48. Bölüm

46. Bölüm

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Her şey çok güzeldi.

Alpay... Ben... İstememiz... Her şey kusursuzdu. Ta ki yarım saat öncesine kadar.

İsteme konuşmasından sonra Alpay ile yüzüklerimizin takılması için ayaklanmıştık. Amcam, alyanslarımızı parmaklarımıza taktı ve kırmızı kurdeleyi kesti.

Sonra ne oldu?

Ben bayıldım!

Evet, ciddi ciddi yüzükler takıldıktan sonra fazla heyecan yaptım ve sabahtan beri de bir şey yemediğim için bayılıp kaldım öyle. Allah'ım bu nasıl bir rezilliktir?

"Daha iyi misin?" Alpay'a dönmedim bile. "Sus, kes sesini, sus. Çok utanıyorum şuan, sus." Alpay, gülmemek için kendisini zor tutuyordu.

Alpay, benim utancımı eğlenceli bir fırsata çevirmekte ustaydı, ama şu an en son ihtiyacım olan şey daha fazla dalga geçilmekti. Yatakta oturmuş, kendime gelmeye çalışırken yüzümde hala hafif bir kızarıklık vardı. Aklımda sadece o anı geri alıp bayılmayı önlemek vardı, ama çok geçti.

Alpay, sessizce yanıma oturdu, ellerini dizlerinde birleştirip yan gözle bana baktı. Yüzünde o tanıdık, yaramaz gülümsemesi vardı, ama bu sefer içinde bir şefkat de vardı.

"Yemek yemedin, değil mi?" diye sordu, sesinde hala o hafif alaycı tını.

"Sus!" dedim, gözlerimi ona çevirmeden. Ama bu kez sesimdeki kızgınlık yerini çaresiz bir gülümsemeye bırakıyordu. "Sana dedim ya, utandım. Bir de gülme sakın, bak hâlâ toparlanamadım."

Alpay elini kaldırıp işaret parmağını dudaklarına götürdü, sahte bir ciddiyetle, "Tamam, tamam, susuyorum. Bir kelime bile etmiyorum."

Sonra aniden ayağa kalktı ve odadan çıkıp birkaç saniye sonra elinde bir tabak dolusu halamların yaptıkları ikramlarla geri geldi. Tabaktaki kalem böreklerinden birini bana uzattı. "Biraz ye," dedi yumuşak bir sesle. "Sana enerji lazım."

Bir an duraksadım, ama sonra böreği alıp bir ısırık aldım. Utanmıştım, evet, ama Alpay'ın böyle küçük şeylerle beni toparlamaya çalışması hoşuma gitmişti. Başımı hafifçe ona çevirip gülümsedim. "Teşekkür ederim," dedim sessizce.

Alpay, gözlerindeki sıcaklıkla bana baktı, "Utanma, rezil olmadın. Zaten herkes senin saatlerdir bayılacağım diye söylendiğini söyledi, kimse şaşırmadı yani bu duruma. Herkes unutacak, söz veriyorum."

Alpay, yanımda durarak elini sırtıma koydu, destek verircesine. "Gerçekten merak etme," dedi sessizce. "Herkes gayet iyi anladı, sen kendini boş yere sıkıyorsun."

Oturma odasına geri döndüğümüzde gözler üzerimdeydi, ama hiçbiri yargılayıcı değildi. Ailemin ve arkadaşlarımızın içten gülümsemeleri bana biraz daha rahatlamamı sağladı. Herkesin bu durumu anlayışla karşılaması içimdeki utancı biraz hafifletmişti.

"Kusura bakmayın. Biraz dinlenmem gerekti sanırım," dedim hafif bir gülümsemeyle. O an, yüzüklerimiz parmağımızda, başımıza gelen bu ufak aksilik bile bizi daha da yakınlaştırmış gibi hissediyordum.

Ozan ise bu durumu kaçırmayıp tekrar lafa girdi, "Yani şimdi düşününce, tuzlu kahve yerine bu bayılma olayı daha etkileyici oldu. Ama yine de fena bir taktik değildi." Göz kırptı.

Alpay, gülümseyerek bana dönüp, "Bu çocuğu neden davet ettik, hatırlıyor musun?" diye sordu alaycı bir tonla.

"Bir anlık hata," dedim şaka yollu. "Ama tekrar ederse çıkarabiliriz."

Herkes güldü ve ben de yavaş yavaş rahatlamaya başladım. O an anladım ki, ne kadar utanmış olsam da, yanımda bana her durumda destek olan insanlarla her şeyin yolunda olduğunu hissediyordum.

Ozan, alınmış gibi İshak Albay'a döndü. "Komutanım, görüyor musunuz sizin bu çok sevdiğiniz yüzbaşı çiftiniz bana neler yapıyor?"

Albay, her zamanki ciddiliğinden ve otoriterliğinden çok uzaktı bu gün. Kahkaha atarak başını salladı. "Sende hak ettin ama, evlat."

Ozan sahte bir hayal kırıklığıyla omuzlarını silkti ve iç çekti. "Demek ki neymiş? Komutanın desteği bile yetmiyormuş," diye mırıldandı, etrafına bakarak. Herkesin yüzünde neşeli gülümsemeler vardı, Ozan'ın bu sahte mağduriyeti herkesin keyfini daha da yerine getirmişti.

Alpay, yanıma hafifçe sokularak kulağıma eğildi. "Bak, dedim sana. Her şey yolunda. Sadece biraz eğleniyoruz." Sesi yumuşaktı ama içindeki sıcaklık, tüm gerginliğimi dağıtıyordu.

Elimi hafifçe koluna koyup başımı salladım. "Haklısın," dedim. İçimden bir rahatlama dalgası geçti. Bu gece, her şeyin mükemmel olması gerekmiyordu. Önemli olan, yanımda olan insanların varlığıydı ve Alpay'ın desteği en çok ihtiyacım olan şeydi.

"Düğüne on gün kaldı." Dedi sessiz bir şekilde Alpay. Başımı salladım. "Yarın İzmir'e döndüğümüzde bizimkilerle birlikte düğün salonu bakalım. Düğün gününe rezervasyon yapalım ki sonradan bir sorun çıkmasın."

Alpay, başını sallayarak beni onayladı. Dikkatli gözleri bu gün çok kez olduğu gibi yeniden beni baştan aşağı inceledi. Bu sefer dayanamadım. "Ne bakıyorsun sabahtan beri?" Diye mırıldandım.

Hafifçe sırıtarak cevap verdi. "Çok günahım var, güzele bakmak sevapmış ya, sevap kazanıyorum." Dedi çapkın bir şekilde. Bu ani iltifatları her zaman içimi ısıtıyordu. Ama tabii ki kendimden ödüm veremezdim.

"Bir kere o güzel bakmak sevaptır, güzele bakmak değil." Dediğimde güldü. "Gene sevap kazanıyorum o zaman, senden başka kime böyle güzel bakabilirim?"

Alpay'ın bu beklenmedik iltifatına karşılık içimde hafif bir sıcaklık yayıldı, ama tabii ki belli etmemek için kendimi tuttum. Gözlerimi ona dikerek kaşlarımı hafifçe kaldırdım. "Kendini fazla şımartma," dedim, sesimde saklayamadığım bir gülümsemeyle. "Herkes senin o diline aldanmıyor."

Alpay yine o çapkın gülümsemesini takındı, gözlerini kısarak, "Ama sen aldanıyorsun, itiraf et."

Derin bir nefes aldım, ama yüzümdeki gülümsemeyi engelleyemedim. Onun bu rahat tavrı ve içtenliğinin beni her seferinde nasıl etkilediğini biliyordum. Gözlerimi devirdim, ama içimde bir huzur vardı. "Tamam, belki biraz," dedim, isteksizce kabul etmiş gibi yaparak. "Ama sadece bazen."

Alpay, memnun bir ifadeyle başını salladı. "Bana yeter," dedi kısık bir sesle, ardından gözlerini tekrar ciddileştirip bana döndü. "Sen gelsene benle bir." Dedi sakince ve kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı. Üst kata, benim odama geldiğimizde hızlıca içeri soktu ve kapıyı ardımızdan kapattı.

"Alpay, ne yapıyorsun?" Diye sordum şaşkınlıkla.

Alpay, beni hiç dinlemeden başını saçlarımı topuz yaptığım için açıkta kalan boynumu gömdü. Boyun girintimden kokumu iyice içine çekti, oraya sayısız öpücük kondurdu.

"Çok zor durdum aşağıda, çok güzelsin."

Kalbim hızla atmaya başladı. Alpay'ın bu ani hareketi beni şaşırtmıştı, ama aynı zamanda içimde sıcak bir his bıraktı. Onun dokunuşu, öpücükleri beni sarhoş edecek kadar güçlüydü. Nefesim düzensizleşirken, ellerimi hafifçe göğsüne koyarak onu durdurmaya çalıştım.

"Alpay..." dedim kısık bir sesle, ama sesim neredeyse duyulmaz çıkmıştı. İçimdeki karmaşa ile yüzleşirken, ona ne söyleyeceğimi bilemedim. Onun tutkusu ve beni bu şekilde çekmesi karşısında direnmek güçtü.

Alpay, boynumdaki öpücüklerine devam ederken bir yandan fısıldadı. "Sana dokunmadan duramıyorum," dedi, sesi yoğun ve yumuşaktı. "Bu kadar yakınken sana bu kadar uzak olmak zor."

O an, hissettiğim şeylerin derinliğinde kayboluyordum. Ama bir yandan da aklımı toparlamam gerekiyordu. Elleri hala üzerimdeydi, ama ben hafifçe geri çekilerek nefesimi toparladım.

"Alpay, dur," dedim usulca, gözlerine bakarak. "Herkes aşağıda, bizi bekliyor. Burada çok durmamız dikkat çeker."

Alpay, gözlerime bakarak derin bir nefes aldı ve başını bana yaklaştırarak alnını benim alnıma dayadı. "Haklısın," dedi yavaşça, sesi şimdi daha sakin ve yumuşaktı. "Ama seni bu kadar çok sevince... Kendimi kontrol etmek zorlaşıyor."

Sözleri kalbimi ısıttı, ama aynı zamanda bana biraz daha güç verdi. Elimi onun yanağına koyup hafifçe gülümsedim. "Biliyorum," dedim. "Ama biz sabredebiliriz. Çünkü her şey daha güzel olacak."

Alpay, derin bir nefes alıp gülümsedi ve geri çekilerek ellerini belime koydu. "Tamam, bekleriz," dedi usulca. "Sana değer."

Ona sıkıca sarılırken başımı göğsüne yerleştirdim. "Korkuyorum," Diye günlerdir içimde bulunan duyguyu itiraf ettim aniden. "Neden korkuyorsun, güzelim?" Diye sordu sakin bir şekilde.

"Çok mutluyuz Alpay, fazla mutluyuz. Bizim hayatımıza fazla gibi geliyor bu mutluluk. Bir şey olacak diye korkuyorum. Her şey bu kadar güzel giderken birden hayatımız kararacak gibi hissediyorum."

Alpay, bir an duraksadı, sonra elleriyle beni daha sıkı sararak yavaşça nefes verdi. Göğsü hafifçe yükselip alçaldı, kalp atışlarını kulağımda hissedebiliyordum. O sakinliğini koruyarak, alçak bir sesle konuşmaya başladı. "Bunu düşündüğünü biliyorum," dedi. "Ama güzelim, bu korkulara yenik düşmek istemiyorum. Bizim hikayemiz kolay olmadı, ama her şey yoluna girdi. Neden mutluluğumuzu sorgulayalım ki?"

Başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktım. Sözleri doğruydu, ama içimdeki endişeler hâlâ oradaydı. "Her şey yolunda giderken, sanki bir şey kötüye gidecekmiş gibi hissediyorum. Kendimi bu kadar mutlu hissetmeye alışkın değilim."

Alpay, elini saçlarımın arasından geçirerek başımı tekrar göğsüne yasladı. "Mutlu olmak suç değil," dedi yavaşça, sesi güven doluydu. "Bize bahşedilen bu mutluluğu hak ediyoruz. Kötü şeyler olabilir, evet, ama onları yaşamadan önce kendimizi o düşüncelerle zehirlememeliyiz. Biz güçlüyüz. Ne olursa olsun birlikteyiz."

Onun bu sakinliği ve güven verici sözleri içimde bir şeyleri gevşetti. Alpay her zamanki gibi hayatın sert taraflarına karşı dimdik duruyordu, beni de yanında bu güvenli limanda tutuyordu. Bir süre sessizce sarıldık. İçimdeki korkuların ağırlığı hafiflemeye başlamıştı.

"Birlikteyiz," diye tekrarladım sessizce, Alpay'ın kalbinin atışlarını dinleyerek. "Ve birlikteyken her şeyin üstesinden gelebiliriz."

Alpay, dudaklarını hafifçe saçlarıma dokundurup gülümsedi. "İşte bunu duymak istiyordum."

Aşağıya indiğimizde her şey kaldığı yerden devam etti. Saatlerce sohbetler edildi, yemekler yenildi ve çok güzel vakit geçirdik.

☪☪☪

Bir bahçedeydim. Her yer yemyeşil otlarla ve rengarenk çiçeklerle doluydu. Güneş tepedeydi ve hafif bir yaz meltemi esiyordu.

Bahçenin ortasında durup etrafıma baktım; çiçeklerin renk cümbüşü ve hafif esen rüzgarın tatlı dokunuşu içimi huzurla dolduruyordu. Çimenlerin üzerinde yalın ayak yürüyordum ve her adımda toprağın sıcaklığıyla birleşen serin meltemin tenimde bıraktığı his, sanki tüm endişelerimi alıp götürüyordu.

Bir an için gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Çiçeklerin kokusu, hafif rüzgarın uğultusu ve kuş cıvıltıları beni başka bir dünyaya götürüyordu. İçimde tarif edemediğim bir hafiflik hissettim. Sanki her şey olması gerektiği gibiydi; ne geçmişin ağırlığı vardı, ne de geleceğin belirsizliği.

Uzakta bir ağacın altında, Alpay'ı fark ettim. Gözleri üzerimdeydi ve gülümseyerek beni izliyordu. Birkaç adım attım, ama acele etmiyordum. Zaman durmuş gibiydi, sadece o anın tadını çıkarıyordum. Alpay'a yaklaştıkça gözlerindeki o tanıdık sıcaklık kalbime işledi.

Alpay'ın iki sol yanında iki beden daha vardı. Annem ve babam.

Bu bir rüyaydı.

"Gyzym, (kızım)" Dedi annem, yıllardır hasretini çektiğim o Türkmen aksanlı sesiyle. Üzerinde her zaman olduğu gibi askeri kamuflajı vardı. Zaten ben annemi hiç normal kıyafetle görmemiştim ki.

Annemin sesi, yıllardır içimde biriken özlemi su yüzüne çıkardı. O an kalbimde bir boşluk dolmuş gibiydi, ama yine de her şeyin bir rüya olduğunu biliyordum. Annem, her zamanki gibi güçlü ve kendinden emin duruyordu. O tanıdık kamuflajının içinde, geçmişten bir görüntü gibi karşımdaydı. Yüzünde sakin bir gülümseme vardı, ama gözlerinde özlem ve sevgi okunuyordu.

Babam da oradaydı, her zamanki duruşuyla, sessiz ama güven veren varlığıyla. Gözlerim doldu, içimde hem huzur hem de bir tür hüzün vardı. Onlarla birlikte olmak, yılların eksikliğini bir anda dolduruyordu. Ama bunun bir rüya olduğunu bilmek, her şeyi daha acı kılıyordu.

Alpay, başını hafifçe bana doğru eğerek gülümsedi. O, bu sahnenin bir parçasıydı. Sanki bu buluşma, onun sayesinde mümkün olmuş gibiydi.

Annem adım atıp yanıma yaklaştı. Elini saçlarımın üzerine koydu, parmakları usulca saçlarımı okşarken gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Özür dileriz Gyzym," Dedi mahcup bir seslen. "Sana ve Alpay oğluma inanmadık. Ailesi yüzünden mutluluğuna gölge düşürdük... Özür dileriz. Seninle gurur duyuyoruz," dedi. "Ama hayatına devam etmelisin, kızım. Biz hep seninleydik, hâlâ da seninleyiz. Ama artık mutluluğunu korkmadan yaşa."

Babam, sessizce başını sallayarak onayladı. O her zamanki gibi kelimelerden çok bakışlarıyla konuşuyordu. Annemin sözleri içimde yankılandı. Kalbimde taş gibi duran o korku yavaşça eriyip gitmeye başladı.

Alpay, elini nazikçe omzuma koydu. "Onların seninle olduğunu hep biliyordun," dedi, yumuşak bir sesle. "Artık bunu kabullenmenin zamanı geldi."

Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü ama bu sefer acı değildi; bir rahatlama, bir veda gibi. Anneme ve babama bir kez daha baktım, yüzlerindeki o sevgi dolu ifadeyi hafızama kazıyarak. İçimde bir huzur vardı, çünkü onların huzur içinde olduğunu biliyordum.

"Ben de sizi seviyorum," dedim fısıldayarak.

Babam, Alpay'a döndü. "Asel sana emanet, evlat. Ona iyi bak."

Alpay, babamın sözleriyle derin bir nefes aldı ve ciddiyetle başını salladı. "Merak etmeyin Doğan baba, ona her zaman gözüm gibi bakacağım," dedi, sesinde kararlılık ve içtenlik vardı. Babamın ona böyle hitap etmesi, her zaman olduğumuz gibi yine bir askeri bağla konuştuğumuzu hatırlatıyordu. Ama bu sefer farklıydı. Bu, bir komutandan çok, bir babanın kızını emanet ettiği son sözdü.

Babam gözleriyle Alpay'ı tarttı, ama yüzünde yumuşak bir ifade belirdi. Onaylar gibi başını salladı. "Biz artık gitmeliyiz," dedi sonra, sesinde hafif bir hüzünle.

Annem bir kez daha bana sarıldı. "Seni her zaman izliyor olacağız," diye fısıldadı kulağıma. "Korkmadan yola devam et, çünkü biz senin hep yanındayız."

Kalbimde bir boşluk hissetsem de, o an içimde bir sıcaklık dolmuştu. Elveda vakti geldiğini biliyordum. Yavaşça geri çekildiler, ama gözlerinden sevgilerini hiç eksik etmediler. Son bir bakış attılar, sonra sanki rüzgar onları alıp götürdü, yavaşça uzaklaşıp bahçenin ufkunda kayboldular.

Alpay yanımda kalmıştı, elleri hala omuzlarımda. Sessizce gözlerimden akan yaşları silerken, "Bunu birlikte başaracağız," dedi. "Onların istediği gibi, güçlü bir şekilde."

Gözlerimi ona çevirdim, kalbimdeki korku yerini derin bir huzura bırakmıştı. Alpay'ın güven veren varlığı, bu zorlu vedanın acısını hafifletiyordu. Babamın ona verdiği emanetin ağırlığını hissediyordum, ama aynı zamanda Alpay'ın bu yükü sevgiyle taşıyacağını biliyordum.

"Birlikte," dedim, sesimdeki kararlılığı hissederek. Alpay'ın eli elimi buldu ve sımsıkı tuttu.

--

Gözlerimi araladığımda hâlâ gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Yanımda uyuyan Alpay'a baktım. Bir kolunu belime sarmıştı, diğer kolu ise yastığın altındaydı. Yan bir şekilde yatıyordu ve bana dönük olan yanağında hafif hafif yastık izleri vardı.

O an, içimi kaplayan huzur, rüyada hissettiğim hafiflik gibi yüreğimi sarhoş ediyordu. Alpay'ın bu anki hali, bana her şeyin mümkün olduğu hissini veriyordu. Yavaşça elimi onun yanına uzattım ve parmaklarımın ucuyla hafifçe yanağını okşadım. Uykusunun derinliğinde belki de hissetmemişti ama ben, onunla aramızdaki bu sıcak bağı daha da güçlendirdiğimi biliyordum.

Biraz daha dikkatlice izlerken, rüyada gördüğüm anları düşünmeye başladım. Annem ve babam, onların yüzlerindeki o sevgi dolu ifadeler ve Alpay'ın yanındaki duruşu... Hepsi bir bütün gibi zihnimde canlanıyordu. Hala onların sesi kulaklarımda çınlıyordu: "Ona iyi bak."

Alpay birden hafifçe gülümsedi, sanki rüya dünyasında bir şeyler yaşıyormuş gibi. Onun bu hali, içimdeki korkuları bir nebze olsun alıp götürdü. Yavaşça yattığım yerden kalkıp, odanın ışığını açmak için minik adımlarla ilerledim. Pencereden süzülen güneş ışığı, odanın köşelerinde dans ederken, dışarıdaki kuş sesleri de güneşin gelişini kutluyordu. Karadeniz'in serin ve ferahlatıcı havası odama doluyordu.

Yavaşça geri döndüğümde, Alpay hâlâ uyuyordu. Bir süre daha onu izledim; uykuya dalmanın verdiği huzur, ona olan sevgimi bir kat daha artırıyordu. Kendi içimde bulduğum güçle, her şeyin üstesinden gelebileceğimi hissettim.

Yavaşça eğilerek yanağından öptüm. Alpay, gözlerini açarken, önce hafif bir uyku mahmurluğu sonra gülümseme belirdi yüzünde. "Günaydın, yavrum," dedi uykulu bir sesle, sesindeki melodi beni her zamanki gibi sarhoş etti.

"Günaydın," diye fısıldadım, içimdeki mutluluğun bir nebze olsun dışarıya yansıdığını hissettim. Gözlerinin derinliğinde kaybolmak, her zaman beni rahatlatıyordu.

"Beni öpmek için mi uyandın?" dedi hafif alaycı bir tonla, fakat gülümsemesi, yüzündeki her şeyi affettiriyordu.

"Belki de sadece seni izlemek istedim," dedim, ona karşılık verirken. "Ama sonra dayanamadım."

Alpay, başını hafifçe yana eğerek gülümsedi. "Her gün böyle öpülerek uyandırılacaksam hemen yarın evlenelim," dedi. Yavaşça doğrulup oturdu ve omuzuma yaslandı.

"Sabret biraz, dokuz gün kaldı," dedim, içimdeki heyecanın sıcaklığını hissederek.

Alpay, bana sarıldı sıkıca. Bende başımı omzuna yasladım ve onun varlığıyla huzur buldum. "Kendi odana git artık, Büyük halam birazdan bizi uyandırmak için gelir, seni burada görmesin," diye ekledim, sesimde bir parça endişe vardı.

"Yarın düğün konusunda ciddi olmaya başladım. Nişanlımla aynı yatakta bile uyuyamıyorum." Diye söylendi kendi kendine. Gülerek arkasından baktığımda kapıdan çıktı ve kendi odasına yöneldi. Bende üzerime gri bir sweet be siyah bir eşofman giyerek saçlarımı topuz yaptım ve aşağıya indim.

Halam kahvaltıyı hazırlıyordu. Mahi ve ablası okuldaydı.

"Günaydın." Dedim masadaki patatesten bir tane alarak. Halam, elime vurdu anında. "Tırtıklama ula fare gibu." Dediğinde güldüm.

Hızlıca elime mısır ekmeğini alarak dilimlemeye başladım ve halama yardım ettim. "Nişanlun uyanmadu mi?" Diye sordu bana halam.

Uyandı halacığım, biz uyandırdık. Öperek hem de. Gerçi yanaktan öptük ama olsun.

"Bilmem, uyanmıştır herhalde." Halam başını hafifçe salladı, gözlerinde belli belirsiz bir alaycılık. "Siz gençler çok rahatsunuz, bizden bir dane yok." dedi, elindeki bıçağı patatesleri dilimlemeye devam ederken dikkatle tutuyordu. Hafif bir gülümsemeyle ona baktım, mısır ekmeğini dilimlemeyi sürdürerek.

"E, ne yapalım halacığım. Senin devrin başka, bizimki başka," dedim şakayla karışık.

Tam o sırada kapının arkasından bir ses duyuldu. Kafamı çevirip baktığımda Alpay, dağınık saçlarıyla kapıda belirdi. Üzerini değiştirmiş, beyaz bir tişört ve gri biri eşofman giymişti. Yüzündeki uyku mahmurluğu hala geçmemişti.

"Günaydın," dedi mahcup bir gülümsemeyle.

Halam kaşlarını kaldırdı, bir an duraksayıp nişanlıma baktı, sonra bana göz kırparak konuştu. "Günaydun damat, rahat ettun mi?" Dedi halam.

Alpay, bana baktı. "Çok rahat ettim, anlatamam." Dediğinde gece benimle uyuduğu için sesindeki ima bana yönelikti, bunu sadece ben anladım.

Alpay'ın sesindeki hafif alay ve ima, yüzüme belli belirsiz bir tebessüm kondurdu. Halam ise hiçbir şeyin farkında olmadan patatesleri doğrarken ona karşılık verdi. "Oh oh, iyi olmiş. Buralar temiz hava, insanu hemen dinlendürü."

Ben ise göz ucuyla Alpay'a bakıp gülümsedim, onun geceyle ilgili imasını anlamıştım. Bakışlarımdan hoşnut, bana hafif bir göz kırptı.

"Ee, aç mısın? Kahvaltı hazır olur birazdan," diye ekledim, halama yardım etmeye devam ederek.

Alpay, biraz daha ayılmaya çalışarak, "Her şey güzel görünüyor, ben de yardıma geleyim," dedi, masaya doğru yürüyüp bir sandalye çekerek oturdu.

Halam ise ona dönerek, "Sen rahatuna bak damat, sofrayu biz kuraruz. Sen şimdi daha alışamadun buraya, azucuk dinlen," dedi sıcak bir ifadeyle.

Alpay tebessüm ederek masaya oturdu. "Günaydın!" Kürşad abi ve Murat'ta içeri girdi sakince. Bütün tim dün akşam bizde kalmıştı.

"Günaydın," Diyerek elimdeki dilimlenmiş ekmeklerle yanlarından geçerek masaya ilerledim. Masaya bırakıp geri geldim hızlıca. "Siz diğerlerini uyandırın, sofra hazır."

"Emredersiniz, komutanım." Murat, yukarıya diğerlerini uyandırmak için çıktı hızla.

Kürşad abi, masaya oturup kollarını esnetirken gözlerini hafifçe ovuşturdu. "Ne güzel sabah, insan huzur buluyor burada." dedi, ardından bir yudum su aldı.

Alpay ona bakıp gülümsedi. "Öyle, dün gece de iyi dinlendik hepimiz. Ama bu sabah fena acıktım."

Ben de gülümseyerek, "Sana iyi bir kahvaltı hazırladık, sen merak etme," dedim, sofradaki peynir, zeytin ve taze domatesleri işaret ederek.

Kürşad abi, bir bakış attı sofraya, ardından bana doğru dönerek hafif bir tebessümle, "Sırf şu kahvaltı için ömrümün sonuna kadar burada kalabilirim, komutanım." Halam ve ben güldük.

Alpay da başını sallayarak onayladı. "Senin elinden her şey güzel olur zaten," diyerek bana baktı, sıcak bakışları bir an için gözlerimde sabitlendi.

Bu sırada yukarıdan Murat'ın sesi duyuldu, "Koğuş! Kalk, kalk, kalk, kalk!" Yukarıdan duvarlara vurma sesleri geliyordu. Hepimiz gülerek önümüze döndük.

Herkes sırayla aşağıya indi. Murat dışında herkesin yüzü somurtuyordu. "Sönmez Timi'ni kahvaltıya uyandırma görevi tamamlanmıştır komutanım!" Diyerek gülerek bana baktı.

Hepimiz sırayla sofraya oturduk ve amcamların gelmesini bekledik. Amcamlar gelince birlikte sofraya oturup bir güzel kahvaltımıza başladık. Sofradaki çeşitlilik göz kamaştırıyordu; peynirler, zeytinler, domates, salatalık ve tabii ki yanında sıcak ekmek. Her şey harika görünüyordu.

"Mıhlama çok güzel olmuş," dedi Baran, sıcak mıhlamanın tadını çıkararak. Onun bu yorumuna dayanamadım ve ensesine hafifçe vurdum. "Muhlama lan o, düzgün söyle şunu!"

"Komutanım, ben ne dedim?" diye sordu Baran, yüzünde masum bir ifadeyle.

"Mıhlama dedin! Ben seni çivi gibi bir mıhlarım duvara, o zaman görürsün mıhlamayı. Muhlama bunun adı!" diye yanıtladım, hafif gülümseyerek.

Diğerleri kahkahalarla güldü, bu komik tartışma kahvaltı sofrasının neşesini artırmıştı. Baran, ıstakoz gibi başını eğerek, "Tamam, tamam. Muhlama, muhlama... Ne fark eder ki?" dedi.

"Çok şey fark eder Baran!" Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra ayaklandık. "Amca, biz artık kalksak iyi olur. İzmir'e gitmeliyiz."

Amcam kaşlarını çattı. "Bir lema daa galsaydunuz." Dediğinde gülümsedim. "Görev var amca, zaten görüşeceğiz gene." Dediğimde hepimiz odalarımıza çıktık ve eşyalarımızı ayarladık. Bütün ev halkı ile vedalaşarak arabaya binmek için evden çıktık.

Evden çıktığımızda tam karşı kaldırımda Ferda'yı ve yandaşları olan Buse ve Meryem'i görmeyi beklemiyorduk.

Biz çıktığımızda hepsi arkamızdaki sekizliye baktı.

Alpay, Kürşad abi, Koray, Baran, Uras, Murat, Poyraz ve Ozan'a.

"Selam," Diyerek yanımıza ilk gelen kişi tabii ki de Ferda yılanı oldu.

Elimden geldiğince sakin kalmaya çalıştım, ama Ferda'nın orada olması ve kendine güveniyle gülümsemesi, içimdeki huzursuzluğu artırıyordu. Yanımda bulunan arkadaşlarımın tepkileri, durumu daha da gerilten bir hal alıyordu. Hepsi, Ferda ve yandaşlarının duruşunu dikkatle izliyordu.

"Selam," dedi Ferda, kendinden emin bir ses tonuyla. "Ne yapıyorsunuz burada? Yoksa gezmeye mi geldiniz?"

"Benim istemem için geldik tatlım, şimdi gidiyoruz. Sende yandaşlarını al ve ikile hadi." Ferda, alaycı gözlerle bana baktı sonra bakışları Alpay'a döndü. "Ne haber?"

Alpay, umursamazca omuz silkti sonra "Asel nasılsa bende öyleyim." Dediğinde gülmemek için zor tuttum kendimi.

Buse, bakışlarını Koray'a dikmişti. Koray bunu fark edince gözlerini kapatıp sessizce tövbe çekti "Tövbe estağfurullah," Dediğinde arkadan kıkırtı sesleri geliyordu. Koray, Buse'ye döndü. "Bacım, gözlerini çek benden. Benim kalbimi verdiğim deli bir doktor var, yumurta tavası ile döver seni."

Koray'ın sözlerinin ardından ortamda kısa bir sessizlik oldu, sonra kıkırtılar yeniden yükseldi. Ferda'nın grubu şaşkınlıkla birbirine bakarken, bizim ekipte hafif bir rahatlama hissediliyordu. Koray, Buse'ye bakıp dalgasını geçerken, herkesin yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirmişti.

Buse, bu lafların ardından dudaklarını büzüp Koray'a ters ters baktı. "Ne deli doktoruymuş bu? Korkutmaya mı çalışıyorsun beni?" dediğinde, Koray omuz silkti.

"Bacım, denemek istemezsin," diye karşılık verdi Koray. "O tavanın tadını bir kere aldıysan, bir daha unutamazsın."

Buse, Koray'a bir cevap yetiştirmeye hazırlanıyordu ki Meryem'in gözleri Kürşad abinin üzerinde gezindi. Senem durumu fark etmiş olmalı ki, bir adım öne çıkarak Meryem'in önüne geçti. "O gözlerini sevgilimden çek yoksa ben o gözlerini oyarım," dedi kararlı ve tehditkar bir ses tonuyla.

Meryem irkilerek geri çekildi, ama dudaklarını büzerek hafif bir küçümsemeyle, "Sevgilin mi? Askerler nasıl yokluklarda çalışıyor acaba, sana kaldıysa." Diyerek küçümsedi.

Meryem'in küçümseyici sözleri havada asılı kalmışken, içimdeki öfke bir an bile tereddüt etmeden patladı. "Biz olmasaydık, gece götünde dinamit patlatırlardı," dedim sert bir ses tonuyla. Sözlerim çevrede yankılandığında, ortamda bir anlık şaşkınlık oluştu. Meryem'in yüzü bir anda düşerken, yanındaki Buse ve Ferda bile şaşkın bakışlarını ona çevirdi.

Meryem, bu beklenmedik çıkışım karşısında kısa bir süre ne diyeceğini bilemedi, dudakları titredi.

Senem, Meryem'in tam karşısına dikilerek gözlerini adeta delici bir bakışla ona sabitledi. "Biz sarışınların bir tahtası eksik olur, benim sarışınlığımı tepeme vurdurmadan sevgilimden gözlerini çek ve burada ikile," dediğinde sesindeki kararlılık havayı iyice germişti.

Meryem, Senem'in bu çıkışına karşılık veremeden geri çekildi. Hemen ardından Ferda, arkasında kalan öfkeli bakışlarımı fark edince, hızlıca gözlerini kaçırdı ve kendi grubuna döndü. "Meryem ve Buse, hadi gidelim kızlar," diye onları toparlayarak hızla uzaklaşmaya başladılar.

Ortamda bir rahatlama hissi vardı ama yine de gerilimin etkisi kalmıştı. Kürşad abi, bu anı değerlendirmek istercesine hafifçe gülümseyerek, "Bunlar hep böyle mi?" diye mırıldandı. Ancak, Senem hızla ona döndüğünde, gözlerinde bu sefer Kürşad'a yönelmiş bir öfke parıltısı vardı.

Kürşad abi şaşkın bir ifadeyle ellerini kaldırarak savunmaya geçti. "Ben ne yaptım güzelim?" diye sordu masum bir tavırla. Onun rahatlığı, durumu yumuşatmaya çalıştığını gösteriyordu, ama Senem onun bu çabasını fark etmemiş gibiydi.

Senem, onu baştan aşağı süzdü, gözleri Kürşad'ın yüzünde gezindi. Derin bir nefes aldıktan sonra, alaycı ama içten gelen bir ifadeyle, "Niye bu kadar yakışıklı olmak zorundasın?" dedi. Sözleri, ilk başta ciddi görünse de yüzündeki yumuşayan ifade gerilimi kırmıştı.

Kürşad abi hafifçe gülümseyerek başını eğdi. "Elimde değil, doğuştan. Kurban olduğum Allah'ım böyle yaratmış." dedi şakayla karışık bir ses tonuyla. Baran ve Alpay, bu anın komikliğini kaçırmadan kıkırdamaya başladılar.

Alpay, Senem'in yanında belirdi ve kolunu hafifçe omzuna attı. "Hadi, sakinleş," dedi yumuşak bir sesle. Senem ise gözlerini devirdi ama gülümsedi, içindeki öfkenin yerini artık rahatlamış bir hava alıyordu.

Hep birlikte havaalanına giderek uçak biletlerimizi aldık ve Şırnak'a geri dönmek için uçağa bindik.

 

Bölüm : 08.04.2025 16:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...