77. Bölüm

49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorum

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Beğeni ve Yorum yapmayı lütfen unutmayın. ❤❤❤

Başlayalım.
__________

Melek, Esila ile birlikte hastaneye yeniden giriş yaptıklarında, binanın serin ve hafif ilaç kokan havası üzerlerine sinmiş gibiydi. Merdivenlere yöneldiklerinde Melek’in gözleri istemsizce Esila’ya kaydı. Az önce fırtına gibi esip gürleyen kızın, şimdi içine kapanmış hali Melek’in içine oturan soruların başını çeker olmuştu. Adımlarını hızlandırdı. Birkaç basamak yukarı çıkarak Esila’nın önüne geçti. Baktı ki hâlâ kendi içine dönük bir hâlde yürüyor, durup tam karşısında dikildi.

“Gelip geçen insanlara geçmiş olsun diyelim mi?” dedi, sesine hem oyunbazlık hem de dikkat dağıtmak isteyen bir ton yerleştirmişti. “Bu sayede aklımızdaki soruları birkaç dakika kenara koymuş oluruz.”

Sözünü bitirmesiyle birlikte, aşağıdan inen hamile kadının yanına doğru çevik bir şekilde yöneldi. Gözlerinde tanıdık bir sıcaklık, yüzünde alışıldık bir tebessüm vardı. Konuştuğunda ses tonu sanki kadının uzun yıllardır görmediği bir dostuymuş gibi yakın ve içtendi.

“Çok geçmiş olsun. İnşallah bebiş ve siz iyisinizdir.” Hamile kadın bir an duraksadı, bir yabancıdan bu kadar sıcak bir ses tonuyla duyduğu geçmiş olsun dileği karşısında şaşırmıştı. Elini usulca karnına koydu. “Teşekkür ederim. Bir ay sonra doğacak. Şimdilik çok iyiyiz.” dedi. Jilesini düzeltti, gözleri ışıltıyla Melek’e takıldı. Görmediği bir sevgi, beklenmedik bir incelikle karşılaşmak belli ki iyi gelmişti ona. Merdivenin tahta tutanağına tutundu, Esila’ya da başını eğerek selam verdi. Ardından ağır adımlarla uzaklaştı.

“Şimdi sıra sende.” dedi Melek, gözlerini kırpıştırarak hafifçe başını yana eğdi. Esila’nın arkasına geçti, omzunun hemen gerisinden onu hafifçe dürttü. Esila’nın kaşları çatıldı. Tereddütlüydü. Ama Melek’in bu çocukça oyunu yüzünde istemsizce bir tebessüm oluşturmuştu.

Merdivenin başında telefonuyla uğraşan genç kadını gözüne kestirdi. Kafasını hafifçe sallayıp derin bir nefes aldı. Tereddüt içinde yavaşça birkaç adım attı. Tam geri dönmek üzere adımını aşağıya atarken Melek parmağını kaldırdı ve başını hafifçe iki yana sallayarak sessiz bir “hayır” dedi. Esila iç geçirdi. Dudaklarını büzdü. “Hayır”a itaat etti. Kadına yaklaşıp sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. “Şey... Geçmiş olsun.” dedi. Yutkundu.

Kadın başını kaldırdı. Telefonunu sinirle cebine koydu. Gözlerinde belli belirsiz bir yorgunluk, kaşlarının arasında kırışıklıklar... “Geçecek gibi durmuyor ama... Teşekkür ederim.” dedi, sesi kırılmıştı. Derin bir boşluğa konuşuyor gibiydi. Melek, Esila’nın sırtına dokunarak onu destekledi. Esila, duraksamadan devam etti. “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?”

Kadın, Esila’ya şöyle bir baktı. “Teşekkür ederim. Ablam ve yeğenim için dua etseniz yeterli.” diyerek uzaklaştı.
İkili, merdivenleri çıkmaya devam etti. Esila bu kez daha içten bir ifadeyle döndü. “Acaba şu hayatta dertsiz insan var mı?” dedi. Melek, bir basamak aşağıda yürüyordu. Sırtına hafifçe dokundu. Birlikte yürüdüler.

Koridorda ilerlerken gözleri Murat’ı gördü. Sandalyeye oturmuş, biriyle telefonla konuşuyordu. Anlatırken yüzünde hararetli bir ifade vardı. Belli ki karşısındaki kişiyle ya derin bir konuda konuşuyor ya da samimi bir bağ kurmuştu. Kızlar, fark edilmedikleri için oldukları yerde durdular. Esila, parmağını dudaklarına götürdü. Melek de başıyla onayladı. Gözleri Murat’taydı. Bir an sustu, sonra kahkaha attı. Onlar da bir adım attı. Sonra bir kahkaha daha. Bir adım daha. Derken bir adım daha... Artık neredeyse nefes alışlarını duyacak kadar yakındalardı.

Esila, sağ elini beline koyup, sol eliyle Murat’ın omzuna hafifçe dokundu. Murat arkasını döndü. Cümlesini dahi bitirmesine izin vermeden konuşmaya başladı. “Kiminle konuşuyorsun? Ya da neden gülüyorsun? Kuzen yüzünde güller açıyor.” dedi. Sesi neşeliydi ama alt satırda sorgulama vardı. Murat’ın saçlarını dağınıkça karıştırdı. “Hayırdır ağa ne iş?” dedi, ama sanki karşısındaki başbakanmış gibi ciddi bir yüz ifadesiyle.

Murat göz devirdi. “Sana ne bedduakolik, kendi işine bak. Hadi hadi git Salih’e aşk dilen.” dedi. Ardından ayağa kalktı. Melek’in yanına geldiğinde gözlerinde muzır bir ışık vardı.

“Ay bayılacağım bana laf soktu.” dedi Esila. “Kendi Melek’in omzunda yük gibi geziyor. Salak!” diyerek kahkaha atarak hızla uzaklaştı. Melek bir yandan bu sahneye gülmek istiyor, bir yandan da Murat’a olan öfkesi içinde ağır ağır kaynıyordu. Elleriyle hayali ceplerine yöneldi. Ne yapacağını bilmiyordu. Murat, telefonu kulağına götürdü. Diğer eliyle Melek’in beline dolandı. Onu göğsüne yasladı. Melek bu yakınlık karşısında gerilse de hareketsizdi. Saçlarına sıkı bir öpücük kondurdu. Melek’in gözleri kocaman açıldı.

“Sakın kapatma.” dedi telefona. “Bekle on saniye seni birisiyle tanıştırmak istiyorum.” Telefonu Melek’e uzattı. “Güzelim kendini anneme takdim et.” dedi. Melek bir an dondu. Yutkundu. Telefonun ağırlığı elinde yoğunlaştı. Yutkundu. Bir kez daha yutkundu. Sanki yutkundukça konuşabilecek gücü bulacaktı. “Hadi konuş.” dedi Murat alçak sesle. “Seni çok merak ediyordu.”

Melek çaresizce, “Merhaba efendim.” dedi. Bekledi. “Dilinden düşürmediği sekreter hanım.” dedi karşıdaki ses. Soğuk. Alaycı. “Nihayet konuşma fırsatı yakaladık. Yanlış değilsem, Fahri seni oğlumu adam etsin diye tutmuştu. Ama sen oğluma ağını atmışsın. Bir ara sizinle bir çay içmek isterim.”

Melek hafifçe başını eğdi. “Çok sevinirim.”

“Şimdiden sizi sevmediğime kanaat getirdim. İnsan sarrafıyım. Anlatılanlardan tanımak bana yetti. Ama kendinizi düzgünce takdim ederseniz fiyatınızı belirlemek kolay olur.” dedi.
Melek’in dudakları kurudu. Kadın Melek'in konuşmasına fırsat vermiyordu. “Duyduğum kadarıyla oldukça rahat birisin. Ağzın bozuk. Kavgacı olduğunu da biliyorum. Kenan Bey’in de başına iş açmışsın. Para seviyorsun. Hem de fazla sevdiğine eminim. Güvenilir kaynaklarım sayesinde işe girdiğin ilk günden beri sizi dinliyorum. Murat’ın ağzından sizinle alakalı kolaylıkla laf çıkmazdı. Saçma bir şekilde bugünlerde isminin geçmediği tek gün yok.” dedi.

Melek’in elleri titremeye başladı. Parmaklarını sıktı. Kadın devam etti. “Murat’ı gerçekten tanımıyorsun.” dedi kesin bir dille. “Belli olan bir şey var. Oğlum aşk adamı değildir. Kadınlar onu, o da kadınları sever. Yaşam tarzımıza uygun aday seçmesi gerektiğini her zaman bilir. Sanırım kafası karıştı. Siz de fırsat bildiniz.”

“Yanlış bir izlenim oluşmuş olmalı. Bir an önce düzeltmek isterim izniniz olursa.” dedi Melek, kibar kalmaya çalışarak. “İstemez. Geri dur yeter.” dedi kadın. Melek alttan alarak kazanabileceği şeyleri düşünüyordu. Ama ithamların altında kalmayı kabul etmeye niyeti yoktu.

“Nasıl isterseniz. Kenan Bey’e gelecek olursak... Her haltı anlatan kaynaklarınız Kenan ve Ayhan’ın yaptıklarını anlatmamışlar. Hem onların cezasını tek başıma vermedim. Oğlunuz yanımdaydı. Eşiniz de...” dedi.

Murat’ın uzaktan gülümsemesi hâlâ devam ediyordu. Melek bakmadan hissedebiliyordu. 'Doğal halini bilsin ki seni tanıdığı zaman birlikteliğimize itiraz etmesin.' derdi. O yüzden yapmıştı. Melek artık Murat’ın neden yaptığını değil, bu durumdan nasıl çıkacağını düşünüyordu. “Size nasıl hitap etmemi istersiniz?” dedi sonunda. Naif, ölçülü, ama içi dolu dolu bir ses tonuyla.

Murat dudaklarını oynattı. “Seni seviyorum.” dedi sessizce. Melek gözlerini kıstı. Elini boğazına götürüp o da dudaklarını oynattı. “Sen bittin.” dedi sessizce. Sonra başını başka yöne çevirdi. Murat omzuna dokundu. O ise hâlâ telefondaydı. “Sırnaşma.” dedi. “Kay öteye. Ne sokulup duruyorsun. Kedi misin?”

Telefondaki ses yükseldi. “Beni duyuyor musun? Oğlumla mı bu şekilde konuşuyorsunuz? Heyy... Sana diyorum. Sekreter hanım cevap verin.” Melek gözlerini kıstı. Ses tırmalayıcıydı. Murat’tan biraz daha uzaklaşıp başka yöne döndü. “Evet. Duyuyorum. Yok, oğlunuz değil.” dedi.

“Olmasın zaten. Bana Ulviye Hanım diye hitap edin. Yanına, önüne, arkasına başka bir takı koymayın. Sizin gibi insanların benim etrafımda seviyeli davranmasına çok dikkat ederim. Çalışan ve patron arasında her zaman uzaklık olması gerekiyor. Haklı değil miyim?”

“Tabii ki haklısınız. Sadece Ulviye Hanım diye hitap edeceğim.” dedi Melek. Dişlerini sıktı. Konuşma uzuyordu. Hakaret tonlu sözlerin sonu yok gibiydi. Melek bir şey demeden kapatmak istemedi. Ama bir noktada konuşması gerekiyordu.

“Ben oğlumu sizin gibi birine yedirmem.” dedi Ulviye Hanım. Sözlerinin keskinliği kulaktan değil, doğrudan ruhun derin bir katmanına çarpıyordu. Melek başına vuran ani ağrıyla gözlerini sıkıca kapattı. Kaşları yukarı kalktı, sonra öfkeyle aşağı indi. Sakinleşmek, nefes almak istiyordu ama sözlerinin ağırlığı, göğsünün tam ortasına saplanmıştı. “Ulviye Hanım.” dedi, sesi duru ve yavaş. “Oğlunuz sizin anlattığınız gibiydi. Hatta biraz eksik söylediniz. İzninizle tamamlamak isterim. Ben kavgacıyım. Doğru. Ama oğlunuz deli. Benim ağzım bozuk, tamam. Ama oğlunuzun başlı başına yaşam tarzı bu. Ben para seviyorum, itirazım yok. Ama oğlunuz parayla başına bela açıyor. Ben insanların yüzüne söyleyeceğim eyleri arkasından söylemem. Oğlunuzsa yumruklarını konuşturuyor. Tembel, kendini beğenmiş, ukala, egoist biriydi onu tanıdığımda. Bana yapmadığı eziyet kalmadı. Ben elimde armut toplamadım.”

“Ne saçmalıyorsun sen?” dedi Ulviye Hanım. Kısa ve keskin bir çıkıştı. Duymazlıktan geldi. Ama Melek çoktan kararını vermişti. Susmayacaktı. Geri çekilmeyecekti. “Bana fiyat biçmek istediniz. Buyurun. Bütün malınızı bana hibe etseniz yetmez. Zengin olmayabilirim. Ama pahalı olduğum konusunda hassasiyet isterim. Bu sizin anlayacağınız türden bir ölçü değil belki. Ama ben kendime paha biçtirmem.”

“Terbiyesiz.” dedi kadın, tükürür gibi. Nefreti ses tonunda değil, kelimelerin arasındaki boşluklarda bile akıyordu.

“Bunu bilmeniz iyi.” dedi Melek. “Bir dahaki konuşmamızda beni terbiye sınırlarımı aşmak zorunda bırakmayın. İyi ki doğurmuşsunuz. Ve iyi ki onun sevdiği kadınım. Şükredin. Bela paratoneri, çapkın, huysuz oğlunuzla ilgileniyorum. Yoksa oğlunuz ömrü billah turşu gibi başınıza kalırdı. Evet, huysuz oğlunuz artık benim.”

Sustu. Nefes aldı. Cümleler dudaklarının gerisinde birikmişti ama bu sözlerin yeterli olduğuna inanmak istemedi. Derin bir iç çekti ve devam etti. “Birkaç saat önce oğlunuz ne yaptı biliyor musunuz?” dedi, sesi hafifçe alaycıydı. “Salih’in kızı bana yenge dedi diye havalara uçtu. Şimdi de sokulup duruyor. Aptal işte.”

“Murat’a aptal mı dedin?” Kadının sesi bir çığlığa dönüşmüştü. Öfkeden kelimeleri çırılçıplak savuruyordu.
“Hıı. Öyle dedim. Siz de bana bir şeyler dediniz. Siz oğlunuz için, ben de sevdiğim adam için bu sohbette edilen cümleleri yutalım.”

“Ne diyorsun sen?” dedi Ulviye Hanım. Sesinde hem şaşkınlık hem de kibir vardı. “Kaynanalık yapmayın bana. Şimdilik tadı damağımda kalan bu sohbeti burada bitiriyorum. Sizinle yüz yüze tanıştığımda nasıl biri olduğumu bildiğinizden sohbetimiz akışında olur. Ne de olsa oğlunuz sayesinde beni tanıdınız. Ağzım bozuk olabilir. Nerede nasıl davranmam gerektiğini bilmeyebilirim. Ama oğlunuzun yaptığı hataları düşünüp benim yaptıklarıma anlayışla karşılaşacağınızı kesinlikle tahmin ediyorum. Murat istemezse şu dakika onu bırakırım. Ama peşimde olan o. Benimle değil onunla konuşun. Bana değil, ayrılması için ona fiyat biçin.” dedi. Son kelimesini söylerken içindeki yükü boşaltmanın huzurunu hissetti. Ruhunun bir parçası boşalmış, bir parçası da kırılmıştı.

Gözlerini telefona dikti. Dudaklarını sıktı. Derin bir nefes aldı. Bu konuşmanın yarattığı fırtına içinde gözlerini Murat’a çevirdi. O hâlâ kendisine bakıyordu. Gözlerinde pişmanlık değil, bir çeşit gurur vardı. Melek, başıyla yanına gelmesini işaret etti. Murat birkaç adımda yanına geldi. Melek telefonu ona uzattı. “Seninle konuşmak istiyormuş.” dedi. Sesi kırılgan ama kararlıydı.

Ardından adımlarını hızlandırarak Esila’ya doğru yürüdü. Yüzü hâlâ yanıyordu. Kalbi göğsünden dışarı fırlayacak gibiydi. Kalabalıkta bile yalnız kalmış gibiydi. “Ulviye yenge seni tehdit mi etti?” diye sordu Esila. Gülümsemeye çalıştı ama dişlerinin arasına sıkışmış yemek kalıntıları canını sıkmıştı. Dişinin arasını yokladı ama sırıtmaktan da geri durmadı.

Melek cevap vermeden önce Murat’ın koridordan ayrılırken hâlâ annesiyle tartışır gibi konuştuğunu gördü. Başını iki yana salladı. Esila’ya döndü.
“Konuşurken belli oluyor muydu?”

“Evet. Yani ben anladım. Salih bana telefonda bağırdığında eğer kalabalıktaysam, yüzüm de tıpkı senin gibi durur. Murat’a her baktığında ‘kurtar beni’ der gibi bakıyordun. Ama...” dedi ve bir anda sustu. Gözleri Murat’a takılmıştı. “Kuzenim tam bir aptaldır. Sana aşkla bakarken senin yüzündeki endişeyi gördüğünü düşünmüyorum. Çok zor. Birazdan yanına gelip üzgünüm ayrılmak zorundayız diyebilir.” dedi ve kolundaki saati kontrol etti. “Önce Yağmur’a bakayım sonra alt kata inip yoğun bakımda yatan çocukla ilgili bilgi alayım. Annesiyle de görüşmem gerekiyor.”

Esila hızla uzaklaşırken Melek, koridorun köşesinde Murat’ın yanına gelmesini bekledi. İçinden geçen tek şey vardı. Eğer gerçekten ayrılmak isterse, direnmeyecekti. Kabul edecekti. Gururu, artık sınırlarının ötesine taşmıştı.

*****

“İşte geldim buradayım ben bu işte ustayım.” diye şarkı söyleyerek içeri girdi Esila. “Eşila anne çabuk gel.” diye seslendi Yağmur. Salih’in çatık kaşlarının arasından doğruca kızına yürüdü.
“Hayırdır küçük hanım. Neye bakıyorsun sen bakalım?” dedi Esila. Eğilerek Yağmur’un elindeki tablete göz attı.

“Vov. Nasıl bir oyun bulmuşsun sen?” dedi. Tabletle birlikte kıvrılıp kızın yanına oturdu. Oyuna kaptırdı kendini.
“Mükemmel oyunmuş. Ay ay ay yanacağım.” dedi gülerek. Oyun ilerledikçe çocuk gibi çığlıklar atmaya başladı. Salih karşıdan onları izliyordu. Dudaklarında beliren gülümsemeyi bastıramadı. Birkaç saniye sonra kendini tutamayarak yaklaştı.

Saçlarına düşen gölgeden gözlerini kaçırmadan, elini usulca Esila’nın saçlarına götürdü. Dokunduğu anda pişman olmuştu. Elini hemen geri çekti. Başını öne eğerek sessizce dışarı çıktı.
Esila, kapanan kapıya şöyle bir baktı. Gözlerini devirdi. Ardından Yağmur’a döndü. “Baban yine sinirlendi. Koca adam küsüp duruyor. Küs baba modeli olur mu hiç?” dedi. Ardından tablete odaklanmaya çalıştı.

Salih, dışarı çıktığında gözleri Melek’e takıldı. Başını hafifçe eğerek selam verdi. Sonra hiçbir şey söylemeden Murat’ın gittiği yöne yürüdü. Merdivenlerin başında, cam kenarına yaslanmış hâlde hâlâ telefonla konuşan Murat’ı görünce onu fark ettirmeden merdivenlerden indi. Hastanenin bahçesinde, bankın üzerine çöktü.

Başını elleri arasına aldı. Derin bir nefes çekti. Ama ciğerlerine ulaşmayan bir nefes gibiydi. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. Soğuk rüzgar yüzünü yaladı. Tüm vücudu titriyordu. Alışmış gibiydi. İtirazsızdı. “Esila. Affet. Yanımda kalman için çaba harcamıyorum. Kendimden ne kadar nefret etsem de elimden gelen hiçbir şey yok.” dedi kendi kendine.

Yasemin’in ölmeden önce bulduğu dosyalar gözünün önüne geldi. Esila’nın, Salih evlenmeden önce gönderdiği mektuplar. Kırk adet. Her biri bir aşkın saf hali. Salih o mektupları yıllarca boş kağıt sanmıştı. Her cuma saat iki. Her hafta Esila'nın, Salih'e olan aşkını yeniden yazdığı, ama hiçbirini okuyamadan bir kenara attığı mektuplar.

Yasemin dosyaları bulduğunda çoktan Salih ile evlenmişti. Her şey olup bittikten sonra anlamıştı. O kağıtlar boş değilmiş. Her satır, Esila’nın kalbiyle doluymuş. Aşkın en çıplak hali...

Yasemin gönderilen onlarca mektubu tek tek okudukça, hiç tanımadığı o kızdan içten içe nefret etmişti. Henüz evlenmeden, Salih’in hayatına dahil olmadan önce yazılmış mektuplar olmasına rağmen, Yasemin mektupları her okuduğunda kıskançlık krizlerine giriyor, nefesi daralıyor, içi öfkeyle kabarıyordu. Onun için geçmiş, sadece bir zaman dilimi değil, düşmanla çevrili bir hatıralar zinciriydi.

Yağmur o zaman altı aylık bile değildi. Henüz kendi gölgesiyle oynayan, ninniyle susan bir bebekti. Annesinin bir gece salondaki tüm kapı ve camları kırdığını hatırlamıyordu bile. Yasemin’in öfkesi o kadar gözünü bürümüştü ki bir kere kızını boğmak bile istemişti. O gece, Salih zamanında yetişmeseydi, belki de Yağmur’u kendi elleriyle kaybedecekti. Yasemin'in arkaya sığındığı tek gerekçe, öldükten sonra Esila’nın onun kızına kötü davranacağı korkusuydu. Aslında ne kadar zavallı bir bahaneydi ama Yasemin bunu gerçek gibi yaşıyordu. Kalbinde büyüttüğü nefret, artık kendini bile zehirliyordu.

Esila’nın ilişkiyi duyduğu gibi yurtdışında kalmayı tercih etmesi bile Yasemin’i susturamamıştı. Sessizlik onun harcı değildi. Yasemin için Esila, evliliğin gölgesi, gecenin karanlığıydı. Salih’in onunla evlendikten sonra Esila’yla hiçbir temas kurmamış olması bile fayda etmedi. Ne bir mektup, ne bir telefon, ne bir selam... Hatta Salih, mektupları o dönem okuma fırsatı dahi bulmamıştı.

Ama Yasemin, o mektupları alır almaz akşam yemeklerini kabusa çevirmişti. Masanın başında Salih’e bağırarak, ağlayarak, haykırarak her bir cümleyi ona okur, sonra mektupları buruşturup yere atar, ardından onları tekrar açıp aynı cümleleri bir daha okurdu. On altı yaşında bir kızın kalemine sığdırdığı, masum ama güçlü cümlelerle dolu aşkını kıskanıyordu. Kıskandıkça öfkeleniyor, öfkelendikçe daha çok bağırıyordu. Salih her akşam, “Lütfen artık bu konu kapanmalı” dese de, Yasemin hep aynı cümleyle karşılık verirdi. “O senin kalbinde olanı yazmış. Sen de ona karşılık verdin. Yoksa bu kadar cesur yazamazdı.”

Bir akşam, mektup okumaya başlamadan önce şöyle demişti: "Sevgili kocacığım, bu mektup diğer mektuplar gibi yine sana yazılmış. Küçük kızımız buradayken tutkuyla okumak istiyorum. İçeriğinde aşk, sevgi, tutku hepsi var. Şimdi gözlerini indir ve dinle."
Ve okumuştu. Nefret ederek, isyan ederek, içinde ölmek isteği büyüyerek…
Salih başını eğmiş, kelimeleri duymamaya çalışarak, sadece nefes alarak o dakikaları atlatmaya çalışmıştı. Yasemin’in çığlıkları zihninde yankılanırken, gözü Yağmur’a kayardı. O küçük, masum bebeğe. Bazen mektuplardan daha fazla bağırırdı Yasemin. “Bu kız senin kızın mı? Yoksa o kızdan mı kaldı geriye?” derdi, sonra utanır gibi olur, bebeğini sarar, ağlardı. Salih, karısının delilikle akıl arasında gidip geldiğini biliyordu ama yemin etmişti. Kötü gününde de iyi gününde de yanında olacaktı. Olmuştu. Hep olmuştu.

“Yasemin güzel karım, onlar seninle tanışmadan önce yazılmış alelade sözler. Senden sonra Esila buradan, bu ülkeden uzaklaştı. İçine ektiğin nefret tohumu yuvamıza zarar veriyor. O kıza olan nefretin... inan gereksiz. Evlendikten sonra ne telefon geldi, ne bir haber. Eminim başka birini sevmiştir.”
Demişti, defalarca. Ama Yasemin’in cevabı hep aynı olmuştu. “Gebersin. Sana bu cümleleri yazan her kimse gebersin. İçi çayır çayır yansın. Benim içimi yaktıysa, onun da canı yansın.”

Salih, her zaman alttan alan taraf olmuştu. Karısının ağır hastalığı, akıl sağlığındaki o kırılmalar, her şeyi mazur göstermiyordu belki ama Salih sevgiyle susmayı öğrenmişti. Bazen bir suskunluk, bir öfke patlamasından daha derindi. Kendi annesi hayatta olsaydı belki durumu kontrol altına alabilirdi. Ama öyle bir desteği yoktu. Salih, Yasemin’in daha fazla zarar vermemesi için İkbal Hanım’ı kendi evlerine taşımak istemişti. Ama Yasemin buna da izin vermemişti. “Annem beni yargılayacak. İyileşmeme değil, mahvolmama yardım eder.” demişti. Sonra yine ağlamıştı.

Salih bir an hafızasından uzaklaşmak istedi ama başaramadı. Gözlerini kırpıştırıp Yasemin'in hatıralarının beynine verdiği zararı düşündü. Karısını zamanında ne çok sevmişti. Ölmüş olsa da kalbinde yeri kazılıydı. Hastalanmadan önce iyi bir kadındı. Merhametli, duygulu, anlayışlıydı. Salih de onun bu şefkatine, o yumuşak kalbine aşık olmuştu. Ama sonra... Yasemin girdiği bunalımdan bir daha çıkamamıştı. Ve en acı tarafı, Salih de çıkarmak için elinden geleni yapmasına rağmen onu geri getirememişti.

Sonra aklına o mektupta yazılan cümleler geldi. O mektup... Yasemin’in aklına kazılı olan, belki yirmi kere okuduğu o mektup. Esila mektupları yazdığı zaman henüz on altı yaşındaydı. Ve Salih şimdi o satırları, istemese de bir kez daha zihninde duymaya başladı. Kelimeler, kalbinden çok beynine kazınıyordu.

[Sevgili Salih;
Bu hafta yine senin yanında, etrafında köşe bucak seni izledim. Senden izin almak aklıma gelmedi mi, tabii ki geldi. Ama işime gelmedi, zaten izin vermezdin bende izin almadım… Yüzün bu hafta çok soluktu. İnşallah hasta degilsindir. Seni hastaneye götüreyim mi diye sorduğumda 'sana ne küçük, bir haftadır hastane demekten bıkmadın mı' dedin gülerek...

Sen çok biliyorsun demek istedim sonra kızarsın diye yine sustum. Herkese karşı kibar ve naziksin. O kadar iyi olman beni çok korkutuyor. Dünya kibar insanlara karşı adaletli değil. Seni sevdiğimi söylemiş miydim? Çok seviyorum, hani onun için ölür müsün deseler, istediği şekilde ölürüm, diyecek kadar. Ama ben seninle yaşayıp en yakın arkadaşın, sevdiğin, eşin, cocuklarının annesi olmak istiyorum. Bunu bütün kalbimle hissediyorum. Seni seviyorum belki unutmuşsundur. O kadar çok seni sevdiğimi söyleyeceğim ki, herkes sırt çevirse Esila yeter diyeceksin.

Sana bu mektubu diğer mektuplar gibi şu anda vermeyeceğim. Sevgilin olmadan bekar kalmaya devam et. On sekiz yaşımda olmama az kaldı. O zaman kimse beni senden ayıramayacak. Bütün mektupları önce sen, sonra birlikte okuyup birlikte güleceğiz. Sen bana 'aptal kız nasıl da bana aşık olmuşsun' diyerek dudaklarımı öpeceksin. Bende göğsüne kafamı gömerek 'ne sandın dünyalar kadar seviyorum seveceğim' diyeceğim. An itibariyle mektupların sana ulaşmasına beşyüz yirmi altı gün, on beş saat kaldı. Geleceği gün cuma günü, saat iki de olacak. Ne mübarek bir gün değil mi?

Evdekilere sana olan aşkımı dün anlattım. Murat bir ay önce Fransa'dan geldiğinden, tam anlamıyla konuya Fransız kaldı. Tek bildiğim sana sinir olduğu. Çatlasın öküz. Dayım ise yurt dışına göndermekle tehdit etti. Ölürüm de gitmem dedim. Çocukça hareketler yapıyormuşum. Kimse göremiyor, yanında kalmak için çok uğraştığımı. Bu yüzden çok eminim, mektupları okur okumaz bana aşık olacaksın. Şimdiden evlilik teklifi sen mi ben mi yapacağım diye düşünüyorum. Son olarak şu konuda anlaşalım ben küçük değilim. Sadece yaşım senden daha geride. ]

Salih dişlerini sıktı. Parmaklarıyla saçlarının arasını taradı. Nefesi daraldı. Gözlerini kapattı. İki kadın... Biri kalbini paramparça eden geçmişin hayaleti. Diğeri susarak seven, sustuğu için kaybolan biri. İkisinin de acısı onun kalbinde aynı yerden kanıyordu. Yasemin ölmeden önce, Yağmur’un üzerine binlerce yemin, binlerce söz istemişti. Salih itiraz etmeden, karısının dayattığı tüm yeminlere tamam demişti. Şimdi o yeminler, Salih’in kalbinde çırpınıyor, vicdanıyla savaşıyordu. Esila’nın karşılıksız aşkı, yıllar sonra sessizce karşılık bulmuştu. Salih’in kalbi, o kadar çaresizdi ki, kızının hastalığını bile o yeminlere bağlıyordu. Ve dudaklarından sadece tek bir cümle döküldü.

“Ben şimdi ne yapacağım.”

****

Melek gözünü ayırmadan koridora bakarken, bir anda açılan kapıyla Esila göründü. Yüzündeki tedirginlik hemen fark ediliyordu. Kapının eşinden bir adım içeri girerek gözlerini önce koridora, sonra sandalyede oturan Melek’e çevirdi.

“Salih nerede? Ya Murat? Nerede onlar?”
Melek hafifçe başını çevirdi. Gözlerini devirdi. “Melek, herhalde kuzen kaçtı. Baksana kaç dakika oldu, ortalıkta yok.”
“Salih de kaçar gibi çıktı.” dedi Melek, dudaklarını büzerek. İçinde misilleme yapmış olmanın huzursuz ama haklı gururu vardı. “Ben alışkınım. Adam bildim bileli benim varlığımı istemez. Gider, bir dolanır, sonra gelir. Ama Murat öyle değil... Diyeceğim de, annesi içine girdi mi her şey bitmiş olabilir.”
Esila gözlerini devirdi. Sonra çevik bir hareketle odanın içine tekrar girip küçük kızına bakıp yine Melek'e döndü. “Benim minik birazcık işim var. İkbal anne eve kadar gitti. Rica etsem Salih gelene kadar Yağmur’un yanında durur musun? Uyuyor zaten. Sana zararı olmaz.”
Melek başını salladı. “Tamam.” dedi kısa ve net. Esila’nın daha fazla konuşmasını istemiyordu.

Odaya girdiğinde Yağmur’un huzurlu uykusu, odanın tüm ağırlığını bir nebze almıştı. Küçük kız, minik ayıcığını göğsüne bastırmış, arada nefes verir gibi iç çekiyordu. Göz kapakları hafifçe aralanmış olsa da derin bir uykudaydı. Melek başındaki sandalyeye oturdu. Sessizlik ağır, ama huzurluydu.

Yatağın iki yanındaki küçük dolaplara göz gezdirdi. Birinde peçeteler, küçük bir lokum kabı vardı. Diğerinin üstünde ise yalnız bir kitap duruyordu. Ayağa kalkıp merakla kitabı eline aldı. Sayfaları çevirdikçe kime ait olduğunu merak etti. Esila’nın tarzı gibi değildi. Salih’in ne okuduğunu da bilmiyordu. En son aklına gelen isim İkbal Hanım’dı. Kitabın ilk sayfasını açtı. Gözleri büyüdü. Kitap, Esila ve Salih adına yazılmış, imzalıydı. Kalemi tanıdı.

“Esila ve Salih kardeşime;
Bazen solundan soluğundan eksilirsin.
Yine de eyvallah dersin.
Sevgilerimle…”
El yazısıyla Hikmet Anıl Öztekin.

Sayfaları yavaşça çevirdi. Altı çizilmiş cümleleri okudu.
“İncitmek için söylemek yerine gerçekten bir eksik varsa, ince bir yağmur gibi söylenmeliydi. Öyle inceden, öyle muhabbetli…” Her cümle ruhuna dokunuyordu. Birkaç saniyeliğine, dünyada yalnızca o kitap ve onun içindeki hisler vardı. Dudaklarını büzdü. Kitabı özenle kapatıp yerine koydu.
Başını yatağa çevirdi. “İnşallah incitmeden Murat benimle konuşur.”
Sandalyesine geri döndü. Başını hafifçe sağa yatırıp gözlerini kapattı. Uyursa... Belki birkaç dakika. Belki rüyasında her şey yoluna girmiş olurdu.
Ve Melek, o küçük sessiz odada, Yağmur’un huzuruna sığınarak, kendi fırtınalarını bir süreliğine dinmeye bıraktı.

Esila, yoğun bakım ünitesine doğru yürürken her adımında içini saran beklentinin ağırlığına daha fazla dayanamıyordu. O adamı tekrar göreceğini umut ediyordu. Belki birkaç kelime konuşabilir, belki de sadece gözlerinin içine bakarak ne kadar çaresiz olduğunu anlatabilirdi. Umut, hayatta kalmanın en aptalca ama en güçlü dayanağıydı. Ancak koridor bomboştu. Ne içeriden çıkan biri vardı ne de kapının önünde duran bir görevli.

Duvarın yanına geldiğinde, iki avucunu yavaşça yumruk yaptı. Sonra hiddetle değil, çaresizlikle, sanki kendini suçlar gibi duvara yavaşça vurmaya başladı. Bir. İki. Üç. Her vuruş biraz daha kırıyordu içinde sakladığı direnci. Parmakları acısa da canı yanmıyordu. O an, hiçbir şey canını, içinde kabaran o suçluluk kadar yakamazdı. Tam o anda kapı açıldı Esila ileri atıldı. Dışarı çıkan hemşirenin varlığı bir fırsattı. Kapı açıkken bir cevap almalıydı. "Burada küçük bir kız var. Trafik kazası geçirmiş. Beyin ölümü gerçekleşmiş olabilir. Onun ailesi bu hastanede mi kalıyor?"

Hemşire, bu ani çıkışı dikkatlice dinledi. "Bahsettiğiniz küçük kız Songül olmalı. Annesi alt katta kalıyor. Servis bölümünde." dedi ve ardından kapıyı sessizce kapattı. Esila, kadının söylediklerini ya da tavırlarını umursamadan alt kata doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sanki ayakları yere basmıyordu. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atıyordu. Tüm servis bölümü sessizdi. Koridorlar loş ışıklarla aydınlatılmıştı. Kapılar yarı açık, içeriden kimi zaman ağlama sesleri, kimi zaman ağır nefesler geliyordu.

İlk odaya kafasını uzattığında yaşlı bir kadınla göz göze geldi. İkinci odada bir adam ağlıyordu. Kadının yüzü solgundu, bitkindi, çaresizlikle adama bakıyordu. Üçüncü, dördüncü, beşinci derken on ikinci odaya kadar geldi. Kapı kapalıydı. Derin bir nefes aldı. Elini kapıya götürüp hafifçe itti. Kapı gıcırdayarak açıldı.

İçeride iki kadın vardı. Yatakta uzanan ve belli ki hasta olan kadının yanında oturan diğer kadın bir sandalyeye kurulmuştu. Esila'yı görünce hemen hatırladı. "Aaa merhaba. Sizinle karşılaşmıştık." dedi. Esila da hafif bir gülümsemeyle içeri girdi.

İkisinin şaşkın bakışları arasında önce hasta kadına sonra yanındaki kadına elini uzattı. "Esila Altun." dedi kısaca.
"Anlamadım?" dedi yataktaki kadın hafifçe doğrulmaya çalışarak. Esila burnunun üstünü kaşıyarak adını bir kez daha tekrarladı.

"İsmim Esila. Sizinle tanıştığıma memnun oldum." Kadın başını salladı. "Benim adım Nevin. Bu da kardeşim Sultan. Sizi eşimin yanında görmüştüm. Ağlıyordunuz. Kavga ediyordunuz sanırım. Yanlış mı hatırlıyorum?"

"Hayır. Doğru hatırlıyorsunuz. O an kontrolümü kaybettim. Tahammül edemeyeceği bir şey söyledim. Haklıydı. Hadsizlik ettim."

"Ne dediniz bilmiyorum ama eşim özünde iyi biridir. Büyük bir imtihandan geçiyoruz." dedi Nevin hanım, sesi yumuşaktı ama merakla karışıktı.
Esila başını önüne eğdi. Sesi fısıltı gibi çıkıyordu. "Kızınızın kalbini, kalp bekleyen bir çocuk için istedim."
Odada aniden bir sessizlik oldu. Sultan hanım yerinden fırladı. Gözleri alev almış gibiydi.

"Fazla acı bir konuşma olduğu aklınıza geliyor mu? Bir annenin yüreğine saplanacak en keskin söz bu. Lütfen dışarı çıkın. Ve bir daha bu konuyu ağzınıza almayın." Sultan hanım, ablasının yanına geçerek onu sarstı. Ama Nevin hanım, kardeşinden çok Esila’ya bakıyordu. Gözleri yaşlıydı ama içinde öfke değil, yorgunluk vardı. Esila'nın başı hâlâ eğikti. Ellerini ovuşturuyor, titriyordu. Nevin hanım dudaklarını araladı. Mırıldanır gibi konuştu. "Belki de ölmek için kalbinin bağışlanmasını bekliyordur. Kalbine ihtiyaç duyan onun gibi hayat dolu biridir."

"Abla lütfen bu kadar içine atma. Hasta olacaksın. Bir annenin söyleyeceği şey değil bu." dedi Sultan, ağlamaya başlamıştı. Nevin gözlerini sildi. Derin bir nefes aldı. "Benim de kızımın yaşama umudu olsaydı ve bu umut, ölmek üzere olan başka bir çocukta olsaydı... Ben de o annenin önüne geçer, kalbini isterdim. Evet isterdim. Yaşama umudu olan bir çocuktan istemiyor. Umudu biten bir çocuğun kalbine talip. Korkma Sultan. Kendimi sıkmıyorum. Doktor bana umut olmadığını söyledi. Organ bağışı için bile konuştu. Her gün yavaş yavaş öleceğime bir gün ölürüm."

Konuşurken odanın kapısı hızla açıldı. Bedir Bey içeri girdi ve Esila'nın kolundan yakaladı. Gözleri öfkeyle parlıyordu. "Karımın yanında ne arıyorsun? Hiç mi utanman yok?" dedi, sesi tokat gibi çarpıyordu. Esila karşılık vermedi. Başı hâlâ önündeydi.

Nevin hanım ayağa kalktı. Sesi çatallıydı. "Yapma Bedir. Kabul etmesek de o haklı. Yavrum ölüden farksız. Bu bize sadece acı veriyor. Songül yaşama umudu taşıyamıyorsa, başka bir çocuğun hayatı olsun."

Bedir Bey başını çevirdi. Esila’ya nefretle baktı. Sonra kapıyı açtı ve "Tamam. Ben de kabul ediyorum. Ama dışarıda beni bekle." dedi. Esila’yı dışarı itti. Esila sessizce çıkarken, gözleri dolmuş, nefesi düzensizleşmişti. İki dakika sonra Bedir Bey kapıdan çıktı. Gözleri hiddetliydi. Yaklaştı, Esila’nın yakasına yapıştı.
"Organ bağışı yaptığın gün, kızımın kalbi o çocuğun olsun."

Esila, irkilerek gözlerini açtı. Kalbi deli gibi atıyordu. "Hıı! Ne demek bu?" dedi kekeleyerek. Ne demek istediğini anlayamamıştı. Bedir Bey gözünü kaçırmadan devam etti. "Üzgünüm ama kızım yaşayacaksa senin de ölmen gerekiyor. O zaman adil olur. Allah şahittir. Eğer yarın ölürsen, kızımın kalbini o kıza bağışlayacağım. Canın acımadan söylediğin için ben de sana acımadan söylüyorum."

Son cümlesini söyledikten sonra, elini sertçe uzatarak gitmesini işaret etti. Esila bir adım geri çekildi. Ne söyleyeceğini bilemedi. Sadece mırıldandı. "Ben... Na...sıl ya...parım."

Bedir Bey bir şey demeden içeri döndü. Esila, olduğu yerde titremeye başladı. Duvara yaslandı. Gözlerini kapattı. Kalbini susturmak istedi. Ama susturamıyordu. Ölüm, bir şartla gelirse... O ölüm zaten baştan gerçekleşmişti.

*****

‘Benden ayrılmak mı istiyorsun? Nasıl istersen. Annenin kararlarına senin gibi ben de saygı duyarım.’ dedi Melek, sandalyeye iyice yaslandı. Kendi içinde kurguladığı cümleleri tekrar tekrar düzenlemeye çalışıyordu. Ne söylese eksikti. Ne hissetse fazlaydı.

‘Hayır, böyle söylenmez. Ben ayrılmak istemiyorum. Tamam işte, ama eğer o isterse, işler değişir. En iyisi bugün ne derse desin kabul etmek. Eğer annesi yüzünden beni terk edecekse... Zaten hiç sevmemiş demektir. Öyle biriyle işim olmaz.’ Melek bir saattir kendi içinde tartışıyor, binlerce senaryo yazıyor, hepsinin sonunda yalnız kalıyordu.

Murat gelmiş olsaydı, her şeyi açık açık konuşacaktı. Ama ya ayrılmak isterse? Ya bitirmek isterse? O zaman belki de hiç gelmemeliydi. Bir anda ayağa kalktı. Kapıyı yavaşça açtı. Koridora çıktı. Sandalyede oturan Esila'yı gördü. Kımıldamıyordu. Adeta yere sabitlenmişti. "Esila. Sen nerdesin? Hemen geleceğim dedin, hâlâ buradasın." dedi.

Esila başını kaldırdı. Gözleri doluydu. Sessizce ayağa kalktı. İçeri girerken başını eğdi. "Baktığın için teşekkür ederim."

"Ne oldu? Yine ne oldu?" dedi Melek. İçinde tarif edemediği bir merak ve endişe büyüyordu. "Hiç. Sen işine bak. Ben Yağmur’un yanında kalırım."

"Esila anlat. Belli bir şey olmuş."

"Hiç." dedi. Tek kelimeyle her şeyi susturdu. Gözleri boştu. Melek kollarını açtı, Esila’ya sıkıca sarıldı. "İnsanlar acı çekerek ömrünü kısaltırlar." dedi Melek, Esila hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Sibel ile tanışmak ister misin? Her hafta birimizin evinde toplanır, dertleri masaya yatırırız. Bedava terapi. Ahmet’i, Salih’i, Murat’ı çekiştirir, sonra çay içeriz."

"Zamanım kalırsa yapalım. Gerçekten çok ihtiyacım var." dedi Esila, göz yaşlarını silerek. "Zamandan başka neyimiz kaldı ki? Yağmur eve gelir gelmez başlıyoruz."

"Tamam. Sen git. Ben buradayım." dedi Esila.

"Oldu o zaman. Ben gidiyorum." dedi Melek, ve koridoru hızla geçti. Merdivenlere yöneldi. Murat genellikle merdiven kullanmazdı. Ama olsun. Onu bulmalıydı. Ne pahasına olursa olsun, bu konuşma yapılmalıydı. Artık kalbinde biriken her şey dökülmeliydi.

"Melek, çabuk yardım et!" diye seslenmişti Murat. Melek sesi duyar duymaz refleksle koşmaya başladı. Sanki arkasında biri varmış gibi hızlandı. Maraton pistinde son düzlüğe girmiş yarışmacı gibi adımları sertleşti. Kırmızı görmüş boğa gibi hızlandı. Yüzüne bile bakmamıştı Murat'ın. Sadece koşmuştu. Ama birkaç adım sonra durdu. Ne yaptığını düşününce bir kahkaha patladı. Bu halini kendisi bile komik bulmuştu. Zaten onu arıyordu. Ne diye başka yöne koşmuştu ki. Kafasını iki yana sallayıp kıkırdadı. Saçlarını kolundaki lastikle toplarken gözlerini Murat’a çevirdi.

Adam, çocuk gibi. Kucağı oyuncaklarla dolu, yüzünde en saf haliyle şaşkın ve tatlı bir ifade vardı. Murat’ın kıvırcık saçları terden alnına yapışmıştı. Alnından burnuna doğru süzülen damlalar vardı. Yanakları koşmaktan kıpkırmızı olmuştu. Dudakları kurumuş, ama gülümsemesi sıcaktı. Yorulmuştu ama belli etmemeye çalışıyordu. Melek bir adım atıp yanına yaklaştı. Gözleri oyuncaklara takıldı.

“Bunlar nedir?” dedi, şaşkınlıkla. “Yağmur için mi aldın?" Birkaç tanesini Melek kucağına aldı. "Allah aşkına, küçücük kız bu kadar oyuncağı ne yapsın?” dediği anda gülümsedi. Murat kollarını öne doğru uzatıp hafiflemiş yükün keyfini çıkarırcasına bir nefes aldı.

“Sadece Yağmur’a değil. O bölümde yatan bütün çocuklar için aldım.” dedi Murat. Gururluydu. Gururunun altına sevgiyi sığdırmıştı. “Hediyeleri görünce bana olan aşkın artmış olmalı. Sende haklısın. Neremden tutsan mükemmellik akıyor. Öpmek istersen her daim dudaklarım, yanaklarım emrine amade...” diyerek dudaklarını uzattı. Dudaklarını şişirdi. Gözlerini kapattı. Komik olmaya çalışıyordu ama samimiydi.

“Öpmekten çok öldürmek istiyorum.” dedi Melek. Gülümsemesi silinmişti. Gözleri ciddileşmişti. “Annenle konuştun mu?” Soru beklenmedikti. Murat’ın kaşları çatıldı. Cümlelerinin onda birine bile cevap alamadan annesini sorması canını sıktı. Gözlerini kısmıştı. Gözlerini Melek’e çevirdi. Birkaç adım daha attı. Cevap vermedi. Sustu. Sonra konuştu.
“Şu anda bana fazla uzaksın.” dedi. “Bu uzaklıkla alakalı bir konuşma yapmamız lazım. Benden uzak durmaya çalışmanın, sana karşı hislerimi hiçbir şekilde azaltmayacağını öğrenmemişsin.”

“Emin misin?” dedi Melek, gözleriyle kaçamak bir bakış gönderdi. Sonra fazla ciddileştiğini fark edip duruşunu değiştirdi. Hafifçe geriye çekildi. Gözleri hâlâ Murat’taydı. “Annen, konuştuğumuz şeyleri sana anlatmadı mı?”

“Anlattı.” dedi Murat kısa ve net. “Ben de dinledim.”

“Sonuç?” dedi Melek. Merakı, endişesi, sesiyle birleşmişti. “Sonuç şu. Seni bırakmak gibi bir fikir aklımda hiç olmadı. Olmaz da. Sen duvar çekmesen aramızda kimse yok. Bir zaman sonra aynı yerde, aynı sabaha uyanacağız. Ne ayrılığı?”

Gülümsedi Murat. O gülümseme, mavi gözlerinde büyüdü. Parladı. Gözlerinde hayat vardı. Melek de istemsizce gülümsedi. Yanına geçti. Sessizce yürümeye başladılar. Yan yana. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Adımları birbirine uydu. Sessizlik bile tenlerine değdi.

Yolun az kullanılmış bir köşesine geldiklerinde Melek durdu. Gözleri Murat’a döndü. İçinde kıpırdayan korkuyu bastırmaya çalışarak konuştu.
“Beni bırakmak istersen, korkma. Ben beni istemeyen bir erkeğin peşinden gidip saçma işler yapmam.”

Murat gözlerini kırptı. Sonra kahkaha attı. “Ne bırakması güzelim.” dedi. “Zorla seni sevgilim yaptım. Ne diye ayrılayım? Hem anneme sen olmazsan turşu olacağımı söylemişsin. Benden ayrılmanın karşılığında bütün servetini istemek mükemmel bir fikir. Erkek kurusu olmamak için yanımda kalman lazım. Zenginliğin devamı için de. Sen olmazsan yataklara düşüp verem olurum.”

Gülümsedi. Melek daha fazla dayanamadı. Oyuncakları yere bıraktı. Kollarını Murat’ın boynuna doladı. Tüm gücüyle, içtenliğiyle, kararlılığıyla sarıldı. Sıkı. Hiç bırakmayacakmış gibi. Kalbi, Murat’ın kalbine değdi. Nefesi, Murat’ın omzuna sinmişti. Dudaklarını kaldırıp birkaç defa hızla öptü. Gülümsedi. “Bunu kabul etmem.” dedi Murat, kollarının arasından. “Böyle öpücük mü olur?”

Sonra saçlarından tuttu. Yavaşça kendine çekti. Dudakları Melek’in dudaklarına kapandı. Bu sefer uzun, derin ve tutkuluydu. Zaman durmuştu. Rüzgar durmuştu. Hastane bile susmuştu sanki. Her şey donmuştu. Sadece onlar vardı. Sadece aşk. Zorlukla kendini geri çekti. Nefes nefeseydi.

“Yanında kendimi bulduğum, bakmalara doyamadığım kadın.” dedi. “Bana ait olduğunu bildiğin halde çocukça hayallere kapılıp yanımdan uzaklaşma. Sakın. Ben seni bırakacağım. Aklın alıyor mu? İmkansız. Sen daha Murat Arsel’in sana olan aşkını görmemişsin.”

Melek’in gözleri doldu. Bir şey söylemek istedi ama kelimeler dilinde tıkandı. Murat tekrar eğildi. Dudaklarına bir öpücük daha kondurdu. Bu sefer daha nazik. Daha derin. Sözsüz bir yemin gibiydi. Ayrılmayacağım, demenin başka bir haliydi.

Yavaşça başını Murat’ın göğsüne koydu Melek. Gözlerini kapadı. Kalbinin ritmini dinledi. Bu adamın kalbinde yaşamak istiyordu. Ne annesi, ne geçmişi, ne korkusu. Sadece o kalbin içinde bir oda. Sadece ona ait. Sadece ikisine ait.
Murat bir eliyle Melek’in saçlarını okşadı. Diğer eli hâlâ kucağındaki oyuncaklardan birine takılmıştı. Sessizce fısıldadı. “Bundan sonra ne olursa olsun, yanındayım. Kim ne derse desin. Bırak konuşsunlar. Ben seni seçtim. Sende beni seçtin. Her halimle her halinle kabul ettik. Ağzın bozukmuş, kavgacıymışsın. Ne olmuş? Ben de deliyim. Biz birbirimize tamamız.”

Melek hafifçe başını kaldırdı. Gülümsedi. Bu gülümseme bir teşekkürdü. Bir kabul. Bir teslimiyet. Bir bağlılık. Dudaklarıyla Murat’ın yanağına dokundu. Fısıldadı.
“Artık dünya önümde dursa geri gitmem. Her şeyinle. Deliliğinle. Çılgınlığınla. Vazgeçmek yok.”

Murat, gözleri parlayan kadına baktı. Birkaç adım geri attı. Ellerini cebine koyup hafifçe başını salladı. Oyuncaklara baktı. Sonra Melek’e. “Hadi.” dedi. “Oyuncaklar bizi bekliyor. Kahramanlık, sadece birbirimizi sevmekle olmaz. Minik kalplere de dokunmak lazım.”

________

Yeni bölümde görüşelim. Yorumlarınızı bekliyorum

Bölüm : 14.11.2024 18:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorum
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...