24. Bölüm

23. Bölüm

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

"Vatan için can veren bütün kahramanlar için. Saygı ve minnetle anıyoruz."

---

☪☪☪

Şafak vaktiydi. Şafak yeni yeni sökmek üzereydi. Şafak operasyonuna gidiyor sayılırdık. Bu saldırıyı düzenleyen piçin mekanına gidiyorduk. Bizi beklemiyordu şuan. Ama unuttuğu bir şey vardı.

Kurdun dişine artık kan bulaşmıştı...

İstese de artık kimse durduramazdı onu. Yanımdaki askerlere baktım. Ben, Senem, Kürşad, Koray, Uras ve Baran. Altı kişiydik. Yanımıza her türlü ihtimale karşılık dört adam daha verilmişti. Onlarla birlikte on kişiydik.

Bakışlarım yola çıktığımızdan beri pencereden başka yere değmemişti. İçimdeki öfke ve nefret bir yanar dağı gibi dolup taşıyor, patlıyordu. Bu yanardağı ise bu gün onları yakacaktı.

Helikopterden indik. Suriye'nin doğu kesimindeydik. "SÖNMEZ TİMİ, KARŞIMDA TOPLAN!" Diye bağırdım. Emir komuta bendeydi. Bir delilik yapma ihtimalime karşılık Albay Kürşad'ı da tembihlemişti. Haksız da sayılmazdı.

"Burası fazla sessiz. Biraz ses çıksın." Diyerek hepsine baktım. "YÜKSEK TUTUŞ!" diye emir verdiğimde herkes silahlarını tek elinde uçları havaya gelecek şekilde kaldırdı.

"Söylediklerimi tekrar et!" Diye son emrimi verip devam ettim.

"Korku nedir bilmeyiz!" Sonra tekrar ettiler.

"KORKU NEDİR BİLMEYİZ!"

"Biz dağların erleri."

"BİZ DAĞLARIN ERLERİ."

"Yuva yaptık göklere!"

"YUVA YAPTIK GÖKLERE!"

"Baş döndüren yerlere."

"BAŞ DÖNDÜREN YERLERE."

"Engel tanımaz aşarız!"

"ENGEL TANIMAZ AŞARIZ!"

"Yüce engin dağlara."

"YÜCE ENGİN DAĞLARA!"

"El verir uzanırız mor siyah bulutlara."

"EL VERİR UZANIRIZ MOR SİYAH BULUTLARA!"

"Ben Türk Komandosuyum."

"BEN TÜRK KOMANDOSUYUM!"

Devamını söylemedim. Bu kadarı yeterliydi bizim için. Keskin adımlarla ilerlemeye devam ettim. Önde ben, arkamda timim ile yürüyorduk.

"Komutanım, buradaki otlar büyük bir grup tarafından ezilmiş. Bu tarafa gitmişler." Senem'in işaret ettiği yola baktım. "Bu yol eski bir kampa çıkıyor." Diyen Uras'a hak verdim.

☪☪☪

Senem Yenilmez...

Saatlerdir yürüyorduk. Hepimizin ayakları şişmişti ama abim durmak bilmiyordu. Göreve başladığımızdan beri bir kez bile dinlenmek için durmamıştık.

"Alpay Komutanım durmak bilmiyor." Kürşad'a başımı salladım. "Sanki bir an önce o adamları bulup hesap sormak ister gibi." Diyerek bende kendi çıkarımımı yaptım, ki buna yemin edebilirdim.

"Benimde farksız olduğum söylenemez. O itlerin son nefesini verirken görecekleri son yüzlerin bizim yüzlerimiz olması en istediğim şey."

Kürşad'ın yüzünde bir an için hiddet belirirken, bir yandan da gözleri, Alpay Komutan'ın arkasındaki uzakları tarıyordu. Sözlerini yüksek sesle dillendirirken, her kelime, biriken öfkeyi daha da derinleştiriyordu.

"Bunlar, ne yaptıklarını bilmeyen, kimseden korkmayan pislikler. Her geçen dakika, onlara daha da yaklaşmamıza vesile oluyor. Bunu hak ediyorlar, hepsi..."

Yavaşça başımı salladım. Gözlerim yere kaydı, ayaklarımın her adımda beni biraz daha aşağıya ittiğini hissediyordum ama bundan daha önemli bir şey vardı: Hedefimiz. Her şey bir anda o kadar netleşmişti ki, bu yolda geri dönmek yoktu.

"Alpay Komutanım'ın hırsı, bizim de savaşma isteğimizi körüklüyor," dedim, düşüncelerimi yansıtarak. "Ama sadece öfke değil, doğru bir strateji de gerekir. Bu kadar hızla gitmek, bize hatalar yaptırabilir."

Kürşad bir an duraksadı, sanki sözlerim üzerinde düşünmeye başlamış gibiydi. Fakat Alpay Komutan, hiç hız kesmeden, grubun lideri olarak önümüzü açmaya devam ediyordu. Aramızda bir sessizlik oluştu. Birazdan çok önemli bir dönemeçten geçecektik ve hepimiz nehrin akışına kapılmamaya çalışıyorduk.

Birlikte yürürken, hafifçe rüzgarın sesi ve uzağımızdaki sesler, içimdeki gerginliği arttırıyordu. O an, her şeyin büyük bir kapalı devreye gireceği, her adımın birer tuzak haline geleceği düşüncesi kafamı kurcalamaya başladı. "Hazır olmalıyız," diye düşündüm. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak.

Kürşad, Alpay Komutan'ı gözünden kaçırmıyordu, gözleri yorgun ama kararlıydı. "Bunlar, bizim karanlıklarımızla yüzleşmeden hiçbir yere gidemeyecekler. Allah'ın izniyle hepsini temizleyeceğiz," dedi, içindeki öfkeyi kontrol edemeyerek.

Omuz silktim. "Alpay'ı bu kadar öfke dolu üçüncü görüşüm." Diye mırıldandım. Adımlarımı hızlandırıp Alpay'ın yanına ilerledim. "Alpay." Diyerek rütbeyi bir kenara attım. Bana bakmadı. "Alpay, biraz mola verelim. Çok yoruldu herkes." Durdu. Bize baktı. Hepimizi inceledi. "Onları bir an önce bulmamız lazım." Dedi soğuk bir sesle.

Bıkkınlıkla nefesimi verdim. "Herkes çok yoruldu, yaklaşık altı saattir aralıksız yürüyoruz. Daha fazla mola vermezsek daha kötü olacak."

Düşündü bir süre. Sonra çantasını çıkardı. "Sönmez, beş dakika mola!" herkes şükür çekerek olduğu yere oturdu. Çantamdaki konserve yemeklere baktım. Sarma, fasulye ve ton balığı vardı.

Sarmayı çıkartarak kapağını açtım. Hızlıca yemeye başladım. Gerçekten acıkmıştım. Yemeğimi yedikten sonra mataramdan su içmek istedim ama boş matara ile bakıştım. Mecburen su içemeden çantama geri koydum matarayı.

"Senem." Koray'a baktım. "Efendim Koray?" Kendi çantasından matarasını çıkartıp bana uzattı. "Al, seninki bitmiş. Benimkinden iç." Uzattığı mataraya baktım. "İdare ederim, seninki bitmesin şimdi." Diyerek geçiştirdim.

"Çantamda altı matara daha var. Al sen iç bunu." Dediğinde daha fazla ısrar etmeden matarayı alıp kafama diktim. "Eyvallah." Birlikte güldük.

Bir kaç dakika oturup soluklandık hepimiz. En son Alpay ayaklandı. "Tim, gidiyoruz!" Diyerek yeniden yola koyuldu.

☪☪☪

Alpay Yenilmez...

Saatlerdir yürüyorduk. En son dört saat önce mola vermiştik. "Komutanım, ileride hareketlilik var." Senem'i onayladım. "Herkes mevzi alsın."

Herkes yere yatarak silahlarını atış konumuna getirdi. "Bunlar o adamlar komutanım." Baran'a cevap vermedim.

Gözlerim, uzaklaşan silüetlere odaklanmıştı. Havanın rengi değişiyor, gün batımına yaklaşırken her şey daha keskin, daha belirgindi. Senem'in dikkatli bakışları, Baran'ın sözlerini doğruluyor gibiydi. Herkes yerini almış, nefeslerini tutarak bekliyordu.

"Yavaşça yaklaşacağız," dedim, düşük bir sesle ama net bir şekilde. "Kimseyi alarma geçirmeyin."

Adımlarımı dikkatlice attım, etrafıma göz ucuyla bakarak. Zemin kumlu, rüzgar hafif, ama hala havada gerginlik vardı. Kalbim, her geçen saniye biraz daha hızlanıyordu. Senem hemen arkamda, Baran ise biraz sağımda yer alıyordu.

İlerledikçe, hareketliliğin ne olduğunu daha iyi görmeye başladım. Birkaç adam, bir arada toplanmış, birbirleriyle konuşuyorlardı. Silahlar bel hizasında ama rahat bir şekilde duruyordu. Bir şeyler planlıyor gibiydiler.

Bir süre daha sessizce ilerledik, adımlarımızın sesini bile duymadan. Yavaşça etraflarını sarmak için yer değiştirdik. "Hedef tespit edildi," diye fısıldadım. "Hareket etmeye hazır olun."

Savaşın soğuk gerçekleriyle yüzleşmek üzereydik, ama kimse geri adım atmazdı.

"Kürşad, kaç kişiler?" Bir kaç saniye sonra Kürşad cevap verdi. "Otuz kişiler komutanım." Başımı salladım. "Komutanım, ne yapıyoruz?" Bunu diyen bize verilen dört askerden biriydi.

Ne mi yapıyorduk?

Asel'in ve nice şehitlerin döktüğü her bir damla kanda onları boğuyorduk.

"Herkes içeride. Bizi göremezler. Yürüyün." Diyerek yürümeye başladım. Hepsi beni takip etti. Kampın çevresine geldiğimizde elimi kaldırıp hepsini durdurdum.

"Teslim ol komutu yok. Gördüğünüzü indirin! Esas hedefi bana bırakın. Onunla işim var." Hepsi başıyla beni onayladığında tekme atarak kapıyı kırdım.

Kapı, beklediğimden çok daha kolay kırıldı. Tahta, metalin ağırlığına karşı direnç gösterdi ama sonunda sesini duyurup içeriye girdi. Hızla içeriye adım attım, arkamda ise askerlerim sessizce ilerliyordu. Havanın karanlık, gecenin soğukluğu, adımlarımızın yankısını daha da derinleştiriyordu.

İçerisi karışıktı, insan figürleri ve silüetler arasında belirginleşmeye çalışan yüzler vardı. O kadar yoğun bir atmosfer vardı ki, kimse ne olduğunu tam olarak anlayamadan, görevdeki askerlere seslenmeye başladım.

"İlk grup sola, ikinci grup sağa. Beni takip edenler merkezde kalacak!" dediğimde, askerlerim hızla komutları yerine getirdi. Kafamda o anki hedefim netti. Asel'in ve diğer şehitlerin kanları hala boğazımda, hala içimde yankılanıyordu.

Beni bu noktaya getirenler, nihayet karşıma çıkacaklardı. "Onu bulacağım," diye fısıldadım içimden, "bu gece ödeyeceksiniz."

Adımlarımı hızlandırarak, esas hedefi aramaya başladım. İçeriye yayılan karmaşadan uzaklaşarak, birkaç koridoru geçtim. Neredeyse her köşe başında birileri vardı. Belli ki, hedefim korktuğum kadar güçlüydü. Ama artık geri adım atmaya niyetim yoktu.

Sonunda, hedefi gördüm. O tanıdık silüet, korkunç bir şekilde soğukkanlıydı, hâlâ tuhaf bir güven içinde. O an her şey yavaşladı, zamanın geçtiğini hissetmedim. O sadece bekliyordu.

"Benimle işin bitmedi," dedim, gözlerim ona kilitlenmişti.

Saldırıyı düzenleyen kişi. Cabir.

Camdan kaçmak üzereydi. Öne atılıp ensesinden yakaladım. "Nereye ama hayatım, daha seni kesecektik?" Dedim en sahte samimiyet dolu sesimle. Yüzümde bir gülümseme vardı ama bu daha çok avına bakan kurdun yüzündeki bir gülümseme gibiydi.

"İstediğin kadar para veririm, bırak beni!" Dediğinde güldüm. Sahtelik kokan bir gülüştü bu. Buram buram sahtelik kokuyordu hem de. "Para?" Dedim kahkahalarımın arasında.

Time döndüm. "Para verecekmiş istediğimiz kadar, duydunuz mu?" Daha çok güldüm. Daha da çok. Daha da çok. Benim gülüşümle diğerlerinin de dudaklarında sırıtma oluştu.

"Göt kurtarma çabaları..." Diye mırıldandı Uras. Haklı çocuktu vesselam. Cabir'i daha sert tuttum ensesinden.

"Senin haram paranın on katı var lan bende. Neyin şovu bu amına koyduğumun pezevengi?" dedim sertçe.

Cabir, benim tuttuğum sert bileklerimden kurtulmak için titrerken, gözlerinde korkunun ilk izlerini görmeye başlamıştım. Ne kadar küstahça konuşursa konuşsun, şimdi tam karşısında durduğumda, gerçekte ne kadar zayıf olduğunu anlayabiliyordum.

"Yalnızca birkaç dakika önce hayatına devam edebilmeni sağlamak için seni kurtaran bizdik. Şimdi ne istiyorsun, Cabir? Para mı? Güç mü? Yoksa hayatını mı?" dedim, sesimi alçaltıp onunla göz göze gelirken.

"Senin gibiler benim gözümde hiçbir şey değil," diye devam ettim. "Hiçbir paranın bu kadar lekeli bir yaşamı temizleyeceğini sanma. Her şeyin bedeli var."

"Amacın ne?" diye sordu, biraz daha sertleşerek. "Neden hâlâ peşindesiniz?"

"Amacımız seni burada yok etmek, bitti." Diye gülümsedim. Bu gülümseme şimdi tamamen ölümcül bir ifadeye dönüşmüştü. "Çünkü senin gibi pisliklerin yaşaması, diğerlerine örnek olmaz. Ama senin gibi birini öldürmek, her şeyin bir düzene oturduğunu gösterir."

Uras, yanımda durmuş, Cabir'in gözlerindeki çaresizliği izliyordu. "Evet, Uras'ın dediği gibi," dedim, bir adım daha ileri atarak. "Bize gelip, gözlerimize bakıp 'Beni affedin' diyecek kadar acizleşeceğini hiç düşünmemiştin, değil mi?"

Cabir biraz daha geriledi, ama hâlâ kaçmaya çalışıyordu. Bir anlık boşlukta, cesurca direnmeye çalıştı. Ancak ne kadar direnirse dirensin, sonu zaten belliydi. O sonu, tek bir kelimeyle gönderecektik.

"Şimdi sana son bir şans vereceğim. Konuştuklarımın arkasında durursan, seni hayatta tutarım," dedim, adımlarımı ona doğru attım. "Ama bir adım daha attığın an, hayatın bitmiş olacak."

O an, karar verme anıydı.

Saçından çekip yüzüme bakması için zorladım piçi. "Benim istediğim şey ne biliyor musun Cabir? İNTİKAM." Sonra devam ettim. "SEN BENİM ÇOK DEĞER VERDİĞİM BİRİNİN KANINI AKITTIN. SENİN YÜZÜNDEN HASTANEDE, YOĞUN BAKIMDA YATIYOR ŞUAN. BENİM İSTEDİĞİM, ONUN VE DAHA NİCE ŞEHİTLERİN AKAN KANINDA BOĞULUP GEBERİP GİTMEN!"

Cabir'in gözlerindeki korku, yavaşça benden kaçmaya çalışan ifadesi her geçen saniye daha da derinleşiyordu. Saçından çekişimle, yüzünü bana çevirmemin ardından göz göze geldik. Gözlerinde bir anlık bir isyan, sonra ise tamamıyla teslimiyet vardı. Ama ben bunu umursamıyordum.

"İntikam?" diye tekrar sordum, soğuk ve kesin bir tonla. "Evet, intikam. Ama bu sadece senin için değil, senin gibi insanların sonu. Senin yüzünden birinin hayatı kararmışken, seni affetmemi mi bekliyordun?"

Ona doğru bir adım daha atarak, dudağımda alaycı bir gülümseme belirip kayboldu. "Bunu öyle kolayca ödeyemezsin. Ama merak etme, intikamımda seni öyle bir parçalayıp bırakacağım ki, ne senin ne de senin gibilerin hayatta olma hakkı kalacak."

Başımı sallayarak, derin bir nefes aldım ve sesimi biraz daha yükselttim. "Her damla kanın karşılığını alacaksın. Benim için, senin gibi biri bir hata. Ama o hatayı sildikten sonra, geriye hiçbir şey kalmayacak. O kan, o hayat, o cesaret... her biri sana sonsuza dek yıkılacak."

Bunu söylediğimde, Cabir'in suratı bembeyaz olmuştu, ve kaçma çabaları daha da zayıflamıştı.

"Şimdi..." dedim, nefesimi tutarak, "Benim için son şansın sona erdi."

Dizimle yüzüne bir tekme attım. Adam inleyerek geri kaçmaya çalıştı ama izin vermedim. "Şimdi söyle, kime çalışıyorsun?! Bu saldırıyı kim düzenledi?!" Cevap yok.

"Koray, telsiz!" Koray hemen telsizi uzattı bana. Albaya bağlandım. "Komutanım, Cabir elimizde. Konuşmuyor ama izniniz varsa konuşturabilirim."

Komutanın sesi duyuldu telsizin diğer ucundan "Yaşama ihtimali kaç olur?" Sırıttım. Görmese de omzumu kaldırıp indirdim. "Allah bilir komutanım." Burnundan gülme sesi geldi. "Tamam, ama çok delirme." Bunu derken bile olacakları biliyordu. Sadece lafla uyarı amaçlı demişti bunu. Emindim.

"Anlaşılamadı komutanım." Dedim eğlenerek. Ve telsizi Koray'a geri uzattım. "Evet." Dedim Cabir'e bakarak ve harfleri uzatarak. "Seninle biraz eğlenelim."

Dışarı çıkardık onu. "Uras, Baran ile şu itin dört yanını bağlayın bir yere." Diye emir verdim. Uras ve Baran hemen dediğimi yaparak yan yana duran iki kulübe arasına zincirlerle kolları ve bacakları havada X şeklini alacak şekilde bağladılar.

Elime palaskamdaki tabancamı aldım ve tam karşısına geçtim. "Şimdi Cabirciğim, ben hedef vurma konusunda çok kötüyümdür." Dediğimde tabancayı kaldırıp sağ kolundan onu vurdum. Adam acı içinde inledi.

"Hatta o kadar kötüyümdür ki on metreden bile ıskalarım." Bir el daha ateş ettim. Bu sefer sol koluna. "Şimdi, ben seni hedef tahtası gibi kullanmadan önce konuş hayatım. Konuş ki sonrasında seninle bir kahve içelim, değil mi ama?"

Bir el daha ateş ederek sağ bacağından vurdum. "Kesinlikle delirdi." Diyen Senem'i duysam da aldırmadım.

"Konuşmayacak mısın aşk adamım?" Diye sahte bir sevgiyle bir kez daha konuştum. Bu sefer sol bacağından da vurdum.

"Tamam, tamam konuşacağım." Dediğinde sırıttım. "Konuş!" Dedim sadece.

"Kor, Kor planladı her şeyi. Rusya ve İngiltere'den destek aldı."

Kor, Allah'ın cezası adam her bokun altından çıkmak zorunda mıydı?

"Neredeler?" Dedim bu kez. "Lazkiye'nin... Lazkiye'nin batısında. Orada bir kampta." Dedi kesik kesik. Sonrasında başı düştü. "Ulan, birinizde dayanıklı olun amın çocukları. Hemen geberip siktir olup gidiyorsunuz." Diye homurdanan Koray'a güldüm.

"Tim, gidiyoruz!" Helikopteri çağırıp tekrardan hastaneye döndük.

☪☪☪

Hastaneye döndüğümde bütün dengeler değişti. Tekrardan içimi bir hüzün, bir huzursuzluk kapladı. Camın ardından baktım Asel'e.

Hâlâ aynıydı. Kablolara bağlı yatıyordu. Teni bembeyazdı. Çok solgundu. "Her şeye baş kaldırırım ama şu görüntüyü görmemek için başımı eğerim be şafak..." İçimden sürekli Şafak derdim. Şafak benim en sevdiğim vakitti çünkü.

O bana Şafak vaktini anımsatıyordu. Saçları şafak gibiydi, kızıl...

"Benim, her şeyin arkasında durmam gerek," diye geçirdim aklımdan. "Onun için, her şeyin bedelini ödeyeceğim."

Doktorun yanına gittim. Bir kez daha görmek için izin istedim. İlk izin vermeseler de sonrasında zorlamamla izin alabildim.

Gene aynı işlemlerden geçerek içeri girdim. Usulca Asel'e doğru ilerleyerek yanına oturdum. Bir sürü serum takılı olan elini tuttum nazikçe, serumları oynatmamaya özen göstererek.

Buz gibiydi teni. İlk girişimden de soğuktu. Titrediğimi hissettim.

"Çok uyudun be kızım... ne uykucu çıktın sende." Diyerek konuşmaya başladım. Nefes aldım. Devam ettim. "Uyan artık gari, uyan be güzelim. Daha çok beni sinir etmen gereken konular var."

"Az önce görevden döndük. İlk senin yanına geldim. Sen görevden kaçmak için uyuyorsun ama ben uyumadan sana geldim. Nerede hani adalet?" Bir kez daha nefes aldım. Nefesim genzimi yakıyordu adeta.

"Eğer uyanmana katkı sağlayacaksa sana bunu yapan, o saldırıyı düzenleyen piçi yakaladık. Bizzat ben işkence ettim ona. Dört yanından bağladım. Vurdum, vurdum da vurdum." Kendi kendime güldüm.

"Bana para teklif etti. Sanki sen onun parası ile uyanacakmışsın gibi. Kabul etmedim tabii. Burnunu kırmış olabilirim. Ama sadece olabilirim bak." Burnumun direği sızladı o an.

"Sonra işte vurdum onu, konuştu hemen. Gene o lanet Kor çıktı işin altından. Yerini de öğrendik. Ama şerefsiz hemen geberdi. On dakika bile dayanamadı."

"Bize boşuna, boşuna Bozkurt demediler ya... iki kurşuna, iki kurşuna on dakika bile dayanamayan adamlar mı benim... benim sonumu getirecek?" Diye bir ses duydum.

Bakışlarım anında yatağa döndü. Asel... hafifçe aralık gözlerle bana bakıyordu. Ağzına takılı oksijen maskesi ile zar zor konuşmuştu.

"Asel..." Diye mırıldandım. Sesim ilk defa titredi. Oturduğum yerden doğruldum hemen. "Asel... şafak.. güzelim.." Diye saçlarını öptüm tek tek, her telini öpmek ister gibi.

"Alpay... onlar, onlar değil ama sen beni... sen beni öldüreceksin. Dur..." Diye mırıldandı gene boğukça. Hemen durdum. Tam bir şey diyecekken içeri üç doktor girdi. Beni dışarı çıkardılar.

Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dışarı çıktığımda hepsinin merak dolu bakışları bana döndü.

İlerleyerek yanlarında durdum. En sonunda "Uyandı..." Diye mırıldandım.

-Bölüm Sonu-

SELAMMLARRR!

Bölüm nasıldıı?

En sevdiğiniz sahne?

 

Bölüm : 30.12.2024 20:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...