
Selam Canlar ☺️
Beğeni butonuna tıklayarak okuyalım 🫶
Hadi başlayalım.
_________
Tam o sırada Murat, Melek’in yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Zengin olmanın yolu, zengin doğmaktan geçer demiş büyükler. Sen zengin doğmadığına göre, zengin olmak için benimle evlenmen gerekiyor."
Melek şaşkınlıkla gözlerini büyüttü.
"Sana böyle şaka yapma demedim mi? Evet dersem ne yapacaksın?"
"Evleneceğim." Melek, tepkisiz bir duruşla Murat’ı baştan sona inceledi. Gözleri, adamın yüz hatlarında gezinirken içinde anlam veremediği bir sıkışma hissediyordu. Karşısındaki adamın yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Onu kandırmak gibi bir niyeti yoktu belki ama bu kadar ciddi bir konuda şaka yapması, kadının içindeki tüm dengeleri bozuyordu. Gözlerinin derinliklerinde dalgalanan kırılganlıkla Murat’ın şaka yaptığını çok iyi biliyordu. Her ne kadar dışarıdan umursamaz bir izlenim vermek için kendini zorlasa da kızgınlığının gözlerinden taşmasına engel olamıyordu. Kendini korumak adına sergilediği bu umursamaz tavır, içindeki fırtınayı bastırmaya yetmiyordu.
Elini yavaşça çenesinin altına yerleştirdi. Hafifçe başını sağa yatırarak Murat’ın çevresinde, etrafında sinsice dolanmaya başladı. Dudaklarının kenarındaki alaycı kıvrım, onun ne kadar öfkeli olduğunu ele veriyordu. “Zengin olmanın yanı sıra yakışıklı, nazik, sempatik, mütevazı da olsaydın... Belki teklifini düşünebilirdim. Ama...” dedi ve sesi daha da alaycı bir tona büründü. “Kötü şansım sağ olsun. Zengin bir adamı hayatıma sokmanın sonuçlarını yaşıyorum şu an. Senden, para dışında istediğim hiçbir şey yok Murat. Böyle teklifleri kendine sakla.” diyerek gözlerini hafifçe devirip bir yutkunma eşliğinde suskunlaştı.
Murat’ın ansızın yaptığı bu türden hareketlere, söylediği aniden çıkan cümlelere alışkındı aslında. Ama bu kez durum çok daha farklıydı. Bu, sıradan bir şaka değil gibiydi. Umut verirken, aynı zamanda can yakan bir hakikatin kıyısından geçiyordu. Melek, evlilik teklifinin gerçek olduğuna inanmak istiyordu. Kalbinin bir köşesi buna sarılmak istiyordu. Ama mantığı sürekli ‘Bu adam böyle biri değil, inandırıcı olamaz’ diyerek fren yapıyordu.
Bu adam çok güzel seviyordu. Bu konuda yapabileceği bir inkâr kalmamıştı. Onun sevgisi dokunmadan bile hissediliyordu. Öylesine derin, öylesine çarpıcıydı. Ama ötesi var mıydı? Varsa bile Melek buna inanmıyordu. Bu yüzden, gözlerine bir perde çekip mesafeli görünmeye çabalıyordu. “Bu konuda şaka yapma.” dedi. Sesi sertti, netti, itiraz kabul etmeyecek kadar ciddiydi. Murat, onun bu tonunu duyunca hafifçe irkildi. Melek’in hangi sınırlarında durması gerektiğini artık öğrenmişti.
Kadın, Murat’ın saçma sapan şakalarına çoğu zaman gülüp geçerdi. Başından aşağıya su dökse, en acı biberi yedirse ya da bir anda arkasından itip düşürse birlikte gülüp geçebileceklerini düşünebilirdi. Ama evlilik... Bu çok başka bir konuydu. Kalbinin en kırılgan yeriydi. İçindeki umutla savaşıyordu Melek. Bir yanı, hadi ama, bu sadece küçük bir şaka diyordu. Diğer yanı ise çoktan kasılmış, kalbiyle birlikte tüm bedeni kaskatı kesilmişti. Yüzüne bakan biri onun sadece sinirlendiğini sanabilirdi. Oysa kalbi, çok başka bir yerden acıyordu.
Omuzlarını dikleştirip, ne olduğunu tam olarak kavrayamayan Murat’ın göğsüne hafifçe çarpıp beklemeden yürümeye başladı. O an öyle bir yürüyordu ki, her adımı yerle savaşan bir isyandı. Merdivenlere bir ara baksa da, nereye gideceğini bile bilmiyordu. Elleri, bacakları artık ona ait değildi. Onlar bir isyan başlatmıştı ve kontrolsüzce ilerliyordu. Melek, gerçek olmayan bir teklifin, ne kadar gerçek bir tokat gibi yüzüne çarpabileceğini ilk kez bu kadar derinden hissediyordu.
Çıldırmış gibiydi. Düşüncelerinin iplerini elinde tutamıyordu. Evlilikle hiç ilgisi olmayan bu adamla, delilik gibi olsa da, evlenmek istiyordu. Onunla bir yuva kurmak, onun gibi çocuklara sahip olmak istiyordu. Ne büyük bir delilikti bu. Bir ay içinde bu düşünceler onun benliğine nüfuz etmişti. Kendini kaybettiği bir yanı, "evet" diye bağırıp ona sarılmak istiyordu. O kolların içine kendini bırakmak, orada kalmak... Ama sahip olduğu gurur buna engeldi. Gerçek olmadığını bile bile kabul edemezdi. Kendine sahip olmasa, şimdi çok başka bir hikâyenin kahramanı olabilirdi. Ne büyük bir rezillik olurdu bu, kim bilir?
Melek yanından hızla uzaklaşırken, Murat cebindeki telefonu çıkardı. Ön kamerasını açıp yüzüne baktı. Kaşlarını çatarak, saçlarını düzelterek ekrana biraz daha yaklaştı. “Gerçekten mi çirkinim? Bu kızın gözlerinde mi bir problem var? Dünya'nın sayılı yakışıklılarından biriyim.” dedi kendi kendine, yarı ciddi yarı kırgın bir ses tonuyla. “Sadece yakışıklı değilim, mükemmelim. Sempatiğim. Nasıl fark etmiyor anlamıyorum. Bir de evlilik teklifi yaptım, yaptığına bak. Evlenmek mi istemiyor bu cadı?”
Başını geriye doğru kaldırdı. Hastanenin tavanına bakıp derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalışıyordu. “Bu kadarı çok fazla. Herkesin içinde evlilikle ilgili konuşmak istemiyorsa, gelip açık açık söyleyebilir. Sadece nabız ölçmek istemiştim. Beni, benim yanımda aşağılamak da ne demek? Bir de beni kakaladığını söylüyor. Peki ya ben? Aynısını ben de yaptım ona. Ama hiç bahsini bile açmadım. Sesimi çıkarmadım. Benim gibi yakışıklı bir adamı ağına düşürüp sonra pişmanlık mı duyuyor?”
Yüzünde yaramaz bir gülümseme belirdi. Gözleri parladı. “En iyisi kökten çözüm. Kaçırmak.” dedi ve beyaz gömleğinin yakasını düzeltti. Ciddileşmişti. “Nikahı basıp her sabah kollarımda uyandırmazsam kokuma bağımlı yapmazsam ben de Murat Arsel değilim.” diyerek arkasından yürüyen Melek’in peşine düşmek için hızlandı.
******
Esila, yoğun bakım kapısının önünde sessizce ağlıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatırken elindeki peçete ıslanmış, yumuşamış, neredeyse lime lime olmuştu. Gözlerini yere dikmiş, başını hafif eğmiş halde bekliyordu. Ayakta zor duruyordu ama oturmak için kendine izin vermiyordu. Yağmur’un nefesi oradayken, onun nefesi durmasın diye ayakta kalmalıydı. Her hücresi, kızın yaşaması için dua ediyordu.
Salaş giyimli, yüzünden yorgunluğu akan bir adam yanına yaklaştığında, Esila gözyaşlarını çabucak sildi. Başını eğerek ayağa kalktı. Saygı dolu bir ifade ile elini uzattı. Adam, göz ucuyla kıza baktı ama selamı almadan zile bastı. Yüzü, duvar gibi ifadesizdi. Esila’nın varlığından memnun olmadığı çok açıktı. Göz göze gelmemeye özen gösteriyor, vücudunu hafifçe ondan uzaklaştırıyordu.
Esila dudağını ısırarak onun birkaç adım daha yanına geldi. İstenmediğini biliyordu. Adamın ruhunun onu reddettiğini hissediyordu. Ama bu onun için önemli değildi. Yağmur’un kalbi için her şeyi göze almıştı. Onun için buradaydı.
“Dün söylediklerimi düşündünüz mü?” diye sordu. Sesi titriyordu ama kararlıydı. “Çocuğumu öldürmeyi mi? Hayır, düşünmedim.” dedi adam, sesi buz gibiydi.
Tam o sırada, yoğun bakım hemşiresi kapıdan çıktı. Adamı birazdan içeri alacağını söyleyip yeniden içeri girdi. Esila, kelimelerin ağırlığı altında ezilmişti. Yanlış anlaşıldığını biliyordu. O, ölüme karar vermesini istememişti. Sadece, başka bir hayat için umut taşımasını istemişti.
Gözleri yaşla doldu. Başını kaldırmaya cesareti yoktu. Derin bir nefes alarak adamın oturduğu koltuğa oturdu. Elleri dizlerinin üzerinde, çaresizlikten sarkmıştı. “İnanmasanız da kızınız için çok üzülüyorum.” dedi ve kelimeleri bir iğne gibi batıyordu. “Doktor, kızınız için umut yok dedi. O yüzden başım önümde. Kalbini, evladım saydığım Yağmur için istiyorum.”
Adamın gözleri kıpkırmızıydı. Elleriyle ütüsüz gömleğini düzeltti, hafifçe acı bir tebessüm etti. “Evde yangın çıktığında eşim dışarı gitmişti. Sadece on dakika yoktu.” dedi. Sesi giderek boğuklaştı. “Songül’üm... Güzel kızımın doğum günüydü. Annesi ona pasta ve hediye almak için çıkmıştı. Sürpriz olacaktı. Herkese felaket oldu. Kızım o gün ilk defa çakmakla oynamış. Yangın çıktı. Şimdi o yoğun bakımda. Karım, onun bu hâlini kaldıramayıp ilaçlarla ayakta zor duruyor. Alt katta yatıyor.” Başını kaldırdı ve gözlerini Esila’ya dikti.
“Şimdi geçmiş karşıma, kızımın kalbini istiyorsun. Bir anne olduğunuza inanmak çok zor.”
Esila gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra fısıltı gibi bir sesle konuştu.
“Anne değilim.” dedi. Sesi güçsüzdü. Boğazı kurumuş, kelimeler zar zor dökülüyordu. “Çok haklısınız.” dedi devamında. “Bir anne gibi davranmıyorum. Ama çaresizim. Kızınızın kalbiyle Yağmur’un hayatı kurtulabilir. O benim öz evladım değil. Ama kızım gibi sevdim. Kalp bulunmazsa ölecek. Lütfen, bir kez Yağmur’u görün. Sadece bir kez.”
Gözyaşlarına hâkim olamadı. Sessizce ağlamaya başladı. Genç adam ayağa kalktı. Yumruklarını sıkmış, başını öne eğmişti. “Bedir, ne oluyor?” Koridorun ucundan ince bir kadın sesi duyuldu. Duvara yaslanarak yavaşça gelen kadın, zorlukla yürüyordu. Siyah bir yazma başını örtüyordu. Üzerinde, ayak bileklerine kadar uzanan sade bir gecelik vardı. Üşümemesi için krem rengi bir hırka giymişti. Bir eli serum askısını, diğer eli duvarı tutuyordu. Bitkin görünüyordu. Yavaş yavaş onlara yaklaşırken gözleri merakla açılmıştı.
Esila başını çevirip gözlerini kaçırdı. Sırtı titriyordu. Kadının bakışları kalbine batıyor, içinde taşıdığı suçluluk daha da büyüyordu. Esila, gözlerini yere indirerek hem utanıyor hem de içindeki yükü taşıyamayacak kadar yoruluyordu. Çaresizlikle başını eğmişken kulağına kadının kısık, acı çeken sesi geldi. Duyduğu o kırılmış sesle bütün dikkati o yöne kaydı.
“Bedir. Kızım nasıl? Umut mu yeşerteyim, yoksa tevekkül mü edeyim? Ne yapayım, sen söyle.” Kadının sesi kırık cam gibi kulağına değdi. Kocasının kolunu tuttu. Güç almak belki işe yarardı. Ama esas niyeti ona güç vermekti. Birbirlerine tutunmadan ayakta kalamayacak kadar yorgun iki insandılar.
“Sen burada ne arıyorsun? Hemen yatağına götüreyim seni. Bu hâlde burada olmanın kimseye faydası yok.” dedi adam, karısının yüzünü avuçlarının arasına aldı. Ona uzunca baktı, gözlerinin içine öyle bir şefkatle bakıyordu ki zamanın bir anlığına durduğu hissediliyordu. Kadının yorgun, hasta gözlerine dudaklarına götürüp usulca öptü. O anda koridorda bir sessizlik hâkim oldu. Sadece ağlama sesleri yankılandı. Adam ağlıyordu, kadın ağlıyordu, Esila ağlıyordu. Gözyaşları bu hastane duvarlarında artık sıradan bir ayrıntı gibiydi.
“Kızım.” dedi kadın ve eşinin konuşmasını durdurdu. Bedir gözlerini kaçırmadan karısına baktı. “Uyandı mı?” Kadının sesi umutla doluydu. Sanki o an gökyüzünden bir mucize inecekmiş gibi bekliyordu. Bedir başını dikleştirdi. Eşinin omzuna sarıldı, sanki omuzuna değil de yüreğine tutunuyordu. “Uyanacak. Annesini ve beni bırakmaz.” dedi. Dudaklarından çıkan kelimeler dua gibiydi.
Esila, titreyen vücuduna aldırmadan ayağa kalktı. Sırtındaki yükle olduğu yerde döndü. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Kafasının içinde yankılanan cümleleri dışa vurdu.
“Küçük Songül ölecek. Yağmur'un ölecek. Salih ölecek. Ben öleceğim.” dedi yutkunarak. Her kelime içinden bir parçayı koparıyordu.
*****
Melek, arkasından gelen Murat’ın gülüşlerine aldırış etmeden yürüyordu. Bastığı her adımda siniri ayak tabanından yukarı çıkıyor gibiydi.
“Ya nabız ölçmek istedim.” dedi Murat, hâlâ sırıtıyordu. “Ne hakla böyle bir şey yaparsın? Evlilik teklifini ciddiye almış olsaydım ne yapacaktın diyorum, sen evlenirim diyorsun.” Melek bir anda arkasına dönerek Murat’a baktı. Gözleriyle onu yerle bir etmek istercesine bakıyordu.
“Doğru söyledim. Evleniriz. Zaten niyet bu değil mi?” diyerek yürümeye devam etti Murat. Melek hâlâ her şeyi şaka zannediyordu. “Bu tarz şakalar yüzünden senden ayrılmam gerekiyor.” dedi. Sesi titriyordu ama netti. Murat, bunu duyunca aniden öne atılıp Melek’in elini iki eliyle kavradı. Koridor bir anda sessizleşti. “Ağzını topla güzelim. Ne ayrılığı? Nabız ölçmek istedim, elime yüzüme bulaştırdım. Tamam, kabul ediyorum ama ayrılık konuşması ya da tehdit etmeni gerektirecek bir şey yok ortada. Bayan Kapya, durmanız gereken yeri bilin. ‘Ayrılık’ o güzel ağzına yakışmayacak kadar çirkin bir kelime.” diyerek Melek’in ağzına hafifçe vurdu.
Melek, ona daha fazla sinirlenmemek için elini kaldırıp ‘yeter’ dercesine havada tuttu. “Çekip gitmemek için kendimi zor tutuyorum. Şu anda sempatik davranman hiçbir işe yaramıyor.” dedi. Önünde durduğu kapıyı tıklattı. Açılınca yüzüne hemen bir tebessüm yerleştirip içeri girdi. Yaşlı kadın hemen kucakladı.
“Kusura bakmayın. Rahatsız etmezsek müsaade var mı?” dedi Melek, İkbal Hanım’la kısa bir hal hatır sorma faslından sonra Yağmur’un yanına oturdu. Küçük kızın saçlarını okşadı. Onun her zamankinden daha yorgun görünmesi, Melek’in kalbine taş gibi oturdu. “Nasılsın prenses?” dedi yumuşak bir sesle. Hemen ardından Salih’e döndü, başıyla selam verdi. Yine dikkatini tamamen küçük kıza yöneltti.
“Maşallah, çok iyi görünüyorsun.” dedi. Az önce ettiği kavgadan en küçük bir iz taşımıyordu yüzünde. Melek, sinirini iyi saklamayı beceriyordu. Ama Yağmur, öyle kolay kandırılacak biri değildi.
Gözlerini kısmıştı. Karşısındaki kadının iyi göründüğünü iddia etmesini tebessümle karşılasa da inanmadığı belliydi. Dudaklarına küçük bir gülümseme kondurup, morluklarla dolu kollarına baktı. Ziyaretçilerin hepsi aynıydı. Hepsi acıyarak bakıyordu. Ama Melek farklıydı. Tanıdığı ama çok da bilmediği bir yabancıydı.
“Çok iyiyşem yani iyi olduğumu şöylüyorşan teşekkür ederim.” dedi. Başını yana yatırıp gülümsedi. “Bana bir şey aldınız mı?” Gözleriyle çantaları taradı. “Jenga, oyun hamuru gibi şeyler getirmediniz mi? Ben çocuğum ve gelenlerden bir şeyler beklerim.”
“Şimdi hemen gidip alayım.” dedi Melek gülerek ve ayağa kalktı. Murat, oldukça rahat bir şekilde oturduğu sandalyeden hafifçe öne eğilip küçük kızın burnunu sıktı. “İsteklerini akşam aradığımda ağlamak yerine niye söylemedin? Söyleseydin bir kamyon dolusu oyuncak getirirdim. Şimdi ceza olarak en fazla üç oyuncak getireceğim.” dedi. Gülümsedi.
Yağmur, yatağın yanında bekleyen Melek’e döndü. Gözlerini kocaman açtı.
“Lütfen yaşımı araya katarak beş yaş yazan oyuncaklar almayın. Murat amcam yüz tane oyuncak almak işterşe de bırakma. Yenge, en fazla üç tane olşun.” dedi. Sararmış dişlerini göstererek sırıttı.
Salih, “yenge” lafını duyar duymaz boğazını temizler gibi öksürdü. Küçük kız da tıpkı Murat gibi, olmadık yerlerde olmadık laflar ediyordu. Murat’ın ise göğsü iyice kabarmıştı. Gözlerinden gurur akıyordu. Bu işin en çok utananı yine Melek olmuştu. Ellerini ‘hayır’ der gibi sallarken Murat, beline kolunu sardı.
“Anlaşıldı küçük hanım. Yengen ve ben güzel oyuncaklar alıp geleceğiz.” dedi. O an gözler Murat’a çevrildi. İkbal Hanım, Salih... Herkes şaşkınlıkla bakıyordu.
Salih’in gözleri çiftin üzerinde sabitlendi. Dış görünüş olarak birbirlerine yakıştıklarını düşünüyordu. Ama huy olarak zıt kutuplardı. Murat aşırı çapkın, eğlenceli ve özgüveni yüksek bir adamdı. Melek ise sert, çalışkan ve ağzı bozuk ama kalbi tertemiz bir kadındı.
Melek hâlâ ‘hayır’ demeye çalışıyordu. Ellerini yavaşça indirirken içinden Murat’ı boğma isteği geçiyordu. “Öyle kaideye alınacak bir ilişkimiz yok. Lütfen Salih Bey, yanlış anlamayın. Bu konuşma iş yerine giderse benim için iyi olmaz. Lütfen unutalım.” dedi ve Murat’ı hafifçe itti. “Sizin özel hayatınızı kimseye söylemem.” dedi Salih. Her zamanki gibi kısa, net bir cevap vermişti.
Murat, Melek’in dirsek darbelerinden kurtulup Yağmur’un yatağına oturdu.
“Bugün benim evimde yemek bile yedik. Buraya gelirken evlenme teklifi bile ettim.” dedi. Söz ağızdan çıkar çıkmaz Salih’in çenesi yere düştü. “Murat bu sen misin? Sen ve evlilik? Yapacağın tek evlilik annenin bulduğu anlaşmalı evlilik olur diye düşünüyordum. Şaşırdım.”
“Tebrikler güzel çocuklarım.” dedi İkbal Hanım. Ne olduğunu tam anlamadan Melek’in omzuna dokunup içtenlikle kutladı. “Eee, amca. Melek yenge ne dedi?” dedi Yağmur. Araya girmeseydi Melek belki de gerçekleri söyleyecekti ama çocuk onu susturdu.
“Sorma bücür. Bez parçası gibi fırlatılıp reddedildim. Ne umutla teklif etmiştim. Bakma böyle çatık kaşlı durduğuna. Bana aşık olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Akşama kadar dil dökse inanmam. Sen de inanma.” dedi Murat kahkaha atarak.
“İnanmam amca.” dedi Yağmur, ciddi ciddi Melek’e baktı. Onun gözlerinden gerçeği arıyordu. Sevdiği insanların her sözüne sonsuz güveniyordu.
“Ben iyileşene kadar evlenme teklifini kabul et. Babam bana gelinlik alacak. Düğünde onu giymek istiyorum.” dedi.
Melek, küçük kızın isteği karşısında donup kaldı. Gözlerini boş duvara dikti. Oraya ışın gönderip delik açmak istiyordu. Sonra Murat’ı ayağından tavana asmak, doğruları söyletmek. Evlilik teklifini nabız ölçmek için yaptığını nasıl söylemezdi? Üstelik ona bu ilişkinin gizli kalması gerektiğini defalarca anlatmıştı. Ama artık kimsenin inanmayacağını bildiği için başını dikleştirip arkasına döndü. Ne kaçabiliyor ne de kalabiliyordu.
Küfür etmek, bağırmak, vurmak istiyordu. Sanki içindeki fırtına artık taşmak üzereydi. Kulağına alay edercesine Murat’ın cümleleri yankılandıkça, boğazına bir yumru oturdu. Gözlerini kırpıştırarak hızla odadan çıktı. Bastığı zemini bile hissetmeden boş koridorda koşmaya başladı. Kalbi, koşu temposunu bile aşan bir hızla çarpıyordu. Sanki her adımında Murat’ın sesi kulağında yankılanıyor, kafasının içinde çarpışıyordu.
Gelen asansörün kapısı açılır açılmaz içine atladı. Kapılar kapanır kapanmaz dizlerinin bağı çözüldü. Yere çöküp elleriyle yüzünü kapattı. Dudakları titreyerek kendi kendine söylenmeye başladı. “Herkese anlatıp ne elde ediyor. Ben sevgili olduğumuzu söyleme diyorum, o sabah kahvaltımızı bile anlatıyor. Bir de utanmadan evlenme teklifi etmiş, pes. Duy da inanma. Sonra da şaka yaptığını suratımın ortasında söylüyor. Ahhh. Delireceğim. Duygularımla oynadığını direk yüzüme söyledi. Kıvırcık aptal. Hem de kanlı canlı aptalın teki.”
Zemin kata gelen asansörün kapısı açılınca hızla ayağa kalktı. Çantasını omzuna atarak dışarı fırladı. Ayaklarını sertçe yere vuruyordu. Dudaklarından dökülen homurtular sinirinin hâlâ geçmediğinin göstergesiydi. “Yemin ediyorum. Beni rezil etmeyi çok seviyor. Yoksa yaptığının mantıklı hiçbir tarafı yok.”
Tam o sırada birisi koluna girdi. Melek ani bir refleksle küçük bir çığlık attı. Yanına dönünce karşısında duran kişiyi görünce gözleri irileşti. “Cüş. O ne biçim çığlık Melek. Bir daha bağırma. Yemedik kolunu.” dedi Esila, ifadesiz bir suratla. Gözleri kıpkırmızıydı ama hala gülümseyebiliyordu. Elini kolundan çekti, saçlarını dağıtarak geriye attı.
“Kendi kendine kime sayıyorsun öyle. İsim ver de ben de beddua edeyim. Bu konuda baya staj yaptım. Ve emin ol tutuyor.”
Melek dudaklarını büzüp koşmaya devam etmeyi düşündü bir an. Ama daha fazla rezil olmak istemediğini fark etti. Olduğu yerde durdu ve nefesini kontrol etmeye çalıştı. “Allah aşkına. Koluma niye yapışıyorsun. Murat bir yandan, sen bir yandan. Sabrımı mı deniyorsunuz?”
“Bırak sabrı. Benim kadar sabırlı olamazsın. Murat mı sinir etti seni? Evlerden ırak bir sinir etme potansiyeli var o adamda. Boş ver şu cibilliyetsizi. Hadi gel yemek yiyelim. Sabahtan beri hastanedeyim. Açlıktan ölüyorum. Her an, şu an bile yere düşebilirim.” Esila, düşüyormuş gibi ayaklarını sürüyerek başını yana eğdi. Göğsünü öne iterek teatral bir şekilde sallandı. Melek ona yandan bir bakış attı. “Bak düşüyorum. Lütfen tek başıma yemek yemekten çok sıkıldım. Hadi lütfen diyorum. Lütfen. Lütfen. Lütfen. Lütfen.”
“Tamam. Bu kadar lütfen yeterli. Karnım aç değil. Sadece eşlik etmek için geliyorum. O adama cibilliyetsiz dediğin için geliyorum. Yüzünün hali ne böyle. Kaç saattir ağlıyorsun. Her gördüğümde niye ağlıyorsun, onu da anlamıyorum.”
Kol kola girerek hastaneden çıktılar. Dışarı çıktıklarında şehir hayatı tüm karmaşasıyla önlerinde duruyordu. Arabaların korna sesleri, insanların aceleci adımları, klaksonlarla yarışan kuş cıvıltıları içinde bir restorana yöneldiler. Esila sabah gelirken dikkatini çeken, cadde üstündeki küçük ama samimi restoranı gösterdi.
İçeri girdiklerinde sıcak bir atmosferle karşılaştılar. Kahverengi masaların önünde sarı sandalyeler dizilmişti. Masaların üstü krem rengi örtülerle kaplıydı. Duvarlardan biri Osmanlı motifli duvar kağıdıyla bezenmiş, diğer duvarlarda ise manzara resimleri asılıydı. Mekan lüks olmasa da düzenli ve göze hitap eden bir havası vardı.
Esila sevinçle masaya oturup menüyü ellerine aldı. “Oturmaz mısın? Ne bekliyorsun?” dedi Melek’e göz ucuyla bakarak. Melek çevresine kısa bir göz gezdirdikten sonra karşısına oturdu.
“Güzel bir yermiş.”
“Eh işte. Günü kurtarır. Karnım aç olmasa adım dahi atmazdım.” dedi Esila ve elindeki listeye tekrar göz gezdirerek el kaldırdı. Garson yanaşınca, cebindeki not kağıdını çıkararak gülümseyerek konuştu. “İstediğim karides çorbası ama listede yok. Onun yerine mercimek çorbası getir. Sonra suşi istiyorum ama o da yokmuş, karışık kebap getir. Ana yemek olarak safranlı pilav hayalimdi ama burada sade pilavla yetineceğim. Tatlıda gönlüm valrhona çikolata küresinden yana ama sen bana şekerpare getir.”
Garson ilk başta sadece çorbayı yazabilmişti. Geri kalanını dinlerken kağıda hiçbir şey yazamadan bakakalmıştı. Esila’nın hayaller ve gerçekler dünyasına ani geçişleri adamın zihnini allak bullak etmişti. Sorarsa yine fırça yiyeceğini bildiğinden, kağıdıyla birlikte sessizce mutfağa yöneldi. Esila ise garsonun arkasından kahkahasını zor tuttu.
Melek’ten bir tepki gelmeyince kahkahası içten içe büyüdü. “Gördün mü adamın suratını. Şoka girdi. Vallahi düşmanıma sabahtan akşama kadar beddua etsem, bu kadar rahatlamazdım. Bugün çok zordu. Ama şimdi bir kova su içmiş gibi rahatladım.”
“Şu huyundan vazgeç. Adamla alay mı ettin? Adamın yüzünden çok, senin saçmalığın dikkat çekti. Murat da, sen de neden kimsenin yerine kendinizi koymuyorsunuz?” Melek elini kaldırarak başka bir garsonu çağırdı. Adam, yavaşça yanlarına geldi. “Buyurun efendim. Bir isteğiniz mi vardı?”
“Mercimek çorbası, karışık kebap, sade pilav, şekerpare. Ve köpüklü ayranınız varsa iki bardak lütfen.”
“Tabii efendim. Hemen hazırlatıyorum.” diyerek masadan ayrıldı. Melek, dirseklerini masaya koyup karşısındaki kızı süzdü. “Eric Cartman’a karşı hissettiğim her şeyi sana hissediyorum. Belki de sana benzediği için.”
“Şu... South Park mıydı neydi... Aptal ismi olan çizgi film mi?” Melek başını salladı.
“O küfürbaz, ırkçı çocuğa benzettiğine inanamıyorum. Şimdiye kadar kendimle gurur duyuyordum. Sayende iştahım kaçtı. Ama önce siparişler gelsin. Yedikten sonra iştahım kaçsın.” Yemekler geldiğinde masayı lezzetli kokular sardı. Esila çorbasını dikkatle üfleyerek içmeye başladı. Tam o sırada göz ucuyla Melek’e baktı.
“Murat’la aranda ne var? Bir şey var. Ama ne kadar ciddi, asıl mesele bu.”
Melek, bol köpüklü ayranı içmekle meşguldü. Soruyu duyar duymaz, içindeki tüm ayranı Esila’nın yüzüne püskürttü. Esila bir anda yerinden sıçradı. “Yemeğimi mahvettin. Melek, ne oluyor sana? Abime aşık olduğunu söyleme sakın. Abim sana aşık, onu anlıyorum da.”
“Ne aşkı? Olmadı. Olmaz. Olmamalı. Neden olsun?” dedi Melek, hemen peçeteye sarıldı. Bakışlarını kaçırarak bir kez daha ayranı eline aldı. İçmeye başladı. Konuşmasın diye. “Üstümü mahvettin. Boğazında kalsın emi.”
Melek istemsizce kalan ayranı da bir anda yüzüne püskürttü. “Yine mi? Off ya. Yüzüm gözüm ayran oldu.”
“Gerçekten bedduaların tutuyormuş.” dedi Melek gülerek. Esila, şaşkınlıkla yüzünü silerken sordu. “Peki. Aşık değilsen, neden her yere birlikte gidiyorsunuz?”
“Sekreterim ya hani.”
“Gözümle şahit oldum. Seni yiyecek gibi bakıyor. Koridor köşelerinde seni öpüyormuş. Çalışanlar söylüyor. Murat bir kadının peşinden gitmezdi. Şimdi hep dibinde. Kavga ederken suratında saçma bir sırıtış oluyor. Geçen gün arkanızdan çok güzel konuşuyor dinlemeye bayılıyorum dedi. Hiç de güzel konuşmuyordun.”
Melek söyleyecek söz bulamıyordu. Esila devam etti. “Murat seninle eğlenmiş. Çalışanlar senin de deli olduğunu söylüyor. Ben inanmıyorum sende inanma. Bir deli kuyuya taş atmış, siz de peşinden gidiyorsunuz.”
Melek sessizce kafasını eğdi. İnkâr etmek istiyordu ama kelimeler boğazına diziliyordu. “İnkar edeceksin yani. Melek, bana baksana. Uzaktan salak gibi mi görünüyorum? Murat piknikten sonra yarım ağızla söyledi zaten. ‘Melek’e iyi davran’ diyor her gün. Her. Gün.”
Melek gözlerini kısıp dudaklarını bastırdı. “Murat benim elimde kalacak bir gün. Bunu bütün benliğimle hissediyorum.” dedi Melek, Esila gözlerini devirip çatalını eline alarak şekerpareye uzandı. “Seninki de iyi cesaret. Yenge mi? Murat’ın annesini tanıyor musun sen? Ulviye Kapya. Onu tanıdıktan sonra ciddi olup olmadığını bir daha düşün derim. O, sevmediği birine sadece hayatı değil, ilişkiyi bile düşündürmez.”
Melek’in kaşları kalktı. Dudaklarını oynatmadan sadece gözleriyle sorusunu sordu. “O niye?” Esila derin bir nefes aldı. Başını hafifçe yana eğdi. Yüzünde acıyan bir gülümseme vardı. “Tatlı yengem farklıdır. Hem de üst seviyede farklıdır. Psikolojik savaşlar, ima yüklü sözler, imkânsızlıklar... Ama boş ver. İçini şişirmek istemiyorum. Derdine dert eklemeyeyim.”
Söylediklerini ciddiye alıp almadığı belli olmayan Melek, omzunu silkti. O sırada Esila ayağa kalktı. Peçeteyi eline alarak Melek’in yakasına bulaşan ayranı temizlemeye başladı. Hareketleri yumuşaktı. Ama her halinden huysuzluğunu bastırdığı belli oluyordu.
“Dünyanın en zor şeyi Arsel ailesine girmektir. Özellikle de Murat Arsel’in kız arkadaşı olarak. Başarırsan tebrik ederim. Ama dikkatli ol. Başarının da bedeli olur.”
Melek hafifçe başını salladı. Sonra kendisi de birkaç peçete alarak kahkahalarla gülen Esila’nın üstünü temizlemeye koyuldu. Esila'nın kahkahası biraz fazla neşeliydi. İçinde boğulmuş onca şeyi bastırmak için gülüyordu sanki. “Sen... Murat’la ciddi ciddi sevgili olmuşsun. Sakın inkar edip de yalan söylemeye kalkma. Çünkü inanmayacağım.”
Melek’in omuzları düştü. Gözlerini kaçırarak iç çekti. “Offf tamam. Sevgiliyiz. Zaten salak değilsin, anlamışsındır. Rahatladın mı şimdi? Murat sana söylemiş. Niye sık boğaz ediyorsun beni?” Esila, elindeki peçeteyi yere attı. Küçük bir çığlık attıktan sonra kolunu havaya kaldırıp Melek'e doğru uzandı. “Çünkü arkadaş olmamız için senin de söylemen lazımdı. Salih için tehlike arz etmediğin için gel sana sarılayım.”
Melek’in yüzünde kararsız bir ifade belirdi. Sarılmak mı? Ne alaka? Ama daha ne olduğunu anlayamadan Esila konuşmaya devam etti. “Yengem konusunda da yanında olurum. Onun bulduğu kısmetleri sana bildiririm. Sen de onların ağızlarına sıçarsın.”
Melek gözlerini devirdi. “Ya da konuşurum. O beni sevmese de oğlu seviyor. Belki anlayışlı olur. Hem Murat olmasa bile, Salih’le aramda hiçbir şey yoktu ki. Sen öyle sandın ve uzun bir süre de öyle sanmaya devam ettin.”
Esila ellerini iki yana açtı. “Öyle olmuyor ama boş ver şimdi bunları. Artık iki düşman değiliz. Düşmanlık bitti. Üstelik artık sırdaşız.”
Melek hâlâ ne düşüneceğini bilemiyordu. Esila’nın sevip sevmediği belli değildi. Sarılması da tuhaftı. Parmak uçlarıyla Melek’in kollarına dokunmuştu, ama sanki beden temasından çekiniyordu. Tiki kız modeli gibiydi. Samimiyetsiz değildi ama alışılmış bir samimiyet de değildi. Melek, kollarına bakıp sonra garsonların olduğu tarafa döndü. Üç garson, kulaklarını çekip tahtaya vurmuş, ellerini açarak dua eder gibiydiler. Melek bu manzarayı görünce dayanamadı. Dudağını ısırarak gülmemeye çalıştı. Ama gözleri sulanmıştı bile. Arka masada oturan iki adam ve üç kadının da gözleri Esila'nın üzerindeydi. Fısıldaşıyor, aralarında gülüşüyorlardı. Bu kadarı fazlaydı.
“Niye öyle bakıyorsun insanlara?” dedi Esila merakla.
“Hiç... sadece...” dedi Melek, ama öfkesi daha da şiddetlendi. Sonra başını masaya koydu. Kollarını masanın üstüne uzattı. “Ne kadar sinir bozucu olursan ol... Kimse sana bunu yapamaz.”
“Ne yapamaz? Ne oldu?” dedi Esila ciddileşerek. Gözlerini kırpıştırıyordu.
“Geldiğinden beri tek dedikodu malzemeleri sensin.” dedi Melek ve belli etmeden garsonları ve arka masadaki grubu işaret etti. “Seni masaya yatırmışlar. Sen duymuyorsun. Masaya yatırmışlar.”
Esila gözlerini kıstı. Göz ucuyla bakmaya başladı. Garsonlar gerçekten de hâlâ onu işaret ederek fısıldaşıyordu. Arka masadaki kadınlardan biri çay içerken diğerleri başlarını yana eğmiş, Esila’yı konuşuyordu. Esila önce yutkundu. Sonra başını dikleştirdi. Sanki vücuduna elektrik verilmiş gibi hızla ayağa kalktı.
Çantasından küçük bir banknot çıkardı. Melek şaşkınlıkla izliyordu. Bu kadar para sadece dedikoduya mı?
Esila, sinirli ama kontrollü adımlarla masaya yürüdü. Ellerini önünde birleştirdi. Gözlerini tek tek onlara çevirdi. “Bir sorun mu var?” dedi. Sesi tok çıkmıştı. Platin sarısı saçlarını geriye attı. Kızlar bir anda sus pus oldular. Esila gülümsedi ama sinirle. “Ben bazen yatağımdaki yastığımı bile sinirle fırlatıyorum. Siz kimsiniz ki beni konuşuyorsunuz? Yüzüme söyleyin. Cesaretiniz varsa, suratım buradayken söyleyin!”
Masadaki çay bardağına sertçe dokundu. Bardak masadan yuvarlandı, yere düşmedi ama içindeki çay suyu masaya yayıldı. Kadınlar yerlerinden sıçradı.
“Dünya bile umurumda değilken siz kimsiniz?” diye bağırdı. Bir adım daha attı. Sarı saçlı kadının yanına gelip ses tonunu kadınsı ve tehditkâr bir hale büründürdü. “Bebeğim. Kendine güvenin mi azaldı? Neden benim hakkımda konuşuyorsunuz. Konunuz mu kalmadı.”
O anda erkeklerden biri sinirlenerek Esila’nın kolunu tuttu. Kadını hızla masaya doğru itti. Melek’in gözü döndü. Hiç düşünmeden ileri atıldı. Adamı iterek bağırdı. “Sen ne hakla bir kadına böyle davranıyorsun? Şimdi çıkıp caddenin ortasında bağırayım da görün gününüzü. Polis mi gelir, sosyal medya mı çökertir sizi, bilmiyorum. Ama avukat olduğumdan hak ettiğiniz her şeyi yaşatmak için elimden geleni yapacağım!”
Adam bir adım geri çekildi. Melek, blöf yaptığını belli etmemek için dışarıya döndü. Esila’ya göz kırparak yürümeye başladı. “Siz hiç merak etmeyin. İki gün içinde hepinize celp kağıdı gelir. Donlarınıza kadar alırız.” Üç adım bile atmamıştı ki adam, koşarcasına Melek’in önüne geçip ellerini açtı. “Hanımefendi. Ne olur, affedin. Bizi işimizden etmeyin.”
Melek sahte bir gülüşle arkasına döndü. Sarı saçlı kadına yürüyerek yaklaştı. “Bana bak çakma sarışın. Madem iki yüzlü olacaksın, bari biri bir b...ka benzesin.” Kadın geriledi. “Ne biçim avukatsınız? Üslubunuz yanlış.”
“Gözümün önünden kaybolmazsan, üslubumun nereye kadar gideceğini gösteririm.” Sonra gözlerini Esila’ya çevirdi. “Yemek yediysen gidelim.”
Esila başını sallayarak garsonların yanına yürüdü. Elindeki parayı çıkarıp önlerine koydu. “Bir daha gelen müşteri hakkında konuşursanız... burayı mahkemeye veririm. Avukatımın kim olduğunu söylememe gerek yok, değil mi?”
“Anladık.” dediler üçü birden. Melek ve Esila sandalyedeki çantalarını alarak çıkarken, bütün mekânı susturan bir hava arkalarında kaldı. Sadece iki çift topuk sesi işitiliyordu. Dışarı çıktıklarında Esila derin bir nefes aldı.
“Avukat Melek. Evlerden ırak olsun. Sen gerçekten çok tehlikeli birisin.” Melek gülümsedi. “Teşekkür etme şeklin mi bu?”
Ellerini saçlarına götürdü. “Gerçek bir şekilde, sahte olmayan davranışlarla bana teşekkür etmen gerekmiyor mu? İçinden gelmiyorsa zorlama kendini. Ama zorla hak ettiğimi düşünüyorum.”
Esila bir saniye bile tereddüt etmeden Melek’e sarıldı. Kalpten gelen, sıkı bir sarılmaydı. Bu kez parmak uçlarıyla değil, kocaman kollarıyla.
“Çok teşekkür ederim. Murat’la sevgili olduğunu düşündüğümde korkmuştum. Ama iyi birisin. Artık eminim. Benim gibi bir arkadaş kazandın.” Sonra çantasından küçük bir çakı çıkardı. “Ne yapıyorsun?” dedi Melek. Esila, Melek’in parmağını kesti. Ardından kendi parmağını da. “Ayy! Teşekkürden sonra parmak mı kesilir? Sen deli misin? Kendi parmağını niye kestin?”
Esila, Melek’in parmağını tuttu. İki yaralı parmağı birleştirip alnına götürdü. “Artık seninle kan kardeş olduk.” Melek başını geriye yasladı. Gözlerini devirdi. “Bir bu eksikti.”
______________
Yorumlarınızı bekliyorum diğer bölümde görüşelim.❤❤❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 129.84k Okunma |
11.31k Oy |
0 Takip |
132 Bölümlü Kitap |