
Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çok iyisinizdir.
---
"Sönmez Timi, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!" Diyerek harekât merkezinde dizilen ekibimle birlikte İshak Albay'a selam verdik.
İshak Albay, ciddi ama kararlı bakışlarıyla ekibi süzdü. Gözleri bir an herkesin yüzünde gezindikten sonra başıyla hafifçe selam vererek söze başladı: "Hoş geldiniz Sönmez Timi. Burada olmanız, zorlu bir göreve hazır olduğunuzun göstergesi. Ama bu, sıradan bir operasyon olmayacak. Hepinizin en iyisini vermesi gerekecek."
Ekipteki herkes dimdik duruyor, nefes alışları bile düzenliydi. Harekât merkezinin atmosferinde, gerilimin yanında dayanışmanın güçlü bir hissi dolaşıyordu.
İshak Albay masanın üzerinde duran haritayı işaret ederek devam etti: "Operasyon alanımız burası. Kendilerine Kürtçe Şev, Türkçe anlamı ile Gece diyen bir grup teröristin kamp alanı."
Alpay, dikkatli bakışlarla haritayı inceledi. "Daha önce bu grup ile karşılaşmadık?" Diye sordu kendisini doğrulamak ister gibi.
"Yeni oluşan ve hızla yükselen bir terörist grubu kendileri." Diyerek cevapladı İshak Albay.
İshak Albay konuşmasına devam etti: "Şev grubu, geçen yıl kurulmuş. Liderlerinin kod adı 'Berîvan.' İstihbarat raporlarına göre hem yerel halkı sindirerek hem de uluslararası destek alarak güçleniyorlar. Asıl tehlike, bu kampın bölgede bir eğitim merkezi olarak kullanılması. Yani yalnızca militanları barındırmıyorlar, aynı zamanda yeni üyeler yetiştiriyorlar."
Uras, konuşmaya dahil oldu: "Berîvan'ın kimliği hakkında elimizde ne tür bilgiler var? Onun etkisiz hale getirilmesi operasyonun seyrini değiştirebilir."
İshak Albay başını sallayarak cevap verdi: "Berîvan, eski bir militan. Ancak son zamanlarda adını sıkça duymaya başladık. Hem askeri hem de psikolojik taktiklerde oldukça etkili. Kampın merkezinde olduğu düşünülüyor, fakat konumu sürekli değişiyor olabilir. Bu nedenle birden fazla hedef noktası belirledik."
Kürşad, kafasını sallayarak konuştu; "İstedikleri kadar konum değiştirsinler, sonuçta artık sona geldiler."
Dosyaları inceleyen Poyraz söz aldı; "Yeni bir grup olmalarına rağmen fazla güçlüler. Eskiden olan birçok grubu durdurarak etkisiz hale getirmişler."
"Ama bu sefer karşılarında durdurulamayacak bir güç var." Dedi Albay bana bakarak.
Karşılarında ben vardım bu sefer. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın en iyi askeri olan, bu rütbeye ulaşabilen tek kadın asker olan, adının geçtiği yerde herkesin hazır ola durduğu ve bütün hainlere, düşmana adını ezberleten, dağların korkulu rüyası ve eceli olan Sönmez Timi'nin komutanı Yüzbaşı Asel Sönmez.
Harekât merkezinde kısa bir sessizlik oldu. İshak Albay'ın sözleri ağır bir kararlılıkla havada asılı kalırken, ekip arkadaşlarımın bakışlarını üzerimde hissettim. Hepsi, söylediklerinin bir doğrulaması olarak bana dönmüştü.
Kürşad, yüzünde kendine özgü bir gülümsemeyle başını eğdi: "Doğru diyorsunuz komutanım. Bu görev için daha iyi bir lider düşünülemezdi."
Poyraz, dikkatini dosyadan kaldırmadan mırıldandı: "Komutanım, hakkınızdaki hikâyeleri ilk duyduğumda biraz abartıldığını sanmıştım. Ama ilk operasyonda, sizinle sahada olduğumda anladım ki anlatılanlar az bile."
Kendi ekibimin bu tür övgüleri dile getirmesi alışılmış bir şey değildi. Ama bu sefer, havada farklı bir his vardı. Hem bana duyulan güven hem de operasyona olan yüksek inanç, herkesi daha da odaklanmış hale getiriyordu.
İshak Albay, ciddi bir ifadeyle devam etti: "Sönmez Yüzbaşı, bu görev size ve timinize emanet. Ancak unutmayın, bu bir ekip çalışması. Herkesin kendi rolünü en iyi şekilde yerine getirmesi şart."
Başımı hafifçe eğerek cevap verdim: "Emredersiniz, komutanım. Ekip olarak elimizden gelenin en iyisini yapacağız."
Bir kez daha gözler haritaya çevrildi. Operasyon planları detaylandırıldıkça, ekip üyelerinin her biri kendi sorumluluklarını net bir şekilde kavrıyordu.
Ben ise aklımda çoktan operasyonun senaryosunu yazmaya başlamıştım. Dağların arasında, karanlık bir gece. Her adımda temkinli, her nefeste sakin. Şev grubunun varlığını bu topraklardan silmek bizim görevimizdi. Ve bu görevde başarısızlık bir seçenek bile değildi.
Son olarak İshak Albay, sert bir ses tonuyla emri verdi: "Hazırlıklarınızı tamamlayın. 00:00'da harekât başlıyor. Yolunuz açık, düşmanınız perişan olsun!"
Harekât merkezinden ayrılırken içimdeki kararlılık zirveye ulaştı. Burası benim alanımdı. Ve bu gece, düşman için tarihe kazınacak bir gece olacaktı. Asel Sönmez ve Sönmez Timi, dağların karanlığında, aydınlık bir zaferle geri dönecekti.
☪☪☪
Helikopterden inerek dağlık alanda emin adımlarla yürümeye devam ettik. Yeni bir görevdeydik. Helikopterin motor sesi arkamızda yavaşça kaybolurken dağlık alanda sert rüzgar yüzümüze çarpıyordu. Gözlerimi ufka diktim, önümüzde uzanan sarp kayalıkların arasında ilerlerken sessizliği bozan tek şey postallarımızın taşlara çarpma sesiydi.
Tim sessizdi; herkes görevine odaklanmış, tetikteydi. Elimi omzumdaki tüfeğin kayışına götürdüm, dikkatle çevreyi tararken önümüzdeki patikayı takip ediyorduk.
En ön sırada disiplinli ve soğukkanlı yürüyordum. Benim adımlarındaki kararlılık her zaman ekibe güven verirdi. Kısa bir mesafe daha kat ettikten sonra elimi havaya kaldırarak durmamızı işaret ettim. Herkes durdu, nefes bile almadan benden komutumu bekliyorlardı. Bir elimi kulaklığına götürdüm ve sessizce radyo frekansından gelen sesi dinledim.
"İlerideki tepenin arkasında olmalılar," dedim alçak sesle. "Hazır olun."
Hepimiz dikkat kesildik; bu tür görevlerde en ufak bir hata bile büyük sonuçlar doğurabilirdi. Gözlerimizle birbirimize bakarak anlaşmıştık, sessiz ama kararlı adımlarla ilerlemeye devam ettik.
"Senem, GPS cihazına bak bakalım." Dediğimde Senem hemen çantasındaki GPS cihazına baktı. "Kuzey Batı yönünde ilerleyeceğiz komutanım."
"Tamam, yönümüz belli," dedim, Senem'in kararlı ifadesine karşılık. Takımın geri kalanına el işaretiyle harekete geçmelerini işaret ettim. Hepimiz bir an bile duraksamadan Kuzey Batı'ya doğru ilerlemeye başladık.
Dağların arasındaki soğuk, rüzgârla birleşip kemiklerimize işliyordu ama buna alışkındık. Senem en önde, GPS cihazını dikkatle takip ederken, arkasında ben ve diğerleri adımlarımızı eşit tutmaya çalışıyorduk.
"Buralarda hareketlilik olabilir," diye uyardım alçak bir sesle. "Dikkatli olalım, gözlerinizi dört açın."
Senem başını hafifçe sallayarak onayladı. Herkes tecrübeli askerlerdi, ama bu tür görevlerde en ufak bir dikkatsizlik pahalıya mal olabilirdi.
Bir süre daha ilerledikten sonra Senem durdu ve cihazı tekrar kontrol etti. "Komutanım, 500 metre sonra hedef noktasına ulaşacağız."
Durdum ve çevreyi gözden geçirdim. Kayalıklar daha da dikleşiyordu ve görüş açımız kısıtlanıyordu. "Tepelere dikkat," dedim ekibe, gözlerimi dar patika üzerinde gezdirirken. "Bir tuzak olma ihtimaline karşı tetikte olun."
Senem arkasını döndü ve bana baktı. Gözlerinde görev bilinci ve biraz da heyecan vardı. "Hazırız komutanım," dedi kararlı bir tonla.
"Tamam, devam edelim," diye karşılık verdim, ardından ekibin önüne geçerek adımlarımı hızlandırdım. Artık geriye dönüş yoktu.
"Durum ne Sönmez?" Kulağımdaki kulaklığa dokundum. "Hedefe doğru ilerliyoruz, komutanım. Henüz bir temasa geçmedik. Etrafta kimse görünmüyor."
"Anlaşıldı, dikkatli olun," diye karşılık verdi albayın sesi, soğukkanlı ve profesyonel. Kulağımdan elimi çektim, etrafı bir kez daha tarayarak ilerlemeye devam ettik. Etraf sessizdi, fazlasıyla sessiz. Dağların arasındaki bu tür sessizlik genelde fırtına öncesi bir işaretti.
Arkadaki askerlerimden biri, Ozan yanıma yaklaştı. "Bana garip geliyor komutanım, bu kadar sessiz olması... Bir şeyler ters gibi."
Başımı hafifçe salladım. "Aynen öyle. Ama dikkatli olalım, en küçük bir işaret bile bize yol gösterebilir."
Yolculuğumuz devam ederken gözlerim sürekli çevreyi tarıyordu. Kayaların ardında, bitki örtüsünün arasında her an bir tehdit belirir mi diye kontrol ediyordum. Kulaklarım tetikteydi, en ufak bir hışırtıyı bile kaçırmamak için dikkat kesilmiş durumdaydım. Ancak şimdiye kadar şüpheli hiçbir şey yoktu.
Biraz daha ilerledikten sonra, Senem yeniden durdu ve GPS cihazına baktı. "Komutanım, hedefe 200 metre kaldı," dedi alçak bir sesle.
İleride dar bir geçit beliriyordu. Tam o sırada, kulaklığımdan bir cızırtı duyuldu ve yardımcı askerlerden birinin sesi geldi. "Komutanım, drone görüntülerine göre ileride bir hareketlilik var. Dikkatli olun."
"Anlaşıldı," dedim sakin bir sesle. "Hazır olun, her an temas sağlayabiliriz."
Tim harekete geçti, herkes pozisyon alırken nefesler tutuldu.
Bir kaç metre daha ilerlediğimizde karşıdan sıkılan ilk kurşun, kolumun çok yakınından geçti. Herkes hızlıca mevzisini aldı.
Kurşunun vızıltısı kulağımda yankılandı, adrenalin bir anda damarlarıma hücum etti. Koluma çok yakın geçen kurşunun sıcaklığını hissettim, ama duraksamadım. "Mevzilenin!" diye bağırdım, ekibin zaten refleksle siper aldığını görerek.
Herkes hızla pozisyonunu aldı, taşların ve kayaların arkasına siperlenerek karşı saldırıya hazırlandılar. Silahımı kaldırıp nişan aldım, gözlerim hızlıca çevredeki tehditleri tarıyordu. Karşıda, kayalıkların arasında hareket eden birkaç silueti fark ettim. Onlar da sert ateş açmaya başlamıştı.
"Poyraz, sol tarafa dikkat et!" diye seslendim, mermiler patikada yankılanırken. Poyraz hemen sol taraftaki kayalıkların arkasına doğru kayarak pozisyon aldı ve karşılık vermeye başladı. Alpay ise sağ taraftan ateş açıyordu, siperine iyice gömülmüş, her atışını dikkatlice yapıyordu.
"Komutanım, temas sağladık!" dedim kulaklığıma, etrafımızda mermilerin yankılandığı anlarda sesimi duyurmak için bağırmak zorunda kalarak. "Sayısı belirsiz, ama iyi mevzilenmişler."
"Anlaşıldı, dikkatli olun," diye karşılık verdi albayın sesi.
Hızla bir sonraki kayaya doğru ilerledim, mermiler etrafımda vızıldarken. İçimdeki her kas tetikteydi; bu tür anlar her zaman en zorlu sınavlar olurdu. Arkadaşlarımın hayatı da bana bağlıydı. "Herkes pozisyonunu korusun, ateş altında kalıyoruz ama burada onları püskürtmek zorundayız," diye seslendim takıma. "Kimseyi kaybetmeyeceğiz!"
Poyraz'ın sesi duyuldu: "Sol tarafı tutuyorum, ilerlemeye çalışıyorlar!"
"Sağdan destek gelirse onları sıkıştırabiliriz," diye ekledi Alpay. Herkes koordineli çalışıyordu, ama karşıdan gelen mermiler durmaksızın üzerimize yağıyordu.
"Komutanım, burası temiz." Kulaklıktan Uras'ın sesini duydum.
Uras'ın sesini duyduğumda içimde bir rahatlama hissettim, ama çatışmanın bitmediği belliydi. "Anlaşıldı, Uras! Sıkı durun!" diye karşılık verdim, gözlerim hâlâ çevreyi tararken. Düşmanın sayısının azaldığını hissetmek bile moral veriyordu, ama rehavete kapılmak gibi bir lüksümüz yoktu.
"Dayanın, az kaldı!" diye bağırdım ekibe, sesim kayalıklardan yankılandı. Birkaç metre ileride hareket eden bir silueti fark ettim ve hızlıca nişan alıp ateş ettim. Siluet yere düştü. Her kurşun hedefini bulmak zorundaydı; düşmanın en ufak açığını bile değerlendirmek için tetikteydim.
"Koray, sağ taraf nasıl?" diye sordum, karşılık ateşi biraz durulmuştu ama hâlâ dikkatli olmalıydık.
"Sağ taraf temizleniyor komutanım, ilerliyorlar ama zayıflar," diye cevapladı Koray, sesi güven vericiydi.
"Nişan alın ve mermilerinizi dikkatli kullanın!" dedim takıma. Düşmanın direnci kırılmaya başlamıştı, ama yine de temkinli olmalıydık. Tekrar siperimden çıkarak nişan aldım ve ateş ettim. Bir patlama daha duyuldu ve sonra... sessizlik.
"Düşman çekiliyor!" diye seslendi Senem, sesi zafer doluydu. Elindeki silahın yerde olduğunu gördüğümde güldüm. Düşmanın üzerine bomba atmıştı.
"Takip etmeyin!" dedim. "Herkes pozisyonunu korusun." Geri çekilmelerine izin vererek daha büyük bir tuzağa düşmek istemiyordum.
Adımlarımız hedefe ulaştığında karşımızda kısa aralarla yan yana dizilen dört veya beş mağara vardı.
"Kamp dedikleri çöplük burası mıymış?" Dedi Baran, iğrenir gibi.
Baran'ın sözleri üzerine mağaralara bakarak derin bir nefes aldım. Etraf, terk edilmiş ve çürümüş bir hava veriyordu; yıpranmış tenteler, kırık eşyalar ve gelişi güzel savrulmuş çöpler her yerdeydi. "Görünüşe göre öyle," dedim, gözlerimle mağaraları tararken. Her biri karanlık birer gözü andırıyordu, içeride neyin bizi beklediğini bilmek imkânsızdı.
"Bu kadar pisliği nasıl barındırabiliyorlar, anlamıyorum," diye devam etti Murat, burnunu kıvırarak. Ama buradaki iğrençlikten çok, gizlenen tehlike hepimizi daha fazla rahatsız ediyordu.
Alpay dikkatlice bir adım öne çıktı, mağaraların girişlerine odaklanarak. "Her an bir şeyle karşılaşabiliriz," dedi sakin ama temkinli bir sesle. "Hazır olun."
Tim herkes mevzisini aldı, silahlarımızı doğrulttuk. "Uras, Poyraz, sağdan yaklaşın," dedim. "Baran, sen de sol taraftan gözcülük yap. Ben ortadan ilerleyeceğim."
Herkes pozisyonunu aldı, dikkatle mağaraların etrafını sardık. Bir anlık sessizlikten sonra Ozan'ın sesi tekrar duyuldu. "Burası güvenli görünüyor, ama dikkatli olalım."
İçimde bir huzursuzluk vardı. Bu kadar sessiz ve terk edilmiş görünen bir yer genellikle bir tuzak olurdu. "Temkinli olun," dedim, sesim kararlılıkla çıktı. "Herhangi bir hareketlilik görürseniz, anında bildirin."
Adımlarımı yavaşlatarak mağaranın en yakınına doğru ilerledim. İçeriden gelebilecek en ufak bir sesi kaçırmamaya çalışıyordum.
Mağara temizdi. İçeride kimse yoktu. Mağaraların temiz olduğunu gördüğümüzde hepimiz biraz rahatladık, ama temkinli duruşumuzu bozmadık. İçeride düşman yoktu; muhtemelen varlığımızı fark edip kaçmışlardı. Yine de işimiz bitmemişti. Mağaradan dışarı çıkarken derin bir nefes aldım, kulaklığa dokunarak Albay'a rapor verdim. "Burası temiz, komutanım. Kampı imha ediyoruz."
Albay'ın onayını aldıktan sonra gözlerim Kürşad abiye, Alpay'a ve Koray'a döndü. Hepimiz hazırdık. Mağaraları imha etmemiz gerekiyordu, bu tür yerlerin yeniden kullanılmasına asla izin veremezdik.
"Başlayalım," dedim kararlı bir sesle. Ellerimize el bombalarını aldık, herkes kendi görevine odaklanmıştı. İlk mağaranın girişine el bombasını yerleştirip pimini çektim ve geri çekildim. Kürşad abi, Alpay ve Koray da kendi bölgelerinde aynısını yapıyorlardı. Sessiz ama disiplinli bir şekilde çalışıyorduk.
Birbirimize hızlıca göz attık, hepimiz hazırdık. Bombalar birkaç saniye içinde patlayacaktı. Derin bir nefes alıp biraz geri çekildik, patlamanın şiddetine karşı güvenli bir mesafeye ulaşmıştık.
Ve ardından ardı ardına gelen patlamalar... Her mağara birer birer yerle bir oldu. Gürültü ve duman dağların sessizliğini delip geçti. Koca kamp, bir anda küle dönmüştü. Elimdeki silahı sıkıca tutarak birkaç saniye patlamaları izledim. İşimiz bitmişti, artık burası tekrar bir tehdit oluşturamayacaktı.
"İmha tamam," dedim kulaklıktan albaya, gözlerim hâlâ dumanın arasında yanan enkazı tararken.
"Tamam Sönmez, helikopter ilerinize iniş yaptı, geri dönün." Dediğinde başımı salladım.
"Anlaşıldı, komutanım," dedim albaya, son bir kez etrafı gözden geçirerek. Herkes hızlıca eşyalarını topladı ve helikoptere doğru yönelmeye başladı. Sessizlik, patlamaların ardından geri dönmüştü. Dağların arasında yankılanan patlama sesleri bile şimdi çok uzaklarda kalmıştı.
Birer birer helikoptere bindik, son birkaç dakikanın gerginliği hâlâ üzerimizdeydi, ama işimizi yapmış olmanın verdiği rahatlıkla hareket ediyorduk. Alpay ve Kürşad abi son kontrollerini yapıp helikoptere binerken, Koray sessizce yanımızda durdu, gözleri hâlâ geride bıraktığımız mağaralarda.
Helikopterin pervaneleri dönmeye başladı, rüzgar etrafımızda esiyor, toz bulutları yükseliyordu. Hepimiz yerlerimizi aldık. Eşyalarımızı sabitledikten sonra oturup derin bir nefes verdik.
Helikopter yükselmeye başlarken son kez dışarı baktım. Mağaraların olduğu kamp artık yoktu, geriye sadece yıkıntılar kalmıştı. Geriye dönüp baktığımda, görevimizi başarıyla tamamlamanın verdiği ağırlıkla sırtımı koltuğa yasladım. Şimdi dönüş yolundaydık.
☪☪☪
Helikopter, karargâhın önüne iniş yaptığında albay bizi karşıladı. Tekmili verip gerekli durum raporlarını albaya sunduk.
Albay, "Teşekkürler Sönmez," Dediğinde yüksek sesle bağırdım. "Sağ ol!" Hepimiz üzerimizi değiştirmek için ayrılacakken albayın sesi bizi durdurdu.
"Asel Sönmez," Dediğinde tekrardan hazır ol konumuna geçtim. "Emret komutanım!" Dediğinde bana yaklaştı.
"Rütben ne, asker?" Diye sorduğunda bu soruya anlam verememiştim ama cevapladım.
"Yüzbaşı Asel Sönmez, emret komutanım!" Diye bağırdım aynı şekilde.
"Yanlış," Dedi albay.
"Kıdemli Yüzbaşı Asel Sönmez, Rize, emret komutanım!" Diye bağırarak bu sefer tam tekmili verdim. Normalde bu tekmili vermezdim ama albayın neden böyle yaptığını anlayamıyordum.
"Yanlış," Dedi albay bir kez daha. Bu sefer bir tekmil vermedim, veremedim. Verecek tekmil kalmamıştı çünkü.
Albay, bu kararsızlığımı anlayarak bana döndü. "Artık Kıdemli Yüzbaşı Asel Sönmez değilsin." Dediğinde kalbim hızlandı.
"Sen artık, Binbaşı Asel Sönmez'sin."
Albay'ın sözleri bir an için havada asılı kaldı. Şaşkınlıkla ona bakarken kalbim hızlandı, zihnim durdu.
Binbaşı Asel Sönmez.
Bu kelimeler içimde yankılanıyordu.
"Binbaşı mı?" diye fısıldadım kendime, gözlerim kısa bir an boşluğa daldı.
Albayın ciddi ama hafifçe gülümseyen ifadesi beni gerçekliğe geri çekti. "Evet, Binbaşı. Bu terfi çoktan hak edilmişti, Asel. Tebrikler," dedi, sesi sert ama bir o kadar da takdir doluydu.
İçimdeki şaşkınlığı bastırarak hızla toparlandım ve bir adım öne çıkarak dimdik durdum. "Sağ olun, komutanım!" dedim, sesim kararlı ve gururluydu. Uzun zamandır böyle bir anın hayalini kurmuştum, ama şimdi gerçekten yaşarken tüm o hislerin aynı anda üzerime çullandığını hissettim.
Albay, bakışlarını üzerimden hiç ayırmadan devam etti. "Sorumluluğun artacak, biliyorsun. Takımına liderlik etmek zaten senin işindi, ama şimdi daha da büyük bir rol üstleneceksin. Hazır mısın?"
Derin bir nefes alıp içimdeki karmaşayı bastırdım. "Hazırım komutanım!" dedim tereddütsüz, gözlerim kararlı bir şekilde albayınkilerle buluştu.
Albay başını hafifçe sallayarak geri çekildi. "Eminim öyle," dedi. "Artık takımı daha büyük görevlere hazırlayacağız. Bu terfi, sadece senin değil, ekibin için de bir mesaj. Hazır olun. Yolumuz daha uzun, ama seninle gurur duyuyorum, Binbaşı Sönmez."
Bu sözler, omuzlarıma bir ağırlık daha ekledi ama aynı zamanda içimde büyük bir güç de doğurdu. Takımıma olan bağlılığım, sorumluluklarım... Artık daha da fazlaydı, ama ben her anına hazırdım.
Albayın yanındaki asker, elindeki yeni subay kıyafetini bana uzattığında, içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Üzerinde binbaşı rütbesini simgeleyen işaretler, artık benim için yeni bir başlangıcın habercisiydi. Gülümseyerek kıyafeti aldım, bu anı ölümsüzleştirmek istercesine içimdeki mutluluğu hissettim.
Kıyafeti giyerken, her bir düğmenin, her bir dikişin bana kattığı sorumluluğu düşündüm. Artık daha fazla insana liderlik edecektim; onları korumak ve doğru yolda yönlendirmek benim görevim olacaktı.
Tekrar selam verirken, "Emret komutanım!" dedim, sesimdeki kararlılığı hissettirerek. Bu selam, sadece bir saygı duruşu değil, aynı zamanda Albay'a ve ekibime olan bağlılığımın bir ifadesiydi.
Albay, başını hafifçe eğerek beni onurlandırdı. Albay'ın sözleri hâlâ kulaklarımda çınlarken, gurur ve mutluluk iç içe geçmişti. "Bunu hak ettin, Sönmez. Seninle gurur duyuyorum, evlat," demişti. Bu cümle, benim için en büyük ödül gibi hissettiriyordu. Albay'ın onayı ve desteği, beni daha da ileriye taşımak için gereken motivasyonu veriyordu.
Albay karargâha girerken, hemen arkamı döndüm. Gülümseyerek beni izleyen Alpay'a doğru koşarak sarıldım. Onun sıcaklığı ve desteği, bu anın anlamını daha da derinleştiriyordu. "Rütbe aldım, Alpay!" Diye neşeyle bağırdığımda Alpay, beni kucağına alıp hızlıca döndürdüğünde kahkahalarımı tutamadım.
"Benim sevgilim işte!" Diyerek alnımdan öptü hızlıca. Gülerek bende yanağından öptüm. Alpay'dan ayrıldığımda bütün tim olarak bir birimize sarıldık.
"Tebrikler Kızıl Elma," Diyerek saçlarımdan öptü Uras'ta.
"Albay, düğün hediyesini erken verdi." Diyerek güldü Koray. Bende gülerek hepsine sarıldım.
Kızınız artık Binbaşı oldu, Sönmez Çifti...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.68k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |