5. Bölüm

5.Tembel Patron

Yalives Doğan
kambersizyazar

Beğeni ve yorum yaparsanız çok sevinirim.

Okumadan evvel beğeni butonuna basarak başlayınız 🫶

____

Hızlı adımlarla, ellerinde yeşil kaplı birkaç dosya taşıyan ellili yaşlarındaki baş sekreter ve onun genç yardımcısı Hacer, Arsel Holding’in en üst katındaki cam duvarlı odaya doğru adeta koşturarak ilerliyordu. Her ikisinin de ayak sesleri, sabahın sessizliğini kesen bir ritim gibi koridorda yankılanıyordu. Baş sekreterin topuklu ayakkabılarından çıkan sert tıkırtılar ve Hacer’in biraz daha aceleci, biraz daha telaşlı adımları birbiriyle yarışır gibiydi. İkisinin de gözlerinde aynı endişe, aynı gerginlik okunuyordu.

Baş sekreter, yıllarını bu holdingde geçirmiş, şirketin kurucusu Fahri Arsel’in sağ kolu olarak tanınan, soğukkanlılığı ve keskin zekâsıyla herkesin çekindiği bir kadındı. Ne patronların baskısından, ne ani krizlerden, ne de acil toplantılardan etkilenirdi. Ama konu Murat Arsel olunca, onun bile kaşları çatılıyor, içini sessiz bir kaygı kaplıyordu. O, hiçbir kararını iki kere düşünmeyen, dakik, prensipli biriydi, ama Murat Arsel gibi sorumsuz biriyle çalışmak, yılların tecrübesine rağmen baş sekreterin sabır taşlarını tek tek çatlatmıştı.

Yardımcısı Hacer ise yirmili yaşlarının sonunda, titiz, dikkatli, baş sekreterin gölgesinde pişmeye çalışan zeki bir kadındı. Gerek karakteri, gerek düzgün konuşması ve yaptığı başarılı sunumlarla kısa sürede holdingin içinde dikkat çekmeyi başarmıştı. O, baş sekreter kadar soğuk ve disiplinli olmasa da, işini ciddiye alır, hata yapmaktan büyük korku duyardı. Baş sekretere hayrandı; ama Murat Arsel’e karşı onun kadar sabırlı değildi. Hacer, ne zaman bu adamdan söz edilse yüzünü buruşturur, içinden “Bu holding onun gibi birinin omuzlarına kalmamalıydı” diye geçirirdi.

Odanın önüne vardıklarında, baş sekreter ansızın durdu. Nefes nefese kalmıştı, ama sadece koşmaktan değil, göreceği manzaranın tedirginliği de göğsünü sıkıştırıyordu. Alışkındı… Her sabah aynı stres, aynı belirsizlik. İçeri girmeden önce kapının önünde on saniye kadar duraksadı. Ardından üç kez sertçe kapıya vurdu, ama içerden herhangi bir yanıt alamadı. Dudaklarını birbirine bastırıp, elini alnına koydu, bir anlık baş ağrısı gibi. Panikle kapıyı araladı ve odaya girdi.

Oda her zamanki gibi boştu. Sessiz. Temizlik sabah yapılmıştı. Büyük, geniş masa üzerinde dağınık evraklar; kahverengi deri koltukta yarım bırakılmış bir espresso; cam duvarda açılmamış jaluziler… İçeride ne bir bilgisayar açıktı ne de bir sandalye çekilmişti. Ama Murat Bey'in bu odaya geldiği belliydi.

Baş sekreter, yüksek topuklarını parke zeminde sinirle sürüyerek içeri girdi. “Murat Arsel yine nerede Allah bilir,” diye hırladı kendi kendine. Gözleri dosyaların ağırlığıyla kollarını zorlayan Hacer’e kaydı. Hacer de çaresizce etrafa bakıyordu. Bu işten sıkılmıştı artık, her sabah aynı senaryo… Patron ortada yok, yapılacak toplantılar, beklentiler, geciken kararlar…

Baş sekreter içinden derin bir iç çekerek pencerenin önüne yürüdü. Aşağıda, İstanbul’un işlek caddeleri görünüyordu. Herkes bir yerlere yetişiyor, herkes sorumluluğunu taşıyordu. Ama Murat Arsel? O, muhtemelen bir otel odasında, ya da pahalı bir restoranda kahvaltı ediyor belki de hâlâ uykudaydı.
Başına gelecekleri anlamıştı baş sekreter. Bugün, Murat Arsel'in başkanlık edeceği dev bir yatırım toplantısı vardı ve yatırımcılar çoktan şirket binasına giriş yapmıştı. Saat ilerledikçe, baskı artıyor, şirket çalışanlarının tedirginliği yayılıyor, gözler bir bir baş sekretere çevriliyordu. "Siz bilirsiniz," diyorlardı sessizce. "Siz halledersiniz." Ama baş sekreter artık bu yükten yorgundu. Yine de pes etmedi.

Dudaklarını ısırarak elindeki dosyalarla ne yapacağını düşünmeye başladı. Kendi içinden bin tane senaryo geçirdi. Murat gelmeyecekse, yerine kim konuşacaktı? Toplantıyı erteleyemezdi. Yatırımcılar, medyada çıkan dedikodular yüzünden zaten diken üzerindeydi. Murat’ın bu ilgisizliği birkaç hafta daha böyle devam ederse, holdingin imajı ciddi zarar görecekti.

Baş sekreter hızla bir çözüm üretmeliydi. Hem de akıllı, etkili, krizi fırsata çevirecek türden bir çözüm. Gözleri bir anlığına dosyalara kaydı. Belki Murat’ın adına sunumu kendisi yapmalıydı. Belki Hacer’i sahneye itmeli, “Sayın Arsel’in genç ve vizyoner ekibinden bir temsilci olarak” diyerek yeni bir hava katmalıydı. Ama bu çözümlerin hiçbiri, Murat’ın asıl görevinden kaçıyor oluşunu örtemezdi. O bir varisti. Babasının koltuğunu taşıyan, bu binayı ayakta tutacak tek kişiydi. Ama o sadece adıydı… Gövdesi ortada yoktu.

Baş sekreter bir süre gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini araladı. Hacer, tedirgin bir şekilde onu izliyordu. Henüz holdingde iki yılını yeni doldurmuştu ama baş sekreterin durduğu anlarda bir fırtına kopacağını öğrenmişti. “Kapı kapalı değil miydi?” diye sordu Hacer fısıltıyla.

“Kapalıydı, ama içerde kimse yok. Gelmiş odayı dağıtıp gitmiş. Bu daha da kötü,” dedi baş sekreter alçak sesle. Gözleri odayı tarıyordu. Murat Arsel’in lüks zevkiyle döşenmiş odası, sahibinin yokluğunda bile kendini gösteriyordu. Özenle yerleştirilmiş dergi yığınları, sehpa üzerinde gelişigüzel bırakılmış kahve bardağı, büyük pencerenin hemen önünde boylu boyunca uzanan deri kanepe… Vitrinin içinde yüzlerce minik figür oyuncaklar. Ama koltukta ne bir ceket, ne bir telefon, ne de Murat’a ait olabilecek başka bir eşya vardı.
“Yani bugün de gelmemiş mi?” dedi Hacer, daha çok kendi kendine sorar gibi.

“Geldi,” dedi baş sekreter kısa bir duraksamadan sonra. “Bu sabah arabası görüldü. Valeye araba teslim etmiş. Demek ki yukarı çıkmış. Ama sonra?..”
Baş sekreterin kaşları çatıldı. Elindeki dosyalardan birini göğsüne bastırdı. Diğer eliyle alnındaki teri sildi. “Yine bir yerlere kaçtı. Çalışmamak için bütün gücünü harcıyor.” Sözleri neredeyse öfke değil, çaresizlik taşıyordu.

Murat Arsel’in kaçışı artık alışılagelmişti. Ama bugün beklenen dosyaların içeriği, öncekilerden farklıydı. Holding’in yeni iş ortaklarıyla imzalayacağı dev sözleşmeler, yatırımcılarla yapılacak toplantı, aile adına basına verilecek açıklama… Ve hepsinin merkezinde Murat vardı. Baş sekreter kapının eşiğinde bir süre daha durdu. Ardından içeriye girdi, dosyaları büyük cam masanın üzerine bıraktı. Gözleri bir an masanın üzerindeki, yarısı açılmış puro kutusuna takıldı. Ardından sandalyesine oturdu, yavaşça döndü ve koltuğun arkasında duran güvenli dolabın küçük bölmesini açtı. İçinden özel, lacivert deri kaplı bir ajanda çıkardı. “Arsel’in hayat programı, kaosun pusulası,” diye mırıldandı.

Hacer, tedirgin bir şekilde yaklaştı. “Müdürüm… Acaba bu dosyaları direkt Sayın Fahri Arsel’e mi ulaştırsak? Yani, işler bu şekilde yürümeyecek gibi.”

Baş sekreter bir an duraksadı. Fahri Arsel’in adı anıldığında gözlerinin içi buz kesmişti. “Eğer bu dosyaları patrona ben verirsem, Murat’ın bugün nerede olduğunu da açıklamam gerekir. Ki bilmediğim için bu da holdingde en az beş kişiyi işinden eder.”

“Ben de dahil mi?” diye sordu Hacer küçük bir gülümsemeyle. “Sen hariç,” dedi baş sekreter net bir ifadeyle. “Senin suçun yok. Ama kameraları kontrol etmeyi unutan güvenlik görevlisi, Murat Bey’in ajandasındaki notları bilgisayara geçirmeyen yeni sekreter. ‘Bugün programı boş, gelmesen de olur’ diyen özel kalem… Liste uzun. Fahri bey bu detayları affetmez.” Aralarında bir sessizlik oldu. O sırada telefon çaldı. Baş sekreter hemen cevapladı. Konuştuğu kişi kısa cümlelerle bilgi veriyor, baş sekreter de sadece “Evet,” “Anladım,” ve bir kez de “Kaçta?” diye soruyordu. Ardından telefonu kapadı.

“Valenin dediğine göre,” dedi baş sekreter, Hacer’e dönerken, “Murat Bey arabasını otoparka bıraktıktan sonra holdingin özel helikopter pistine doğru yürümüş.” “Helikopter mi?” dedi Hacer şaşkınlıkla. “Bir görüşmesi mi vardı?”

“Yoktu. Ama kendisine göre hayat, planlı gitmek zorunda değil. Sabah iş toplantısı vardır, öğleye doğru denize açılmış olabilir. Ya da bir dağın tepesine. Ya da... bir kadına.” Hacer boğazını temizledi. “Ne yapacağız şimdi?”

Baş sekreter, masaya bıraktığı dosyalardan birini tekrar eline aldı. “Şimdi onun adına tüm bu belgeleri hazırlayacağız. Notlar alacağız. Avukatla görüşeceğiz. Ve Murat Bey lütfedip geri dönerse, sanki hiçbir sorun olmamış gibi her şey hazır olacak.” Yüzüne, yıllar içinde alıştığı sabır ve profesyonellik ifadesi yerleşmişti. “Çünkü biz, onun düzenlediği dağınıklığın ardındaki görünmez ordularız. Onun her 'gelmeme'si, bizim için bir alarma dönüşür. Ama dışarıdan bakıldığında, Arsel Holding saat gibi işler. Bu bizim işimiz.”

Murat Arsel, tam o dakikalarda, Boğaz manzaralı bir terasta, bir kadının kahkahaları eşliğinde taze sıkılmış portakal suyundan bir yudum alıyordu. İnce beyaz keten gömleği, bileğindeki pahalı saat, arkasına yaslandığı koltuktaki rahatlık… İş dünyasının yoğunluğundan bihaber bir prens gibiydi. Onun için dünya, kadınlar ve estetik üzerine kuruluydu. Güzellik onun zaafıydı. Bir kadının gülüşü, yürüyüşü, parfümünün kokusu… Borsa endekslerinden, yıllık bilançolardan daha çok ilgisini çekerdi.

Sekreterler onun gözünde, cilasız, sıradan ve beklenti dolu kadınlardı. "Hepsi paranın peşinde," derdi. Güzelliğe takıntılıydı ama bu takıntısı yüzeyseldi. Karşısındakinin ruhunu, zekâsını değil; sadece vücut hatlarını, giyim tarzını, fotoğraf filtresini önemserdi. Ama bu kadar sorumsuzlukla, hâlâ nasıl bu koltukta oturduğu sorusu, herkesin aklını kurcalıyordu. Baş sekreter tam da bu sorunun cevabını yıllardır arıyordu. Ve artık sabrı tükeniyordu.

Umursamazlığı, disiplinsizliği ve işten bihaber tavırlarıyla Murat Arsel’in çevresindekileri en çok zorlayan kişilerden biri de sekreterlerdi. Hele ki sevmediği biriyse, gözünün üstünde kaşın olması bile yeterliydi. Yakışıklı oluşunun kendisine verdiği haklılık zırhıyla hareket eden bu genç adam, gözüne batan herkesi özellikle kadın erkek farketmezsizin sekreterlerini bir kalemde silip atmaktan çekinmiyordu. Bir bakışla insan eleyip bir mimikle kariyer sonlandırabilecek kadar hoyrattı. Yıllardır süregelen bu keyfî tavırlar, şirket çalışanları arasında korkulu bir efsaneye dönüşmüştü. Onun yanına bir sekreter olarak atanmak, adeta bir ceza gibi görülüyordu. Çaycılar bile Murat Arsel’in odasına girerken iki kere düşünüyor, içerideki havayı koklayıp öyle adım atıyordu.

Çünkü Murat Arsel’in gözüne battığınız anda, kaderiniz çizilmiş demekti. Üstelik bu umursamaz adamın yaptığı bütün taşkınlıklara rağmen, büyük patron Fahri Bey oğlunu bir gün bile azarlamıyor, tek kelimeyle bile ortalıkta uyarmıyordu. Babanın gözünde oğul, ne yaparsa yapsın kıymetliydi, ne kadar vurdumduymaz, disiplinsiz ve iş bilmez olursa olsun. Cezayı hep birileri çekiyordu. Ve bu çoğu zaman, ellerinde dosya klasörleriyle durmaksızın emek veren sekreterler oluyordu.

Baş sekreter işte bu durumu çok iyi bildiği için, sabahın o erken saatlerinde bile yüreğinde koca bir dikenle yürüyordu koridorlarda. Yıllarını verdiği bu iş yerinde, şimdi kendi koltuğunun bile tehdit altında olduğunu hissediyordu. Artık bir dosya hatası ya da basit bir zamanlama kazası, onun sonunu getirebilirdi. Yıllardır burada çalışması yeterli değildi Murat Arsel'in de gözüne batmamalıydı. Murat Arsel’in tek bir surat ekşitmesi, elini şöyle bir savurması, bir gülümsemenin altında gizli bir küçümseme… Hepsi birer işaret olurdu. Bu adamın düşmanca bir kelime bile etmesine gerek yoktu, çünkü gölge gibi hükmeden suskunluğu bile kıyım yaratmaya yeterdi.

Daha bir hafta önce yaşanan olay hâlâ tazeydi. Sekreter, büyük bir anlaşma için saatlerce uğraşmış, görüşmeleri tamamlamıştı. Tek gereken şey Murat Arsel’in dosyayı imzalamasıydı. Ama Murat, imzayı vermek yerine bir tekne gezisine çıkmayı tercih etmiş, dosyaya bile bakmamıştı. Zaman aşımı nedeniyle karşı taraf anlaşmayı iptal etmiş, şirket küçük ama prestij açısından büyük bir tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Suçun tamamı Murat’ın üzerine olmasına rağmen, yine sekreter hedef tahtası olmuştu. “Zamanında bilgilendirmemiş,” denmişti. “Ulaşamamış, Murat Bey’i takip etmemiş,” denmişti. Sonuç: haksız bir kovulma.

Fahri Bey bu olaydan sonra, artık yeni sekreterin bizzat Murat tarafından seçilmesini emretmişti. Belki, kendi seçtiği biri olursa, oğlunun o klasik burun kıvırmaları, kibirli mimikleri son bulurdu. Ama Murat, her zaman yaptığı gibi bu önemli görevi de umursamamış, mülakat gününde ortadan kaybolmuştu. Ne bir mesaj, ne bir bilgi, ne de bir özür. Holding gibi dev bir yapıda, patronu çocuk gibi aramak zorunda kalıyorlardı. Ama aradıkları çocuk, gölgede yaşamayı tercih eden bir hayalete dönüşmüştü. Elle tutulur bir patron yine yoktu.

Baş sekreter, Murat’ın odasında ellerini saçlarına dolamış, on dakikadır çözüm düşünüyordu. Hacer, bir köşede sessizce bekliyordu. O da aynı çaresizlikle oradaydı, ama baş sekreterin sabrı daha derin, yükü daha büyüktü. Zaman daralıyordu. İki saat sonra mülakatlar başlayacaktı ve Murat Arsel yoktu. Toplantıya da belli ki katılmayacaktı. Dosyalar hazırdı, adaylar çağrılmıştı, CV’ler incelenmişti. Ama asıl gerekli olan tek kişi, ortalarda yoktu.

Baş sekreter içinden, "Yeter artık," dedi. “Ben bunu Fahri Bey’e söylemek zorundayım.” Hacer’e döndü, sesi yorgun ama netti. "Ben Fahri Bey'e bildirmeye gidiyorum. Murat Bey gelirse hemen bana haber ver." Hacer, ürkek bir şekilde başını salladı. "Tamam efendim."
Baş sekreter, elli beş yaşında olmasına rağmen dinç adımlarla, dudaklarını sıkarak ve suratına düşen gergin çizgilerle, asansöre bindi. Her adımda biraz daha endişeyle yüklendi. Holdingin yönetim katına çıkan o meşhur koridor, bir ölüm yürüyüşü gibiydi. Ve sonunda, uzun yıllardır saygı duyduğu, zaman zaman korktuğu, zaman zaman hayran olduğu adamın kapısına vardı. Fahri Bey’in.

Kapıyı çaldı. Kalbi garip bir şekilde hızlanmıştı. İçeriden gelen derin, tok sesle kendine geldi:
“Girin.” Kapıyı usulca açtı. Karşısında oturan adam, şirketin kurucusu ve efsanevi ismi Fahri Arsel’di. Yaşına rağmen hâlâ dik duran, bakışlarıyla odaya hükmeden bir adam. Onun hemen yanında ise genç yaşına rağmen birçok başarı ödülüne layık görülmüş, holdingin yönetim kurulu başkan yardımcısı, kamuoyunun gözdesi, iş dünyasının aranan ismi Salih Saraç oturuyordu. Parlak siyah takım elbisesi, ölçülü gülümsemesi ve dikkatli bakışlarıyla tam bir diplomasi abidesiydi.

Baş sekreter, odaya girer girmez başını hafifçe eğdi. Saygısını eksik etmedi ama yüzündeki gerginlik gizlenemiyordu.
“Fahri Bey özür dileyerek sizi rahatsız ediyorum.” Fahri Bey başını kaldırdı. “Sorun nedir Ayten Hanım?” dedi. Gözlüğünün üzerinden dikkatlice baktı.
Ayten Hanım, derin bir nefes aldı. “Murat Bey henüz şirkete gelmedi. Mülakatlara yalnızca iki saat kaldı ve ne yazık ki kendisine ulaşamıyoruz. Sekreter adayları geldi, dosyalar hazır ama kendisi yok.” Fahri Bey’in yüzü bir anda gerginleşti. Ama alışkındı bu duruma. Bir babanın sabrı ne kadar zorlanırsa zorlanılsın, yine de içgüdüsel bir koruma devreye giriyordu. Gözlerini yere indirdi, kısa bir sessizlik oldu. Ardından, Salih Saraç hafifçe doğruldu.

“İzin verirseniz,” dedi nazikçe, “Eğer Murat Bey’e ulaşamıyorsak, bu süreci ben yönetebilirim. Dosyaları inceleyip, adaylarla ön görüşmeleri yapabilirim. Nihai kararı daha sonra kendisine iletiriz.” Baş sekreter içinden bir dua etti o anda. Salih Saraç gibi biri olmasa, yine olan ona olacaktı. Fahri Bey hafifçe başını salladı. “Uygun olur,” dedi. “Ama Murat gelirse, süreçte yine onun kararının etkili olacağını unutmayalım. Lütfen, kendisini bulmaya devam edin.”

“Emredersiniz efendim,” dedi Ayten Hanım, başını eğerek. “Ayten Hanım… Oğlumu bu kadar koruyor oluşum, hata yaptığını görmediğim anlamına gelmez.”

"Biliyorum efendim."

Salih Saraç, Fahri Bey’in en yakın dostunun oğlu olarak Arsel Holding’e ilk adımını attığında, şirkette sadece basit bir pozisyon bulabilmişti. O dönemlerde kimsenin ona özel bir ayrıcalık tanıdığı söylenemezdi; belki yalnızca mülakat sırasında soyadının tanıdık gelmesiyle birkaç kaş hafifçe kalkmış, birkaç yönetici daha dikkatli bakmıştı ona. Ama sonrası tamamen ona aitti. Ne babasından ne de Fahri Bey’den torpil beklentisi vardı. Zaten karakteri gereği kimseye yaslanmaz, kimsenin gölgesinde kalmayı kabul etmezdi.

İşe en alt kademeden, satış asistanlığıyla başlamıştı. Küçücük bir masada, eski bir bilgisayarın başında, dosyaların içinde boğularak geçen ilk yıl, onun için zorlu ama öğretici olmuştu. Her sabah herkesten önce gelip en son çıkanlardan olurdu. Kimsenin dikkat etmediği detayları görür, herkesin uğraşmak istemediği karmaşık tabloları kendi elleriyle çözerdi. Salih’in farkı buradaydı: yalnızca çalışkan değil, aynı zamanda ileri görüşlüydü. Risk alırdı ama temelsiz hayallere değil, sağlam verilere dayanarak. Gözlemlerini ustalıkla raporlara döker, yöneticilerin bile görmediği stratejik açıkları ortaya koyardı.

Zamanla adım adım yükseldi. Terfileri sessizdi ama etkiliydi. Kimse onun hakkında “kayırıldı” diyemedi çünkü herkes onun neler başardığını, nasıl mücadele ettiğini, kaç gece şirkette sabahladığını biliyordu. Arsel Holding’in karmaşık projelerinde, yatırım toplantılarında, kriz çözüm süreçlerinde adı hep ön plandaydı. O kadar ön plandaydı ki, medya bile adını konuşmaya başlamıştı. Artık Salih Saraç yalnızca iç dünyada değil, iş dünyasında da tanınan bir isimdi.

Kadınlar cephesindeyse durum daha da çetrefilliydi. Salih, dış görünüşüyle de dikkat çekiyordu. Kumral teni, düzgün kemikli yüz hatları, her zaman tertemiz traşı, pahalı ama sade giyimiyle göz kamaştırıyordu. Ama en çok da o yeşil gözleri… Baktığı yerde iz bırakıyor, kimi zaman bir kadının kalbini durduracak kadar derinleşebiliyordu. Ancak Salih bu ilgiden beslenen, kadınların arasında gezip ilgi toplayan biri değildi. Aksine, duygusal yakınlık kurmaktan kaçınırdı. Onun için hayatın merkezinde iş vardı. Bunu yaparken yalnızlık çekip çekmediği sorusuysa, hep havada kalırdı. Çünkü asla açık vermezdi.

Salih’in Murat’la olan geçmişi ise oldukça karmaşıktı. Bugün birbirlerine yabancılaşmış iki adam gibi görünseler de, bir zamanlar ayrılmaz ikiliydiler. Ergenlik yıllarında, aynı okullarda okumuş, aynı oyunlarda birlikte ter dökmüşlerdi. O zamanlar Murat, bugünkü kadar ukala ve kibirli değildi. İçinde hâlâ çocukça bir saflık, abisi gibi gördüğü Salih’e duyduğu bir hayranlık vardı. Salih de onu bir kardeş gibi sever, korur, akıl verir, hatta zaman zaman onu savunurdu. Murat bir hata yaptığında “çocuk o daha,” diyerek kalkan olurdu önünde.

Artık aralarında sevgi değil, mesafeli bir zorunluluk vardı. Konuşmaları sadece gerektiği kadar, toplantılarda birkaç bakış, birkaç kuru kelime… Ne içten bir gülüş kalmıştı aralarında, ne de geçmişin hatıralarına duyulan sıcaklık. Arada tek bir bağ vardı. Fahri Bey.

Fahri Bey, hem Murat’ın babası, hem de Salih’in üzerindeki gölgeydi. Ama Salih, hiçbir zaman bu gölgenin altında yaşamamıştı. Aksine, her adımını kendi gölgesini büyütmek için atmıştı. Ve artık geldiği yerde, Salih’in adı kendi başına saygı görüyordu. Fahri Bey bile bunu biliyor, bu nedenle ona sık sık danışıyor, oğlunun eksik bıraktığı her şeyi onun telafi etmesini bekliyordu. Bu da, Salih’i çoğu zaman Murat’ın gölgesini temizlemek zorunda bırakan bir pozisyona sürüklüyordu.

"Efendim, Murat Bey ile konuşup artık biz sekreterleri peşinden koşturmamasını söyler misiniz? İnanın işler aksıyor." Ayten Hanım bunu söylemezse rahat edemeyecekti. Sustuğu her dakika, içini kemiren bir rahatsızlık büyüyordu. Birinin bunu dile getirmesi gerekiyordu. Yılların verdiği tecrübeyle, ne zaman susulması gerektiğini iyi bilirdi ama bugün… Bugün o gün değildi.

Ofis loştu. Gün ışığı, stor perdelerin arasından içeri zor sızıyordu. Fahri Bey masasının başında başını kaldırdı. Kalemini yavaşça masaya bıraktı. Gözlüklerini düzeltmeden önce kadına tepeden bir bakış attı. Soğuktu, ölçülüydü ama o bakışın altında bin parça kırılma vardı. "Ayten Hanım." dedi, sesi buz gibi, tok. "Sanırım artık yaşlandınız. Birkaç gündür dikkatimi çekiyor." O cümle, kadının ciğerine işledi. Sanki odadaki hava aniden çekilmişti. Boğazı kurudu. Dizlerinin bağı çözüldü. Gözleri bir anlığına bulanıklaştı ama yine de dik durmaya çalıştı. Bu sözlere karşılık verecek bir şeyler aradı zihninde. On beş yıldır alnının teriyle çalıştığı bu şirkette, sadece Murat Bey’in disiplinsizliği yüzünden kendisini hedefte bulmak... Bu ağırdı. Ama konuşamadı.

Şok içinde, küçük adımlarla geri geri gitmeye başladı. Ayakları onu taşımaz gibiydi. Kendini korumaya alan bir kedi gibi yavaşça uzaklaştı. Salih göz ucuyla bu anı izledi. Kadının titreyen omuzlarını, yutkunmaya çalışan boğazını, ama en çok da gözlerindeki o kırgınlığı. Göz göze gelmemeye çalıştı, çünkü bakarsa dayanamazdı. Bir ses daha yükselirse Fahri Bey’in öfkesi iki katına çıkacaktı. Şirketin ceza terazisi, adaletli değil, tepkisel çalışıyordu.

Fahri Bey, gözünü Ayten Hanım’dan ayırmadan, tekrar dosyasına dönmeden önce son darbeyi indirdi. "Muhasebeye uğra, bütün işlemleri halletsinler. Sadece sen değil, yardımcın olan o kız da kovuldu. Bu kadar beceriksiz insanlarla çalışmak istemiyorum. Patronunuzun nerede olduğunu bilmiyorsunuz. Hiç utanmadan burada çözüm arıyorsun."
Sözlerini bıçak gibi tekrarladı. Yüzünde bir kıpırtı yoktu. Ne öfke vardı ne pişmanlık. Sadece boşluk.
Salih ise bu sessizlikte kendi iç sesiyle kavga ediyordu. Bu olanların hepsi bir gencin bencil hareketlerinden kaynaklanıyordu. Murat Arsel. Patronun şımarık oğlu. Babasının saltanatında büyümüş ama o gölgenin kıymetini bilmemiş, çalışanlara sadece birer piyon gözüyle bakan, saygı nedir öğrenmemiş o çocuk… Onun küçük zevkleri, bir kadının hayatını yerle bir etmişti.

Ayten Hanım kapıya yürürken son bir kez dönüp bakmadı. Ne Fahri Bey’e, ne Salih’e, ne de bu dört duvara…
Gözleri dolu doluydu. Gözyaşlarını yutmaya çalıştı ama ses tellerine kadar gelen acı engel tanımadı. Kapının önünde dizlerinin üzerine çöktü.
Sessizce ama içten mırıldandı.
"Murat Arsel… Seni küçük yılan. Senden nefret ediyorum... İşe yaramaz, zengin, şımarık velet! Senden nefret ediyorum! Hayatımı tek hareketinle bitirdin..."
İçindeki ateş sönmedi. Sönmeyecekti.

Fahri Bey masasındaki evraklara döndü. Gözlüğünü düzeltti, bir kalemi eline aldı, sanki biraz önce o an yaşanmamış gibi davranmaya devam etti. Alışmıştı. İş dünyasında duygulara yer yoktu onun gözünde. Duygular, kararları bulandıran şeylerdi. Ama Salih’in gözleri bir an bile Ayten Hanım’ın yok oluşunu unutmadı. İçinde bir kıpırtı, bir rahatsızlık kıvrandı. Duygularını bastırmaya çalıştı ama her şeyi izleyen gözleri, vicdanını bastıramadı.

Sessizlik biraz daha sürdü. Sonra Salih’in dudakları hafifçe kıpırdadı. Bir kıvılcım... Belki de bir çözüm. Kendine güvenen bir ifadeyle gülümsedi. Yavaşça ayağa kalktı, ceketini düzeltti, bir adım ileri çıktı.
"Efendim," dedi, sesi kararlı, yüzü ciddi ama içinde saklı bir öfke. "Aslında, yaptığınız kalıcı bir çözüm değil."
Fahri Bey başını kaldırdı. Anlam verememişti. Bu genç adam, yıllardır yanında sessiz sedasız çalışırdı. Saygılıydı. Disiplini vardı. Ama bugünkü hali farklıydı. Cümleleri sorgulayıcıydı.

“Bundan daha mantıklı bir çözüm ne olmalı, ne yapmalıyım?” dedi Fahri Bey, sesi ilk kez pişmanlıkla doluydu. Salih hiç tereddüt etmeden, onun önüne dikildi. Göz göze geldiler. O an sanki iktidar değişmişti. “Öncelikle efendim,” dedi net bir sesle, “Biraz önce kovduğunuz sekreterleri geri almamızı teklif ediyorum. Neden derseniz? Çünkü Ayten Hanım bu holdinge on beş yılını verdi. Sadakatiyle, bilgisiyle, sabrıyla burada nice yöneticiler gördü, onlar geldi geçti ama o hep buradaydı. Aynı şey yardımcısı için de geçerli. Bizim en güvenilir, en çalışkan, en düzenli sekreterimizdi. Bugün onları işten çıkarmak, sadece iki kadını değil, tüm çalışanları korkutmak demektir. Herkes biliyor ki suç Murat Bey’de. Ama bedeli onlar ödüyor.”

Fahri Bey’in yüzü ifadesizdi ama gözleri dolu dolu olmuş gibiydi. İçini belli etmeyenlerden biriydi ama söyledikleri içine dokunmuştu. Salih devam etti.
“Tabi karar sizin. Ama şunu bilmenizi isterim, bu şirket bir ağaçsa, Ayten Hanım köklerinden biridir. Murat Bey ise henüz olgunlaşmamış bir dal… O dal kurusa bile ağaç yaşamaya devam eder ama kök çürürse, işte o zaman hiçbir dal yeşermez. Ayrıca, sekreterler onun için çalışmıyor. Onlara emir verme yetkisi bile yok. Murat Bey’in beceriksizliği yüzünden başarılı çalışanların kariyeriyle oynamak, adil değil. Ve adaletin olmadığı bir yerde saygı da kalmaz.”

Fahri Bey derin bir nefes aldı. Kalemini masaya koydu. Ellerini birleştirdi, gözleri masaya odaklandı. Uzun süren bir sessizlik oldu. Zihni karışıktı. On beş yıllık emek, bir çırpıda silinip gider miydi? Birden kapıya baktı. Ayten Hanım hâlâ dışarıda mıydı? Yoksa çoktan gitmiş miydi? Salih bir adım daha yaklaştı. “Onları geri çağıralım efendim. En azından bu yanlışı telafi etme fırsatınız olsun.” Fahri Bey yerinden kalkmadı. Gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu.

Ceketinin tek düğmesini açtı Salih. Ses tonu sakindi ama sözleri ağır ağır iniyordu odaya, adeta yıllardır birikmiş bir hesap dökülüyordu ağzından.
“İki haftadır oğlunuz, yani veraset sahibiniz işe dahi gelmedi. Murat’ın bugün geldiğini söylemek bile uygun bir söz değil. Ofise sadece bir saatliğine uğradı, sonra da kimseye haber vermeden, kaçar gibi çıktı. Kimi zaman arayıp toplantı iptalleri bahanesiyle gecikiyor, kimi zaman ise sağlık raporlarıyla mazeret sunuyor. Ancak kimse onu görmüyor. Onun sekreteri yok. Sizin talimatınızla şirkete atanmış iki kişi var ama onları da ortada bırakıp çekip gidiyor. Ayten Hanım ve yardımcısı bugün sizin imajınızı kurtarmaya çalıştılar. Ufakta olsa başarılı da oldular. Toplantı iptal edildi. Sadece adaylar ile görüşme olacak. Ama günün sonunda suçlu onlar olması haksızlık.”

Pantolon cebindeki telefon çalmaya başladı. Ekrana şöyle bir göz attı. Arayan departman müdürlerinden biriydi. Önemli olabilirdi ama şu anki konu daha büyüktü. Cevap vermeden kapattı ve başını kaldırarak Fahri Bey'in çözüm bekleyen bakışlarına karşılık verdi. Bu bakış, yılların getirdiği bir meslek ciddiyeti ve yürekten gelen bir bağlılık taşıyordu. "Bakın Fahri Bey," diye devam etti. “Kovduğunuz sekreter en kıdemli sekreterimiz. Üstelik sadece kıdemli değil, sizin asistanınız, sizin sağ kolunuz. Murat’ın yokluğunu siz de fark etmişsinizdir. Onun şirketteki eksikliği, görünenden çok daha derin. Şirketteki dengesizliği, bu tarz kıymetli insanları feda ederek dengeleyemezsiniz. Ayten Hanım’ın kovulması yalnızca haksız değil; aynı zamanda uzun vadede size pahalıya mal olabilir.”

Fahri Bey, bu sözler üzerine uzun bir duraksamaya girdi. Parmak uçlarıyla masasına hafifçe vurdu. Her vuruşta düşünceleri daha da yoğunlaşıyor gibiydi. Sonunda şirket telefonunu eline aldı. Hiç düşünmeden muhasebeyi aradı.
“Sekreterim gelince bana uğrasın,” dedi. “Şirket ile ilişkisi de kesilmesin sakın. Ayten hanıma da Hacer hanıma da özür mahiyetinde üç aylık ikramiye takdim edin.” Sesi buyurgandı ama içinde belli belirsiz bir mahcubiyet vardı. Salih’e bakarken gözlerinde bir kıvılcım belirmişti. Takdirin arkasına saklanmış bir pişmanlık…

“Etkileyici,” dedi içinden. Salih’in ikna edici duruşu, kelimeleri ustalıkla seçmesi, olaylara net ama adaletli bir bakış açısıyla yaklaşması, onu bir kez daha düşündürdü. Salih’in öyle zamanlarda konuşma yetisi vardı ki, sözleri sertlikten değil, doğruluktan kuvvet buluyordu. Tam biraz rahatlamışken yeni bir problem çıktı ortaya. “Şimdi ne yapacağız?” dedi Fahri Bey. “Bir saat sonra başvurular değerlendirilecek. Fakat oğlum, her zaman olduğu gibi ortada yok.”
Yerinden kalktı. Kol saatine baktı, iç geçirdi. Tekrar telefonuna sarıldı, bu kez Murat'ı aradı. Uzun uzun çaldı.
Cevap veren yoktu.

Salih biliyordu sekreteri kendi seçerse Murat daha öfkelenir. Bu fikir ilk an mantıklı gelmişti ama şimdi hiç mantıklı değildi. Fahri Bey'in de aynı duyguları paylaştığına emindi. İkisi de Murat'ı çok iyi tanıyordu.

Fahri Bey çaresizce koltuğuna geri yaslandı. Omuzları düşüktü. Yüzü yaşlı ama daha çok yorgundu. O sırada Salih’in yüzünde yine bir şey parladı.
"Fahri Bey," dedi. "Size biraz radikal ama etkili bir önerim var. Sekreteri siz seçin."
Fahri Bey başını çevirdi. Bu beklemediği bir şeydi. “Nasıl yani?”

“Eğer bu pozisyon için siz karar verirseniz, Murat kendine çeki düzen vermek zorunda kalır. Hem seçilecek kişi sizin onayınızdan geçmiş olur, hem de yalnızca sizin kovma yetkiniz olursa Murat köşeye sıkışır. Böylece, sekreterinden şikâyet edemez. Etse bile işe yaramaz. Onun davranışlarının sonuçlarını biri ona her gün hatırlatır. Ayrıca kolay kolay da bir kriz yaşanmaz. Çünkü seçilecek kişi sıradan bir sekreter değil; adeta bir iç denetçi gibi olur. Oğlunuz için yönlendirici, hatta eğitici biri.”

Fahri Bey, bu fikri duyunca başını hafifçe eğdi. Gözlerinde ilk defa umut kıvılcımı parladı.
“Demek... Ben seçersem… Daha az kaçar, daha çok dikkat eder diyorsun.”

“Evet efendim. Ve sadece dikkat etmez; biraz da utanır. Çünkü o kişi sizin seçtiğiniz biri olur. Öyle biri olmalı ki, Murat’ın gözünü korkutsun ama aklını da çalıştırmaya mecbur bıraksın.”
Fahri Bey gülümsedi. Bu fikir hoşuna gitmişti. Onca senelik iş yaşamında her zaman rakiplerini zekâsıyla mat etmişti. Ama oğlunu kontrol altına almakta hep zorlanmıştı. Belki de Murat’ın karşısına ilk defa dişine göre biri çıkmalıydı.

O sırada kapı tıklatıldı. Hafif aralandıktan sonra baş sekreter içeri girdi. Üzerindeki siyah eteği hafifçe düzeltmişti, başını önüne eğmiş bir halde, sesi kısık ama vakarlıydı:
“Beni istemişsiniz efendim?” Fahri Bey başını çevirmeden, gözlerini camdan dışarı dikerek konuştu. “Sekreter adaylarını geldikçe toplantı odasına al. Bir buçuk saat içinde görüşmeler tamamlanacak. Bugünkü toplantım varsa iptal et. Akşam da çıkmadan muhasebeye uğra. Holding adına özür olarak, sen ve yardımcın ikramiyenizi alın.”

Kadın başını eğerek onayladı. Gözleri dolmuştu ama bu kez mutluluktan. Ne olduğunu tam anlayamamıştı ama yaşadığı haksızlık bir nebze olsun düzeltilmişti. Hâlâ sevinmeye korkuyordu. Hâlâ içi titriyordu ama en azından kendine olan saygısı ayakta kalmıştı. Ağlamadı. İçinde bir teşekkür fırtınası koptu ama dudaklarından sadece bir “Sağ olun,” çıkabildi.
Salih’in dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Onun için doğru olanın yapılması, hep birincil öncelikti. Ve bu kez doğru olan yapılmıştı.

Fahri Bey ise derin düşüncelere dalmıştı. Murat için ideal bir sekreter nasıl biri olmalıydı? Salih'in söylediği gibi bir sekreter bu dünyada var mıydı? Varsa da bugün karşısında olacak mıydı?
Artık sıradan bir sekreter aramıyordu. Şirketin defterlerini taşıyacak bir omuz değil, oğlunun kişiliğini şekillendirecek bir karakter arıyordu. O kişi sadece not almayacak, gerektiğinde laf sokacak, gerektiğinde göz devirecek, ama asla işi aksatmayacak biri olmalıydı. Oğlunun kaçtığı sorumlulukları suratına tokat gibi vuracak, bunu da incelikle yapacak kadar zeki olmalıydı. Korkutucu tarafı olmalıydı. Dış güzelliğiyle değil, zekâsıyla göz almalıydı. Şatafattan uzak, kararlı, ölçülü… Ama gerektiğinde, Murat’ın her kaçışına bir cümleyle barikat kuracak kadar da güçlü.

İdeal kadını düşündü. Gözlerinin önünden onlarca yüz geçti.
Kimi fazla yumuşak, kimi fazla uçarı…
Ama Fahri Bey artık içgüdüleriyle seçecekti. Bu bir iş değil, bir dönüşüm projesiydi. Oğlunun dönüşüm projesi…

Ve belki, o ideal sekreter yalnızca Murat'ı değil, bu dev şirketin geleceğini de kurtaracaktı.

***

Karakterler gün ışığına çıkmaya başladı. Yeni bölümler daha eğlenceli olacak takip etmeye devam edin... Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. Çok Teşekkür ederim. Küçük yıldıza dokunun 💐

Bölüm : 09.10.2024 19:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık (TAMAMLANDI) / 5.Tembel Patron
Yalives Doğan
Resmen Aşık (TAMAMLANDI)

129.84k Okunma

11.31k Oy

0 Takip
132
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. PiknikÖnyazı46. Tek Kıvılcım47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz Oğlunuzla İlgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş75. Annem Beni BırakmazVazgeçmekten vazgeçtim.76.Bize Ait Her ŞeyBi Konuşalım 🫶77. Benim Büyük Ailem (Final)
Hikayeyi Paylaş
Loading...