
"Kopuzunda nağmeler Dedem Korkut söylüyor, Türk'ün şanlı askeri vurulsa da ölmüyor. Önde gider bozları, dolunayın kurtları, ışık olun geceye gündüz edin yurtları." Kulaklarımda şarkının sözleri tekrar ediyordu. Şuanda kulağıma takılı olan kulaklıkta çalan şarkı buydu; Yağız Yerin Atlısı.
Merdiven başlarında kalan kolilerden ikisini daha üst üste koyarak kucakladım ve askeri araca taşımaya devam ettim.
"Asel Komutan'ım," Arkamdan yükselen adımı duymamla koliyi bırakarak arkamı döndüm. Astsubay'lardan Nehir bana sesleniyordu. "Buyur, astsubayım?" Dedim düz bir sesle.
Nehir'in utangaç bakışları yüzümde dolandı. "Şey, sizden bir ricada buluna bilir miyim?" Dedi sakince. Başımı salladım; "Rica edeceğin şeye göre değişir."
"Ben gönüllülük görevine çıkamıyorum, benim yerime o insanlara sarılabilir misiniz?"
Nehir Astsubay'ın yetimhanede büyüdüğünü biliyordum. Çok bir samimiyetimiz olmasa bile alaydaki çoğu askerin genel yaşantısı hakkında bilgi sahibiydim.
Nehir'in bu isteği karşısında kısa süreli sessiz kaldım. Gözlerindeki o burukluk, yüreğime inceden dokunmuştu.
Gözlerimi yeniden ona çevirdim ve hafifçe başımı salladım. "Tabii ki, astsubayım." Diyerek karşılık verdim onun bu isteğine.
"Sağ olun, komutanım. Teşekkür ederim." Dedi yüzüne gülümseme yayılırken. Kulaklığımı cebime koyarken cevap verdim Nehir'e.
"Böyle şeylerin teşekkürü olmaz, astsubay."
Nehir, selam vererek görevine geri döndüğünde kalan son kolileri de araca koyarak araçtaki yerimi aldım.
Türk Özel Kuvvetleri'nden Kalkan Timi olarak yardıma ihtiyacı olan ailelere yardım kolisi dağıtımına çıkacaktık. Bir hafta önceden alaydan birkaç asker şehre inmiş ve yardıma ihtiyacı olan ailelerin adreslerini belirleyerek bize vermişlerdi.
Elim gün içerisinde sürekli olduğu gibi boynumdaki eski künyeye gitti. Avcumun içine giren ve üzerinde SÖNMEZ yazan çelik künyeyi uzun uzun inceledim. Yeniden.
Bu künye, annemin künyesiydi. Şehit olan annemin...
Zihnim benden kontrolsüz bir şekilde o korkunç günün görüntülerini gözlerimin önüne seriyordu. Annemle babamın şehadetlerinin üzerinden neredeyse yirmi bir yıl geçmişti ama ben bunca yıl boyunca o görüntüleri zihnimde silememiştim. Silmek istememiştim.
Zihnimde bir köşede yatan o anlar beni ben yapıyordu. Nefretimi taze, kinimi diri tutuyordu.
Aradan geçen sürenin ardından araç yavaşlayarak bir evin önünde durduğunda künyemi kamuflajımın içine gizleyerek ayaklandım.
Evin önünde durduğumuzda kısa bir şekilde evi inceledim. Tuğlaları kırılmış, boyaları sökülmüş bir evdi. Arabanın içerisindeki kolilerden birini aldım ve evin ziline tuşuna bastım.
Kapıyı bize yaşlı bir teyze açtı. Gülümseyerek yaşlı kadına baktım. "Hayırlı günler, teyzeciğim," Ardından elimdeki koliyi yaşlı kadına uzattım. "Biz Türk Askeri'yiz, yardım kolisi dağıtıyoruz ailelere. Buyurun, bu da sizin koliniz."
Yaşlı kadın uzattığım koliyi kollarımın arasından alarak evin içerisine koydu. "Sağ olun, güzel yavrum." Ardından gözleri kamuflajımda dolandı. "Ah ah, siz olmasanız halimiz ne olurdu kim bilir..." Diye mırıldandı derin bir sesle.
"Kim o nene? Kim gelmiş?" Genç bir kız çıktı içeriden. Yaşlı kadın, kocaman gülümseyerek hafifçe geri çekildi ve genç kızın bizi görmesini sağladı.
"Vatanın kahramanları gelmiş, kızım." Ardından yüzündeki gülümseme bir an bile küçülmeden bana döndü. "Pek şerefli mesleğiniz vardır, evladım. Allah sizi korusun. Dualarımız hep sizinle."
Hafifçe tebessüm ederek yaşlı kadına sarıldım.
Yaşlı kadın, başı ile arkasında hayranlıkla bizi inceleyen genç kızı işaret etti. "Benim torunum da asker olacağım diyor. Rabbim bana o günleri görmeyi nasip etsin."
Bir an genç kızla göz göze geldik. Gözlerindeki parıltıdan aslında şuan bu üniformanın içinde beni değil, kendisini gördüğünü anlayabiliyordum.
Kamuflajımda her daim taşıdığım kağıt ve kalemimi çıkararak kişiselde kullandığım telefon numaramı yazdım ve kağıdı kıza uzattım.
"Burada benim numaram yazıyor. Eğer sana yardımcı olabileceğim bir şey olursa, aramaktan çekinme."
Genç kız, kağıdı titreyen ellerle aldı. Gözleri bir an parladı, ama hemen ardından utangaç bir şekilde yere çevirdi bakışlarını. Yüzünde bir minnet ifadesi belirdi.
"Çok teşekkür ederim, komutanım," dedi alçak bir sesle. "Ben de sizin gibi olmak istiyorum... Güçlü, cesur ve insanlara yardım eden biri."
Bu sözler içimi ısıttı. Gençlerin gözlerindeki bu ışık, insanın yüreğinde gururla karışık bir umut bırakıyordu. Hafifçe başımı eğdim.
"Eğer bunu gerçekten istiyorsan," dedim kararlı bir sesle, "hayalini hiçbir şeyin sarsmasına izin verme. Zorluklar olacak, ama unutma ki bu üniformayı taşımak hem bir onur hem de bir sorumluluktur. Çalışmaktan ve inanmaktan vazgeçme."
Yaşlı kadın, gözyaşlarını silerken araya girdi. "Ah, yavrum, böyle güzel yürekliler oldukça bu millet sırtını yere getirmez. Sizden Allah razı olsun. Hadi geçin içeri, size bir çay demleyeyim."
Başımı sallayarak kibarca geri adım attım. "Çok teşekkür ederiz, teyzeciğim, ama daha dağıtacak kolilerimiz var. Görev bizi bekler."
Kadının gözlerindeki gurur dolu bakışı hissettim. Bu halkın duasını almak, dünyadaki en büyük ödül gibi geliyordu hepimize.
Genç kıza bir kez daha baktım, kağıdı sıkıca tuttuğu ellerini gördüm. "Unutma," dedim ona son bir kez, "bir gün bu yolda yürümeye karar verirsen, ne olursa olsun pes etme."
Kız başını coşkuyla salladı. "Pes etmeyeceğim, söz veriyorum!" dedi kararlılıkla.
Araca doğru geri adım atarken yaşlı kadın ve genç kızın kapıda bize el salladıklarını gördüm. Bu küçük anlar, yaptığımız işin gerçek anlamını bir kez daha hatırlattı. İnsanlara yalnızca yardım ulaştırmıyor, aynı zamanda umut ve cesaret taşıyorduk.
"Komutan'ım," Diyerek arkamdan seslenen Kürşad abiye döndüm. "Sizi ilk defa bu kadar güleç bir şekilde gördük; yapmayın, etmeyin. Bünyemiz buna alışık değil."
Bunları duran da sürekli bağırıp çağıran, askerlerine vuran bir komutan olduğumu düşünecekti.
Zaten öyle biri değil misin, Asos? Diyerek araya girdi iç sesim; Bayan Çok Bilmiş. Evet, adı gerçekten Bayan Çok Bilmiş'ti.
Bayan Çok Bilmiş, susar mısın?
Haklı olduğumu biliyorsun, hayatım.
Gözlerimi devirdim. Bazen iç sesim sinirimi fazlasıyla bozuyordu.
"Kürşad, büyük falan dinlemeyeceğim şimdi; dalacağım şuradan sana. Bin şu arabaya da gidelim da! Ne etseydim, kadıncağızı dövse miydim? Allah'ım ya!" Diye yükseldiğimde Kürşad abi, ellerini teslim olur gibi yukarı kaldırdı.
Kolileri dağıtma görevimiz akşama yakın bitmiş, hava kararmaya başlamıştı. Arabadan inerken Baran'ın ensesine şaplak attım. Canım istemişti.
"Komutanım, gene ne yaptım ya? Allah çarpsın bir daha yapmayacağım!" Ardından kısık bir sesle cümlesine devam etti; "Elinizde baya ağır zaten..."
"Oğlum, şehit oğlu şehit kızı Asel Komutan'dan ne bekliyorsun? Okşasa mıydı?" Diyen Uras'a tepki göstermeden ilerlemeye devam ettim.
"Yarın sabah saat yedide talim sahasında olmayanı yakarım." Bütün askerlerim üstü kapalı, aslında gayet açık olan, tehdidimi algılayarak yemek yemek için yemekhaneye ilerledi.
Evet, ailemin gittiği yolu takip etmiştim bende. Onların izinden gitmiştim. Yıllarımı vatan uğruna, millet uğruna uğruna harcayarak Türk Bayrağı'nın gölgesinde büyümüş ve Özel Kuvvetlere girerek hem yüzbaşı, hem de dağlarda adı korkuyla anılan Kalkan Timi'nin tim komutanı olmuştum.
Ritimli adımlarım İshak Albay'ın odasını bulduğunda kapıyı hafifçe tıklatarak emir gelmesini bekledim. İçeriden gelen gir emri ile beklemeden içeriye girdim.
"Yüzbaşı Asel Sönmez," Diyerek tekmil verdim ve hazır ol konumunda bekledim. "Rahat, Sönmez." Diyen İshak Albay ile rahat pozisyonuna geçtim.
"Yardım kolileri eksiksiz bir şekilde ailelere ulaştırıldı komutanım, arz ederim." İshak Albay, kafasını salladı. "Sağ ol, Sönmez. İstirahat edebilirsiniz."
Odadan çıkmadım. İshak Albay'a bir kez daha döndüm. "Komutanım, eğer izniniz olursa sizden bir ricam olacaktı." Dediğimde bakışları gözlerimi buldu.
"Söyle Sönmez, dinliyorum?"
"Komutanım, dışarıya çıkabilir miyim? Yatış saatinden önce alayda olacağım." Bu alayın kurallarından biriydi. Her adımınızı İshak Albay duymak, görmek ve bilmek zorundaydı. Ondan habersiz kuş uçmazdı burada.
"Tamam Sönmez, çık."
"Sağ olun, komutanım!" Odadan çıktığımda hızla odama giderek üzerimdeki kamuflajlarımı çıkarttım. Üzerime beyaz bir kapüşonlu ve siyah bir kon pantolon geçirdim. Kamuflajımın palaskasındaki silahımı da alarak belime yerleştirdim ve üzerime ince bir ceket giyerek odadan çıktım.
"Kürşad abi," Yemekhanede Kur'an okuyan Kürşad abi başını çevirerek bana baktı. "Ben dışarıya çıkıyorum, buralar sana emanet." Kürşad abi, kafasını salladı. "Allah'a emanet olun, komutanım."
Kürşad abi, bir imamın oğluydu ve dinini dört dörtlük yaşayan biriydi. Söylediğine göre Kur'an'ı üç kere ezberlemişti. Alayda kendi aramızda ona Hacı Abi derdik.
"Bir sıkıntı olursa ara beni." Kürşad abi okuduğu ayeti sesini yükselterek okuduğunda güldüm. Bu şuan onun için tamam, ararım demekti.
Biz kesin bu Kürşito yüzünden şehit olamıyoruz, Asos. Onu farklı bir time mi yollasak?
Bu fikir değerlendirilebilirdi.
Alayın merdivenlerinden inerek güvenlik kapısından çıktım. Nöbet kulübesinde nöbet tutan askerlere selam verdim.
"Kolay gelsin, gençler."
"Sağ olun, komutanım!" Askerler benim için kapıyı açtığında kapıdan çıktım. "İyi geceler, komutanım."
Sırıtarak bunu söyleyen askeri yanındaki asker arkadaşı dürttü. Muhtemelen vatani görevi için yeni gelmişti alaya. "Eyvallah, aslanım."
Alayın otoparkındaki kişisel aracıma binerek sürekli gittiğim araziye gittim. Burası aslında hiçbir özelliği olmayan, bomboş bir araziydi ama Şırnak'ta en sevdiğim yer burasıydı.
Buradan yıldızlar daha parlak ve fazla gözüküyordu. Ve ben yıldızları seyretmeyi severdim.
Örgü yaptığım kızıl saçlarımın tokasını çözerek saçlarımın rüzgarda dalgalanmasını sağladım. Normalde TSK'da renkli saç yasaktı ama ben fazlasıyla kılık değiştirerek birçok yere sızdığım için saç rengim işime yarıyordu. Ermeni yada Sırp'ların aralarına sızarken saç rengim bana kolaylık sağlıyordu.
"Allah'ım, sen ailemi utandırma." Sözlerim gecenin karanlığına bir fısıltı gibi yayıldı. Arabanın kaputundan inerek sürücü koltuğuma geri oturdum. Tam gaza bastırarak ilerleyecekken duyduğum sesler ile olduğum yerde kaldım.
Silah sesi.
Arabanın tekerini hedef alan kurşunlar, gitmemi engellemişti. Elim hızlıca arabanın torpidosuna uzandı ve dürbünümü aldım. Dürbünümle etrafı incelerken gözlerim arazideki kalabalıklığa takıldı. Teröristler.
Kahretsin! Yanıma hiçbir savunma malzemesi almamıştım. Bir tek belimdeki tabancam vardı. Tabancımı belimden çıkartarak mermi yuvasına baktım. İçerisinde sadece dört mermi olduğunu görünce bir küfür savurdum.
Hemen telsizimi çıkartarak alaya bağlandım. Telsizi nöbetçi asker aştı. "Şırnak Alay Komutanlığı,"
"Yüzbaşı Asel Sönmez, acil İshak Albay'a bağlayın beni, acil!"
"Emredersiniz, komutanım!" Beni hızlıca albaya bağlarlarken kafamı camdan uzattım ve bir el ateş ettim. Mermim yoktu!
Asos, tamam yiğidiz, kahramanız, muhtişimiz, efsaneler efsanesiyiz ama bu üç mermi ile bırak buradan kurtulmayı, götümüzü bile çıkartamayız.
"Söyle, Sönmez?" İshak Albay'ın sesini duyduğum anda telsize döndüm. "Komutanım, teröristler etrafımı sardı! Baskı altındayım! Mühimmatım az, son üç mermim!" Hızlı hızlı konuştuğumda göğüs kafesim hızla kalkarak indi.
"Hemen ekip yolluyorum, dayanmaya çalış!"
Telsiz bağlantısı kesildiğinde saklandığım yerden bir kere daha çıkarak bir el daha ateş ettim. Son iki mermi.
"Hadi Asel, hadi kızım yaparsın sen!" Sayabildiğim kadarıyla otuzdan fazlaydılar.
Kahretsin, buradan çıkış yoktu!
"Çık dışarı asker!" Dışarıdan bir adamın bozuk Türkçesi ile söylediklerini umursamadım. Saklandığım yerden çıkmadım. O kadar da canıma susamamıştım, yada aptal değildim.
Asel, sen ölüme yalın ayak koşacak kadar canına susamış; uyurken gizli görevde yaptığın makyajı çıkartmayı unutacak kadar aptalsın. Birbirimizi kandırmayalım, aşk lokumum.
Aşk demişken bir uzun boylu yiğit bulamadan gitmesek bu dünyadan keşke. Asenalığımızın yanına yenilmez bir Bozkurt lazımdı bize.
Bayan Çok Bilmiş, baskın yedik! Mermiler tepemizden sinek gibi geçerken senin tek derdin aşk olamaz, Allah'ın cezası iç ses!
Son bir kere başımı çıkartarak camdan dışarıya uzandım ve son iki kurşunumu da sıktım. Silahım boşalmıştı. Destek ekip bir an önce gelmeliydi yoksa burada şehit olacaktım.
Aniden kolumda hissettiğim yanma ile dudaklarımdan bir inleme kaçtı. Bakışlarım koluma kaydığında beyaz kapüşonlumun kan olan koluna baktım.
Vurulmuştum.
Kan, kolumdan aşağıya süzülürken içimde bir sıcaklık hissettim. Bu, korkudan çok öfkeydi. Vurulmak bile beni durduramazdı, ama gerçek şuydu ki; silahımda tek bir mermi bile kalmamıştı. Nefesimi kontrol etmeye çalışarak arkamdaki duvara yaslandım. Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanırken zihnimde tek bir düşünce vardı:
Burada ölmek yok, Asos.
Etrafımdaki sesler giderek yaklaşıyordu. Adımların yankısı, çatışma gürültüsünün üzerine biniyordu. Başımı çevirip etrafa baktım. Elime alabileceğim bir taş, sopa... Herhangi bir şey aradım. Bu şekilde teslim olmayacaktım.
"Son bir Asena direnişi," diye mırıldandım kendi kendime. Öyle ya, soyadı Sönmez olan bir asker asla pes etmezdi.
Bozuk Türkçeli adamın sesi yeniden yankılandı: "Çık dışarı! Teslim ol, hayatını kurtar!"
Sesindeki alaycı ton, kanımı daha da kaynattı. Dişlerimi sıkarak ayağa kalktım. Bir an için kalbimde, içimdeki öfkeyi bastıran bir kararlılık hissettim.
Kolumdaki yaradan yayılan acıya aldırmadan, yere düşmüş bir taş aldım. İyi bir silah değildi, ama elimde olan tek şey buydu. Düşman adımları iyice yaklaştığında tüm dikkatimi sese verdim. Kaç kişi olduklarını ve nereden geleceklerini tahmin etmeye çalışıyordum.
Derken tam karşımda bir gölge belirdi. Kalbim hızla çarparken o kararlılık yeniden yüzüme yayıldı. "Ölsem de burada Yüzbaşı Asel Sönmez olarak öleceğim," diye geçirdim içimden.
Gölge içeri adımını atar atmaz, avazım çıktığı kadar bağırarak üzerlerine doğru hamle yaptım. Yaralı koluma aldırmadan adamın yüzüne sert bir yumruğumu geçirdim.
Arkamdan bana saldıracak olan adamın özel bölgesine tekmemi geçirirken solumdaki adama dirseğimi geçirdim.
Tam araziden çıkış yapacaktım ki omzumda bir kurşun daha hissettiğimde kısık bir şekilde daha inledim.
Arkamdan yaklaşan adımlar dibimde bittiğinde üç kişi kollarımdan, dört kişi bacaklarımdan tutarak beni sürüklemeye başladılar.
"Hepinizin ecdadını sikmezsem bana da Türk Askeri demesinler!"
☪☪☪
"Kalkan Timi!" İshak Albay'ın yüksek sesi alayın soğuk duvarlarına çarparak yankılandı. İshak Albay içeriye girdiği anda bütün Kalkan Timi ayağa kalktı; "Emredin, komutanım!"
İshak Albay, kesin ve otoriter duruşu ile hepsine baktı. "Komutanınız Yüzbaşı Asel, düşman saldırısına uğramış." İshak Albay'ın dedikleri ile bütün Kalkan Timi'nin yüreği ağzına gelmişti.
Çünkü onlar sadece bir tim değil, bir aileydiler. Asel ise hepsinin en zayıf noktası, can damarlarıydı. Onlar için Asel demek; memleketlerinde bıraktıkları anaları, geride bıraktıkları bacılar belki de artlarında bıraktıkları evlatları demekti.
Yüzbaşı Asel Sönmez, sert ve öfkeli bir komutan olsa bile timinin her ihtiyacına koşardı. Çatışmada içlerinden birine sıkılan kurşuna ilk önce o atlardı.
İshak Albay'ın sözleri alayın soğuk duvarlarına yankılanırken Kalkan Timi'nin gözlerinde aynı anda korku ve kararlılık belirdi. Bu, bir asker için kabul edilemez bir durumdu. Komutanları, onların en değerlisi, ölümle burun burunaydı.
Koray bir adım öne çıktı, sesi titremeyen bir kararlılıkla konuştu: "Komutanım, Yüzbaşı Asel'in konumu nedir? Derhal harekete geçmek istiyoruz!"
İshak Albay başını salladı. "Düşman yoğunluğu yüksek, otuzdan fazla terörist tespit edildi. Asel Komutan'ın mermisi az ama hala direniyor. Destek ekibi yolda, ama sizden acil bir müdahale istiyorum. O bölgeye hemen ulaşın ve komutanınızı sağ salim geri getirin. Bu bir emir!"
Timden hiçbir itiraz sesi yükselmedi. Onların kalplerinde sadece bir tek şey vardı: Komutanlarını oradan kurtarmak.
Uras, yanındaki arkadaşlarına döndü, gözlerindeki keskin bakışlar kararlılıkla parladı. "Hızlanmalıyız. Yüzbaşı Asel bizi bekliyor."
Timin geri kalanı, bir anda harekete geçti. Silahlarını kontrol ediyor, zırhlarını giyiyor ve iletişim cihazlarını hazırlıyorlardı. Her biri, bu görevin önemini biliyordu.
Kürşad, hazırlıklar sırasında yüksek sesle konuştu:
"Kalkan Timi, dinleyin! Bu sadece bir operasyon değil. Komutanımız, ailemizden biri, orada ölümle burun buruna! Onu yalnız bırakmak bizim için bir seçenek değil. Hepinizin gözlerinde bu kararlılığı görüyorum. Birlikte gideceğiz, birlikte döneceğiz!"
Herkes bir ağızdan bağırdı: "Birlikte gideceğiz, birlikte döneceğiz!"
Tim, askeri araçlara doluşurken herkesin aklında aynı görüntü vardı: Yüzbaşı Asel. Onu her ne pahasına olursa olsun, sağ salim geri getireceklerdi.
"Soysuz it sürüleri! Hepsi kendi kanlarında boğacağım! Koyduğumun pezevenkleri!" Hepsi öfkeliydi, hepsi nefret doluydu. Öfkeleri, onları diri tutuyordu. Öfkeleri, düşmanın azraili olacaktı.
Araziye vardıklarında hepsi bir an bile duraksamadan arabadan indiler. Hepsinin gözleri etrafta, komutanlarını arıyorlardı.
Yoktu. Ne Asel vardı, ne de Asel'in arabası. Araba yanmıştı.
"Amına koyduğumun piçleri!" Uras, hızlıca yanan arabanın küllerine doğru koştu.
"Allah'ım sen büyüksün, sen koruyucusun. Asel'i koru rabbim." Hepsi dişlerini sıkarak Kürşad'ın duasına "Amin." Diyerek karşılık verdiler.
"Bir şey buldum!" Herkes Baran'ın yanına koştu. Baran'ın elinde bir künye vardı. SÖNMEZ yazılı çelik künye, Asel'e aitti.
"Bu Asel'in annesinin künyesi. Asel bunu asla boynundan çıkartmaz." Hepsi bu gerçeği biliyordu.
Kürşad, öfkeyle telsizi aldı ve alaya bağlandı. "Komutanım, arazi boş. Yüzbaşı Asel burada yok."
Karşıdan gelen İshak Albay'ın sesi duyuldu. "Hepiniz alaya toplanın, görmeniz gereken bir şey var."
"Emredersiniz, komutanım," Kürşad, telsizi kapatarak tim arkadaşlarına döndü. "Alaya dönüyoruz."
Baran, elindeki künyeyi cebine koydu ve hepsi yeniden alaya döndüler.
Bütün Kalkan Timi albayın yanındaydı ve görmeleri gereken şeyi merakla bekliyorlardı. Albay konuşmaya başladı; "Elimize bir video ulaştı." Ardından elindeki kumandaya bastı ve büyük ekranda görüntü belirdi.
Videoyu gördüklerinde hepsinin kanı döndü.
Asel, düşmanın elindeydi.
-BÖLÜM SONU-
-----
İlk bölümümüz bitti!
Düşüncelerinizi alalım???
Bu bölümde en sevdiğiniz sahne neydi?
Kalpli öpücüklerle!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.68k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |