47. Bölüm

45. Bölüm

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çok iyisinizdir.
****
"Sence balayında nereye gidelim?" dedim, önümdeki tabakta duran tatlıdan bir çatal daha alırken. Alpay, her zamanki rahat tavrıyla arkasına yaslanıp hafif bir gülümsemeyle bana baktı. "Sen nerede olmak istersen orası olur," dedi, gözleri bir an bile benden ayrılmadan.

Alpay ile birlikte çeyiz işini tamamen halletmiştik. Listedeki her şeyi almış, eksik hiçbir şey bırakmamıştık. Hatta hızımızı alamayıp istemede giyeceğim elbiseyi bile seçmiştik. Elbise mağazasında onun bana olan hayran bakışlarını hatırlayınca, içim sıcacık oldu. O anda bir takım elbise denemiş ve "Bu seninle uyumlu olur," diyerek esprili bir şekilde aynada kendine bakmıştı.

Gözlerimi tatlımdan kaldırıp ona baktım, "Ama bir yer seçmeliyiz. Daha otel bulacağız, yer tutacağız falan çok işimiz var," dedim kararsız bir şekilde. Balayını planlamak beni heyecanlandırsa da detaylar gözümde büyüyordu.

Alpay ise her zamanki sakinliğiyle bana baktı, gülümsemesi hiç eksilmeden, "Gitmeyi çok istediğin ama hiç gitmediğin bir yer var mı?" diye sordu.

Bir an düşündüm. Gidebileceğimiz yerler, hep aklımda hayal ettiğim destinasyonlar gözümün önünden geçti. Sonra hafifçe gülümsedim, "Mersin," dedim. "Orası hakkında çok şey duydum ama hiç gidemedim."

Alpay gülerek başını salladı, gözleri parıldıyordu. "Tamam, Mersin'e gidelim," dedi. "Ben de hiç görmedim orayı zaten."

Bu kadar hızlı bir karar vermesi beni biraz şaşırttı ama onunla her şeyin bu kadar kolay ve doğal ilerlemesi içimi rahatlatıyordu. "Mersin'e mi? Gerçekten mi?" dedim hafif bir şaşkınlıkla.

"Gerçekten," dedi güvenle. "Hatta çoktan gideceğimiz yer bile belli oldu, oteli bulmak da zor olmaz."

"Sen hep böyle mi her şeyi kolaylaştırırsın?" diye sordum, hafif bir gülümsemeyle.

"Seninle her şey kolay," dedi ciddi bir tonla, gözlerinde o tanıdık sıcaklıkla. Yüzümdeki gülümseme biraz daha genişledi, içimde tatlı bir his yayıldı. "Böyle şeyler dersen daha çok aşık olurum ama," dedim hafif alayla, onu biraz daha gülümsetmek isteyerek.

Alpay, gözlerini kısmış, aynı tonda cevap verdi, "Zaten değil misin?"

Dudaklarımı büzüp düşündüğümü belli eden bir ifadeyle omuz silktim. "Eh, biraz yani. Yüzde kırk falan," diyerek işi yeniden şakaya vurduğumda onun gülüşünü duydum. Kahkahası içten, sıcak ve rahatlatıcıydı.

"Yüzde kırk mı?" diye sordu hâlâ gülümseyerek. "Ben de sanıyordum ki en az yüzde seksen doksanlardasın."

Gözlerimi devirdim, "Öyle bir şey olur mu? Aşkta yüzde kırk yeterli bence, geri kalan yüzde altmışı Mersin'de tamamlarız." Şaka yollu bir cevap verdim ama o anda Alpay'ın bakışlarındaki sıcaklık, işin aslında o kadar basit olmadığını hissettirdi.

Alpay eğilip biraz daha bana yaklaştı, yüzünde hafif bir gülümsemeyle, "Yüzde kırklık bir aşk için bütün maaşımı düğün masraflarına yatırdığıma inanamıyorum," Dediğinde bu sefer ben güldüm. "Olur öyle şeyler arada, meraklanma hiç."

Gülerek tatlısından bir çatal aldı. "Mersin'e gittiğimizde kalan yüzde altmışı çok güzel bir şekilde tamamlayacağım, sen meraklanma hiç." Şaşkınlıkla büyülttüğüm gözlerimi yüzüne diktim. Yüzünde arsız bir gülümseme vardı.

Bu adama benim libidom çok yükseliyor, Asos. İmalara gel. Ben hemen şimdi Mersin'e gitmek istiyorum, kalan yüzdeleri nasıl tamamlayacak çok meraklıyım.

Çantamdan telefonumun tanıdık müziğini duyduğumda elimdeki çatalı bırakıp hızla telefonumu çıkardım. Arayan kişinin kim olduğunu görünce bir an duraksamadan hızla toparlanıp telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "Emredin komutanım," dedim, sesimdeki ciddiyetle.

Telefonun diğer ucundaki İshak Albay'ın sert ama alışık olduğum ses tonu hemen geldi. "Asel, timini al ve alaya gel. Görev var."

Albay beni görmese de, alışkanlıkla başımı salladım. "Hemen komutanım. Ne görevi?" diye sordum, hızlıca toparlanmaya başlarken.

"Yeni askerler gelecek farklı illerden. Onlara iki saatlik bir eğitim vereceksiniz," dedi. Sesindeki kesinlik, bu görevin önemini bir kez daha vurguluyordu. "Ayrıca onların uyum süreciyle ilgileneceksiniz. Hızlıca hazır olun."

"Anlaşıldı komutanım," dedim. Telefonu kapatıp masaya koyarken Alpay'ın beni dikkatle izlediğini fark ettim.

"Yeni bir görev var, değil mi?" dedi, tahmin edilebilir bir ses tonuyla.

Başımı salladım ve hızla toparlanmaya başladım. "Evet, yeni askerler geliyor. Onlara eğitim vereceğiz." Alpay, benimle birlikte hazırlanarak ayaklandı ve ikimiz aynı anda kafeden çıktık.

☪☪☪

"Yumruklar daha sert olsun, askerler! Burası ana ocağı değil!" diye bağırdığımda karşımdaki iki düzine asker refleksle hareket edip yumruklarını daha da sıkılaştırdı. Sesim yankılandıkça eğitim alanındaki gergin hava biraz daha yoğunlaştı.

Çoğu vatani görev için gelen yeni yetme askerlerdi. Yüzlerinde bir karış kararsızlık, bir o kadar da merak vardı. Zorlanacaklarını, disipline edileceklerini biliyorlardı, ama işin ciddiyetinin bu kadar hızlı anlaşılacağını tahmin etmiyorlardı sanırım. Her biri, yeni geldikleri bu dünyada nelerle karşılaşacaklarını henüz tam anlamıyla bilmiyordu.

Askerlerin arasındaki titrek bakışları fark ettim. Bu onların ilk deneyimiydi; ne kadar zorlanacaklarını, ne kadar dayanıklı olduklarını görecektik. Ama bu eğitimin amacı tam da buydu. Onları gerçeğe hazırlamak.

Yavaşça aralarında dolaşmaya başladım, her birinin gözlerine kısa kısa bakarak devam ettim. "Daha sert yumruklar! Bu eğitim, gelecekteki hayatta kalma mücadeleniz için. Burada hata yaparsanız, orada ikinci şansınız olmayacak." Sesim sert ve netti. Bu gençlerin, disiplinin ve sıkı eğitimin anlamını çok hızlı kavramaları gerekiyordu.

Aralarından biri, hafif tereddütle bana doğru baktı. Elindeki yumruk yeterince sıkı değildi. Ona yaklaştım, bakışlarını yakaladım. "Eğer bunu burada başaramazsan, görevde ne yapacaksın?" diye alçak ama ciddi bir sesle sordum.

Yutkundu, gözlerindeki kararlılık artarken yumruğunu daha da sıktı. "Anlaşıldı komutanım!" dedi sonunda.

Başımı onaylarcasına salladım ve geri çekildim. "Hepiniz bu göreve hazır olmalısınız. Görevde zayıflığa yer yok!"

İçlerinden birisi konuştu. Yapılı ve kalıplı olan vücudu onun yaşça diğerlerinden büyük olduğunu belli ediyordu. Muhtemelen asker kaçağıydı ve devlet onu bir şekilde yakalayıp buraya yollamıştı.

"Bize karşıdan emir veriyorsunuz ama henüz sizin marifetlerinizi göremedik? Bizden daha iyi olduğunu göstermeyen bir kadından neden emir alalım?" Dediğinde hepimizin sert bakışları ona döndü.

Askeri Lise'de, akademide ve meslek hayatımda buna benzer çok karşılık görmüştüm. Akademide o kanattaki tek kızdım ve herkes elimin hamuruyla neden burada olduğumu sayısız kere yüzüme vurmuştu.

Her Türk asker doğar, sözünü tamamen erkekler üzerine alıp askerliğin kadınlar için olmadığını düşünürdü herkes. Oysaki gerçek çok farklıydı.

Askerlik, cinsiyet meselesi değil vatan meselesiydi. Türk'ün geçmişinde Tomris Hatun, Şerife Bacı, Nene Hatun, Terken Hatun, Karafatma gibi kadın savaşçılarımız vardı.

Sert ve büyük adımlar atarak bu sözü diyen askerin karşısında durdum. Gözlerimde omzumdaki yan yana dizili üç yıldızı gösterdim. "Bak bu omuzlara, üç yıldızlı bu omuzlar. Bu ne demek sen bilir misin? Yüzbaşı demek, subay demek. Sen subay olmayı, bu üç yıldızı almayı kolay bir şey mi sanıyorsun? Ben bu yıldızları almak için canımı dişime takarak, gecemi gündüzüme katarak uğraştım. En dipten tırnaklarımla kazıya kazıya çıktım buraya. Benim yeteneğim senin gibi haddini bilmez yeni yetme askerlerin diline makara olacak bir şey değil."

Sözlerime devam ettim. "Madem yeteneklerimi görmek istersin, arkamdaki askerlerden birini seç. Seçtiğin askerle karşılıklı dövüşeceğim."

Asker, arkamdaki tim arkadaşlarıma baktı. Gözleri Alpay'ı bulduğunda içlerindeki en yapılı ve uzun boylu olan o olduğu için onu seçti. "Onu seçiyorum."

Alpay, bir adım atarak karşımda durduğunda askerler geri çekilerek bize yer açtı. "Tüm gücünü kullan." Diye sert bir sesle Alpay'a konuştum. Bunu dedikten sonra gücünü sınırlamayacağını biliyordum. Öylede oldu.

Alpay bir saniye bile tereddüt etmeden güçlü bir yumruğu hızla bana doğru savurdu. Kolumla hızlıca yumruğunun önünü kestim, gücünü kullanarak yumruğunu geri savurdum. Alpay'ın gözlerinde beliren gurur anlıktı, hemen toparlandı ve bir kez daha atağa geçti.

Sert bir hareketle geri çekildim, ardından aynı hızla ona doğru hamle yapıp sağ kolunu kavradım, gücünü kendi avantajıma çevirdim. Yüzündeki odaklanmış ifade, ciddiyetle savaştığını gösteriyordu. Ama bu sadece onun gücünü göstermek değil, aynı zamanda bana olan saygısını da hissettirmek içindi.

İkinci hamlesi daha sertti, bu sefer daha hızlı vurdu. Bu hamleden korunamamıştım. Yumruğu, çeneme isabet ettiğinde dudağım kanadı. Kan, damla damla dudağımdan aşağıya akarken bunu umursamayıp tekmemi sol koluna geçirdim.

Kolu, hafifçe geri savrulurken bacağım yere inmeden onu kavradı ve bacağımdan çekerek sırt üstü yere uzanmamı sağladı. Yere uzandığımda o da üzerime doğru eğildi.

Üç gün sonra isteme, beş gün sonra nişan, bir hafta sonra kına gecesi ve iki hafta sonra da düğünümüz var ama biz burada düşman gibi dövüşerek cilveleşiyoruz Asos, bir doktora gidip deli raporu mu alsak?

Dövüşerek cilveleşmek bence gayet güzel bir yol. Herkesten bir farkımız olmalı.

Alpay, üzerimde hakimiyetini kurarken bu sefer sağ bacağımı bacağına doladım ve omzundan iterek onu üzerimden ittim.

Şimdi altta olan o, üstte olan bendim.

Dizimi dikkatlice karın boşluğuna bastırdım, gücümü tam kullanmadan, ama odağını kaybetmesine yetecek kadar. Sonra yüzüne sert bir yumruk attım. Yumruğum kaşına denk geldi, kaşının kanamaya başladığını görünce hafifçe gülümsedim. Dudağımın intikamını almıştım.

Bir an için nefesimi toparladım, ama düğün öncesi kocamı öldürmeye niyetim olmadığını bilerek üzerimden kalktım. Elimi ona uzatıp yerden kalkmasına yardımcı oldum, Alpay kaşındaki kanı silerken hafifçe gülüyordu.

"İyi bir dövüştü, komutanım," Dediğinde bende güldüm. "Bence de, yüzbaşım." Dedikten sonra laf eden askere döndü bakışlarım. "Yeteneklerimi gördüysen, talime devam!"

Askerler, sözümü ikiletmeden eski düzenlerini alarak talime devam ettiler.

☪☪☪

Yeni askerlerin talimi bittiğinde rapor vermek için İshak Albay'ın odasına ilerledim. Kapıyı tıklattım ve içeriden gir emri gelince içeri girdim.

İshak Albay'ın odasına girer girmez, resmi bir şekilde selam verip raporumu sundum: "Komutanım, yeni askerlerin talimi bitmiştir. Arz ederim."

Albay gözlerini dudağıma dikti ve kaşlarını hafifçe kaldırarak sordu, "Senin dudağına ne oldu?"

Gülmemi zorla bastırarak, durumu açıklamaya çalıştım. "Yeni askerlerden biri benim yeteneklerimi görmeden benden emir almayacağını söylediğinde, Yüzbaşı Alpay ile bir dövüş yaptık, komutanım."

Albay, başını sanki hepimizden ümidi kesmiş gibi sallayarak bir iç çekti. "Siz adam olmazsınız. Artık askerlerimin topu kaçık olduğu için yaptığınız delilikleri sorgulamayı bıraktım," dedi, gözlerinde hem hafif bir kızgınlık hem de alttan alta gelen bir memnuniyetle.

Aramızda bir anlık sessizlik oldu, sonra Albay gözlerini tekrar bana dikti. "İyi misin?" diye sordu, ama sesindeki ton, her zamanki ciddiyetinin ötesindeydi.

"Gayet iyiyim, komutanım. Alpay da sağ salim," dedim, dudaklarımdaki kanı aldırış etmeden gülümseyerek. Albay başını tekrar salladı, ama bu sefer yüzünde çok hafif bir gülümseme belirdi.

"Tamam, Asel. İşine devam et," dedi, beni izin vererek. "Komutanım, aslında benim size sormam gereken bir konu vardı." Diyerek çekinircesine konuştuğumda meraklı bakışları bana döndü.

"Sor, Asel." Dedi sakince. Sessizce dinliyordu, gözlerinde hafif bir şaşkınlıkla beraber ciddi bir ifade vardı. Çekinerek devam ettim:

"Komutanım, Yüzbaşı Alpay ile durumlarımızı biliyorsunuz. Üç gün sonra memleketimde benim istemem olacak. Ancak bildiğiniz üzere Yüzbaşı Alpay'ın bir ailesi yok. Tim olarak size saygımız sonsuz, sizin bizi evladınız gibi gördüğünüzü biliyoruz. Biz de hepimiz sizi babamız gibi sever, sayarız. Alpay, vasi olarak sizin gelmenizi istedi fakat kendisi sormaya biraz çekindi."

Sözlerim bitince bir an sessizlik oldu. Albay'ın yüzünde yavaşça beliren bir sıcaklık fark ettim, gözlerinde alışkın olmadığım bir şefkat vardı. Derin bir nefes alıp konuştu:

"Alpay'ın çekinmesine gerek yokmuş, bunu bizzat kendisi söyleyebilirdi," dedi, sesi her zamanki sertliğinden uzaktı. "Ama yine de böyle bir şey düşündüğünüz için çok memnun oldum, Asel. Alpay'ın yanında olacağım, her zaman olduğu gibi. Onu yalnız bırakacağımı mı sandınız?"

İshak Albay'ın bu cevabı içimde bir rahatlama dalgası yarattı. Gözlerimdeki minneti fark etmiş olacak ki, hafifçe başını eğerek devam etti:

"Üç gün sonra orada olacağım. Sizin gibi evlatlarım varken, böyle özel bir günde yanınızda olmamak düşünülemez bile. Alpay'a da söyle, bu konuda hiç endişelenmesin."

Bir an için gözlerim doldu, ama hemen kendimi toparladım. "Teşekkür ederim, komutanım," dedim, sesimdeki minneti saklamaya çalışmadan. Albay başını salladı ve hafifçe gülümsedi.

"İkiniz de çok iyi bir yola adım atıyorsunuz. Mutluluklarınız daim olsun, Asel. Şimdi işine devam et, sizi mutlu görmek bana yeter."

Selam verip odadan çıkarken içimde büyük bir huzur ve sevinç vardı. Alpay'a bu haberi vermek için sabırsızlanıyordum.

☪☪☪

"Sanırım bayılacağım!" diye mırıldandım, telaşla yanımdaki masadan sürahiden bir bardak daha su alırken. Suyun serinliği avuçlarımda hafif bir rahatlama sağlasa da, içimdeki heyecan dinmek bilmedi.

Şuan Ordu'daydım, dedemlerin evinde bir merasim olacaktı.

Evin içerisi fazla kalabalık sayılmazdı. Bizim timden Senem, Kürşad abi, Ozan ve Uras vardı yanımda. Onlar bugün kız tarafıydı ama düğünde erkek tarafı olacaklardı.

Koray, Uras, Murat ve Poyraz ise Alpay ile İzmir'deydi. Onlar da bugün erkek tarafıydı ama düğün gününde kız tarafı olacaklardı.

"Senem, bayılırsam makyajım akar mı? Ya da elbisem kırışır mı?" diye yanımdaki Senem'e sorduğumda, telaşım her zamankinden daha da artmıştı. Şu an benim odamdaydık ve Senem, hazırlanma sürecimdeki panik halimi biraz da olsa yatıştırmaya çalışıyordu.

"Hayır, makyajın akmaz ama elbisen kırışır; o yüzden bayılamazsın!" diyerek sitemli bir şekilde bağırdı. Son bir saat içinde ona bir sürü soru sormuş ve iyice bunaltmıştım.

"Bayılabilir miyim, Senem?"

"Bayılırsam ayakkabının topuğu kırılır mı, Senem?"

"Senem, ya kahveleri dağıtırken bayılırsam ve elbisem kahve olursa?"

"Senem, makyajım gerçekten olmuş mu?"

"Bu elbise olmadı ya, değişeceğim ben bunu!"

Her biri başka bir kaygı taşıyan bu sorularla, içimdeki heyecanı dile getirirken Senem'in sabrını zorlamıştım.

Üzerimde beyaz renginde hafif parlak bir kumaştan, ince askılı, yaka kısmı V şeklinde gelecek şekilde hafif bir dekoltesi vardı. Bel kısmında taşlardan yapılma bir kemer detayı vardı ve belimi tamamen sarmıştı. Etek kısmı ise belimden aşağıya doğru genişleyerek diz kapağımın bir karış üstünde bitiyordu. Arkasında ise iplerden yapılmış bir dekolte vardı.

Saçımın önlerini maşalarken arkada zarif bir topuz yapmıştım. Ayakkabılarım ise beyaz, orta topuk bir ayakkabıydı ama topuklu ayakkabılara alışık olmadığım için bu bile benim için fazla gibiydi.

"Ne zaman gelecekler?" Senem, telefonundaki saate baktı. "Yarım saate burada olurlar."

Kalbim hızla çarparken, Senem'in hazırlıklarımı kontrol etmesi için bir kez daha dönüp ona baktım. "Yarım saat... neden bu kadar geç?!" Düşüncelerim zihnimde dans ederken, içimde bir heyecan dalgası yükseliyordu.

Senem, "Uçakları rötar yemiş. Heyecanlanma, her şey çok güzel olacak," dedi, gülümseyerek. "Bunu hak ettin, Asel. Mutlu olmayı hak ettin." Sözleri biraz olsun rahatlamama yardımcı olsa da içimdeki kıpırtı dinmiyordu.

"Ya bir şeyler ters giderse?" diye fısıldadım, endişelerimle yüzleşirken. "Ya kaygıdan bayılırsam ya da her şey karmaşık bir hâl alırsa?"

"Hayır, bunlar olmayacak." diyerek cesaret verici bir ses tonuyla yanıtladı. "Hadi, biraz derin nefes al. Kendine güven, hepsi çok güzel olacak."

Nefesimi derin bir şekilde alıp, yavaşça verdim. Elbisemin hafif parlak dokusu ışıkta parlıyordu; bir an kendimi çok şık hissettim.

Odamın kapısı çalındığında içeri babaannem girdi. Üzerinde siyah bir elbise ve beyaz, güllü bir yazma vardı.

Gülümseyerek ayağa kalktım ve kendi etrafımda dönerek kendimi ona gösterdim. "Nasıl olmuşum halam?" halam, gözlerinden akan yaşları yazmasına sildi.

"Pek güzel olmişsin guzum," Yanıma yanaşarak parmaklarını yüzüme sardı ve yanaklarımı okşadı. "Oy benum gınalu paçim (kızım), büyüdükçen anana benzersun. Umarum kısmetunda oaa benzer."

Dolan gözlerimi bastırarak halama sarıldım. halam arkamdaki annemle babamın resmine bakarak iç çekti. "Keşke ananlan atanda bu günu görebilseydu..."

Boğazıma oturan yumruyu yok etmek zordu. Ellerini tuttum, "Onlar hep benimle ki halam, onlar hep benim kalbimde."

Büyük halam, odadan çıktığında içeri küçük halam ve Mahi girdi. Halam, kırmızı bir elbise giyerken Mahi, bebek mavisi bir elbise giymişti ve çok tatlı gözüküyordu.

"Asi ablam!" Diyerek kucağıma atladı ve yanaklarımdan öptü. Yanaklarımdaki fondöten dudaklarına bulaştığında yüzünü ekşitti.

"Peri gibi olmuşsun!" Diyerek beni inceledi. "Sen varken perilik bana düşmez, prenses." Diyerek onu öptüm.

"Çok guzel olmişsun Asel'um." Halama sarıldım. "Zilli demak yok mi?" Dedim gülerek. "Yoh, bugün senun günun."

"Hala, ben çok heyecanlıyım, her an düşüp bayılabilirim."

Halam, beni teselli etti ve yarım saat hızla geçti.

Telefonum masanın üzerinden titrediğinde hızlıca aldım. Alpay mesaj atmıştı.

"Balkona çık, geldik biz." Heyecanla balkona çıktığımda aşağıdaki iki arabayı gördüm. Arabalardan bir müzik yankılanıyordu.

Herkes içeri girdiğinde merasim başlamıştı. İstemeye İdil'i de davet etmiştim. Ben, Senem ve İdil mutfakta kahveleri hazırlıyorduk.

"Asel, melek gibi olmuşsun ben bile sana aşık oldum şuan." İdil'e güldüm. "Sen bana değil, Koray'a aşık ol." İdil, utanarak başını çevirdi.

Kahveleri tepsiye sırayla dizdim. Alpay'ın kahvesini ayrı bir tepsiye koydum. Ben direkt olarak onun kahvesini götürürken İdil ve Senem diğer kahveleri dağıtıyordu.

Alpay'a kahvesini uzattığımda gülümsedi. "Bu kadar güzel olmak zorunda mıydın?" Gülerek başımı salladım. O da benimle uyumlu olmak için beyaz bir takım elbise giymişti.

"Kahveye zehir koymadın değil mi?" Başımı salladım. "Bilmem, iç de gör."

Yerime, yani Alpay'ın yanına, oturduğumda herkesin dikkatli bakışları Alpay'daydı. Kahveyi içmesini bekliyorlardı. Alpay, kahvesinden bir yudum aldı sonra şaşkın bakışları bana döndü.

"Hastaneyi arayalım mı?" Diye soran Uras'ı duydum ama ben ona bakmakla meşguldüm. Alpay, dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. "Çok güzel olmuş, ellerine sağlık."

Ardından tek dikişte kahvesini bitirdiğinde kızlar hariç herkes şaşkındı.

Evet, kahveye tuz yerine bal koymuştum.

Diğerleri de kahvelerini içti aynı anda. Kahvelerinden ilk yudumu alır almaz Kürşad abi, Baran, Uras, Koray, Ozan, Murat ve Poyraz yüzlerini ekşitti.

"Asel, kahveleri mi karıştırdın kızım? Bu tuz ne?" Diye sora kişi Kürşad abiydi.

"Asel, tuzlu kahveyi bize yapmayacaktın." Dedi Baran.

"Asel, şu isteme bir bitsin seni çok fena döveceğim." Dedi Koray.

Ama ben gülüyordum. Alpay'a tuz katmamıştım ama diğer tim üyelerinin -Senem hariç- kahvesine tuz katmıştım.

"Tuz istenmeyen kişinin kahvesine katılırmış." Dedim masumca.

Kürşad abi, bardağı masaya bırakırken yeniden yüzünü ekşitti. "Asel, gerçekten tuzlu kahve yapmamız gereken tek kişi sensin," dedi, esprili bir dille. Diğerleri de benimle dalga geçiyordu, ama ben sadece gülümsemekle yetindim.

İshak Albay, kahvesini bırakarak ellerini dizlerine vurdu. "Evet efendim, gelelim sebebi ziyaretimize," Diye sözlere başladığında kalbim sanki yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.

"Sevgili Osman Bey, öncelikle burada bulunmaktan büyük bir mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. Bugün burada, iki aile arasında güzel bir bağ kurmak için toplandık. Asel, görevinde ve mesleğinde çok başarılı olan bir subayımız ve bende kendisini kızım gibi görürüm. Bu güne kadar bir kere bile saygıda kusurunu görmedim. Kızımız Asel ve oğlumuz Alpay, tanışıp anlaşmışlar kendi aralarında böyle bir karara varmışlar. Bize de onları desteklemek düşer, Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Asel'i, oğlumuz Alpay'a istiyoruz."

İstekli bakışlarım albaydan amcama döndü. Amcam, elindeki kahvesini bırakarak ciddi bir şekilde Alpay'a baktı.

Amcamın yüzündeki ciddiyet, odadaki gergin havayı iyice artırmıştı. Alpay, amcamın gözlerinin içine bakarak bir şeyler söylemesini bekliyordu. Kalbimdeki heyecan artarken, İshak Albay'ın sözlerinin yankısı hala kulaklarımda çınlıyordu.

Amcam, derin bir nefes aldı ve ardından yavaşça konuşmaya başladı. "Asel, benum gözümün nuridur. Şehit abim Doğan'un tek kizidur. Onun mutluluğu benum da mutluluğumdur. Ancak ben bu konuyu bir da oaa sormak isterum," Diyerek bana döndü.

"Gizum, sen bu koçari ile evlenmek ister misun?"

Amcacığım, versen mi artık bizi? Biz bu koçariye gitmek için can atıyoruz ne diye soruyorsun? Ver artık bizi ya!

"İsterim amca," Dediğimde amcam gülümseyerek başını salladı. "Eh, verdum gittu o vakut."

O an, odadaki gerginlik yavaşça dağıldı. Amcamın gülümsemesi, kalbimdeki sıkıntıyı hafifletti. Alpay'ın yüzünde beliren mutluluk ifadesi, benim de içimi aydınlattı. Herkesin yüzünde bir sevinç belirdi; bu an, hayal ettiğimiz geleceğin ilk adımıydı.

Amcam, kahvesini yeniden alarak, "O zaman, hayurlu olsin," dedi. "Dua edelum ki, birlikteluğunuz her daim sevgi ve huzurla dolsun."

İshak Albay, bu güzel anı pekiştirmek için "Şimdi bu kutlamayı hak ettiniz," dedi. "Hayatınız boyunca birbirinize destek olun. Asel, senin gibi bir asker ve evlatla çalışmak, benim için en büyük mutluluktu. Alpay, sen de ona layık olacağın konusunda söz ver."

Alpay, başını sallayarak amcama döndü "Söz veriyorum, Onur amca. Asel'e her zaman destek olacağım ve onun mutluluğu için elimden geleni yapacağım," dedi.

İşte buna hiç şüphemiz yok, değil mi Asos?

 

Bölüm : 08.04.2025 16:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...