Bir yandan sıcak havanın etkisiyle terlerken diğer yandan da sırtıma değen soğuk metal ile bedenimi ufak bir ürperti sarmıştı.
Nerede olduğumu algılamaya çalışırken kolumun arkasındaki tuşlar ve sağımdaki aynadan bir asansörde olduğumu anladım.
Asansörde olduğum dışında hiçbir şey düşünemezken soluklarım düzensizleşmeye başladı. Aldığım nefesler kesik kesik olduğu için ciğerlerime giren oksijen yeterli gelmiyor aynı zamanda hızla soluklandığım için genzim yanıyordu.
Tüm vücudum zangır zangır titrerken ayakta durabilmek için asansörün soğuk tutunma demirlerine tutudum.
O sırada yanımdan küçük bir kızın çığlık sesi geldi. Hızla yanıma baktığımda o küçük kızın ben olduğumu fark ettim.
Kanlar içinde yatan annemin (üvey) başında durmuş çığlık atarak ağlıyordu, karşısında ise babam (üvey) vardı, küçük bana ve yerde kanlar içinde yatan anneme bakarak çocukluğumun ve annemin hayatının bitişini izliyordu sırıtarak.
Aklıma o gün ve o günden sonra yaşadıklarım gelirken titreyen bacaklarım daha fazla kendini taşıyamayarak yere düştüm.
Bir süre sonra babam hafifçe küçüklüğüme doğru eğildi ve "Yedinci yaş doğum günün kulu olsun kızım" dedikten sonra asansörden çıktı ve asansörün içini sarı bir ışık kapladı.
Yedinci yaşım çaresizce ağlayarak annemin karnındaki kan akan yaraya küçük elleri ile baskı uygularken annem hafifçe inleyerek kısıkça gözlerini açtı. Bunu gören yedinci yaşımın gözleri parıldadı ve içine bir umut doğdu. O umudu hatırlıyordum, içimdeki çocukluğu ölmeyen o küçük taraf sessizca 'Annen iyileşecek Açelya, iyileşecek ve siz buradan kaçacaksınız. Sana masal anlatmaya, saçını okşamaya devam edecek. Hem o her zaman iyileşti yine iyileşecek.' diyordu, yanılıyordu...
Annem kısık gözlerle yedinci yaşıma bakarak "Kızım, bana bir söz ver." dedi ve inledi.
Acı çekiyordu, her nefes alışında canı daha çok yanıyor ve bunu bana belli etmemeye çalışıyordu. Yedinci yaşım anlamıyordu fakat ben anlıyorum, annemi çok iyi anlıyorum.
Yedinci yaşım annemin yarasına baskı yapmaya devam ederken hızlıca "Ne için anne?" diye sordu. Annem kesik bir nefes altıktan sonra "Kızım eğer bana bir şey olursa kendine hiçbir şekilde zarar vermeyeceğini söz ver." dedi kısık bir sesle. Acısını yedinci yaşıma belli etmemek için kendini kasıyor ve bu yarasının daha fazla kanamasına yol açıyordu.
Gidip anneme ve yedinci yaşıma yardım etmek istesem de sanki donmuş gibiydim, gözlerimi kırpmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.
Yedinci yaşımın gözünden yaşlar akarken "Hayır anne, sana bir şey olmayacak, iyileşeceksin, saçımı okşayıp bana masal anlatacaksın, kabusarımı kovamasanda beni onardan koruyacaksın, her zamanki gibi." dedi.3
Bunun üzerine annem ufak bir tebessüm ettikten sonra sol gözünden bir damla yaş aktı ve gözleri kapandı.
Bunun üzerine yedinci yaşım acı bir çığlık attı ve başını annemin atmayan kalbine yaslayarak sessizce ağlamaya başladı. Anlamıştı o da küçük Açelya'nın yanıldığını, annem için hiçbir umudun olmadığını ve annemle beraber içindeki o küçük Açelya'nın da öldüğünü...
Artık asansörde sadece çocukluğunu ve annesini yitiren yedinci yaşım, kanlar içinde yatan annem, sarı bir ışık ve benim "Anne!" diyen acı çığlığım kaldı...2
Nefes nefeseyken etrafıma bakındım. Asansörde değildim, odamdaydım, kabus görmüştüm, gerçek bir kabus...
Gözlerimden akan yaşları durdurmaya çalışırken bunun gereksiz bir çaba olduğunu anladım ve ağladığımı kimsenin duymaması için ellerimle ağzımı kapattım, aynı geçmişteki gibi.
Yorulmuştum ben, çok yorulmuştum. Daha hayatımın başında olmama rağmen sanki içimde hayatın yorgunluğuyla ölmeyi bekleyen yaşlı, yaralı bir kadın vardı. Hatta o kadın (üvey) annemdi, ben de annemin kaderini yaşıyordum çünkü kız çocukları annelerinin kaderini yaşarlardı.
Uzun bir süre sonra ağlamam durmuş, aklımda dönüp duran düşüncelerle yanlız kalmıştım. Ne yapmıştım ben bunları hak edecek? Ne yapmıştı annem bunları hak edecek? Ne yapmıştı biriciğim, Gökçe'm bunları hak edecek?2
Daha fazla düşünürsem tüm gün baş ağrısı çekeceğimi bildiğim için hızlıca banyoya girdim ve işlerimi halledip çıktım.
Saate baktığımda saatin yedi buçuk olduğunu gördüm. Hızlıca üzerimi değiştirip çantamla telefonumu aldım ve kapımın kilidini açıp aşağı kata yemek odasına indim.
Herkes masada oturuyor ve sohbet ediyordu. İçimden 'umarım onları beklettiğim için kızmazlar' diye geçirerek odaya girdim ve masaya oturdum.
Ben bağırmalarını, onları beklettiğim için kızmalarını beklerken Halit bey, Umay hanım ve Cihan bey tebessüm etmiş diğerleri de sanki yokmuşum gibi sohbet etmeye devam etmişlerdi.
Rahatlayarak derin bir nefes aldım ve Halit beyin 'Afiyet olsun' demesiyle kahvaltımızı ettik, sonrasında hızlıca hazırlandık ve işe gidenlerin Halit beyin arabasıyla, okula gidenler ise Baran beyin arabasıyla gitmesine karar verdiler.
Aras bey ve Mert bey geldiğinde hızlıca Baran beyin arabasına bindik ve bir süre sonra okula vardık. Mert bey onuncu sınıfların, Aras bey ve ben on ikinci sınıfların katına, Baran bey ise öğretmenler odalarının olduğu katta çıktı.
Kahvaltı ederken Baran beyin bizim okulda matematik öğretmeni olduğunu ama dün halletmesi gereken işler olduğu için okula gelmediğini duymuştum.
Ama şöyle bir problem var ki ben yakın hayatımdaki birinin bana bir şey öğretmesinden yada öğretmenim olmasından korkuyorum.
Kendimi telkin etmek için derin bir nefes aldım ve içimden 'Sen neler neler yaşadın, bundan mı korkacaksın. Hem altı üstü bir yıl katlanacaksın.' deyip sırama oturdum.1
Son dersin bittiğinin haberini veren zil çaldığında derin bir nefes aldım ve sırtımı esnetip çantamı toplamaya başladım.
Konulardan geride değildim ama bazı eksiklerim vardı ve ben hala hangi bölümü istediğimi bilmiyordum. Ayrıca birkaç test kitabım olsa çok iyi olurdu.
'Herşey bitti de test kitabı kaldı dimi Açleya. Kızım sen malmısın yoksa geri zekalımısın? Cidden herşey dört dörtlükmüş gibi test kitabını mı düşünüyorsun?'
Buna karşılık diğer iç sesim saklandığı yerden çıktı ve kafamın içinde çemkirmeye başladı, 'Kız belki de bir şeylere olumlu bakmaya çalışıyordur! Her zaman olumsuz düşünüyosun!'
'Olumlu düşünücek durumda değiliz! Kabuslarımız o kadar arttı ki uyuyamıyoruz, yeteri kadar yemek yiyemiyoruz ve eski yaralarımız sürekli olarak ağrısını arttırıyor! Bu kız bunlarla uğraşırken sen olumlu düşünce diyorsun, sen de ayrı kerizsin!'1
Uykusuzluk, dersler, sınıftaki gürültüler ve bunun üstüne iç seslerimi kavgasıyla başımın arka kısmını tamamen, ön kısmını ise yarım bir çember olarak kaplayan dayanılmaz ağrıyla azımdan ufak bir inleme kaçtı.
Bu baş ağrısını tanıyordum, öldürmüyor sürdürüyordu. Ayrıca sadece baş ağrısıyla kalmıyor göz kararması ve baş dönmesi de yapıyordu.
Çantamı topladığımda sıramdan kalktım ve sınıftan çıkmaya hazırlanan Aras beyin peşinden yürümeye başladım.
Çıkışa geldiğimizde bizi bekleyen Mert beyin yanına gittik ve okuldan çıkıp Baran beyin arabasına yürümeye başladık.2
Aras bey ve Mert bey önümde sohbet ederek yürüyor ben ise baş ağrısı, baş dönmesi ve dakika başı gözüme inen siyah perdeyle savaşarak yürümeye çalışıyordum. Arabaya binince ilk iş bir ağrı kesici içecektim.
Arabaya geldiğimizde Aras bey öne, Demir bey ve ben de arka koltuğa oturduğumuzda Baran bey elindeki telefonu bıraktı ve birşeyler söylemeye başladı fakat baş ağrım o kadar fazlaydı ki söylediklerini anlayamıyor hatta çıkan her seste ve bedenimi sarsan her harekette başıma daha da derin bir ağrı saplanıyordu.
Bu ortamda ilaç içmek istemesem de başımdaki ağrı katlanılamayacak seviyeye geldiği için çantamı kucağıma çektim ve en öndeki ufak cepten bir ağrı kesici çıkardım. Mert beyin sorgulayan bakışlarını hissettiğimde o tarafa ufak bir bakış attım, Mert bey sanki ne olduğunu anlayabilecekmiş gibi bir bana bir de elimdeki hapa bakıyordu.1
Onun o bakışlarını umursamadan ağrı kesiciyi su olmadan yuttum ve gözlerimi sıkıca yumup ağrı kesicinin etki göstermesini beklemeye başladım.
Ağrı kesici ağrımı geçirmezken sinirle derin bir nefes aldım. Ağrıyı geçirmiyorsa ne bu ilaç ne s*kime yarıyordu.2
Bir süre sonra eve vardığımızda hızlıca arabadan indik ve eve girdik.
Hiç kimseyle göz teması kurmadan hızlıca odama çıktım ve kapımı kilitleyip çantamı masama bıraktıktan sonra kendimi yatağıma fırlattım.
Hem uyumak istiyor hem de uyumak istemiyordum. İki seçenek vardı ya uyurken kabus görmez ve baş ağrım geçerdi yada uyurken kabus görür ve baş ağrım artardı.
Ağrımın artmasını göze almak istemiyordum ama aynı zamanda da başım bu derecede ağrırken uyumak dışında hiçbir şey yapamayacağımın da farkındaydım. Bu yüzden iç çekerek ayağa kalktım ve üzerime oijamalarımı giydikten sonra yatağa geri uzandım.
Odamın diğer ucundaki açık camdan giren rüzgar tenime çarpıp ufak bir üşüme hissi verirken kalkıp da camı kapatacak enerjim yoktu bu yüzden camı boş verip kalın yorganı üstüme çektim ve kimsenin kapıma gelmemesi için dua ederek gözlerimi kapattım.
Yaklaşık on dakika boyunca yatakta dön
erek doğru pozisyonu aradıktan sonra kendimi uykunun hiç güven vermeyen ürkütücü kollarına bıraktım.21
Okur Yorumları | Yorum Ekle |