71. Bölüm

47. Aşk Bildiğin Yakar

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar

Tek istediğim, YORUM VE BEGENİ yapmayı lütfen unutmayın.❤❤

Başlayalım.

______________________

Gökyüzü, maviyle beyazın büyüsü altında usul usul gezinirken sanki yeryüzüne bir masal anlatıyordu. Bulutlar, bir ressamın fırçasından yeni çıkmış gibi pürüzsüz ve durgundu. Ufukta beliren gökkuşağı, ucunu göstermese de, varlığıyla renkli bir huzur yayıyordu. Ne bir rüzgar vardı ne de kuş cıvıltıları. Lalezar Sokağı’nın sakinleri de sanki bu büyülü atmosferin içinde zamanla birlikte ağır ağır hareket ediyorlardı. Her şey bir tablo kadar sessizdi.

O sabah Melek, güne erkenden uyanmıştı ama yatağından kalkmayı başaramamıştı. Yastığına başını gömmüş, Haftalar önce piknikten sonra yaşanan olayları zihninde yeniden tekrar ediyordu. O gün, güzel başlamıştı. Kahkahalar, küçük sürprizler, gizli bakışlar... Ama günü nasıl bitirdiklerini düşündüğünde içi ürperiyordu. Piknik alanında eğlendikleri gibi bir anda her şey değişmiş, apar topar hastaneye geçmişlerdi. Salih’in bir kızı olduğunu öğrenmesi onun için bambaşka bir şok olmuştu. Üstelik bu küçük kız, dünyalar tatlısı, gözleriyle insanın kalbine işleyen cinsten bir çocuktu. Kızın odasına girdiklerinde, Esila’nın odaya çöküp hıçkıra hıçkıra ağlaması, Melek’in kalbini derinden sarsmıştı. Salih’in Esila ile koridorda yaptığı tartışma... Sanki herkes acı çekiyor, ama kimse acısının ne olduğunu yüksek sesle söyleyemiyordu.

Melek, üç saat boyunca hastane koridorunda bir köşede oturmuş, başını dizlerinin üstüne koymuş, Esila'nın ağlayışlarını dinlemişti. Genç kızın gözyaşları bir an olsun durmamıştı. Zaman, gözyaşı kadar sessiz ve ıslak akmıştı. Esila, o küçük kızın annesi gibi davranıyordu. Herkese gösterdiği o bencil tarafı hastanede oldukları süre boyunca ufacık bir şekilde bile göstermemişti. Şefkatli, vicdanlı ve fazlasıyla anaç biriydi.

Melek'in tam o sırada telefonu “bip” diye öttü. Karanlık düşüncelerden sıyrılıp yastığını kenara itti ve doğruldu. Ekranda Murat’ın adı yazıyordu. Kalbi, daha mesajı açmadan heyecanla çarpmaya başladı. Parmağı titreyerek ekrana dokundu. “Seni ben çiçeklerden, böcekten, sarı saçlı bebekten canımdan çok severim.” yazıyordu.

Melek aniden kahkaha attı. Odanın içinde yankılanan neşeli sesi, göğsünün içindeki karanlığı dağıttı. Gözlerini ovuşturdu. O an fark etti ki pencere açık olsa da, içerisi toz zerrecikleriyle doluydu. Tozlar, sabah güneşinin huzmeleriyle dans ediyor gibiydi. Cevap yazmak yerine doğrudan Murat’ı aradı. Telefon daha ilk çalmada açıldı. Karşıdan Murat’ın boğuk ve her zamanki şakacı sesi geldi.

“Sayın abonemiz. Bu bir aşk kaydıdır. Aradığınız adam aşktan iki gözü şaşı beş olmuştur. Lütfen tekrardan arayıp ‘aşkımmm’ diye bağırınız.” dedi.
Melek kendini tutamayıp kahkaha atmamak için dudağını ısırdı. O anda sanki Murat karşısındaymış gibi içi kıpır kıpır olmuştu. Vücudu heyecanla titriyordu. Öylece telefonu tuttuğu yerde hafifçe sallandı.

“Murattt!” diye bağırdı sonunda.
“Anneler Günü şiirini nasıl bana mesaj olarak atarsın? Vallahi kan beynime sıçradı!” Elini ağzına götürerek gülmemek için çabaladı. Hem şikayet ediyor gibi görünmek istiyor hem de hissettiklerini ele vermemeye çalışıyordu.

Murat ise elinde telefonu, açık buzdolabının önünde durmuş, eğilip dolabın içine oturmuştu. Sesinde ciddiyetle karışık bir şımarıklık vardı.
“Bayan Kapya. Sana bir şey söyleyeceğim. Önce seni seviyorum.” dedi, sesi yumuşak ama netti. Melek derin bir nefes aldı. Kalbinin ritmi hızlanmıştı. “Hımm. Başka? Bunu her gün duyuyorum artık.” dedi, sesi sakin ama içinde fırtınalarla doluydu. Murat başını geriye yasladı. Tavana boş boş bakarken gülümsedi. “İkinci olarak. Şimdi hemen hazırlan. Sonra benim evime kahvaltıya gel.”

“Nedenmiş? Bugün benim tatil günüm.” dedi Melek, kelimeleri muzipçe uzatarak.
“Sana kahvaltı hazırlıyorum. Birlikte yeriz. Sonra hastaneye geçeriz. Emin ol, çok güzel börek yapıyorum. Yani ilk defa yaptığım için tadı güzel olmasa da güzel olduğunu düşünmeni istiyorum. Tarif aldığım videodaki kadın ‘parmaklarınızı yiyeceksiniz’ diye garanti verdi. O yüzden kötü olma oranı sıfırın altında eksi bir.”

Melek kıkırdadı. Gözlerini kısarak konuştu. “Ne? Ne? Kafam karıştı. Börek mi yapıyorsun? Ay şimdi çok merak ettim. Gelsem mi acaba? Karnım da aç vallahi.” Murat sesiyle Melek’in kalbine dokunuyordu. “Merak ettiysen, tatlı nazlarını yanımda yapmak için çantana al. Hemen gel. Bak aç aç bekliyorum.”
O sırada bir zeytin ağzına attı. Parmağına damlayan yağı yalayarak konuşmasına devam etti. “Biraz kararsızım. Düşünmem lazım.”

“Oyalanmak ve düşünmek için zaman yok denecek kadar az. Taksi yolda. Hatta biraz önce kapına doğru yollandı. Taksiye para verme. Sakın. Ben hallettim.”

“Tövbe estağfurullah. Neyle geleceğimi sana mı soracağım? Senin parana ihtiyacım olduğunu nasıl düşünürsün? Otobüsle ya da minibüsle gelirim. Sana ne?” dedi Melek, kaşlarını çatarak ama içinde tatlı bir kıskançlıkla.

“Bayan Kapya. Buradan toplu taşıma aracı geçmiyor. Üç vesait yapmaya gerek yok. Şimdiden söylüyorum. Vallahi buraya gelince yanaklarını tutup ısırırım. Sevdiğim kızı evime davet ediyorum. Kapısına araba yolluyorum. Bir de parasını senin mi ödemeni isteyeceğim? O zaman ben ne oluyorum? Etkisiz eleman mı? Seni almaya konvoy yollamadığıma pişman etme beni. Hadi hazırlan. Dünden beri çok özledim.”

“Bak. Hiç hoşuma gitmiyor ama sessiz kalacağım.” dedi Melek, şımarık bir tonda. Kalbi, sanki avuçlarında atıyordu. Telefonu kapattıktan sonra usulca mırıldandı. “Seviyorum bu adamı ya. Çok seviyorum. Sahiplenme duygusunu bile şapşik yansıtıyor.” diyerek ayağa kalktı.

Yüzünü yıkadı. Aynada gözlerine baktı. Kendi haline gülümsedi. Giysi dolabını açıp, krem rengi, kollarında kahverengi kurdeleler olan gömleğini giydi. Altına da kahverengi keten bir pantolon seçti. Saçlarını dikkatlice taradı. Ufak bir toka ile yanlardan topladı. Hafif bir allık sürdü. Sonra, içinden gelen huzurla oturma odasına geçti.

Hayri Bey, yerde serili fotoğrafların arasında oturmuş, gözlüğünü burnunun ucuna indirmiş, resimleri büyük bir dikkatle inceliyordu. Melek, yanına usulca oturdu. Eline bir fotoğraf alarak dikkatle baktı. “Baba. Burada kaç yaşındayım?” dedi. Hayri Bey gözlüğünün altından resme bakıp gülümsedi.

“Dört yaşındaydın. Fotoğraf stüdyosunda çekmiştik. Annen ‘büyüyünce bakıp bakıp güleriz’ demişti. Bakmasına bakıyorum da, gülmesine gülmüyorum.” dedi. Gözleri doldu. Sonra bir anda toparlandı. Gözlerinin içiyle Melek’e baktı. “Sen pazar pazar hazırlanmışsın. Nereye gidiyorsun bakalım?”

Melek gülümsedi. Yutkundu. Cümleleri dikkatle seçerek konuştu. “Hani sana anlatmıştım ya. Salih Bey’in kızı hasta diye. Geçen hafta hastaneden eve getirmişlerdi. İki gün önce yine yatırmışlar. Murat... Yani patronum... Onunla birlikte hastaneye gideceğim. Tabii izin verirsen.”

Hayri Bey, kızının elini tuttu. Sonra yerdeki hanımın resmini aldı eline. Yüzüne buruk bir tebessüm yerleşti.
“Hanım. Görüyor musun? Sana demiştim. Kızımız uyurken ‘Murat’ diye sayıklıyor. İşten geldiği gibi iki saat telefonla konuştuğu adam bu. Kızımızın kalbini büyüklerden izin almadan, bir oğlan çalmış.” Melek gözlerini devirdi.
“Baba. Vallahi, billahi, tallahi aşık değilim. Nasıl böyle bir şey düşünürsün?”

Hayri Bey ayağa kalkarken gülümsedi.
“Aşık mısın diye sormadım. Boşuna yemin etme çarpılırsın. Resimlere yeniden bakacağım. Sabah da olsa, çok geç kalma. Ve... Dediğimi unutma. Kalbinin sahibini tanımak isterim.” dedi ve odadan çıktı.

Melek bir süre yerinden kıpırdamadı. Sonra usulca pencereye yürüdü. “Aşık değilim diyorum. İnanmıyor. Aşık olsam çoktan... Ahh ne diyorum. Aptal gibi belli etmesem olmazdı.” diye kendi kendine söylendi.

Hava serindi. Hırkasını aldı. Merdiven basamağına oturdu. Beş dakika sonra taksi geldi. Ayağa kalkarken sendeledi. Bir anda kaldırımdan yola devrildi. Taksici hızla yardıma koştu. “Hanımefendi. İyi misiniz?” dedi, elli yaşlarında, güler yüzlü bir adam.

“Yoo. Çok iyiyim. Babam ‘çarpılırsın’ dedi. Çarpıldım. Daha fazla belayı çekmeden gidelim.” dedi. Güldü. Üzerini silkeledi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi koşarak taksiye bindi.

***

Murat, fırından çıkardığı böreği diziyle fırını kapatarak mutfağın ortasında bir kahraman edasıyla tuttu. Tepsinin altına sıkıştırdığı tutma bezi, sıcağı geçirmeye başlamıştı ama inadına tezgâha bırakmıyor, üfleye üfleye mutfağın ortasında sabit duruyordu. Sonunda dayanamayarak tepsiyi büyük bir “ohh” sesiyle tezgâha bıraktı. Parmaklarını sallayıp elini ovuştururken gözü, masanın üstündeki telefona takıldı. Kısa bir tereddütten sonra, elleri hâlâ yanarken Hakan’ı aradı. Sinyallerin ardından gelen ses, sabah mahmurluğunun en sinirli halini taşıyordu.

"Ne var lan... Ne bok yemeye arıyorsun?" dedi Hakan, adeta tıslayarak. Sanki telefonu değil, sabah huzurunu paramparça etmişti. Murat duyduğu küfürlere aldırış etmedi. Göz ucuyla masaya bakıyor, eksik ya da fazla bir şey var mı diye düşünüyordu. Fakat Hakan’ın öfkeli sesiyle tekrar dikkatini toparladı. "Ne oldu?"

"Daha halen uyuyor musun? Az buçuk yardımına ihtiyacım var." dedi, karşısına çıkacak yeni bir hakaret ya da suratına kapanacak telefonu beklerken içinden saydı. Üç, iki, bir...

Ama beklediği şey olmadı. Hakan susmuştu. Birkaç saniyelik sessizlik, geçmişin gölgesiyle sarmalandı. Hakan, günler önce sevdiği kadının düğününe davet edilmediği halde gitmişti. Gidip sessizce izlemişti. Zehra, başka bir adamın kolunda ilk dansını yaparken, Hakan başını kaldırmadan gizlice beklemişti. İçinden ne fırtınalar kopmuştu kimse bilmezdi. Belki hâlâ seviyordu ama artık sevmemeye karar vermişti. Zehra'nın kocası tarafından sevilen bir eş olmasına razı olmuştu. Bu onu paramparça etmişti. Hakan, o gece Murat’ın evine gelmiş, yumruklar konuşmuştu. Yaralanan sadece yüzleri değil, kalpleriydi. O günden beri konuşmamışlardı.

"Hıyar herif. Geleceğime sıçtın. Ne yardımı istiyorsun? Uykum var. Çabuk söyle." dedi Hakan sonunda. Sesi kırılmış, biraz yorgun ama hâlâ iğneleyiciydi.vMurat gülümsedi. Dişlerinin arasından hınzırca konuştu.
"Yavrucuğum. Geleceğin olsa senin yanında olurdu. Zaten imam nikahı kıymışlardı. Zehra'nın yanına gelip sana yalvarması bir şeyi değiştirmeyecekti. Yarın yine pişman olacak aile evine dönecekti. Ben seni korudum."

"Lan yediğin dayak az gelmiş. Zaten Zehra'yı kabul etmeyecektim ama yine de niye kıza diyorsun kocanın evine git. Kovdun ulan."

"Ne yapsaydım. Sen ayıp olmasın diye sessiz kalırken kardeşin olarak ben devreye girdim. Kanı*ık herif. Karı gibi dövdün. Bir ara beni döverken dedim herhalde dans ediyoruz. Senin beni dövmen için ya ölü olmam gerekir ya da seni anladığım için elim kalkmaz. Ölü olmadığıma göre gerisini sen anla."

"Lan dertliyim. Konuşma." Sinirle bir şeyi kırdı. "O gün dövdüm mü? Dövdüm. Ben mi dedim sana karşılık verme?"

"Tamam kardeşim. Çok güzel dövdün. Yetmedi mi? Şimdi ben senden yardım istiyorum. Melek’i kahvaltıya eve davet ettim. Sen bu işlerden anlarsın. Masada neler olması gerekir?" Murat, iştah kabartan masaya bir göz attı. Hâlâ gözünü alamıyordu. Doyurucu ama sevimli... Gösterişli ama samimi bir masa kurmuştu. Hakan’dan tepki beklerken kulağına yine dikenli kelimeler doldu.

"İki kardeşin kibri kadar büyük dağ görmedim. Esila’yla Salih’i kıskandırmak için anlaştık. Hastane olayından sonra ne aradı ne de sordu. Tamam mı devam mı diye bile sormadı. Boynuz yemiş gibi hissediyorum. Yalan da olsa rahatlatıcı bir yalan olurdu. Seni katmıyorum. Avucunu yala hıyar."

"Bir sürü yemek varken niye avucumu yalamak zorunda hissedeyim? Eski günleri pişirip önüme sunma huyundan vazgeç. O gece senin yumrukların yüzünden başım zonkladı.Oğlum o kızın kafası hep karışık. Bir sana dönüyor bir ailesine. Öyle birliktelik mi olur. Hatırlıyorsundur, o insanlar başıma dert oldu. Kurtulmak için ne paralar döktüm. Her şeyi ben mi hatırlatacağım?"

"Lan hıyar. Ben mi dedim yola mayın gibi mafya döşe diye? Benim mutluluğumun içine ettiğin yetmiyor gibi şimdi kendi mutluluğun için yardım istiyorsun. Of. Sıkıldım. Yüz yüze olmayınca kavga bile keyifsiz oluyor. İyi ki geçen akşam seni bir güzel dövdüm. İçimin yağları eridi. Kaç gündür yarasa gibi uyuduğum için laf yapacak halim yok. Şimdilik pes ediyorum."

"Tamam sustun da... Melek’i kahvaltıya davet ettim diyorum. Yardım et."

"Lan Murat... Melek seni elekten geçirip çorba yapmış. Sen kendine kahvaltı bile hazırlamazdın. Ne ara bu hale geldin? Masada ne var?" Aralarındaki dostluk ne olursa olsun değişmiyordu. Hakan, Murat'ın haklı olduğunu biliyordu. Zehra'yı geri göndermeseydi o gece savaş çıkacaktı. Murat sadece Hakan'ı korumuştu.

"Anlatıyorum kardeşim. Bal ve kaymak. Süt. Tereyağı. Haşlanmış yumurta. Tahin pekmez. Sucuklu yumurta. Kavurmalı yumurta. Otlu peynir. Zeytin. Reçel. Taze ve eski kaşar. Hellim. Kruvasan. Çikolata. Domates ve biber. Meyveli kek. Ve en son olarak kendi elimle yaptığım kıymalı börek."

"Niye?"

"Ne niye?"

"Niye serpme kahvaltı hazırladın? Restoran mı orası? Melek müşterin mi? Allah bilir, aç olsa da birkaç lokma yer. O kadar kızla çıktın, hiç mi gözlemlemedin? Kadınlar mıy mıy yer. Esila hariç. O kış uykusundan uyanmış ayı gibi yiyor. Ama Melek... O kırk dakikada bir dilim peyniri eşeler gibi duruyor. Masada eksik yok, fazla var. Böyle kahvaltı hazırladığında Melek’i değil, beni çağır. Hep ziyan, hep israf. Kadın ruhundan bir gram anlamıyorsun. Böyle masa gördüğünde ‘ayıp olmasın diye yiyeyim’ der ama karnını doyurmaz. Kadınlar karınca gibi tırtıklar. Hadi görüşürüz. Senin yüzünden karnım acıktı. Ama barışmadık ha. Barışmak için Esila’yla seni birer posta daha dövmem lazım."

Telefon kapandı. Murat, sessiz kalan ekrana bakıp başını salladı. Gülümsedi. Telefonu cebine koydu. Tepsideki böreğe baktı. Sonra dolaptan uzun bir tabak çıkarıp börekleri dizdi. Masayı inceledi. Acaba fazla mıydı gerçekten? Hakan’ın sözleri kulağında yankılanırken gözleri saate kaydı. Dışarıda kahvaltı yapmak fikri hafiften daha cazip görünmeye başlamıştı. Tam o sırada kapı çaldı. Yerinden sıçrar gibi kalktı. Kapıya koştu. Açtığında Melek, gözlerinin içi parlayarak gülümsüyordu.

Murat bir şey söylemeden kadının zayıf bedenine sarıldı. Saçlarının arasına öpücük kondurdu. Alnından sevgiyle öptü. "Hoş geldin... İçeriye gel. Üstüme bir şey alıp hemen çıkalım." dedi.

Melek başını salladı. "Ben evde kahvaltı yapacağız sandım. Dışarıda yapacaksak içeriye girmeme gerek yok. Burada bekliyorum." dedi. Kollarını göğsünde kavuşturdu. Murat içeriye dönüp kapıyı açık bıraktı. Üzerine ceket almak üzere odasına geçerken bir yandan dışarıyı süzüyor, Melek’in geldiği hali hatırlamaya çalışıyordu. Yemyeşil bahçesi olan evin sessizliği ona huzur veriyordu. Melek’in gözleri ise uzaklarda bir şey arıyor gibiydi.

"Artık gidebiliriz." dedi Murat. Elini Melek’in eline götürüp tuttu. Kapıyı kapatırken Melek’in burnuna sucuklu yumurta kokusu geldi. Gözlerini kısıp hafifçe içeriye doğru baktı. O koku... Karnını guruldatmıştı. Dudaklarını büzüp hangi evden geliyor acaba diye içeriye baktı. Sanki fırsatı olsa gidip tavadan ekmeği banacaktı.

"Nereye gideceğiz?" dedi. Aslında demek istediği belliydi. Esnaf lokantası olurdu.
Murat gülümsedi. Mavi gözlerini kıstı.
"Lüks bir restoranda kahvaltı yapalım. Bayılırsın." dedi. Melek hafifçe kıkırdadı. Gözlerini devirdi. "Lüks mü? Neden böyle bir şey yapıyoruz? Market buraya ne kadar uzak? Evde kahvaltı yapmak istiyorum. Hani börek yapacaktın? Kandırdın mı beni?"

"Yaptım aslında. Ama masa çok karışıktı. Hakan da dedi ki, kadınlar kalabalık sofraları sevmezmiş. Ben de dışarıda yapalım dedim."

"Saçmalama." dedi Melek. Kaşlarını çattı. "Bayılırım karışık kahvaltıya. Şimdi o hazırladığın masaya oturup midemi doyurmak istiyorum." Murat kapıyı açtı. Melek hızla içeriye girdi. Mutfağa geçti. Karnı açtı ve bu yüzden düşünemiyordu bile. Murat üstüne giydiği kot ceketi çıkartırken, Melek mutfaktan seslendi.
"Sucuklu ve kavurmalı yumurta. Börek. Murat, bu ne güzel bir masa... Bayıldım. Hepsini sen mi yaptın?"

Murat gülerek mutfağa geçti. Melek sofraya oturmuştu. Gözleri, her bir detayı hafızasına kazıyordu. "Tek başıma yaptım." dedi. Gururla omuzlarını dikleştirdi. Melek, gözlerini Murat’ın gözlerinden ayırmadan çatalı eline aldı.
"Sen mükemmelsin." dedi.

"Bunu duyduğuma inanamıyorum. Gerçekten mükemmel biri olarak mı görüyorsun beni?"

"Evet. Mükemmel olduğun için seni bırakmayacağım." dedi Melek. Çatala aldığı peyniri Murat’a uzattı. "Ormanda demiştin ya. Her an yanımda olacaksın diye. Yanında olmaktan, hayatında olmaktan keyif alıyorum." Murat, onun gözlerinin içine baktı. Ayağa kalktı. Arkasına geçti. Elleriyle Melek’in saçlarının arasından geçti. Başını incitmeden geriye doğru eğdi.

"Rüya gibi bir şeyse... Uyanmak istemiyorum." dedi. Sonra eğildi. Dudaklarına usulca bir öpücük kondurdu. On beş saniye kadar sürdü. Geri çekildiğinde, Melek elindeki çatalı havada tutmuş, gözleri boş duvara bakıyordu. Ne kalbi söz dinliyordu ne mantığı. Murat, boş bulduğu her an böyle şeyler yapıyordu. Ve Melek, her defasında biraz daha düşüyordu.

Bazen uzun öpüşmeler, bazen kısa dokunuşlar… Ama Melek her seferinde domates gibi kızarıyordu. Yüzünün o anlık renk değişimi sanki tüm iç dünyasını ele veriyordu. Kızardıkça kendini toparlamak adına bir şeylerle oyalanıyor, eline ne geçerse ona tutunuyordu. Şu anda yaptığı gibi… Çatala sapladığı üç lokmalık böreği, tek hamlede ağzına attı. Lokmalar, hem büyük hem de sıcaktı. Çiğnemekte zorlandığı her saniyede gözleri hafifçe kısıldı. Yanında duran, ince belli bardakta yarısından fazlası dolu açık çayı hızlıca eline aldı. Dudaklarını bardağa dayayıp çayı yudumladı. Ilık çayın boğazına inmesiyle biraz rahatladı.

Murat hayretler içinde onu izliyordu. Sevdiği kadının bu kadar ustaca konuyu dağıtmasını her seferinde şaşkınlıkla seyrediyordu. Onun her halini ezbere biliyordu ama bugün farklı bir şey vardı. Bir ay boyunca tek bir gün bile Melek olmadan yemek yememişti. Ama bugün… Bugün ilk defa onu bu kadar iştahlı görüyordu. Belki de bu yüzden onun gözünde apayrı bir yerdeydi. İlk defa kendi evindeydiler. İlk defa ev yemeği yiyorlar, kendi tabaklarına kendi elleriyle servis yapıyorlardı. Normalde ya ofise sipariş veriyorlardı ya Melek evden getiriyordu ya da dışarıda bir restoran masasında karşı karşıya oturuyorlardı. Dün akşam da birlikte yemek yemeseler, Murat Melek’in kaç gündür yemek yemediğini düşünebilirdi. Kızın çayını yudumlayışına bile iç sesi eşlik ediyordu.

“Hakan’ın tezi çürüdü. Bir daha kalkıp öpsem mi? En iyisi yemeğini rahat yemesi için sesimi çıkarmayayım. Onu izlediğimi öksürerek belli etsem nasıl olur? Murat, saçma sapan davranma. Önüne dön.” diye düşünerek hoşnut bir tavırla sandalyeden kalktı. Masadaki tepside kalan böreği, neredeyse boşalmış olan Melek’in tabağına alarak yerine geri oturdu. Oturduğu gibi bir şeyler söylemek istedi.

"Eee, nasıl gidiyor?" dedi Murat. Gözleri merakla Melek’in cevabını bekliyordu.
Melek, çatalı tabağın kenarına bıraktı. Dudaklarını hafifçe bükerek başını salladı. "Bende her şey aynı. Dünden beri görüşmüyoruz, seni sormalı." diyerek Murat’a kısa bir bakış attıktan sonra kıkırdadı.

"Sen niye yemiyorsun? ‘Karnım aç değil’ gibi cümleler kurmazsan sevinirim." dedi, sesindeki hafif alayla. Murat gözlerini kısmadan ona baktı. "Gözümün tıka basa doymasını bekliyorum. Öpücük yetmedi."

"Hıı!" dediği gibi başını utanarak yere eğdi. Murat istem dışı bir şekilde, yine olmadık bir yerde ve olmadık bir anda Melek’i utandırmayı başarmıştı. Melek, kızaran yüzünü gizlemek ister gibi çayından bir yudum aldı. Gözleri hâlâ yerlerdeydi. O an Murat’a bakmaktan çekinmişti. "Karnını doyur. Aç aç hastaneye gidilmez." dedi yumuşak bir tonla.

"Haklısın... Tabii bunu, gel de sana bakmaya doyamayan gözüme anlat. Yemeklerin yerinde olmak isterdim. Her tabağa bana baktığından bir tık daha aşkla bakıyorsun." Ellerini masaya koydu, gözlerini olabildiğince büyüttü. "Aynı böyle yapıyorsun." dedi, gözlerini kocaman açarak.

"Ayy... Ne kadar tatlı olduğumu sayende anlamış oldum. İlk kez yemek yaptığın için hayran kaldığımdan öyle yapıyordum. Sana iyilik yaramıyor." Burnunu dikleştirip ayağa kalktı.
"Överken sövme işini en iyi icra eden kişilerdensin. Benim yanımda bildiğin harcanıyorsun. Yolunu sonsuza kadar açmamı istersen söylemen yeterli." dedi hafifçe kaşlarını kaldırarak.

"Senin yanında bozuk para gibi harcandığım doğrudur." diyerek Murat da ayağa kalktı. "Ama yine de seni tebrik ederim. Beni idareli harcıyorsun. Har vurup harman savurmuyorsun."

"Çocuk gibisin." dedi Melek. Sözlerindeki tatlı sinir Murat’ın hoşuna gitmişti.
"Sana ayak uydurmaya çalışıyorum. Şimdi yanına yaklaşıp sana sıkıca sarılmak istiyorum. Sinirin geçtiyse gülümse, güç alayım." dedi ve Melek’in karşısında durup onu beklemeye başladı. Gözleri, sevdiği kadının belli belirsiz çatılmış kaşlarına, sonra dudaklarına, sonra da gözlerine kaydı. Melek’in yanında bütün iradesi yerle bir oluyordu. Kadının saçlarını, gözlerini öpmemek için kendini zor tutuyordu.

"Ne kadar zorlanıyorum bir bilsen. Yanımda uyumayan, yanımda kalkmayan bir kadına deli gibi tutulmuşum. Yastığımda saçının kokusu bile yok ve ben buna razı geliyorum. Delirmiş olmalıyım." dedi Murat, sesi her cümlede daha da alçalıyordu. Melek, terleyen avuçlarını pantolonuna silip Murat’a doğru bir adım attı. Sadece bir adım kala durdu. Başını kaldırmadan konuştu.
"Murat. Senin, beni sinir etmek için kurduğun cümleleri bile duymayı deli gibi seviyorum." dedi ve başını Murat’ın göğsüne sertçe yasladı.

"Bana sarılmak için verdiğin çabayı seviyorum. Yanımda olmak için verdiğin çabayı seviyorum. Benimle bütün hafta boyunca her öğünü yemeni seviyorum. Çocuk gibi olmanı seviyorum. Anneler Günü şiirini aşk mesajı gibi bana atmanı seviyorum. Atışmalarımızı seviyorum. Romantik olmanı seviyorum. Biraz önce dedim ya, ayrılmak istersen söylemen yeter diye. Yetmez. Senden uzaklaşmam her an, diğer günden daha zor oluyor." dedi ve ardından Murat’ın dudaklarına hafifçe bir öpücük kondurdu. Geri çekilmek istedi ama Murat izin vermedi. Kendine çektiği gibi onun dudaklarına kapandı. Melek’in istediği de tam olarak buydu. Kendi öpmek istiyordu, ama belli etmeden naz yapıyordu. "Melek..." dedi Murat, nefesini kızın kızaran yüzüne üfleyerek. "Efendim..." dedi Melek.

"Seni gördüğüm, göreceğim her şeyden daha çok seviyorum desem, ne dersin?"

"Ben... Ben daha çok seviyorum." dedi Melek. Ve söylediği cümleyle hızla ondan uzaklaşıp masanın üstündeki tabaklara yöneldi. Yüzü pembeleşmişti, birkaç saniye sonra kırmızıya dönecek, ardından patlıcan moruna bürünecekti. Çünkü az önce hiç planlamadığı bir şeyi yapmıştı. Seni seviyorum demişti. Hem de bir anda, hiç hazırlıksızca. Kendini toparlamak için kelimeleri arka arkaya sıralamaya başladı.

"Buraları toplayalım. Hastaneye geç kalmadan gidelim. Zaten bugün başka işlerim de var. Mutfak alışverişi yapmam lazım. Sonra Serpil teyzenin yanına bir haftadır gitmiyorum. Ondan sonra Sibel’le oturup sohbet etmem de lazım. Çok işim var. Babam da benimle sohbet etmek ister. Ertelediğim bir film var. Onu da zaman bulursam izleyeceğim. Konusu inanılmaz güzel. Tam bilmiyorum ama afişi gördüm." Elleri öylesine terlemişti ki tabağı lavaboya bırakırken cam tınısı duyulmuştu. "Unutmadan... Babam seninle özel olarak görüşmek istiyor." dedi. Ve dediği gibi pişman oldu. O an Murat’a bakamıyordu. Onu şaşırtmak isterken kendini şaşırtmıştı. Adamın tepkisini bilmediği için düşünmek yerine konuşmaya devam etti. Zaten yüzme bilmeden denize atlamıştı. Bari ölmeden birkaç kulaç atsındı.

"Biraz önce dediğimi dikkate alma. Bulaşıkları hemencecik makinaya atayım. Sonra gidelim. Babam da bulaşık makinası almak istiyor. Belki Babalar Günü’nde ben de alırım. Eminim hoşuna gider. Burası neden bu kadar sıcak oldu. Arabanı ne zaman tamire götüreceksin? Bu konular çok önemli, dikkat etmemiz lazım." dedi ve ardından dudağını ısırıp Murat’ın tepkisini görmek için arkasına döndü.

Murat, duvara yaslanmış, tebessüm ederek Melek’i izliyordu. Onu ilk gördüğünde bu kadar yakışıklı olduğunu fark etmemişti. Bu kadar kadının neden peşinde olduğunu şimdi anlıyordu. Giydiği bol gömlek bile kaslarını saklayamamıştı. Mavi gözlerini muzipçe kırpıştırıp hızla Melek’in önüne geldi.
"Konuşman bitti mi, güzellik?" dedi. Elini Melek’in saçlarına uzatarak okşadı.
"Öyle. Bitti işte..." dedi Melek. Saçmalayarak tezgahtaki işlerine geri döndü.

"Hemen bir gün ayarlayalım. Ailen de beni tanımalı. Hediye olarak babana araba alsam hoşuna gider mi? Kaleyi içten fethetmek lazım."

"Saçmalama. Ne tanışması? Dikkate alma sen."

"Güzelim sen saçmalama. Tertemiz duygularımla mı oynayacaksın? Bana umut verip babanla tanıştırmamak, çok ayıp." diye keyifle sırıttı. "Gelme mevzusu olsa bile araba alınmaz. İş anlaşması yapmayacaksın. Evinin kapılarını tamamen kapatır. Bir daha kapımdan bile geçemezsin."

"Tamam güzelim ya. Sen söylersin almam gerekeni. Ben alırım. Baban benimle görüşmek istediğine göre iş yerinde herkese ilan edebiliriz." dedi Murat. Birkaç adım uzaklaştı. "Herkes duysun. Ben bu kıza deliler gibi âşık oldum. O da bana âşık. Tek taraflı bir ilişki değil. Aynen böyle demeyi düşünüyorum. Sana da uygun mu?"

"Hayır tabii ki de. Yalan olduğunu söylerim. Şirketin öğrenmesine hazır değilim."

"Evet olarak kabul edilmiştir. Temizlikçi gelecek. Bırak bulaşıkları. Hemen hazırlan. Hastaneye gidelim."

"Hayır dedim ya." dedi Melek. Ayaklarını yere vurarak etrafında döndü. "İnat etme. Vallahi söylemezsem sevgili olduğumuzu. Bana âşık olduğunu ifşa etmek için bütün şirketin içinde öperim. Hangisi sana uygun?"

"Hastaneye gidelim..." dedi sinirle ayağını yere vurarak.

"Böyle sinirli davranma. Öpme hissine karşı koyamaz hale gelebilirim."

"Offf Murat offf..."

****

Hastane odasında ağlama sesleri yine bir odayı esir almıştı. Çocukların ağlaması, yetişkinlerin kalbine bıçak gibi saplanırken, o küçücük bedenlerin yükü sanki odanın havasını da ağırlaştırıyordu. Minik bir kalbin taşıyamadığı hastalık, şimdi tüm bir odanın yükü olmuştu. Küçük çocuğun ağlaması, camların ardında kalan güneş ışığını bile gölgede bırakıyordu. Salih, Yağmur’un ağlayışını kaldıramadığı için bir şey söylemeden dışarı çıkmıştı. Omuzları çökmüş, gözleri dolmuştu. Dışarıdaki soğuk sert sandalyeye oturmuş, bir baba olmanın ne kadar çaresiz bir şey olduğunu iliklerinde hissediyordu.

Odada kalan Esila ve İkbal Hanım, her zamanki gibi hemşirelere sanki bu işin tüm uzmanı onlarmış gibi direktifler veriyorlardı. Gözleri panikle hareket eden hemşirelerdeydi ama gönülleri, Yağmur’un her seferinde daha da zayıflayan bedenindeydi. Minik kız, bir o yana bir bu yana dönüyor, kaçmaya çalışacak kadar mecali kalmadığı halde içgüdüsel olarak korkularına teslim oluyordu. Hemşirelerden biri, çaresizlik içinde üçüncü kez eldivenini çıkarıp çöpe attı. Onuncu damarı da patlattıklarında, artık daha fazla denememeleri gerektiğini anlayıp birbirlerine bakarak başlarıyla onaylaştılar. Ardından birini aramak için aceleyle odadan çıktılar.

On dakika sonra, yanlarında uzun boylu, genç bir erkek hemşireyle birlikte döndüler. Adamın duruşu sakindi. Ses tonunda ise güven verici bir yumuşaklık vardı. Elindeki malzemeleri yerleştirirken bir yandan da konuşmaya başladı. “Merhaba küçük hanım. Korkmanı istemiyorum. Ben bebek hemşiresiyim. Ve bebekler beni çok sever. Ben sana hiç ama hiç acı çektirmeyeceğim. Sadece oyun gibi bir şey yapacağız, tamam mı?” dedi ve bir sandalyeye diz çöker gibi oturup Yağmur’la aynı seviyeye geldi.

Yağmur gözlerini sıkıca kapattı. Tüm vücudu titriyordu. Esila, yanına oturup küçük ellerini avuçlarının arasına aldı. Tırnakları içe dönmüş, sıkıca yumruk yapmıştı. “Birazdan bitecek, azıcık daha sabret tamam mı?” dedi Esila, sesi titriyordu ama güçlü görünmek istiyordu. Yağmur’un gözünden yaşlar süzülürken, diğer yandan burnundan derin derin nefesler alıyordu. Esila, minik kızın kollarına baktı. Yer yer iğne delikleriyle morarmıştı. Her biri başka bir umutla delinmişti o kollar. Boynu, ayakları, bacakları, kolları… Neredeyse her yerinde iğne izleri vardı. Sanki savaş alanından çıkmış bir minyatür askerdi Yağmur. Ve hâlâ savaşıyordu.

“İşte bir tane damar bulduk. Çok ince durmasına rağmen işe yarayacağını umuyorum.” dedi genç hemşire, yanında bekleyen diğer hemşirelere gülümseyerek. Umut dolu bakışlarıyla, odaya kısa bir an için de olsa güven yaydı.

Adamın sarı saçlarının ortasında saç olmadığı fark ediliyordu. Başını her salladığında tavandaki floresan lambası, tam o alana yansıyarak göz alıcı bir parıltı oluşturuyordu. Esila’nın kahverengi gözleri istemsizce oraya takılmıştı. O bölgeyi fark ettiğinde utançla hemen gözlerini kaçırdı. O sırada hemşire, turnikeyi Yağmur’un koluna nazikçe bağlamıştı. Eldivenlerini itinayla giydi. Branülü hazırlarken elleri titremiyordu. Tecrübesi belliydi. Damara tek hamlede girerek işini ustalıkla bitirdi.

“Oldu bile. Küçük hanım, bize dayandığınız için teşekkür ederim.” dedi ve parmak uçlarıyla nazikçe Yağmur’un saçlarını okşadı. Küçük kızın göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı. Bedeninde dolaşmaya başlayan ilaç, önce ağrıyı sonra da uykuyu getiriyordu. Hemşire, işini bitirip eldivenlerini çöpe attıktan sonra, önce İkbal Hanım’a sonra Esila’ya dönerek “İyi günler.” dedi ve sessizce odadan çıktı.

Hemşirelerin de geri kalan işlerini tamamlayarak odadan çıkmasıyla, odada sadece üç kişi kalmıştı. Esila, usulca Yağmur’un yanına yanaştı. Onun yanaklarına nazikçe dokundu. Çocuk, annesizliğe, acıya ve bilinmezliğe rağmen uyuyordu artık.

İlaç kokan saçlarına burnunu dayadı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ne olurdu bu koku hiç değişmese, zaman durup bu an sabitlense… Bu kadar kırılgan bir bedeni bu kadar çok sevebilmek ne demekti, bunu en çok şimdi anlıyordu. Yanaklarına birkaç öpücük kondurdu.

“Akşam seni banyo ettirelim mi?” dedi usulca kulağına fısıldar gibi. “Babana söyleyelim, marketten göz yakmayan şampuanını bir çırpıda koşsun alsın. Ben de şampuanı babandan aldığım gibi, anneannenle birlikte seni yıkarım. Ilık suyla, köpüklerle dolu bir kova yaparız. Oyuncak balıkları unutma ama. Banyo zamanı, eğlence zamanı olacak tamam mı?” dedi. Kızın yüzündeki gerginlik biraz azalmıştı. “Nasıl fikir, beğendin mi?” diye ekledi.

Cevap beklemiyordu ama Yağmur’un göz kapaklarının altında oynayan o minik kıpırtılar, duyduğunu belli edecek kadar belirgindi. Esila, kızın boynuna dolanmış saçlarını yastığa düzgünce serdi. Avuçlarıyla alnını kontrol etti. Ateşi biraz düşmüş gibiydi. İkbal Hanım sandalyede oturuyordu, gözlerini hiç kırpmadan torununa bakıyordu. Arada bir başını Esila’ya çeviriyor ama hiçbir şey demiyordu. Sessizlik, onların arasında uzun süredir var olan ortak acının bir dili olmuştu artık.

“Benim küçük aslanım. Çok güçlüsün.” dedi Esila. Başını yanına yasladı. Yağmur’un kolundaki serumun damlalarını izlemeye başladı. Her damla, umut gibi… Her damla, başka bir nefes gibi… İçinden dualar geçirdi. “Ne olur Ya Rab, bu kız için ne gerekiyorsa yapayım. Benim ömrümden al, ona ver. Acısını dindirecek ne varsa benden al. Ama onu kurtar. Ne olur…”

Zaman durmasa da, o anlar hafızaya çivi gibi çakılmıştı. Esila, Yağmur’un yanına bir yorgan gibi sarılmıştı. Ne hastane odasının soğukluğu ne dışarıda bekleyen belirsizlikler vardı artık. Sadece birbirlerine sığınmış iki kalp vardı. Biri küçücük, diğeri paramparça ama umut doluydu.

Yağmur, ıslanmış kirpiklerini bir sağa bir sola kaydırıp iç çekti. Minik pembe dudakları tir tir titriyordu. İki günde bir damar yolu açılmasından ötürü, artık serum takılacak bir damarı kalmamış gibiydi. Küçücük bedeninde, iğne izlerinin olmadığı bir nokta kalmamıştı.

"Anne, çok acıyor. Ben haştane'de kalmak iştemiyorum. Kolumda bu iğne varken banyo edemem." diyerek ağlamaya başladı. Titreyen sesiyle kollarını gösterdi. "Kollarım moşmor oldu. İnanmıyorşan bak anne, hepşi mor olmuş." dediğinde ağzından süt kokması gereken o kelimelerin çıkması Esila'nın yüreğine bıçak gibi saplandı. Küçük bir çocuğun taşıyabileceğinden fazla bir yük vardı üzerinde. Sözlerinin masumluğu, acısının büyüklüğünü daha da ağırlaştırıyordu. Esila, kaskatı kesilmiş halde İkbal Hanım’a baktı. Gözleriyle anlaşarak küçük kıza incitmeden sarıldı. Küçük omuzlarına dokunurken bile korkuyordu canını yakmaktan.

Beş dakika geçmeden, serumun içinde karışık gelen ağrı kesici sayesinde Yağmur’un göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Vücudu, yorgunluğa direnemedi. Birkaç saniye içinde uykuya teslim oldu. Esila usulca ayağa kalktı, İkbal Hanım’a sadece bir el hareketiyle dışarı çıkacağını belirtti. Kadının gözlerinde yorgunluk, yaşadığı endişeyle birleşmişti. İkbal hanımda biraz uyur dinlenirdi.

Odanın içindeki banyoya geçti. Aynada yansımasını görünce başını geriye çekti. Göz altları çökmüş, saçları darmadağındı. Soğuk suyla yüzünü yıkadı, avuçlarıyla yüzünü ovuşturdu. Derin bir nefes aldı, aynadaki yansımasıyla kısa bir göz teması kurdu. Ardından saçlarını elleriyle düzeltti. Toparlanması gerekiyordu. Hem Yağmur hem Salih için güçlü durmalıydı.

Odadan çıkıp koridora yöneldi. Salih'i bulmak zor olmadı. Koridorun sonunda iki büklüm olmuş bir şekilde sandalyeye oturmuştu. Elindeki telefona bakıyordu. Esila'nın yaklaşmasını fark ettiğinde başını kaldırdı ama gözlerinde herhangi bir sıcaklık yoktu. Yorgundu. Ve belli ki öfkeliydi. "Oturabilir miyim?" diye sordu Esila, sesi çekingen ama kararlıydı.

Salih hafifçe arkasına yaslandı. Yüz ifadesine memnuniyetsizlik yerleşmişti ama yine de eliyle oturmasını işaret etti. Esila, onun yanına yerleşti. "Burada ne yapıyorsun? Yemek yedin mi? Yüzünde çok solgun duruyorsun. İstersen eve git biraz dinlen. Burayı merak etmene gerek yok. Ben buradayım." dedi ve elini usulca Salih’in omzuna koydu. Hareketi yumuşaktı, içgüdüsel bir şefkat barındırıyordu.

"Yağmur iyi olacak." dedi usulca.
Salih gözlerini kaçırmadan konuştu. "Biliyorum Esila. Seni de yorduk. Evine git, dinlen." Esila, omzuna koyduğu elini çekmeden devam etti. "Biliyorsun, Yağmur beni annesi..."

"Önce elini omzumdan çek!" dedi Salih, sesi bir bıçak gibi keskin çıkmıştı. Bu tepki Esila’nın gözlerini doldurdu. Elini hızla geri çekti, ama hemen ardından kendini toparlayıp kısa ve kuru bir kahkaha attı. Ağlamak istemiyordu. Bu yüzden kendini zorla güldürecek şekilde davrandı. "Tamam. Elimi yasak bölgeden çektim." dedi ve kendini üçlü sandalyenin en ucuna kaydırdı. Onunla aynı çizgide olmak bile fazlaydı artık.

"Beni annesi olarak görüyor. O yüzden yanında zaman geçirmekten zevk alıyorum. Başka hastaneye götürsek daha iyi olmaz mı?" dedi. Salih, bu söz üzerine başını ona çevirdi ve kaşlarını çattı. Esila yutkundu. Ne tepki vereceğini biliyordu ama yine de söylemeye devam etti. "Eniştemin, Siyami Ersek Hastanesi’nde tanıdığı bir doktor varmış. Yağmur’un durumunu, elimden geldiğince anlattım. Şimdi sen diyeceksin ki, yoğun bakımda kalan çocuğun kalbi uyumlu olduğu için burada kalması gerekiyor. Onu da hallettim. Doktor ve o aileyle irtibatta oluruz. Aile razı olduğu gibi burada çocuğun kalbi alınır. Sonra Yağmur’u diğer hastanede ameliyata hazırlarız. Kalp gelince de operasyon başlar. O çocuğun beyin ölümü gerçekleşmiş. Sadece ailenin kabul etmesi gerekiyor. Dün gittim babasıyla konuştum. Anne de bu hastanede yatıyormuş."

"Esila! Bıkmadın mı? Ben bıktım senden. Bu kadar bencil, kibirli birisi olduğunu görmek acı verici. O adam da benim gibi bir baba. Aileyi nasıl ikna etmeyi planlıyorsun? Yağmur’u göstererek mi? Ne diyeceksin? ‘Küçük bir kız ölüyor. Kendi çocuğunuzu feda edin’ mi diyeceksin? Rica ediyorum, tatil yap, iş seyahatine çık, uzak bir yere git. Ne bileyim... Ailemden ve benden uzak dur. Bencil davranışlarını bizden çek." dediği gibi ayağa kalktı.

Esila sinirle yerinden kalkıp Salih’in kolunu tuttu. Sertçe değil ama kararlı bir şekilde onu tekrar oturmaya zorladı. "Beni dinlemek zorundasın. Beni nasıl gördüğün umurumda değil ama dinlemeden gidemezsin. Sonra ne dersen de, bütün hakaretlerini dinlerim. Gözünde nasıl bir kadın olduğumu da öğrenirim."

Salih, başını elleri arasına alarak, "Çabuk konuş!" dedi. Esila derin bir nefes aldı. "Siyami Ersek’te onlarca kalp doktoru var. Yatışı orada olursa içimiz daha rahat eder. Bugün İkbal anneme anlattım. O da mantıklı buldu. Sen de onay verirsen yarın işlemleri başlatırız."

"Esila!" dedi Salih, ayağa fırlayarak. Yüzü öfkeyle gerilmişti. "Senden de, anaç anne tavırlarından da, sadece kendi çevreni düşünmenden de bıktım. Bu kadar basit olmayı bırak. Seni istemiyorum. Yanımda durmanı, varlığını, nefes almanı istemiyorum. Yağmur’un annesi sen değilsin. Onun annesi Yasemin Saraç. Sen benim yanımda olduğun sürece ben kendimden nefret ediyorum. Bazen... Bazen senin ölmeni bile istiyorum. Anladın mı?" dediğinde sesi çatallandı ama geri adım atmadı. Esila’nın yüzünde kopan fırtınayı görmüyordu. Veya görüp umursamıyordu.

"Anladım demek istemiyorum. Anlamadım. Anlamak istemiyorum. Çünkü anlamak işime gelmiyor. Yasemin öldü, bunu kabul et. Seni ve aileni sevdiğim için ölmem gerekseydi, ölürdüm." dedi Esila. Gözleri dolmuştu ama hâlâ direniyordu.

Salih sessiz kaldı. "Sen yanımda olduğun sürece Yasemin rahat uyumuyor." dedi adam. "Ben... Seni unutmak istemiyorum. Neden bizi, neden birbirimizi cezalandırıyoruz?" dedi Esila. Gözlerinden yaşlar aktı. Ayağa kalktı, Salih’in önünde durdu. Başını göğsüne yasladı. "Benden nefret ettiğini bu kadar kolay söyleme. Gözünde bu kadar kötü olacak ne yaptım?" dedi, hıçkırarak.

Salih, elini uzatmak istedi. Saçlarına dokunmak, içindeki yangını bir nebze olsun dindirmek... Ama yapamadı. Elini havada bıraktı. Gözlerini Esila’dan kaçırarak geri çekildi. Omuzlarını dikleştirip Yağmur’un odasına doğru yürüdü. Esila, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya devam etti. O an hastane koridorunun sessizliği, yalnız onun iç çekişleriyle bölünüyordu.

****

Murat, arabayı hastanenin önüne park edip dışarı çıkarken Melek çoktan inmiş, kapıda onu bekliyordu. Genç adam geldiği gibi elini tuttu ve birlikte asansöre yöneldiler.

Asansörde yaşlı bir çiftle birlikteydiler. İlk katta çift indikten sonra baş başa kaldılar. Murat, Melek'in elini bırakmadan bir anda önüne geçti. Gözlerini kısarak Melek'in dudağının kenarına kısa bir öpücük kondurdu. Tutkulu ama ölçülüydü. Başını hafifçe kaldırıp Melek'in kızgın bakışlarına yakalandı. Aldırmadı. Onu asansörün duvarına yasladı ve boynuna başını gömdü. Küçük, masum bir öpücük bırakarak kulağına fısıldadı.

"Seni seviyorum."

Gülümseyerek birkaç adım geri çekildi. Başına gelecekleri bildiğinden ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırdı. Melek gözlerini devirdi. Ayakkabısıyla Murat’ın dizine hafif bir tekme attı. "Sana yakınlaşma yok demedim mi? Kurallar Murat..." diye çıkıştı ve çantasıyla sırtına bir darbe indirerek asansörün açılan kapısından hızla çıktı.

Yanakları kıpkırmızıydı. Eliyle yüzünü kapatıp arkasına döndü. Murat hâlâ yerinde, elleri havada, gülümseyerek duruyordu. "Ah. Mükemmel vücudum yumrukların yüzünden eriyor. Gel bir daha vur."

Melek’in siniri çoktan geçmişti. Yanına gelip göğsüne hafifçe vurdu. "Yapma artık. Rahatsız oluyorum. Seni dövmek istemiyorum. Bir daha yaparsan karın kasların laçka olur."

Sözlerini çocuk gibi büzülen dudaklarıyla tamamladı. Murat başını sallayarak kabullendi. Birlikte birkaç adım yürüdüler. Tam o sırada Murat, Melek’in yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Zengin olmanın yolu, zengin doğmaktan geçer demiş büyükler. Sen zengin doğmadığına göre, zengin olmak için benimle evlenmen gerekiyor."

Melek şaşkınlıkla gözlerini büyüttü.
"Sana böyle şaka yapma demedim mi? Evet dersem ne yapacaksın?"

"Evleneceğim."

____________________

YORUM VE BEGENİ yapmayı lütfen unutmayın. Kendinizi belli etmeniz karşılığında bir insanı (yani beni) mutlu edeceksiniz. ❤❤❤❤

 

Bölüm : 11.11.2024 21:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 47. Aşk Bildiğin Yakar
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...