri duyunca içindeki sevgi daha da büyüdü. Elini sımsıkı tuttu. "Tamam. Her şeyi içimde yaşayıp yavaşça, ürkütmeden sana göstereceğim." dedi. Bu, bir sözden öte bir yemin gibiydi.

_________________

YORUM VE BEĞENİ YAP, SENDE BU KİTABA DESTEK OL. ❤❤❤

Bölüm : 10.11.2024 23:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 46. Tek Kıvılcım
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...