4. Bölüm

4.Haber Gelir Geriden

Yalives Doğan
kambersizyazar

Hoş geldiniz.

Beğeni butonuna tıklayarak başlayalım 💞

______

Lalezar Sokağı’nın bitmeyen çilesidir öğle dedikoduları. Ne yağmur dinler, ne yaz sıcağı. Kadınların çoğu sabahın erken saatlerinde çamaşır iplerine beyaz gömlekler, ıslak yastık kılıfları asarken bile komşunun kaynanasının geçen hafta ne dediğini fısıltıyla anlatırdı. O sokakta söz ağızdan çıkmaz, tıpkı bulaşık deterjanı köpüğü gibi sokak boyunca çoğalır, bir yerden bir yere taşınırdı. Genç kızlar pencere önlerinde süzülürken, ellerindeki tığ işiyle değil, duydukları hikâyelerle oyalanırlardı.

Saat daha on bire gelmişti. Ancak Melek için zamanın anlamı kalmamıştı çoktan. Öğlen dedikoduları saat on ikide başlardı, bu yüzden bir saatlik bir manevra alanı vardı. Bu bir saat bile bir ömür gibi görünüyordu gözüne. Başını eğmiş, uzun bir tunikle, tanınmamak için saçlarını gelişi güzel örerek evine doğru ilerliyordu. Sokağın her kaldırım taşında bir hatırası vardı ama artık bu taşlar ona geçmiş değil, utanç fısıldıyordu. Her adımda içinden biri fısıldıyordu.

"Birinin gözüne yakalanırsan, olan biteni baban duyar. Sonra ne olur, sen bile bilemezsin." Babasını düşündü. O ağır başlı, düzgün konuşan, hayatı boyunca namusla yaşamış adamı. Her sabah aynı saatte kahvesini içer, sokaktan aldığı simidi balla karıştırıp çayına batırarak yerdi. Hiçbir zaman sesini yükseltmemişti Melek’e. Öyle bir baba figürüydü ki, kızının kalbi kırılsa onun yüreği kanardı. Ama Melek’in annesi öldüğünde… İşte o zaman o da ilk kez titredi.

Adamcağız sanki gözlerinin önünde yavaş yavaş silinmişti. Karısı meme kanserinin son evresindeydi yaşamak istediği için hep gülüyordu. Melek, annesiyle birlikte hastane koridorlarında umutla yürümüştü. Sonra sonra bir sabah, kontrole giderken arabanın çarptığı haberini almıştı. Direksiyon başında bir yabancı çarpıp kaçmıştı. Karısı kanseri yenemeden bir arabanın çarpması sonucu kızının gözü önünde ölmüştü.

"Ölüm her zaman böylece ansızın gelir" demişti komşular, ama kimse Melek’in kalbinden neler geçtiğini sormamıştı.
O ölüm sadece bir hayatı değil, üç hayatı birden gömmüştü. Melek’in, babasının ve bir daha asla gülmeyecek olan çocukluğunun. O günden sonra her şey çorap söküğü gibi gelmişti. Melek ne kadar direnirse dirensin hayat, onu yerden yere vurmaya ant içmişti sanki.

Sabri… O ismi düşünmek bile artık Melek’in ciğerlerini kavuruyordu. Sabri’yle olan ilk bakışmalarını, birlikte gittikleri o eski çay bahçesini, onun ben sana kıyamam deyişini hatırlıyordu. Ne güzeldi o zamanlar. Sabri, sevginin temiz halini taşırdı içinde. Mükemmel bir adamdı. Ailesi pisliğe batmıştı ama o adam böyle bir aileye rağmen kendini mükemmel yetiştirmişti. Onunla birlikte kurduğu hayallerin sayısı Melek’in attığı adımlardan fazlaydı belki de.

Ama işte bazı insanlar sadece kendileri için doğmazdı. Sabri, babasının gölgesinde doğmuştu. Kendi ayakları üstünde durmaya çalışırken, babasının yaptığı kirli işler altında eziliyordu. Oysa o farklıydı. Aklı başında, dürüst, Melek’i gözünden sakınan bir adamdı. Ama hayat dürüst olanlara hep ağır oynardı.

Sabri’nin ailesi bir gün ansızın lüks bir semte taşındığında, herkesin ağzında aynı sözler vardı. “Bunlar kesin bir şey çevirdi. Fakirken birden nasıl zengin olunur?” Mahalle halkı acımasızdı. Önce şaşırmış gibi yaparlar, sonra zehrin en keskinini kulağına fısıldarlardı.

Ama en acısı şuydu. Annesini yeni kaybetmiş Melek, acısını bile doğru düzgün yaşayamazken, üstüne iftiralarla boğulmuştu. "Annesi de torpille sıra almış hastaneden," diyenler bile oldu. Bazıları ona acımış gibi yaparak gözünün içine bakmış, "Kızım baban da bilmiyor olmasın bu işleri" demişti.
Suçsuzdu. Tertemizdi. Tek yaptığı şey, sevdiği adamın kirli çevresinden sıyrılmaya çalışmasıydı.

Sabri’nin küçük erkek kardeşi, henüz on sekizinde olmasına rağmen mahalledeki bakkal ve manavların kabusu olmuştu. Sürekli bir şeyler çalar, sonra yüzsüzce mahallede gezerdi. Annesi, her hafta farklı bir zengin evinde temizlik yapar, o evlerden getirdiği biblo ve çerçevelerle evlerini süslerdi. Kimse sormazdı ama herkes bilirdi. O eşyalar alınmamıştı. Alınmış gibi gösterilmişti.

Sabri’nin babası ise sözde devlet memuruydu. Ama cebinden her çıkan para, halkın vergisiyle ödenmiş bir utanç gibiydi. Rüşvetin adını değiştirip “hizmet bedeli” diye yutturmayı da bilirdi. Herkes ondan uzak durur, ama korkudan açık açık konuşmazdı. “Devletin adamıdır” sözü, tehdit gibi dolaşırdı ortalıkta. Sabri, işte bu karanlık ortamda beyaz bir sayfa gibi duruyordu. Ama ne yazık ki, temiz sayfalar kirli defterlerde yer bulamazdı.

En son kaçtılar. Melek’e bile haber vermeden. Düğüne iki hafta kala. Ne bir telefon, ne bir açıklama… Babasının rüşvet iddiaları yüzünden kaçtıklarını söylediler. Sadece bu kadar. Nokta bile yoktu sonunda. O gün sabahın köründe penceresine gelen komşuların bakışları, konuşmadan her şeyi anlatıyordu. Herkes duymuştu, Melek en son öğrenmişti. Geceleri çığlık atmamak için yastığını ısırarak ağlamıştı. O gün bugündür hiçbir şeye inancı kalmamıştı. Ne dostluğa, ne aşka, ne de kaderin insafına.

Arada toparlanmaya çalıştı elbet. Yeni kıyafetler aldı, saçını kestirdi. İçine kahve çekirdeği sakladığı bile oldu—kokusuyla umut tazeler belki diye. Ama her seferinde yeni bir tokatla düştü. Her kalkışı biraz daha eksiltti onu. Bugün de o eksilmiş haliyle yürüyordu işte. Lalezar Sokağı’nın soğuk kaldırımlarında. Gölgesi bile kendisinden kaçıyor gibiydi. Evine varmak için dua ediyordu. Kimse onu görmesin, kimse bir şey demesin. Zaten olan olmuştu, üstüne bir tekme daha istemiyordu.

Kafasını eğdi, gözlerini yerden kaldırmadı. Kulaklarında yine o tanıdık fısıltılar çınladı. “Yazık oldu kıza. Annesi ölmeseydi şimdi bambaşka olurdu hayatı.”
“Sabri gibi birini bırakmazdı kimse, ama adamlar çok kurnaz çıktı.”
“Anası bir şeylere karışmamış mıdır acaba?” Her dedikodu bir çivi gibi çakılıyordu kalbine.

Tek kıymetlisi elinde kalan, babası Hayri Bey olmuştu. Uysal, şefkatli ve sevgi dolu bir sığınağı… Kızının çalkantılı hayatına karşılık, onun yanında hep sabit bir liman olmuştu. Öyle ki, Melek bazen babasının gülümseyen yüzünü hatırlayınca içindeki bütün fırtınalar diner gibi olurdu. Hayri Bey, iki yıl öncesine kadar özel bir şirkette muhasebecilik yapıyor, sıradan ama huzurlu hayatını küçük mutluluklarla taçlandırıyordu. Karısıyla akşam yürüyüşleri, Pazar sabahı çay sohbetleri, kışın soba başında kestane patlatmak gibi…

Ancak, hayat bazen en sade düzenleri bile hoyratça altüst edebiliyordu. Semra Hanım’ın ani vefatı Hayri Bey’in içini yakıp geçmişti. Öyle ki, üzüntüye dayanamayarak geçirdiği felç sonrası artık sağ elini yüzde ellinin altında kullanabiliyordu. Bu durum sadece fiziksel değil, ruhsal bir çöküştü onun için. Sevdiği kadını, hayat arkadaşını bir gecede kaybetmişti. Onun ardından gelen sessizlik, evin duvarlarına sinmişti. Radyonun sesi daha az açılır olmuş, çiçeklerin sularını bile Melek vermeye başlamıştı.

Hayri Bey, buna rağmen dimdik durmaya çalıştı. Kızına belli etmemeye çalışarak... Yarım kalan sağ eliyle yavaşça çoraplarını çekmeye çalışır, mutfakta çay demlemek ister ama demliğe çarpıp devirdiğinde, kimse duymasın diye gözyaşlarını içine akıtırdı. Emekliliğini de erken almış, vaktini kızı Melek'e ayırmaya başlamıştı. Onun varlığı artık tek dayanağıydı.

Melek, apartmanın gri merdivenlerini çıkarken çantasındaki anahtarı bulmaya çalışıyordu. Bir çuval gibi ağırdı çantası ne zaman düzenlemeye kalksa vazgeçerdi. Üst üste yığılmış eşyalar arasında elini dolandırarak, sonunda anahtara ulaşabildi. Derin bir nefes verdi. Parmaklarını anahtarın metal ucuna bastırarak kapıyı çevirdi. İçeri girerken içindeki gerginlik azalmamıştı.

Evin içi her zamanki gibi sessizdi ama bu sefer bu sessizlik onu rahatlacak türden değildi. “Baba?” dedi ürkek bir sesle. Cevap gelmeyince tekrar seslendi, bu kez daha net ve yüksek. “Baba!”
Yine yanıt gelmedi. Kalp atışları hızlandı. Ayakkabısını bile tam çıkarmadan doğruca banyoya koştu. İçindeki en büyük korkulardan biri gerçek mi olmuştu? Ya yere yığılmış şekilde bulursa babasını? Ya bir şey olduysa, ya bir daha konuşamazsa onunla?

Banyoya girerken elini çarptı, sarsıldı ama aldırmadı. Koşar adım içeriyi kontrol etti. Neyse ki... Banyo boştaydı. Sadece düzeneği bozulmuş bir duş başlığı damla damla su akıtıyordu. Melek gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Evde yokmuş,” dedi kendi kendine.
Ama yine de içini saran panik hissi geçmedi. Hemen banyoyu hazırlamaya başladı. Kovaya sıcak-soğuk suyu ayarlamaya çalışırken, eline sıçrayan sıcak suyla irkildi. “Of,” dedi sinirle. Tuhaf bir şekilde, hem çok yorgundu hem de içini rahatlatmak istiyordu. Banyo onun için hiç kolay değildi. Çocukluğundan beri banyoya karşı bir isteksizliği vardı. Suyun altında kalmak, sabun kokusu, saçlarını yıkarken gözüne kaçan köpükler… Hepsi ayrı bir eziyetti. O, tertemiz bir kadındı elbette ama temizlik onun için bir ihtiyaçtan öteye geçmiyordu. Bir ritüel değildi. Zorunlu bir görevdi sadece.

“Keşke babam olmasa da şu koca ay yıkanmasam.” diye geçirdi içinden. Ama biliyordu, Hayri Bey'in gözüne ilk çarpan şey onun dağınıklığıydı. Özellikle saçlarına çok takılırdı. Keçe gibi birbirine dolanmış saçlarını gösterip “Bunun içinden fare yuvası çıkar Melek,” diye takılırdı bazen. Onu güldürmek için yapılan bu esprilere gülmese de içten içe mutlu olurdu.

Çantasını kenara atıp hızlıca soyundu. Aynadaki haline bakmadan şampuanı başına boca etti. Saçlarının arasından akıp giden köpükler gözlerine kaçarken hırsla ovuşturdu saç diplerini. Banyo o an onun için temizlik değil, arınmaydı. Hayatından, düşüncelerinden, hayal kırıklıklarından… Sabunu bedenine sürerken bir an durdu. Sırtında hissettiği bir ağrıyı fark etti. Günlerdir taş gibi yattığı koltuk ve stres, bedenini taşlaştırmıştı.

Gözleri doldu. Birden sabunlu ellerini bırakıp, duvarın soğuk seramiğine yaslandı. Gözyaşları karıştı akan suya. Sıcak su, vücudundan akarken içindeki o soğukluk hiç gitmiyordu. Kafasının içinde bin ses vardı. “Ben ne oldum böyle? Annem yok, sevgim yok, arkadaşım yok…” Sadece babası vardı. O da yaşlı ve yorgun. Ona tutunmak zorunda olduğunu bilmek, yük gibi çöküyordu. Birine ihtiyaç duyduğunu kabullenmek hep zor gelmişti.

Birkaç dakika sessizlik içinde suyun akmasına izin verdi. Sonra gözlerini silip toparlandı. Banyodan çıkmadan önce aynaya baktı. Islak saçları yüzüne yapışmış, gözleri kızarmıştı ama hâlâ ayaktaydı. Bu bile bir zaferdi onun için.
Havlusunu alıp yavaşça kapıyı araladı. Evin hâlâ sessiz olduğunu fark etti. "Baba neredesin ya…" diye mırıldandı. İçinde bir huzursuzluk daha peydah oldu.

***

Hayri Bey o gün kahvehaneye gelirken içi nedensiz bir şekilde huzurluydu. Üstünde açık mavi, ütüsü biraz bozulmuş ama yine de temiz ve kolalı gömleği, elinde bastona çevirdiği şemsiye, gözünde ince çerçeveli gözlükleri vardı. Her zamanki köşesinde, pencereye yakın masada oturmuştu. Yanında yıllardır dost bildiği Kasım Usta vardı, diğer yanında Şeref Bey ki o da emekli öğretmendi. Aralarında tavlayı en iyi oynayan Hayri Bey’di. Hırsla değil, keyifle oynardı. Zar tutmazdı, lafla dövüşmezdi. “Şans bu,” der geçerdi. Ama yüzünde galibiyetin gölgesi okunur, herkes onun kim olduğunu bilirdi.

Kahvehanede o gün koyu bir muhabbet vardı. Gündem yine mahalleydi. Lalezar Sokağı’nın bitmek bilmeyen dedikoduları, pencereden sarkan dantelli perdeler, yeni taşınan kiracı kadın, ekmek fırınına gelen yeni çırağın aşırı kibar hali… Herkesin ağzında bir şey vardı. Hayri Bey ise genellikle dinler, arada tebessüm eder ama asla söze karışmazdı. O, gökyüzüne bakmayı, bulutları izlemeyi, tavla zarının çıkardığı o ahşap sesi duymayı tercih ederdi.

Ama o gün... Zarı sallayıp tam oynayacakken, masanın üstünde titreyen küçük telefon sesiyle irkildi. Telefonu eline alırken gözlüğünü düzeltti. Ekranda yabancı bir numara yazıyordu. Normalde açmazdı. "Ya dolandırıcıdır, ya da yanlış numara," diye düşünürdü. Ama nedense bu defa tereddütsüz açtı.
“İyi günler ben Arsel Holding’den arıyorum… İş başvurunuz kabul edildi. Görüşme için 16.40 da şirkette olmanızı istiyoruz. Müsaitseniz görüşmeye bekleriz.” Karşıdaki genç kadın öyle seri ve ezberlenmiş bir tonla konuşuyordu ki, Hayri Bey ne olduğunu anlamadan konuşma bitmişti bile. İlk başta şaşkınlıkla “Kızım yanlış aradınız herhalde, ben bir yere başvurmadım ki,” dedi. Ama sonra, sekreterin söylediği tek bir isim, bütün taşları yerine oturttu.

“Melek Kapya bu numarayı verdi.”
İçinden hafifçe bir “Ah bu kız...” diye geçirdi. Meğer yine onun telefonunu başvuru için vermiş. Bu ilk değildi. Melek’in iş bulma çabaları çoğu zaman sancılı geçerdi. Fazla cesaretliydi. Her şirkete başvuru yapardı. Kendi telefonu ile birlikte ek olarak babasının numarasını da verirdi ki duyma şıkkı olmasın. Hayri Bey hafifçe gülümsedi. “Benim kızım, ben hemen iletiyorum…” dedi sekretere. Telefonun kapanma sesiyle beraber içini bir kıvanç sardı. O sırada yanındaki Kasım Usta “N’oldu Hayri?” dedi merakla.

“İş meselesi…” dedi kısa keserek. Kızının haberi kendisinden duymasını istiyordu. İçine doğmuştu sanki, bu defa farklıydı. Belki bu sefer bir kapı aralanacaktı. Melek yıllardır çırpınıyordu, dibe çekilen bir kuş gibi çırpınan kanatları yorulmuştu. Hayri Bey, onun uçmasına yardım etmek istiyordu, ama ayakları artık yere daha sıkı basmalıydı kızının.

Kahvehanedeki o tanıdık, bayat çay kokusunu ardında bırakarak, bastonunu yere hafifçe vurarak ayağa kalktı. İçindeki heyecanı bastırmak için yavaş adımlarla yürümeye başladı. Dışarı çıktığında yaz güneşi bulutların arasından zar zor süzülüyordu. Lalezar Sokağı, her zamanki gibi canlıydı. Kapı önlerinde oturan kadınlar, elinde terlikli çocuklar, su taşıyan gençler… Ama Hayri Bey’in kulağı hiçbirini duymuyordu. O şimdi sadece kızının gözlerini görmeyi, ona bu haberi vermeyi düşünüyordu.

Yol boyunca, kızıyla olan eski anılar birer birer aklına geldi. Melek’in ilkokuldan aldığı takdir belgesi, ilk defa bisiklete binmesi, annesiyle beraber ilk kez kek yaptığı gün… Her anı, bir sızı gibiydi içinde. Semra’sız geçen bu iki yıl, Hayri Bey için yavaş bir tükenişti ama Melek olmasa çoktan bırakmıştı her şeyi. Şimdi, yeniden bir ışık yanıyordu hayatlarında.

Apartmanlarına yaklaştığında binanın önünde oynayan çocuklardan biri “Hayri amca!” diye seslendi. Elini kaldırarak selam verdi. İçeri girdi, yavaşça merdivenleri çıktı. Kapının önünde durup kısa bir süre duraksadı. Cebinden anahtarını çıkarırken, kalbinin biraz hızlı attığını fark etti. Herhalde yaşlanıyorum, dedi içinden. Ya da sadece heyecan…

Kapıyı açınca içeriden banyodan gelen sıcak, buharlı hava yüzüne vurdu. Kızının yıkandığını anladı. İçeri süzüldü. Sessizce salona geçti. Masaya oturdu. Gözleri sehpanın üzerindeki yarım kalmış kitaplara, çay lekesi olan bardak altlıklarına takıldı. Bu da onun eviydi işte yorgun ama sevgi dolu.

Biraz sonra Melek, saçlarını havluyla sararak çıktı banyodan. Üzerinde rahat bir tişört, yüzünde yorgun ama arınmış bir ifade vardı. Hayri Bey, gülümseyerek ayağa kalktı. “Güzel kızım,” dedi, “Hazır mısın biraz sevinmeye?” Melek gözlerini kırpıştırdı, şaşkındı. “Ne oldu baba?”
Hayri Bey, içinden yükselen o sıcak duyguyu boğazında yutarak, telefonu kaldırdı, ekrana baktı. “Az önce bir iş görüşmesi için arandım. Saat 16.40’ta Arsel Holding’de…” Melek’in gözleri açıldı. “Baba... Orası için yeterli olmadığımı düşünüyordum. Nihayet aradılar.”

Hayri Bey usulca yaklaştı, onun elini tuttu. “İşte bu yüzden senin yerine ben açtım. Ve senin yerine ben sevindim. Ama şimdi sıra sende.” Kızının yumuşacık yanağına dokundu Hayri Bey. "Taşıdığın telefon süs eşyası değil… Bende telefonu açmasaydım, bu iş de elinden gidecekti," dedi gülümseyerek. Sesi yorgundu ama huzurluydu. Gözlerinin içindeki parıltı, uzun zamandır görmediği bir umudun ilk ışığı gibiydi. Melek, babasının yavaş yavaş göbek bağlamış ama hâlâ kendini dimdik tutan vücuduna sarıldı. Göğsüne başını yasladı. O an sanki tüm dünyadan kopmuştu. Hayatın onu fırtınalarla savurduğu, nefes almanın bile lüks sayıldığı günlerden sonra, ilk defa gerçekten bir limana yanaşmış gibi hissetti. Babasının kokusu, içini saran o tanıdık sıcaklık… Bu sarılışta sadece minnet değil, yıllardır içinde taşıdığı özlem, hayal kırıklığı, yalnızlık ve suskunluk da vardı. Ve şimdi, tüm o karanlık duyguların yerini minik minik serpilen bir neşe alıyordu.

Gözyaşları hızla yanaklarını ıslatırken, gülümsüyordu. Kaç aydır sabah ezanıyla uyanıp gizli gizli portföy hazırlamış, internet kafelerde CV yollamış, tanımadığı insanlara sesini duyurmak için çırpınmıştı. “Neden dönmüyorlar?”, “Bir yerde hata mı yaptım?”, “Yeterince iyi değil miyim?” diye kendini tükettiği gecelerin sonunda şimdi bir telefonla önü açılmıştı.

Heyecanla odasına koştu. Dolabının kapağını açtı. Renkleri solmuş ama tertemiz üç kıyafeti orada duruyordu. Biri siyah ceket ve etekten oluşan takım… Annesinden kalmıştı. Kumaşı biraz ağırdı ama üzerindeyken kendini güçlü hissediyordu. Diğeri gri bir pantolon ve beyaz gömlek… Onu annesiyle birlikte, annesinin hastaneden taburcu olduğu gün almışlardı. “Yeni hayatına uğur getirsin,” demişti annesi. O gün, bu kadar anlamlı olacağını hiç düşünmemişti. Üçüncü kıyafeti ise son doğum gününde Sibel’in hediye ettiği sade lacivert bir elbiseydi. Gömleğin yakasına iliştirilmiş inci düğmeler, onu sıradanlıktan çıkarıyordu. Üç kıyafet… Üç kadının hatırası.

Kıyafetleri özenle yatağının üzerine serdi. Seçim yapmak zordu. Hepsi bir şeyleri temsil ediyordu. Bir yanda annesi, bir yanda geçmişin yükleri, diğer yanda arkadaşlık… Sonra usulca iç geçirdi. “Hangi kıyafet olursa olsun, karakterimden ödün vermeyeceğim,” diye mırıldandı. Düşüncelerini susturup oturma odasına koştu.

Yeniden babasına sarıldı. Bu kez ağlamaktan kendini alıkoyamadı. Gözyaşları babasının gömleğine damlarken, içinden gelen teşekkürleri kelimelere dökemedikçe daha çok ağladı. Onun için bunca zaman omuz olmuş, siper olmuş babasına ne söylese azdı. Ağzından sadece birkaç kelime çıktı, hepsi fısıltıydı. “Baba… Çok uğraştım. Emin ol patronum beni çok sevecek. Değerli bir çalışan olacağım.”

Hayri Bey, kızının yanaklarından akan yaşları parmak uçlarıyla özenle sildi. Gözlerinin içine sevgiyle bakarken alnına kocaman bir öpücük kondurdu. “Ağlamak yerine ne giyeceğini düşünsen, daha akıllıca bir karar olmaz mı?” dedi usulca, ama biraz da şaka yollu. Melek gülümsedi. O sözle birlikte içine derin bir nefes çekti. Babası haklıydı. Şu an duygularına teslim olmanın değil, hayatı karşılamanın zamanıydı. Başını hafifçe sallayıp tekrar odasına yöneldi. Yürürken ayaklarının hafiflediğini fark etti. Sanki o eski Melek, arkada, oturma odasında kalmıştı. Bu adımlar artık umuda çıkıyordu.

Odaya girince yatağın kenarına oturdu. Kıyafetleri tekrar süzdü. Sonunda siyah takımda karar kıldı. Hem annesi kokuyordu, hem de içinde kendini dik duruyormuş gibi hissediyordu. Üzerine giydi, aynanın karşısına geçti. Aynada gördüğü kadını tanımakta zorlandı. Gözleri hâlâ şişkin, saçları biraz dağınıktı ama bakışlarında bir kararlılık vardı. Derin, içten ve yerleşmiş bir kararlılık.
"Artık yeni bir hayat beni bekliyor," dedi aynadaki yansımasına. Sesi alçak ama netti. Dudaklarını hafifçe ısırdı. "Ne olursa olsun kabul edilmeliyim." Çünkü bu sadece bir iş değil, bir hayat fırsatıydı.
Bu sadece para değil, gururdu. Ve Melek, ilk defa kendisini gerçekten hak eden bir hayata ait hissetmek istiyordu.

Çantasını hazırlarken, kalemliği bile üç kez kontrol etti. Uçlu kaleminden, yedeğine; not defterinden, tırnak törpüsüne kadar her şeyi düşündü. Ayakkabılarını silerken, aklında babasının yüzü vardı. Sonra annesinin, sonra Sibel’in… Sonra da kendi iç sesi yankılandı. “Sen bu hayatı hak ediyorsun.”

Kapıya yönelirken kısa bir an durdu. Pencerenin önüne geçti. Sabahın yumuşak ışığı, perdeyi aşıp odanın zeminine düşmüştü. Sokakta oynayan çocukların sesi uzaktan geliyordu. Her şey sanki normaldi ama Melek için dünya yeni başlıyordu.

Kapıdan çıkmadan önce babasına seslendi. “Baba… Bugün ne olursa olsun kabul edileceğim.” Hayri Bey sessizce başını salladı. Melek, arkasına bile bakmadan kapıyı açtı.

Ve işte o an, hayatın yeni sahnesi açılmıştı.
Henüz rolü netleşmemişti belki ama Melek sahneye çıkmaya hazırdı.

__________

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Beğenerek lütfen yorumlarda bulunun yanlışlar varsa duzeltirim bu sayede. Desteğinizi esirgemeyin yıldıza basıp geçin.

Bölüm : 07.10.2024 23:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 4.Haber Gelir Geriden
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...