
Selam Canlar ☺️
YORUM VE BEGENİ yapmayı lütfen unutmayın.
Gönderdiğim kalpler değsin yüreğinize
Bu sizin 🩷
Bu benim🩷
Bu da hikayenin🩷
__________________
"Herkesin yaptığı gibi birbirimize isim takma zamanı gelmedi mi? Aşkım, bitanem, alın yazım, şekerim, bebeğim… Ne bileyim işte, böyle şeyler. Herkesin hitap ettiği gibi."
"Ne! Off Murat, şimdi konun bu mu oldu? Bence lakap takmaya gerek yok, isimle hitap edelim. Hem sen ‘güzelim’ diyorsun ya, o yeter." diyerek kolundaki oyuncakları havaya kaldırıp yürümeye devam etti. "Dudaklarım çok kızarmış. Ya Murat, beni sinir ediyorsun. Yoklukta mısın? Ben itmesem bırakmıyorsun."
"Dudaklarını mühürledim. Hem senden başkasını öpmeyeceğime göre yokluk çektiğimde tek çözüm sensin," diye gülümsedi. Kucağındaki oyuncaklarla birlikte Melek’in yanına yaklaştı, bir uğraş sonucu yanağına bir öpücük kondurdu. Oyuncaklardan bazıları yere düşse de ikisi de oralı olmadı.
Asansör katlarına ulaştığında kendilerini toparlayarak açılan kapıdan gülerek çıktılar. Melek bazı şeylere alışmaya başlamıştı. Mesela Murat’ın her öpücüğünde bağırmak yerine artık tebessüm edebiliyordu. Ne de olsa Murat, istemediği hiçbir şeyi yapmıyordu. Ellerinin sınırları vardı; yüzünü, ellerini tutar, sonra geri çekilirdi.
"Beni her gün şaşırtıyorsun. Konuştuktan sonra sınırları hiç aşmadın. Bir hafta vermiştim ilişkimize, bir ayı birkaç gün geçti."
"Seni kaybetmemek için çektiğim ıstıraplara saygı duymanı bekliyorum," dedi Murat göz kırparak. "Bir an önce evlenip yatak orucunu bozmamız lazım. Gerçekten ihtiyacım var." Kahkaha atarak uzaklaştı. Melek burnundan soluyarak dikleşti. "Sapık herif!"
"Ne alaka hanımefendi. Senin için tabu olabilir ama benim için oldukça normal şeyler. Sanki dedim ki asansörde yapalım..."
"Bak hâlâ konuşuyor!"
"Evlenince yapalım dedik ya. İmza atınca da 'yok olmaz' diyecek halin yok herhalde." Asansörden hızlıca çıkan Murat’ın ardından Melek de adımlarını sıklaştırdı. Adamın her dediğini haklı buluyordu ama bu kadar rahat konuşması sinir bozucuydu. "Bir daha böyle konuşacaksan git aynayla sohbet et. Benimle bu konularda muhatap olma."
"Olmaz. Yüzüğü taktığımız gibi sana göstereceğim ilk şey, seçtiğim gecelikler olacak."
"Murat! Uzun kollu, yere kadar inen nine geceliği giyeceğim!" Koridor boyunca yürürlerken yan taraflarında bir doktor ve hemşire hastalar hakkında konuşuyordu. O sırada kalın sesli bir doktor Murat’a döndü. "Beyefendi, bir saniye lütfen."
Elindeki dosyaları hemşireye uzatarak Murat’a yaklaştı. "Oyuncaklarla servise giriş yapmanız enfeksiyon riski oluşturabilir. Kat kurallarımız gereği bu tür materyallerin odalara alınması uygun değil."
Murat kısa bir duraksamayla başını salladı. "Anladım. Aşağıda oyun alanı olduğunu duymuştum, oraya bırakabilirim."
"Çok memnun oluruz. Orada oyuncaklarımız her gün dezenfekte ediliyor. Çocuklarımız orada hem güvenli hem de eğlenceli zaman geçiriyorlar." Melek araya girip destek verdi. "Evet, en doğrusu bu."
"Tamam ama bir tanesini yanımda tutayım. Benden oyuncak bekleyen bir minik var. Söz verdim." dedi Murat.
Doktor gülümsedi. "Akşama kadar onunla oynayabilir. Ziyaret sonunda alıp eve götürebilirsiniz. Anlayışınız için teşekkürler." "Ne demek, önemli olan çocukların sağlığı."
Doktor uzaklaştığında Murat, Melek’e dönüp hafifçe gülümsedi. "Ben hallederim diyordum ama çocukları devreye soktu. Orada tıkandım."
"Biliyorum…" dedi Melek başını geriye yaslayarak. Yorulmuştu ama sevdiği adamın olgunlaşan halleri yorgunluğunu siliyordu. Yaramaz ama duyarlı bu adamın yanında olmak, her geçen gün daha huzurlu geliyordu.
Elindeki oyuncaklara bakarak dizini büktü. "Hadi, şu işi halledelim. Gerçekten ağırlar." Murat, Melek’in kucağındaki oyuncakları aldı. "Sen ellerini boş sanıyorsun ama benim elim hep sana dolu. Koluma gir, eksik kalma."
"Şapşal ya!" Kahkahalar eşliğinde asansöre yürüdüler ve en alt kata doğru yöneldiler.
****
Salih on dakika önce odaya girmişti. Kapının yavaşça kapanmasının ardından odada sessiz bir yankı oluşmuştu. Esila ise hâlâ başını kaldırmamıştı. Genç adam herhangi bir söz söylemeden, sadece Esila’nın yanına geçip koltuğa oturdu. Gözleri, kadının her hareketini dikkatle izliyordu. Esila'nın yüzünü tam olarak görebilmek mümkün değildi. Siyah ve kalın telli saçları başının önüne düşmüş, yüzünü neredeyse tamamen gölgede bırakmıştı. O anlarda bile, saçlarının içinden dışarı taşan o solgun ifade dikkat çekiyordu.
Kadın, bıkkın bir hâl içinde, doğum gününde Salih’e hediye ettiği kitabı elinde tutuyordu. Oysa ki, o kitabı seçerken ne kadar heyecanlıydı. Kitabın yazarının Salih’in favorisi olması, içindeki birkaç cümlenin ona benzemesi, her şey o an için ne kadar anlamlıydı. Şimdi ise o kitap, ellerinin arasında bir yabancı gibi duruyordu. Parmaklarının ucuyla sayfaları sertçe çeviriyor, satırların arasına göz ucuyla bakıyor ama okuduklarından hiçbir şey anlamıyordu. Hatta sanki bilerek okuma hızını bozuyordu. Kitaba öfke yüklemişti. Sayfalara şiddet uygulayarak sanki içindeki rahatsız edici duyguları dışa vurmak istiyordu.
Ara sıra başını hafifçe kaldırıyor, gözlerinin ucuyla köşede sessizce oyun oynayan Yağmur’a bakıyor, sonra aynı hızla tekrar kitaba yöneliyordu. O bakışlarda bir şey vardı. Kırgınlık, çaresizlik ve belki de daha karanlık bir şey. Kıyaslama yapıyor gibiydi. İçinde taşıdığı ama dile getirmediği duygular, her bakışında daha da yoğunlaşıyordu. Kitabın satırları bulanıklaşıyor, harfler dans ediyor gibi görünüyordu. Gözü hiçbir kelimeye takılmıyor, zihni her sayfayı daha da gereksiz kılıyordu.
Bir noktadan sonra kitabı okumaktan tamamen vazgeçti. Onu elinden bırakırken parmak uçlarıyla kenarlarını yokladı. Kitabın yazarına ait imza hâlâ ilk sayfadaydı. Fuarda iki saat bekleyerek aldığı o imza, şimdi odaya soğuk bir anlam bırakıyordu. Kitabı usulca yatağın kenarındaki küçük komodinin üzerine koydu. Kapağı hâlâ açıktı ama sanki hiçbir zaman tekrar açılmayacak gibiydi. Ellerine baktı. Avuç içleri titriyordu. Tırnaklarının üzerinde günler öncesinden sürdüğü bordo oje hâlâ duruyordu fakat bazı yerlerinden çatlamıştı. Tırnaklarının kenarlarında kabuklar oluşmuştu.
Birden bire, farkında olmadan sol elinin tırnaklarını sağ eliyle tek tek koparmaya başladı. Başparmağıyla bastırarak ojeyi kazıyordu. Tırnak diplerinde kalan koyu kırmızı renk, çıkmak bilmiyordu. O an gözüne her şey fazla geldi. Ojeler fazla gösterişli, eller fazla ince, saçları fazla gür, bakışları fazla derin... Her şey fazla ama aynı zamanda hiçbir şeye yetmiyor gibiydi.
Nefesi hızlandı. Boğazına doğru çıkan bir ağırlık vardı. Kendini kötü hissediyordu. İçinde bastıramadığı bir öfke, neye yönelteceğini bilmediği bir huzursuzluk kabarıyordu. Odaya hakim olan loş ışık altında her şey daha da net görünüyordu. Her şey daha çıplak, daha sahici, daha savunmasızdı. Dizlerine doğru kapanarak ellerini yüzüne götürdü. Parmak uçları göz çukurlarına bastı. Gözlerinden yaş gelmiyordu ama gözbebeklerinin içi doluydu. Boğazı düğümlendi.
Salih, Esila’nın bu hâline uzun süre sessizce baktı. Konuşmak istemedi. Sessizliğin içinde bir şeyler çözülür gibi duruyordu. Sözlerin giremediği yere, bakışlar karışıyordu. Belki de en doğru zaman, hiçbir şey söylemeden sadece orada durmaktı. Zamanın biraz daha geçmesini, bir şeylerin kendi kendine dağılmasını beklemekti. Fakat içi içini yiyordu. Sormak istiyordu. “Ne oldu?” demek istiyordu. Ama Esila’nın şu an o cümleye tahammülü olmadığını biliyordu. O yüzden sadece oturdu. Oturdu ve izledi. Esila’nın o sessiz savaşı bitene kadar beklemeye devam etti.
Kadın, parmaklarını saçlarının arasına geçirip başını yukarı kaldırdı. Gözleri hâlâ doluydu ama hâlâ tek damla yaş süzülmemişti. Tavanı boş boş izledi bir süre. Sonra birden alnını kaşımaya başladı. Hareketlerinde bir düzen, bir ritim yoktu. Bedeninin ne yaptığıyla ilgilenmiyor gibiydi. Sanki her şey, içinden taşan bir yükün uzantısıydı.
Esila ayağa kalktı. Kitabın olduğu komodine yaklaştı. Yavaşça kapağını kapattı. Sonra tekrar açtı. Birkaç sayfayı yavaşça çevirdi. Baş parmağını yazarın imzasının üstüne sürdü. Parmağıyla sildi. Sildikçe mürekkep silinmedi ama içindeki sinir biraz yumuşadı. Ardından kitabı bir hışımla kapatıp çekmeceye koydu. Kitapla vedalaşır gibiydi. Ona yüklediği her anlamı oraya gömmek ister gibiydi.
Yavaşça arkasını dönüp Salih’e baktı. Göz göze geldiler. Salih, bu kez elini uzattı. “İstersen çıkalım.” dedi alçak bir sesle.
Esila cevap vermedi. Sadece başını hafifçe salladı.
Salih, odanın ortasında sessizce ayağa kalktı. Adımlarını dikkatle atarak Yağmur’un yanına yaklaştı. Küçük kızın ince kollarına, zarif bacaklarına baktı. Bir çocuğun masumluğu ve kırılganlığıyla uyuyordu. Dakikalar önce oynuyordu şimdi ise mışıl mışıl uyuyordu. Öyle ki, sanki hiçbir acı çekmemiş, sanki her şey yolundaymış gibi derin bir uykuya dalmıştı. Salih’in gözleri doldu ama ağlamadı. Sadece yutkundu. O anlarda bir insanın kalbi nasıl acıyorsa, onunki de öyle acıyordu. Güçsüzlük, yetersizlik ve suçluluk, kalbinin köşelerini tek tek kemiriyordu.
Başını çevirip Esila’ya baktı. Kadın hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. Saçları yine yüzüne düşmüştü. El parmaklarını tırnaklarına geçirmişti. Sanki kendini orada sabitlemişti. Salih, onun yanına yürüdü. Yavaşça ve yumuşak bir sesle sordu. “İyi misin?”
Cevap gelmedi. Derin bir sessizlik duvara çarpıp tekrar geri döndü. Salih elini Esila’nın omzuna koyarak sorusunu tekrarladı. Ses tonu biraz daha derin, biraz daha endişeliydi. “İyi misin?”
Bu sefer bir yanıt geldi ama cümle yarıda kaldı. “İyi…” dedi Esila. Fakat o “iyi” kelimesi neye yetebilirdi? Yarım kaldı çünkü dudakları titriyordu. Ardından birden bire arkasına dönerek Salih’e sarıldı. Sıkıca. Tüm gücüyle. Tüm yalnızlığıyla. İçli içli ağladı. Göğsü sarsılıyor, gözyaşları neredeyse nefesini bastırıyordu. Yağmur uyanmasın diye çaba sarf ediyordu. Salih, kadını göğsünde hissediyordu ama ne yapacağını bilemiyordu.
“İyi misin? Bir şey mi oldu?” diye sordu bir kez daha, daha telaşlı. Esila sadece başını hayır anlamında salladı. Konuşacak hâli yoktu. Konuşsa da neyi nasıl anlatacaktı? Kendi ağzından Yağmur’un yaşaması için ölmeyi seçtiğini nasıl çıkaracaktı? Bedir Bey’in söylediklerinin bir kısmında haklı olduğunu, ama başka bir kısmının artık vicdana sığmadığını nasıl açıklayacaktı?
Salih ellerini Esila’nın kollarına koyarak onu geri çekti. Onun yüzüne bakmak istedi. Gözleriyle gerçeği görmek istiyordu. “Bu halin nedir? Kötü bir şey mi oldu? Canın neye sıkıldı? Böyle ağlama. Cevap ver. Neler oluyor sana?” dedi kararlılıkla. Esila, gözyaşları arasından başını kaldırdı. Gözlerinde bir çığlık vardı. Dudakları titriyor, elleri soğuk terle kaplıydı. Yorgundu. Bitkindi. Umutsuzdu. Ama hâlâ içinde bir umut parçası kalmış gibiydi. O umudu Salih’e uzatmak istercesine sordu:
“Bir kez olsun... Beş dakika... Sadece lanet olası beş dakika beni seviyor gibi davranır mısın? O kadar ihtiyacım var ki. Yapacağım şey için gücüm olmalı.” Sesi yalvaran, gözleri kırılmış, yüreği parçalanmış bir kadının sesi gibiydi. Kelimeler o kadar içten çıkmıştı ki, Salih’in boğazına bir yumru oturdu. Bir şey diyemedi.
Esila başını kaldırdı. Salih’in gözlerine baktı. Sesindeki acıyı bastırmaya çalışarak konuştu. “Ben nasıl bir fedakarlık yapıyorum farkında mısın? Senden de sadece birkaç dakika beni sevmeni istiyorum. Bu zor mu? Zor mu geldi beni sevmek? Yoksa iğreniyor musun? Neden sana bu kadar zor geliyor? Benim gibi sev demiyorum.”
Başparmağını kaldırıp diğer eliyle üçte birini gösterdi. “Bu kadarcık sevsen, çok mu zor?”
Salih başını yere eğdi. Kısa bir sessizlik oluştu. Nefesini tuttu, sonra bırakıp başını kaldırdı. “Zor değil. Ama imkansız. Beni anlamanı beklemiyorum. Mantıklı düşün. Benimle alakalı kurduğun hayaller, gerçek olmayacak kadar uzak. Artık beni tanımadan yanımdan geçip gidemez misin? Sana hiçbir zaman umut vermedim.” dedi ve sırtını dönüp duvardaki resme yöneldi.
Resimde bir salıncakta sallanan bir çocuk vardı. Onu sevinçle bekleyen bir anne ve baba. Yemyeşil çimenler, mutlu bir ev... Resmin sol altında bir isim yazıyordu: “İkranur Geryen 10”. On yaşında bir çocuğun hayaliydi o resim. Bir mutluluk tablosu. Salih, gözlerini o resme sabitledi. Oraya bakarak Esila’yı unutmak istiyordu. Ama arkasında hâlâ acı çeken, hâlâ umutla bekleyen bir kadın vardı.
Esila kızarmış gözlerini hastane yatağındaki Yağmur’a çevirdi. Küçük bedeninde acıyla savaşan kız çocuğu... Esila’nın içi paramparça oldu. Bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Delice gülmek, kahkaha atmak, kendini yere atıp çırpınmak istiyordu. Ama yapamıyordu. Çünkü artık hayal kuracak zamanı yoktu. Ve bu içten içe onu bitiriyordu. Sessizce, içini kemiren kelimeleri susturmak istiyordu ama olmuyordu. Onun da sevgiye ihtiyacı vardı. Ölmek üzere olduğunu haykırmak istiyordu. Ama kelimeler boğazında düğümlenmişti.
Dudaklarını ıslattı. Sustuğu her kelime acıya dönüşüyordu. Hafifçe gülümsedi. O gülümseme hüzün doluydu. “Seni seviyorum,” dedi. “Başkaları gibi değil. Sevdiğini korumak pahasına, ölecek kadar çok seviyorum. Yağmur’u da seviyorum. Biyolojik annesi değilim belki ama gerçek annesi kadar çok seviyorum. İkbal anneyi de seviyorum. Sana ait olan her şeyi seviyorum. Baktığın o resmi bile sevmeye başladım. Yürüdüğün yolları, çöpe attığın eşyaları, hepsini seviyorum.”
Bir adım geri çekildi. Gözleri dolu doluydu. “Sen benimle ilgili hiçbir şeyi sevmiyor musun?” Salih donup kaldı. Kendi duygularından korkuyordu. Korkaklığını bastıramıyordu. Yumruklarını sıktı. Başını eğdi. Kısık sesle konuştu. “Gitsen iyi olacak. Bu odada çok ses var. Yağmur’un uyanmasından korkuyorum.”
Esila, o an her şeyin bittiğini anlamıştı. Başını salladı. “Haklısın. Yine çok ses yaptım. Yine hakkım olmayanı bağırarak istedim.” Gözlerini kısarak yaşlarının akmasına izin verdi. Ağlamaya devam etti. Ama bu sefer sessizdi. Daha fazla konuşmadı. Gözlerinin doluluğuyla, yavaş adımlarla dışarı çıktı. Kapı arkasından kapanırken Salih dizlerinin üstüne çöktü. Başını eğdi. Sırtı titriyordu. Sessizce ağladı. Hıçkırığını bastırmaya çalışarak, boğazında düğümlenen duyguları yutmaya çalışarak.
Erkek ağlamaz diyen herkes, o an orada olmalıydı. Çünkü bir erkek, sevdiği kadını susturmak zorunda kaldığında nasıl ağlardı, tam da öyle ağlıyordu Salih. Yeminleri vardı. Korkuları, çaresizliği... Hepsi onu ezip geçmişti.
*****
Üç gün sonra, şirket binasının devasa cam kapıları açıldığında, içerideki hava gergindi. Murat, üzerindeki takım elbiseyi bir zırh gibi kuşanmıştı. Yanında Melek vardı. Hemen arkalarında, on kişilik sekreter ekibi yer alıyordu. Murat’ın talimatıyla bütün sekreterler toplantıya çağrılmıştı. Amacı açıktı. Şirketin gücünü göstermek, içerideki çatlağı dışarıdan görünmez kılmaktı.
Toplantı salonunun kapısına vardıklarında Murat elini uzatıp Melek’e öncelik verdi. Melek göz ucuyla ona bakıp küçük bir tebessüm etti. İçeriye adım attı. Ardından sekreterler bir bir girdiler. Kimi korkak, kimi tedirgin. Kurbanlık koyun gibi melül bakan gözler Murat’ın arkasında sıralandı.
Murat ellerini ceplerine soktu. Masanın etrafında ağır adımlarla dolaşmaya başladı. İçeride şirketin en üst düzey yöneticileri toplanmıştı. Hepsi, dışarıya açılma kararına karşı olduklarını net biçimde göstermek için oradaydılar.
Fahri Bey odanın bir köşesinde duruyordu. Son günlerde şirket içinde çıkan çalkantılar onun uykularını kaçırmıştı. Şikayetler çoğalmış, çalışanlar istifa sinyalleri vermeye başlamıştı. Eski bir geminin çatırdayan tahtaları gibi, içeriden sesler geliyordu.
Bu sefer Salih’e hiçbir şey yüklemek istememişti. Çünkü Yağmur hastanedeydi. Çocuk acı çekerken Salih’in şirket için ikna çalışmaları yapması, Fahri Bey’in vicdanına sığmamıştı. Bu yüzden, Esila ve Murat’a devretmişti ipleri. Ya birlikte çıkacaklardı, ya birlikte batacaklardı.
Murat, masanın etrafında dönerek konuşmaya başladı. "Eee yuvarlak masa sakinleri, birbirimize öldürücü oklar atmaya gelmedik. Sessizce toplantı sürdürmek gibi bir niyetimiz de yok. Arkamdan aslan gibi kükrediğiniz için burada kedi olmanız orman kanunlarına aykırı. Böyle susmaya devam ederseniz şimdi de ben aslan kesileceğim." dedi. Yürüme hızını yavaşlatmıştı. Gözleri odadakilerin üzerinde gezinirken, bir bakışta kim ne düşünüyor anlamaya çalışıyordu. Murat, kendini bildi bileli sinsice etrafa bakan altmış yaşındaki adamın konuşacağını anlayınca omuzlarını dikleştirdi. Ellerini arkasında birleştirip önüne dikildi. Adam tam ağzını açacaktı ki kapı sonuna kadar açılarak Esila içeri girdi.
Günlerdir ağladığı için gözleri şişmiş pembe büyük gözlük takmıştı. Giydiği siyah elbise sıradan olmasına rağmen diz altına kadar uzanması ve kalem formunda olması sebebiyle göz alıcı duruyordu. Gözlük çerçevesi gözlerinin çevresini kapladığından yüzü seçilmiyordu. Makyajsız ve solgun hali, gece boyunca hiç uyumadığını ele veriyordu. Şaşkın bakışlar arasında boş olan sandalyeye sessizce oturdu. Hiçbir söz etmediği için kimseden de bir şey beklemiyordu.
Murat, Esila’yı gördüğü için mutlu olmuştu. Yanına geçerek şefkatle omuzlarına dokundu. Her ne kadar Esila’ya çoğu zaman sinirlense de Murat için o, bir şekilde güç kaynağıydı. Kimi zaman destek, kimi zaman kışkırtıcı bir dürtü. Yaşlı adam kendinden emin bir tavırla ayağa kalktı. Ceketinin düğmelerini ilikleyerek söz aldı.
"Murat Bey, şimdiye kadar yaptığınız bütün hataları yönetim olarak biz kapattık. Şimdi ise yaptığınız fütursuz davranışı düzeltmeye çalışıyoruz." dedi. Cümlelerini kurarken gözleri diğer katılımcıların üzerinde geziniyor, adeta hepsinden destek toplamaya çalışıyordu.
Murat, sakinliğini koruyarak adamın gözlerinin içine baktı. "Herkes aynı mı düşünüyor? Son bir aydır nasıl bir fütursuz davranışımı gördünüz?" dedi. Ses tonu her zamanki gibi kararlı ve karizmatikti. "Şayet aynı düşüncedeyseniz sizin fikirlerinizi duymak istiyorum."
Birkaç kişi öne atılıp konuşmaya başladı. Hepsinin ortak sıkıntısı, Murat Arsel'in zaman zaman onlara yaşattığı zorluklardı. Yıllar boyunca art arda gelen baskılar, yüksek beklentiler ve sabırsız yaklaşımlar nedeniyle yorgun düşmüşlerdi. "Bence başka zaman bu konuşmayı yapalım. Ölecek kadar yorgun olduğum halde daha fazla susamayacağım." dedi Esila. "Bacaklarım, gülle misali atılan acılardan vücudumu zaten taşımıyor. Bir de sizleri dinlemek çok zor." Gözlüklerini iyice göz çukuruna bastırdı. Yaşlı adam homurdanarak başını dikleştirdiğinde Esila'nın kahkahaları toplantı salonunda yankılandı.
Melek, gözünü sevdiği adamdan bir an bile ayırmadan bakıyordu. Normalde hiç sabırlı olmayan Murat’ın, karşısındaki adamlara karşı sabırla sükut edişi onu şaşırtmıştı. İlk defa Murat’ın, kendi haricinde başkalarını da düşündüğünü görmek onu mutlu etmişti. İçinden geçirdiği tek şey vardı. Ona sımsıkı sarılmak, kokusunu derin derin içine çekmekti.
Murat bir ara Melek’in yanına gelip saçına hafifçe dokundu. "Melek Hanım, toz vardı, aldım." dedi. Almak istediği gücü dokunduğu saçlardan alan Murat, bir anda gülümseyen Esila'nın boy hizasına indi. "İyi misin? Daha fazla gülme istersen. Düştüğüm zor durumla eğlendiğin halde, kendileriyle dalga geçtiğini sanacaklar."
"Sana gülmüyorum. Çok zorluk çeken yönetime gülüyorum. Pislikler." dedi Esila, herkesin duyacağı bir tonda. Adamlar sinirle Esila’ya baksa da genç kadının umurunda bile değildi. Ayağa kalkarak Melek’in yanına gitti.
"Tatlı cadı, toplantı bitince seninle konuşmam lazım. Sakın beni ekmeye kalkma." diyerek tekrar yerine geçti. Melek’in ağzı açık kalmıştı. Esila’nın yine nasıl bir hinlik düşündüğünü bilemediği için endişesi artmıştı.
"Sizler kaç ay parasal yönden zorluk çektiniz?" diye sordu Esila. Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktı. "Hiçbir zaman. Yanlış anlamayın Esila Hanım, buradaki konu bu değil." dedi yaşlı adam, yine sözcülüğü üstlenmiş bir şekilde. "Aaa, olur mu? Konunun giriş bölümünü geçtik bile, gelişmedeyiz. Hiçbir tatil es geçildi mi? Fazla çalışma saatleri sizlere empoze edildi mi?"
"Hayır..."
"Şimdi sonuca geldik. Siz nerede zorlandınız? Şayet zorluk varsa istifa diye bir gerçek de var. Kimse ayağınıza zincir bağlamadı. Mesai saatlerinde ne iş verirlerse yapmak zorunda olduğumuzu bize öğrettiler. Aynı yerde çalıştığımız halde benden yaşça ve deneyim olarak büyük olan sizler niye öğrenmediniz? Ya da öğrenmemek için bahaneleriniz mi var? Üstelik sizler yönetim katında çalışıyorsunuz. Bu ne aymazlık? En iyisi yarın Murat Arsel’in masasının üstünde istifa dilekçeleriniz olsun."
Murat, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Esila’nın söylediği her söze gönülden katılıyordu. Yine de onu susturmak için kaşlarını kaldırdı. Bu hareket Esila tarafından dil çıkartılarak karşılandı. "Konuyu başka tarafa çekmeyelim." dedi Murat, dikkatlice yeniden konuya dönmeye çalıştı. Tabii Esila susmuyor, Melek gülüyordu.
Murat’ın bütün ciddiyeti kaybolmuştu. Karşısında en sevdiği iki kadın varken konuşmak onun için oldukça zordu. Ellerini kıvırcık saçlarına götürüp arkaya doğru itti. Aklına gelen fikirle mavi gözleri iki kadın arasında gidip geldi.
"Melek Hanım, herkese sade kahve getirir misin?" diyerek gülümsedi. Melek başını hafifçe eğerek dışarı çıktı.
"Esila, sen de git Melek’e yardım et. Şu gözlükleri de çıkar. Odanın içinde güneş yok. Zombi gibi dolanıyorsun."
"Ne? Murat Arsel, şaka mı yapıyorsun? Sohbet ediyorum, görmüyor musun?" dedi bastırarak. Murat, sandalyenin kenarlarını tutarak Esila’yı sandalye ile birlikte kapının dışına çıkardı. Arkasından eliyle sus işareti yaptı ve kapıyı hızla kapattı.
"Beni dışarı mı attı? Yoksa hayal mi görüyorum?" Sandalyeden kalkıp tam kapıya vuracakken durdu. İçinde bir şey kırılmıştı. "Murat ben yokken ne yapacak? Babasını düşünmeye başladığı için bazı şeylerde susuyor. Ben yanında olduğum zaman onu koruyorum. Ben olmadığım zaman ne olacak? Çok zorlanır mı acaba?" Kapının önünden ayrılıp sekreter odasına geçti.
Melek kahve siparişi vermekle meşguldü. Esila birkaç dakika bekledi. Telefon kapanır kapanmaz masanın üstündeki bütün kalemleri Melek’in üstüne attı. Melek daha ne olduğunu anlamadan üzerine dosyalar da fırlatıldı.
"Şimdi anladın mı? Murat’ı terk edersen sana bu şekilde davranacağım."
"Manyak. Hani kan kardeş olmuştuk biz." diyerek Esila’nın omuzlarından sarsmaya başladı. "Deli misin sen? Canım acıdı ahmak."
"Gerçekten mi? Daha iyi. Murat’tan ayrılmak istediğin anda canının ne kadar yandığını düşünürsün. Hem ben, şiddet uyguladığım insana değer veririm. Yani her şiddet uyguladığım insana değil ama sana değer veriyorum." diyerek kıkırdadı. Melek sinirle burnundan soluyordu. "Gülme. Kalemleri attın, yetmedi dosyaları da fırlattın. Ahh delireceğim."
"Murat’ın gerçek anlamda değer verdiği üç kadından birisin. Birinci annesi. İkinci sen. Üçüncü de benim."
"Sen nasıl bir canlı türüsün? Off, konuşarak daha fazla kendimi sinir etmeyeceğim. Dağıttığın gibi toplamaya yardım et." diyerek yere oturdu. Esila da gülerek yere çöktü. "Melek, sana bir şey sorabilir miyim? Sorum biraz kafa karıştırıcı ama cevaplamanı istiyorum. Tehlikeli insanların takıldığı clup, internet tarzı yerler var mı?"
Melek şaşkınlıkla başını iki yana salladı.
"İnternetten '.....web' diye araştır. Orada istemediğin kadar iti kopuk vardır." dediği anda kahveleri getiren çocuk geldi. Melek ayağa kalkıp tepsiyi aldı. Esila’ya dönerek konuştu. "Beni korkutma. İşin bittiyse kahveleri içeri götürmem lazım. Tehlikeli birini bulup peşime takmana gerek yok. Murat’tan ayrılmak gibi bir aptallık yapmayacağım."
Esila, hafif acı bir gülümsemeyle gözlerini yere indirdi. Melek’in gidişini izlerken cebindeki telefonu çıkardı. Melek’in söylediği adrese girdi. Sayfaları inceledi, dikkatlice birkaç numarayı kaydetti. Ardından telefonunu cebine koydu. İçinden bir melodi mırıldanarak kendi odasına doğru yürümeye başladı. Şarkının sözleri yoktu ama melodisi acı çekmenin en neşeli hali gibiydi. Belki bir kaosun eşiğindeydi. Belki de tam ortasında.
Toplantı, birkaç pürüz dışında beklenenden iyi geçmişti. Yönetim, istifa edip etmeyeceklerine dair net bir açıklama yapmamıştı ama yüzlerine vuran korku, içlerinin yangın yerine döndüğünü açıkça ortaya koyuyordu. O korku, şimdilik dillerine kelepçe vurmuştu. Sessizliği seçmişlerdi. Murat, toplantı masasının başından yavaş adımlarla kalktı. Omzunun arkasında kalan sekreterlere döndü. Gözlerinin içi hâlâ gergindi ama dudaklarında sakin bir gülümseme belirmişti.
"Çok teşekkür ederim. Şirketin ve benim yanımda durmanız beni mutlu etti. Herkes işlerine dönebilir." dedi net bir ifadeyle. Ardından başını Melek'e çevirdi. Gözleri kadına odaklandı. Sesi bir tık alçaldı ama ciddiyetini korudu.
"Melek Hanım. Sizinle görüşmem gereken özel bir konu var."
Yürümeye başladı. Melek, bir an duraksadı. Duymazlıktan gelerek sekreterlerle birlikte yürümeye devam etti. Fakat baş sekreter, göz ucuyla durumu fark etmişti. Gözlerini kaçırmadan Melek’in koluna nazik ama kararlı bir dokunuşla uzandı. Kısa bir çekişle Melek’i Murat’ın yönüne doğru itti. Bu davranış, Melek’in içini buz gibi yaptı. Arkasından sekreterleri toplayıp Murat’a kibarca selam verdikten sonra ortamdan uzaklaştı.
Koridorun sonunda asansör bekleyen sekreterleri saymazsak, o uzun, gri koridorda yalnızca iki kişi kalmıştı. Melek, herkesin gözleri önünde adeta patronun önüne atılmış gibi hissetti. İçini sıkı sıkıya kapladığı öfke, burnundan dışarı taşmak üzereydi. Omuzlarını hafifçe geriye attı. Derin bir nefes alarak Murat’a dönmek üzere başını çevirdi. Ona söyleyecekleri vardı. İçindeki öfkeyi kusacaktı. Ama göz göze geldikleri anda planladığı her şey dağılıp gitti. Murat, o muzip bakışlarıyla ona bakıyordu. Mavi gözleri yaramaz bir çocuğun gözleri gibi parlıyordu. Dudaklarının kenarında çarpık, hafif alaycı bir gülümseme asılıydı.
Melek, o an kendini tüm inşaat malzemelerinin ortasında unutulmuş sarı lastik çizmeler gibi hissetti. Dikkat çeken ama saygı görmeyen, gerekli ama unutulan... İçindeki duygularla baş etmeye çalışırken Murat’ın bakışlarıyla daha da karıştı. Ne zaman onunla yalnız kalsa, beynine istila eden düşünceler artıyordu. İç sesi artık kendi denetiminden çıkmış, bir başkaldırıya dönüşmüştü. "Neden bana öyle bakıyor ki? Hem neden bu kadar yakışıklı olur? Neden gözleri bana baktığında bu kadar çok parlıyor? Neden o ceket, onun üstünde sanki vücut manifestosu gibi duruyor? Neden bu adamın yanında beynim sorularla yanıyor? Neden Allah’ım, neden böyleyim ben?"
Kafasını iki yana salladı. Kendi düşüncelerinden utanıyordu. O an küçük bir çukur bulup içine girip birkaç gün boyunca kimseyle konuşmadan inzivaya çekilmek istedi. Ama elbette hayat, Melek’e böyle lüksler tanımaya alışık değildi. Murat ise bu suskun haline kayıtsız kalmadı. Ona doğru bir adım atarak seslendi. "Hışt. Bayan Kapya, iyi misin?"
Omuzlarına hafifçe dokunduğunda Melek’in yutkunarak gözlerini önce ellerine, sonra Murat’a çevirmesi birkaç saniye sürdü. Adamın yüzünde eğlenceli bir ifade vardı. Açıkça tadını çıkarıyordu. Melek, omuzlarını silkip kendini toparladı. "İyi miyim?"
"Gördüğünüz gibi turp gibiyim. Ama bu mesafeye dikkat etsek iyi olur. Sekreterler hâlâ burada."
"Bugün, bu şirketteki tüm sekreterlerin kıskanacağı bir kadın olacaksın." dedi Murat, sanki birazdan büyük bir sürpriz yapacakmış gibi ses tonunu düşürerek.
"Nedenmiş o?" dedi Melek, merakını bastıramadan saçlarını geriye doğru savurdu. Murat, yakasını düzeltip onu kendine yaklaştırdı. Eğildi. Dudakları, Melek’in kulağına yaklaştı. Sesi yumuşadı. "Benimle evlilik ya da fantezi hayalleri kuranlar için kötü bir gün olacak. Sana ait olduğumu herkese göstereceğim."
Aniden arkasını döndü. Koridorun sonunda asansör bekleyen sekreterlere doğru sesini yükseltti. "Herkes buraya baksın. Birkaç aydır bu kadına aşığım."
Melek’in gözleri büyüdü. Şirketin parlak zemininde bozuk bir bumerang gibi devrilmek üzereydi. Tek tesellisi Murat’ın koluna tutunmuş olmasıydı. Aksi halde az önce duyduğu sözler onu yere sererdi. Bu kadar rezillik, ancak onun başına gelirdi.
Murat, itiraz etmesine fırsat vermeden elini tuttu. Parmaklarını onun parmaklarının arasına kenetledi. Sözsüz ama kararlı bir yürüyüşle onu kendi ofisine götürdü. O sırada iki asansör de gelmişti. Sekreterler fısıldaşarak içeri doluştular. "İlişkimizi neden deklare etmeye çalışıyorsun? Sana defalarca söyledim. Gizli tutalım bu konuyu."
Melek, elini sinirle geri çekti. "Sen neden bu ilişkiyi saklamak için çırpınıyorsun? Değer verdiğim bir şeyi gizlemem. Saklamam. Sakladıkça değersizleştirirsin." dedi Murat, gözlerini kaçırmadan. Tam o anda, odaya Esila çığlıkla girdi. Üzeri ter içindeydi. Melek’in elini kaptığı gibi Murat’ın dizinede ani ve hafif bir tekme savurdu. Ardından Melek’i peşine takarak koşmaya başladı.
"Esila! Bedduakolik, ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı Murat, şaşkın bir şekilde bacağına bakarken. "Koş Melek! Sakın soru sorma, sorgulama, bu şekilde yapmak zorundaydım!" Melek, kendini çekip yüzüne bakmaya çalıştı.
"Senin şu anda saçını başını yolmam gerek. Ama Murat yaklaşıyor diye şimdilik es geçiyorum. Merdivenleri ikişer ikişer inmeliyiz. Yoksa yakalanırız." İki kadın, hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı indiler. Garaj katına ulaştıklarında ikisi de soluksuz kalmıştı. Bir arabanın arkasına dizlerinin üstüne çöktüler. Kalp atışları boğazlarındaydı.
"Beni Murat’ın elinden kaçırdığına göre, ondan bir şey isteyeceksin." dedi Melek, kaşlarını kaldırarak.b"Nasıl anladın?" dedi Esila, alnındaki teri koluyla silerken.b"Tabii önce beni öldürmezse isteyebilirim. Sen niye yardım ettin bana?"
"Seninle iyi geçinmem lazım. Görümcem olacaksın. Bir de… Murat’ın annesini birlikte kaynar kazana atarız diye düşündüm." İkisi de kahkaha atmamak için dudaklarını sıktı. Ama Esila’nın gülüşü kısa sürdü. Gözleri uzaklara daldı. Çünkü kırk beş dakika önce biriyle pazarlık yapmıştı. Kendi ölümü için. Yarın ölecekti. Belki de bu, başkasına yaptığı son iyilikti.
Garaja giriş yapan Murat’ın sesi yankılandı. "Esila. Toplantı stresimin içine ettin. Bacağıma da ettin. Sevgilimi niye kaçırdın? Sadece ne istediğini söylesen. Melek, sen de hemen ayak uyduruyorsun." Esila, yavaşça yerinden kalktı. Ellerini havaya kaldırdı. "Kuzen, ellerinde ölmek istemiyorum." dedi.
Murat’a doğru yürüdü. Melek de arabanın arkasından çıktı. Üstü başı dağınıktı. Saçları yüzüne düşmüştü. Tatlı tatlı homurdanıyordu.bMurat, kollarını iki yana açtı. Gözleri sevgiyle doluydu. Önce Esila’yı kucakladı. Ardından boş kalan tarafına Melek geldi.
Esila, şaşkınlıkla Murat’a baktı. "Akıllı bir kız kardeşim olmadı hiç. O yüzden seni affediyorum. Şimdi söyle bakalım. Benden ne istiyorsun?"
"Son kez... Eski günlerdeki gibi... Karaoke yapalım. Hakan’ı da aradım. Bana biraz kızgın ama sana ettiği birkaç küfürden sonra kabul etti. Kulübüne gidelim. Her zaman üçümüz orada şarkı söylerdik. Şimdi son kez dördümüz olalım. Video, fotoğraf çekeriz. En önde ben olacağım ama."
"Başka zaman yaparız. Yağmur’un durumu ortadayken eğlenmek saçma."
"Eğlence değil. Sadece bir gün. Sonra hiçbir şey istemeyeceğim. Söz veriyorum."
"Hayır Esila."
"Sonra pişman olacaksın Murat. Lütfen. Lütfen." Murat, bir şey demedi. Başını yavaşça çevirdi. Gözleri Melek’e yöneldi. Onun onayını aldı. Ardından başını onaylarcasına salladı.
Esila, gülümsedi. Ama gülümsemesi gözlerine yansımıyordu. Çünkü o gece, geçmişin en güzel sesiyle şarkı söyleyecekti. Ve o ses, belki de son defa yankılanacaktı. “Murat bu şarkıyı söyleyeceğiz. Hakan’a da yolladım. Sen de kendi taraflarını ezberle. Hangi bölüm senin, hangi bölüm benim, hepsi belli. Karıştırma sakın. Yoksa mikrofonu elinden alırım.” Esila, telefonda çalan şarkının ekranına bakarak ciddi ciddi talimat veriyordu.
Melek, onun heyecanına şaşkınlıkla baktı. Kaşlarını kaldırıp hafifçe başını eğdi. Murat ise şaşkınlıkla şarkının sözlerini dinliyordu. “Sen bu tarz hiç dinlemezdin. Hadi gel, arabada söyleyelim. Daha samimi olur. Kulüpte acılı şarkı söylemek... Gerçekten garip olmaz mı?”
“Hayır. Hayır olmaz. Lütfen. Orada söylemek istiyorum. Anlamı orada daha büyük olur.” dedi Esila, yüzünü Melek’e çevirerek. Sesi çatallaşmıştı. Bu sefer ısrarı çocuksu değil, çaresizceydi. Melek, durumu ciddiye aldı. Dönüp Murat’a baktı. “Murat, ne uzatıyorsun? Kız ağlamak üzere.” dedi, kelimelerini bastırarak.
“Ben mi uzatıyorum? Güzelim, okuyalım diyorum zaten. Ama arabada. Kulüpte acılı şarkı söylemek istemiyorum. Milletin gözünün önünde ağlamak istemiyorum.” Murat, iç çekerek başını çevirdi.
Melek, kaşlarını büzüp dudaklarını büzdü. Başını yeniden Esila’ya çevirdi. “Beni sevseydi ‘tamam’ derdi. Kusura bakma.” dediğinde gözleri Murat’a kilitlendi. Gözleriyle onu delip geçiyordu. Kelimelerinden çok bakışları konuşuyordu. “Güzellik, seviyorum seni.” dedi Murat, ani bir hareketle elini Melek’in omzuna attı. “Tamam, tamam. Söyleyeceğim. Hemen kulübe gidip söyleyelim, bitsin bu ızdırap. Sonra sana yemek ısmarlayacağım. Mükemmel bir restoran buldum. Daha önce hiç gitmediğimiz bir yer.” Murat’ın gülümsemesi kocaman, sesi isteksizdi.
“Olur.” dedi Melek kısaca.
“Ben de geleceğim.” dedi Esila, bu kez sesi daha neşeliydi. Hemen telefonundan şarkıyı açtı ve kulübe varana kadar arabada hep birlikte dinlediler. Kimse konuşmadı. Kulübe vardıklarında, Hakan onları kapıda karşıladı. Esila’nın mesajını aldıktan sonra yüzünü buruşturmuştu ama onları görünce özellikle Murat’ı görünce o tripli hali kayboldu.
“Manyak kız bu şarkı çok acıklı. Biraz şöyle oynamalı, neşeli bir şey söyleyelim. Zehra evlenirken bile böyle şarkı dinlemedim. Vallahi ağlamamak için kendimi zor tuttum. Gözyaşım dudak hizama kadar indi.” diyerek itiraz etti.
“Al benden de o kadar. Dinlerken acı çöktü üstüme. Göğsümün ortasına yastıkla bastırılmış gibiyim.” dedi Murat da yüzünü buruşturarak.
“Olmaz. Su koyuvermeyin. Ölümü öpün, bu şarkı söylenecek.” Esila’nın sesi net, kararlı ve titrekti. Yüzündeki gülümsemeye rağmen gözlerinin kenarında buruk bir çizgi vardı. “Of Esila tamam be. Söyleriz. Ama ölünü, mezarını katmadan olmuyor mu?” Hakan yalandan öğürür gibi yaptı. Elini kalbine götürerek dramatik bir hareketle geri çekildi.
“Olmuyor. Size anlattığım gibi yapın. Mikrofon sırası karışmasın. Beni bekleyin. Ortalarda ağlayıp rezil olmayayım yeter.”
“Kendimi kukla gibi hissediyorum. Esila söylüyor, biz dans ediyoruz hissi veriyor. Yakında playback de yaptırır bu.” Hakan’ın yüz ifadesiyle söyledikleri tam örtüşüyordu. Murat kıkırdadı.
“Hakan yapma öyle. Murat zaten gitmek için bahane arıyor.” dedi Esila, gözlerini devirdi. Hakan, sırıttı.
Şarkı öncesinde barda hafif bir sohbet başlamıştı. Garsonlar içecekleri dağıtırken, pistteki bir çiftin şarkı eşliğinde dans edişi göz dolduruyordu. Salon yavaş yavaş loş ışıkla sarılmıştı. Ortamda bir tür sıcaklık, garip bir huzur vardı. Esila, telefonunu pistin göreceği şekilde ayarlayıp bırakırken içinden bir dua etti. Herkesin yüzüne bir bakış attı. O anı hiç unutmasınlar istiyordu.
Şarkı bitti. Sıra onlara geldi. Hakan, Esila ve Murat sahneye doğru ilerlediler. Melek, elinde sade sodasıyla bistro masada yalnız kaldı. Gözlerini üçlüden ayırmadan sahneye odaklandı. Sonra müzik başladı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra sözler ekrana yansıdı. Hakan öne çıktı. Mikrofonu eline alıp kalabalığa değil, arkadaşlarına sesleniyormuş gibi söyledi.
“Geçtim hevesimden dudaklardan.
Ne hallere düştüm, ne hallerden.
Yorulmuşum bütün olanlardan.
Öptüm nefesinden uzaklardan.”
Sözleri öyle içli söyledi ki, masalardaki birkaç kişi dahi sessizleşti. Mikrofonu bıraktığında Murat bir adım öne çıktı. Ceketinin düğmesini ilikleyip sesini biraz daha derinden duyurdu.
“Yayılmış her yere feryadım, karayım.
Bir ümidim olsun, her zaman arayım.
Okşayım saçını, telini tarayım.
Öptüm şirin şirin yanaklardan.”
Melek, gülmemek için çaba harcıyordu. Murat şarkı söylerken bir yandan da ona göz kırpıyor, küçük jestler yapıyordu. Melek başını öne eğdi. Kahkahasını bastırırken gözlerinde parlayan yaşları silmek zorunda kaldı. Eğlenceydi ama alt metninde gerçek duygular vardı. Sıra Esila’ya geldi. Mikrofonu iki eliyle kavradı. Nefesini toparladı. Gözlerinden bir damla yaş yanağından aşağı kaydı. Silmeden söyledi.
“Ne bilsen ağlamak çaremi, hallımı.
Ölecem mi, kalacam mı, bu sence belli mi?
Şair kadınısın, alım tesellimi.
Satırlardan, varağlardan.”
Sesi titredi. Nefes almakta zorlanıyordu. Ama yüzünü çevirmedi. Şarkıya devam etti.
“Geçtim hevesimden dudaklardan.
Ne hallere düştüm, ne hallerden.
Yorulmuşum bütün olanlardan.
Öptüm nefesinden uzaklardan.”
Son kıtada hepsi birden söylediler. Eller havaya kalktı. Kalabalık tempo tuttu. Murat, Melek’in yanına indi. Kolundan tuttuğu gibi pistin ortasına taşıdı. Mikrofonu eline aldı. Gözlerini kahverengi gözlere sabitledi. Son dizeyi fısıldar gibi okudu.
“Ölerem yolunda, kırmam hatrını.
Adınla süsledim, şiirimin satrını.
Evim sensin, alırım kokunu.
Saçına dokunmuş taraklardan.”
Sözleri bitince Melek’in saçlarını uzun uzun kokladı. Onunla birlikte döndü. Kolları belinden hiç ayrılmadı. Kalabalık onları izliyordu. Ama ikisi de kimsenin varlığını umursamıyordu. Esila, mikrofonu yeniden eline aldı. Gözleri karanlıkta parlıyordu.
“Bir sor ömrüm, bensiz sen tek nasıl kaldın?
Ölüm kollarımda, sen kalbime doldun.
Vazgeçilmez oldun, sen nasıl yakın oldun?
Hayatıma gelmiş, misafirlerden.”
Sesi salonun içine serin bir rüzgar gibi yayıldı. Arkasına döndü. Hakan’ın koluna girdi. Melek ve Murat’ın yanına geldi. “Hadi burayı herkes söylesin.” dedi. Son bir kez, içinde ne varsa nefesine yükledi.
“Geçtim hevesimden dudaklardan.
Ne hallere düştüm, ne hallerden.
Yorulmuşum bütün olanlardan.
Öptüm nefesinden uzaklardan.”
Murat, son kıtayı okumadı. Sadece Melek’e sarıldı. Boynuna başını yasladı. Teninin kokusunu içine çekti. Masum bir öpücük kondurdu. O an, zamansız bir masalın sayfası çevrilmişti.
O gece, bakışlarda ağ gibi vuran bir aşk vardı. Kalbe ulaşan, iliklere işleyen bir sevgi. Kahkahaların havada uçuştuğu, hikayelerin dudaktan düşmediği bir eğlence. Hüznün sadece şarkıda kaldığına herkes inanmak istiyordu.
Ama Esila, o geceyi bir hatıra olarak bırakmak istemişti. Salih hariç herkes için o gece, güzel bir anı olacaktı.
Gece sona erdi. Yemekler yendi. Hesaplar ödendi. Sarılmalar yapıldı. Ardından herkes evine dağıldı. Sabah olunca o gecenin kahkahaları yerini sessizliğe bırakacaktı. Yarın, hiç kimse için güzel bir gün olmayacaktı. Ne Melek için, ne Murat için, ne de içinde fırtına taşıyan Esila için.
Gülmekten gözlerinde yaş kalanlar, ertesi gün ağlamaktan yaş bırakmayacaktı.
______________
Yeni bölümde görüşelim mutlaka. Desteklerinizi bekliyorum.
_______________
Söyledikleri şarkıyı bilmeyenler varsa Azerbaycan da Öpüm Nəfəsindən Şöhrət Məmmədov söylüyor.
Türkiye de Öptüm Nefesinden Mustafa Ceceli _Ekin Uzunlar söylüyor.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 129.84k Okunma |
11.31k Oy |
0 Takip |
132 Bölümlü Kitap |