87. Bölüm

53. Bitti Derken Başlamak

Yalives Doğan
kambersizyazar

Selam Canlar ☺️

Yorum ve beğeni yaparak destek olursanız sevinirim.

_____________

Soğuktu. Hiç hissetmediği kadar vücudu üşüyordu. Soğuk, iliklerine kadar işlemişti. Derisinin altına gizlenmiş binlerce küçük iğne, her nefeste batıyor gibiydi. Ellerini kaldırıp "üşüyorum" demek için bile takati yoktu. Gücü yoktu. Sadece bakabiliyordu. Sadece donmuş gözbebeklerinin arkasında korkuyu hissedebiliyordu. Saçları yine kan kokuyordu. Demirin ve tuzun karıştığı o keskin koku genzini yakıyordu. Kusmak istiyordu ama bedeni cevap vermiyordu. Her şey içinden dışarı çıkmak istese de hiçbir şey kıpırdamıyordu. Dili damağına yapışmıştı. Sanki her şeyiyle donmuştu.

Rüya mıydı bu? Rüya olmalıydı. Ama hayır. Hayır, hayır rüya olamazdı. Bu kadar gerçek olamazdı. Başındaki maskeli, önlüklü insanlar o zaman kimdi? Ne istiyorlardı ondan? Neden telaşlıydılar? Neden bazıları korkuyla bağırıyor, bazıları çaresizce ellerini havaya kaldırıyordu? Vücudunu kesen alet neydi? Neşter mi? Evet. Evet, o kesinlikle bir neşterdi. Parlak, metal bir neşter. Soğuk. Sert. Her dokunuşunda bedenini ikiye ayıran bir düşman gibi. Neden ameliyat masasında bedeni uyurken kendisi ayakta duruyordu? Neden kendisini izliyordu? Üzerine eğilmiş doktorları, hemşireleri, telaşlı adımları niye bu kadar net görebiliyordu? Üstelik havada gibiydi. Sanki ayakları yere değmiyordu. Yaşam ile ölüm arasında sıkışmış gibiydi. Ne yaşıyordu ne de ölebiliyordu.

Yaslandığı duvardan zorla ayrıldı. Ayakları ona ait değilmiş gibi hissediyordu. Titriyordu ama bunun nedeni sadece üşümek değildi. Görevlerini yapmaya çalışan doktorlara yaklaştı. Onları tanımıyordu ama varlıkları tanıdıktı. Belki televizyonda, belki bir filmde, belki de daha önce geçirdiği bir ameliyattan. Bilmiyordu. Bildiği tek şey, bedeni yerdeydi. Kan içinde. Solgun. Terk edilmiş gibi. Ruhunu terk etmişti ama nedenini kavrayamıyordu. Bu durumu anlamak imkansızdı. Gerçeklik, içini delip geçen soğuk gibi sert ve yakıcıydı. Vücudunda gezen tıbbi aletler yüzünden huzursuzdu. Teninde hissediyordu hepsini. Neşterin ucu, pense sesi, bezin sürtünüşü. Ama dokunamıyordu. Hiçbir şeye müdahale edemiyordu.

Ameliyat masasında yatan kendine baktı. Gözleri kapalıydı ama yüzü bir çığlık atıyormuş gibi kasılmıştı. Bıçağın değdiği yerlerden hâlâ kan akıyordu. Durmuyordu. Durdurulamıyordu. Sanki beden de ruh gibi pes etmişti. Ağzında kocaman bir hortum vardı. O hortum, içine hava taşıyordu. Ya da hayat. Her nefesin sesi vardı. Hırıltı. İnleme. Dayanılmaz bir ritim. Başında duran anestezi doktoru, gözlerini onun yüzünden ayırmıyordu. Uyanır mı diye değil, ölür mü diye bekliyordu.

Ayakta durmak mucizeydi ama hâlâ kendine bakabiliyordu. Bu neyin işaretiydi? Hangisi gerçek Melek'ti? Cansız halde yatan mı? Yoksa ayakta ne olduğunu anlamaya çalışan mı? İçinden gelen bu düşünce, aklını ikiye bölüyordu. Var mıydı gerçekten? Yoksa sadece bir yansımaydı da ruhu bedeninden tamamen kopmadan önce son kez izleme hakkı mı verilmişti? Ya da ceza mıydı bu?

Tam o sırada ameliyathanenin kapısı hızla açıldı. İçeri sarı önlüğüyle bir hasta bakıcı girdi. Yüzü panik içindeydi. Yorgunluğu alnındaki terle karışmıştı. Gözleri endişeyle kıvranıyordu. Nefes nefese doktora yaklaşıp Melek’i işaret etti. Sesi çatallıydı ama kelimeler netti.

“Sanırım hastanın kocasını bulduk. Delirmiş gibi ortalığı yıkıyor. Kimse zapt edemiyor.”

Melek, duyduğu cümleye inanamadı. Kocası mı? Hayır, kocası yoktu. Bu bir yanlışlıktı. Kimin yakınıydı bu gelen? Başkasının sevdiği olmalıydı. Belki benzettiler. Aklına babası geldi. Yaralandığını duymadıysa karakolları geziyor olmalıydı. Eğer duymuşsa... O zaman kahrolmuştur. Kalbi dayanmazdı. Ya Murat? Kaç kere telefonuna mesaj atmıştır. Cevap gelmeyince sinirlenip beş dakika sonra tekrar aradığına emindi. Murat hep öyle yapardı. Kızar, özler, tekrar arar. Onun öfkesi sevgiyle yarışırdı.

Dışarıdaki insanı görmek için delicesine bir istek doğdu içinde. Ameliyathaneden çıkmalıydı. Kim olursa olsun. Başkasının yakını bile olsa, ailesine haber versin istiyordu. Ayakta olduğunu, henüz ölmediğini, hala umut olduğunu birine anlatmak istiyordu. Belki de sadece “ölüyorum” demekti niyeti. Belki vedalaşmak. Bilmiyordu. Adımlarını attı. Dışarı çıkacaktı.

Ama o sırada bir hemşirenin baskın sesi ameliyathaneyi doldurdu.

“Kan değerleri düşüyor. Kalp ritmi durdu.”

Melek'in başı hızla arkaya döndü. Gözleri kendi bedenine takıldı. Doktorlar bir araya toplanmıştı. Ellerinde aletler, çabaları zamanla yarışıyordu. Gözleri bir makineye takıldı. Hayatında sadece dizilerde gördüğü bir makine. O makine şimdi onun bedenine şok veriyordu. Her vuruşta beden havalanıyor, sonra tekrar masaya düşüyordu. Gözleri açık olsaydı belki kendi ölümünü izliyor olacaktı.

“Ben şimdi ölüyor muyum? Neden?” dedi. Sesini duyup duymadıklarını bilmiyordu. Ellerini gözlerine götürüp bu gördüklerinin sadece bir rüya olduğunu düşündü. Gözlerini ovuşturdu. Defalarca. Göz kapaklarını bastırdı. Ama ne kadar uğraşsa da manzara değişmedi.

“Üç yüze şarj et.”

“Ettim.”

“Çekilin.”

Makine her vuruşta bedenini yerden kaldırıyordu. Her vuruş, ruhuna da çarpıyor gibiydi. Titredi. Bacakları çözüldü. Dizlerinin üstüne çöküp kulaklarını kapattı. Gitmek istemiyordu. Korkuyordu. Ruhunun dışarı çıkmasına izin verirse bir daha geri dönemeyeceğini hissediyordu. Sesi titredi. Ağlamaya başladı.

“Ölmek istemiyorum.” diye fısıldadı. Sesi yankılandı. Boğazında düğümlendi. Sözleri havaya asılı kaldı. Bacakları yavaşça silinmeye başladı. Gövdesine doğru buz gibi bir yok oluş hissi geldi. Çekiliyordu. Aşağıdan yukarıya doğru siliniyordu. Gidiyordu. Var olma hali, saniye saniye azalıyordu. Elleriyle yüzünü kapattı. Son bir kez daha. Kendini duymamaya çalıştı. Duyduğu sesler, o son anların yankısıydı.

“Şarj hazır. Bir daha veriyorum.”

“Kalp masajına devam.”

“Kaybediyoruz.”

“Murat yardım et. Baba... Özür dilerim.” diye haykırdı. Artık bağıramasa da, kelimeler ruhundan taştı. Sevdiklerinin isimleri dudaklarında son dua gibi aktı.

Bir sessizlik çöktü.

Ve ardından bir mucize gibi...

“Değerleri normale döndü.” dedi hemşire.

Melek, gözlerini açmamış olsa da bu sesi duydu. O ses, karanlığın içinden gelen bir el gibi onu tuttu. Bacaklarına baktı. Hâlâ yerlerindeydi. Ellerini yüzünden çekti. Ağlıyordu. Gözyaşları, ruhuna yeniden nefes olmuştu. Yaşıyordu. Ameliyat devam ediyordu. Ama artık bir şeyi çok net biliyordu.

Eğer ruhu bu bedenden çıkarsa... Sonsuza dek ölecekti.

Ve artık ölmeyi istemiyordu.

***
Murat, bütün rüzgarı arkasına alıp koşmuştu. Bacakları hızına yetişmekte zorlanıyor, ciğerleri yanıyor ama durmak aklının ucundan bile geçmiyordu. O kat. O lanetli kat. Ameliyathane katı, birkaç adım ötesindeydi. Zemin sanki ileri doğru kayıyor, o bir türlü sabit bir noktaya ulaşamıyordu. Nefesi boğazına düğüm olmuştu. Sonunda ulaştı. Ayakları kaygan zemine saplanmış gibi durmuş, sonra bütün gücüyle kapıya yüklenmişti. Bir çarpma. Bir daha. Bir tekme. Derin nefeslerle, yumruklarla, bütün korkusunu o kapıya geçirmeye çalışıyordu. Kapıyı açan hasta bakıcı şaşkın ve gergin bir ifadeyle karşısında belirdiğinde, Murat artık mantıklı düşünme becerisini çoktan kaybetmişti.

"Çekil önümden. İçeri girmem gerekiyor. Ne olduğunu bilmiyorsun. Anlamıyorsun." dedi neredeyse bağırarak. Kelimeleri allak bullaktı.

Hasta bakıcının müdahalesine rağmen, Murat pes etmedi. Göğsü şişmişti. Gözbebekleri büyümüştü. Sesini kıstığında bile içinde fırtına kopuyordu. Ameliyata alınan kişinin Melek olup olmadığını bilmiyordu. Esila bir şey hatırlamıyordu. Belki başka biriydi. Belki bir hata. Belki başka bir can. Ama ya Melek’tiyse? Bu belirsizlik onu paramparça ediyordu.

Kimse onu durdurmaya gücü yetmedi. Dört adam, ameliyathanenin disiplinini, diğer operasyonları ve hastane düzenini gerekçe göstererek yalvarmış, rica etmişti. Murat ise her birini duvar gibi aşmaya kararlıydı. Kızgın bir aslan gibi, kararlılıkla, inatla direndi. Sonunda, onları ikna etmenin tek yolu beklemeye razı olmaktı. Ama bir şartla.

"Bak kardeşim. Gerçekten nefes alamıyorum. Yaşıyorum ama ölü gibiyim. Bu durum çok hızlı gelişti. Kendimi tanımakta zorlanıyorum. Sadece..." dedi ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Dişleri birbirine geçmişti. Dudaklarının arkasında biriken hırıltı, boğazına saplanan acıyı gizleyemedi. "Ameliyatta dalgalı saçlı, esmer yüzlü, aşırı güzel bir kadın mı yatıyor? Bunu teyit et. Saatlerce beklerim. Çıt çıkarmam." Telefonundan Melek’in bir resmini çıkardı. Ellerindeki titremeyi durdurmak istercesine parmaklarını sıktı.

"Bak. Yüzü böyle. Lütfen. İçeriye bak ve bana çabuk söyle. Eğer oysa, beni tutamazsınız. Yüz değil bin kişi gelse duramam." Hasta bakıcı göz göze geldiği bu adamın gözlerindeki ateşi gördü. İlk defa böyle bir kararlılıkla karşılaşmıştı. Hiç tereddüt etmeden geri döndü. İçeriye girdi. Melek’in yüzüne baktı. Gördüğüyle fotoğraf arasında hiçbir fark yoktu. Kızın kalbi tam o anda durmuştu. Titredi. Yutkundu. Bu gerçeği dışarıda bekleyen adama nasıl anlatacaktı? Kalbi durmuş bir kadın. Ve dışarıda ölmek üzere olan bir adam. Birbirlerinden habersiz ama birbirlerine bağlı iki ruh. Kalbi tekrar çalışınca rahat bir nefes alarak dakikalar sonra dışarı çıktı. Sesi yumuşaktı. Kalbi ise hâlâ hızlı atıyordu.

"Tarif ettiğin hasta doktorların gözetiminde. Şimdilik ameliyat iyi geçiyor. Artık sakinleş. Başka ameliyatlarda var. Doktorların işini zorlaştırıyorsun. Kocasını bu halde görmesin. Farkındayım. Çok zor. Ama sakinleşmen lazım."

Murat o anda hiçbir düzeltme yapmadı. Kocası değildi henüz. Ama olacaktı. O olmalıydı. Kimse bu gerçeği değiştiremezdi. Bir söz gibi, bir dua gibi bu düşünceye tutundu. Duvara yaslandı. Yavaşça yere kaydı. Başını dizlerine indirdi. Titredi. Sessizce ağlamaya başladı. Şok içindeydi. Her şeyin üstüne gelen bu felaket, onu yerle bir etmişti. İçinde bir boşluk vardı. Sanki biri bütün iç organlarını alıp yerine çığlık doldurmuştu.

Yine Melek’i yalnız bırakmıştı. Yine onun en ihtiyacı olduğu anda yanında olamamıştı. Her defasında bir şekilde eksik kalıyordu. Ne olmuştu? Kim? Neden? Nasıl? Bu soruların cevabı yoktu. Şimdi önemli olan yalnızca yaşamasıydı. Başını duvara vurdu. Yumruklarını sıktı. Gözlerinden taşan yaş, yere damladı. Hiçbir şey olmamış gibi geri dönsün istiyordu. O tanıdık sesiyle gülümsesin. “Abartma Murat.” desin. Sitem etsin. Ama yaşasın. Yanında olsun.

Üç buçuk saat sonra kapılar açıldı. Bütün dünya durmuştu. Sedyenin ayak kısmı göründüğünde Murat ayağa fırladı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Göğsünde bir ağırlık vardı. Melek’i gördüğünde içindeki son sağlam parçalar da çöktü. Ağzında hortumlar, elleri yanlarda. Gözleri kapalıydı. Yüzü solgundu. Teni kireç gibiydi. Gözlerinin her zaman ışıldayan pırıltısı yoktu artık. Bir gölge gibi süzülüyordu yanlarından. Yaşamla ölüm arasında salınan bir ruh gibi.

Sedyenin bir kenarına tutundu. Asansöre girerken yardım etti. Elleri Melek’e dokunmak istemedi. Korkuyordu. Acıtmak istemiyordu. Onu daha fazla kırmak istemiyordu. Gözleriyle izledi. Saçlarına, yüzüne, boynuna baktı. Her şeyi ezberlemek ister gibi. Her bir çizgiyi zihnine kazımak ister gibi.

Yoğun bakım katına geldiklerinde içeriye alınan Melek’in ardından kapı kapanırken Murat ellerini yumruk yaptı. O kapı, Melek ile onun arasında duran bir uçuruma dönüşmüştü. Dışarıda kalan o olmuştu. İçerideki ise hayata tutunmaya çalışan Melek.

Bir doktor çıktı. Elinde dosyalarla hızla ilerliyordu. Murat önüne geçip durdurdu. "Şimdi, lütfen. Melek Kapya'nın durumu nasıl? Kritik mi? Yüzü çok solgundu. Ne zaman uyanır? Eskisi gibi olur mu?"

Doktor gençti. Stajyer olduğunu belirtti. İçeriye bilgi ileteceğini, birazdan daha net cevaplar alınabileceğini söyledi. Murat beklemeye koyuldu. Zaman artık saniyelerle yarışıyordu. Her dakika, her saniye işkence gibiydi. Ayakta durmak bile zorlaşmıştı. Yirmi dakika daha geçti. Kalktı, zile basacakken, kapı açıldı.

Doktor onu içeriye davet etti. Soğuk bir odaya girdiler. Sessizlik vardı. Arada makine sesleri duyuluyordu. Odanın bir köşesinde masa ve üç sandalye vardı. Oturdu. Gözleri boşluğa odaklandı. Doktor dosyaya baktıktan sonra başını kaldırdı. "Hasta beş saat önce geldi. Boğazında bir. Karın bölgesinde iki. Arkada bir olmak üzere dört kesik vardı. Sağ böbrek parçalanmış. Sol böbrek sağlam görünüyor. Yaşarsa tek böbrekle yaşamını sürdürecek. Şu an durumu stabil. Yoğun bakımda kalacak. Sonrasını birlikte planlayacağız."

Murat, kelimeleri işitse de anlamıyordu. Başını salladı. Teşekkür etmeden kalktı. Koridora çıktı. Yumruğunu duvara geçirdi. Eli acıdı. Derisi soyuldu. Kan aktı. Ama o acı, içindekinin yanında hiçti. Yoğun bakımın önünde bekledi. Kapıya yaslandı. Göğsü inip kalkıyordu ama nefes almak zordu. Kafasını yavaşça sola çevirdi. Başını kapıya yaslayıp gözünü camdan içeriye soktu.

Melek, ortadaki yatakta yatıyordu. Prenses gibi. Ama bir farkla. Ağzında hortumlar. Burnunda tüpler. Boynunda sargılar. Vücudunda bantlar. Yine de güzelliğinden hiçbir şey eksilmemişti. Saçları başını çevreliyor, yastığı süslüyordu. Adeta savaş sonrası uykusuz bir kahraman gibiydi. Gözleri kapalıydı ama sesi kulaklarında yankılanıyordu.

Murat, ona bakarak fısıldadı. "Ben buradayım. Seni bekliyorum. Sana anlatacak çok şeyim var. Daha hikayemiz başlamadı."bEllerini yalvarma pozisyonunda birleştirip çaresizce hemşireye doğru yürüdü Murat. Vücudu titriyor, içindeki kaygı gözbebeklerinden dışarı akıyordu. Hemşire başını hafifçe eğip onu karşılayarak durdu. Genç adamın bu saatte burada olması kurallara aykırıydı ama gözlerinin derinliğinde anlatılamaz bir acı vardı.

"Beyefendi. Ziyaret saati değil." dedi hemşire. Sesi netti ama içinde saklayamadığı bir merak da vardı. Karşısındaki adam sanki sadece bir hastayı görmeye değil, ömrünün yarısını kaybetmemeye gelmiş gibiydi.

Murat, boğazına oturan yumruyu yutmaya çalışarak başını dikleştirdi. Bir adım daha yaklaştı kadına. Kelimeleri titrek ama içtendi. "Yeni gelen hastanın sevgilisi oluyorum. Beş dakika. Sadece beş dakika yanına gitmek istiyorum. Ailesi geldiğinde görmem imkansız olacak. Onu göremezsem... Delirmek üzereyim. Lütfen. Gerçekten hiç iyi değilim. Biraz göreyim yeter." diye yalvardı.

Genç hemşirenin yüzünde kısa bir tereddüt belirdi. Murat’ın gözlerinin içindeki yalvarışı görmemek imkansızdı. Konuşmadan, sadece başını yavaşça sallayarak onay verdi. Gözlerini yere indirip usulca geriye çekildi.

Murat’ın kalbi göğsünü döve döve atıyordu. Her bir adımıyla ciğerlerine hançer saplanıyor gibiydi. Göğsüne bastırdığı eliyle bu acıyı durdurmaya çalıştı. Koridorun soğuk lambaları altında yürürken, gözlerini Melek’in kapalı gözlerine kilitledi. Sanki her an açılacaklarmış gibi umutla baktı. Titreyen dizlerine rağmen onun başucuna ulaştı. Dünyası bu yatakta yatıyordu. Sessiz, solgun, çaresiz...
"Kalbimin en derinine taşınan kadın. Beni terk etmeye mi niyetlendin. Nasıl sensiz yaşayacağımı düşünürsün." diye fısıldadı. Gözleri dolmuş, dudakları titriyordu. Başını eğip kimse bakmıyor diye emin olduktan sonra Melek’in gözkapaklarını öptü. O an zaman durmuştu.

"Canın çok yandı mı. Ben yine yanında yoktum. Çok ağladın mı. Sen ölmemek için savaşırken ben nelerle uğraşıyordum Allah bilir. Affet birtanem. Lütfen iyileş. Saçlarına dokunduğumda canın yanar mı diye korkmayayım artık. Bir daha gözünden yaş akmayacak demiştim ya. Ne kadar yalancı biriyim değil mi. Zor zamanlarında yanında olmayan bir sevgiliden ne beklenir ki. Sana söz. Sana ne yaşatıldıysa bin katını yaşatacağım onlara. Kimseye acıma olmayacak. Söz. Aç gözlerini. Senin yaşadığın karanlık benim de dünyamı karartıyor."

Murat'ın dudakları Melek’in eline dokundu. Kokusunu içine çekti. Derken kapının kenarından gelen bir ses onu kendine getirdi. "Çıkmanız gerekiyor." dedi hemşire. Tonunda anlayış vardı ama kuralı bozamazdı. Murat tereddütte kaldı. Gözlerini bir kez daha Melek’in yüzüne dikip onun elini öptü. Sonra usulca odadan çıktı. Ayak sesleri bile yorgundu.

****"

Aradan geçen iki saat içinde Hayri Bey’e haber ulaşmıştı. Yaşlı adam bastonunu unuturcasına aceleyle hastaneye gelmiş, şimdi yoğun bakım kapısında dimdik durmuş bekliyordu. Gözleri boşluğa dalmıştı. Yanında Serpil Hanım, Sibel ve Ahmet de vardı. Kimse konuşmuyordu. Doktorlardan henüz bilgi verilmemişti. Kalpler ağızdaydı.

Koridorun sonundan gelen her ayak sesi, içlerinde yeni bir umut ve korku yaratıyordu. Hayri Bey arada kafasını kaldırıp kalabalığı süzüyor, tanımadığı yüzlerin arasında bir işaret arıyordu. Bir noktada gözleri genç bir adamın üzerine takılı kaldı. Hafızasında birden bir resim canlandı. Melek’in telefonunda gördüğü bir fotoğrafta aynı adam vardı. Yanındakine döndü.

"Sibel. Şuradaki. Melek’in patronu mu. Şu meşhur Murat mıdır nedir?" dedi bitkin bir sesle. "Evet Hayri Amca. O meşhur patronu oluyor." dedi Sibel hafifçe başını sallayarak. Sonra Murat’a dönüp eliyle gelmesini işaret etti. Murat başını kaldırıp etrafına baktı. Başka birini mi çağırıyorlar diye emin olmadan ayağa kalktı. Tişörtünün yakasını düzeltip başı önünde yürüdü. Ne yapacağını bilememenin verdiği tedirginlikle Sibel’e baktı.

Yanlarına geldiğinde derin bir nefes alarak kendini tanıttı. "Merhaba. Ben Murat. Melek’in çalıştığı yerin yöneticisiyim ama uzun zamandır başka bir şeyim, onun erkek arkadaşıyım." Korkusu yoktu. Yine de şu durumda bu konuyu açmak kötü hissettirmişti.

Kısa bir tanışmadan sonra Hayri Bey başını sallayıp bulunduğu yerde kalmasına izin verdi. Aslında kızının ağzından ismi düşmeyen tek adam oydu. Ne yaşandığını bilmeseler de, Melek’in kalbinde yer etmiş olduğu belliydi.
Bir süre sonra doktor nihayet kapıda belirdi. Herkesin içinden sessiz bir dua yükseldi. Ama gelen haber, su değil, ateş gibiydi.

"Melek Hanım’ın hayati tehlikesi devam ediyor. Aynı zamanda tek böbreği aldığı darbeden dolayı aşırı zarar gördüğünden alındı. On altı saat sonra uyandırmaya çalışacağız." dedi doktor net bir dille.

Söz biter bitmez Hayri Bey’in ayakları çözülmüş gibi oldu. Dizleri üzerine yığıldı. Kalbindeki ağırlık artık taşınamaz hale gelmişti. Görevliler hemen müdahale edip aynı katta bir odaya alınmasına karar verdiler. Murat ricasını usulca söylemişti. En azından biraz dinlenebilirdi. "Benim güzel evladımın tek böbreği soysuz biri yüzünden alındı mı. Kim yaptı kim? Günah değil mi? Annesi yok. Savunmasız benim güzel kızım. Fena durur ama ismi gibi melektir benim evladım. Ne istediler ne?" diye bağırıyordu Serpil Hanım. Gözyaşlarıyla karışan feryadı kulakları yırtıyordu. Dizlerine vuruyor, ellerini açarak dua mı, isyan mı ettiği belli olmayan cümleler kuruyordu. Bu gece beklediklerinden çok daha zor geçecekti. Herkes için.

*****

Gece yarısı, saat on iki gibi Yağmur’un ameliyatı bitmişti. Genel durumu şimdilik stabildi. Yoğun bakımda birkaç saat daha gözlem altında tutacaklar, ardından normal odaya alacaklardı. Yakınları rahat bir nefes aldı ama içleri hâlâ Melek’teydi.

Sabah saatlerinde hastanede hava ağır bir sessizliğe bürünmüştü. Bekleme salonlarında uyuklayanlar, kafasını duvara yaslayanlar, iç çekip dua edenler... Herkesin içinden geçeni yüzüne yansımıştı. Ama Melek’in durumunda bir değişiklik yoktu. Uyandırılmak için gereken süre hâlâ işlemekteydi.

Öğleye doğru Bedir Bey’in kızının cenazesi için Murat ve Salih birlikte yola çıktılar. Namazdan sonra Salih, cenazeyi defnetmek için mezarlığa geçti. Murat ise camiinin alt tarafındaki caddeden bir taksi çevirerek hastaneye döndü.

Melek’i bir gece daha görmeden durmak ona ağır geliyordu. Görüş saati çoktan geçmişti. Babası Hayri Bey içeriye girmiş, kızının başucunda dakikalarca kalmıştı. Çıktığında ağlayarak odaya götürülmesi gerekmişti. Baba için bu acı katlanılmazdı.

Diğer yandan Esila, geçen bir gün geçmesine rağmen hâlâ konuşmamıştı. Polisler ne kadar soru sorduysa da cevapsız bırakmıştı hepsini. Tek bir cümlesi vardı. "Hiçbir şeyi hatırlamıyorum."

Herkes bunun yaşadıkları travmanın bir sonucu olduğunu düşünüyordu. Saldırıya uğramış oldukları neredeyse kesindi. Ama nasıl, neden ve kim tarafından olduğu belirsizdi. Murat arada yanına gidip sorular soruyor, bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu ama her çabası boşaydı. Esila ya susuyor ya da yüzünü çeviriyordu.

Salih ise Esila’nın yanına her gelişinde genç kadının ağlama krizine girmesi nedeniyle artık odasına gizlice girip sadece onu izliyordu. Uyuduğu zamanlarda beş dakika yüzüne bakıyor, dudaklarından çıkmayan cümlelerle konuşuyor sonra kaçar gibi uzaklaşıyordu. Kendi acısını onun gözyaşlarında boğuyor, yaşayamadan içinden ölüyordu.

Doktorlar, beklenmedik bu durum karşısında birkaç gün daha müşahade altında kalmasının doğru olacağına karar verdiler. Esila odasından çıkmayacaktı.

Üç gün geçmişti. Uzun, bitmek bilmeyen üç gün. Saatler sanki birbirinin içine geçmiş, dakikalar Murat’ın aklında kurduğu en kötü ihtimallerle uzamıştı. Zaman, artık bir ölçü değil, bir ceza gibiydi. Uyandırmaya dair yapılan birkaç girişim sonuçsuz kalmıştı. Melek’in gözleri bir türlü açılmıyor, o narin bedeni hayata direniyordu. Murat ise her yeni sabaha, içini yiyip bitiren bir korkuyla uyanıyordu. İçindeki umudu kaybetmemeye çalışıyor ama her geçen saniye biraz daha eksiliyordu.

Koridoru bir uçtan diğerine arşınlayarak geçiyordu. Ayak sesleri hastane sessizliğinde yankılanıyor, yorgun adımları duvarlara çarpıp geri dönüyordu. Her seferinde aynı yolu yürümek, Murat’ın kendine yaptığı bir işkence halini almıştı. Ama bu yürüyüşler onu delirmekten koruyordu. Bazen dua mırıldanıyor, bazen de içinden "Ne olur uyan Melek, ne olur dön bana." diye yalvarıyordu. Sanki kalbinin sesi kulaklarında çınlıyordu.

Yoğun bakımın kapısı aniden açıldığında, Murat tam kapının hizasına geldiği noktada dondu kaldı. Bütün vücudu bir anda taş kesildi. Damarlarındaki kan akmayı bıraktı sanki. Gözleri hemen kapıya odaklandı. Doktorun yüzünde ciddi ama içinde rahatlamanın kıvılcımı yanan bir ifade vardı. Gözleri Hayri Bey’e dönüktü. Murat ise nefesini tuttu. Kalbi göğsüne sığmaz olmuştu.

İki gündür süren uyandırma çabaları hiçbir sonuç vermemişti. Her seferinde umutla Melek’in gözlerinin aralanmasını beklemişler ama her seferinde o gözler kapalı kalmıştı. Ama bu gece farklı şeyler yaşanmış ve sabahında haberi veriliyordu. Doktorun ses tonu farklıydı. Gözlerinde karanlık yoktu.

"Hasta gece uyandı. Sabah da durumu gayet iyi. Yapılan tahliller de temiz. Birazdan normal odaya alacağız. Geçmiş olsun." dediği an Murat’ın kulakları uğuldamaya başladı. "Uyandı" kelimesi, Murat’ın zihninde yankılandı. Defalarca. Onlarca kez. Uyanmıştı. Melek uyanmıştı. Onun Meleği… Hayatta kalmıştı.

Bitmişti. Risk bitmişti. Tehlike geçmişti. O lanetli korku, endişe, içi oyulmuş geceler sona ermişti. Murat ellerini başının üstüne koydu. Derin bir nefes aldı. Göğsündeki yük boşaldı. Sonra aniden dönüp koşmaya başladı. Hızla merdivenlere yöneldi. Avına koşan bir aslan gibiydi. Artık bu güzel haberi herkese vermeliydi. Bu acıyı paylaşmış insanların bu mutluluğa da ortak olması gerekiyordu. Kimse sevdiği bir kadının ölüm ihtimaliyle daha fazla yaşamamalıydı.

Merdivenleri hızla indi. Ayakları basamaklara değil, sanki gökyüzüne basıyor gibiydi. Soluğu Salih’lerin kaldığı odada aldı. Kapıyı açarken nefesi düzensizdi. Yüzü, gözyaşlarıyla ışıldıyordu. "Melek gözlerini açtı." dedi. Sesi çatallıydı ama içi coşkuluydu. Salih o an dondu. Sonra Murat’a sıkıca sarıldı. İki adam da birbirlerinin omzunda ağladı. Gözlerinden taşan mutluluk yaşları bir dostluğun, bir sevdanın, bir acının iç içe geçmiş haliydi.

Salih hemen kendine gelip İkbal Hanım’ın elini öptü. Kadıncağız gözleri dolu dolu dua etmeye başladı. Salih ise heyecanla Esila’ya haber vermek üzere odadan ayrıldı. Murat da peşinden gitmek istemişti ama Salih onu durdurdu. "Esila’ya ben söyleyeyim. Sonra sen girersin. Ona ben anlatayım Murat." dedi yumuşak bir sesle. Murat başını salladı. Gözleri doluydu ama içi bu kez ferahlamıştı.

Esila aldığı ilaçlar yüzünden uyuduğunu düşünüp Salih kalan işlerini halletmek için onlara kafasını verdi. Murat, ağır ama emin adımlarla yoğun bakım katına döndü. Bu kez adımlarında korku yoktu. Her zamanki gibi duvarları izlemiyor, ışıkların rengini umursamıyordu. İçine doğan huzurla yürüyordu. Koridorda toplanan insanların arasına karıştı. Duvara yaslandı. İçeri girmeye niyeti yoktu. Melek birazdan kendi elleriyle ona gelecekti. Bu sefer sedyeyle bile olsa, gözleri açık gelecekti. Üç gündür görmemişti.

Kapı sonuna kadar açıldı. İçeriden bir sedye çıktı. Üzerinde Melek yatıyordu. Gözleri tam açık değildi ama üç gün sonra o göz kapaklarının aralanması bile yetmişti. Dudakları kurumuş ve çatlamıştı. Saçları dağınıktı. Üzerinde mavi, yeni ameliyat önlüğü vardı. Hayat, o solgun bedende yeniden parlamaya başlamıştı.

Murat’ı gördüğü an Melek hafifçe yutkundu. Gözlerini kırpıştırdı ve yavaşça elini uzattı. O an her şey durdu. Murat gülümsedi. Gözleri doldu. Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Hemen yanına gidip Melek’in uzattığı eli tuttu. Sedyeyi itmeye yardım etti. Elini tuttuğunda, ona gerçekten dokunabildiğinde kalbinin kıyısında asılı kalan her acı, her korku, her belirsizlik düştü gitti.

"Hoş geldin güzellik." dedi Murat. Sesi hafifti ama anlamı ağırdı. "Hoş buldum." Melek’in sesi çok çıkmasa da kelimeleri yerini bulmuştu.

Hasta bakıcılar Melek’i odasına götürdüler. Hazırlayıp sonra ziyaretçilere izin vereceklerdi. Odanın kapısı kapandıktan sonra dışarıda bekleyen Murat, Melek’in acıyla çıkan çığlıklarını duyunca yumruklarını sıktı. Dişlerini gıcırdattı. İçini yakıp geçen o sesler, yüreğini dağladı.

Bakıcılar ve hemşireler çıktıktan sonra Murat kimseye aldırış etmeden içeriye girdi. Adımlarını yavaş atıyordu. Sanki odaya değil, bir mucizeye yaklaşıyordu. Melek’in yatağının kenarına oturdu. Gözleri ona kilitlendi. "Ne uykucu çıktın sen, uyuyan güzel. İyisin değil mi?" dedi. Melek gözlerini yumarak gülümsedi. Sessizce başını salladı.

"Bir daha yaralanma. Bir daha beni bırakma. Ruhum çekildi sanki. Yaşayan bir ölüden farksız oldum. Kaç gündür seni görmüyorum. Babanla papaz olacaktım az kalsın. Her gün o içeri giriyor. Bir gün de demedi sen de gör diye. Bugün kapı açıldığı gibi babandan önce ben koşacaktım ama sen çıktın." dediğinde Melek gülümsedi. O gülümseme, Murat’ın içini aydınlattı.

"Bak güzelim. Sen yoğun bakımda ben sandalyede yaşlandık." dedi. Sonra dudaklarını hafifçe Melek’in dudaklarına kondurdu. Öylece kaldı. Zaman donmuş gibiydi.b"Bir daha beni sensiz bırakma." dedi. Bu kez daha uzun bir öpücük verdi.

Melek’in vücudu hâlâ ilaçların etkisindeydi. Elleri ağırdı. Kasları tepkisizdi. O güzel yüzünü sevdiği adama çevirdi ama elini kaldırıp ona dokunamadı. Yine de gözleri her şeyi anlatıyordu. "Seni bırakıp gitmekten çok korktum." dediğinde sesi neredeyse çıkmadı. Boğazı yırtılıyormuş gibi ağrıyordu. Doyasıya konuşmak yerine birkaç kelimeye tutunmak canını yakıyordu ama başka yolu yoktu.

"Ailen dışarıda benim çıkmamı bekliyor. Kimseye aldırış etmeden hurra diye içeriye daldım. Daha fazla dayanamadım." dedi Murat. Son kez dudaklarını Melek’in dudaklarına bastırdı. Bu öpücük, geçmiş üç günün özetiydi. "Ben çıkayım da. Baban yani... Kayınbabam gelsin artık." diyerek göz kırptı. Melek başını hafifçe kaldırdı.

"Kayınbaba mı? Şu haldeyken bile şaka yapıyorsun."

"Güzellik ben hep ciddiyim. Sen şaka sanıyorsun." diyerek yanağını okşadı.
"Şimdi sorulmaz belki ama... Seni bu hale kim getirdi. Hepsini tek tek anlatacaksın. Ben de o psikopatı ölmekten beter edeceğim. Sana söz veriyorum. Kimse bu işi örtbas etmeyecek. Üstü kapatılmayacak." dedi. Melek’in yüzünü birkaç saniye okşadıktan sonra ayağa kalktı. "Esila. Ne yaşadıysa hiçbir şey hatırlamıyor. İki gündür iyi ama ondan önce deli gibi çığlık atıp halüsinasyon görüp bağırıyordu. O manyak herif, Esila'nın önünde mi seni bıçakladı?" diye sordu. Melek’in yüzü bir anda değişti. Gözlerini kaçırdı. Başını önüne eğdi.

"Unutmasına sevinirim. İnsan beyni çok acı çektiği şeyleri unutmak ister. Daha fazla vücudu hasar almasın diye. En azından ruhu dinlensin. Hafızası korusun onu. Bazen hatırlamamak bir lütuf olur." dedi. Gözlerinden akan yaşlar yanağını acıtıyordu. "En iyisini yapmış. Bende o güne ait her şeyi unutacağım." dedi Murat. Ama sesi öyle değildi. Unutmayacaktı. Unutamazdı.

"Ben sana da Esila’ya da yaşatılan hiçbir şeyi unutmayacağım. İkinizin unutması için elimden gelen her şeyi yapacağım. İkiniz de benim için çok değerlisiniz." dedi. Melek gözlerini onun gözlerinden ayırmadan yutkundu. Murat’ın gözleri ışıl ışıldı. Bu cümleyle Melek’in içinde başka bir huzur doğdu. Esila’nın üzülmesini hiç istemiyordu. Bu konu burada kalsa daha iyi olurdu. Ama Murat’ın peşini bırakmayacağı belliydi.
"Babam dışarıda öfke püskürtüyordur." dedi konuyu dağıtmak için.

"Haklısın. Ben hemen çıkayım." dedi Murat. Birkaç adım attı. Ama tekrar geri dönüp dudaklarını Melek’in dudaklarına bastırdı. "Bayan Kapya. Seni çok çok çok çok özledim. Haberin olsun." dedi. Melek’in yanakları bir anda alev aldı. Kırmızıya bürünmüştü. Murat bu anı uzun uzun izledi. Sonra gülümsedi.

"Babam içeriye girmeden sen çık artık." dedi Melek. Murat ise yavaşça kapıya yöneldi. Ama arkasını dönüp son kez bir kez daha baktı. O bakış, içinde hem teşekkür, hem aşk, hem de bir daha asla bırakmamaya dair söz barındırıyordu.

Hayri Bey, her ne kadar yüzünde kabullenmiş bir ifade taşısa da Murat’la arasında görünmeyen ama kalın bir duvar örmüştü. Hastane koridorunun soğukluğunda ayakta, ellerini arkasında birleştirmiş hâlde bekliyordu. Kızı odaya alındığında ilk kendisinin görmeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Evladı bir ölümden dönmüşken, ona ilk sarılanın, ilk gözlerinin içine bakanın kendisi olması gerektiğine inanıyordu. Ancak Murat hiç izin istemeden içeri girmişti.

Melek’in konuşamayacak kadar halsiz olması bile Hayri Bey için bir engel değildi. İçeride Melek'in ona karşı iki kelime etmesini, gerekirse Murat’ı dışarı çıkarmasını bekledi. Fakat içeriden ses çıkmayınca, o da sessizliğe gömüldü. Gözlerinin içiyle duvarları deldi. Belki de kızını koruma çabası, bir babanın sınırlarını aşıyordu. Belki de bu haliyle sevgiden çok korkuyu, korumadan çok baskıyı taşıyordu. Özellikle de Melek için ağlayan, yanlarında titreyen bu gence karşı fazla ön yargılıydı. Hayri Bey, kapının açılmasıyla birlikte ifadesini değiştirdi. Sert bir mizaç yerleşti yüzüne. Murat’ın tam karşısına geçti. Bakışları, bir yargıcın sanığa yönelttiği gibi delici ve ölçülüydü.

“Bak evlat. Bu sözlerime niyetin ciddiyse uyacaksın. Kızım eve geldiği gibi ziyaretimize gel. Kendini bana iyice tanıtmış olursun. Tek böbreği var. Eğer onu yarım bir insan gibi görürsen, eğer bir gün bile bu durumu yüzüne vurursan, şimdiden kapımın eşiğine bile yaklaşma.” Murat, gözünü bir an bile kaçırmadan, kendinden emin bir şekilde konuştu. Sözleri adeta yemin gibiydi.
“Ne yarım olarak görürüm. Ne de bir an bile yüzüne vururum. Ölürüm, yine yapmam.”

Bu netlik, bu kararlılık, Hayri Bey’in içinde buz gibi biriken kuşkuların üzerine güneş gibi doğmuştu. Biraz içi ısındı ama bunu belli etmedi. Yine de konuşmaya devam etti. Cümleleri daha yumuşaktı. “Kızım benim prensesim. Senin de kraliçen olmalı. Her zaman gülümseyen evladım, senin yanında ağlarsa bu iş olmaz. Şimdi hiçbir kelime söyleme. Düşün taşın. Bana bildir.”

Omzuna hafifçe elini indirip kaldırdı. Ardından odaya doğru yürüdü. Gözleri doluydu ama dik durmaya özen gösterdi.
Murat, dünden beri ilk defa içten bir şekilde gülüyordu. İçindeki karanlık bulutlar biraz olsun dağılmıştı. Sandalyede otururken karşısındaki anne-kıza bakıp kahkahayla güldü. Adeta “gördünüz mü” der gibi bir sevinç vardı gözlerinde. Serpil Hanım, onun yüzündeki bu neşeye anlam veremedi ama alışkın olduğu bir şeydi. Elindeki zikirmatiği usulca yeleğinin cebine koyup iç çekti. Önüne döndü.

“Şuna hele. Saçları arı kovanı gibi. Tipi desen hamsi. Konacağı dalı kaybeden akbaba misali... Ne gülüyorsun? Tek böbreği olmasını kabul ediyor musun?”
Murat başını kaldırdı. Gözlerinde alay değil, ciddiyet parlıyordu. Aynı zamanda biraz kırgınlık da vardı. “Niye bu kadar bu konuya takıldınız? Sanki bedeninde kafası yok. Herkesin iki böbreği olmak zorunda değil. Şimdiden söylüyorum. Bu ailenin damat ihtiyacını karşılayacağım.”

Serpil Hanım ellerini koca göbeğinin önünde birleştirdi. Başını hafifçe eğdi. Ama yüzündeki ifade tamamen çözümlenemezdi. Gülüyor gibiydi ama aynı zamanda kafası karışıktı. “Vallahi hamsi tipli Japon balığı. Başım çarşamba pazarı gibi dönüp duruyor sizin yüzünüzden.”

Murat, onun bu çıkışına kahkahayla karşılık verdi. Serpil Hanım onu ilk gördüğünde yakışıklı bir oğlan olduğunu düşünmüştü. Her kız annesinin hayaliydi böyle bir damat. Ama Murat kendinin farkındaydı ve bu, Serpil Hanım’ı sinir ediyordu. Yoksa Melek’e çok yakıştığını da kendi içinde kabul ediyordu. Sibel ise o kadar sevinmişti ki yerinden kalkıp sarılmak istese de Ahmet’in gözleri üzerindeydi. Sessizce, gülümsedi.

“Allah tamamına erdirsin.” dedi hafifçe başını eğerek. Murat bu sözle daha da keyiflendi. “Biz zaten tamamız kara kız... Yine de çok teşekkür ederim.”

Serpil hanım, kaşlarını kaldırıp takıldı.
“Kızıma kara kız demek de nedir? Ben sana kıvırcık oğlan dedim mi?” Murat başını hafifçe yana eğip göz kırptı.
“Kıvırcık oğlan hariç her şey demiştiniz ama neyse... Damat adayınız olarak beni çamaşır gibi silkelemenize göz yumuyorum.”

Melek’in durumu biraz toparlamış olması, herkese geçmişteki mutlu günleri hatırlatmıştı. Kahkahalar yankılanmaya başlamıştı. Gülümsemeler, karanlık günlerin ardından doğan bir bahar gibiydi.

Sibel ise etrafına bakarken sık sık Ahmet’in bakışlarını üzerinde yakalıyordu. Ne kadar umurunda değilmiş gibi davranmaya çalışsa da kalbi başka türlü atıyordu. Başını dikleştirip gözlerini kaçırsa da içine oturan duyguları bastırmak kolay değildi. Hayri Bey, sessizce geri dönüp oturmuştu. O da artık bu sevince eşlik etmek istiyordu. Ama gözü Ahmet’i yakalayınca eliyle onu yanına çağırdı. Boş sandalyeyi işaret etti. Ahmet, bu beklenmedik davete başta ne cevap vereceğini bilemedi. Sessizce kalkıp söylenen yere oturdu.

****

Esila ise iki gündür Hakan’ın uzun uzun konuşmalarıyla biraz çözülmeye başlamıştı. Doktorun dediğine göre geçici hafıza kaybı vardı ama hâlâ net bir hatırlama yoktu. Piknikten sonra olanlar, Yağmur’un hastalığı, bir katilin onu öldürmek için tutulduğu gerçeği... Melek’i istemeden ölüme atmış olma ihtimali... Bunlar sadece zihninde geriye attığı şeylerdi. Esila’nın zihninde bir sis perdesi vardı.

Salih, kızı uyurken yan odada kalan Esila’nın yanına gitmeye karar verdi. Hastaneye özel izinle çıkarmıştı onu. Önce dışarı çıktı. Hastanenin yanındaki çiçekçiden on beyaz gül ve aralarına serpiştirilmiş beş kırmızı gül istedi. Sade ama anlamlı bir buket oluşturdu. Elindeki çiçeklerle kapıya geldiğinde üç kez kapıyı çaldı. İçeriden ses gelmeyince çiçekleri arkasına saklayıp kapıyı açtı. Odaya girdiğinde Esila’nın koltukta oturup televizyon izlediğini gördü. Yanındaki adamı fark ettiğinde onu Murat sandı. Sessizce yaklaştı.

Televizyonda bir izdivaç programı vardı. Sunucu konuşuyor, Esila kahkahalarla gülüyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Salih şaşırmıştı. Bu neşeyi özlemişti ama aynı zamanda içine bir diken gibi saplanan bir duygu vardı. Gülümsedi. Çiçekleri öne aldı.

“Merhaba...” dedi, koltukta ayaklarını uzatarak oturan adama doğru. Ama adam Murat değildi. Hakan’dı. Elini uzatıp dostane bir şekilde sıktı. Salih, yatağın kenarına oturdu. Hakan, çiçeklere bakarak ayağa kalktı. “Bu çiçekler Yağmur’a mı geldi?” dedi. Salih bu soruya bir anlam veremedi. Kıskanmak gibi bir his içini kemirdi. Çiçeği biraz daha sıktı.

“Sabah yanına geldim ama kapın kapalıydı. Melek uyanmış, haber vereyim dedim.” diyerek buketi uzatmak için ellerini kaldırdı. Tam o anda Hakan kahkahayla gülüp Esila’nın başını kollarının arasına aldı. “Melek’in uyanması mükemmel bir haber. Esila, bak gördün mü? Sana demiştim yatarken kapıları kilitleme diye.”

Esila başını Hakan’ın göğsünden kaldırıp bağdaş kurarak yatağın ortasına geçti.
“Melek’in uyanması benim için bir anlam taşıyor mu? Sadece onu öldürme isteği. Başıma açtığı belayı ona ödeteceğim. O aptal yüzünden hastanedeyim. Sinir oluyorum. Onun hakkında konuşmak bile istemiyorum. Bela ya...”

Bütün yaşanılanların Melek'in suçu olduğunu düşünüyordu. O kadar emindi ki nefret etmeye başlamıştı. “ Hakan, bana mı dedin kapıları kilitleme diye? Hiç bile... Işıklar kapalı olmazsa yatamam. Kapı kilitli olmazsa uyuyamam diyen sendin. Allah bilir Murat da geldi, geri gitti.”

“Bir daha burada yatmam. Tövbe Allahım, tövbe... Kapı sabaha kadar susmadı. Tabii senin çenen de...”

“Kapı çaldığını duyduğun halde ‘meşgulüz’ diyerek açmadın. Hemşireler gelip beni fırçaladı sabah.”

İkisi birlikte gülmeye başladılar. Salih, başta donmuş gibi izledi. Sonra yüzü gerildi. İçindeki öfke büyüdü. Bu neydi? Ne ara bu kadar yakın olmuşlardı? Ayağa kalktı. Kapıya yürüdü ama dönmeden edemedi.

“Siz geceyi birlikte mi geçirdiniz?” Çiçeği elinde sıkıyordu. Elindeki güzel buket parmaklarının arasında ezilmişti. “Ben gelen çiçekleri Yağmur’a vereyim.”
Kapıyı hızla çarpıp çıktı. Adımlarını hızlandırarak Yağmur’un odasına yönelmedi. Önce telefonunu çıkardı. Murat’ı aradı.

“Murat. Esila’nın yanında dün gece kim vardı?”

“Hakan. Kim olacak?”

“Ne hakla! Abisi mi, babası mı, kardeşi mi? Ben onun yakını olayım diye aldım yan odayı.”

Murat’ın sesi sakin ama tok geliyordu.
“Sende onun yakını değilsin. Bir ay önce denemeye karar vermişlerdi. Daha ne istiyorsun? Esila başka bir erkeğe şans verdi diye on kilo lokma dağıtman gerekiyor. Hadi, mutluluk çığlıklarını sonra dinlerim. Kapıyorum.”

Telefon kapanınca Salih dondu kaldı. Cihazı yavaşça indirip duvara tekme attı.
“Mutluluk çığlıkları mı? Sinir krizi geçiriyorum. Bu kız beni seviyordu. Sayfalarca mektuplar yazdı. Hangi ara unuttu beni?” Yüreği darmadağın olmuştu. Elleri titriyordu. Yutkundu. Dişlerini sıkarak Yağmur’un odasına doğru yürümeye başladı.

___________

YORUM VE BEĞENİ YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN.

Yeni bölümde görüşelim.

 

Bölüm : 07.12.2024 21:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 53. Bitti Derken Başlamak
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...