52. Bölüm

50. Bölüm

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Herkes bir anda susmuş, askerin telaşlı sözleri karşısında ciddileşmişti. Hepimizin yüzündeki şaka dolu ifade hızla kayboldu, yerini görev bilinci aldı.

Koray, bizi beklemeden orkestraya yöneldi ve mikrofonu aldı. "Sevgili misafirlerimiz, burada kesmek istemezdik ama malum asker adamın görevi ne zaman olacak belli olmuyor, bizim göreve çıkmamız lazım. Geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz!"

Hepimiz düğün salonunun terk ettiğimizde ben ve Alpay üstümüzü değiştirmek için gelin odasına geldik. Askerler yanlarında üniformalarımızı getirmişti.

"Alpay, gelinliğin korsesini aç hemen!" Diye bağırdığımda Alpay, elindeki kamuflaj ceketini bırakıp arkama geçti.

Alpay, korsenin ipleriyle uğraşırken acelemiz her saniye daha da artıyordu. Onun "Açılmıyor bu!" diye söylenmesiyle sinirlerim iyice gerildi.

"Sikerler," diye homurdandım içimden, çılgınca bir fikir kafamda belirdi. O an tek mantıklı gelen şey buydu, ne yapabilirim?

Hızla yerdeki poşetlerin arasına eğildim ve aceleci tavırlarla makası aramaya başladım. Alpay, arkamda bir yandan ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor, bir yandan da hızla kamuflajını giyiyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu, sesi şaşkın ama endişeliydi.

Makasın soğuk metalini bulduğum anda tereddütsüzce eteği kavrayıp, diz kapağımın biraz üzerinden kesmeye başladım. Kumaşın kesilme sesi küçük odada yankılandı, beyaz gelinlik parça parça yere düşerken kalbim deli gibi atıyordu.

"Asel, delirdin mi! Ne yapıyorsun?" Alpay durdu ve bana baktı, gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordum. Ama durmadım.

"Zaman yok Alpay! Kesmek zorundayım, yoksa hareket edemem!" dedim, sesim sert ama kararlıydı.

O an, Alpay gülümsemeden edemedi, hafifçe başını iki yana sallayarak, "Tamam, tamam, pes ediyorum," dedi. Kamuflajının düğmelerini hızla kapatıp, bana yardım etmek için yanıma eğildi.

Alpay, makası elimden alıp gelinliğin kalan uçlarını hızla keserken ben nefesimi tutmuş, olan bitene bakıyordum. Etek paramparça oldu ve sonunda dizimin hemen üzerinde kısa, neredeyse komik görünen bir elbiseye dönüştü. Artık o uzun ve ihtişamlı gelinlikten geriye sadece kısacık bir parça kalmıştı.

Hiç vakit kaybetmeden kamuflajımın pantolonunu eteğin altından geçirdim ve ceketimi de üzerine çektim. O an fark ettim ki aynada bana bakan görüntü tam anlamıyla saçmaydı.

Kamuflajımın yeşil gömleği, altımda kamuflaj pantolonum... ve ikisinin arasında duran gelinliğimin kesik eteği. Saçmalığın doruklarındaydım ama bunu umursayacak durumda değildim.

Alpay, hafif bir gülümsemeyle bana baktı, gözlerinde hayranlık ve komik bulduğu bir şeylerin izleri vardı. "Herhalde bu, hayatımda gördüğüm en ilginç savaş hazırlığı," dedi hafifçe gülerek.

"Komik olduğunu düşünüyorsan senin de göreve damatlıkla gitmeni sağlarım, Alpay," diye hırçın bir şekilde ona çıkıştım. O ise kollarını kaldırarak geri çekildi, "Tamam, tamam, sen kazandın," dedi.

Bu saçma kombinle göreve gitmek zorunda olduğum gerçeği kafamda dolaşırken kapıya doğru yürüdüm. "Hadi, zaman kaybetmeyelim," dedim kararlı bir şekilde, Alpay da peşimden geliyordu.

Diğerlerinin yanına vardığımızda hepsinin ciddi bir şekilde hazırlandığını gördüm. Ama beni görünce, yüzlerindeki o ciddiyet anında kırıldı. Göz ucuyla birbirlerine bakıyor, dudaklarını ısırarak gülmemeye çalışıyorlardı. Baran, gözlerini eteğime dikerek başını salladı, ardından kıkırdamayı bastıramadan sordu:

"Komutanım, bu nedir sorması ayıp?"

Elini dizlerimin üstüne kadar kesilmiş gelinliğime doğru uzattı, gözlerinde şaşkınlık ve alaycı bir parıltı vardı.

Derin bir nefes alıp ciddi bir şekilde cevap verdim, "Gelinliğin korsesini açamadık, vakit yoktu, biz de böyle yaptık. Çok umursamayın."

Herkesin yüzüne yayılan gülümsemeleri görmezden gelmeye çalışarak kendimi toparladım. Alpay ise arkamda sessizce duruyordu, ama gözlerinde hâlâ o hafif alaycı bakış vardı.

Uras, ciddiyetini bozmamaya çalışarak, "Sizi bu kadar az zamanda bile yaratıcı çözümler bulduğunuz için takdir etmemiz lazım," dedi, sonra gözlerini diğerlerine devirdi. Hepsi gülmemek için mücadele ediyordu.

Bir an için gülümsememek için kendimi tuttum ama Alpay'ın da gözlerindeki eğlenceyi görünce kahkahamı zor bastırdım. "Görevden dönünce hepinizle özel olarak ilgileneceğim, ona göre," dedim, tehdit eder gibi.

"Görevde olmasaydık, bu görüntüyü ömür boyu unutmazdım," diye mırıldandı Koray, ama hemen ardından toparlanıp, "Emirlerinizi bekliyoruz, komutanım," dedi, yüzüne yeniden o ciddi ifade yerleşti.

Derin bir nefes aldım ve hızlıca, "Hadi, herkes hazır mı? Zaman kaybetmeden yola çıkıyoruz," diyerek ciddiyeti geri getirdim.

☪☪☪

"Gelinlikle göreve çıktığıma hâlâ inanamıyorum! Bunu yapan ilk asker ben olabilirim sanırım!" diye bağırdım en ön safta ilerlerken. Arkadan gelen adamlarımın kıkırdamalarını duyduğumda, onları ciddiyete çekmeye çalışsam da başarısız olacağımı biliyordum.

Ozan, eğlenceli bir tonla seslendi, "Komutanım, döndüğümüzde resminizi çekebilir miyim?" Arkamdan gelen kahkahalar daha da yükseldi.

Hızlıca arkamı dönüp kesin bir sesle, "Hayır!" dedim. Ama bu cevabım onları daha da neşelendirmişti; arkamda kıkırdamalar devam ediyordu. Alpay bile hafifçe gülümsemişti, o an bu saçma durumun herkes için bir rahatlama olduğunu fark ettim. Ne kadar ciddi bir görevde olursak olalım, hepimiz bu anı unutulmaz buluyorduk.

Ama içimde hâlâ bir ciddiyet vardı. Her ne kadar gülünse de görev hepimizin üstünde ağır bir yük gibi duruyordu. Hızlanıp tempomu artırarak, "Tamam, eğlence bitti. Şimdi odaklanın! Görev var ve zamanla yarışıyoruz!" dedim, sesime kararlı bir ton ekleyerek. Gülüşmelerin yerini ciddi adımlar ve disiplin aldı.

Kulaklıktan albaya bağlandığımda sesim kararlı ve netti. "Komutanım, iniş yaptık, görevimiz ne?" diye sordum, nefesimi tutarak gelecek talimatları bekledim.

Albaya bağlı olduğumuz hat kısa bir süre sessiz kaldı, ardından komutanın derin, ciddi sesi yankılandı. "İstihbarata göre düşman hattı çok yakınınızda, zaman kaybetmeden bölgeyi tarayın. Görünürlük düşük olabilir, dikkatli hareket edin. Sizi bekleyen bir ekiple buluşacaksınız. Oradan size yeni talimatlar verilecek."

Albayın sesi, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini bir kez daha hissettirmişti. Kafamı kaldırıp ekibime baktım; her biri hazırdı, gözlerinde ciddiyet vardı. "Anlaşıldı komutanım, düşman hattına yaklaşırken sessiz ilerleyeceğiz. Telsizden bildireceğiz," dedim. "Binbaşım," Dediğinde yeniden kulaklığa bağlandım. "Emredin komutanım."

Albayın sözleri kulaklarımda yankılandı: "Asıl hedefleri sensin, bu senin üzerine kurulu bir saldırı."

Bir an için dünyam durdu. Düşman hattı yakındı, ama asıl tehlike tam olarak beni hedef alıyordu. Derin bir nefes alıp hızlıca düşünmeye başladım. "Anlaşıldı, komutanım," dedim, sesimdeki sakinliği korumaya çalışarak. "Planınız nedir?"

Albay bir süre sessiz kaldı, sonra soğukkanlı bir sesle konuşmaya devam etti. "İstihbarat doğrulandı. Seni ortadan kaldırmak için hazırlık yapmışlar. Ama bunun avantajını kullanabiliriz. Sen ve ekibin, düşmanı yanıltarak onları belirlediğimiz başka bir noktaya çekip pusuya düşüreceksiniz. Durumu değerlendirin, hemen karar al. Seni güvende tutmamız şart."

Albayın bu sözleri omuzlarıma büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Düşmanın bana odaklanmış olması işleri karmaşıklaştırmıştı, ama aynı zamanda fırsat da sunuyordu. Hızla kafamı toparlayarak ekibime döndüm, "Düşmanın hedefi benim," Dediğimde hepsinin bakışı değişti.

"Ne demek sensin?" Diye sordu Alpay, endişeyle.

Albayın, bana verdiği resmi Poyraz'a uzattım. İçimizde Arapça bilen tek kişi oydu.

Resimde buraya oldukça yakın bir yer olduğu belli olan bir alana boyayla Arapça sözler yazılmıştı. Albay, bunu verdiğinde anlamamıştım ama şimdi o resmi çözme vaktiydi.

Poyraz, resme baktığında yüzü daha da ciddileşti. Arapça yazıları yavaşça okudu, her kelimesi ekibin üzerine soğuk bir gölge gibi çöktü. "Kızıl Komutan, bundan sonra peşindeyim. Benden sana uyarı, tüm önlemlerini sonuna kadar al. Seni gördüğüm ilk andan sonra yatacağın tek yer tabut olacak."

Odadaki hava bir anda ağırlaştı. Alpay'ın gözleri endişeyle üzerimdeydi. "Ne demek sensin? Bunu kabul edemem. Bu kadar doğrudan bir tehdit..."

Alpay'ın cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden, sakin ama kararlı bir sesle lafa girdim, "Evet, hedef benim, ama bu durumu kendi avantajımıza çevireceğiz. Panik yapma, Alpay. Görevimize kişisel duyguları karıştırmamalıyız. Düşman açıkça meydan okuyor ve bu, onların zayıf noktası. Şimdi bu tehdidi bize rehber yaparak ilerleyeceğiz."

Poyraz resme bakmaya devam ederken, diğerleri de etrafa bakıyordu. Herkesin gözlerinde bir karışım vardı; endişe, öfke, ama en önemlisi kararlılık. Ekip, ne olursa olsun arkamda duracaktı, bunu biliyordum.

"Komutanım, bu kişisel bir tehdit," dedi Senem, sesindeki şaşkınlık hâlâ belirgindi. "Bu kadar doğrudan..."

"Bu kişisel tehdit, ekibimizi avantaja çevirebileceğimiz bir tuzak kurma fırsatı olabilir," dedim. "Bizim onlardan bir adım önde olmamız gerek. Şimdi yapılacak şey belli: Düşmanın hareketini tahmin edip onları istediğimiz yere çekeceğiz. Hepimiz odaklanmış olmalıyız. Onlara izin vermeyeceğiz."

"Komutanım, ne yapmamızı istiyorsunuz?" diye sordu Kürşad abi, tüm bu gerginliği bir kenara iterek görevine odaklanmıştı.

Gözlerimi ekibimin üzerinde gezdirdim. "Hedefe odaklanıyoruz, bana dikkat etmeden hareket edeceğiz. Ben açık hedef olacağım, ama siz... hepiniz gölgede kalacaksınız. Düşmanı istediğimiz yere çekip, onları etkisiz hale getireceğiz. Bir hata yapmalarını sağlayacağız."

Alpay'a baktım, endişesi yüzünden okunuyordu, ama aynı zamanda kararlıydı. Yanına gidip onu sakinleştirmek için elinden tuttum. "Beraber çalışacağız, tamam mı? Bu işin sonu benim ya da başka birinin şehitliğiyle bitmeyecek. Hepimiz sağ salim döneceğiz."

Alpay'ın yüzündeki endişe yerini yavaşça bir gülümsemeye bırakırken, ona olan güvenimi hissettirmek için elimden geleni yaptım. Postallarımın ucunda yükselip hafif bir şekilde dudaklarından öptüm, o anın sıcaklığı ikimizin de biraz daha rahatlamasına sebep oldu.

"Seninle her şey daha kolay, biliyorsun değil mi?" dedim, kulağına eğilip fısıldadım. "Hem, daha düğün ve balayı gecemiz var."

O an, gülümsemesi gözlerinde beliren hafif bir umut ışığıyla birleşti. "Düğün ve balayını düşündükçe bu işin üstesinden geleceğime daha fazla inanıyorum," dedi. Gözlerinde ki kararlılık yeniden canlandı.

Birlikte ekibimize döndüğümüzde, hepsi bizi izliyordu. "Şimdi vakit kaybetmeyeceğiz. Herkes göreve hazır mı?" diye seslendim, gözlerimi tek tek ekibin üzerine gezdirdim.

"Hazırız, komutanım!" diye yanıtladılar. Ekibin coşkulu sesi, moralimi yükseltti. "O zaman başlayalım. Düşmanla irtibat kurmadan önce, hareket ederken dikkatli olmalıyız."

Hepimiz emin adımlarla aynı yol üzerinde ilerlemeye devam ettik. Arkamdaki Murat'tan bir şiir sesi yükseldiğinde omzumun üzerinden ona baktım.

Elinde tuttuğu bayrağa bakarak ortamı yumuşatmak için şiir okuyordu yüksek sesle.

"Ey mavi göklerin, beyaz ve kızıl süsü," Dedikten sonra bakışları bana döndü. Dudaklarında bir gülümseme oluşurken gelinliğimin eteklerine baktı.

"Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin sön örtüsü,"

Ceylan...

"Işık ışık, dalga dalga bayrağım!

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın, mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun, yuvasını bozacağım."

Bu sefer şiire ben devam ettim.

"Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder

Gölgende bana da, bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar?

Yurda ay yıldızın ışığı yeter."

Alpay devraldı şiiri.

"Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,

Kızıllığında ısındık;

Dağlardan çöllere düştüğümüz gün,

Gölgene sığındık."

Senem devam etti.

"Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı

Barışın güvercini, savaşın kartalı

Yüksek yerlerde açan çiçeğim

Senin altında doğdum.

Senin altında öleceğim!"

Son nakaratı hepimiz söyledik.

"Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;

Yer yüzünde yer beğen!

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!"

Hepimiz sustuktan sonra bir süre sessizlik oldu. Sessizliği bozan Murat'tı.

Murat'ın sözleri, sessizliği boğucu bir ağırlıkla doldurdu. "Bu bayrağa can feda ama hiç birimizin kefeni olmasın bu gün," dedi. Sesindeki kararlılık, herkesin ruhunu besleyen bir enerjiye dönüştü.

Hepimiz bu sözlerin derinliğini hissedebiliyorduk. Bayrağın onurunu koruma arzusu, ekipteki her bireyi bağlayarak, içimizdeki korkuları biraz daha geride bıraktı.

"Şu an burada olduğumuz her an, bunun için savaşacağımızı belirtiyor," dedim. "Hepimiz, birbirimize güveniyoruz. Bu görev, sadece benim için değil, hepimiz için önemli. Hayatta kalacağız ve evlerimize döneceğiz."

Ekibimden gelen baş sallamaları, bu anın ciddiyetini artırdı. Alpay'a baktım, onun da kararlılığı güçlenmişti.

"Şimdi, gözlerimizi hedefe odaklayalım. Hepimizin arkasında bir bayrak var ve onun için savaşacağız. Bunu yaparken de birbirimizi korumak zorundayız. Planımıza sadık kalacağız. Düşmanın nerede olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek bizim için kritik önemde. Ve bu süre zarfında, hep birlikte olacağız."

Birbirimize olan bağlılığımızı hissederek, harekete geçme zamanının geldiğini anladık. Herkes yerini aldı, gözlerimiz ileriye kilitlendi. "Şimdi zamanımız geldi," dedim, son bir kez daha gözlerimi ekibime çevirdim. "Atamızın dediği gibi, geldikleri gibi giderler."

Hızla hareket ettik. Adımlarımız dikkatli ama kararlıydı. İçimdeki gerginlik, bayrağımızın ve birbirimizin hatırına verdiğimiz sözle bir nebze azalmıştı. Düşmanın varlığı, bu görevi daha da önemsememizi sağlıyordu.

Murat'ın sözleri kulaklarımda yankılanırken, her anın değerini bilerek ilerliyorduk.

"Biz sadece bir tim değil, bir aileyiz," dedim, içimdeki sıcak duyguların bir patlama gibi dışa vurmasına neden olarak. "Bu bayrak için savaşırken, birbirimizin arkasında durmak en önemli görevimiz. Tek tek güçlü olabiliriz ama birlikte durduğumuzda, yenilmeziz."

Ekibimin gözlerinde beliren anlayış ve bağlılık, moralimi yükseltti. Her biri, yaşadığı zorluklara rağmen birbirlerine destek olmanın önemini biliyordu. "Hepimiz farklı yerlerden geldik, ama burada birleşen bir amaç için savaşıyoruz," diye devam ettim. "Birlikte döneceğiz, birlikte zafer kazanacağız. Bu anı, geri dönüp gülümseyerek hatırlamak için buradayız."

Alpay yanıma geldi, bir omzuma dokundu. "Korkusuzca, ama dikkatli bir şekilde ilerleyeceğiz. Seninle yan yana olmak, bana güven veriyor," dedi. "Düşman ne olursa olsun, bu gün benim de kefenim olmayacak."

Kendimden emin bir şekilde başımı salladım. "Hiçbirimizin kefeni olmayacak," diye tekrar ettim. "Şimdi herkes dikkatli olsun. Düğün günümde bana şehit uğurlaması yaptıranı gerekirse toprağın altından çıkartır, canını okurum!"

Düşman hattına yaklaşırken, her adımda ekip ruhumuzu hissediyordum. Sanki kalplerimiz bir araya gelmişti; bayrağımızın dalgalanması gibi. Belirlediğimiz hedefe doğru ilerlerken, sesimizin yankıları havada kayboldu. Düşmanın varlığını hissettiğimizde, gözlerimiz birbirine kenetlendi; bu bir savaş değil, bir bağlılık hikayesiydi.

"Haydi, hazır mısınız?" dedim, son bir kez ekip arkadaşlarıma bakarak.

"Her zaman!" diye yanıtladılar hep bir ağızdan.

Ve bu an, bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı. Birlikte, bu yolculuğa çıkmanın gücünü hissettik. İleriye doğru adım atarken, sadece bir tim değil, bir aile olduğumuzu bir kez daha anladık.

☪☪☪

"Kızıl Komutan, sonunda karşılaştık demek," dedi karşımdaki adam, alaycı bir gülümsemeyle. Sesi, karanlık bir kuyuya düşen taş gibi yankılandı. Herhangi bir korku ya da endişe taşımadığını biliyordum, ama onun da bu karşılaşmanın ciddiyetinin farkında olduğunu hissedebiliyordum.

Bu adamı tanıyordum. Kırmızı listede aranan bir teröristti.

Bejno Erha, namı değer Bej.

"Bu yüze dikkatli bak Bejno," dedim, sesimdeki kararlılığı pekiştirerek. "Ölmeden önce göreceğin son yüz bu olacak çünkü." Kafamda bir görüntü belirdi; düşmanımın yüzünde beliren korku, belki de şok. Kendi korkumun bile olmadığını biliyordum, bu savaş benim için yalnızca bir görev değil, aynı zamanda bir onurdu.

Ben Türk askeriydim. Sadece kimliğim değil, tarihimin derinliklerinde yatıyordu cesaretim. Benim milli marşım bile "Korkma" diye başlıyordu.

Ben Türk evladıyım; korkusundan Çin Seddi yaptırılan Mete Han, Peygamber övgüsü alan Fatih, kırk tane çeriyle Çin Kalesi'ni basan Kürşad, Papa'ya diz çöktüren ve Avrupa'ya aman dileten Atilla, iki bin kişiyle beş yüz bin Haçlı ordusunu Hatay'a kadar kovalayan Kılıçarslan, düşmanlarının bile övgüyle bahsettiği Atatürk'tür benim atalarım.

Bu tarihi mirasın yükünü hissediyordum, ve bu yük, üzerimde bir ağırlık değil, beni daha da güçlü kılıyordu.

Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olurdu. Bejno, beni tabuta yatıracağını söyleyerek hayatının hatasını yapmıştı.

Her hareketi dikkatlice izledim. Adımlarımız arasında gerilen ip, ya özgürlük ya da ölüm demekti. Bejno'nun karanlık planları, asla hayata geçmeyecekti. Bu, yalnızca benim için değil, ekip arkadaşlarım ve vatanım için de bir savaştı.

"Bugün burada her şey sona erecek," dedim, sesimdeki kararlılık artarak. "Senin ve senin gibilerin hikâyeleri, burada bitecek. Biz buradayız ve çakalların hükmü, Kurt ayağa kalkana kadardır."

Gözlerimi Bejno'nun üzerine dikip, ona meydan okudum. Korkusuzluğum, düşmanın gözünde beliren bir kaygı ifadesi yaratmaya başlamıştı. Şimdi, onun için geri dönüş yoktu.

Düşmanın tüm gücünü hissettim ama ben de güçsüz değildim. Adımımı attım ve ona doğru ilerledim. Savaşın sonuna yaklaşırken, içimdeki ateş daha da büyüdü. Hedefim netti; bir aile için, vatan için, mücadele edecektim. Bu, yalnızca bir savaş değil, geçmişimin ve geleceğimin savaşıydı.

Onun hareketini beklemeden belimdeki bıçağımı çıkartıp Bejno'nun alnının ortasına geçirdim. Bu hareketimle birlikte Bejno'nun adamları beni hedef alırken Sönmez Timi, benim etrafımda bir halka olarak beni koruma altına almıştı.

Bıçağımın metalik sesi, gecenin karanlığında yankılandı. Bejno'nun gözlerindeki şaşkınlık, birkaç an için tüm dünyayı dondurmuş gibiydi. Alnının ortasına geçirdiğim bıçağın keskinliği, hem onun yaşamına hem de tüm terörist planlarına son vermişti.

"Bunu beklemiyordun, değil mi?" dedim, sesimdeki soğukkanlılıkla. Bıçağımı çekip onu yere düşerken izlerken, etrafımdaki timim adeta bir duvar gibi durarak beni korumaya aldı. Her biri, üzerindeki kamuflajla karanlıkta kaybolmuş ama gözlerindeki cesaretle parlayan birer kalkan gibiydi.

Bejno'nun adamları, korku ve öfkeyle dolup taşarken, Sönmez Timi harekete geçti. "Düşman hedeflerini imha et, atış serbest!" diye emrettim. Ekibim, derhal harekete geçti; düşmanın üzerinde bir avcı gibi çullanarak, disiplinli ve koordineli bir şekilde ilerlediler.

Kurşunlar havada dans ederken, ben de düşman hattına doğru ilerledim. Ekibimin her biri, benim yanımda birer gölge gibi durarak beni korudu. Bu an, yalnızca kişisel bir intikam değil, aynı zamanda tüm vatan için bir mücadeleydi.

Arkamda Alpay'ın sesi yankılandı: "Sakın yalnız hareket etme, komutanım!" Ama ben zaten yalnız olmadığımı biliyordum. Onların güvenliği, benim görevimden daha önemliydi.

"Birlikteyiz," dedim kararlılıkla. "Hepimiz birlikte döneceğiz!" Gözlerimdeki ateş, her birimizin ortak hedefe ulaşma azmini alevlendirdi.

İlerlemenin ve savaşı kazanmanın verdiği güç, içimde yankılanıyordu. Düşmanın direnişine rağmen, asıl korku benim gözlerimdeydi; ben Türk askeriydim ve bu gece, tarihimizin bir parçası olacaktı.

Savaşın karmaşası içinde, düşmanın son direnişine karşı koyarak ilerlemeye devam ettik. Her hareketimizde, düşmanın sayılarını azaltıyor ve kendi birliklerimizi daha da güçlendiriyorduk. "İleri!" diye bağırdım, ve timimle birlikte, bu geceyi unutulmaz kılacak adımları atmaya devam ettik.

Çatışma hızlıca devam ediyordu. Kamuflajımın altındaki gelinlik, hareketimi kısıtlasa bile umursamıyordum.

Sırtımda bir acı hissettiğimde beklenmeyen hamle karşısında dudaklarımdan bir inleme döküldü.

Kendimi toparlamam gerekiyordu. Bir söz vermiştim, timim ile birlikte dönecektik buradan. Onları yüz üstü bırakamazdım. Üstelik, düğün günümüzde Alpay'a böyle bir acı yaşatamazdım.

Elimdeki silahın arkası ile arkamdaki bedene vurdum.

Arkamdaki düşmana vurduğum an, ani hareketimle sırtıma kuvvetli bir acı girdi. Sırtımda, etimin içinde hareket eden bir metal hissettim.

Piç herif, bıçağını sırtıma geçirmişti. Acı, sırtımda sanki bir ateş gibi yanıyordu ama vazgeçemezdim. Düşmanın, vücudumdan ayrı bir parça gibi düşündüğü bu acıyı hissetmek, beni sadece daha da öfkelendiriyordu. Timim, arkamda durarak saldırıya geçti; düşman daha fazla dayanamayacak kadar çuvallıyordu.

"İlerleyin!" diye bağırdım, sesimdeki kararlılık her bir askeri harekete geçirdi. Bir adım daha atarak kendimi toparladım; bu savaş, sadece benim değil, hepimizin savaşıydı. Timimin cesareti bana güç veriyordu, ve ben de onlara en iyi şekilde liderlik etmeliydim.

Kendimi dönüp geri baktığımda, Alpay'ı gördüm. Bu tarafa bakmadan karşıdaki düşmanlarla savaşıyordu.

Onun için savaşıyordum; hayatımın en özel gününde, ona böyle bir acı yaşatmak istemiyordum.

"Ozan!" Yanımda mevzi alan Ozan'a bağırdım. Anında bana döndü. Hızlı ama dikkatli şekilde yanıma geldiğinde sırtımdaki bıçağı fark etti.

"Komutanım!" Diye bağırdı telaşla. Düşman geri çekilmek üzereydi. Herkesin bakışları buraya döndü. "Ozan, bıçağı... bıçağı çıkart ve... oraya... oraya bir tampon görevi uygulayacak bir şey... bastır..."

Fazla kanamam vardı. Bıçağın bıraktığı yara derin olmalıydı. Ozan, yaraya baktı. "Komutanım, bıçağı çıkartamam. yeterince kan kaybediyorsunuz, çıkartırsam kan kaybınız daha çok artacak. Vücudunuz bu kadar kan kaybına dayanamaz."

Ozan, çıkardığı kamuflaj yeleğinin ortasından delik açarak bıçağın etrafından sırtımdaki yaraya bastırdı.

Silah sesleri susmuştu, düşman geri çekilmişti. "Asel, neredesin?!" Diye bağıran Alpay'ın sesini duydum. Cevap vermek istediğimde başaramadım.

"Komutanım, Asel Komutan'ım burada. Yaralı! Kan kaybediyor!"

Ozan'ın bağırışıyla hepsi bu tarafa doğru koştu.

Gözlerim bulanıklaşırken, Alpay'ın sesini duyduğum an her şeyi net bir şekilde görebilmek için kendimi zorladım. Alpay, korkuyla bana baktı. Bakışları beni tamamen sardığında yanıma çöküp yüzümü ellerinin arasına aldı.

Gözlerim gelinliğimin kesik eteğine kaydı. Beyazlığından eser yoktu.

Bu sabah, ne hayallerle giydiğim beyaz gelinliğim, şuan üzerimde benim kanımla kaplanmış bir kızıllığa ulaşmıştı.

 

 

Bölüm : 10.04.2025 20:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...